Etiket: tedavisi

  • Hamilelik Şekeri Hakkında Herşey

    Hamilelik Şekeri Hakkında Herşey

    Hamilelik şekeri, hamilelik döneminde başlayan bir çeşit diabet hastalığıdır. Bunun anlamı vücudunuzun şekeri kullanması gerektiği gibi kullanamamasından dolayı kan şekeri değerlerinizin normalin üstüne çıkmasıdır. Hamilelik şekeri yaklaşık olarak %4 oranında hamileyi etkiler. Genelde hamileliğin beşinci veya altıncı aylarında ortaya çıkar (24-28 haftalar). Genellikle de doğumdan sonra ortadan kaybolur.

    Hamilelik Şekeri Bebeğimi Nasıl Etkiler?
    Yüksek şeker oranları hem sizin hem de bebeğiniz için sağlıksızdır. Eğer yüksek şeker seviyeleri kontrol altına alınmazsa doğumda problem yaşama riski artar. Bebeğin no
    rmalden fazla büyümesi gibi etkilerle doğumu sizin için ve bebeğiniz için zorlaştırabilir. Ayrıca bebeğin ileriki yaşamında şeker hastalığı riski taşımasına sebep olur.

    Hamilelik Şekerim Varsa Ne Yapabilirim?
    Doktorunuzun ve diyetisyeninizin önerileri doğrultusunda beslenmenizi düzenlemeniz, düzenli egzersiz yapmanız ve kan şekeri seviyelerinizi düzenli olarak kontrol etmeniz gerekir.

    Beslenmemde Ne Gibi Değişiklikler Yapmam Gerekir?
    Doktorunuz bu değişiklileri bir diyetisyen yardımıyla yapmanızı isteyebilir. Bunun yanında bazı gıdaların beslenmenizden çıkarılması istenebilir. Özellikle dondurma, şerbetli tatlılar, kurabiyeler, çikolata gibi şekerden zengin gıdalardan uzak durulması bunlar yerine doğal şeker içeren meyveler tercih edilmesi gerekebilir.

    Öğün aralarında acıktığınızda kuru üzüm, havuç, meyve gibi sizin için sağlıklı olan seçenekleri tercih edebilirsiniz. Beyaz undan yapılan makarna veya beyaz pirinç yerine sizin ve bebeğiniz için daha yararlı olan bulgur, kepekli makarna veya esmer (kepekli-kabuklu) pirinç tercih edebilirsiniz.
    Dengeli ve çeşitli beslenmenizde sizin ve bebeğiniz için çok önemlidir. Hamilelik döneminde ne kadar kilo aldığınıza bağlı olarak öğünlerde daha az yemeniz gerekebilir. Bununla ilgili olarak doktorunuz veya diyetisyeninizle konuşabilirsiniz.

    Neden Egzersiz Önemli?
    Doktorunuz sizin ve bebeğiniz için güvenli olan egzersizi düzenli olarak yapmanızı önerecektir. Egzersiz kan şekeri seviyenizi normal düzeyde tutmanıza ve kendinizi iyi hissetmenize yardımcı olacaktır.
    Yürüyüş hamileler için genellikle en kolay egzersiz şeklidir. Yüzme veya diğer egzersiz çeşitleri de güvenli olan seviyelerde yapılabilir. Hangi egzersizlerin sizin için güvenli olduğunu doktorunuza danışabilirsiniz.
    Eğer genelde yürüyüş alışkanlığınız yoksa günlük 5-10 dakikalık yürüyüşlerle başlayabilirsiniz. Güçlendikçe yürüyüş zamanını 30 dakikaya kadar çıkartabilirsiniz. Egzersizi ne kadar sık yaparsanız o kadar kolay kan şekeri seviyenizi kontrol altına alabilirsiniz.
    Egzersiz yaparken dikkatli olmanız da şart. Egzersiz yaparken kendinizi çok zorlamamanız, çok terlememeniz ve nefes nefese kalmamanız gerekir.

    Eğer egzersiz yaparken başınız dönerse, sırt ve bel bölgenizde şiddetli ağrı hissederseniz veya başka bölgelerde ağrı hissederseniz egzersizi hemen bırakıp doktorunuz arayınız.

    Hamilelik Döneminde Hangi Testleri Yaptırmam Gerekir?
    Doktorunuz sizden rutinde yapılan kan tahlillerini isteyecektir. Bunun yanında sizin de düzenli olarak kan şekeri seviyenizi ölçtürmenizi isteyebilir. Bu testler doktorunuza beslenmenizin ve egzersizin kan şekeri seviyesini istenilen seviyede tutup tutmadığı konusunda bilgi verecektir. Eğer değerler istenilen düzeylerde değilse doktorunuz sizden kan şekeri seviyenizi düşürmek için insülin kullanmanızı isteyebilir. Doktorunuz bu konuda sizden bir uzmanla görüşmenizi isteyebilir.

    Bebeğim Doğduktan Sonra Kan Şekeri Değerlerim Düzene Girer mi?
    Bebeğiniz doğduktan sonra hastanede bulunduğunuz zaman içerisinde kan şekeri düzeylerine baktırmanıza gerek yoktur. Hamilelik şekerinin kontrolü loğusalık döneminde, doğumdan 6–8 hafta sonra yapılmalıdır. Hamilelik döneminde gebeliğe bağlı şeker yükselmesi yaşayan anne adaylarının yaşamları boyunca diğer annelere göre şeker hastalığına yakalanma riskinin biraz daha yüksek olduğunu biliyoruz.

    Bu yüzden sağlıklı ve dengeli beslenmeye devam edip, düzenli egzersizlerinizi yapmak ve doktorunuzun önerdiği peryodları da şeker kontrolünüzü yapmanız sizin için çok önemlidir.

     

    Diyabetli hamileler nasıl beslenmeli?

    Gebelik şekerinde de normal diyabetteki gibi en önemli besin öğesi karbonhidratlı (şekerli) besinler. Karbonhidratlı besinler kan şekerini yükseltir diye diyetten çıkartılmaz. Yapılan çalışmalar da göstermiş ki; gebelikte yeterli protein ve yağ alınsa dahi eksik karbonhidrat bebeğin beyin gelişimi üzerinde olumsuz etkiler oluşturur.

    • Karbonhidratlarda önemli nokta; ne kadar karbonhidrat gerektiğinin iyi hesaplanması ve kişinin ihtiyaç duyduğu karbonhidratı günün hangi saatlerinde, ne kadar ve hangi besinlerle karşılayabileceğini öğrenmesidir. Kan şekerini hızlı yükselten basit şekerler yerine lif miktarı yüksek, kan şekerini daha yavaş yükselten, sağlığı geliştirmede daha etkin kompleks karbonhidratları seçmek faydalı olur.
    • Kompleks karbonhidratlar; tam tahıl taneleri, kepekli pirinç, makarna, bulgur, tam buğday ekmekleri, çavdar, yulaf ve benzerleridir. Basit şekerler ise; çay şekeri, reçel, bal ve marmelat gibi gıdalardır. Diyet programında karbonhidrat kaynaklarını öncelikli olarak ekmek ve ekmek yerine geçenler ile meyve grubu besinler oluşturur. Bu besinler diyette kesinlikle bulundurulmalı. Ancak yenilecek miktar ve zamanlama çok iyi belirlenmeli.
    • Sıkıntı her zaman kan şekerinin yükselmesi olmaz. Kan şekerinin düşmesi de yaşanır ve çok tehlikelidir. Bu nedenle doktorun ve beslenme uzmanının istediği periyotlarda kan şekeri kontrolü yapmak / yaptırmak, besin tüketim kaydı tutmak ve bu kayıtlar eşliğinde beslenme programını yenilemek gerekir. Annenin aldığı kilo, kan şekeri değerleri, yiyebildiği ve yiyemediği besinler göz önüne alınarak diyetisyen kontrolünde beslenme programı yenilenmelidir.
    • Öğün atlamayın. Kan şekerinin düşmesi oldukça sıkıntılı bir durumdur. Bunu önlemenin en güzel yolu sık aralıklarla beslenmektir. Kan şekerlerinin istenilen düzeylerde tutulabilmesi için öğün sayı ve miktarları önemlidir. Ara öğünler, öğünden 2,5 – 3 saat sonra kompleks karbonhidrat içerikli olmalıdır.
    • Kan şekerini düzenlemede yardımcı besinlerin başında posa gelir. Posa, birlikte yenilen karbonhidratın kan şekerine olan etkisini azaltır. Kan şekerinin yükselme hızını yavaşlatır. Bu nedenle de tüm öğünlerinizde kalori değeri çok az olan ama vitamin, mineral ve posadan zengin olan kaynakları, yani sebzeleri mutlaka sofranızda bulundurun. Bununla birlikte diğer karbonhidrat kaynaklarında da posadan zengin olanları tercih etmelisiniz. Yani tam buğday ekmeği, çavdar, bulgur, meyveler gibi.

     

     

    İlgili Konular ;
    Gebelik şekeri çıkanlar varmı?
    Hamilelik şekeri ve diyet
    Gebelik şekeri olanlar

  • Kadınlarda Kansızlık (Anemi)

    Kadınlarda Kansızlık (Anemi)

    Kansızlık, adet düzensizliğine, gebe kalmada riske, kalp damar hastalıklarında artışa, kadının yaşam süresinin kısalmasına, yorgunluk, tırnaklarda beyazlık, sağlıklı insanlarda alt göz kapağı aşağıya çekildiğindeki kırmızı görüntünün beyaza yakın olması, cilt renginin kara sarı durması, nefes almada sıkıntı çekilmesi ile belirti veriyor.

    Türkiye’de kadınların yarısından fazlası kansızlık (anemi) problemi yaşıyor. Türkiye Aile Planlaması Derneği Başkanı Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu, kadınların yaşamları boyunca ciddi oranlarda kan kaybettiklerini belirterek, kansızlığın, adet düzensizliğine, gebe kalmada riske, kalp damar hastalıklarında artışa, kadının yaşam süresinin kısalmasına, iş ve yaşam performansında azalmaya neden olabileceğini kaydetti. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda çok çalıştığını ifade eden Şatıroğlu, bakanlığın, geçtiğimiz 3 yıl boyunca ücretsiz demir hapı dağıttığını söyledi.

    ERKEN YAŞLANMA RİSKİ

    Şatıroğlu, kansızlık çeken kadınların dokularının yeterince beslenemediğini ve erken yaşlanma riski taşıdıklarını ifade ederek, “Kansızlık çabuk yorgunluk, tırnaklarda beyazlık, sağlıklı insanlarda alt göz kapağı aşağıya çekildiğindeki kırmızı görüntünün beyaza yakın olması, cilt renginin kara sarı durması, nefes almada sıkıntı çekilmesi ile belirti verir” diye konuştu.

    BEBEĞİ DE ETKİLİYOR

    Prof. Dr. Şatıroğlu, kansızlık sorunu yaşayan gebelerin, bebeğiyle paylaşacak kan miktarının da az olacağını belirterek, annedeki anemi nedeniyle bebeklerde de düşük doğum ağırlıklı doğma, gelişimleriyle ilgi sıkıntı ve sakat olma ihtimali bulunduğunu söyledi. Kansızlık problemi olan kadının, gebe kalma ihtimalinin azaldığına, istediği zaman çocuk sahibi olma şansının düştüğüne işaret eden Şatıroğlu, aneminin, gebe olan kadınlarda düşük ve erken doğum ihtimalini artırdığını kaydetti.

    ISPANAĞIN SUYUNU ATMAYIN

    Doğru beslenme yöntemi ile kan yapımının artacağını belirten Şatıroğlu, önerilerde bulundu: Ispanak yemeği yapılırken acı suyu çıksın diye haşlandıktan sonra sıkılıp, suyu atılmamalı. Böyle yapıldığında sebzenin suyunda kalan tüm demir kullanılamadan atılmış oluyor. Demirden zengin makarna da az suda haşlanmalı, soğuk sudan geçirilmeden haşlandığı su ile tüketilmeli.

    BEYAZ EKMEĞE DİKKAT

    Diyet programlarındaki gibi her şey haşlama ile yenmemeli. Beyaz ekmek çok tercih edilmemeli. Bunun yerine tam tahıllı köy ekmeği ya da yufka tüketilmeli. Çay ve kahve ya yemek yedikten 1-2 saat sonra tüketilmeli ya da yemekten önce içilmeli. Konsantre meyve suları yerine taze sıkılmış meyve suları içilmeli. Yemeklerin tadına bakılmadan tuz dökülmemeli. Keçiboynuzu, üzüm ya da dut pekmezinden, sabahları bir kahve fincanı dolusu içilmeli.

    DOKTORA BAŞVURUN

    Kadınların, özellikle adet dönemlerindeki kanamalarının şiddetine ve süresine dikkat etmeleri gerektiğini belirten Şatıroğlu, adet kanamalarının çokluğunun sağlıklı olmanın göstergesi olduğu yönündeki inanışların tamamen yanlış olduğunu söyledi. Şatıroğlu, 3-4 günden fazla devam eden şiddetli adet kanaması durumunda, kadın doğum uzmanına gidilmesi gerektiğini belirterek, “Bu kadının sağlığını tehdit eden bir durum. Bu durumda kadın, yediği içtiği her şeyi gereksiz yere dışarı atıyor demektir” dedi. Şatıroğlu, kandaki hemoglobin oranının ortalama 14 olması gerektiğini, hemoglobin değerinin 6’ya düştüğü zamanlarda ayaklarda ve yüzde ödem görülebileceğini, uyku bozuklukları ve yorgunluk şikayetleri ile karşılaşılabilineceğini de sözlerine ekledi.

  • Bronzlaşma bağımlılığı: Tanoreksiya

    Bronzlaşma bağımlılığı: Tanoreksiya

    Bronzlaşma tutkusu kanser riskini beraberinde getiriyor. Uzmanlar sağlıklı bronzlaşma diye bir kavram olmadığına işaret ediyorlar. İşte güneşlenmenin püf noktaları…

    Yaz mevsimiyle daha görünür hale gelen bronz tenli olma isteğini uzmanlar riskli bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Bu isteğin bağımlılığa dönüşmesi ise tıpta tanoreksiya olarak tanımlanıyor.
    Uzmanlar, bu kişilerin kendilerini soluk ve renksiz saydıkları için kışın solaryumda yazın güneş altında bronzlaşma çabası içine girdiklerini ve yeterince bronzlaşmış hissetmedikleri zaman sinirli olduklarını belirtiyorlar.
    Peki bronslaşmanın boyutu nedir? Ne kadarı karar ne kadarı zarar sayılmalıdır?
    Bu konuyu Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Gökhan Okan anlattı:

    KANSERE ZEMİN HAZIRLAR

    Bronzlaşmayı tutkuya dönüştürenler tanoreksik, yani bronzluk bağımlısı heline gelmiş sayılırlar.
    Tanoreksiya özellikle gençlerde görülüyor. Hemen belirtelim ki, sağlıklı bronzluk diye bir durum söz konusu olamaz! Özellikle genç yaşlarda alınan yoğun güneş ışınlarının gelecekte cilt kanserine zemin hazırlayacağını sakın unutmayın
    Yaz-kış demeden sürekli bronz bir tene sahip olmak için solaryumdan çıkmayanları ve saatlerce güneşin altında yatanlar şunları unutmamalı:

    • Bronzlaşma; doğal ya da suni kaynaklarla yoğun UV ışınlarına maruz kalınması sonrası deri renginin koyulaşmasıdır. Bronzlaşma sonrası, deri renginde koyulaşma yanında çiller, lekeler, benler, kılcal damar genişlemeleri ve cilt kanserlerine zemin hazırlama gibi istenmeyen etkiler de oluşmaktadır.
    • İnsanların bronzlaşmaya olan merakı, bazı durumlarda bağımlılık oluşturmakta ve bu durum tıp literatüründe ‘tanoreksiya’ diye adlandırılmaktadır. Tanoreksik kişiler kendilerini soluk, renksiz olarak algılamaktadır ve bunu telafi etmek amacıyla da çok sık suni kaynaklarla bronzlaşma yoluna başvurmaktadır. Bu durum bağımlılık hali kazanmakta, kişi kendini bronz görmediği zaman sinirlilik ve ruh halinde bozukluk olmaktadır.

    MUTLAKA TEDAVİ EDİLMELİ

    • Tanoreksiya daha çok ergenlik yaşlarında görülmektedir. Genellikle zayıf ve sigara bağımlısı olan kişilerde daha sık rastlanır. Tanoreksik kişilerin yoğun UV maruziyetinden dolayı cilt kanseri riskleri fazladır. Tanoreksiklerin dermatoloji ve psikiyatri hekimleri ile ortak takip edilmeleri gerekir. Vücutlarındaki riski benler dermatologlar tarafından tespit edilip, gerektiğinde uzaklaştırılmalı, ayrıca kişi psikolojik destek almalıdır.
    • Tanoreksiya tedavi edilmediği durumlarda, özellikle ilerlemiş vakalarda, kişi solaryuma girmediği ve kendini bronz görmediği zaman mide bulantısı ve kusma gibi sorunlar da ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle bronzlaşma bağımlılığı, bu ciddi sorunlarla sonuçlanmadan mutlaka tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır.
    • Melanosit dediğimiz hücreler, cildimize renk veren melanin maddesinin salgılanmasından sorumludur. Melanin maddesinin görevi, cildimizi güneşin zararlı etkisinden korumaktır. Çok yoğun güneşe maruz kalındığında, vücut buna koruyucu tepki olarak melanin üretimini hızlandırır. Bu da bronzlaşmanın sebebidir. Açık tenli kişilerde yoğun güneşe maruz kalınması sonrası ciltte kızarıklık sık görülmekte, bronzlaşma son derece nadir olmaktadır. Koyu ten yapısına sahip kişiler ise güneşte kızarmayıp, bronzlaşırlar.

    SOLARYUMUN ZARARLI ETKİSİ

    • Deri renginin koyulaşması, hücrelerde mevcut olan melaninin salınımının artışı ya da yeni melanin salgılanması ile gerçekleşir. Bronzlaşma aniden olabileceği gibi geç de başlayabilir. Erken bronzlaşma, koyu tenli kişilerde daha belirgindir; UVA ışınına cevap olarak hızla oluşur ve kısa sürede söner.
    • Geç bronzlaşma UVB ve UVA ışınlarına temastan 48-72 saat sonra başlar. Yeni pigment oluşumu başlar; pigmentasyon kalıcıdır, haftalarca sürer, kalıcı ve derin bir bronzluğa olur.

    CİLT KANSERİ ŞAKA DEĞİL!

    • Solaryum cihazı suni kaynaklarla cildin bronzlaşmasını sağlar. UVA ışınları ile bu etkiyi yaratır. Güneş ışınlarının neden olduğu tüm olumsuz etkiler solaryum için de geçerlidir.
    • UVA ve UVB ışınlarının cilde bronzluk kazandırma yanında çok sayıda olumsuz etkileri bulunmaktadır. UVA ışınları, cilt kanserlerinde en tehlikelisi olan malign melanom oluşmasında önemli bir etmendir. UVB ışınları erken deri yaşlanması, cilt kanseri ve benlerde değişikliğe neden olma gibi ciddi riskleri vardır.

    SAĞLIKLI BRONZLUK YOKTUR!

    • Bronzluk, tavsiye edilecek bir durum değildir. Sağlıklı bronzluk diye bir kavram söz konusu değildir. Bronz görüntü isteyen kişiler otobronz ürün kullanmalıdır. Özellikle ergenlik çağındaki gençlere güneşin uzun dönemdeki yan etkileri hakkında bilgi verilmelidir.
    • Bronzlaşmak isteyen kişiler için en iyi alternatif otobronz ürünlerdir. Otobronz ürünler; krem, losyon, sprey ve jel şeklinde olup güvenilirdirler. Yan etkileri yok denecek kadar azdır. Ultraviole ışını olmaksızın cilde bronz görünüm kazandırırlar. İçeriklerindeki güneş koruyucuların faktörleri düşük olduğundan, otobronz ürünlerin üzerine ayrıca güneş koruyucu sürülmesi unutulmamalıdır.

    BİLİNÇSİZ GÜNEŞLENMENİN FATURASI

    • GÜNEŞ YANIKLARI: Kısa sürede yoğun güneşe maruz kalma sonrasında gerçekleşir. Kızarıklık, su toplaması, ateş yüksekliği, titreme, bulantı ve kusma görülür.
    • BRONZLAŞMA: Uzun dönemde yoğun güneşe maruz kalma sonrasında gelişir. Vücudun verdiği bir savunma mekanizmasıdır. Cilt renk hücreleri, korunma amacıyla renk üretir.
    • ERKEN YAŞLANMA: Uzun süreli güneşe maruziyet ciltte derin çizgileşme, damarlarda genişleme, kahverengi lekelenme şeklinde görüntüye neden olur. Damarların genişlemesine, pigment hücrelerinin düzensiz çalışmasına, kollajen üretiminde azalmaya neden olur.
    • CİLT KANSERLERİ: Güneşin vücudumuza vermiş olduğu zararların en tehlikelisidir. Tüm dünyada sıklığı giderek artmaktadır.
    • KATARAKT: Güneş ışınları katarakt oluşumuna zemin hazırlamaktadır.
    • ALERJİK REAKSİYONLAR: UV ışınları bazı kişilerde kaşıntı, kızarıklık, sulantı ile kendini belli eden alerjik reaksiyonlara neden olur. Ayrıca kullanılan kozmetikler, parfümler ve bazı ilaçlarda güneşe karşı hassasiyet yaratabilir.
    • BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ BASKILAR: Deride bulunan bağışıklık sistemi hücreleri UV maruz kalma sonrasında baskılanır. Herpes (uçuk) virüsü gibi enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkışını kolaylaştırır. Lupus, porfiri gibi bazı rahatsızlıklar güneş ışınlarının etkisiyle aktifleşir.

    GÜNEŞE KARŞI NE YAPMALI?

    • UYGUN ZAMANI SEÇİN:
     Güneş ışınlarının en yoğun olduğu saatler olan 10:00-16:00 arasında dışarıda mümkün olduğunca bulunulmamalı.
    • GÖLGEDE DURUN: Dışarıda zaman geçirileceği zaman mümkün olduğunca gölgede kalınmalı.
    • GİYSİNİZ DE SPF’Lİ OLSUN: Koruyucu ve açık renkli giysiler giyilmeli, güneşten koruyucu gözlükler ve şapka takılmalı.
    • DOĞRU KREM SEÇİN: Mutlaka güneş koruyucu kullanımına önem verilmeli.
    • KULAĞINIZA BİLE SÜRÜN: Güneş koruyucular dışarı çıkılmadan 20 dakika önce sürülmeli. Her tarafa eşit uygulanmalı ve arada boşluk bırakılmamalı. Burun, kulaklar, yanaklar, ayak tabanları, sırt, eller ve kolların yan yüzlerine eşit oranda sürülmeli.
    • BEBEKLERE ŞAPKA: Bebekler altı aylıktan küçükse güneş koruyucu kullanımından çok şapka takma, gölgede kalma gibi koruyucu önlemler alınmalı.

    • YEŞİL ÇAY İÇİN: Güneşten kaynaklanan zararlı etkilerden korunmak amacıyla harici ya da sistemik antioksidan kullanımı faydalı olabilir. Vitamin C, E, selenyum, çinko, yeşil çay, silimarin ve soya isoflovanları etkili başlıca antioksidanlardır.

  • Çölyak hastalığının tek tedavisi diyet

    Çölyak hastalığının tek tedavisi diyet

    Hastaların hayatından glutenli ürünler çıkartıldığında iki hafta içerisinde bağırsaklarda iyileşme görülmeye başlar. Ancak bu durum tüm çölyak hastalarında bu kadar hızlı olamayabilir. Bu hastalarda iyileşme diyete rağmen 1 yıla kadar uzayabilir. Ayrıca diyetin yanı sıra kansızlık veya vitamin eksikliği saptanan hastalara demir ve vitamin takviyeleri de birkaç ay yapılabilir. Çölyak hastası olanların mutlaka glutensiz ürünlerin tercih etmeleri gerekir. Çölyaklı çocukların da mutlaka anneleri ve öğretmenlerinin glutensiz hayatı öğrenmeleri ve bu durumu çocuğa aktarmaları gerekir.

    Önümüzdeki Yıllarda İlaçla Tedavi Edilebilecek
    Çölyak hastalığının tedavisi için araştırma aşamasında olan bazı ilaçlar var. Önümüzdeki dönemde bu ilaçların etkinliği kanıtlandığı ve kullanılmaya başlandığı takdirde tedavi çok daha kolay hale gelebilecek. Hastalar bu ilaçları aldıklarında glutenli ürünleri yiyebilecek. Çünkü ilaç gluteni zararsız hale getirecek.

    Çölyak Hastaları Ne Yiyebilir?
    Mısır, mısır ununda yapılmış mısır ekmeği (karma unlarla da mısır ekmeği satıldığı unutulmamalı.)Beyaz peynirHer türlü sebze ve meyveYağ, bal, reçelPirinç pilavıPatates, soya fasulyesiHer türlü bakliyat ve bakliyat unları (bezelye unu gibi)Ev yoğurdu (hazır yoğurtlarda gluten olabilir, etiketleri iyi okunmalı.)Marketlerde satılan glutensiz gıdalar (sakız, çikolata, sirke, mayonez, ketçap, dondurma, şeker gibi çok tüketilen ürünlerde gluten olabilir, içerik etiketlerine dikkatlice bakılmalı)

    Çölyak Hastalığının Neden Olduğu veya Birlikte Görülebildiği Rahatsızlıklar
    Tiroid ve Diyabet: Çölyak, bağışıklık sisteminin glutenli gıdalara verdiği aşırı tepki sonucu ortaya çıkar. Bu nedenle de bazı bağışıklık sistemi hastalıklarını da beraberinde getirebilir. Örneğin çölyak hastası olan birinde aynı zamanda tiroid ve diyabet gibi rahatsızlıklar da görülebilir.

    Lenfoma: Çölyak teşhisi zamanında koyulmayıp zaman geçtiği takdirde ise bağışıklık sisteminin aşırı çalışması ve antikorların hızlı bir şekilde üremesi nedeniyle lenfoma (özellikle de bağırsak lenfoması) oluşabilir.

    Siroz: Nadir de olsa çölyak hastalarında siroz gelişebilir. Karaciğerin aşırı yorulması sonucu siroza neden olabilir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki kısa bir süre önceye kadar sebebi yok diye düşünülen birçok siroz vakasının altında çölyak yer alır.

    Dermatitis Herpetiformis : Bu cilt hastalığı olanların çoğunda çölyak hastalığı da bulunur. Çölyak hastalarının ise yüzde 2-3’nde de bu sorun görülür. Bu cilt hastalığında, dizler, dirsekler, saçlı deri ve koltuk altları bölgelerinde yoğunlaşmış, genelde simetrik yerleşimler gösteren kaşıntılı, ciltte pütürlenme yapan, içi su dolu lezyonlar oluşur. Kronik bir hastalık olduğu bilinir.

    Çölyak ayrıca kan problemlerine, sebepsiz düşüklere ve damar tıkanıklıklarına da neden olabilir. Tanısı konulamayan her hastalığın altında çölyak yatabilir. Çünkü çölyak her hastalığı taklit edebilir.

  • İdrar Kaçırmaya 15 Dakika’da Son

    İdrar Kaçırmaya 15 Dakika’da Son

    Kadınların sosyal ve psikolojik sorunlar yaşamasına sebep olan idrar kaçırma problemi cerrahi yöntemle 15 dakikada sona eriyor.

    İdrar Kaçırma Niçin Önemlidir?

    Hayati tehlike içeren bir sorun olmamakla birlikte yaşam kalitesini sosyal ve cinsel anlamda bozmaktadır. Sürekli ıslaklığa ve ped taşımaya bağlı olarak vajinada enfeksiyonlara sebebiyet verebilir Cinsel aktif yaştaki kadınların seksüel yaşamlarını da olumsuz yönde etkileyen bu sorunun tedavisi son derece önemlidir.

    Birçok hasta gurubu hala bu sorunu dile getirmekten çekinmektedir. Özellikle doğum yapan ve yaşlı hastalar bunun kadın hayatının kaçınılmaz bir sonu olduğunu düşünmektedir. Oysaki son yıllarda tanı ve tedavi yöntemlerindeki ilerlemelerle yaşamın hangi döneminde olursa olsun tedavisi mümkün olan bir sağlık sorunudur.

    İdrar Kaçırma Nedenleri Nelerdir?

    Gebelik ve doğum yapmış olmak.Gebelik sırasında görülen idrar kaçırma genellikle doğumdan kısa bir süre sonra düzelir. Vajinal yoldan doğum yapan özellikle iri bebek doğuran ve doğumun 2. evresi dediğimiz çıkım döneminin uzun sürdüğü hastalarda görülme sıklığı fazladır.İdrar kaçırmanın diğer nedenleri; Sigara kullanımı (Risk 2-3 kat artmaktadır. Sigara kullanımı antiöstrojenik etkisiyle kollajen sentezini azaltmakta, kronik obstrüktif akciğer hastalığına yol açıp öksürük sebebi ile idrar kaçırmayı arttırmaktadır.),Diyet (Çay, kahve, kola gibi diüretik( idrar söktürücü) etkisi fazla olan sıvıları çok tüketenlerde artar.),İlaçlar (Sedatifler, bazı kalp ve tansiyon ilaçları ile antidepresanların bir kısmı yan etki olarak idrar kaçırmayı arttırır.),Sistemik ve bazı nörolojik hastalıklar(Diyabet, multipl skleroz, parkinson ve omurilik yaralanmaları idrar kaçırma nedenlerindendir.),Obesite ve Kronik kabızlık (Karın içi basıncını arttıran aşırı kilo ve kabızlıktaki sürekli şiddetli ıkınmalar pelvis ( taban kaslarını) zayıflatır.) ve Menopoz (Menopozlu yıllarda azalan östrojen hormonundan dolayı doku yapısı gevşer.)

    İdrar Kaçırma Tipleri Nelerdir?

    Stres Üriner İnkontinans ( Stres Tipi idrar kaçırma )
    Öksürme, hapşırma, zıplama, ıkınma gibi karın içi basıncının arttığı durumlarda görülen idrar kaçırmadır. %30-40 oranında görülür. Mesane boynu ve idrar deliğinin (üretra) anatomik destek yapılarının zayıflaması sonucu oluşur. Bu şikayeti olan kadınların büyük bir çoğunluğunda aynı zamanda rahim ve idrar kesesinin taban kısmının da aşağıya, vajene doğru kısmen veya ileri derecede sarkması söz konusudur ve vajinadan dışarı çıkan, ele gelen şişlik ortaya çıkar
    Urge İnkontinans ( Sıkışma Tipi İdrar Kaçırma )
    Acil idrar yapma isteği ile birlikte veya bu hissin hemen sonrasında görülen idrar kaçırmadır. Hastaların büyük çoğunluğunda neden bilinmemektedir. Mesane gelen idrarla dolarken ani ve kontrolsüz kasılmalar olur. Kontrolsüz olan kasılmalar sonucu acil idrar yapma zorunluluğu görülür. Genellikle artmış gündüz idrar yapma sıklığı ve gece de 1 kereden daha fazla idrara kalkma şeklinde görülür. Görülme sıklığı %20-30 oranındadır.
    Mix İnkontinans ( Karma Tip İdrar Kaçırma )
    Yukarıda anlatılan 2 tipin bir arada olması durumudur. %25-35 oranında görülmektedir.
    Taşma İnkontinans ( Taşma Tipi İdrar Kaçırma )
    Mesanenin yetersiz boşalmasına sekonder olarak az miktarda olan idrar kaçırmadır.Diyabetik nöropati, omurilik yaralanması ve multipl skleroz da görülür.

    Tedavileri Nelerdir?

    KONSERVATİF TEDAVİ

    Diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri: Günlük sıvı alımının 1800-2400 ml arasında olması önerilir. Alkollü içecekler, süt ve süt ürünleri, kafeinli içecekler, çay, fazla baharatlı yiyecekler, suni tatlandırıcılar gibi besinlerin azaltılması önerilir. İdeal kiloyu korumak ve sigarayı bırakmak tüm idrar kaçırma tiplerinde etkisi olan yöntemlerdir.

    Mesane eğitimi: Haftalık artan süreler ile sadece belirli zamanlarda idrar yapmanın öğretildiği ve yaklaşık hasta uyumuna göre 6-8 hafta süren bir programdır.

    Pelvik taban kas egzersizleri (Kegel egzersizleri): Vajina ve makat etrafını saran kaslarınızı beraber kasarak idrar ve gaz çıkışını durduracakmış gibi kasmanız hedeflenir. Bu egzersizlerin sayısı ve süresi giderek arttırılır. Hastalara özel egzersiz kartları verilir.

    CERRAHİ TEDAVİ

    Ameliyat ile idrar kesesi ve idrar boynu arasındaki açı düzeltilerek istem dışı idrar kaçırma ortadan kaldırılmalıdır . Sarkmayı ve açı bozukluğunu düzeltmek için farklı ameliyat yöntemleri mevcuttur. İdrar borusunun altına açıyı düzeltmek amacı ile vucut için herhangi bir zararlı etkisi olmayan destekleyici bir bant gevşek olarak yerleştirilir. Bu bant idrar boynunun altını destekleyerek öksürmek veya hapşırmakla karın içi basıncı arttığında ortaya çıkan idrar kaçma durumunu engeller. TVT veya TOT kısaltmaları ile ifade edilen bu tip asıcı ameliyatlar ile idrar kaçırmada % 90’lar civarında başarılı bir düzelme sağlanır. Bu tip bir ameliyat uygulaması sonucunda hastalar sıklıkla aynı gün taburcu edilir.

    Merkezimizde idrar kaçırma ameliyatları sırasında zor doğumlardan kalan perine yırtıkları, vajinal genişlemeler ve deformasyonlarda aynı seansta basarıyla opere edilmektedir. İdrar kaçırma problemi olmayan ama bu tür sarkma şikayeti olan hastalarda yine cerrahi daraltma yöntemiyle tedavi edilmektedir.

    Son olarak uygulanan sling operasyonları için ne dersiniz?

    Bu yöntemi kullanmamızın sebepleri
    • En başarılı yöntem oluşu
    • Müdahale süresinin kısalığı (yaklaşık 10-15 dakika)
    • Hastalara aynı gün, yürüyerek eve dönebilme imkanı sunabilmesidir.

    İlgili Konular ;

    Doğum sonrası idrar kaçırma
    İdrar kaçırma ve tedavisi
    Doğum sonrası idrar kaçırma
    Jinekoloji

  • Lingual Tedavi : Görünmeyen diş telleri hayatı özgürleştiriyor

    Lingual Tedavi : Görünmeyen diş telleri hayatı özgürleştiriyor

    Diş sağlığı ve estetiği konusundaki uygulamalar gün geçtikçe gelişiyor. Artık hastalar tedaviye değil, tedaviler hastaya ayak uyduruyor. Çapraşık diş tedavisindeki “görünmeyen diş telleri tedavisi / Lingual Tedavi” kişilerin tedavi sırasında özgürce yaşamına devam etmesini sağlıyor.

    Bugüne kadar diş telleriyle yapılan tedavinin önemli bir handikapı vardı. O da bu tellerin görünmesi ve görünen bu tellerle uzunca bir dönem birlikte yaşanması.
    Özellikle iş dünyasında sürekli toplantılarda ya da göz önünde olan kişiler bu nedenden dolayı tedaviye yanaşmıyor ya da erteliyordu. Görünmeyen diş telleri ve braketler dişin ön kısmına değil arka kısmına uygulanıyor. Böylece estetik açıdan hiç bir sorun yaşanmıyor.

    Kelime anlamı olarak “Lingual” dişlerin dil tarafı anlamına gelmektedir. Lingual ortodontide adından da anlaşılacağı üzere, dişlere kuvvet uygulayan tellerin bağlandığı braketlerin dişlerin dudak tarafındaki ön yüzeyleri yerine, dil tarafındaki arka yüzeylerine yerleştirildiği tekniktir. Bu yaklaşım özellikle ortodontik tedavi görürken braketlerin görünmesini istemeyen estetik kaygılara sahip hastalar için idealdir. Hastalar düzgün dişler ve mükemmel bir gülüşe sahip olabilmek için ortodontistlere başvurmakta ancak çoğu zaman bu sonuca ulaşmalarını sağlayacak olan ortodontik aygıtları estetik kaygılarından dolayı taktırmak istememektedirler.

    Lingual

    1980’li yıllardan itibaren dişlerin dış yüzeylerinde metal braketler yerine diş rengine yakın seramik braketlerin kullanılması yetişkin hastalar arasında ortodontik tedaviye olan ilgiyi bir miktar arttırsa da, kullanılan tellerinin metalik görüntüsü ve braketlerin zaman içerisinde renk değişikliğine uğraması yetişkinler için diş telleri ile ilgili estetik kaygıları tam olarak ortadan kaldıramamıştır.

    Son 10 yıl içerisinde estetik ortodonti alanında meydana gelen teknolojik gelişmeler ortodontistlere hastalarına başkaları tarafından fark edilmeyecek ve konuşma zorluğu oluşturmayacak şekilde tasarlanmış tedavi yöntemleri sunma olanağı sağlamıştır. Artık günümüzde estetik sabit ortodontik tedavi denilince akla braket ve tellerinin dişlerin arka yüzeylerine yerleştirildiği görünmez diş telleri olarak bilinen lingual ortodontik tedavi gelmektedir.

    Başkaları tarafından fark edilmesi imkansız olan bu teknik sayesinde estetik kaygıları yüksek hasta grupları dış görünüşlerinden ödün vermeden dişlerindeki düzelmeyi daha tedavi başından itibaren adım adım izleyebilmekte, bir yandan düzgün dişlere sahip olurken diğer taraftan da tedavi sırasında özgürce gülümseyebilmekte ve hayatlarına devam edebilmektedir.

  • Dişlerinizin renginden, şeklinden ve boyutundan memnun musunuz ?

    Dişlerinizin renginden, şeklinden ve boyutundan memnun musunuz ?

    Dişlerinizin renginden, şeklinden ve boylarından memnun değil ve gülerken ağzınızı mı kapatıyorsunuz? Müjde, artık, dişlerinizin yapısına zarar vermeden, dişin üst yüzeyine yapıştırılabilen çok ince yaprak porselenler ile güzel dişlere sahip olabilirsiniz.

    Dişlerinizdeki antibiyotiğe bağlı renkleşmeleri beyazlatma ile gideremiyorsanız, dişleriniz yüzünüzün yapısına göre çok küçük veya büyük geliyorsa, şekilsiz sıralanmışsa, diş aralıklarınız çok fazla ve kötü görünüyorsa artık güvenle gülümsemeniz için porselen lamina uygulaması ile gülüşünüze güzellik katabilirsiniz.

    Lamina adı verdiğimiz ince porselenler şeklinde dişlere yapıştırılan malzeme, metal alt yapı içermemesi ve ışık geçirgenlik özelliği nedeni ile doğal dişlere en yakın tedavi şeklidir. Özellikle kamera karşısında, podyum, sahne ışığı gibi ışığın altında kötü yapılmış dişler kalın, ağızda büyük duran, yüz oranları ile uyumsuz gözükmektedir.Oysa,laminanın ışığı geçirmesi nedeni ile son derece ince, zarif, doğal rengi ile estetik görüntüsü çok daha etkileyici olmaktadır.

    Doç.Dr.Arzu Aykor
    Estetik Dişhekimi

  • Gülümsemeniz özgüveninizdir : Estetik Dişhekimi Doç. Dr. Arzu Aykor

    Gülümsemeniz özgüveninizdir : Estetik Dişhekimi Doç. Dr. Arzu Aykor

    Artık, kişiler kendi yüzlerine gidecek özel gülüş tasarımı yaptırıyorlar. Pırıl pırıl dişlerle hoşa giden bir gülümseme karşınızdakine pozitif, olumlu’bir imaj yaratırken, çirkin bir gülüş de olumsuz bir etki bırakabiliyor.

    Etkileyici ve güzel bir gülüşün sırrı, dişlerin hem birbirleriyle, hem de dişetiyle uyumudur.Dudaklar ise, bu uyumu çerçeveleyen unsurdur.

    Dişlerdeki renk bozuklukları, hijyenik görüntünüzü etkilerken, aşınmış dişler ise gülümsemenizin daha yaşlı görünmesine neden olabilir.

    Dişlerin arasındaki aralık ve çapraşıklıklar bireylerin estetiğini ve konuşmasını etkilerken dişlerin simetri bozukluğu yüzde dudağın orantısız görünmesine neden olur. Dişetlerinin az veya çok görünmesi, dudağın dişleri örtmesi veya kapanamaması da bu uyumu bozabilir.Bütün bu kötü görüntüler yaşam enerjinizi ve sosyal hayatınızı olumsuz yönde etkileyebilir.

    İşte kendinden emin, toplumda duruşu olan kişilere baktığınızda dişlerinin estetiğini ve yüzdeki orantısını görebilirsiniz.

    Hastalarımıza bu nedenle; yüzüne, dudak yapısına ve çenesine uygun, kişiye özel işlemler uygulamaktayız. Bu işlemlerin bir kısmı,çok zaman ayırmaksızın bir öğle molasında dahi yaptırılabileceğiniz işlemlerdir.

    Yüzünüzde yapılacak diğer işlemler ile Plastik cerrahi hekimi ile birlikte çalışarak dudak,elmacık kemikleri ve ağız çevresinde oluşan deformasyon ve çöküntüler dolgu, botox, yağ hücresi nakli gibi girişimsel işlemler ile doldurularak mükemmel gülüşler yaratılabilmektedir.

    Gülümsemeniz özgüveninizdir : Estetik Dişhekimi Doç. Dr. Arzu Aykor | 1