İnsanlarda aşka dair çok büyük beklentiler yaratan bir bir kültürde yaşıyoruz. “İlk görüşte aşk”, “birbirleri için yaratılmışlar”, “bir elmanın iki yarısı” gibi ifadeler; romantik filmler, diziler ve büyük aşklarla ilgili hikayeler romantik ilişkilere dair deneyimlerden çok fazla bir beklentiye girmemize neden oluyor. Otto Rank’ın da dediği gibi insanlar dine atfedilenleri; yaşamlarına bir anlam ve amaç katmasını şu anda aşktan bekliyorlar. Peki aşkı nasıl tanımlayabiliriz?
Aşkı başka birinin varlığına duyulan derin sevgi olarak tanımlayabiliriz. Freud’a göre aşk cinsel, fiziksel ve güdüsel dürtünün toplum tarafından kabul edilebilir hale getirilmesini sağlayan duygusal bir haldir. Aşkı en genel haliyle bireyin kendi kişisel benliği ve bağımsız kimliğini koruyarak kendi dışındaki bir kişi ile birleşmesine, yakınlaşmasına ve kişinin içindeki belirli kapasitelerin büyüyüp gelişmesine olanak yaratan bir paylaşım ya da etkileşim yaşantısı olarak ifade edebiliriz.
Sternberg aşkın üç ana bileşeni olduğunu ifade eder. Bunlar yakınlık, tutku ve bağlılıktır. Bu birleşenlerin varlığı ya da yokluğu aşkın çeşitli şekillerini önümüze serer; sadece yakınlığın olduğu bir ilişkinin hoşlanma olarak nitelendirilebileceği gibi. Bu üç bileşenin olduğu aşkın mükemmele en yakın aşk olduğunu ifade eder.
Aşık olmanın üç temel koşulu olduğunu ifade edebiliriz; aşık olma beklentisi yaratan sosyo-kültürel ortam, uygun bir aday(dış görünüş, kişilik, özgeçmiş ve değerler açısından) ve romantik aşk etiketine mazhar olan bir uyarı.
Peki insanlar kime nasıl aşık olur? Bu konuda yapılan pek çok araştırma ve yazılan kuramlar birisine şans eseri aşık olmadığımızı, en bilinçsiz görünenin bile aslında pek çok elemeden geçtiğini gösteriyor. Freud’a göre romantik seçimlerimiz çocukluk yaşantılarımızdan oldukça fazla etkileniyor ve bu her cinsiyet için farklı özellikler gösteriyor. Freud’a göre ayrıca aşık olduğumuz zaman genelikle sevgimizi idealize ederiz. Partnerimizde mevcut olan ya da olmayan harika özellikleri görürken; başkaları için apaçık ortada olan olumsuzları ise görmeyiz. Bunun sebebi aşık kişinin ego idealini sevgiliye yansıtmasıdır. Yani hem süperegoda mevcut olan hem de breyin edinmeyi umduğu ve üstün bulduğu değerler sevgiliye yansıtılır ve ondan varmış gibi davranılır.
Nesne İlişkileri Kuramına göre ise aşık olmak baskılanan, benlikten bölünmüş bir parçanın bilinçsizce eş olarak seçilmesidir. Örneğin çocukken sevilmediğini düşünen, hisseden bir kadın olasılıkla sevgisini göstermeyen bir erkek seçecektir. Bu duruma çocukluk yaşantısından getirilenler neden olur. Ancak çocuğun ebeveynle ilişkisi sıcak ve sevgi doluysa o kişi ailesinden ayrışır ve olgun, tatminkar aşk ilişkileri kurabilir hale gelir.
Evrim kuramına göre ise romantik çekimdeki cinsiyet farklılıkları iki cinsin de varlıklarını sürdürebilmeleri için farklı gereklilikler olmasından ileri gelir. Erkeklerde evrim gençlik ve güzellik gibi kadının üreme yeteneğine ilişkin özellikler tercih etmesini gerektirirken; kadınlarda para kazanma potansiyeli ve statü gibi erkeğin kaynak edinme becerisine ilişkin özelliklerin tercih edilmesini gerektirir. Yani kadınlar kendilerine ve yavrularına bağlanacak ve onların geçimini sağlayacak bir erkek; erkeklerse yavrularını doğuracak bir kadın arar.
İnsanların kime neden aşık oldukları ile ilgili kuramlardan bazıları bunlardır. Bunun dışında insanların nasıl aşık olduklarına yönelik de pek çok kuram ortaya atılmıştır. Bunlardan en önemlisi Bernard Murstein’e aittir. Buna göre aşık olmanın ilk aşaması “uyarı” dır. Bu aşamada en önemli etkiye dış görünüş gibi harici özellikler oluştururken; ikinci aşama olan “değer” aşamasında verilen önem değerler ve ilgi alanlarındaki benzerliğe kayar. Son aşama olan “rol” aşamasında ise çift, kimliklerine ilişkin rolleriyle bir çift olarak işlevsel olup olmadıklarını sorgular.
Aşık olma sürecini iyi yansıttığını düşündüğüm bir diğer kuramda ise aşık olma dört aşamadan oluşur. Çekimaşamasında geçmiş deneyimlerden ve eşlerin fiziksel özelliklerinden etkilenilir. İnceleme aşamasıda ise eşler toplumsal ve duygusal uyumluluklarını gözden geçirirler. Üçüncü aşama olan kendiniaçma aşamasında partnerler arasında daha derindeki olumsuz ya da olumlu düşünceler ortaya çıkar ve yakınlık artar. Son aşama olan karşılıklı beklentiler aşamasında ise her iki taraf da karşıdakinin beklentilerini(ekonomik, duygusal, toplumsal ve cinsel) öğrenir ve bu beklentilere karşılık vermek için bilinçli bir çaba gösterir.
Erich Fromm sevgiyi insanlığın sorunlarına bir yanıt, kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı olarak tanımlar. Ona göre sevmek bir sanattır. Romantik ilişkide iki varlığın bir olması ama yine de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri en sağlıklı olandır.
Uzm. Psk. Dila HOTLAR tarafından yazılmıştır.
Kadınlar Kulübü Son Yorumlar