Etiket: sevgi

  • Çocuğunuza her gün söylemeniz gereken cümleler

    Çocuğunuza her gün söylemeniz gereken cümleler

    Çocuğumuza onu sevdiğimizi söylemenin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Ancak en az bunun kadar güçlü ve etkili başka cümleler de var.

    Çocuklarımıza sevgimizi sürekli hissettirmenizin ve söylemenizin gelişimlerinde ve yetişkin olmalarında ne kadar önemli rol oynadığını hepimiz biliyoruz. Sadece sevgi sözcüklerini kullanmadan da onları sevdiğimizi göstermenin birçok yolu var. Ona karşı davranışlarımız, tepkilerimiz ve aslında tüm söylediklerimiz sevginizi göstermenin bir yolu.

    Sizin için seçtiğimiz yedi cümle “Seni seviyorum”un yerini almakla kalmıyor aynı zamanda çocuklarınızı hayatın güçlüklerine karşı hazırlıyor ve onlar için bu güçlükleri yenmede yol gösterici rol üstleniyor.

    “Sana inanıyorum”

    Çocuğunuza sadece ona inandığınızı söyleyerek, hayatında büyük bir itici güç oluşturabilirsiniz. Zor bir durumda kaldığında, pes etmek üzereyken ya da başarısız olduğunu düşündüğünde; ona inandığınızı söylemeniz ayağa kalkıp yoluna devam etmesini sağlayacak. İhtiyacı olan tüm gücü ona vermeniz için bu küçük cümle yeterli.

    “Her küçük hatandan bir şeyler öğrenmelisin”

    Çocuğunuz bir şeyi döktüğünde, kırdığında, düşürdüğünde ona bu cümleyi söylemenizde fayda var. Her küçük hatasından bir şeyler öğrenebileceğini, bu hataları herkesin yaptığını ve önemli olanın aynı hatayı ikinci kez yapmamak olduğunu söylemeniz, çocuğunuza hem o an için hem de gelecek hayatında yardımcı olacak.

    “Asla vazgeçme!”

    Çocuğunuza bu cümleyi sık sık tekrarlamanız, siz yanında olmasanız bile, bir umutsuzluk anında ona gereken gücü sağlayacak.

    Ancak bu cümleyi söylerken zaman zaman ona hatırlatmanız gereken önemli bir nokta daha var. Vazgeçmemek, amaca ulaşmak için aynı yolu tekrar tekrar denemek değildir. Aynı yolda giderse, hep aynı yere çıkacağını ve yeni yollar aramanın vazgeçmek anlamına gelmediğini de çocuğunuza anlatmanız gerekiyor.

    “Herkes başlangıçta acemidir, aynı senin gibi!”

    Çocuğunuz kararlılığın, sabretmenin ve çaba göstermenin; mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu öğrensin istiyorsanız, bu cümleyi sık sık tekrarlamayı unutmayın.

    Bu cümleyle çocuğunuza başarısızlığın ya da hata yapmanın dünyanın sonu olmadığını, sadece bunların kalıcı olduğunu düşünmenin sorun yaratacağını öğretebilirsiniz. Çocuğunuz, işlerinde mükemmel olan insanların da eskiden acemi olduğunu bilmeli. Çocuğunuz mükemmelliğe ancak hatalarından yaptığı bir köprüden geçerek ulaşabileceğini bilirse, yoluna devam edecek gücü kendinde bulmakta zorlanmayacak.

    “Başarısızlık bir seçenek değil!”

    Sadece bu cümleyle çocuğunuza başarısızlığın bir seçenek olmadığını, seçeneklerinin öğrenmek, büyümek, vazgeçmek, kendini sevmek ve tekrar tekrar denemek olduğunu anlatmanız mümkün.

    Böylece çocuğunuz herhangi bir konuda amacına ulaşamadığında bunu bir başarısızlık olarak değil, ders çıkarılacak bir olay ya da yeniden denemek için bir şans olarak görebilir.

    “Yaşayarak öğreneceksin”

    Çocuğunuzun, hayatı boyunca birtakım zorluklarla mücadele edeceğini ve zaman zaman da bu zorluklar karşısında başarısızlığa uğrayacağını unutmamanız lazım.

    Tüm bu mücadeleleri ve başarısızlıkları sırasında onun yanında olmanız elbette çok önemli. Ancak ona mücadele etmeyi ve nasıl başarılı olacağını ancak yaşayarak öğrenebileceğini hatırlatmanız çok daha önemli.

    “Güvendesin ve seni seviyoruz”

    Çocuk yetiştirirken ona sevildiğini ve güvende olduğunu hissettirmek tüm hayatını etkileyecek bir öneme sahip. Tüm hayatı boyunca hatırlayacağı, en zorlu anlarında yardımına koşacak, özgüvenini artırıp, cesaret verecek bir cümle bu: Güvendesin ve seni seviyoruz.
    Eğer diğer cümleleri zaman zaman unutsanız bile, her gün çocuğunuza güvende olduğunu ve sevildiğini hatırlatmanızın onun tüm hayatı boyunca etkili olacağını bilmelisiniz.

  • Kadınlar Ne İster?

    Kadınlar Ne İster?

    Kadınlar Ne İster? bu soruyu çoğu erkek kendisine soruyordur, fakat cevabı çokta basit değil, her kadının ilişkiden beklentileri farklıdır, fakat hepsinin ortak talep ettiği şeylerde vardır, bu makalemizde bunlara yer vereceğiz.

    Her kadının hayali olgun, bencil olmayan, kendisinden çok partnerini düşünen, ve ömür boyu aynı yastığa baş koyacakları karşılıklı sevdiği biriyle yaşlanmaktır.
    Kadın bugünün de yarınında da ve gelecekte yanında olacak, içindeki hüznü alıp götürecek, yüzünde gülümseme sağlayacak bir eş ister.
    Kadınların sizi daha çok sevmesini, size daha çok bağlanmasını istiyorsanız, ilişkinize özenli davranmalısınız. Güzel bir ilişki yaşamak kolay değildir, karşılıklı özveri, fedakarlık ister. İşte Kadınlar Ne İster? sorusuna ilişki uzmanlarından cevaplar…

    Kadınlar Ne İster?

    kadınlar ne ister
    kadınlar ne ister

    Sözünüzü Tutun
    İnsan ilişkilerinde karşılıklı güven çok önemlidir, bu karı koca,
    partnerler arası ilişkide bir kat daha önem arz eder.
    Kadınlar güçlü bir omuz arar; sırtlarını güvenle, şefkatli bir erkeğe yaslamak isterler.
    Söz verildiğinde tutmak, dürüst olmak, kadına güven vermek bunlar bir ilişkinin olmazsa olmazlarındandır.
    Dürüstlük, günümüzde, bu kadar yalancı insanın arasında maalesef erdem olan bir huy olmuş.
    Evet erdemdir! Eğer bir toplum her alanda yozlaşmışsa, bütün değerleri erozyona uğramışsa; dürüstlük, saygı, sevgi,
    başkalarının hakkına riayet, hoşgörü gibi normal şartlarda insanda varolması gereken bütün davranış kalıpları erdem olabiliyor.
    Kadınlar sözünün eri, ayakları yere sağlam basan erkeklere hayranlardır.
    Bu nedenle kadınınız size sonsuza kadar bağlanmasını istiyorsanız, ona bu güveni verin.
    Verin ki kadınınız bilsin eşim güvenilir bir insandır, yalan söylemez, bana vaat ettiklerini de gerçekleştirir…

    kadınlar ne ister
    kadınlar ne ister

    Küçük şeyler, büyük mutluluklar…
    Mutluluk küçük ayrıntılarda gizlidir.
    Maddi durumunuz çok iyi olmayabilir, olması da şart değildir.
    Karınıza göstereceğiniz tatlı dil güleryüz, ona değer vermeniz,
    karınızın size duyduğu sevgiyi perçinleyecektir.
    Bu arada onun yatağına yemek götürmek gibi küçük jestlerde
    size olan sevgisini artıracak, aranızdaki bağı daha da güçlendirecektir.

    Kompliman Yapın
    İltifat edin, daha doğrusu içinizden gelenleri söyleyerek kadınınızı övün.
    Saçlarının, yüzünün, fiziğinin ne kadar güzel olduğunu, ona bakmaya doyamadığınızı bildirin.
    Bazı kadınlar bu övgüleri her ne kadar sık duysalar da,
    eşlerinden bu sözleri işitmek onları ayrı mest edecektir.

    Bunları demek içinizden gelmiyorsa zaten neden beğenmediğiniz bir kadını eş olarak seçtiniz ki!

    kadınlar ne ister
    kadınlar ne ister

    Sürpriz
    Hangi kadın güzel bir süprize hayır diyebilir ki?
    Beklenmedik güzel hediyeler, iyi yerlerde rezervasyonlar gibi jestler her kadını mutlu eder, size bağlar.
    Kadının işyerine gelen yurtdışı rezervasyon bileti, yastığının altına koyulan güzel bir kolye gibi maddi değeri olan şeyler kadınınızı mest edecektir.
    Yalnız bunda dikkat edilmesi gereken şey kadının hoşlanacağı bir şey olmalı yaptığınız süpriz, yoksa evdeki hesap çarşıya uymaz!

    kadınlar ne ister
    kadınlar ne ister

    Onu Dinleyin
    Kadınların en sinir olduğu şeylerden biri, erkeklerin kendileriyle konuşurken başka şeylerle meşgul olmasıdır.
    Eşiniz size bir şey anlattığında yüzüne bakın ve dikkatli bir şekilde onu dinleyin!
    Bunu yaparsanız kadın önemsendiğini hissedip, içini döker
    ve evliliğin baş düşmanlarından olan iletişim kopukluğu sorunu yaşamamış olursunuz.

    kadınlar ne ister
    kadınlar ne ister

    Ev işlerinde yardım
    Günümüzde çoğu kadın çalışıyor ve evden işe yorgun geliyor, çalışmasa bile evdeki işler çoluk çocuk telaşı onları yoruyor.
    Erkeklerinden ev işlerinde görecekleri küçük yardımlar bile onları mutlu görmenize yardımcı olacaktır.
    Hayat müşterek, ona değer verdiğinizi sorumlulukları paylaşarak gösterin!

    Seks Çok Mühim
    Sanılanın aksine yalnız erkekler değil, kadınlar da seksi, karşılıklı sevdiği , beraber aşk yaşadığı kişi tarafından kendisine dokunulmasını sever.
    Yatağa gelince erkeklerinin onları mutlu etmesini isterler.
    Bir çok kadın yatakta hala erkeğinden istekte bulunacak kadar cesur değil.
    Bu ateşi siz yakın! şayet eşiniz bu konuda çekimser ve utangaçsa cinsel hayatınız hakkında konuşun.
    Sizi ve onu baştan çıkaran şeyleri ortaya çıkarmaya çalışın.
    Unutmayın ki kadınla aranızdaki bağı güçlü tutan küçükde olsa dokunuşlardır, dokunulmayan kadın kalben ve bedenen sizden uzaklaşır.
    Acı ama gerçek olan bir durum var ki tensel yaklaşım biterse, sevgi de biter…

    Kadınlar ona kadınlığını hissettirecek bir erkek isterler! aslında en önemli madde de bu!…

    YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan yorum yazıları veya haberlerin tüm hakları Kadınlar Kulübü’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi hiçbiri özel izin alınmadan kullanılamaz. Bu haber veya yazılar sadece Kadınlar Kulübü tarafından sağlanan RSS verileri kullanılarak alıntılanabilir.

  • Sağlam bir ilişki için öneriler

    Sağlam bir ilişki için öneriler

    Konuşurken gözlerine bakmanız, onun yanındayken başka şeylerle uğraşmamanız ona değer verdiğinizi gösterir.

    İşte 7 önemli ilişki tüyosu…

    1- İletişim içinde olduğunuz erkeğin gözlerinin içine bakın böylece daha samimi ve daha dürüst bir sohbet sağlayacaksınız. Ayrıca bir kişinin bakışları size her şeyi anlatır. Örneğin; eğer sol üst tarafa bakıyorsa bir şeyler hatırlamaya çalışıyor, sağ alt köşe ise geçmişi düşündüğünü yansıtır. Eğer sizinle konuşurken gözlerini açarak yada kaçırarak konuşuyorsa bu karşımızdaki kişinin yalan söylediği anlamını taşır. Gözlerini sürekli etrafta gezdiriyorsa sıkılmış ve artık sizi dinlemiyor demektir.

    2- Size soru sorduğunda cevap verin ve siz de ona bir soru yöneltin. Sizin sorduğunuz soruya düşünmeden yanıt veriyorsa karşınızdaki insan dürüst. Lakin düşünüyorsa sakladığı bir şeyler olduğunu bilin. Tabi bu sorduğunuz soruya görede değişir eğer geçmiş zamandan veya ikilemde kalabileceği bir soru sorduysanız düşünmesi gayet normal. Önemli olan cevap verirken gözlerinize direkt bakabilmesi ve tereddüt etmemesidir.

    3- Hoşlandığınız kişi yanınızdayken başka şeylerle ya da başka insanlarla ilgilenmeyin. Eğer ona uzak davranıp başkalarıyla ilgilenirseniz, ondan hoşlanmadığınız izlenimine kapılabilir. Aynı durum sizin içinde geçerli, kalabalık bir ortamda size olan tavırları size karşı hislerinin bir belirtisidir.

    4- Kendinizi çok öne çıkartmak istemiyor olabilirsiniz ancak sürekli ilk mesajı veya arayı ondan beklememelisiniz. Çünkü aynı şekilde o da kendisini ortaya atmak istemiyor olabilir. Önemli olan ortayı bulmak olacaktır. Ne sürekli siz iletişime geçmeye çalışın ne de ondan bekleyin…

    5- Onu dışarıya sinemaya, yemeğe ya da bir cafeye davet edin. Hesap geldiğinde ise ona ”yardımcı olabilir miyim” diye sorun. Bu şekilde sizinde bir birey olduğunuzu çok daha iyi fark ederek size daha fazla saygı duyacaktır.

    6- En baştan fazla samimi olmaktan kaçının, o yanınızdayken argo kelimelerden ve aşırı rahat davranışlardan kaçının ve onunda yapmasına izin vermeyin. Böylelikle ilişkiye başladığınızda hala birbiriniz hakkında bilmediğiniz ve sizi heyecanlandıracak durumlara yer ayırmış olacaksınız.

    7- Bir ilişkiye başlamadan önceki konuşma dönemi düzgün bir ilişki için oldukça önemli bir dönemdir. Sağlam bir temel atmaya bu dönemde başlarsınız. Ciddi konuları ve rahatsızlıklarınızı dile getirmekten çekinmeyin. Ancak bu sürekli şikayet etmek anlamına gelmiyor. İlişkiye başlamadan önce bitmesini istemiyorsanız, gereksiz tartışmalardan ve şikayet etmelerden uzak durun.

  • Önce annene, sonra dünyaya güven

    Önce annene, sonra dünyaya güven

    Dünyaya gözlerinizi açtığınız andan itibaren annenizle aranızda kurulan güven bağı ne kadar güçlüyse hayat boyu yaşadığınız ilişkilerde de güvenli, mutlu ve istikrarlı bir birey oluyorsunuz.

    Bebeklikten itibaren duyduğumuz en temel ihtiyaçlardan biri de güven… Yaş ilerledikçe hayatın içinde özellikle de aşkta güven yine çok önemli bir yere oturuyor. Ve söz konusu güvenmek olunca bağlanma teorilerine göz atmak gerekiyor. Bir bebeğin annesine güvenip güvenmemesi üzerinde kurduğu ilişki biçimi ilerleyen yıllarda dünyadaki diğer insanlarla kurduğu ilişki biçimlerine yansıyor. Artık bir yetişkin olan o bebek, annesiyle (ya da bakım veren kişiyle) kurduğu ilişkinin aynısını karşısındaki kişiyle de kuruyor. Karşıdaki kişinin de bebeklikten getirdiği bir bağlanma tarzı olduğu düşünülürse karşılıklı güven duymanın hayli karmaşık bir mesele olduğunu anlamak zor değil. Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden görüşlerine başvurduğumuz Uzman Klinik Psikolog Asena Yurtsever güven ilişkisini daha anlaşılır olması açısından kumarhanelerdeki kollu makineler üzerinden anlatıyor: “Makineye jetonu atıyorsunuz, kolu çekiyorsunuz ve ödülü alıyorsunuz. Bir daha atıyorsunuz, yine geliyor. Bir daha, bir daha deniyorsunuz ve ödül hep geliyor. Bir de şöyle düşünün; ilk atışınızda ödül geliyor, ikinci kez atıyorsunuz ve bu sefer bir şey gelmiyor. Üçüncü denemede ödül yine geliyor ama sonraki beş denemede gelmiyor. İlk örnekte güvenli bir bağlanma varken ikincisinde saplantılı/kaygılı bağlanmadan söz edebiliriz. İlk örnekteki çocuk kendine güvenen, kendini seven, ilişkilerinde rahat, partneri ile uyumlu, bağımsız biri oluyor. İkinci örnekteki çocuk ise yetişkinlikte ilişkilerinde karşısındakinin onayına çok ihtiyaç duyan, çok yakınlık bekleyen ama yine de bir tarafıyla karşısındakine güvenmeyen biri… Kaçıngan bağlanmada ihtiyaçlarımız anne tarafından bazen doyuruluyor, bazen doyurulmuyor. İlişkilerde yakınlık arttıkça güvenmek daha da hassas bir konu haline geliyor ve en ufak hayal kırıklığında ilişkiyi kesmek gerekir diye düşünülüyor. Bu bağlanmada isteklerimiz sıklıkla görülmemiş ve doyurulmamış olduğu için ilişkilerimizde reddedilme korkusunu yoğun yaşıyoruz, partnerimizin uzaklaşması büyük bir korkumuz oluyor.” Birçok bağlanma çeşidi olmakla birlikte işin özünün gerçekten her seferinde güveneceğimiz bir insan aramamız olduğunu belirten Psk. Asena Yurtsever, “Tabii bu biraz da ideali aramak oluyor çünkü kimi zaman güvenimizi zedeleyen davranışlarla karşılaşıyoruz, aynı şekilde biz de birilerinin güvenini kırabiliyoruz. Karşımızdaki insanı çok seviyor olsak da bunu yapabiliyoruz. Mesela çok değer verdiğiniz bir arkadaşınızın desteğe ihtiyacı varken kendi hayatınızdaki başka sorunlar nedeniyle ona destek olamayabiliyorsunuz. Buna üzülüyorsunuz belki sonrasında telafi etmeye çalışıyorsunuz. Sonuçta hayat kimi zaman doyurduğumuz, kimi zaman doyuramadığımız ilişkilerle dolu” diyor.

    Hemen güvenenler

    Herkese güvenip sonra hayal kırıklığı yaşayanlardan mısınız? Bu durumda hayatının başlangıcından itibaren hep güvendiği, hiç zarar görmediği ilişkiler deneyimlediği için herkesle kurduğu ilişkinin de böyle olacağını zannedenlerden olabilirsiniz. Bu tabii ki annesi ile güvenli bağ kuranların ileride hep zarar göreceği anlamına gelmiyor. Psk. Yurtsever, “Güvenli bağlanmayı deneyimleyen çocuklar herkesin güvenilir olduğunu düşünebilir. Ancak yıllarla yavaş yavaş törpülenir ve kendilerini korumayı da öğrenirler. Her güven zedelenmesinde diğer ilişkilerinde varolan sıcaklık ya da güvenle yaralarını kapamaya çalışırlar ve kalp kırıklıklarının üstesinden kolayca gelirler” diyor.

    Hiç güvenmeyenler

    Bir de kimseye bir türlü güven duyamayanlar var. İlişkileri sürdürürken olmazsa olmazımız olan güven bazen içsel meseleler yani kendi bebekliğimizden getirdiğimiz bağlanma şekli nedeniyle, bazen de karşımızdaki kişiye bağlı olarak kırılabiliyor. Bazı ilişkilerde bir taraf diğeri için “Ne yaparsam yapayım o duvarı geçemiyorum, bana güvenmiyor” dediğinde bunun o kişinin içsel dünyası ile ilgili olduğunu düşünmek mümkün. Böyle kişiler ilişkide bir ayaklarını hep dışarıda tutmayı gerektiren bir pozisyonda oluyor. Psk. Asena Yurtsever, “Güvenemeyen insan için bu çok zor ve acı verici bir durum, yaşamayan insanın anlayacağı bir şey değil. Onların da elinde olsa başka bir şey yapmayı denerler. Boğulmamak için, var olabilmek için daha uzakta durmak zorunda kalan insanlar, yeni insanlarla karşılaştıklarında genellikle bir ayakları dışarıda duruyor” diyor.

    Hoşgörü de gerekiyor

    Sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisinde güveni destekleyen başka unsurlar da var. Bunlardan birinin tolere edebilme gücü olduğunu belirten Psk. Asena Yurtsever, “Örneğin güven ilişkisinden olan bir çiftten biri bazen diğerine yeteri kadar destek olamıyor. Bu durumda kırılan kişinin diğerini affedip etmeyeceği, biraz esneklik gösterirse zarar görüp görmeyeceği ya da bu yaşananın karşı taraf ile ilgili bir ipucu olup olmadığı gibi faktörler ortaya çıkıyor. Bir ilişkide yaşanan sorun ‘aldatma’ ise bunlar çok büyük sorular olurken, eğer konu ‘hastayken bana çorba yapmadı’ ise başka sorular akla geliyor. Örneğin ‘bugün çorba yapmıyorsa yarın daha zor bir durumda bana destek olabilecek mi’ sorusu gibi… Dolayısıyla yaşanan olayın güveni ne kadar zedelediği, güveni kırılan kişinin içsel yapısı ve bu olayı ne kadar tolere edip edemeyeceği ilişkinin devamını belirleyen en önemli faktörler oluyor” diyor. Esneyebilmenin, hoşgörü göstermenin bir beceri olduğunu belirten Psk. Yurtsever, şöyle devam ediyor: “Bir güven ilişkisinde ideal olanı biliriz ama ayrıca şunu da biliriz ki her acıktığımızda annemiz saniyesinde koşup yemeği verememiştir, ben acı çekerek ders çalışırken o oturup televizyon izlemiştir. Bu hayat böyledir. Bunları görür, bilir, belli bir fikir geliştiririz ve bu sayede beklentimiz hayali düzeyde olmaz. Ama zamanında anne ile yeterince güven ilişkisi geliştiremediysek ideal ilişki hedefimiz artar, hayali beklentiler olabilir. Sonuç olarak sevgi, saygı ve güvene ilişkinin üç sacayağı olarak bakarsak; hoşgörü, esneyebilmek veya fedakarlık yapıyor olmak da yan konulardır ve ilişkide olumlu özelliklerdir.”

    Güven ve sevgi yoksa…

    İlişkide her şey tamsa, eşler birbirlerinin mutluluklarından mutlu oluyor, birbirlerinin başarıları ile gurur duyuyor ve karşılıklı destek oluyorlarsa büyük bir olay yaşandığında dahi ilişkinin yıkılma ihtimali azalıyor. Her seferinde kafalarda soru işaretinin oluştuğu ancak konunun üstünün kapatıldığı ilişkilerde ise bir olay her şeyin yıkılmasına neden olabiliyor. En baştan güven veya sevgi olmadan başlayan ilişkiler ya da yapılan evliliklerde ilişkinin ne kadar sürdürülebilir ve doyurucu olduğu konuları hep alttan alta akıyor. “Beni aldatır mı?” sorusu hep akılda oluyor ve akıl nereye akarsa güvenmeme ile ilgili mesele de oradan patlak veriyor. Ya da “İşten ayrılsam, uzun süre iş bulamasam bunu sorun eder mi?”, “İyi bir anne-baba olur mu?”, “Yeni bir ev alsam, taksitlerini de ben ödesem ileride evi benden almaya kalkar mı?” Yani ekonomik, cinsel, duygusal; hangi taraftan bakılırsa bakılsın güven ilişkisi olmadı mı bir ayak dışarıda, göz hep kapıda oluyor. O zaman da her şeyi kontrol etmeye, güçlü durmaya çalışan bir mizaca bürünülüyor.

    Her konuda güvenmek şart mı?

    Bu soruyu Psk. Yurtsever şöyle yanıtlıyor: “En doğru cevap şu; güven ihtiyacı kişinin kendi içinde bir ihtiyaç ve herkesin güvenmekle ilgili ihtiyacı da yine kişinin kendisi ile ilgili. Benim gerçekten diğer insanlara güvenmek ile ilgili sorunum varsa bunu bir soru işareti olarak kafamda taşıyorum zaten. İlişkimde de iş hayatımda da aile hayatımda da bu soru işareti var. Ben bebeklikten itibaren ne kadar güvenli bir bağlanma geliştirdiysem zaten güven duygusu otomatik olarak içimde var. Yani güvenimin kırılması için gerçekten bir sebep olmalı. O yüzden bir ilişkide güven kırıldıysa önce içsel yapıya bakmak, ‘Benim neye ihtiyacım var?’ diye sormak, sonra da ‘Dışarıdan ne geldi de ben böyle oldum?’ demek lazım. Yani güvenmek önce kişinin kendisiyle ile ilgili.”

    Kırılan güven tekrar nasıl sağlanabilir?

    “Aldatıldınız ya da çok ciddi bir sağlık sorununuz ortaya çıktı ve beklediğiniz bakımı göremediniz. Birincisi ne kadar büyük bir kırgınlıkla karşı karşıya olduğunuz önemli” diyen Psk. Yurtsever şöyle devam ediyor: “İkincisi kendi tamir etme mekanizmanız ne kadar devrede ve karşı taraf buna ne kadar izin veriyor? Örneğin bazı erkekler ya da kadınlar bir hata yaptıktan sonra derler ki ‘Bu hatayı yaptım ama bir daha yapmayacağım, elimden gelen desteği sana vereceğim.’ Gerçekten de verirler. Bu sırada güveni kırılan kişinin de çaba göstermesi, hata yapanın çabasına izin vermesi gerekiyor. Geçmişi sürekli gündeme getirmek, tekrar hata yapacak mı diye tetikte beklemek hatanın tamirini zorlaştırıyor. Yani güvenin tekrar kazanılması iki taraflı bir konu.”

    Erkeklere güvenilmez mi?

    Çok sık duyduğumuz bir klişe… Peki gerçeklik payı var mı? Psk. Asena Yurtsever şöyle diyor: “Aslında kadınlara güvenilmez ya da insanlara güvenilmez klişeleri de var. Çok savaş görmüş ve komşu ülkelere güvenemeyen bir toplumuz. Diğer yandan da arkadaşlık, dostluk, hoşlanmak, aşk, sevgi gibi duygularımızı çok farklı kelimelerle ifade edebilen, kendimize özgü inançlarımız olan insanlarız. Güvenilmemek ile ilgili böyle gerçeklikler var ama mikroya dönmek gerekirse annemizle ve ailemizle ilişkimize bakacağız. Orada ne öğrendiğimize bakacağız. Eğer içeride öğrenilen güçlü ise dışarıda öğrenilen bu klişeler çok anlamlı olmuyor. Tabii ki çok güvenli bir ailede büyüyüp sonrasında çok travmatik olaylar nedeniyle erkeklere güvenini kaybedenler de oluyor ama bu travmaları ile çalıştıklarında çok kolay atlatabiliyorlar.”

    Güveni besleyen davranışlar

    Yalancılık ve dolandırıcılığın olmadığı, sadakat ve dürüstlüğün var olduğu bir ilişkide dahi güveni besleyen bazı davranışlar var.

    Tutarlı olmak: Herkesin ister bilinçli ister bilinçdışı olsun, karşısındakini denediği bir mekanizması var. insanları tanıdıkça onlara güveniyoruz, güvendikçe onlara sevgimiz artıyor. Karşımızdaki ne kadar tutarlı davranırsa o kadar güvenilir kişi oluyor. Bir gün yaptığına gülerken ertesi gün aynı şeye kızan insana ne kadar güvenebiliriz? Ya da bir gün hoşgörülü davranıp sonraki 15 gün hoşgörülü olmayan birine… Yani tutarlı olmak güven duygusunu besliyor.

    Karşılıklı açıklık: Güvendikçe yaklaşıyoruz ve kendimizi karşı tarafa açıyoruz. Hep kapalı olan kişi ise “Sana hiç güvenmiyorum” mesajı veriyor. Oysa size güvenmeyen birine güvenmek doyurucu olmuyor.

    Formsanté Dergisi

  • Evliliklerde peri masalı biterse…

    Evliliklerde peri masalı biterse…

    Günümüzde mutlu başlayan ancak sonu boşanmayla biten evlilikler hızla artıyor. Peki ama peri masalı hikayesini andıran evlilikler neden yürümüyor? Evlilik ve Aile Terapisti İlkim Öz Tan, günümüz evliliklerini ve mutlu bir evlilik için çiftlere düşen görevleri kaleme aldı.

    Son yıllarda zar-zor yürüyen evliliklere ve boşanma avukatında soluğu alan eşlere sık sık rastlıyoruz. Üstüne üstlük, bu evlilikten canı yanan insanların, kendilerine hiç ayna tutmadan ikinci hatta üçüncü evliliklere imza attıklarını görüyoruz. Elbette ki bu durum sadece bir sonuç… Eşleri, kadını ve erkeği bu olumsuz sonuca vardıran nedenler çözülmedikçe, aynı sonuç tekrar edip durur. Evlilik terapisine gelen eşlere, sonuca değil de onları bu sonuca getiren nedenlere bakmamız gerektiğini söylediğimde, eşler huzursuzlaşıyor. Çünkü insan, kendi hatasıyla yüzleşmek istemiyor.

    Evlilik, hayata iki kişilik bir başlangıç ve bir yaşam biçimidir

    Birbirine deli divane aşık iki kişi, hayatlarını birleştirmeye karar verip evleniyorlar. Göz göze, diz dize, el ele, yürek yüreğe yapılan başlangıç, zamanla kavga-gürültü, hakaret, aşağılama ve en sonunda da ayrılığa kadar gidebiliyor. Bunun birincil nedenlerinin başında, eşlerin evliliğin yapısına ilişkin yanlış algılamalarını görüyorum. Evliliği, “Benim dediğim, benim istediğim olacak” diye gören kişiler ne yazık ki kaybediyor. Çünkü evliliğin temelinde paylaşım var. Hiç kuşkusuz farklı kişilikler beraberinde, farklı zevkleri, farklı uğraşıları ve hayata farklı bakış açısını da getiriyor ancak, farklılıklarda buluşamamak evliliği bitiriyor ya da sancılı gitmesine neden oluyor.

    Zıt kutuplar flörtte birbirini çeker ama evlilikte iter

    Sevgiliniz dışa dönük, neşeli ve coşkulu dolu biriyken, siz de tam tersi içe dönük, durgun bir yapıya sahipseniz, birbirinize doyamazsınız. Siz onda coşkuyu, hareketi, o sizde dinginliği bulur. Flört ederken eğlenceli olur bu durum. Ama bir de evliliği düşünün… Evlendiniz ve eşiniz sürekli gezmek istiyor, yerinde duramıyor, dışarıya programlar düzenliyor. Siz ise evde onunla baş başa olmak istiyorsunuz. Evlilik terapilerinde en sık rastladığım sıkıntı budur. Çok farklı kişiliklerin, aynı evde sıkıntı yaşaması. Farklı kişilikler, birbirleriyle empati kuramazlar dolayısıyla birbirlerini anlayamazlar. Bir süre sonra karşılıklı memnuniyetsizlikler, suçlamalar, cinsel ceza ve eşlerin birbirinden uzaklaşma süreci başlar. Evliliğin yıpranmasına ve eşlerin birbirlerini zedelemesine neden olan “suçlama”, “eleştirme” davranışları arttıkça, öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Bu sebepledir ki, birbirine benzer kişilik yapılarının evlilikleri daha sağlıklı ve uzun ömürlü olur.

    Günümüz insanı bencil

    Artık eskinin paylaşımcı insanı çok az. Özellikle genç nesilde, bencillik ön planda. Daha “ben merkezciler”. Sıkıntıya gelemiyorlar. Maddi çıkarları ön planda yer alıyor. İş, kariyer, para gibi maddesel gereçler, genç neslin olmazsa olmazları arasında. Liste başında bunlar olunca, sevgi, aşk, hoşgörü, karşı tarafa saygı duyma, sadakat gibi manevi kavramların içi boş kalıyor. Bu yüzdendir ki, günümüz insanı doyumsuz ve mutsuz. Maddi zenginlikleri mutlu olmak için bir araç değil de, amaç olarak gördükleri sürece kadınlar da, erkekler de mutsuzluklarıyla baş başa kalacaklar.

    İşkolik insanların sayısı gitgide artıyor. Kadın ya da erkek evliliğine ve eşine ayıracağı zamanın ve enerjinin tümünü işinde harcayınca, geriye o insanın posası kalıyor. Evlilik ise, posaları istemiyor.

    Evlilik birbirine zaman ve sevgi yatırımı yapmaktır

    Bu dünyada hiçbir ilişki yoktur ki, zaman ayırmadan, sevgi göstermeden ve emek harcamadan büyüsün. Evlilikte de böyle bir gerçeklik var. Gün boyu işlerinde olan eşler, eve yorgun gelir ve hiçbir paylaşım olmadan karınlarını doyurup, yatıp uyurlarsa, bunun sadece adı evlilik oluyor, içeriği değil. Gün içinde ne kadar yorulursanız yorulun, eşinize ve ilişkinize zaman ayırmalısınız. Evet bazen geceyi televizyon karşısında pinkleyerek geçirebilisiniz ama çoğu zaman, eşinizle paylaşımlarınız olmalı. Artık eşlerin televizyonları ve izledikleri programlar bile ayrı. Aynı evde ayrı hayatlar… “Televizyon izlerken el ele oturun” önerilerini bile yapamaz olduk çünkü dediğim gibi, eşlerin televizyon izledikleri odaları bile ayrı. Oysa aynı filmi izleyip, sonrasında yorumlamak bile bir paylaşımı getirir.

    Monotonlaşan evliliklere, en azından hafta sonları şehir dışına çıkma planları yapmalısınız, evliliğinize renk katmalısınız derim. Çoğunun verdiği yanıt şöyledir: “Aman gitmeyelim çünkü eşime yol boyunca katlanamam”.

    Sevginin paylaşımına gelince, evlilik sevgiyle beslenir. Sevgi dolu dokunuşlar, sevgiyle yapılan davranışlar, sevgi sözcükleri eşlerin mutlu olmasına neden olur. Öyle eşler biliyorum ki, bu konuda inatlaşıyorlar. “Neden hep ben yapıyorum, biraz da o yapsın.” “Sevgi dolu yaklaşırsam, tepeme çıkar.” Sevgiyi ifadede ve sevgiyi karşı tarafa aktarmadaki anlayış böyle olduğu sürece, kişilik çatışması yaşayan eşlerin, evliliklerinde sevgiyi yaşamaları çok zor.

    Artık bir yastıkta yaşlanılmıyor

    “Bir yastıkta kocayın…” temennileri günümüz insanında gerçekliğini yitirmiş gibi. Yeni evlilere, bir yastıkta yaşlanın iyi dilekleri söylenmiyor. Sadece mutluluklar dileniyor. Üstüne üstlük, yeni evlilerin de böyle bir niyeti olmuyor. “Olmazsa boşanırım…” mantığı ön planda şimdilerde. Çünkü kimse, kendisini değiştirmek istemiyor. Kendi hatalarını görüp, yüzleşmek ve bir de bu hataları onarmak yani değiştirmek, insana zor geliyor. İşin kolayını seçiyor çoğu; “Karşı tarafı değiştirmek” ya da “evliliği bitirmek”. Emek vermediğiniz bir ilişkiyi bitirmek her zaman kolaydır, emek verilmeyenden vazgeçmek zor değildir. Karşı tarafın davranışlarını ve kişiliğini eğip bükmek, kolunu kanadını kırmak daha kolaydır. Kendi kusurlarımıza neden olan yönlerimizi değiştirmek ise, çok daha zordur. Bencil, narsist, hiperaktif kişilik yapıları ise kendilerini değiştirmekten korkarlar. Çünkü değişim sancılıdır. Ve onlar acı çekmek istemezler, karşı tarafı acıtırlar.

    Ninelerimizin, dedelerimizin evliliklerine baktığımızda ve şimdilerdeki sağlıklı evlilikleri gözlemlediğimizde, eşlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı dolu olduklarını, ilişkilerine önem verdiklerini, maddenin değil de, duyguların ön planda olduğunu ve mutlu olmak için çaba gösterdiklerini görüyoruz.

    Değişim cesaret ister, eşler birbirlerine değil de kendilerine ayna tutmalılar

    Evliliklerinde mutlu olmak isteyen eşler, birbirlerini değil de, kendilerini irdelemeliler. Karşı tarafın eksiğini, gediğini değil de kendi eksik gediklerine bakarak evliliklerine çeki düzen vermeliler. Sorunlar karşısında mücadele vermeli, hemen pes etmemeliler. Tıpkı kartalların hayat öykülerinde olduğu gibi. Biliyorsunuz kartallar seksen yıl yaşarlar. İlk kırk yılın sonunda ya kendisini yenileyip, değişecektir ya da yok olup ölecektir. Yok olmayı seçen kartal, bir tepeye tüner ve yok olmayı bekleyerek ölür. Değişimi seçen kartal ise, tünediği tepede önce gagasını kırar yeni ve sağlam gagasının çıkması için, sonra eskimiş tırnaklarını kırarak yenilenmesini bekler. Daha sonra da kırlaşan tüylerinin dökülüp, yenilerinin çıkması için sabreder. Uzun bir sürecin, acı ve sancılı bir dönemin ardından, kartal kendisini yenilemiş, olumlu yönde değişmiş olarak hayata devam eder.

    Hiç birimiz acı çekmek istemeyiz ve acıdan kaçarız ancak bu bizim korkak yanımızdır ve rotası mutsuzluktur. İlişkilerimizdeki sorunlardan kaçmak, ilişkiyi yok etmek demektir. İlk evlilikleri boşanmayla biten kişiler, kişiliklerindeki hatalı yönleri törpülemezlerse, ikinci hatta üçüncü evlilikleri de mutsuz sonla biter.

    Evlilik terapileri, hastalanmış evliliklerin hastanesidir. Hasta erken teşhisle bize getirilirse, sonuç olumlu oluyor ama ölmüş bir evlilik geldiği zaman, terapinin ve terapistin de elinden bir şey gelmiyor. Evlenmeden önce kendinizi ve karşı tarafı olabildiğince objektif değerlendirmelisiniz. Onu olduğu gibi kabul edecekseniz evliliğe adım atın. Ve sorunlar karşısında fare değil de, kartal olun. Mutluluğu seçmeyi de sakın ola unutmayın.

  • Boşanacak çiftler baştan bellidir

    Boşanacak çiftler baştan bellidir

    Eğer evliliğinizle ilgili sorunları çok ciddi buluyor, bunlardan söz etmeyi yararsız görüyor ve yalnızlık çekiyorsanız sonun başlangıcındasınız.

    Hayatın her alanında olduğu gibi evlilikte de konuşmak, anlaşmak anahtar sözcükler. Çiftler bunu kendileri başaramıyorlarsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Psikolog Emre Konuk, bazen insanların evlenecekleri insanla nerede oturacaklarından çocuk doğurup doğurmayacaklarına kadar pek çok konuyu ‘konuşmadıklarını’ söylüyor. Psikolog Emre Konuk anlattı:

    Geçmişte travma yaşayanların evlilikleri kötü mü gidiyor?
    Bu çok önemli bir risk. Eğer kişinin geçmişinde çözülmemiş ve hâlâ etkili travmatik olaylar varsa evlilik kalitesinin düşmesi olası. Mesela kişi şiddete maruz kalmışsa, ailesinde şiddet gözlemişse ya da cinsel taciz, ihmal edilme gibi sorunlarla karşılaşmışsa bu durum evliliği olumsuz etkileyebilir. Bir başka gözlemlediğimiz şey de şu: Eğer evli çiftler geçmişlerinden söz ederken iyi ve güzel şeyleri anlatıyorlarsa sorunları çözmek daha kolay. Buna karşılık evlilikleri çıkmaza girenler hep kötü anları hatırlıyor. Ya zamanında hatırlanacak yoğunlukta ve sıklıkta güzel bir an yaşamamışlar, ya da kötü anılar yüzünden iyiler de artık hatırlanmayacak hale gelmiş. Bir de bozuk aile ilişkileri evliliği riske sokar.

    Biraz açar mısınız? Bozuk aile ilişkilerinden neyi kastediyorsunuz?
    Bazılarının ortalama bir aileden farklı yaşam tarzları olabiliyor. Mesela eve ne zaman gelineceği, gidileceği, ne zaman yemek yenileceği, televizyonda hangi programın seyredileceği, giyim kuşamını nasıl olması gerektiği gibi bazı aile kuralları yerine oturmamış, herkes tarafından benimsenmemiş olabilir. Birçok aile, yaşamı içinde bu meseleleri halleder. Uzun boylu konuşmazlar bile! Akşam aile oturur televizyonda bir şeyler seyreder, birileri mızmız eder ama ciddi bir sorun çıkmaz. Akşamları yedi-sekiz arasında sofraya oturulur, yemek yenilir. Evin gençleri ne zaman sokağa çıkabileceğini, hangi koşullar altında izin alması gerektiğini bilir. Bütün aileler bu kuralları oturtmak zorundadır. Sofra kurulmasından bulaşıkların yıkanmasına kadar birçok şey, bazı ailelerde hiç halledilmeyen sorunlara dönüşebilir. Ve bozuk aile ilişkileri ortaya çıkar.

    Peki bu durum nasıl düzelir?
    Konuşmak ve anlaşmak anahtar sözcükler. Eğer kendileri bunu beceremiyorsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekir. Aslında kritik nokta şu: Evlenirken insanlar nerede oturacaklarını, nerede yaşayacaklarını, hatta çocuk doğurup doğurmayacaklarını konuşmuyorlar. Çocuk doğduktan sonra ne yapacaklar? Kim kalkacak, kim bebeğin mamasını hazırlayacak? Anne çocukla uğraştığına göre alışverişi kim yapacak?

    Hangi sorunlar kalıcı olma ihtimali var?
    Biriyle berabersiniz ama dikkatinizi çekecek kadar alkol ya da bir madde kullanımı var. Akşam yemeklerine çıktığınızda sıkça sarhoş oluyor. Bu çok ciddi bir durum. Çünkü bağımlılık bugünden yarına kolay değişen bir şey değil. Dolayısıyla birinin alkol, kumar, at yarışı, televizyon gibi bağımlılıkları varsa bilin ki bu sorun evlendikten sonra da devam edecek.

    Evlenince düzelme ihtimali hiç mi yok?
    Genellikle bu çok küçük bir olasılık. Evliliğinde problem yaşayanlara soruyoruz: “Peki siz nişanlıyken şikâyet ettiğiniz bu sorunları görmüyor muydunuz?” Çok sık aldığımız yanıtsa şu oluyor: “Vardı! O zamanda böyle beni ihmal eder, çabuk öfkelenirdi ama düzelteceğimi sanıyordum.” Maalesef birçok kişi kendini Saba melikesi ya da Büyük İskender olarak gördüğü için her şeyi düzeltebileceğini sanıyor. Bir evlilikte en zararlı düşünce bu. Çünkü evlilik eğlencelik bir alan değil. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak, başka doyumlar almak için evlenilir, eğlenmek için değil!

    Evliliklerinden doyum almayanlarla konuştuğumuz zaman niye evlendiklerini sorarız. Birçok çift eşinin saygı duyduğu nitelikleri konusunda bir şey söyleyemez. Ama birbirlerini çok sevdiklerini, âşık olduklarını kolayca anlatırlar. “Peki ama eşinin neyini beğeniyordun?” diye sorunca “Beni çok seviyordu, ben de çok âşıktım” diye yanıtlayabiliyorlar. Halbuki evliliği iyi gidenlere bu soruyu sorduğumuzda çiftler saygı duyduğu birkaç özellikten söz edebiliyor.

    Aşk bir evlilik için yeterli değil mi yani?
    Aynen öyle. Hatta bu açıdan bakarsak görücü usulüyle evlenmek daha garanti. Çünkü saydığımız bütün risk faktörlerini anne-baba eliyor. Eğitim farkı var mı, dürüst mü, ahlaklı mı, kötü alışkanlığı var mı? Bu risk faktörlerini eledikten sonra geriye bir tek iki insanın birbirine yakınlık duyması kalıyor. O da oluyorsa evleniyorlar. Oysa aşk dediğin zaman bu kriterlere bakmazsın bile. Bir başka tehlikeli durum da, seksin ilişkinin ana motoru haline gelmesi. Eğer ortak beğeniler, paylaşım yok, bir tek seks varsa ilişki tehlikede anlamına gelir. Evlenmeden önce cinselliği yaşayanların birçoğu sanıyorlar ki iyi seks evlendikten sonra da hep böyle mükemmel devam edecek. Böyle bir şey olmuyor tabii!

    Eşlerden biri evlilikteki sorunu anneye ya da babaya bağlıyorsa çözüm ne olmalı?
    Evliliklerde maalesef bu çok yapılır. Eğer bir sorun var ve bu aileye bağlanıyorsa o evlilikten hiç hayır gelmez. Sizi rahatsız eden şeyi ilişki problemi olarak algılamıyorsanız kaynanayı ne yapabilirsiniz ki? Kaynanayla uğraşamazsın. İlişkiyle uğraşabilir, onu değiştirebilirsin.

    İşin sonuna geldiğimizi nasıl anlarız?
    Birçok çift terapiye geldiğinde aralarında iletişim problemleri olduğunu, çocukla ilgili konularda anlaşmazlık olduğunu söyler. “Peki evliliğinizde ciddi bir sorun var mı?” diye sorduğumuzda “Hayır, yok” derler. Mesela nasır çok acıtır, bağırtacak kadar acıtır, ama öldürmez. Migren krizi bir hafta sonu evinde kapalı kalmanıza yol açabilir. Kendini yerden yere atarsınız, ama hayati bir sorununuz yoktur. İşte ne zaman “Evliliğimizde ciddi sorunlar var” cümlesi söylenirse anlayın ki o evlilik tehlikede. Taraflardan biri artık bir noktaya gelip, sorunları paylaşmak istemiyor. Ona göre artık sorunlardan söz etmek yararsızdır. Hele sorunlardan söz etmeyen kadınsa, anlayalım ki kadın o evliliğin ipini çekmiş.

    Neden kadın daha belirleyici?
    Erkekler çoğunlukla “Bunları paylaşmak, konuşmak bir işe yaramıyor. Daha çok kavga ediyoruz” diyor. Yani kavga çıkmaması için susabiliyor. Ama “Eşini seviyor musun?” diye sorduğumuzda “Çok seviyorum, çok iyi annedir. Bir tek dırdırı var” diyor. Bu konuşmadan anlıyoruz ki, erkek konuşmayı yararsız görüyor. Ama kadının konuşmayı yararsız görmesi artık o kocayı yararsız görmesi anlamına gelir. Boşanmadan az önce ya da aldatmaya doğru süreçte bir başka tehlikeli nokta da eşlerden birinin sorunları tek başına çözmeye çalışması. Mesela daha önce kadın eve geldiğinde çocuğunun okuldaki sorunlarını, kendi problemlerini anlatıyor ama bir zaman sonra bunlardan hiç bahsetmiyorsa kritik bir süreç başlamıştır. Kadın artık okulda bir problem varsa kocasına söylemez, okula gider, öğretmenle konuşur, kendi çözmeye çalışır. Veya kendiyle ilgili sorunları için arkadaşlarından destek alır. İşte bunlar artık evliliğin sonuna doğru gözlemlediklerimiz. Bir de bütün bunlar sırasında evlilikte paralel bir yaşam olur. Yani aynı ev paylaşılır ama kimse kimseyle konuşmaz, herkes kendi işine bakıp ihtiyaçlarını karşılar. Kronik olarak kendini yalnız hissetme depresif bir halin de belirtisi olabilir ama değilse o evlilikte ciddi bir sorun vardır.

    Aldatılan biri neler hisseder?
    İnsan canlısının yaşayabileceği en büyük acının sevdiği birinin ölümüyle yaşandığı söylenir. Bu yüzden de matem tutulur. Matem de makul bir sürede biter. Ama ihanete uğramış biri ömrünün sonuna kadar daha büyük bir acı yaşamaz. Aldatmada yaşanan tek bir duygu değildir. Çoğu zaman birçok duygu ve düşünce çelişir: Kızgınlık, öfke, çaresizlik, dışlanma, utanç, intikam, beğenilmeme, kendine olan güvenin sarsılması, ayrılmayı istemek ama aynı zamanda kazanmaya çalışmak, zarar vermeyi istemek, yalnız kalmaktan korku, başkaları ne diyecek, insanlar bana acıyarak bakacaklar ve daha bir sürü son derece yıpratıcı duygu ve düşünce. Bunlar aldatılan kadın veya erkeklerin ortak yaşantısı. Dışavurumu farklılık gösteriyor.

    Peki eşler neden aldatır?
    Konuyla ilgili çalışmalardan değil, yıllar içinde bana anlatılanlar, terapiye gelenler ve gözlemlerinden bir şeyler aktarabilirim. Aldatma konusunda kadınları ve erkekleri birbirinden ayırmak gerekiyor. Türk erkeği evlilik dışı ilişkiyi, kendisi için ahlaki bir sorun olarak görmez ve doğal karşılar. Bu erkekleri yoldan çıkmaya ciddi biçimde özendirir. Eğitim çok erken başlar. Anne baba ve diğer aile büyükleri oğullarının karşı cinse olan düşkünlüğünü, biçimini sorgulamadan alabildiğine destekler. Kız arkadaşıyla çıkarken başka bir kızla ilişki kurarsa, bu onun doğal hakkı olarak görülür. Aldatan Türk erkeğini sınıflandırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Şeytana uyanlar, aldatmadan duramayanlar, romantikler ve eşiyle sorunu olduğunu söyleyenler.

    Kimlerin ‘şeytana uyma’ potansiyeli yüksek?
    Eşini aldatanların büyük bir kısmı biraz önce söylediğimiz bir eğitim sürecinden geçenlerden çıkar. Çevresindeki yetişkinler durmadan zamparalık hikâyeleri anlatırlar ve bununla övünürler. Önüne çıkan fırsatları değerlendirmeyenler, ‘anasının kuzusu’, ya da ‘light erkek’dir. Bir halt edip de yakalanırsa beyninin oyulacağını, çocuklarının hesap soracağını düşünenler uzun süre eşlerini aldatmadan işi götürürler. Yaklaşık bir istatistikle evliliğin ilk birkaç yılından sonra kader ağlarını örer ve olan olur. İşin cinsel yanı genellikle ön plandadır. Yakalanana kadar da böyle gider. Eşini aldatması için evliliğiyle ilgili önemli bir sorunu olması da gerekmez. İyi bir aile babası olarak, dersini de almışsa bir daha yaramazlık yapmadan önce 36 defa düşünür. Bu türün yarattığı tahribat, uslu çocuk olup denilenleri yaparsa nispeten kolay giderilir. Bu grupta boşanma oranı düşüktür. Ancak evliliğin kalitesi dikkat edilmezse ciddi biçimde etkilenir.

  • Doğru erkeği seçme kılavuzu

    Doğru erkeği seçme kılavuzu

    Bir ilişki hele de evliliğe doğru gidiyorsa sorgulamalar başlıyor: “Acaba o doğru erkek mi?” Buna cevap vermenin formülleri mevcut. Peki ya siz doğru kadın mısınız? Bunu da anlamanın yolları var. Hepsi bu yazıda…

    Her kadının ideal erkek tanımı farklılık gösteriyor. Ancak ideal diye seçilen kişi aslında her zaman doğru kişi olmuyor. Kadının sadece bir özelliğine vurulup idealize ettiği erkek, ilişkinin içinde başka alanlarda açık vermeye başlıyor. Kadın bunu dert etmiyorsa, tek bir özellikle yetinmeye razı ve bu şekilde mutlu ise sorun yok. Ancak mutsuzsa yapılması gereken çok şey var. İlk adım kendine bakmak… EnaTherapia’dan Klinik Psikolog Esin Nur Akyıldız, doğru erkek meselesini çözmek konusunda bize yardımcı oldu.

    Doğru erkek seçimi ile ilgili hatalar sık yapılıyor değil mi?

    Hem de nasıl… İlk hata, aşkın ömrü üç yıldır demek… Aşk, roller karıştığında, kadın kadın gibi, erkek de erkek gibi davranmadığında ortadan kayboluyor. Kadının, “Beni hiç düşünmüyorsun, bana hiç şefkat göstermiyorsun, koruyup kollamıyorsun” şeklindeki şikayetlerinin limiti arttığında aslında kadın erkekten baba olmasını beklemeye başlamış oluyor. Erkek baba olmaya başladığında ise çok şefkatli oluyor ve şehvet azalıyor. Çok şefkat az şehvet demektir. Orta düzeyde şefkat ise şehvetle birlikte var olabilir. Neden şehvete girdim? Çünkü tutku eşit aşktır, aşkı aşk yapan da tutku… Dolayısı ile doğru erkek tanımı da şöyle yapılabilir: Doğru erkek, doğru rolde kalabilen erkektir.

    Bu rol karmaşası nasıl oluşuyor?

    Doğduğumuzda önce bebek oluyoruz, anne-babamız ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Anne ve baba bilinçli davranıp çocuğa ihtiyacı olanı veriyorsa, onu güvende hissettiriyorsa, koruyup kolluyorsa, sevgiyi de veriyorsa çocuk bu rolde doymuş oluyor. Anne ve babasına güvenen çocuk anlaşıldığını da hissediyor ve çocukluk rolünde kalmaya devam ediyor. Ancak bazen anne ve babalar kendileri bilmedikleri için çocukların sadece yemek, içmek, okula göndermek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Bu sefer çocuk anlaşılmadığı için kaygılanıyor, “Ben kendi kendimi anlamalıyım, kendi kendimi çözmeliyim” diyor ve çocuk rolünden çıkıyor. Öğrencilik hayatında da arkadaşları ve öğretmenleri ile olan ilişkisinde güven problemi çekiyor. Annesi, babası tarafından yeterince anlaşılmayan çocuk öğretmeni ve arkadaşlarının da onu yeterince anlamayacağını düşünüyor, onlara güvenemiyor ve otokontrollü ilişkiler kuruyor. Sonrasında bu kontrollü hayat iş hayatına yansıyor, her şeyi kontrol etmeye çalışıyor. Uzun lafın kısası ideal erkek eşittir sağlıklı erkek ve eşittir doğru rolde kalabilen erkektir. Öğrenci ise öğrenci, iş adamı ise iş adamı, eş ise eş … Baba ise baba ama sadece çocuğuna baba, eşine ya da çalışanlarına değil.

    İdeal erkeğimizi nasıl belirliyoruz? Bu aşamada da hatalar yapıyor muyuz?

    Herkesin ideali farklı. Hepimiz kendi anne ve babamızda neyi eksik görüyorsak onu tamamlamaya çalışıyoruz. Ama şunu unutuyoruz; bazen sırf kendi anne ve babamızda eksikliği görüp, “Bu eksikliğe sahip birini istemiyorum” diyor ve sadece o eksikliği dolduran başka birine sarılıveriyoruz. Örneğin sorumluluk sahibi olmayan, güvende hissettirmeyen, işi gücü olmayan bir erkek sırf sevgisini çok fazla gösteriyor ve dokunabiliyor diye ona doğru kayıveriyoruz. Bunun tek nedeni babamızın zamanında bize yeterince dokunmamış olması… Oysa babadaki artıların totalinde eksiyi de tamamlayacak biri olsa işte size ideal erkek… Ben ideal erkeğin tanımını yapsam sadece kendi ideal erkek profilim ortaya çıkar. Formülü şu: Anne-babanızın ilişkisine baktığınızda neler çok mutlu etmiş, neler mutsuz etmiş yazın ve oradan yola çıkarak düşünün.

    Ben bu ilişkideki artıları yok saymayayım. Bunlar çok önemli şeyler ve eksikliklerini hissederim. Bunların üstüne ne eklemeliyim? Annem ya da babam neden mutsuzdu? “Babam çok sorumluluk sahibiydi, işinde başarılıydı ve duygularını ifade eden bir adamdı ama hiç dokunmazdı” diyorsam artıları ile birlikte dokunan da birini seçmeliyim. Sadece dokunan ama sorumluluk sahibi olmayan birini değil…

    Tam tersine babanın ya da annenin olumsuzluklarına çekildiğimiz de oluyor değil mi?

    İşte biz psikologlar da bunun üzerinde çalışıyoruz ve keşke bu kadar çalışmak zorunda kalmasak… Kız çocuğu bazen diyor ki “Asla annem gibi olmayacağım, o çok zayıf, hep isteyen biri, babamla arası kötü olduğunda hep naz yapıyor ve yataktan çıkmıyor”. Bu kız babasını, yani güçlü olanı seçiyor. O zaman ilerideki seçimleri de güçlü olan özelliklerden yana oluyor. Bazen de bunu hiç sorgulamıyor ve diyor ki, “Annem böyle naz yaparak babamı kontrol altında tutuyor, o zaman ben de annem gibi olacağım”. Oysa oradaki anne davranışı sağlıksız… Anne sadece eşten besleniyor ve çocuk rolünü unutmuş oluyor. Çocuk bu davranışı seçip annesi gibi birilerini hayatına seçerse sağlıksız ilişkiler yaşıyor. Ama seçimlerinde “Annemin yaptığı doğru değildi. Babam da annemin hatalı olduğunu biliyordu ama mutsuz olduğu halde niye onunla birlikteydi?” deyip hem anneyi hem babayı sorguluyorsa en sağlıklı seçimi yapıyor, ideal kadını ya da ideal erkeği seçiyor.

    Yani her şey ailede başlıyor…

    Evet, her şey ailede başlıyor. Kadınlar babalarında daha çok neyin eksikliğini görmüşse onu dolduran kişileri seçiyor ama babadaki artı özellikleri göz ardı ediyor. “Konuşamıyordum, ulaşamıyordum, bana dokunmuyordu, beni hiç takdir etmedi, kendimi değerli hissettirmedi ama kocam öyle değil. Bana kendimi değerli hissettiriyor, bana hep dokunuyor” diyor. Ama terapide ortaya çıkıyor ki sadece dokunmak ya da konuşmak tek başına yetmiyor. Bir yetişkin olması gereken erkek çalışmıyor ya da sorumluluk almıyor veya sadık değil…

    Ailenizi çözüp seçimlerinizi o doğrultuda yaptığınızda sağlıksız olanı seçmiyorsunuz. Aile hepimiz için kutsal ve önemli ama ailemize gerçekçi gözlerle bakmalıyız. Eksi yönlerini görmeliyiz. Yaptığımız seçimlerde bu eksiler bizi rahatsız edecekse seçmeyeceğiz. Anne-baba seçme hakkımız yok, sorumsuz bir babamız olabilir ama yine de onu severiz. Sorumsuz bir erkeği ise asla kaldıramayacaksak seçmeyeceğiz. Öte yandan “Sorumsuz olması çok da önemli değil. Ben zaten rahat yaşamak, gezip tozmak istiyorum” diyorsanız zaten önceliğiniz farklı oluyor. Yani doğru erkek sizin öncelik listeniz ile ilgili bir kavram.

    Seçimlerimizi bilinçli yapmıyoruz ki, bir de bakıyoruz aşık olmuşuz…

    Gerçeği olduğu gibi gördüğünüzde bu hayatta çok güçlü oluyorsunuz. Psikodrama İstanbul 24 Grubu’nun bir lafı vardır: “Görebilecek gücün, bakabilecek cesaretin ve anlayabilecek iraden olduğu sürece bu hayatta çok güçlüsün.” İşte bu üçünü sağladığınız noktada, annenize baktığınızda “canım annem”, babanıza baktığınızda “canım babam” diyorsunuz ama eksilerini de görüyorsunuz. Diyorsunuz ki, “Evet babamı çok seviyorum ama babamı seçmedim, eşimi, çocuklarımın babasını, hayat arkadaşımı seçebilirim”. Bilinçaltınız bilinçli düzeye geldiğinde, ki bunu uzman yardımı ile yapmak mümkün, zaten mutlu ilişkiler kuruyorsunuz.

    Bir baba figürü olmadan büyüyen kadınlar ne yapıyor?

    İstatistikler genellikle kendilerinden büyük yaşta erkekleri seçtiklerini gösteriyor çünkü var olmayan bir baba yerine sürekli koruyup kollayacak, onun yerine düşünecek, destekleyecek bir baba arayışları oluyor. Bu aslında sağlıksız bir tercih… Sağlıklı ilişkiler kurmak isteyen akıllı insanlar ile çalışıyor, baba ve eş rolünü ayrıştırıyoruz.

    Eş seçiminde hata oldu, geri dönüşü var mı?

    Olmaz mı? Örneğin, “Ne kadar güzel gözleri var, sabahtan akşama kadar o gözlere bakarak yaşayabilirim” deyip sonra bir gün işlerin böyle gitmediğini fark ediyorsunuz. O zaman formülleri bilmek gerekiyor. Doğru erkeği seçmek isteyen kişiye “Birisi sizi etkilediğinde ne oldu da etkiledi, bu tutku sağlıklı mı sağlıksız mı diye bakın” diyoruz. Tabii bu ancak kontrolle oluyor ve zamanla öğreniliyor. Bir ilişkinin içinde değişim yaratmak için ise önce siz değişiyorsunuz. Siz değişince otomatikman o da değişiyor. Düşünün, bir ilişki nasıl başlıyor? Önce kalbimizi pıt pıt attırıyor, ona doğru gidiyoruz. Özellikle ilişki evliliğe dönüştükten sonra bir şeyler istemediğimiz gibi olduğunda hep bu konuya konsantre oluyoruz; “Neden bana böyle davrandı ya da davranmadı?” diye sormaya başlıyoruz. Burada öncelik ve değer karşı tarafa veriliyor hep. Oysa “O niye yapıyor?” yerine “Ben neden izin veriyorum?” demek gerekiyor. “O bana kendimi değerli hissettirmiyor” diyen kişiye sormak gerekiyor, “O davranmıyor olabilir ama sen özel misin? Özelsen, sen önce kendine özel davran. Değerli misin? O zaman önce sen kendine değer ver.” Yani biri size kendinizi değerli hissettirse de, hissettirmese de çok değerli olduğunuzu, güzelsin dese de demese de güzel olduğunuzu, bir tanecik olduğunuzu bileceksiniz.

    Bu duruma bir örnek verebilir misiniz?

    Örneğin kadın akşam yemek yapıyor ve eşini arıyor, “Tam senin istediğin gibi yemek yaptım” diyor. Adam “Tamam gelirim belki” diyor ama akşam gecikiyor. Geldiğinde toplantısının uzadığını söylüyor, “Aramam gerektiğini düşünemedim” diyor. Kadın “Önemli değil” deyip alttan alıyor. Birkaç gün sonra yine aynı şey oluyor. Sonra yine… Kadın yine “Önemli değil” diyor. Niye önemli olmasın ki? Önemli ki sen ona yemek yapıyorsun, önemli ki gelmediğinde moralin bozuluyor. Senin için önemli ise önemliymiş gibi davranacaksın. Karşı taraf önem vermiyorsa yemek yapmayacaksın, ta ki o bunun eksikliğini fark edene kadar. Kadın, “Sen beni bekletiyorsun ama kusura bakma ben daha fazla bekletilmeyeceğim, ben de en az senin kadar değerliyim” diyebilecek. Kadın bunu diyebildiğinde karşı taraf da ne olduğunu düşünmeye başlıyor. Aslında sürekli önemli değil diyen kadın anne rolünde… Hiçbir erkek annesi ile sevişmek istemez, hiçbir kadın da babası ile… Rolleri karıştırmamak gerekiyor.

    Tüm bu açıklamalardan sonra ideal erkeği kısaca nasıl tanımlarsınız?

    Kendini gerçekleştirmiş, yetişkin olmuş, temel ihtiyaçlarını giderebilen, kendi kendine kimseye bağımlı kalmadan ayakta durabilen, öz motivasyonu olan, hayata bağlı, kötü yönlerini gördüğü gibi iyi yönlerini de görebilen insan ideal erkek ya da ideal kadındır. Bu ikisi yalnızken de hayatlarını çok iyi sürdürürler, bir araya geldiklerinde ise şahane olurlar.

    Formsanté Dergisi

  • Çocuklara cinsel bilgi

    Çocuklara cinsel bilgi

    Dört yaşındaki oğlum, cinsel içerikli sorular sormaya başladı. Onunla nasıl konuşacağımı bilmiyorum. Oğluma cinsel eğitim vermeli miyim? 
    Zamanında ve sağlıklı koşullarda verilen cinsel eğitim; çocuğun cinsel kimliğini öğrenmesini ve benimsemesini sağlar. Oğlunuz; bebeğin nasıl dünyaya geldiğini, anne karnında neler olduğunu, çocukların nasıl doğduğunu, cinsiyetler arası farkları merak edebilir. Bu normaldir.

    SEKS EĞİTİMİ DEĞİL
    Cinsel eğitim verirken yapmanız gereken ise; zamanında, kaçınmadan, azarlamadan, oğlunuzun yaşına uygun bilgileri açık ve net bir şekilde ona öğretebilmenizdir. Cinsel eğitim ve seks eğitimi aynı şey değildir. Seks eğitimi, yetişkinlerin işidir. Cinsel eğitim ise çocukları da kapsayan daha geniş bir kavramdır. Bu nedenle, oğlunuz henüz somut düşünme döneminde yaşadığı için resimli kitaplar kullanmanız sağlıklı bir yöntem olacaktır.

    Sinirli baba olumsuz etkiler
    Kocam çok asabi ve beş yaşındaki oğlumuza çok sert davranıyor ve arkadaşlarıyla mukayese ediyor. Eşimin bu tutumu ileride oğluma zarar verir mi?
    Anne ve babaların hatalı davranışları, yetişkinlikte cinsel işlev bozukluklarına yol açabiliyor. Utandırma, suçlama, mukayese etme, dokunarak sevgisini göstermeme, adam yerine koymama, aşağılama gibi olumsuz davranışlar sergileyen ebeveynler; çocuklarının özgüvenlerinin gelişmesini engelleyebiliyor.

    SEVGİ ŞART
    Duygusal travmalara maruz kalan çocuklarda ileride; erken boşalma, iktidarsızlık, cinsel soğukluk veya orgazm olamama sorunları görülebiliyor. Eşinizle, sert davranışları hakkında konuşmanızda ve onun oğlunuza sevgi ve şefkatini göstermesini sağlamanızda fayda var.

    SORUN YAŞAYABİLİR
    Oğlunuzun kendine güvenli ve sağlıklı bir kişilik geliştirebilmesi için; güven veren, anlayışlı, sevgi dolu ve olumlu bir çevre gereklidir. Bu çevreyi bulamayan çocuk, yetişkinlikte kendine güvensiz olabilir.

    “Leylek getirdi” demeyin
    4.5 yaşındaki kızım, dünyaya nasıl geldiğini merak ediyor. Bu durum beni panikletti. Ona “Seni leylekler getirdi” demek ne kadar doğru olur?
    Anne ve babalar; çocuklarına cinselliği nasıl anlatacaklarını bilemedikleri için paniğe kapılabilir, bu çok normaldir. Cinsellikle ilgili doyurucu cevaplar alamayan çocuklar ise, cinselliği ‘merak’ etmeye devam ederler. Sorularının cevabını, sağlıklı olmayan başka başka yollardan öğrenmeye çalışırlar. Bu da ileride, cinsel yaşamlarının olumsuz şekilde şekillenmesine neden olur. Anne ve babaların; çocuğun geleceğini şekillendirirken bir heykeltıraş gibi çalışması, her ayrıntının üstünde durması ve cinsel eğitime önem vermesi gerekir.

    DOĞRU BİLGİ VERİN
    Ailelere önerimiz; cinsel eğitim verirken, kendi kaygılarından arınarak doğru bilgileri içeren basit net ifadelerle, çocuğun sorduğu tüm sorulara cevap vermeleridir. Bu nedenle kızınızın gelecekte mutlu, başarılı ve sağlıklı olması için ona “Seni leylekler getirdi” yalanını söylememenizde fayda var.

  • İlişkide mutlu olmak için…

    İlişkide mutlu olmak için…

    Çiftlerin öncelikle unutulan güzel anıları canlandırması, telafi edilebilecek olumsuzluklarda mutlu olunan zamanlardaki gibi davranmayı denemesi gerekiyor.

    Çiftler öncelikle birbirleriyle mutlu oldukları zamanlardaki gibi davranmalılar. Ayna Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık’tan Uzman Psikolojik Danışman aynı zamanda Çift ve Aile Danışmanı Funda Tekelioğlu bu konudaki tüm görüşlerini açıkladı.

    Unutulup kalanları yenileyip canlandırmak, mucizeleri gerçekleştirecek adımları atmak, var olanı görebilmek, sevgi kapasitenizi kullanmak için öncelikle harekete geçmeniz ve bunları istemeniz gerekiyor.

    Yeni yıl daha gelmeden herkesin bir beklentisi vardır. Süren bir ilişkisi ya da evliliği olanlar da yeni yılla birlikte ilişkisine farklı anlamlar yükleyebilir. Aslında 5 adımda çiftler ilişkileriyle ilgili beklentilerinin ne olduğunu ve neler hissettiklerini sorgulayarak mutluluğu yakalayabilirler.

    Çiftler şu soruları kendilerine sormalılar:
    “Eşim tarafından sevildiğimi hissedebilmem için ne yapması gerekiyor?”,
    “Bana nasıl davranırsa kendimi özel ve değerli hissederim?”,
    “Birlikte neler yaparsak eğleniyorum derim?”,
    “Aynı zamanda biz iyi arkadaşız diyebilmem için nelere gereksinimim var?”

    Zaman yolculuğuna çıkın
    Birinci adım: Bu soruların net bir şekilde yanıtlanması için çiftlerin birbirlerinin sadece davranışlarını tanımlamaları gerekir. “Beni sabahları öperek uyandırırsa kendimi değerli hissederim cevabı somut, net ve anlaşılır bir cevap oysa “çok fazla bir şey yapmasına gerek yok, bana biraz yardımcı olsun yeter”, genel ve yorumu açık ifade. Bu yüzden bu tür cevaplar çözüm için yardımcı olmayacaktır.

    İkinci adım: Çiftler bir zaman tüneline girdiklerini varsaymalı ve geriye doğru anılarını hatırlamalılar. Zaman yolculuğunuzda bir hafta öncesine ya da birkaç yıl öncesine hatta ilişkinizin başlangıcına gidin. İlk adımda sorduğunuz soruların cevaplarını aradığınız duyguları hissettiğiniz anıları hatırlayın ve eşiniz ne yaptığında sevildiğinizi hissetmiştiniz, değerli, özel, önemsenmiş olarak algılamıştınız diye bir düşünün. O zamanlara gidin, ne yapmıştı, nasıl davranmıştı, siz nasıl karşılık vermiştiniz bir hatırlayın.

    Üçüncü adım: Çiftler eşlerine yönelmeli. Eşinizin kendini değerli, güvende hissettiği zamanları araştırın ve aynı sorulara eşiniz için de cevap arayın. Sizinle eğlendiği, arkadaşlık yapabildiği, dost olarak konuşabildiği anılarını öğrenin. Sizin ve eşinizin sorulara verdiği cevapların da aynı olmasını beklemeyin.

    Hafızalarınızı zorlayın
    Dördüncü ve beşinci adımlar: Birlikte zaman yolculuğuna çıktığınızda ikiniz için de geçerli olan ‘en mutlu’, ‘en heyecan verici, ‘en huzurlu’ ve ‘en keyifli’ anılarınızı hatırlayın. Bu zaman yolculuğunda hem bireysel hem de birlikte bulduğunuz anıları toplayın ve bugüne gelin. Bu anılarını düşünerek günümüzde hangilerini hala yaşadığınızı, hangilerini canlı tuttuğunuzu düşünün. Geçmişin köşesinde unuttuklarınız için sakın sorumlu aramayın ve ikinizin de katkısı olduğunu unutmayın.

    Çiftlere son bir tavsiye:
    Birbirinize ne kadar kızarsanız kızın yine de iyi anlarınızı hatırlayın ve mutlu olduğunuz zamanlardaki gibi davranmayı deneyin.

    HT Hayat

  • Sevgili kalma yolları

    Sevgili kalma yolları

    Uzman Psikolog Zeynep Zat, Sevgililer Günü’ne, ilişkilerinde problemlerini çözerek girmek ya da bir ömür “sevgili” kalmak isteyenlere haftada 5 saatlerini ayırarak ilişkiyi güçlendirmenin ipuçlarını veriyor.

    Günümüzde tüm dünyada, seven ve sevilen, ilişkilerinde dengeyi, sağlıklı iletişimi yakalayabilmiş çiftler, işlerinde başarı grafiğini artırıyor, özel hayatlarında ise mutlu ve huzurlu bir yaşam sürüyor.

    İşte bu noktadan hareketle sevginin günü 14 Şubat’a az bir zaman kala, Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog Zeynep Zat, çiftlerle, ilişkilerindeki problemli noktaları hayatlarından çıkartarak yerine sevginin “iyileştirici” gücünden yararlanabilmeleri için şu ipuçlarını veriyor.

    “Sıradan bir haftanız toplam 168 saat. Sevdiğiniz kişi ile mutlu bir birliktelik için vermeniz gereken bunun yalnızca 5 saati. Hayatınızın içine almadığınız bilgilerin faydası yok, ancak ilişkinize destek vermesi için bunları yaşama geçirebilmek sizin elinizde. İlişkide iki taraf olmaktansa ‘ortak’ olabildiğiniz sürece, ilişkinizin rayından çıkması artık o kadar da kolay olmayacaktır.

    5 adımda ilişkinizi güçlendirin!
    Günde 2 ile 20 dakika arası değişen aralıklarla, haftada toplam 5 saat ayırarak ilişkinize yenilenme getirebilirsiniz. Güvensizlik, hor görme yerine sevgi, şevkat ve takdir duygusunun tatminini hayatlarınıza ve ilişkilerinize çekebilirsiniz. Her gün sadece 5 dakika ayırarak sürekli sevgili kalmak için yapmanız gerekenler:

    Beğendiklerini dile getirme ve takdir
    Maalesef sevgi ve hayranlık kırılgandır. Bazen çiftler kendilerini, birbirilerinin kişilikleri ya da davranışlarındaki kusurlarını eleştirmeye kaptırabilirler. Ancak hor görmenin panzehiri sevgi ve hayranlıktır. Partneriniz ile onu neden sevdiğiniz üzerine bir konuşma yaparak başlayabilirsiniz. Bir çiftin birbirine verebileceği en büyük armağan tanındığını ve anlaşıldığını hissetme keyfidir. Kendinizi ve birbirinizi tanımak bir ilk adımdır, buradan edinilen bilgilerle birbirinize olan sevginizi ve birbirinizin beğendiğiniz özelliklerini söyleyebilirsiniz. Süre: Günde 5 dakika, 7 iş günü Toplam: 35 dakika

    Şefkat
    Günlük yaşamın sıkıntı ve telaşı içinde partnerinize kendisine değer verdiğinizi bildirmeniz kıymetlidir. Örneğin, ‘İşlerin yoğunluğu yüzünden yakın arkadaşlarımı çoktandır ihmal ettim’ diye yakınan partnerinize, ‘Önceliklerini belirleyemeyen sensin’ demek yerine çözümün bir parçası olmaya gönüllü olduğunuzu göstermek için ‘Hafta sonu hep beraber bir plan yapmayı ister misin?’ diyebilmek, uzaklaşmak yerine yakınlaşmayı seçmek olacaktır. Birlikte olduğunuz zamanlarda birbiriniz ile fiziksel ve duygusal temas halinde olmanız önemlidir. Süre: Günde 5 dakika, 7 iş günü Toplam: 35 dakika

    Ayrılıklar
    Sabah güne başlamadan önce, o gün neler yapacağınızı partneriniz ile paylaşabilirsiniz. Onun yapacaklarını da öğrenmelisiniz. Bunu karşı tarafı sorgulamak ya da birbirinize hesap vermekten öte, gün başlamadan önce planlarınızdan birbirinizi haberdar etmek için yaptığınızı unutmamalısınız. Süre: Günde 2 dakika, 5 iş günü Toplam: 10 dakika

    Günün sonunda
    Çiftler birbirinin duygusal ihtiyaçlarını çoğu zaman kötü niyetle değil, düşüncesizlik yüzünden göz ardı ederler. Sadece günlük etkileşimleri hafife almamalarını gerektiğini anlamak bile birçok çiftin ilişkisinde fark yaratır. Eve tüm işi getirmek ne kadar sağlıksız olsa da, aklınızdaki bu sorunları evin kapısından girerken bir anda bırakabilmek de çoğu zaman öyle kolay değildir. Bunun için her iş gününün sonunda mutlaka stresinizi azaltacak bir konuşma yapmanız size ve eşinize iyi gelecektir. Süre: Günde 20 dakika, 7 iş günü Toplam: 1 saat 40 dakika

    Haftalık buluşma
    Birbirine destek olmanın bile ilişkinin gücüne ve tutkusuna iki haftalık bir tatile çıkmaktan çok daha fazla katkıda bulunacağını aklınızdan çıkarmamalısınız. Sadece ikinize ait olan iki saati sohbet ederek geçirmek de bağlı kalmanın gevşetici, alçak basınçlı bir yolu olabilir. Bu konuşmada hafta içinde yaşadığınız bir tartışmayı da sağduyunuzu kaybetmeden irdelemeniz mümkündür. Süre: Günde 2 saat,1 iş günü Toplam: 2 saat