Bay S ve Bayan E çifti karşımda oturuyorlardı. Benden eş terapisi için randevu almışlardı. İkisi de oldukça depresif ve çökkün görünüyordu. Onları buraya getiren sebebin ne olduğunu sorduğumda Bayan E tek kelimeyle cevap verdi. KISKANÇLIK! Bu kelime dudaklarından dökülür dökülmez de hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış ve konuşamamıştı. Onu bu hale getiren şey, eşinin bitmek bilmeyen ve sınır tanımayan kıskançlık krizleriydi. Bayan E’nin ifadesine göre Bay S, bana gelmiş olmalarından bile rahatsız olabilecek ve “neden bayan bir psikolog bulmadın?” diye bir kriz çıkarabilecek bir yapıya sahipti. Nitekim Bay S, bu olağanüstü kıskançlığı sayesinde, hem kendisinin hem de eşinin tükenme noktasına gelmesine vesile olmuştu. Kıskançlık denilen şeyin, dozu iyi ayarlanmadığında, insan hayatını nasıl felç edebileceğini bir kez daha müşahede etmiş oldum.
Peki kıskançlık nedir ve nasıl olur? Bunu insandaki ruhsal olgunlaşma süreçlerine atıfla irdelemek istiyorum. Bir sabah otomobilinize binmek üzere otoparka indiğinizde komşunuzun aldığı son model, pahalı otomobili gördünüz. Sizinkinin yanında oldukça ihtişamlı duran bu otomobil sizde bir duygu tetikleyecektir. İşte bu otomobile hissedilen duygu, insanın ruhsal olgunluk seviyesinin turnusol kağıdıdır.
Bu duyguları ilkelden olguna bir spektrum üzerinde düşünürsek, en ilkel duygu haset duygusudur. Haset insan, güzelliğin başkasında olmasına tahammül edemez. Hemen oracıkta o otomobili tahrip etmek, çizmek ister.
Haseti geçip bir basamak olgunlaşan kişinin hissettiği duygu açgözlülüktür. Güzel, ancak ondaysa iyi ve güzeldir. Bu kişi otomobili tahrip etmez ama o otomobili ele geçirmenin yollarını arar.
Açgözlülüğü de aşan birey, bir basamak daha olgun olan kıskançlık seviyesine gelir. Komşunun otomobili güzeldir fakat daha güzeli onda olmalıdır. Komşunun otomobiline herhangi bir zarar vermez, ele geçirmeye de çalışmaz. Kendini gece gündüz çalışıp daha iyisini almak gibi bir amacın içinde buluverir.
Kıskançlık duygusunu da aşan birey, en olgun ruhsal gelişim mertebesi olan “şükran” duygusuna ulaşır. O artık “komşum çalışmış, çabalamış, kendine güzel bir otomobil almış, umarım güzel günlerde kullanır” diyebilen, başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilen, başkalarının huzurundan huzur bulan bir seviyeye gelmiş demektir. Buraya çok az insan gelebilmektedir.
Kıskançlığın spektrumdaki yerine dikkat edelim. Aslında kıskançlık haset ve açgözlülük duygusuyla kıyaslanamayacak kadar sağlıklı görünmektedir. Kaldı ki; bugün üzerinde oturduğumuz medeniyet bir yönüyle aslında bir kıskançlığın sonucudur. Çünkü medeniyet dediğimiz şey, hep “daha iyi”yi amaçlamayı öngören bir rekabetin ürünüdür. Rekabet dediğimiz şeyi tetikleyen ise kıskançlıktır. Buna bir de şükran duygusuna çok az insanın ulaşabildiği bilgisini eklersek, aslında optimal bir kıskançlığın medeniyetin devamı için gerekli olduğu bile söylenebilir.
Rekabet duygusunun insanda oluşması, insanın zihinsel olarak üçlü ilişkiler kurabilmesiyle başlamaktadır. Bebek, hayatla ilk anlamlı ilişkisini kurduğu andan itibaren yaklaşık 3 yaşına kadar hep ikili ilişkiler kurmaktadır. Bebeğin imge dünyasında, “annem ve ben”, “babam ve ben” diye ikili ilişki kalıpları vardır. Zihinsel kapasite yetmediği için “annem, babam ve ben” diye bir üçlü sistemde düşünemez. Üç yaş civarında ise bir zihinsel sıçrama ile adeta bir level üste geçilir ve artık iki kişi ilişki halindeyken zihinsel olarak, bu iki kişinin ilişkisinden bir üçüncünün de etkilenmeye başladığına dair bir tasarım gelişir. İşte rekabet duygusu kökenlerini tam da buradan almaktadır.
Bizim anladığımız manada kıskançlığa baktığımızda, yukarıda sözünü ettiğimiz bir üçlü ilişki döngüsü karşımıza çıkmaktadır. Bir kıskanan vardır, bir kıskanılan vardır, bir de rakip olarak görülen vardır. Peki acaba ne olmuştur da bu medeniyeti doğuran üçlü ilişki döngüsü, bir canavara dönüşmüş ve patolojik boyutlara gelerek Bay S ve Bayan E’yi perişan halde bizim karşımıza getirmiştir? Şimdi bunun üzerinde biraz daha derinlemesine durmak istiyorum.
Bizim için bunu irdelememize yardımcı olacak birkaç can alıcı soru vardır. Kıskanan ne hissetmektedir ve neyi kıskanmaktadır? Burada elimizdeki en kesin bilgi, kıskananın kıskandığı şeyi kaybetmekten korkuyor oluşudur. Yani ortada bir rakip vardır ve sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir şeyi ona kaptırma endişeniz vardır. Burada öne çıkan detay şudur: Aşırı kıskançlık problemi olan bireyler, genelde özgüvenleri ve özsaygıları düşük, rekabete dayanamayan kişilerdir. Yani ortada –gerçek veya sanal- bir rakip varsa, en garantili yol, mücadele etmek yerine kıskanmak ve kıskanılan şeye esir muamelesi yapmaktır. Bunun sonucunda da her iki taraf, daha derin içsel çatışmaların tam da içinde bulurlar kendilerini. Tarafların birbirleriyle de çatışmaya başlamaları sonucu, her ikisinde de depresyon, panik bozukluk, takıntılar ve muhtelif kaygı bozuklukları gelişme ihtimali oldukça yüksektir.
Kıskanan kişinin kıskanma hikayesinin arkasında nesnel bir hikayenin olup olmadığının doğru anlaşılması sorunun çözümünde en çok işimize yarayacak bilgilerden bir tanesidir. Söz gelimi Bay S ve Bayan E’nin hikayesinde hiçbir nesnel durum yaşanmamıştı. Fısıltıyla yapılan bir telefon konuşması, bir çok anlama gelebilecek bir mesaj ya da buna benzer herhangi bir bilgi kırıntısı yoktu. Yani Bay S aslında kafasında yarattığı sanal bir rakibe karşı canhıraş bir şekilde eşini koruyordu. Bu kıskançlığın arkasında hiçbir yaşanmışlığın olmaması, şüphesiz işimizi zorlaştırıyordu. Böyle bir hikayenin varlığı elbette ki bize dedektiflik yapma görevi vermiyor. Ama böyle bir hikaye söz konusu olduğunda, bireylerin hangi yorum hatalarını yaptıklarını, hangi bilgi çarpıtmalarını kullandıklarını görmeleri kolay olmaktadır.
Arka planda böyle bir hikaye kırıntısının olmaması, bizi sorunun daha derin katmanlarda olduğu bilgisine götürmektedir. Ancak buraya geçmeden bir de kıskanılan kişinin ruh halini irdelemek istiyorum. Böyle bir aşırı kıskanılma durumu, hayatı o kişiye adeta zehir etmektedir. Kendisini sürekli gözetleniyormuş gibi hissetmekte, her türlü ilişkisini “gereksiz” bir dikkatle sürdürmektedir. Sürekli olarak eşini aldatmadığını ona ispat etme gayretkeşliğine düşen kişi; sonunda, tıpkı Bayan E’de olduğu gibi depresyona girmektedir. Bazı durumlarda ise, bu durumdan sıkılan kişi, bir süre sonra mutluluğu ve huzuru dışarıda aramaya başlamakta ve böylece kehanet kendini doğrulamaktadır. Arkasında nesnel bir hikaye olsun veya olmasın, öncelikle kişinin bu duygusuna saygı duyulmalıdır. Kişinin problemi öncelikle bebeklik yaşantılarında, anne ve babayla kurulan ilişkideki (psikolojide buna “ilk nesne ilişkileri” diyoruz) güven eksikliğidir. Kişi içselleştirdiği ilk nesne ilişkilerini hayatın her yerine taşımaktadır. Yapılacak iş öncelikle, geçmişle bugün arasındaki bu duygu linklerini kişiye göstermek ve bu linkleri nasıl kıracağıyla ilgili stratejiler geliştirmektir.
Bir başka önemli detay da, kişinin yine ilk nesne ilişkilerinden getirdiği sevgi ve onay eksikliğidir. Kişi, ötekilerde var olan bir miktar sevgiyi alabilmek için çılgınca bir çaba sarf etmekte ancak her seferinde aldığı sevgi ona yetersiz gelmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da bu sevgiyi zorla, dayatmayla ve baskıyla alacağına dair bir hatalı tasarım gelişmektedir. Kişi, bu sevgiyi nasıl alabileceğiyle ilgili doğru bir yöntem kullanmaya teşvik edildiğinde bu yöntemi bulabildiği ve kıskançlığın pençesinden kurtulabildiği mükerrer defalar müşahede ettiğimiz bir durumdur.
Kıskançlıkla ilgili bir çalışma sürdürülürken, yalnızca kıskanan tarafa odaklanılmamalıdır. Kıskanılan kişinin de sağduyulu ve anlayışlı olması son derece önemlidir. Kıskanılan taraf mümkün olduğunca şeffaf ve açık olmalı, eşine güvendiğini her fırsatta göstermelidir. Ancak bu her zaman mümkün olamamaktadır. Çünkü genellikle kıskanılan kişi, bu süreç içerisinde bir tükenmişliğin içine sürüklenmekte ve yaşadığı bu olumsuzluktan dolayı duygularını kontrol etmekte zorlanmaktadır. Bu nedenle kıskançlığa maruz kalan kişide öfke patlamaları sıklıkla karşımıza çıkan bir durumdur. Sonuç olarak kıskançlık, azı karar çoğu zarar olan bir duygudur. Makul ve sağlıklı bir kıskançlık ilişkiyi diri tutmak adına önemli bir görevi yerine getirirken, makul ölçülerde olmayanı bireylerin yaşam kalitesini felç edebilmektedir. Bu nedenle bir kıskançlık makul sınırların dışına çıkmaya başladıysa ve taraflar bunu hissediyorsa, arkasında nesnel bir gerçeklik olsun veya olmasın hayat kalitesini sıfıra düşürmesi beklenmeden mutlaka bir uzman yardımı alınmalıdır.
Psk. Ali Rıza TUNUR
Anlıyorum ama bende çok kıskanıyorum napmam gerekiyor