Kategori: İlişkiler

  • İşyerinde kıskançlık

    İşyerinde kıskançlık

    Kıskançlık insanların tümünde var olan doğal duygulardan biridir ve hatta aynen stres gibi, belli bir doza kadar ve ara ara hissedildiğinde kişiye motivasyon sağlar, başarma azmini körükler. Ancak, kıskançlık artık o kişinin temel duygusu olmuşsa, kendi yapabildiklerine değil de hep başkalarının yaptıkları, konumu, statüsü odak noktası haline gelmişse, bu durum problem teşkil edebilir.

    İş hayatında kıskançlığın cinsiyete göre ayrımından söz edemeyiz. Kadın ya da erkek olsun, herhangi bir çalışan birey, eğer kendisiyle ilgili hayal ettiği bir başarıyı iş arkadaşı gösteriyorsa, terfi almışsa ya da ödüllendirilmişse o kişiye karşı kıskançlık hissedebilir. Ya da, iş yaşamı dışındaki alanlarda çeşitli mutsuzluklar, olumsuz duygular hakimse, iş yerinde başkalarının mutlulukları bile kıskançlık sebebi olabilir. Bir başka deyişle kişinin iç dünyasında genel olarak neler hissettiği, kendisini nasıl değerlendirdiği, algıladığı başkalarına olan bakış açısına da yansır. Örneğin, özgüveni eksik bir birey kendisini eksileriyle ve artılarıyla kabul etmek ve eksik noktalarını tamamlamak için gayret göstermek yerine, kendisini komple başarısız olarak görüp, karamsar bir ruh haline girebilir. Bu, bir bakıma kendi potansiyelini sabote etmektir. Bu ruh haliyle de, yüksek performans gösteren kişilere yönelik kıskançlık duygularına engel olamaz.

    is_kiskanclik

    İş yerleri hassas dengelerin olduğu yerlerdir. Örneğin, herhangi bir pozisyonda çalışan bir kişi hem iyi performans göstermek, enerjik olmak, hem de bunları bir dengede tutmak zorundadır, zira aşırı hırslı görünen ve başarıya endekslenmiş kişiler iş ortamında kıskançlığa en çok aday olan kişiler arasındadır. Bu durum, özellikle, alt-üst ilişkilerinde çok sık görülür. Herkesin öncelikli ve temel ihtiyacı kendi yerini korumak ve savunmak olduğundan, altındaki bir kişinin başarıları, kazançları, üst pozisyonda çalışan birisinde bir “tehdit” algısı yaratabilir.

    Kıskançlık, hiyerarşik yapılanmanın ve görev derecelendirmelerinin bulunduğu kurumsal şirketlerde daha sık görülebilmektedir. Bu tür şirketlerde çalışanların başarı ve performansı sık sık ölçümlenmekte, değerlendirilmekte ve bu durum da çalışanların sıklıkla kendilerini diğer çalışma arkadaşlarıyla kıyaslamasına neden olmaktadır. Böylelikle, çalışanlar arasında rekabet de kaçınılmaz olmaktadır.

    Çalışan kişiler, genellikle kıskançlık duygularını ifade etmez, bunun ayıplanacağına, yanlış bulunacağına dair inançları vardır. Oysa ki, herkesin içinde bu duygu vardır; neşe, mutluluk, üzüntü, kaygı gibi duygulardan biridir kıskançlık. Kişiler, böyle hissettiklerini kendi kendilerine bile itiraf edemezler bazen. Aslında, bu kişiler kıskançlık duygularını yok saymak yerine kendi içinde kabullenirse, bundan sonraki adımlarını daha iyi ve yararlı biçimde yönetebilirler. Örneğin, kendisiyle aynı düzeydeki bir iş arkadaşının terfi aldığını öğrenen bir kişi, o kişiye karşı kıskançlık hissedebilir, ancak bu duygunun kendi içinde büyümesine izin vermek yerine, kabullenip, bunun normal bir reaksiyon olduğunu kendi kendine telkin edebilir. Sonrasında işverenine/yöneticisine gidip, kendi performansıyla ilgili geribildirimler isteyebilir, başarısını artırmak için somut olarak neler yapabileceğini sorabilir. Böylelikle, hem duygusunun ona zarar vermesini önlemiş olur, hem de işi üzerinde daha kontrollü hisseder ve genel anlamda kaygısını azaltmış da olur.

    İşyerinde kıskançlığın zararlı boyutlara ulaşmasını engellemek için, patronlar/yöneticiler çalışanlarının her birine eşit mesafede olabilmeli ve herkesin ihtiyaçlarının, taleplerinin dikkate alındığı bir zemin hazırlamalıdır. Çalışanlar, her an her şeyin olabileceği bir ortamda değil de, her şeyin yapılandırıldığı, kendilerinin bireysel olarak işyerine katkılarının da görüldüğü ve dillendirildiği bir ortamda çalıştıklarını görürlerse, kendilerine ve işverenlerine olan güvenleri artar. Bu durumda da, yıpratıcı ve yıkıcı duygulara kapılma riskleri azalır.

    Dr. Robert Vecchio, işyerinde kıskançlık üzerine yazdığı bir makalede, işe alımlarda çalışanların duygusal olgunluklarının da değerlendirilmesi gerektiğini vurgular. Ek olarak, işyerinde takım ruhunun oluşturulması, açık iletişimin teşvik edilmesi, yüksek performans gösteren kişilerin çalışma arkadaşlarına mentorluk yapması da kıskançlığın yıkıcı bir biçim almasının önüne geçebilecek yöntemler olarak dile getirilmiştir.

    Uzm. Psk. İlknur Yılmaz

  • Partnerimize nasıl bağlanırız?

    Partnerimize nasıl bağlanırız?

    Bağlanma davranışını başka bir bireyde yakınlık arama ve sürdürme olarak tanımlayabiliriz. Bağlanma davranışını çiftleşme davranışı ve ebeveyn davranışı ile eşit öneme sahip bir sosyal davranış sınıfı olarak görülür. Bağlanma davranışı ve ayrıca bakıcılık davranışı memelilerin tüm türlerinde mevcuttur. Gelişimde bazı aksilikler olmadığı sürece bağlanma davranışı başlangıçta daima anneye yönelir.

    İnsan olmayan primatlarda bebeğin anneye yapışması doğumdan hemen sonra görülürken, insanlarda bebek annesinin çok yavaş farkına varır. Ainsworth’un araştırma bulgularına göre çocukların küçük bir azınlığı dışında herkeste bağlanma davranışı altı aylıkken açık bir şekilde mevcuttur ve sadece anne odadan ayrıldığında çocuğun ağlamasıyla değil aynı zamanda gülümseme, kollarına atlama, sevinç çığlıkları atma gibi davranışlarıyla da bu bağlanma davranışının gözlenebilir.

    Bebek doğduğunda bir tabula rasa olmaktan çok uzaktır. Tam tersine çok sayıda aktive olmaya hazır davranış sistemleriyle donanmıştır. Yapılan araştırmalar bebeğin doğumunda ya da çok kısa bir süre sonra nerdeyse tüm duyusal sistemlerinin çalıştığını gösterir. Bir çocukta bağlanmaya aracılık eden davranış sistemleri, çocukların yetiştiği aile ortamlarında bu sistemlerin nispeten belirli, stabil bir biçimde büyüyüp geliştiğinden dolayı var olmaktadır.

    Peki bebeklerimizin güvenle bağlanması için ne yapmalıyız? Bebeklerin en güvenle bağlandıkları anneler, bebeğin sinyallerine zamanında ve uygun şekilde cevap veren ve onlarla çok fazla sosyal etkileşim içinde olan annelerdir. Bunun dışında annenin bebeğin gerginliğini alabilmesi ve özellikle ilk altı ay boyunca anne ve bebek arasında devam eden fiziksel temas da bebeğin güvenli bağlanma geliştirmesi için gerekli olan annelik davranışlarıdır.

    Buraya kadar ifade ettiklerimizden de anlaşılacağı gibi çocuk bebekliğinden itibaren annesi ile yaşadığı deneyimleri ve onunla geliştirdiği ilişkisini, ilerleyen yaşlarında her türlü yakın ilişkisinde(partneri, yakın arkadaşları, eşi vs.) model olarak kullanır. Kişinin benlik modeli( kişinin kendini ne ölçüde sevgiye layık gördüğü) ve başkaları modeli(kişinin diğer insanlara ne ölçüde güvendiği, diğer insanları ilgi ve sevgi sunmaya hazır bireyler olarak algılayıp algılamadığı) bu ilişki sayesinde gelişir.

    Bağlanma davranışının türleri hakkında literatürde farklı tanımlamalar olsa da ben bağlanma davranışının üçe ayrıldığı bağlanma yaklaşımıyla bakmayı tercih etmekteyim.

    Güvenli Bağlanma: Bu bağlanma tarzına sahip bireyler hem kendilerini hem de başkalarını genelde olumlu olarak görürler. Yakın ilişkilere değer verirler, bu tür ilişkileri başlatmakta ve sürdürmekte başarılıdırlar. Ancak bu ilişkiler sırasında kişisel özerkliklerini yitirmemeyi de başarırırlar. Bu bağlanma stiline sahip kişiler çocukluklarında oyun sırasında aktif olan, anneyi güven üssü olarak kullanıp keşfe çıkan çocuklardır.

    Kaçınmalı Bağlanma: Bu bağlanma stiline sahip kişiler kendilerini ve başkalarını genelde olumsuz görme eğilimindedirler. Yakın ilişki kurma konusunda çok başarılı olduklarını söylemek güçtür. Bu bağlanma stiline sahip olan çocuklar genelde kısa bir ayrılıktan sonra anneyle birleşme konusuda kaçınmalı davranan, zaman zaman bir yabancıya anneden daha dostça davranan çocuklardır.

    Kaygılı Bağlanma: Bu bağlanma tarzında hem benlik hem de başkaları algısı olumsuzdur. Bu kişiler çocukluklarında yakınlık ve temas arasında kararsız, kaygılı çocuklardır.

    Yapılan tüm araştırmalara bakıldığında belirli bir yaştan sonra bağlanma davranışının hem yoğunluğu hem de sıklığı azalır. Ancak bağlanma davranışı asla yok olmaz; hem eski hem de yeni figürler seçilir ve onlarla devam eder.

    Ergenlik ve erişkinlik yaşamı boyunca bağlanma davranışının kapsamı genellikle aileden çok aile dışındaki kişilere ve gruplara yönelir. Yetişkin yaşamındaki bağlanma davranışını regrese olarak görmek, insan yaşamındaki hayati rolünü görmezden gelmek demektir.

    Yakın ilişkiler, psikolojik iyilik halinin en önemli belirleyicilerinden biri olarak görülür. Yakın, istikrarlı ve uzun süreli ilişkiler kurmak ve sürdürmek yetişkinin kişilik gelişimi süreçlerinin en önemli görevlerindendir. Bağlanma stilleri ise terapi ortamında çalışılmadığı sürece yaşam boyunca kalıcı ve durağan yapılardır. Yukarıda bahsettiğimiz içsel işleyiş modelleri çocuklukta oluşur ve yetişkinlikteki algısal ve bilişsel süreci; dolayısıyla davranışları ve yetişkinlikte kurulan ilişki kalitesini doğrudan etkiler.

    Cohn ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmaya göre; güvenli bağlanan yetişkinlerin çift etkileşiminde duygularını daha iyi düzenleyebildiği, daha uyumlu ve daha az çatışmalı ilişkiler kurdukları bulunmuştur. Ayrıca partnerlerden en az birinin güvenli bağlandığı durumda daha yüksek evlilik uyumu görülmüştür. Bu konuda yapılan çalışmalardan ortaya çıkan en kayda değer sonuçlardan biri güvenilir bağlanmanın yüksek evlilik uyumu ile ilişkili olduğu sonucudur.

    Güvenli bağlanan bireyler sevgi ilişkilerini; mutlu, arkadaşça ve güvenli olarak tanımlamışlardır. Eşlerini eksiklerine rağmen olduğu gibi kabul ederler ve desteklerler. Diğer bağlanma stillerine sahip kişilere oranla daha uzun süreli ilişkiler sürdürdükleri görülmüştür. Kaygılı bağlanan kişilerin ilişkileri yakınlığa dair korku ve uzaklığa dair rahatsızlıkla karakterizeyken; kararsız bireyler sevgiyi takıntı, cinsel çekim ve kıskançlık olarak tanımlamaktadırlar.

    Güvenli bağlanma stili ile bağlanmayan kişilerin duygu kontrolü duygunun eşle ilgili olup olmamasından bağımsız olarak yüksek bulunmuştur. Bu neden önemlidir? Çünkü olumlu ya da olumsuz duygularının ifadesinde bir denge belirleyen kişilerin daha istikrarlı ve uyumlu ilişkiler kurdukları bilinmektedir. Güvenli bağlanma yaşamayan kişiler ya genelde olumsuz duygulanıma sahiptir ya da olumlu ya da olumsuz duygular arasında gelgitlerle yaşayıp onu aşırı kontrol etmeye çalışır. Bu da ilişkideki duygusal kalitenin azalmasıyla sonuçlanmaktadır. Güvenli bağlanma duygulanımda olduğu kadar olumlu ve yapıcı iletişim örüntüsüyle de oldukça ilişkilidir.

    Bağlanma stillerinin incelendiği ülkemizde yapılan çalışmada ise, en sık karşılaşılan evlilik biçiminin iki eşin de güvensiz olduğu bağlanma biçimi olduğu görülmüştür. Ancak her iki eşin de güvenli bağlandığı çiftler en yüksek uyuma sahiptir.

    Bu makaleyi anne, baba, eş ya da çocuk rollerinizle ya da hepsiyle birden okuyabilirsiniz. Önemli olanın içinde mutlu olamadığınız bir bağlanma stiliniz varsa bununla barışıp değişiklikler yapmak için adımlar atmak ya da çocuklarınızın güvenli bir bağlanma stili oluşturabilmelerini sağlamak için istendik davranış örüntülerini harekete geçirebilmektir.

    Uzm. Psk. Dila HOTLAR

  • Onun şifrelerini çözün

    Onun şifrelerini çözün

    ERKEKLER NEDEN APTALCA ŞEYLER BİRİKTİRİYOR
    Korsan filmlerinde üzerinde iskelet yatan gizli hazine buldukları zamanı bilirsiniz. Erkekler o iskelet olmak ister. Erkekler, kendi eşyalarından oluşan koca bir yığın eşyanın üstünde ölmek ister. Birçoğu bir yara bandını kaldırmaya bile ürkerken, onlardan dağınıklığı toplamalarını da beklememelisiniz. Futbolcu kartları, çizgi romanlar, aksiyon oyuncakları, saatler, albümler arasında kaybolurlar. Tabii ki bazı şeylerin biriktirilmesi gerekir ama onlar aslında biriktirmek peşinde değildir. Çünkü onların ileride değer kazanacaklarını düşünürken, satana kadar ölürler zaten. Dünyada küçücük de olsa bir şey üzerinde hak sahibi olmak için biriktirirler. Onu buldular, organize ettiler, plastik kaplara sakladılar ve sahiplendiler. Koleksiyonu güvence altına aldıklarını bilerek huzur içinde ölebilirler. Çünkü mirasları sonsuza kadar yaşar. Erkek arkadaşınızı He-Man kitabı arkasında görürseniz ve kitabın çok iyi durumda olduğunu söylerse korkmayın. Kağıt ve plastiğe bu kadar iyi muamele gösteriyorlarsa, size de “Han Solo” kupaları gibi sevgiyle yaklaşırlar.

    ARKADAŞ ÇEVRESİNİ TANIYIN
    Her grup erkek içinde bu beş tipten vardır. Hangisinin iyi sevgili olabileceğine siz karar verin.

    LİDER ERKEK
    Çabasız karizmatik ve çok eğlenceli bu erkek, geminin kaptanıdır. Onu paylaşmaya (arkadaşları da onu en az sizin kadar sever) ve sahne ışığına alışmaya kendinizi hazırlayın.

    SORUMLULUK SAHİBİ
    Hafta içi arkadaşlarını dışarı çıkmaya ikna eder ve geçen seferki gibi kulüpten atılmayacaklarına söz verir. Eğlence hiç bitmez ama büyümezse, arkadaşları o yokmuş gibi davranmaya başlayabilir.

    HASSAS RUH
    Sorumluluk sahibi arkadaşının iyi olduğundan emin olduktan sonra eve erken gider. Çünkü ertesi gün halsiz olmak istemez. Yatırım yapılabilecek bu erkek, gelecekte iyi baba olacağının da sinyallerini verir.

    SPOR TUTKUNU
    Spor, crossfit, müstehcen şakalar ve çeşit çeşit bira onun hayatının özeti olabilir. Bu erkeğin hayatında ne kadar yer kapladığını hep bilirsiniz çünkü ne kadar spor sevse de oyun oynamaktan hoşlanmaz.

    HEVESLİ DESTEKÇİ
    Ekibin meşalesini o taşır ve büyük ihtimalle bunu ilk buluşmasında da uygular. Müstehcen şakalardan politik şakalara kadar, her şeyi onda bulabilirsiniz. Sadece onda bazen olgunluktan eser olmayabilir.

     

    kaynak: cosmopolitanturkiye.com

  • Mevsimsel Boşanma Olur mu?

    Mevsimsel Boşanma Olur mu?

    Yaşadığımız dünyada hiçbir şeyin nedensiz olmadığını bu yazıyla bir kez daha anlamış olacağız.

    Boşanmayla ilgili ortaya çıkan bu gerçek bizi olduğu gibi sizi de şaşırtacak.  Washington Üniversitesi araştırmacıları Julie Brines ve Brian Serafini boşanmanın sezonluk, dönemlik olduğunu tespit etti.

    Yapılan detaylı araştırmalara göre boşanmalar kesinlikle mevsimsel. Uzmanlara göre boşanma en çok Mart ve Ağustos aylarında yaşanıyor. Yani kış mevsimi ve yaz sonuna denk geliyor.

    Evliliği kötü giden çiftler yaz ve kış aylarında yaptıkları tatillerde evliliklerini gözden geçirme imkânı buluyor ve bir şeylerin yolunda gitmediği kanısına varıyor.

    Bu konuya daha detaylı bakalım isterseniz?

    bosanmanin-yeni-nedeni-2

    Evliliklerinde çatırdamalar yaşayan çiftler tatile gittiklerinde herkese karşı mutlu aile tablosu çizmeye çalışır. Ve sonrasında çizdikleri bu tablonun doğal olarak yaşanmadığının bilincine varır. Diğer bir sonuç ise tatiller evli çiftlerde geçmişe sünger çekmek adına biçilmiş bir kaftan modeli görüyor.

    Yeni bir başlangıç ve düzelme eğilimi tatil fırsatlarıyla şans buluyor. Ancak tatil süresince evliliklerinde hiçbir pozitif evre bulamayan çift zorla mutlu imajı vermeye çalıştığının bilincine varıyor ve tatil dönüşü ayrılmaya karar alıyor.

    Mart ve Ağustos aylarında boşanmaların en yoğun dönem olmasının bir başka nedeni ise taşınma ve işsizlik gibi nedenler etkili.

  • Evliliklerde çocuk istismarı

    Evliliklerde çocuk istismarı

    Çocuk istismarı hakkında hepimiz az ya da çok fikir sahibiyiz ama evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı dediğimizde başlık biraz farklı gelebilir. Evet başlık farklı ama aslında birçok evde yaşanan olayı anlatmak için bundan daha uygun bir başlık olamazdı.

    Evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı

    Evliliklerde çocuk, evliliği zenginleştiren bir unsurdur ancak maalesef hala sorunlu giden evlilikleri kurtarmak üzere bir can simidi gibi görüldüğünü vurgulamak isterim. Oysa çocuk sorunsuz evliliklerde bile evliliği, getirdiği sorumlulukla ciddi bir sorunlar odağı haline getirebilir.

    Evliliklerde çocuk istismarı
    Evliliklerde çocuk istismarı

    Düşünün, henüz birbirine yeni ısınan, birlikte bir hayat düzenine alışmaya çalışan kadın ve erkek yeni kazanmış oldukları eş statüsüne uyum göstermeye çalışırlarken, beklenmedik bir anda, hiç hazır olmadıkları zamanda gelişen bir hamilelik sonrasında dünyaya gelen bebekle bir anda anne baba statüsüne geçmek zorunda kalıyorlar. Bu durum birçok insan için ‘aa ne şirin’ şeklinde karşılanabilir ancak gerçek hayatta durum bu kadar şirin olmayacaktır. Eşlerin birlikte gezip tozmak ve yeni hayatlarına alışmak üzere yaptıkları tüm planlar kalkacak ve gece uykusuzlukları, doktor kontrolleri, çocuk hastalıkları, eve kapanmalar, artan masraflar, ağlamalar ve yoğun stres hayatın akışını değiştirecek. Bu noktada durum kadın ve erkek için ayrı ayrı yön değiştirmeye başlayacak. Örneğin erkek, eşinin sadece bebekle ilgilendiğini ve kendisine zaman ayıramadığını düşünerek içine kapanacak, kadın ise doğumla beraber bedeninin bozulduğunu düşünerek, eşinin kendisinden uzaklaşmasını da çekiciliğini kaybetmesine bağlayacaktır. Ek olarak annenin hamilelik ve doğum sonrası depresyonu yaşayabileceğini de düşünürsek bebek hiç hazırlıklı olunmayan pek çok soruna yol açacaktır. Sorun evliliğin ilk yıllarında çocuk sahibi olmak değildir, sorun çocuk sahibi olmaya hazır olmamaktır. Ya da taraflardan birinin istememesine rağmen diğer eşin çocuk konusundaki ısrarı evliliği sorunlu aşamaya getirecektir.

    Evliliklerde çocuk istismarı dediğimizde iki kişi aynı anda hazır olmadan çocuk sahibi olmak ve evlilikle ilgili tüm sorunları o çocuk üzerinden karşı tarafa yansıtmak çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür.
    Özellikle çocuğun yanında ‘çocuğunla ilgilenmiyorsun’, ‘ben bu çocuğu annemin evinden getirmedim’, ‘artık dayanamıyorum, çekip gideceğim bu evden’, şeklinde sözler çocuk için çok yaralayıcıdır.
    Aynı şekilde diğer eşi hedef gösteren ve çocuğa hitaben söylenen; ‘ o annene söyle, biraz ev kadınlığı öğrensin’, ‘baban baba olsaydı seninle ilgilenir, alıp dolaştırırdı’, ‘sen olmasan ben bu adama / kadına bir dakika bile tahammül edemem’, ‘kimbilir gene kimlerle beraber, bu saat oldu hala ortalarda yok’ şeklindeki diğer eşi suçlayan cümleler, uğruna her şeyi feda edeceğiniz çocuğunuza bilmeden verdiğiniz zararlardan.

    İki yetişkinin kendi aralarındaki sorunlarını konuşarak çözmek yerine çocuk üzerinden birbirine yönelik saldırı başlatmak ve sürdürmek hem evlilik için hem de çocuk için hakikaten çok büyük hasarlara yol açıyor. Sorunlarla konuşarak başa çıkamıyorsanız hem birbirinize hem de çocuklarınıza daha fazla zarar vermeden evliliği bitirmek ve tarafların eş olarak sorumluluklarını sonlandırıp, ebeveyn olarak bir ilişkiyi yürütmelerini sağlamak en doğrusu.

    Ancak bazen aslı sorun evlilik bittikten sonra da devam ediyor hatta daha da şiddetleniyor. Bu defa eşler ayrılmış olmalarına rağmen birbirlerine olan öfkelerini çocukları üzerinden devam ettiriyorlar ve bu süreçte çocuklarına tahmin edemeyecekleri kadar büyük zarar veriyorlar. Öncelikle her iki eş de sahip oldukları her gücü ve ilişkiyi kullanarak birbirlerini çocukların göstermemek ya da velayetini almak şeklinde tehdit ediyorlar. Son derece medenice eski eşler arasında konuşarak halledilecek olay mahkemelere çok çekişmeli ve tartışmalı bir biçimde yansıyor ve ne yazık ki çocuk bunların neredeyse tamamına tanık oluyor. Olmasa da anne ya da baba diğerinin canını daha çok yakmak adına çocuğuna gerekli gereksiz her ayrıntıyı anlatıyor. Çocuk annesine gittiğinde babası hakkında, babasına gittiğinde annesi hakkında olumsuz sözler duyarak tıpkı bir tenis topu iki sözde yetişkinin(!) arasında oradan oraya savruluyor. Oysa ayrılıklar nasıl gerçekleşmiş olursa olsun tek kelimeyle Travmadır ve zararları olabilecek en az hasarla atlatılmaya çalışılmalıdır. Yani eşler isteyerek ve anlaşmalı da ayrılsa, çatışmalı bir ayrılma da olsa sonuç olarak acı vericidir ve bir an önce bu süreç atlatılmaya çalışılmalıdır. Bu dönemde bir psikolog desteği çok önemli faydalar sağlar. Bireylerin tek başına atlatmaya çalışması kolay değildir. Özellikle yakın aile üyelerinin olur olmaz olaylara dahil olmaya çalışmaları, hemen her konuda fikir verme çabaları iyi niyetli olsa dahi tarafları çok üzecek sonuçlara kadar gidebilir. Eşler istemedikçe olaya çok dahil olmamaya çalışmak ve özellikle eşler arasında laf getirip götürmek evlilik bitse bile sonrası için çok olumsuz sonuçlara yol açabilir. Eşlerin sadece eş olarak bir ilişkiyi sonlandırdığını ama sonraki hayatlarında belki de daha fazla bir ebeveyn sorumluluğu taşıyacaklarını, bu nedenle de birbirilerinin yüzüne bakacak hatırlarının ve iyi niyetlerinin kalması gerektiğini lütfen unutmayın. İyilik yapmak isterken daha fazla zarar veriyor olabilirsiniz. Ayrılık anlarında eşlerin yakınları olarak biraz daha sakin ve serinkanlı kalabilmek çok önemlidir.
    Özellikle çocuklarla anne babaların ilişkileri yeni bir sürece gireceği için daha dikkatli olunması gerekir. Ne yazık ki eğitim almış olsa da olmasa da çok fazla anne babanın ayrılıkların acısını çocuklarına yükleyip çocuğun diğer ebeveynle olan ilişkisine ciddi anlamda zarar verdiklerini görüyoruz. Kişisel kırgınlıklarını, eşine söyleyemediklerini, içine attıklarını çocuğuna yansıtan anne ya da baba bu davranışıyla ayrıldığı eşini değil, aslında doğrudan doğruya çocuğunu mahvettiğini maalesef fark edemiyor. Oysa bir çocuğun dünyaya gelmesinde biyolojik olarak eşit hak sahibi olduğunuzu unutmayın. İkiniz aynı anda olmadan o çocuk olamazdı.

    Eski eşinize çok kızgın olabilirsiniz, pek çok hayaliniz yarım kalmış olabilir, terk edilmiş, aldatılmış, hakarete uğramış, aşağılanmış olabilirsiniz. Bütün bunların sorumlusu ya da suçlusu yavrunuz değil. Ona annesi ya da babası hakkında söylediğiniz her söz katlanarak size geri dönecek. Nasıl mı?

    Senin annen/ senin baban…… diye başlayıp içinizdeki öfkeyle doldurduğunuz cümleler çocuğunuzun beyninde ‘demek ki ben çok kötü bir kadının / adamın çocuğuyum. Peki benim annem / babam bu kadar kötü bir insanla neden evlendi, neden ben oldum? Benim annem / babam iyi insan olsaydı bu kadar kötü bir insanla beraber olmazdı, o zaman her ikisi de kötü mü? O zaman ben de kötü bir çocuğum. Her şey benim suçum.’ Şeklinde algılanabilir ve bu duygularla büyüyen çocuğunuz ilerleyen yıllarda durumun böyle olmadığını görüp, sizin diğer ebeveyniyle görüşmesin diye söylediğiniz cümleler olduğunu öğrendiğinde asıl uzaklaştığı kişi siz olacaksınız. Üstelik o süre boyunca uzak büyüdüğü diğer ebeveyniyle de sağlıklı ilişki kuramadığı için size karşı inanılmaz büyük öfke duyacaktır. Bu durumu hiçbir gerekçeyle haklı gösteremez, kendinizi affettiremezsiniz.

    Eski eşinize karşı ne hissediyorsanız lütfen gidip yüzüne söyleyin:
    Sana aşığım deyin, seni unutamadım deyin, sana çok öfkeliyim deyin, seni affedemiyorum, seni kıskanıyorum, bana dönmeni istiyorum deyin…
    Ne derseniz deyin ama bunu ona söyleyin, çocuğunuzun yanında ya da çocuğunuza onu kötülemek için söylemeyin. Çünkü bu tip söylemler çocuklar üzerinde çok olumsuz sonuçlar doğurur. Örneğin çocuk kendisini her iki ebeveyninin yanında da güvensiz hisseder, bir yere ait olma duygusu, sevme ve sevildiğini hissetme duygusu ağır hasar alır, her an terk edileceğini, yalnız kalabileceğini düşünür.
    İlerleyen yaşlarda akranlarıyla ya da karşı cinsle olan ilişkilerinde çok ciddi sorunlar yaşar. Uzun süreli sağlıklı ilişkiler kuramaz, başka insanların duygularına karşı kayıtsızlaşabilir, onay görmek, kabul edilmek ihtiyacı ile kendisinden istenen her şeyi yerine getirme, başkalarının yönetimine kolaylıkla girme davranışları ortaya çıkabilir. Karar almakta ve kendi hayatını yönetmekte önemli sıkıntılar yaşayabilir.

    Ebeveynlerinin birbirilerini kötülediği bir ayrılıkta çocuk en az zarar görme duygusuna yönelerek dış dünyaya karşı kayıtsız kalmaya başlayacaktır. Bir anlamda duyarsızlaşma olarak tanımlayacağımız bu davranış aslında bir tür savunma tutumudur. Çocuk kendisini güvende hissetmediği için zarar görme ihtimali gördüğü her ortamda dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara karşı tepkisiz ve duyarsız kalma davranışına yönelebilir. Empati duygusu yeteri kadar gelişmeyebilir, başka insanların acılarına duyarsız kalabilir. Anlayış ve algılama duyguları hasar görebilir.
    Çocukluğunda tutarlı ve sağlıklı sevgi ve ilgi görmeyen, annesi ve babası tarafından onaylanmayan çocuklar yaşadıkları güvensizlikleri ve içine düştükleri boşlukları başka şekilde doldurmaya çalışırken, madde kullanımından farklı grup ve örgütlere katılmaya kadar giden çok uç davranış bozuklukları gösterebilirler. Özellikle kendini değersiz hissetme ve bir yere ait olma duygusundaki hasarlar bireyin şimdiye ait zaman ve gerçeklik algısını bozarak başka bir yolla bu duyguyu temin etme ihtiyacına yöneltebilir.

    Sevgili anne babalar, bir evlilik bitebilir. Elbette ki bu üzücü sonuçlara yol açacaktır. Ancak bu sonuçları gelecek yıllara yansıtıp yansıtmamak sizin elinizde. Özellikle yaşadığınız hayal kırıklıkları ve öfkeyi eşinize yansıtmak isterken asıl zarar görenin çocuklarınız olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Zira ileride geri alamayacağınız tek şey geçen zamandır ve çocuğunuza çocukluğunda yaşattığınız sevgi ve ilgi eksikliğini bir daha tamir etme şansınız olmayabileceğini de lütfen unutmayın. Zor zamanlarda psikolojik destek almak sizin güçsüz ve çaresiz olduğunuzu değil, aksine güçlü olduğunuzu ve sorunlarla mücadele ettiğinizi gösterir. Destek almaktan çekinmeyin.

    Psk. Serap DUYGULU

  • Yeni anne baba olmak

    Yeni anne baba olmak

    Yeni evli çiftler hemen bebek yapma düşüncesinde olmamalarına rağmen yakın çevre baskısı, kazalar! erken hamilelikleri getirmektedir.

    Hamilelik dokuz aylık oldukça zor bir süreç olmakla birlikte kadını psikolojik açıdan en güçlü gördüğümüz zaman dilimidir de aslında. Kadın için karnındaki bebeği her şeyidir, hormonlardaki değişiklikler kadını her türlü travmaya karşı korur.

    Doğumla birlikte yeni evlilerin tüm yaşamı değişir. Kadına düşen yük çok ağırdır. Anne, şaşkın, yorgun ve farklı hisler içindedir. Bu bebeğe nasıl bakacaktır, acaba sütü yetecek midir, ölmeden bu bebeği büyütecek, hastalıklardan koruyup, sağlıklı olgunlaşmasını sağlayacak mıdır?

    Bu durumda eşinden haklı beklentiler içindedir, onun da bu sürece katılmasını, ona yardım etmesini, anlayışlı, koruyucu ve kollayıcı davranmasını beklemektedir.

    Evin içi komşu akınındadır, kayınvalideler, anneler hepsi bir ağızdan kendi tecrübelerini aktarmakta, akıl öğretmekte, yeni anneyi belki bilmeden, istemeden yaralamaktadır. Evde ısı yükselir, bebek üşütülmemeli, annenin sütü arttırılmalı, varsa yardımcılar eğitilmelidir. Kesif bir süt, sabun ve anne kokusu eve hakimdir,genç baba bu duruma uyum sağlamaya çalışır, baba içinde zor bir dönem başlar, yapısı gereği sıkılabilir, evden kaçmanın yollarını arayabilir. Çalışmak, çalışmak, çalışmak, kocanın bu dönem arttırdığı tempo göz kamaştırıcıdır!

    Yeni anne eşinin kendisinden uzaklaştığını hisseder, kendisini ya da eşini yargılamaya başlar. Genç anne kilosuna, değişmiş beden ölçülerine üzülür, bir yandan bebeği için yemesi, içmesi gerekmekte diğer yandan da bir an önce eski görüntüsüne dönmeye çalışmaktadır. Bu dönem karı – koca arasında sıklıkla kıskançlıklara, şüphelenmelere neden olur.

    Kadın kayınvalidesi ya da annesi ile 24 saat sıcak bir evde terler dökerek bebeğini büyütmeye çalışmaktadır, 3 saatte bir uyanan bebek bazen dinmek bilmeyen ağlama nöbetleri ile annesini de ağlatmakta ve anne akşam saatlerinde gelen kocasından anlayış beklemektedir.

    Anne bu bebeği eşi içinde doğurmuştur, eşinin gözlerinde bunu hissetmek ister, bu bebek için 15-20 kg almış, bedenini zorlamış, çalışma hayatını durdurmuş, kariyerini ertelemiş, kendisini eve hapsetmiş, tamamen bebeğine endekslediği güncel hayatı ile kendisine boş vermiştir.

    Koca eve gelir, evde belki kayınvalidesinin ya da annesinin mevcudiyeti onu rahatsız edecektir, evde olup bitenlerin kendisine anlatılması hiç de çekici değildir, bir an önce sabah olmasını, işine gitmeyi ister. Bu aslında bebeği sevmediği ya da baba olmaktan rahatsız olduğu için değil, olup bitene uyum sağlamakta çektiği güçlük, anlayamadığı duygular sebebiyledir. Eşi ile arası hiç iyi değildir, üstelik cinsel yaşantıları da ciddi bir engelle karşı karşıyadır. Kocasını seven, ondan ilgisini esirgemeyen kadın tüm enerjisini yeni doğan bebeğine yönlendirmiştir.

    Günler akar gider, yeni kurulan ailenin iç dinamikleri birçok etkenle sarsılmaktadır, rutin yaşamları değişmiştir, sinema – televizyon, yemek keyifleri ertelenir.

    Kadın artık eşi tarafından beğenilmediğini düşünüp, bebeğine bağlanır, anne – babanın arası açıldıkça açılır, hatta baba başka odalarda uyuya kalır, anne 4-5 günde bir değiştirdiği gecelik ile kocasının sinirine gitmekte, koca da sıktığı sabah parfümleri ile yeni anneyi küplere bindirmektedir.

    Bu dönem maalesef boşanmaları da beraberinde getirmekte, oysa kadın bu bebeği ailenin mutluluğu adına dokuz ay acı çekerek eşine hediye etmiştir, hissettiklerinin kocası tarafından algılanamadığını düşündükçe üzülmekte, boşanmayı bile aklına getirmektedir.

    Kadının en hassas olduğu bu dönem doğum sonu depresyonları ya da akıl hastalıklarını da beraberinde getirebilir.

    Koca, karısına yabancılaşabilir, onu anne ya da bebeğinin sahibi bir kadın olarak görerek ilgisini değiştirebilir. Kaynanalar ya da kayınpederler mevcut düzeni gerip, aile içinde çatışmaların oluşmasına neden olabilir.

    Oysa o bebek, 2-3 yıl sonra tüm ailenin hayata bakışını, evliliğin değerinin değiştirip inanılmaz güzel şeyler katacaktır. Bebek ile geçen ilk 4 yıl evliliğin en çetin dönemidir. Karı – koca bu sürecin zorluğunu önceden bilmeli ve evliliğe zarar vermeden atlatmak için planlarını yapmalıdır.

    Bebeğin ilk 4 yıl zaman kavramı yoktur, anne yada baba bebeği ile 24 saat geçirmek zorunda da değildir. Amaç birlikte geçirilecek sürenin “kalitesindedir”. Anne – baba oflayarak zaman geçirdiğinde olan evliliğe olacak, tükenmişlik içindeki karı – koca birbirini suçlayacak, ev içi gerilimi artıracaktır. Bebeğin bir an önce büyümesini hedeflemek yerine o sürecin keyfine varmak asıl hedef olmalıdır.

    Prof. Dr. Özkan PEKTAŞ

  • Aşkı canlı tutmanın 20 yolu

    Aşkı canlı tutmanın 20 yolu

    Bilindiği gibi evlilikler bir ömrü birlikte geçirmek acı tatlı anları beraber yaşamak ve zorluklara birlikte göğüs germek amacıyla yapılır. Elbette ki ön koşulu sevgidir, aşktır. Evliliklerde;

    Sevgi,

    Saygı,

    Sadakat,

    Samimiyet

    Sorumluluktan oluşan 5 S kuralı olduğunu da ayrıca vurgulamak isterim. Bu 5 S kuralına ben, çok dile getirilmeyen, konuşulmaktan ısrarla kaçınılan ama evliliklerde çok önemli bir yeri olan bir başka S kuralını eklemek isterim ki o da Seks’tir.

    Yıllardır üzerine binlerce kitap yazılan, tartılıp konuşulan, sorunlarıyla, çözümleriyle, getirdikleriyle götürdükleriyle hepimizi üzerinde düşünmeye zorlayan evlilik kurumunu ayakta tutmak da ciddi emek isteyen bir süreç. Bu süreçte bazı sorunlarla karşılaşmak zaman zaman çatışmalar yaşamak da son derece doğal. Önemli olan sorunlar ortaya çıktığında takınılan tutumların ne olduğudur. Eşler sorunların çözümüne mi yöneliyor, yoksa sorunlar çatışmalara mı dönüşüyor? İşler içinden çıkılmaz hale gelmeden önce bazı ipuçlarını bilmek ve akılda tutmak yararlı olacaktır.

    Evliliklerde tartışma olması son derece doğaldır ama bütün tartışmalar yatak odasının dışında kalmalıdır. Asla özel alanlara taşınmamalıdır.

    İki kişinin ilişkisi yine iki kişiyi ilgilendirir. Sorunlarınızı başkalarıyla paylaşmak, o insanlara ilişkinizde söz sahibi olma hakkı tanır. Bu da bir evlilik için en tehlikeli durumdur.

    Aşkı canlı tutmanın 20 yolu
    Aşkı canlı tutmanın 20 yolu

    Yaşanan sorunlar olsa bile, evlilikte en önemli şey iletişimdir. Aradaki iletişim asla kopmamalıdır.

    Evlilik, iki kişinin bir kişi gibi yaşaması değildir. İki kişinin bir arada yaşayabilme becerisidir. Birbirinizin kişisel özelliklerini yok etmeye ya da ezmeye çalışmayın.
    Siz o özellikleri tanıyarak, severek birbirinizle evlendiniz.

    Birbirinizin kariyer planlarını ve çabalarını engellemeyin, eşinizin işinde yükselme hedefini destekleyin.

    Farklı ailelerden gelen, farklı beğenileri olan iki kişi olduğunuzu unutmadan birbirinizin zevkleriyle, ilgi alanlarıyla alay etmeyin ve eleştirmeyin.

    Hayat her zaman iyi sürprizler sunmaz insana. Zaman zaman aksilikler olduğunda, ters giden işlerin acısını eşinizden çıkarmayın. Aksine asıl böyle zamanlarda birbirinize ihtiyacınız olduğunu unutmayın.

    Üzüldüğünüzde, kızdığınızda bunu eşinizle paylaşın. İçinizde biriktirmek ve konuşmamak, ya da geçiştirmek tehlikelidir. Zaman içinde büyük sorunlara dönüşebilir. Anlatın, dertleşin, birbirinizle iletişim içinde olun.

    İkinizin de aynı anda öfke duyduğu, kızgın olduğun anlarda mümkün olduğu kadar konuşmaktan kaçının, tartışmaya girmeyin. Durumu sakinleştikten sonra konuşmak üzere erteleyin.

    Ortak yaşam içinde alınan kararlar sadece ikinize ait olmalıdır. Ailelerin ya da arkadaşların karışmasına izin vermek çatışmalara yol açabilir.
    Bağımsız bir aile olmanız gerektiğini unutmayın.

    Fiziksel olarak her birimiz güzel göründüğümüzü ve bizi güzel bulanların varlığını bilmek isteriz. Birbirinize iltifat etmekten, fiziksel olarak güzel yönlerinizi övmekten kaçınmayın.

    Evlilikte monotonluğu durdurmanın yollarını bulun. Birbirinize anlatacak bir şeyiniz kalmamışsa acil olarak duruma müdahale etmeniz gerekiyor demektir. Birçok evliliği bitiren şey, bu konuşacak şeylerin tükenmiş olmasıdır.

    Özellikle çocuklar olduktan sonra, evlilikte eşlerin birbirlerine ayıracak vakitleri kalmaz. Aslında belki de en önemli nokta budur. Her ne olursa olsun mutlaka birbirinize ayıracak zamanınız olsun ve birlikte baş başa zamanlar geçirmeye özen gösterin.

    Birbirinizi şaşırtacak sürprizler yapın. Örneğin genellikle erkekten beklenen, hediye almak ya da bir yemek için yer ayırtmak gibi şeyleri kadının yapması son derece ilginçtir. Aynı şekilde bir kadının yapması beklenen çocukların okul, öğretmen görüşmelerine erkeğin gitmesi çok hoş bir sürpriz olur.

    Kabul etmek gerekir ki cinsellik evliliğin temel taşıdır. Cinsel sorunlar yaşıyorsanız bu sorunu çözüme kavuşturmak için kesinlikle geç kalmayın ve seks hayatınızla ilgili soru ya da sorunlarınızla ilgili olarak mutlaka bir uzmandan yardım alın. Cinsel sorunlarınızı başkalarına anlatmayın.

    Seksi asla bir ceza olarak kullanmayın. Yatak odasına küs gitmeyin ve cinselliği birbirinize koz olarak kullanmaya kalkışmayın.

    Evlilik tek taraflı kararlar alıp, uygulayabileceğiniz bir beraberlik değildir. Önemli kararları mutlaka birlikte almalısınız. Çocuk sahibi olmak da böyle bir karardır ve eşinizin istemediği bir anda tek başınıza böyle bir karar alıp uygulamak hem çocuğun hem de evlilik hayatınızın mahvolmasına yol açabilir.

    Zaman zaman ülkenin ekonomik gidişatıyla doğru orantılı olarak bazı mali sıkıntılar yaşayabilirsiniz. Bu durumda eşinizi suçlamak, yargılamak olabilecek en olumsuz durumdur. Karşınızdaki insana kendisini yetersiz hissettirecek davranışlar size de evliliğinize de olumlu etkiler yapmayacaktır. Bu dönemleri atlatılacak süreçler olarak görmelisiniz.

    Genellikle evliliğin ilk yılları, birbirini tanıma ve birlikte yaşamaya alışma dönemidir. Bu dönemlerde birbirinize güç gösterisine girmeyin, duruma göre davranın ve inatlaşmayın.

    Geçmişte yaşanmış kırgınlıklar, üzüntüler, tartışmalar varsa bırakın geçmişte kalsınlar. O tatsız anları ve olayları bugüne taşımayın, gündemde tutmayın. Birbirinizi bütün kişilik özellikleriyle beraber bir bütün olarak sevdiğinizi unutmayın. O nedenle de en küçük bir anlaşmazlıkta ya da tartışmada birbirinizi başkalarıyla kıyaslamayın. Başkalarını eşinize karşı yüceltmeyin.

     

    Psk. Serap DUYGULU

  • İlişkinizin ömrü ne kadar?

    İlişkinizin ömrü ne kadar?

    Bir aşkın bitişi için bazen tek cümle yeterli olur: “Uzun zamandır ilişkimizin içindeki önceliklerimizin farklı olduğunun ayırdına vardık.” Mükemmelmiş gibi görünen ilişkiler nasıl olur da böyle ansızın bir ayrılık kararıyla bitiverirler? Oysa ki mutlu olmak için her şey vardır çoğu zaman.

    GİTMEK YA DA KALMAK?
    Her insan kendisine ilişkisi sırasında “Devam etmeli miyim” diye sormuştur. Cevap altın tepside önünüze sunulmaz. İlişkinin son demlerini mi yaşadığı yoksa biraz ilgi ve çaba ile tekrar yoluna girip giremeyeceğini belirten bir derece yok çünkü her ilişki bambaşka koşullar ve kişilerle yaşanıyor. Bazı durumlarda ilişkilerde yaşanan küçük krizler sorunun kaynağını bulup düzeltmek adına faydalı olabilir fakat endişeler bazen çok erken ortaya çıkabiliyor. Sevdiğiniz insan daha öncekilerden farklı ve önemli ama doğru kişi o mu? Dışarıda bir yerlerde daha doğru birisi yok mu? Onu işkolik bir insan olarak kabullenip bu gerçekle yaşamak istiyor musunuz? Eğer doğru adam o ise bu kadar sık kavga etmeniz normal mi? Bu işin buraya kadar olduğunu kabul edip kendi yolunuza mı gitmelisiniz? Zamanımızın gözde prensibi “işlemiyorsa at, yenisini al, değiştirmeye çalışma” burada da hayatımıza giriyor. Maalesef ki sürekli bu prensibi uygulayan bir insan, ilişkisinin biraz daha çabayla mükemmel olup olamayacağını bilemez.

    TEHLİKEDEKİ İLİŞKİLER
    Uzmanlar gerilimli ilişkileri yani sık sık ayrılık yaşayan çiftleri üç değişik tipte nitelendiriyor. Bunlardan birincisi “fırtınalı ilişki”: Tutku temeline kurulmuş ama duygusal anlamda paylaşımların yoğun olmadığı ilişki çeşididir. Uyum ve yakınlığı engelleyen psikolojik bir durumdur. İki taraf da birbirlerinde şehvet bulabildiklerini fakat güven ve aidiyet duygusu bulmadıklarını kabul etmek istemezler. Sık sık yaşadıkları tartışmaları erotik bir atmosfer oluşturmak için araç olarak da kullanırlar. Yoğun cinsel ilişki öfke tetikleyici bir duygudur. Cinsel ilişki ise bu çiftin birbirlerine yakın olabildikleri yegane boyuttur. Genelde öfkeyi oluşturan durum çoğunlukla çözümlenmeden öylece bırakılır.Kırmızı alarmın çaldığı diğer bir ilişki çeşidi de “umursamaz ilişkiler”dir. Bu durumda karşılıklı tutku ve istekten eser kalmamıştır. İlişki rahat vakit geçirmek ve yabancılaşmaktan kurtulmak için bir yol olarak görülür. Öfke faktörü fırtınalı ilişkilerdeki gibi bu tür ilişkilerde de önemli rol oynar. Temel fark tartışmak ya da kavga etmekteki isteksizlikten kaynaklanır. Üçüncü seçenekte ise “tek taraflı ilişkiler” bulunuyor. Bunların sorunu bir eşin diğerine göre çok daha fazla enerji ve çaba sarf etmesidir. Bir tanesi gelecek için planlar yaparken diğeri bunlara katılmak yerine dalga geçmekle meşguldür. Bir tarafın aidiyet ve tutkuyu yoğun olarak hissettiği bu tür sorunlu ilişkilerde diğer tarafın bu hislerle alakası yoktur. Bu çeşit gerilimli bir ilişkinin içinde olan insanların kendilerine “Değişme şansımız var mı yoksa yanlış olan ben miyim” sorusunu sormaları gerekir.

    İLİŞKİ TARAMASI
    İlişkinizin ne durumda olduğunu anlayabilmeniz için beş soru geliştirdik. Cevaplara göre umut olup olmadığına karar verebilirsiniz. Her adımda önemli olan ilişkinizin farklı boyutlarını, birlikte paylaşılmış değişik tecrübeleri düşünerek, bunların ışığında sağlıklı bir karara varmanızdır.

    Beklentilerinizi, iyi bir ilişki nasıl olmalı konusundaki fikirlerinizi bir kenara bırakmayı deneyin. Bundan sonra kendinizin ve partnerinizin yaşam tarzını gözlemleyerek uyumlu olup olmadığınızı düşünün.

    Yaşadığımız zamanın en büyük fenomenlerinden biri ilk zorluğu gördüğünde havlu atan insanlara dönüşüyor olmamız. Pazar günleri siz yürüyüşe çıkmayı seviyorsunuz, o ise bilgisayarın başından kalkmıyor. Siz sosyal ortamlarda daha fazla bulunmak istiyorsunuz, o ise evde oturmayı seviyor. Bunlar çiftler tarafından ciddi sorunlar olarak algılanmaya başlandı. Bir ilişkide her şeyin baştan sona uyum içinde olması gerektiğini düşünen insanların sayısı gittikçe artıyor. Psikologlara göre bir ilişkinin mutlu ve tatmin edici olabilmesinin yolu, sevgiyi kaderin ellerine bırakmak yerine geliştirebilmek ve değiştirebilmekten geçiyor. Bu düşünce tarzı hayatın hangi noktalarında uyumlu olduğunuzu ortaya çıkarmak için gerekli olan ilk koşul.

    İlişkinizde en mutlu olduğunuz zamanları düşünün. Geriye dönüp baktığınızda o zamanlar her şeyin mükemmel olduğunu söyleyebilir misiniz?Çoğu ilişkide tarafların kendilerini birlikteyken mutluluk, sıcaklık ve bağlılık içinde hissettikleri dönemler vardır. Geriye bakan bazı çiftler ise ilişkilerinin en iyi döneminde bile aslında pek iyi durumda olmadıklarını düşünebilirler. Bu tarz ilişkiler ilk başlarda birlikte olmalarını sağlayan şeyler yüzünden biter. Sadece heyecan verici ve spontan değil, aynı zamanda sorumsuz olduğunu da düşünmeye başlarsınız. İlk başlarda hormonlarınız sizi parmaklarında oynatırken, bu problemin çözülebilecek bir şey olduğunu düşünürsünüz. Fakat zamanla iç sesiniz gerçeği fısıldamaya başlar: “Bu kadarı da fazla, güven hissetmiyorum, içimi daraltıyor…” Bu sesi daha önce bastırmışsınızdır çünkü onun doğru olduğuna her halükarda inanmak istemişsinizdir.

    Birbirinize dokunmaktan hoşlanıyor musunuz? Birbirinizin yakınlığına ihtiyaç duyuyor musunuz?
    Mevzu ne sıklıkta seks yaptığınız değil. Bu her çift için farklı olacak bir sayıdır. Soru, partnerinize dokunmak, sarılmak, okşamak gibi içgüdülerinizin halen olup olmadığı. Dokunuşlar bedensel ilişkinin ve duygusal bağın oluşması için gereken temel taşlardır. İlişkideki büyü birbirine ilgi duyduğunu göstermekten geçer. Bir taraf bu bağ kurma çabalarını yok sayıyor ise, öteki duygusal anlamda bir uzaklaşma yaşar. Bu durum çoğunlukla tatmin edilemeyen cinsel ihtiyaç ya da benzeri çatışmalardan dolayı ortaya çıksa da fiziksel çekimin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Burada dikkat edilmesi gereken söz konusu durumun öfke ya da kırgınlıktan dolayı dokunmama değil de uzun zamandır süregelen bir fiziksel iletişim eksikliği olduğudur.

    Ortak bakış açılarınız, planlarınız var mı?
    Uzun süreli ilişkilerde öyle zamanlar olur ki aşka dair en ufak kıvılcım hissetmediğiniz haftalar olmuştur. Sevgilinizin varlığı bile sizi sinir eder. İlişki terapistlerine göre bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu ortak amaçlar belirlemek. Bu şekilde neden başkasıyla değil de “o” insanla birlikte olduğunuzu hatırlarsınız. Sözü geçen planlar hobi olarak değil, gelecekle ilgili büyük projelerdir. Bir çift için refah seviyelerini yükseltmek bir amaç olabileceği gibi bu, çocuklarla pekişecek bir aile atmosferi yaratmak da olabilir. Ortak hedefler zor zamanlarda ilişkiyi kurtarmaya yarar.

    AYRILMAKTAN KORKUYOR MUSUNUZ?
    İlişkisini bitirmeyi düşünen insanın kafasından neler geçmez ki:
    “Bir daha asla biriyle tanışamazsam, ne olacak?” “Sevgilim ayrılıktan çok kötü etkilenir mi?” “Arkadaş kalmamız bile mümkün olmayabilir mi?” “Ya pişman olursam!”

    Tabii ki ayrılık sonrasında her şeyin planladığınız gibi gideceğine dair bir garanti yok. Önereceğimiz adımlar sayesinde seçiminizi daha gerçekçi şekilde görebileceksiniz.

    GÖRSELLEŞTİRME
    İlişkinize son verdiğinizi hayal edin. Ayrılığın hemen sonrasında ne çeşit dertleriniz olurdu? Hayatınız nasıl olurdu? Hangi insanlar, yerler, olaylar önemlerini kaybeder, hangileri daha önem kazanırdı? İdealinizdeki hayat üç, altı ay ve beş sene sonra nasıl olacak? En kötü ihtimalleri düşünmeye çalışın.

    FİKİR ALIN
    Sizinle aynı şeyleri yaşamış arkadaşlarınızla konuşun. Onların anlayışı ve tecrübeleri sayesinde neler yapmanız gerektiğini netleştirebilirsiniz.

    DİREKT YÖNTEM
    Birçok insan ilişkisindeki problemli durumu çözmek ya da partnerini ilk adımı atmaya yönlendirmek amacıyla, ilişki sırasında kaçamak yapmaya ya da başka bir ilişki yaşamaya başlar. Bu çeşit geçiş ilişkileri acıyı kısa süreli dindirebilir, fakat zamanla herkes için daha acı verici olma ihtimali de vardır. İstenilene direkt yoldan, cesur bir konuşma ya da ilişki terapisi sayesinde ulaşmak daha saygılı bir davranıştır.

     

    Kaynak: cosmopolitanturkiye.com

  • Aldatma hakkında sorular ve cevapları

    Aldatma hakkında sorular ve cevapları

    Aldatma hakkında sorular ve cevapları… Aldatma hakkında sorulmuş ve sorulmamış sorular

    SORU: Kişiyi aldatmaya iten sebepler nelerdir? Aldatma dürtüsünün altında yatan sebep nedir?
    Bu bir çok çeşitlilik göstermektedir. Değinecek olursak ;
    -merak -depresyonla başa çıkma -kızgınlık
    -intikam -meydan okumak -sıkıcı evlilik
    -eşi incitmek -bağlanma başarısızlığı -yeni bir bedeni keşfetme
    -kaçış -yetersizlikle başa çıkmak -sosyal statü kazanma
    -evliliği koruma -nevrotik olma
    -kıskançlık yaratıp ilgi çekmek
    -klasik standartlardan özgürleşme vs.olarak sebep gösterebiliriz.

    SORU: Aldatmak altında yatan sebepler nelerdir?
    Evlilikler de ve ilişkilerde aldatmaya sebebiyet veren durumlar mutlak bulunmaktadır ki, aldatmak bunun gün yüzüne çıkmış halidir. Birazdan bahsedeceğim başlıklar aldatma için sinyal niteliğindedir.

    -Genel evlilik ilişkilerinin kalitesi
    -Çiftlerin cinsel ilişkisinini kalitesi ve miktarı
    -Herhangi bir cinsel işlev bozukluğunun varlığı
    -İki eşinde duygusal ve akıl sağlığı , bedensel sağlığı; genel olarak aldatmaya iten sebepler olarak gösterilebilir.

    aldatma

    SORU: Kadınlar mı daha çok partnerini aldatıyor yoksa erkekler mi? Ve bu dürtünün altında gösterilen sebeplerde bir farklılık var mı?
    Tabii ki toplumsal cinsiyet rollerinin büyük etkisi vardır.Toplumun erkeğin aldatmasını anlaşılır görmesi nedeniyle kadınların eşlerinin aldatmalarını daha rahat kabulleniyor olmasının erkeğe verdiği rahatlık,erkeklerin aldatmaya sebep gösteriliyor.Hal böyle olunca erkeklerde aldatma bayanlara oranlara daha fazla olmakta.Daha yakın tarihte sadakatsizlik üzerine yapılan bir araştırmada erkeklerin aldatma oranı %60,kadınlarınsa %40 olarak göze çarpmaktadır (Block 2008), kadının çalışma hayatına girmesiyle bu oranın daha birbirine yaklaştığı düşünülmektedir.

    Bayan ilerleyen evliliklerinde yoksun bırakılan duygusal boşluğunu heyecan arayışı,romantizm için,erkeklerde daha çok anlık tatmin duygusu cinsellik için aldattığı görülüyor.

    SORU: İnsan, ilişkisinde %100 doyuma ulaşmışsa; aşk varsa, saygı sevgi, ruhen, bedenen,fiziksel, cinsel olarak da bir uyum varsa yine neden aldatıyor ?Biz çift ve evlilik terapilerinde , çiftlere bireysel,etkileşimsel,nesillerarası sistemik yapıyla yaklaşırız. Bu durumda bireysel sistemik çift terapisiyle eşgüdümlü bireysel psikoterapi devreye girmeli,ancak bu şekilde sonuç alınacak bir durumdur.

    % 100 doyum varsa bireysel durumundan dolayı aldatabilir. Tabiki psikiyatrik sorunlar ; Madde,alkol ve sex bozuklukları ,Depresyon ,anksiyete ,Bipolar bozukluk ve kişilik bozuklukları vs. gibi durumlar, her şey yolunda giderse gitsin ilişki de aldatmaya sebebiyet verebilir durumlardır.

    Başka bir neden de cinsel yönelimdir. Eşlerden biri cinsel yönelimi ile ilgili çelişkiler yaşıyor, normal görünmek için sex yapıyor olabilir. Bir süre sonra yönelimi ortaya çıkabilir ve farklı şekillerde aldatma olabilir.

    Kronik hastalığa yakalanmış olabilir,tekrar genç ve sağlıklı hissetmek için yapabilir.

    SORU: Aldatılma sonrası ve partnerin bunu öğrenmesinden sonra başlayan o zor süreç nasıl geçiyor?
    Aldatan erkek olduğunda boşanma oranı %10
    Aldatan kadın olduğunda boşanma oranı %17
    Aldatan erkek olduğunda çiftlerin ayrılma oranı %45
    Aldatan kadın olduğunda çiftlerin ayrılma oranı %31
    gibi bir istatistik aldatmanın sıklığı, ne kadar süre kimle olduğu,nerde olduğu bunlar önemli bir faktördür. Biz son olarak ilişkilerine şans vermelerini tavsiye ederiz.Bunun içinde bireye varsa uzun süredir devam eden evlilik dışı ilişkiye 6 ay ara vermesini gerçekleşmediği taktirde sağlıklı boşanmanın alternatiflerini sunarız.

    Aldatılan eşin,aldatma olayında üzerindeki etkisinin farkında olmak ve gerekli duyarlılığı göstermek çok önemlidir. Aynı zamanda yaşanan olayı ilişkinin altında yatan çok daha önemli bir sorunun semptomu olduğu ve bu sorunun ele alınması gerektiğini vurgularız. Aldatılan eş bu durumu anladığı zaman ilerlemesi ve semptoma takılıp kalmaması daha kolay olur.

    Aldatmadan sonraki süreç
    1-Duygusal bir tahteravalli ile başlıyor. (Travma sonrası Stres Bozukluğu vs. )
    2-Moratoryum evresi : Daha az duygusal tepkiler ,kabullenme , anlamaya çalışma
    3-Yeniden güven inşa etme çabaları

    SORU: Peki aldatılan kişiyi, aldatılmak nasıl etkiliyor?
    Aldatmanın duygusal etkileri yıkıcı ve dayanılmaz olabilir. Gözlemlerimize göre benlik saygısı ve özgüvende hasarlar,terk edilmişlik hissi,güvenin kötüye kullanılması,dışlanmışlık ve reddedilmişlik duygusu,hırs ve eşini terk etme konusunda gerekçeleme bilinci gözleniyor.’’Ben terk edilecek biriyim.’’

    İlk reaksiyonlar Evli Erkek Aldattığında kadında 1-Şok 2-Öfke
    Evli Kadın Aldattığında erkekte 1-Öfke 2-Şok , %7-8 de inkarda bulunur.

    SORU: Erkeklerin eşlerini aldatmalarının altında yatan sebeplerden birinin de stres olduğuna ilişkin bir araştırma sonucu var İngiltere’de. Bununla ilgili düşünceler ?
    Evlilik dışı olarak, bu ilişkiler kişinin günlük hayattaki sorunlardan kaçmasını , gerginlikten uzaklaşmasını sağlar. Yine gerçekten kaçış şeklinde, eşin evlilikteki gerginlikten uzaklaşmasına fırsat verir.
    Çünkü evde ;
    – Çocuklar
    – Maddi sorunlar
    – Duygusal sorunlar konuşulacaktır.

    aldatma_sebepleri

    SORU: Kişiler aldatıldığını öğrendiklerinde affedici olabilir mi? Yani, itiraf kalp kırıklığını hafifletir mi?
    Kalp kırıklığını hafifleten eşin bundan sonra ne yaptığıdır. Sorumluluk alıp dürüst davranıyor mu ?
    Yine eşlerine söylemek konusunda da farklılık gösteriyor.Genelde kadınlar aldatmadan dolayı çok suçluluk duydukları ve eşlerine onlar sorduğu için,bilmeyi istedikleri için söylüyorlar. İlişkiyi bitirmek yada dürüst olmak için haberdar etmektedirler. Erkekler ise var olan ilişkilerini/eşlerini kaybetmemek ve eşlerinin bunu bilmesine gerek olmadığı inancıyla söylememe eğiliminde oldukları görülüyor.

    SORU: Ve bir de şu algı türk toplumunda maalesef “erkektir, elinin kiridir yapar ama sonra yine evine döner” böyle bir algı var. Kadınlar bu düşünceyi kabullenebiliyorlar mı? Erkekler aldatma sebeplerine bunu gösteriyor mu?
    Aldatılan kişilerin çoğunluğu,eşlerinin davranışlarına karşı çıktıklarını bilinçli bir şekilde iddia etselerde farkında olmadan onlarla danışıklı dövüş içindeler.

    Eşlerin sadece %10’unun samimi ve aktif olarak eşlerinin ilişkisine karşı çıktıklarına inanmaktadır.Bir çok eş durumla yüzleştikten sonra ortaya çıkabilecek duygusal , evlilikle ilgili,ailesel ve ekonomik sonuçlardan ötürü böyle bir durumun varlığını (aldatmayı) reddetmeyi tercih eder.’’Bilen fakat bilmeyeni seçen’’ gibi ilginç bir problem ortaya koyar.
    Aldatan eşe, eşi tarafından örtülü bir onay verilirse,bu gerçekten aldatmanın meydana geldiğini geçersiz kılar mı?

    SORU: Aldatmaya rağmen süren evlilikler ,yaralar gerçekten sarılmış oluyor mu zaman içinde?
    Aldatma ilişkideki güven duygusunu son derece zedeler.Aldatılan kişi sadece bu ilişki yönünden değil,buna eşlik eden kandırmacalar ve yalanlardan dolayı da incinir. Güveni yeniden inşa etmek kolay değildir.Aldatan eşin basit bir özrü ve tekrar güvenilir biri olacağını söylemesi yeterli değildir.Güven iletişim ve deneyimler yoluyla yavaş yavaş oluşur.

    Aldatan eşler bu ilişkiyi yaşayarak sebep oldukları durumlar için sorumluluk almalıdır.Onların hareketleri güveni yıktı ve eşlerinde sürekli tetikte olma durumu,şüphe duygusu yarattı.

    Bu şüpheleri yatıştırmak ve sorumluluk göstermek için,aldatan eş geliş gidişlerini açıklamada titiz davranmalıdır.Seyahata çıktığında evi aramalı,kendilerine ulaşabilecekleri bir telefon numarası bırakmalıdır.

    Mutlak dürüstlük çok önemlidir.Eş,diğer partnerle olan en ufak iletişimden haberdar edilmelidir.Genelde evlilik dışı partner telefon eder,mektup yollar,sokaktaki masum bir karşılaşmayı bile anlatmalıdır. Bazen aldatan eş sözünü tutmayacak ve eski partnerini arayacaktır. Bu durumlar çift seansında açığa vurulmalıdır.
    Güven ve sadakat duygusu tazelemek ne olursa olsun yalnızca dürüstlük yoluyla başarılabilir..

    SORU: Bir kez aldatıldıktan sonra başka ilişkilerde de baş gösteren aldatılma kaygısı… Sürekli aldatılacağından endişe duyma hali ile ilgili düşünceler?
    Bazen aldatılan eş Obsesif Kompülsif Kişilik Bozukluğuna veya Obsesif Kompülsif Kişilik özelliğine sahip olabilir. Aldatılma onlar için saplantı (obsesyon) olacaktır. Eğer duygular hala mantığı aşan düzeydeyse ilaçlı tedaviye başlanması gerekir.
    Bu endişe hali depresyon ve anksiyete de içerebilir.Bazı duumlarda ,bu beklentilerin aldatılma olayının öncesinde de bulunduğu ve tedavi edilmediği görülür. Bu durumlarda mutlak psikiyatr yönlendirmesi sağlıklı olur.

    Yine aldatılan eş yatışmayan duygularda yaşayabilir. Bunların kaynağı da daha derinlere veya başka şeylere dayanır.
    Örneğin : Daha önceki bütün ilişkileri, eşlerinin onu aldatmasıyla son bulmuştur.Elbette aynı şeyleri tekrar yaşabileceğini düşünür. Biz bunu kendini gerçekleştiren kehanet diyoruz.

    SORU: Aldatma için sadece fiziksel midir ?
    Tabii ki aldatmayı sadece fiziksel olarak adlandırmak yanlış olur. Genel olarak aldatmayı 3’e ayırırız.
    -Duygusal olarak aldatmalar ; işiyle,telefonuyla,sporla vs. yani eşi ile ilgilenmesi,vakit geçirmesi gerekirken genellikle yoğunluğu başka kişi veya nesnelere yöneltmesi
    -Fiziksel olarak aldatmalar ; evlilik veya ilişkidışı cinsel birleşme şeklinde oluşan aldatmalar.
    -Hem duygusal hem cinsel olarak aldatmalar, ki en üzerinde durulması gereken aldatma şekli budur.

    SORU: Aldatmanın insanlık tarihi kadar eski olduğu söyleniyor. Teknolojinin gelişmesi ile aldatma arasında paralel bir ivme var mı?
    Yurtdışında ABD’de yapılan bir araştırmada 3 boşanmadan 2’sinin internet kaynaklı olduğu söyleniyor.
    İnternet ortamı,sosyal medya insanların birtakım boşlukları doldurduğu mecralar.

    Eşlerin çok masumane bir şekilde amaçları olsa bile ,dikkatlerinin kayması çok olası. Sağlıklı bir ilişkisi olan çiftlerin ,risk faktörlerinden kaçınmaları için facebook şifrelerini birbirlerine vermelerini veya ortak hesap açmalarını tavsiye ediyoruz. Bunu her çift için tavsiye değil tabii ki, farklı şekillerde yorumlanması olası bir tavsiyedir,örneğin aşk içinde olan çiftler bunu dikkate alabilirler.

    SORU: Erkeğin aldatmasında ve bunu meşrulaştırmasında Türkiye’deki geleneksel aile modelinin rolü nedir? Kadının aldatılmasına rağmen ilişkiyi bitirememesinde kendi ekonomik özgürlüğünü sağlayamaması sebep olarak yer alıyor mu?

    Toplumsal cinsiyet rollerinin büyük etkisi vardır. Toplumun erkeğin aldatmasını anlaşılır görmesi nedeniyle kadınların eşlerinin aldatmalarını daha rahat kabulleniyor olmasının erkeğe verdiği rahatlık,erkeklerin için aldatmaya sebep gösteriliyor.

    Kadın ; daha çok çatışmayı kavuşturmada,erkeğe göre daha fazla çözüme kavuşturmalı,evdeki ortamı uyum içerisinde olmasını sağlama,evi dişi kuş yaparı oynamaya çalışması mutsuz ilişkilere neden oluyor. Bu da tek kişinin işine geliyor,diğeri için külfet oluyor.

    Tabii ki ekonomik özgürlüğü almamış olmakta kadın için aldatmayı görmezden gelmeye neden olabiliyor.Bir çok eş aldatmayla yüzleştikten sonra ortaya çıkabilecek duygusal , evlilikle ilgili,ailesel ve ekonomik sonuçlardan ötürü böyle bir durumun varlığını (aldatmayı) reddetmeyi tercih eder.

    SORU: Duygusal boşlukta olmak aldatmaya iten bir sebep mi?
    Kesinlikle. Kadınların aldatmalarının en büyük sebebi duygusal ihtiyaçlarının eşleri tarafından yeteri kadar tatmin edilmemesi sebebiyle aldatmaktadır. Romantizm ihtiyaçlarını karşılama isteği,heyecan arayışı gibi sebeplerde gösterilebilir.

    SORU: Eşini partnerini aldattıktan sonra hiçbir şey hissetmeden aynı rutin hayata devam edenler olduğu gibi bir de aldatma sonrası kendi kendine vicdan azabı çekenler de var. Bu iç sıkıntısının sebebi nedir? Neyin eksikliğinin sonucu olabilir?
    Aldatma aslında her iki eş içinde travmatik bir olaydır.Her ikisi de acı veren duygular yaşar,ilişkiyi kaybetme korkusu duyar ve daha önce keyif aldıkları ve normal karşıladıkları güven ve kesinlik duygusunu büyük ölçüde kaybederler. Gizli bir kayıpta her birerinin evliliğin başlarında sahip olduğu hayal ve izlenimlerin kaybıdır. Herkes bir ilişkiye başladığında,eşinin neredeyse mükemmel biri olduğunu ve hayal gibi evlilikleri olacağını düşünür. Aldatma çirkin bir gerçeklikle bu fanteziyi paramparça eder.

    SORU: Evlilikte eşlerin bir zaman sonra, özellikle kadın anne olduktan sonra eşin karısına eskisi gibi cinsel bir istek duymaması sonucu eşini aldatmaya yöneldikleriyle ilgili benzer vakalar var. Bu aşamada çiftlerin birlikte terapi almaları neden önemli?
    Kadın anne olduktan sonra kocasını ihmal etmiş olabilir ve erkek eşini ‘’Kutsal Anne’’ gibi görüp başkasıyla cinselliği yaşayabilir.İhmal edilme ve yine aşırı derecede işgal edilme de aldatmayı tetikler. Yakınlaşma ve ayrışma problemi yaşayan kişiler de (annesi çok yakındır) aldatarak bir mesafe koyarlar , bir nevi balans ayarı çekerler. Çiftler arasında oluşan Cinsel İstek Bozukluğu için cinsel terapi almaları , varsa bağlanma problemleri,yakınlık korkusu gibi durumların tespiti için de psikoterapi desteği almasını mutlak tavsiye ediyoruz.

    SORU: Denir ya yas sadece ölünün ardından tutulan bir süreç değildir, ayrılıkların ardından da insan bir yastaymış gibi davranabilir. Haz almaz, zevk duymaz ve giderek yalnızlaşır. Özellikle aldatılma sonrası baş gösteren yalnızlık nasll olur? Kişi bu ruh haline girmemek için neler yapmalı?
    İnsanoğlu doğası gereği bir şeylere bağlanma ihtiyacı taşır ve bağlandığı nesne veya kişilerle aradaki bağın kuvvetine göre kolay kolay vazgeçmeyebilir.
    Öncelikle kişinin bu ruh halinden kaçmaktan ziyade sağlıklı bir yas süreci yaşamasına izin verilmesi , sağlıklı bir kapanış yapabilmemiz açısından önemlidir.
    İlişki bittiğinde özellikle karşı taraf ayrılmaya karar verdiğinde,bilinçaltımızda terk edilmiş,ihanete uğramış ve yalnız bırakılmış hissedebilir. Bu hisler ve ayrılık sürecimiz önceden yaşadığımız ayrılıklar, terk edişler yada kayıplarla tetiklenebilir.

    Her kaybın sonunda keder yaşamak normaldir. Bu süreci inkar etmek yada görmezden gelmek kolunuzdaki açık bir yarayı görmezden gelmeye benzer.

    SORU: Aldatıldıktan sonra ilişkiye girmekten, birini sevmekten kaçınan insanlarda ne tür bir terapi uygulanır? Sıklıkla arkasına saklanılan “yalnız daha mutluyum” önermesi ne kadar doğru ?
    Yalnız daha mutluyum,sorunların üzerindeki bir battaniye gibi düşünün. Bu durumun inkarı çocukluk travmaları,kendini gerçekleştiren kehanet,savunma mekanizmaları ile bağlantılı olabilir. Bunlar bireysel terapilerle ortaya açığa çıkabilecek durumlardır.

    Son olarak ;
    Eşin sadakatsizliğinde evliliği,ilişkiyi bitirmek yerine ‘’ Eşim beni sevmediği için mi yoksa insani bir zaaftan dolayı mı aldattı? ’’ sorusuna yanıt arayarak, kar ve zarar analizi yapmalı ve sevgiyi, saygıyı ve güveni arttırıcı çözümler bularak, ilişkilerine şans vermelerini tavsiye ediyorum..

     

    Uzm. Psk. Dan. Eyüp SARI

  • Boşanma sebebi facebook

    Boşanma sebebi facebook

    Boşanma sebebi facebook …! Bağımlılık haline gelen internet kullanımı gençlerde asosyalliğe, evli çiftlerde ise boşanmaya neden olabiliyor.

    Teknolojik gelişmelerle birlikte son yıllarda artan bilgisayar ve internet kullanımının bazı kişilerde zamanla bağımlılığa dönüştüğü, bu durumun gençlerde asosyalliğe, evli çiftlerde ise boşanmaya neden olabildiği bildirildi.

    GENÇLERDE ASOSYALLİĞE, ÇİFTLERDE BOŞANMALARA NEDEN OLUYOR

    Yeşilay Rize temsilcisi Bayram Ali Kavalcı, Yeşilay olarak madde bağımlılığı ve sigaranın yanı sıra televizyon ve internet bağımlılığı ile de mücadelelerini sürdürdüklerini belirtti.

    Boşanma sebebi facebook
    Boşanma sebebi facebook

    İnternet bağımlılığının diğer madde bağımlılık türleri kadar tehlikeli olduğunu, zararlarının kişinin kendisinden başlayıp çevresine yayıldığını vurgulayan Kavalcı, “Bu durum gençlerde asosyalliğe, evli çiftlerde ise boşanmaya neden olabiliyor. İnternet bağımlılığı, özellikle genç ve orta yaş evlilerde boşanma sebebi olabiliyor.” dedi.

    HER 6 DİLEKÇEDEN BİRİNDE ‘FACEBOOK’

    Bilim insanlarınca en tehlikeli rahatsızlıklardan kabul edilen teknoloji bağımlılığının son yıllarda daha çok internet aracılığı ile paylaşım sitelerini kullananlar arasında “sanal” bağımlılık olarak ortaya çıktığını dile getiren Kavalcı, “Son yıllarda sanal bağımlılık nedeniyle boşanma olaylarında önemli artışlar yaşanıyor.

    ABD’de hazırlanan her 6 boşanma dilekçesinden birinde ‘facebook‘ adının geçtiği belirlenmiş. Yeni arkadaşlar, yeni çevre ve eski arkadaşları buluşturan bu tür siteler, evlilikleri tehlikeye sokuyor. Bu siteler, evliliklerdeki sorunların daha da büyümesine neden olabiliyor. Uzmanlar, teknoloji bağımlılığı nedeniyle eşlerin birbirlerine olan sorumluluklarını yerine getirmemeye başladıklarını da belirtiyor.” diye konuştu.

    ”MADDE BAĞIMLILIĞI KADAR TEHLİKELİ”

    Türk aile yapısı açısından üzücü ve düşündürücü bir gerçek olan internet bağımlılığının, diğer madde bağımlılık türleri kadar tehlikeli olduğuna dikkat çeken Kavalcı, “Masum bir şekilde başlayan internet kullanımında kötü niyetli, maddi ve haz tatmini taşıyan binlerce tuzağın bulunduğu, bu tuzaklara karşı dikkatli olunması gerektiği unutulmamalıdır. Aksi takdirde sonu hüsran ve pişmanlık ile biten olaylar yaşanması muhtemel olmaktadır.” diye konuştu.

    Bayram Ali Kavalcı, internet bağımlılığı nedeniyle aynı evi paylaşan bireylerin birbiriyle konuşmaya, hatta yan yana gelmeye dahi fırsat bulamayabileceğine işaret ederek, şöyle dedi: “Öyle ki zamanın nasıl geçtiğini fark edemeyen bağımlılar, ekran karşısında sabahlamakta, ailesine ayırması gereken vakti bu şekilde harcayabilmektedir. Bağımlılar, gündelik iş ve sorumluluklarını bile yerine getiremeyerek hem maddi hem manevi dünyasından ve performansından önemli değerler kaybedebiliyor. Ailevi sorunlar, iş ve başarı veriminin düşmesi, ilerleyen zamanlarda ise gerçek ve sanal dünyanın ayırt edilemeyecek boyutlara varması gibi sebeplerle kişi, kendisini psikolojik sorunların içerisinde bulabiliyor. Bu büyük tehlikenin farkına varmak ve bir tür hastalık olduğunu çok iyi kavramak gerekiyor.”

    EŞ YA DA UZMAN DESTEĞİ ŞART

    Hızla yayılan internet bağımlılığının kötü etkilerinden kurtulmak için en önemli görevin yine eşlere düştüğünü dile getiren Kavalcı, “Bu bağımlılık türünün de diğer hastalıklar gibi bir hastalık olduğunu bilmeleri, buna göre karşılıklı saygı ve hoşgörü ortamında aradaki bağı kuvvetlendirmeleri gerekiyor.” diye konuştu.

    Büyüdüğü ve müdahale edilmediği taktirde tehlikeli ve kalıcı sorunlara sebep olabilecek internet bağımlılığını önemsemek gerektiğini vurgulayan Kavalcı,”Atılması gereken ilk adım bir psikiyatri uzmanına başvurmaktır. Psikiyatri uzmanı, kişide internet bağımlılığına etken olan sebepleri ortaya koyup sorunun çözümünde yardımcı olabilir. İleri derecede bir ruhsal sorun varsa ilaç tedavisi de gerekebilir.” ifadelerini kullandı.

    Kaynak: haberler.com