Günümüzde mutlu başlayan ancak sonu boşanmayla biten evlilikler hızla artıyor. Peki ama peri masalı hikayesini andıran evlilikler neden yürümüyor? Evlilik ve Aile Terapisti İlkim Öz Tan, günümüz evliliklerini ve mutlu bir evlilik için çiftlere düşen görevleri kaleme aldı.
Son yıllarda zar-zor yürüyen evliliklere ve boşanma avukatında soluğu alan eşlere sık sık rastlıyoruz. Üstüne üstlük, bu evlilikten canı yanan insanların, kendilerine hiç ayna tutmadan ikinci hatta üçüncü evliliklere imza attıklarını görüyoruz. Elbette ki bu durum sadece bir sonuç… Eşleri, kadını ve erkeği bu olumsuz sonuca vardıran nedenler çözülmedikçe, aynı sonuç tekrar edip durur. Evlilik terapisine gelen eşlere, sonuca değil de onları bu sonuca getiren nedenlere bakmamız gerektiğini söylediğimde, eşler huzursuzlaşıyor. Çünkü insan, kendi hatasıyla yüzleşmek istemiyor.
Evlilik, hayata iki kişilik bir başlangıç ve bir yaşam biçimidir
Birbirine deli divane aşık iki kişi, hayatlarını birleştirmeye karar verip evleniyorlar. Göz göze, diz dize, el ele, yürek yüreğe yapılan başlangıç, zamanla kavga-gürültü, hakaret, aşağılama ve en sonunda da ayrılığa kadar gidebiliyor. Bunun birincil nedenlerinin başında, eşlerin evliliğin yapısına ilişkin yanlış algılamalarını görüyorum. Evliliği, “Benim dediğim, benim istediğim olacak” diye gören kişiler ne yazık ki kaybediyor. Çünkü evliliğin temelinde paylaşım var. Hiç kuşkusuz farklı kişilikler beraberinde, farklı zevkleri, farklı uğraşıları ve hayata farklı bakış açısını da getiriyor ancak, farklılıklarda buluşamamak evliliği bitiriyor ya da sancılı gitmesine neden oluyor.
Zıt kutuplar flörtte birbirini çeker ama evlilikte iter
Sevgiliniz dışa dönük, neşeli ve coşkulu dolu biriyken, siz de tam tersi içe dönük, durgun bir yapıya sahipseniz, birbirinize doyamazsınız. Siz onda coşkuyu, hareketi, o sizde dinginliği bulur. Flört ederken eğlenceli olur bu durum. Ama bir de evliliği düşünün… Evlendiniz ve eşiniz sürekli gezmek istiyor, yerinde duramıyor, dışarıya programlar düzenliyor. Siz ise evde onunla baş başa olmak istiyorsunuz. Evlilik terapilerinde en sık rastladığım sıkıntı budur. Çok farklı kişiliklerin, aynı evde sıkıntı yaşaması. Farklı kişilikler, birbirleriyle empati kuramazlar dolayısıyla birbirlerini anlayamazlar. Bir süre sonra karşılıklı memnuniyetsizlikler, suçlamalar, cinsel ceza ve eşlerin birbirinden uzaklaşma süreci başlar. Evliliğin yıpranmasına ve eşlerin birbirlerini zedelemesine neden olan “suçlama”, “eleştirme” davranışları arttıkça, öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Bu sebepledir ki, birbirine benzer kişilik yapılarının evlilikleri daha sağlıklı ve uzun ömürlü olur.
Günümüz insanı bencil
Artık eskinin paylaşımcı insanı çok az. Özellikle genç nesilde, bencillik ön planda. Daha “ben merkezciler”. Sıkıntıya gelemiyorlar. Maddi çıkarları ön planda yer alıyor. İş, kariyer, para gibi maddesel gereçler, genç neslin olmazsa olmazları arasında. Liste başında bunlar olunca, sevgi, aşk, hoşgörü, karşı tarafa saygı duyma, sadakat gibi manevi kavramların içi boş kalıyor. Bu yüzdendir ki, günümüz insanı doyumsuz ve mutsuz. Maddi zenginlikleri mutlu olmak için bir araç değil de, amaç olarak gördükleri sürece kadınlar da, erkekler de mutsuzluklarıyla baş başa kalacaklar.
İşkolik insanların sayısı gitgide artıyor. Kadın ya da erkek evliliğine ve eşine ayıracağı zamanın ve enerjinin tümünü işinde harcayınca, geriye o insanın posası kalıyor. Evlilik ise, posaları istemiyor.
Evlilik birbirine zaman ve sevgi yatırımı yapmaktır
Bu dünyada hiçbir ilişki yoktur ki, zaman ayırmadan, sevgi göstermeden ve emek harcamadan büyüsün. Evlilikte de böyle bir gerçeklik var. Gün boyu işlerinde olan eşler, eve yorgun gelir ve hiçbir paylaşım olmadan karınlarını doyurup, yatıp uyurlarsa, bunun sadece adı evlilik oluyor, içeriği değil. Gün içinde ne kadar yorulursanız yorulun, eşinize ve ilişkinize zaman ayırmalısınız. Evet bazen geceyi televizyon karşısında pinkleyerek geçirebilisiniz ama çoğu zaman, eşinizle paylaşımlarınız olmalı. Artık eşlerin televizyonları ve izledikleri programlar bile ayrı. Aynı evde ayrı hayatlar… “Televizyon izlerken el ele oturun” önerilerini bile yapamaz olduk çünkü dediğim gibi, eşlerin televizyon izledikleri odaları bile ayrı. Oysa aynı filmi izleyip, sonrasında yorumlamak bile bir paylaşımı getirir.
Monotonlaşan evliliklere, en azından hafta sonları şehir dışına çıkma planları yapmalısınız, evliliğinize renk katmalısınız derim. Çoğunun verdiği yanıt şöyledir: “Aman gitmeyelim çünkü eşime yol boyunca katlanamam”.
Sevginin paylaşımına gelince, evlilik sevgiyle beslenir. Sevgi dolu dokunuşlar, sevgiyle yapılan davranışlar, sevgi sözcükleri eşlerin mutlu olmasına neden olur. Öyle eşler biliyorum ki, bu konuda inatlaşıyorlar. “Neden hep ben yapıyorum, biraz da o yapsın.” “Sevgi dolu yaklaşırsam, tepeme çıkar.” Sevgiyi ifadede ve sevgiyi karşı tarafa aktarmadaki anlayış böyle olduğu sürece, kişilik çatışması yaşayan eşlerin, evliliklerinde sevgiyi yaşamaları çok zor.
Artık bir yastıkta yaşlanılmıyor
“Bir yastıkta kocayın…” temennileri günümüz insanında gerçekliğini yitirmiş gibi. Yeni evlilere, bir yastıkta yaşlanın iyi dilekleri söylenmiyor. Sadece mutluluklar dileniyor. Üstüne üstlük, yeni evlilerin de böyle bir niyeti olmuyor. “Olmazsa boşanırım…” mantığı ön planda şimdilerde. Çünkü kimse, kendisini değiştirmek istemiyor. Kendi hatalarını görüp, yüzleşmek ve bir de bu hataları onarmak yani değiştirmek, insana zor geliyor. İşin kolayını seçiyor çoğu; “Karşı tarafı değiştirmek” ya da “evliliği bitirmek”. Emek vermediğiniz bir ilişkiyi bitirmek her zaman kolaydır, emek verilmeyenden vazgeçmek zor değildir. Karşı tarafın davranışlarını ve kişiliğini eğip bükmek, kolunu kanadını kırmak daha kolaydır. Kendi kusurlarımıza neden olan yönlerimizi değiştirmek ise, çok daha zordur. Bencil, narsist, hiperaktif kişilik yapıları ise kendilerini değiştirmekten korkarlar. Çünkü değişim sancılıdır. Ve onlar acı çekmek istemezler, karşı tarafı acıtırlar.
Ninelerimizin, dedelerimizin evliliklerine baktığımızda ve şimdilerdeki sağlıklı evlilikleri gözlemlediğimizde, eşlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı dolu olduklarını, ilişkilerine önem verdiklerini, maddenin değil de, duyguların ön planda olduğunu ve mutlu olmak için çaba gösterdiklerini görüyoruz.
Değişim cesaret ister, eşler birbirlerine değil de kendilerine ayna tutmalılar
Evliliklerinde mutlu olmak isteyen eşler, birbirlerini değil de, kendilerini irdelemeliler. Karşı tarafın eksiğini, gediğini değil de kendi eksik gediklerine bakarak evliliklerine çeki düzen vermeliler. Sorunlar karşısında mücadele vermeli, hemen pes etmemeliler. Tıpkı kartalların hayat öykülerinde olduğu gibi. Biliyorsunuz kartallar seksen yıl yaşarlar. İlk kırk yılın sonunda ya kendisini yenileyip, değişecektir ya da yok olup ölecektir. Yok olmayı seçen kartal, bir tepeye tüner ve yok olmayı bekleyerek ölür. Değişimi seçen kartal ise, tünediği tepede önce gagasını kırar yeni ve sağlam gagasının çıkması için, sonra eskimiş tırnaklarını kırarak yenilenmesini bekler. Daha sonra da kırlaşan tüylerinin dökülüp, yenilerinin çıkması için sabreder. Uzun bir sürecin, acı ve sancılı bir dönemin ardından, kartal kendisini yenilemiş, olumlu yönde değişmiş olarak hayata devam eder.
Hiç birimiz acı çekmek istemeyiz ve acıdan kaçarız ancak bu bizim korkak yanımızdır ve rotası mutsuzluktur. İlişkilerimizdeki sorunlardan kaçmak, ilişkiyi yok etmek demektir. İlk evlilikleri boşanmayla biten kişiler, kişiliklerindeki hatalı yönleri törpülemezlerse, ikinci hatta üçüncü evlilikleri de mutsuz sonla biter.
Evlilik terapileri, hastalanmış evliliklerin hastanesidir. Hasta erken teşhisle bize getirilirse, sonuç olumlu oluyor ama ölmüş bir evlilik geldiği zaman, terapinin ve terapistin de elinden bir şey gelmiyor. Evlenmeden önce kendinizi ve karşı tarafı olabildiğince objektif değerlendirmelisiniz. Onu olduğu gibi kabul edecekseniz evliliğe adım atın. Ve sorunlar karşısında fare değil de, kartal olun. Mutluluğu seçmeyi de sakın ola unutmayın.
Kadınlar Kulübü Son Yorumlar