Astrolojik öngörülerin insanlar için psikolojik değeri ve onlar üzerindeki psikolojik etkileri var mı?
Astrologların, astrolojiyi geçerli ve sağlıklı bir alan olarak kabul ettirmek konusunda karşılarına çıkan sorunlar, sadece astrolojinin son zamanlarda bayağılaştırılan genel ve sorgulanabilir yönleri değil, aynı zamanda bu dalın niteliklerini ve amacını açıklamak için kullanılan muğlak ifade yollarıdır.
Astrolojinin ne olduğu sorusuna cevap veren birçok kişi, bu dalın, Güneş’in, Ay’ın, gezegenlerin ve yıldızların, insanlar, aslında tüm canlı organizmalar, ayrıca uluslar ve şirketler gibi sosyal “organizmalar” üzerindeki etkilerle ilgilendiğini söyler ve astrolojinin, kişilerin ve kurumların temel kişilikleri ile gelecekteki gelişimlerini, açık seçik ve beklenebilir olaylar yoluyla açıklama amacında olduğunu eklerler. Astrologların bir çoğu, astrolojinin, belli göksel ve döngüsel olaylar ile insanların ve ulusların ömürlerinde ortaya çıkan karakteristik olaylar arasında açık ve güvenilir bir paralellik olduğunu ortaya koyan, çağlar boyunca sürdürülmüş uzun bir gözlemler dizisi üzerine kurulu bir “bilim” olduğunu da iddia eder.
Böylesi genel ifadeler, birçok akıl için yeterlidir. Kulağa “bilimsel” gelirler; kabul edildikleri zaman ise eldeki tek temel sorun, döngüsel nitelikteki gök olayları (yani geçmişte meydana geldiği ispatlanmış ve gelecekte meydana gelmesi de beklenebilecek olaylar) ile canlı organizmaları etkileyen, tanımlanabilir olaylar arasında gerçekten bir paralellik bulunup bulunmadığını bilimsel olarak tespit etmekte ortaya çıkar. Bu sorun da geçmiş olaylar hakkındaki güvenilir bilgilerin araştırılıp istatistiksel olarak çözümlenmesini gerektirmektedir.
Söz konusu genel ifadeler, elbette ki gerçek bir filozof, özellikle de hümanist bir filozof ve psikolog için son derece yetersizdir. Bu kişilerin zihinlerinde cevabı olmayan birçok yeni soru doğar. Bir kere, bahsedilen paralelliğin doğası ve anlamı ile ilgili sorun vardır – elbette ki bu paralelliğin bilimsel olarak güvenilir bir gerçeklik şeklinde ispat edilebileceği düşünülürse. Buna ek olarak, “kanıtların” ne şekilde tanımlanması gerektiği de bir diğer sorun olarak ortaya çıkar. Astrolojik öngörülerin insanlar için psikolojik değeri ve onlar üzerindeki psikolojik etkileri, ayrıca bu öngörülerde bulunan kişilerin ahlaki sorumlulukları da yine göz ardı edilmemesi gereken diğer konulardır.
Bir astrolog, sadece öngörülerde bulunmaz; aynı zamanda insanların kişiliklerinin ve eğilimlerinin ana hatlarını ortaya çıkartır. Eğer ki bu, ortaya, güvenilir bir sonuç çıkaracak şekilde yapılabilirse, astroloji de sadece öngörümlere dayanan bir dal olmaktan çıkıp psikoloji alanına dahil olur. Ancak, psikoloji alanına neden ve nasıl dahil olmalıdır?
İnsanın aklına, bazıları uygulamaya yönelik, bazıları ise felsefi, hatta metafizik bağlantılı birçok soru gelir. Evrende, gizemli bir şekilde var olmuş güçler, evrenin çeşitli bölgelerinden geçerken, Güneş, Ay ve gezegenler tarafından daha da gizemli bir şekilde odaklanıyor olabilirler. Ancak; Akrep burcunda bulunan Mars ile insanın kişiliğindeki bir özellik veya bedenindeki fizyolojik bir durum arasında bilimsel açıdan kabul edilmiş bir nedensellik yoktur. Ayrıca Mars’ın, bir doğum hartasındaki burç veya ev konumu, astrologların değerlendirmeye aldığı birçok etmenden sadece biridir. Ek olarak, astrologlar, bir haritaya bakıp da Mars’ın Akrep’te olduğunu gördüklerinde, mesane veya üreme organlarına mı odaklanırlar yoksa birçok organın yanında bir psişe sahibi de olan ve belli bir coğrafi, sosyal ve kültürel bir çevrenin parçası olma niteliği taşıyan, bütün bir insan mı düşünürler? Astrolog, burada, sadece basit semptomları mı değerlendirmeye almaktadır yoksa bir eşi daha olmayan bir bireyin genel sağlık durumunu, bilinç seviyesini ve duygularını da işin içine dahil eder mi? Bir gezegen veya açı etkisinin, bu “kendi çevresi içerisindeki bireyin” yaşamında ne dereceye kadar bir “olay” yaratabileceğini tespit etmek için elinde gerçekten geçerli bir yöntem var mıdır?
Eğer bir astrolog belli bir bireyle ilgileniyorsa ve göksel cisimlerin, doğum anında ve yaşamı boyunca yerleştikleri noktaların bu bireyin tüm yaşamını “etkilediğini” iddia ediyorsa, bu iddianın mantıklı olmasını sağlayacak tek felsefi görüş, bütün olarak insan ile bütün olarak evren arasında kesin bir ilişki olduğu görüşüdür. Belli bir birey ile evrenin bütünü arasında “kesin bir ilişki” olduğundan bahsetmek, biri göksel, diğeri dünyevi olan iki olay arasındaki paralellikten bahsetmekten tamamen farklıdır. Bu paralellik kulağa bilimsel gelebilir ama astrolojiyi, “kişilikçi” bir bakış açısında geçerli göstermekten uzak kalır. Bireysel varoluşla ilgili sorunlara “ruhani” bir yaklaşım olma konusunda da son derece yetersizdir.
Bir olay, kişisel algı açısından, kendi başına hiçbir şey ifade etmez. Bir elma ağacının altında yatmış uyuyan bir adamın başına bir elma düşer. Bunun hiçbir anlamı yoktur, tabii ki bu adam Newton değilse. Bir adam, eşini, bir başka kadın için terk eder. Bunun da ilgili kişiler için tek başına hiçbir soyut, belirli bir anlamı yoktur. Eşlerin birini, belki de ikisini, içi boş bir evlilikten kurtarmıştır; şok, terk edilen eşi, daha da olgun bir birey haline getirecek veya aklını kaçırmasına neden olacak bir etmendir. Bir olay, sadece belli bir “ilişki çerçevesi” içerisinde, yani bir kişiyi etkileyen durumun bütünü olarak bir anlam taşır ve bir nevi tüm evreni ilgilendirir.
Bir kişi, hayati önem taşıyan bir sorunu çözmek için astroloğa geldiğinde, astrolog, bu kişinin durumunun, kişinin hayatının o döneminde, evrenin tümüyle ne şekilde ilişkili olduğunu bulmaya çalışır. Yeni doğmuş bir bebeğin doğum haritasına bakmak da aynı şekilde, bu bebek ile doğduğu ve içinde olgunlaşacağı evren arasındaki potansiyel ilişkiyi keşfetme etme çabasıdır. Bu doğum bir “olay” değil, “durum” teşkil eder çünkü durum sadece bir olay veya olaylar grubunu değil, aynı zamanda bu olayın hem ruhsal hem de metafizik olarak tüm çevreyle ilişkisini içerir. Bebeğin doğumu, kendi başına ele alındığında, insanlığın dünyadaki durumu ve bütün olarak evren arasındaki ilişkiyi çok az değiştirir.
Güneş, Ay ve gezegenler tarafından oluşturulan motif, en azından simgesel olarak, doğum anında, evrenin halini gösterir. Ufuk çizgisi ile meridyenin dik kesişimleri ise yeni doğan bebekle ilgili durumu, yani evrene yönelimini ifade eder. Yönelim, ilişki demektir. Bütün olan çevreniz içerisindeki yöneliminiz yoluyla, bu çevreyle, bireysel olarak ilişkilenirsiniz.
Bu açıdan astroloji, kişinin, bütün olan evren ile temel (“kozmik”) ilişkisini görebileceği bir metottur (veya öyle olmalıdır). Daha genel bir ifadeyle, bütün olan bir durumun, bütün olan evren ile belirleyici şekilde ilişkilendirilebileceği bir yorum tekniğidir. Herhangi bir durumun anlamının bilinçli zihinde kavranmasını ve bu durum (doğum da dahil) içerisindeki temel etmenlerin ne şekilde faaliyet gösterdiklerini, kısacası birey olarak varoluşumuzun anlamını öğrenmemizi sağlayan bir araçtır.
Böylesi bir anlamı astrolojiyle aramanın nedeni, söz konusu durumun anlamının, bu durumun içinde geliştiği sosyal çevre nedeniyle çarpılmaya ve başka şeyler arasında yitmeye yatkın olmasıdır. Astroloji, sorunların çözümlerini, sosyal seviyeden kozmik seviyeye çıkarır. İşte bu nedenledir ki, toplumsal değerlere isyan edip toplum üstü, “doğal” veya “ruhani” yanıtlar arayan bugünün gençliğine son derece çekici gelir.
Astrolojiye bu tip bir yaklaşımın neyi ifade ettiği gerçekten anlaşılabilirse, astrolojik haritaların incelenmesi tamamen yeni bir anlam kazanır ve hem geçmişte öğretilmiş olan, hem de günümüzde öğretilmeye devam edilen, büyük oranda geçersiz kalır. Bu yaklaşım, astrolojiyi, kanıta dayalı bilimler arasından da çıkararak, amacı varoluşun anlamını keşfetmek ve insan ile evren arasındaki ilişkiyi incelemek olan bir nevi felsefi psikolojiyle bütünleştirir.
Kadınlar Kulübü Son Yorumlar