Etiket: sağlık

  • Bu Besinler Karaciğeri Temizliyor!

    Bu Besinler Karaciğeri Temizliyor!

    Vücudumuzun en önemli organlarından biridir Karaciğeri bu besinler temizliyor.

    Karaciğerimizi vücudumuzdaki toksinlerin atılmasından görevli organdır. Ancak karaciğer kendini temizleyemezse görevini yerine getiremez. Bu nedenle karaciğerin düzenli olarak kendisini temizlemesi için bazı besinlerin düzenli olarak tüketilmesi gerekir. Bakalım o besinler hangileriymiş..

    Sağlığınız için bu besinlerin en az iki tanesini besin listesine ekleyin.

    İŞTE KARACİĞERİ TEMİZLEYEN BESİNLER

    SARIMSAK: Sarımsağın faydaları saymakla bitmez biliyoruz ama sarımsak bir karaciğer dostudur. Günde 1-2 tane yediğiniz takdirde karaciğeriniz işlevini kazanacaktır.

    YEŞİL ÇAY :Yeşil çay da bulunan kateşin bir antitoksidandır. Bu nedenle karaciğeri temizleyen besinlerin başında gelir.

    ELMA: Elmanın karaciğeri temizleme konusunda öyle bir etkisi vardır ki. Hatta bununla ilgili : “Elma yiyen biri doktor yüzü görmez” diye söylenen bu sözü sizinle paylaşmak istedik. Elma karaciğer dostudur.

    karacigeri-temizleyen-besinler-2

    YEŞİL YAPRAKLI SEBZELER: İster çiğ ister pişmiş tüketin hiç fark etmez. Yeşil yapraklı sebzeler karaciğeri temizlemede baş listededir.

    AVOKADO: Avokado vücudun glutatyan üretmesini sağlar.

    PANCAR-HAVUÇ:  İkisi de karaciğer için çok önemlidir.  Karaciğerin fonksiyonlarının düzenlenmesine etki eder.

    LİFLİ GIDALAR:  Lifli gıdaların vücuttaki fazla yağların atılmasına yardımcı olur. Bunun sonucunda ise karaciğeri temizleme işlevi devreye girer. Mercimek, ıspanak, yulaf ezmesi, kepek, siyah fasulye, kuru fasulye gibi gıdalar lif yönünden zengindir.

    fft20_mf5956874

    CEVİZ:  Her derde deva olan cevizin bir de karaciğeri temizleme görevi vardır. Karaciğerde amonyum oranının azaltılmasında önemlidir. Ceviz iyi glutatyan ve omega-3 kaynağıdır. Yutmadan önce iyice sıvılaşana kadar çiğnemeyi unutmayın.

    LİMON: Limonda C vitamini çok bulunur. Bu nedenle sabah içildiğinde karaciğeri uyarır.

    ZERDAÇAL: Baharatlar arasında en faydalısı ve en işlevli olanıdır. Özellikle Çin ve Hindistan mutfağında kullanılan bir ilaç gibi güçlü bir antiinflamuar karaciğerin en sevdiği baharattır.

    1018166_620x360

    TURPGİLLER: Turpgiller karaciğerde ekstra enzim üretimi sağlayarak sistemdeki glikoz miktarını artırabilmektedir. Bu enzimler kanser riskini de azaltmaktadır.

    KARAHİNDİBA: Karahindibanın karaciğere ne gibi faydası olabilir diyenleri duyar gibiyim. Hemen açıklıyoruz.  Karahindiba karaciğerde yaşanan problemleri çözmede aktif rol oynar. Karahindiba çay olarak tüketiliyor.  Zaman olarak kahvaltıdan yarım saat önce tüketilirse etkili olur.

  • Pirinç patlağında sağlığı tetikleyen 3 madde!

    Pirinç patlağında sağlığı tetikleyen 3 madde!

    Çoğumuzun çok sevdiği pirinç patlağında sağlığa zararlı 3 önemli madde bulundu

    Yurt dışında yapılan araştırmalara göre atıştırmalık olarak tercih ettiğimiz pirinç patlaklarının sağlığa zararlı olduğu ortaya çıktı. Meğer bu atıştırmalık o kadar da masum değilmiş.

    Diyet yapanların vazgeçilmezi olan pirinç patlağını bu açıklamadan sonra yememenizi öneririz.

    Yapılan kontrollerden sonra pirinç patlağında sağlığa zararlı bir takım bulgular çıkmış olup kanseri ve böbrek rahatsızlıklarını tetiklediği açıklandı. İçinde barındırdığı Arsenik, Akrilamid ve Kadmiyum maddeleri kemik hastalıklarına kadar ciddi sağlık sorunlarının yaşanmasına neden oluyor.

    Özellikle aşırı dozda kullanılan Akrilamid maddesi kanser hastalığına davetiye çıkarıyor. Bu maddenin birçok gıda da yer aldığı uzmanlar tarafından belirtildi.

    qcvcn_1476274189_5574

    Ancak evde kendiniz pirinç patlağı yapabilirsiniz. İşte sizlere hem kolay hem de sağlıklı pirinç patlağı yapımını göstereceğiz. Eğer bu tarife uyarsanız evde keyifle ve istediğiniz kadar pirinç patlağı yapabilirsiniz. Pirinç patlatmanın genel olarak 3 yolu vardır ama sadece ikisini evde deneyebilirsiniz. İşte en basit haliyle evde pirinç patlatma.

    Pirinçler mısır gibi kızgın yağa koyup öyle çatur çutur patlayıp etrafa dağılmaz.  Pirinçler attığınız kızgın yağın içinde 3-4 saniye içinde patlar ve ses çıkarmaz. Sadece nasıl patladığını görürsünüz. İlk denemede başarılı olmak ve nasıl etki ettiğini görmek için az biraz deneyin sonra istediğiniz kadar pirinç patlatmayı deneyin. Evde pirinç patlağı yapmak için bakalım neler gerekliymiş:

    -1 çay bardağı pilavlık pirinç

    -1 su bardağı su

    -Kızartma yağı ve

    -Metal un eleği

    Evde pirinç patlağı nasıl yapılır:

    1 çay bardağı pirinci öncelikle yarım saat kadar ıslatın ve bekletin.  Nişastası arınana kadar yıkayın ve sonrasında süzün. 1 su bardağı kaynayan suya süzdüğünüz pirinçleri ekleyin. Tencere kaynamaya başlayınca ocağın altını kısın ve kapağı tam kapatmayın aralayın. Normal pilav yapar gibi pişene kadar pilavlar ocakta kalsın. Daha sonra yarım saat kadar pirinçleri dinlendirin.

    Dinlenen pirinçleri fırın kağıdı serilmiş kağıda dökün ve pirinçleri güzelce kurutun.  Kuruyan pirinçleri dumanı çıkana kadar sıcaklıktaki kızgın yağın içine atın ve yağın yüzüne çıkan pirinçleri elek yardımıyla alıp tabağa koyun. Bu işlemi tüm pirinçleriniz patlayana kadar devam edin.

    İşte bu kadar pirinç patlağınızı afiyetle yiyin :)

  • Antibiyotik direnciyle ilgili bilinmesi gereken her şey

    Antibiyotik direnciyle ilgili bilinmesi gereken her şey

    Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç geliştirdiği çağda yaşam korkutucu görünüyor; ama felaketten kaçınmanın yolları da var.

    Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnci, bizim antibiyotiği bu kadar yaygın kullanmaya başlamamızdan çok daha eskilere dayanıyor. Günümüz bakterilerinin antibiyotikten korunmak için geliştirdiği genlere, kuzey kutup bölgesindeki donmuş topraklarda 30 bin yıl önce yaşamış bakterilerde de rastlandı.

    O zamanlar bakteriler açısından bu genler pek avantaj teşkil etmiyordu. Ama insanlar en küçük bir hastalık belirtisinde bile antibiyotik kullanmaya başladıktan sonra direnç genleri her bakteri açısından kaçınılmaz hale geldi.

    Antibiyotiğin atası penisilini keşfeden Alexander Fleming bile henüz 1946’da antibiyotiğe direncin yayılması tehlikesine karşı uyarıda bulunmuş, antibiyotik kullanımının yaygınlaşması ve bakterilerin daha iyi savunma sistemi geliştirmesinden söz etmişti.

    Antibiyotik krizi, BBC Future’un Kasım ayında Sidney’de düzenleyeceği Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi’nde de tartışılacak.

    Durum ne kadar ciddi?

    Tüberkülozdan örnek verecek olursak, isoniazid ve rifampicin antibiyotikleri sayesinde Mikobakterium tüberküloz adlı bakterinin yol açtığı bu hastalık, zengin batılı ülkelerde artık pek görülmediği gibi diğer ülkelerde de azalmıştı.

    Fakat şimdi yeniden yaygınlaşıyor. Üstelik Hindistan, Çin, Rusya ve Papua Yeni Gine’de rastlanan bu yeni tüberküloz vakaları bu antibiyotiklere karşı dirençli.

    Birden fazla ilaca karşı dirençli tüberküloza ‘kanatlı Ebola’ adı veriliyor. Öksürük ve hapşırma yoluyla kolayca bulaşan bu hastalıktan kurtulma şansı en iyi tıbbi bakımla bile yüzde 50 düzeyinde.

    Ama bu, antibiyotik direnci sorununun sadece küçük bir kısmı. ABD’de her yıl en az iki milyon kişi antibiyotiğe karşı dirençli bakteriyel enfeksiyona yakalanıyor ve bunların 20 bini hayatını kaybediyor.

    Kalın bağırsakta enfeksiyona neden olan koli basili ile kan zehirlenmesine yol açan ve ölümcül olabilen psödomonas aeruginosa bakterilerine hastanelerde sık rastlanıyor. Bunlar antibiyotik savunma sisteminin son kalesi olarak yorumlanan karbapenemlere karşı dirençli bakteriler.

    Ayrıca cinsel yolla bulaşan frengi, belsoğukluğu ve klamidya gibi hastalıklara da bakteriler yol açıyor. Günümüzde antibiyotik direnci nedeniyle belsoğukluğu tedavisinde zorluklarla karşılaşılıyor.

    Yeni antibiyotik bulunamaz mı?

    Ne yazık ki bu o kadar kolay değil. Büyük ilaç şirketleri kanser ve kalp hastalıkları gibi daha kârlı alanlara yatırım yaptığı için ‘antibiyotik musluğu’ bir süredir kurumakla yüz yüze. Antibiyotik tedavisi 1000 dolara mal oluyorsa kanser kemoterapisi on binlerce dolar tutuyor, ya da kolesterol düşürücü ilaçları uzun süre kullanmak gerekiyor.

    Amerikan Bulaşıcı Hastalıklar Derneği’ne göre, bugün kullanılan tüm antibiyotikler 1984’ten önce bulunmuş antibiyotiklerin bir türevi. Antibiyotikler ayrıca ilaç şirketleri için bilimsel, yasal ve ekonomik zorluklar demek. Bu nedenle bu alandan çekiliyorlar.

    Çözüm ne?

    Yapılacak en önemli şey, zaruri olanlar dışında antibiyotik kullanımına son vermek. Bu ilaçlarla ilgili yerleşmiş anlayış ve uygulamaları yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Örneğin kulak ya da idrar yolları eknfeksiyonu için ille de antibiyotik kullanmak gerekmeyebilir; hatta antibiyotik kullandıktan sonra kendinizi iyi hissetseniz bile ilaç bitene kadar kullanma tavsiyesinin bile ne kadar geçerli olduğuna bakmak gerekiyor.

    Üstelik alışkanlıklarını değiştirmesi gerekenler sadece doktorlar da değil. Hastaların da her aksırık ve tıksırık için antibiyotiğin çare olmadığını anlaması gerekiyor. Genellikle üst solunum yolu hastalıklarına virüsler neden olur ve bu durumda antibiyotik kullanılmaz; çünkü antibiyotik sadece bakterileri öldürür.

    Tarım ve hayvancılık alanında da antibiyotik kullanımına son verilmesi ya da en azından azaltılması çağrıları yapılıyor. Dünya Sağlık Örgütü, hayvanlarda enfeksiyon riskine karşı hemen antibiyotiğe baş vurulmaması, aşı, hijyen ve biyogüvenlik gibi alternatiflerin geliştirilmesi tavsiyesinde bulunuyor.

    Daha radikal çözüm var mı?

    Bakteriyofaj ya da ‘bakteri yiyen’ virüsler alternatif çözüm olabilir. Bu virüsler aslında bakterileri yemiyor, onu yuva olarak kullanıp çoğalarak başka bakterilere yayılıyor.

    Bakteriyofajlar 1915’te keşfedildi ve 2. Dünya Savaşı’nda kangren tedavisinde kullanıldı. Bugün de antibiyotik krizine çözüm amacıyla yeniden inceleniyorlar.

    Yeni antibiyotik keşfetme amacından da vazgeçmiş değiliz. Ama bu antibiyotiklerin üzerinde de Demokles’in Kılıcı sallanıyor olacak. Bakteriler bir gün bunlara karşı da direnç geliştirecek. Bunu asla kazanamayacağımız bir silahlanma yarışı olarak görebiliriz. Umuyoruz ki bu yarışın kaybedeni de olmayız.

    • Bu makalenin İngilizce aslını BBC Future sayfasında okuyabilirsiniz.

    Kaynak: bbc.com/turkce

  • Fazla kilolardan kurtulmaya ne dersiniz? Diyette son nokta!

    Fazla kilolardan kurtulmaya ne dersiniz? Diyette son nokta!

    Herkesin korkulu rüyası şu fazla kilolardan kurulmaya ne dersiniz? Birazdan açıklayacağımız bu tarifle fazla kilolarınızdan kurtulacaksınız.

    Kilo vermeyi kim istemez ki! Ancak kilo vermek görüldüğü kadar kolay değildir. Bazın insanların kilo alması ne kadar zorsa kilo veremeyenlerin sayısı daha yüksektir. Fazla kilolardan kurtulmak için farklı yollar denediniz ama etkisi olmadıysa bir de buna göz atın derim. Sağlıklı bir şekilde doğal yiyeceklerle zayıflamak için bu tarifi mutlaka deneyin. İşte size kilo verdiren tarifi paylaşıyorum.

    Kilo Verdiren Ananas ve Kerevizli Smoothie

    Kilo Verdiren Ananas ve Kerevizli tarifin yapımı son derece basittir. Kolay hazırlanmasının yanı sıra sizi çok tok tutacaktır.  Kilo verdirmesinin yanı sıra içerdiği vitamin değerlerinden dolayı temizleyici ve tedavi etme özelliği vardır. Hazırlanışı sadece 2 malzemeden oluşan bu tarif kolay yoldan zayıflamanızı sağlayacaktır.

    fazla-kilo-1

    İsterseniz malzemeler neymiş bakalım:

    2 su bardağı su

    2 su bardağı taze ananas

    1 sap kereviz

    Yarım limonun suyu

    1 çorba kaşığı bal

    Yapılışı:

    Bu karışımı yapmak oldukça basit demiştik. Öncelikle iki su bardağı ananas elde edene kadar dilimleyin. Daha sonra kerevizleri dilimleyin ve yarım limonun suyunu sıkın. Bu 3 malzemeyi mutfak robotunuza aktarın. İçine 2 su bardağı su ve 1 çorba kaşığı bal ekleyin. Pürüzsüz bir sıvı edene kadar robotta karıştırın.  Artık kilo verdiren tarifiniz hazır.

    Bu malzemelerle iki smoothie elde edebilirsiniz. Elde ettiğiniz bu ilki kullanımlık olan karımın ilkini sabah aç karna içeceksiniz. Diğerini ise öğle yemeği arasında tüketmelisiniz. Bu tarifte en etkili formül kerevizi ve ananası organik bulmanız. En fazla etkiyi bu şekilde olursa görebilirsiniz.

    Ananas ve kereviz aynı zamanda idrar söktürücü ve iltihaplara karşı etkili bir özelliğe sahiptir. İkisi bir araya geldiğinde hem kilo verdiriyor hem de diğer işlevlere yarıyor. Ancak unutulmaması gereken önemli bir yarıntı var.

    Kilo Verdiren Ananas ve Kerevizli Smoothie tarifi tek başına kilo verdirmez. Bununla birlikte bir egzersiz programı yapmanız gerekmektedir. Bu tarif sadece sizin diyet sürecinizi kısaltır.  Herkesin metabolizma değerleri farklıdır bu nedenle etkisinin kişiden kişiye değiştiğini unutmayın. Öncelikle kilo vermeye motive olmalısınız kolay gelsin!

  • Bu öneriler tansiyon hastaları için!

    Bu öneriler tansiyon hastaları için!

    Tansiyon hastaları dikkat bu yazımızı sizi yakından ilgilendiriyor. Tansiyon hakkında bilmedikleriniz yazımızda..

    Hipertansiyon yani yüksek tansiyon kan damarlarındaki basıncın normalden fazla olmasıdır. Günümüzde hipertansiyonun görülme yaşı gittikçe düşüyor. Bu oranlara bakacak olursak hipertansiyonun görülme sıklığı 18 yaş ve üstünde %30-35 değerindedir.  Yaş ilerledikçe sıklığı da artmaktadır.

    Hipertansiyon bu özellikteki kişilerde daha fazla risk taşıyor:

    -Yaşa bağlı

    -Aşırı kilolu olmak

    -Diyabet

    -Fazla tuzlu beslenme

    -Düzenli egzersiz yapmama

    -Alkol ve sigara kullanımı

    -Aşırı stres

    Bunların dışında rol oynaya iki durum daha vardır bunlar ise: cinsiyet ve kalıtımdır.

    50 yaş altındaki erkeklerde hipertansiyon görülme sıklığı yüksektir. 50-55 yaş kadın ve erkeklerde aynı oranda gitmekte fakat 55 yaş üstünde erkeğe göre kadında görülme sıklığı daha fazladır.

    Yüksek tansiyon sadece yukarıda belirtilen özelliktekilerde bulunmuyor. Bazı hastalıklara bağlı olarak ta yüksek tansiyon hastalığı ortaya çıkmaktadır.

    Ailede hipertansiyon hastası olan bir bireyde hipertansiyon görülme sıklığı %60’tır. Bunların dışında hipertansiyon aşağıdaki hastalıklara bağlı olarak ta ortaya çıkmaktadır:

    -Böbrek rahatsızlığı olanlar

    -Böbrek üstü bezinde oluşan hastalıklar

    -Aortta oluşan darlıklar

    -Tiroid bezinde yavaş ve hızlı çalışmaya bağlı olan rahatsızlıklar

    yuksek-tansiyon-1

    HİPERTANSİYON BELİRTİLERİ

    Hipertansiyonunuzun çok yükselmesi halinde görülen belirtiler arasında:

    Baş dönmesi

    Baş ağrısı

    Kalp ağrısı

    Kulak çınlaması

    Nefes darlığı

    Çift veya bulanık görme

    Burun kanamaları ve

    Düzensiz kalp atışları sayılabilir. Yüksek tansiyon normalde herhangi bir belirti vermediğinden, düzenli olarak tansiyonunuzu kontrol ettirmeniz önemlidir. Yüksek tansiyon vücudunuza siz farkına varmadan zarar verebilir.

    HİPERTANSİYON TEDAVİSİ

    Hipertansiyon hastaları tedavi sürecinde kilolu ise mutlaka kilolarından kurtulmaları gerekmektedir. Vücut ağırlığını dengelemek için düzenli egzersiz yapmaları gerekmektedir. Tuz tüketimi olabildiğince azaltılmalıdır.

    Alkol tüketimiz minimum seviyede olmalıdır. Yeşil yapraklı sebzeler tüketmelidirler ve hazır gıdalardan uzak durmalıdırlar. Hazır gıdalarda tuz tüketimi fazla olduğu için hipertansiyon hastalarını olumsuz etkilemektedirler.

    BUNLARDAN UZAK DURUN

    Tuzlu ve şekerli besinler, çay ve kahve, kolalı içecekler, tereyağ çeşitleri ve alkol yüksek tansiyonu çıkaran gıdalardır. Tansiyon hastaları bu tür gıdalardan uzak durmaları gerekmektedir.

     

  • Tırnak batmasına dikkat!

    Tırnak batmasına dikkat!

    Tırnak batması nedir? Dikkat edilmesi gereken şeyler nelerdir?

    Tırnak batması tırnağın dış kısımlarının içe doğru gömülmesi sonucu oluşturduğu yara ve enfeksiyondur. Tırnak batması en çok ayak parmaklarında görülür. Batık tırnak yaşam kalitesini bozan bir rahatsızlıktır.

    Bu nedenle tırnak batmasını hafife almayın. Çünkü batık tırnak rahatsızlığı sizi bir kere esir aldı mı bırakması kolay olmuyor. Tırnak batması hemen kurtulabileceğiniz türden bir rahatsızlık değildir tekrarlayabilir.

    Tırnak batması ilk oluşumu sırasında kızarmaya başlar ve acı veren bir şişlik oluşturur.

    Tırnak batmasının nedenlerini sizler için sıraladık göz atmanızda fayda var.

    tirnak-batmasini-hafife-almayin-1

    TIRNAK BATMASI NEDEN OLUR?

    Tırnak batmasının birçok nedeni olabilir. Hiç ummadığınız bir takım şeyler bile tırnak batmasına sebebiyet verebilir.

    -Yanlış tercih edilen ayakkabılar: Yüksek topuklu ayakkabıları çok sık kullanıyorsanız batık tırnak sorunu yaşayacaksınız demektir. Bu rahatsızlığa ortam oluşturmamak için yüksek topuklu ayakkabıdan kaçının.
    -Ayağınızı bir yere çarpmanız: Ayağınızı bir yere çarpmamaya özen gösterin.
    -Yanlış kesilen tırnaklar: Yanlış şekilde kestiğiniz tırnaklar uzamaya başladığında derinize doğru batmaya başlar ve zamanla sizi rahatsız eder.
    -Kilolu olmak: Aşırı kilolu olmak ağırlığınızı ayakalara verdiğinden ayakta batığa neden olacaktır.
    -Hijyenik ortamlarda yapılan pedikürler: Siz siz olun her yerde pedikür yaptırmayın. Hijyenik olmayan yerlerde yapılan pedikürler batık tırnak oluşumuna zemin hazırlar.

    Yukarıda tırnak batmasına neden olan en sık etkenleri sıraladık. Tırnak batmasında tedavi çeşitleri durumun ciddiyetine göre değişiklik gösterir. Tırnak batmasında uygulanan en yaygın tedavi şekilleri şu şekilde.

    TIRNAK TELİ YÖNTEMİ

    Tırnağın yan katlantıları tırnak kökünden itibaren 0.5- 0.8 cm’yi geçmeyecek kadar çıkarılıp kesilir. Bu bölgeye özel aparatlar yardımı ile sürülen ilaçlar ile “kimyasal matrisektomi” denilen işlem gerçekleştirilir. Tırnak teli tedavi yöntemi kesin çözüm olup maliyetli bir tedavi şeklidir. Son yıllarda sık yapılmaya başlanmıştır.

    BATIK TIRNAK AMELİYATI

    Tırnak batmasının ileri seviyelerinde tırnak batması ameliyatı gerçekleştirilir. Maalesef ameliyat bazen kesin çözüm olmayabiliyor. Yani batık tırnak ameliyatı da olsanız bu süreç hep tekrarlayacaktır.

    TIRNAK BATMASINA DOĞAL YÖNTEMLER

    Eğer tırnak batmasını yeni yaşıyorsanız çok şanslısınız. Erken çözümler bularak cerrahi müdahale olmadan sağlığınıza kavuşabilirsiniz.

    -Ayağınızı günde 4 kez sıcak suda bekletin. Suya hiçbirşey eklemenize gerek yoktur. İltihaplı bölgeyi günde iki kez yıkayın.

    -Ayakkabı seçimize dikkat edin. Yüksek topuklu ayakkabılardan kaçının.Rahatsızlığınız gidene kadar rahat ayakkabılar giyin.

    -Deriye batmakta olan tırnağı altına bir pamuk koyarak havaya kaldırın. Bunları düzenli halde yapmanıza rağmen hiç bir etki olmadıysa mutlaka bir doktora görünün.

  • Hastalıklardan ev yapımı probiyotiklerle korunun

    Hastalıklardan ev yapımı probiyotiklerle korunun

    Bağışıklık sisteminin büyük bölümünü bağırsak florasının oluşturduğunu belirten Dr. Sinan Akkurt, hastalıklardan korunmada probiyotiklerin çok önemli rol aldığını söyledi, “Biz bağırsaklardaki yararlı bakterileri korursak, onlar da bizi hastalıklardan korur” dedi.

    Kışa daha güçlü bir bağışıklık sistemi ile giriş yapmak ve sağlığını korumak isteyenler beslenmede doğal probiyotik kaynaklarına daha fazla yer ayırmalı.

    Probiyotiklerin sağlık için yararlarına değinen Dr. Sinan Akkurt, en iyi probiyotik kaynaklarının ise ev yapımı doğal fermente yiyecekler olduğunu söyledi.

    Akkurt, “Probiyotikler, kronik rahatsızlıklardan, otoimmün hastalıklardan, enfeksiyonlardan korur. Günlük beslenmemize doğal probiyotikleri ekleyerek bağışıklığımızı güçlendirebilir, sindirim sistemimizin daha iyi çalışmasını sağlayabilir, hastalıklara karşı savaşabiliriz” dedi.

    Geleneksel Türk mutfağında fermantasyon yönteminin bu anlamda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan Dr. Akkurt, “Yapmamız gereken; fast food ve paketli gıdaların yerine ev yapımı geleneksel yiyecekleri koymak. Yani yoğurdumuzu evde mayalamak, sirke yapmak, turşu kurmak… Bu aslında o kadar da zor değil” diye konuştu.

    Evde mayalanan yoğurt, peynir, turşu, sirke, ekşi mayalı ekmek kefir, nar ekşisi, boza, şalgam suyu, salamura zeytin, sütlü biber turşusu gibi yiyeceklerin gerçek bir şifa kaynağı olduğunu söyleyen Akkurt, probiyotiklerin vücutta zararlı mikroorganizmaların çoğalmasını engellediğini kaydetti.

    Probiyotiklerin mide-bağırsak rahatsızlıkları başta olmak üzere enfeksiyonel hastalıklar, obezite, kanser gibi hastalıklara karşı koruyup mücadele ettiğini belirten Akkurt, ayrıca kolesterol ve şeker dengesini sağlamaya destek olduğunu, antibiyotiklerin kötü etkilerini yok ettiğini ve bağışıklık sistemini güçlendirdiğini söyledi.

    Özellikle yoğurdun günün her saati yenebilecek, meyveyle karıştırıldığında uzun süre tokluk hissi sağlayabilecek, ekmek yerine tüketilebilecek bir besin kaynağı olduğuna dikkat çeken Dr. Sinan Akkurt, anne sütüne en yakın içeriğe sahip olduğu için keçi sütünün tercih edilmesini önerdi.

    Yoğurt suyunun vitamin açısından zengin olduğunu ve çoğu kez çöpe atarak büyük bir hata yapıldığını söyleyen Akkurt, kemik erimesine ve elektromanyetik kirlenmeye karşı da her gün bir kase yoğurt tüketilmesinin faydalı olduğunu dile getirdi.

     

    Kaynak: ntv.com.tr

  • Meme kanseri olabilirsiniz dikkat!

    Meme kanseri olabilirsiniz dikkat!

    Her kadının kabusu olan meme kanserinin belirtileri nelerdir? Meme kanserinin belirtileri nelerdir ve nasıl oluşur? Tüm merak edilenler Kadınlar Kulübü’nde.

    Öncelikle yazımıza meme kanserinin tanımıyla başlayalım ve tedavi sürecine varan bilgilerimizi paylaşalım.
    Meme kanseri,meme dokusundaki hücrelerden gelişen kanser türü olup kadınlarda görülür. Kadınlarda en sık görülen kanser türlerinin başında gelmektedir.
    Meme kanseri meme dokusunun herhangi bir yerinden kaynaklanabilir. Oluşumunda genetik faktörler çok etkilidir.

    MEME KANSERİNİN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

    Meme kanserinin en önemli oluşum nedeni cinsiyet ve yaşlanmadır. Genetik yapıda çeşitli faktörlerin ve normal yaşlanmanın etkisiyle ortaya çıkan bozukluklar kansere neden olur.

    Ancak meme kanserlerinin sadece %7-9’luk bir kısmı ailesel geçişlidir. Özellikle anne tarafında genç yaşta meme kanseri ve erkek meme kanseri görülmesi ailesel bir geçişe işaret edebilir.

    Meme kanserinin yaygın bir şekilde yayılma oluşturduğu bölgeler ise kalça ve omurga kemikleri ile akciğer ve karaciğer olarak tanımlanır.

    Meme kanserine neden olan risk faktörlerine bakacak olursak;

    İlk doğum yaşı:

    30 yaşından sonra ilk doğumunu yapanlarda risk artmaktadır.

    İlk adet yaşı:

    İlk adetini erken yaşlarda görenler, yaşam boyu daha uzun süre östrojen hormonuna maruz kalacaklarından dolayı risk artmaktadır.

    Menopoz yaşı:

    Menopoz kadının adetten kesildiği, doğurganlığının sona erdiği dönemdir. İleri yaşta, 55’ten sonra menopoza girme meme kanseri riskini arttırmaktadır. Burada da etken uzun süre östrojen hormonuna maruz kalmadır.

    Emzirme:

    En az bir yıl süreyle emzirmenin koruyucu etkisinin olduğunu gösteren verilerin yanı sıra herhangi bir etkisinin olmadığını iddia eden çalışmalar da mevcuttur.

    Doğum kontrol hapları:

    Doğum kontrol haplarının uzun süre kullanımı meme kanseri gelişim riskini arttırmaktadır. Bunun yanı sıra en az beş yıl süreyle bu ilaçların kullanılmasının kalın bağırsak, rahim ve over (yumurtalık) kanseri riskini azalttığı gösterilmiştir. 10 yıldan daha uzun süre kullanımlarda ve özellikle genç yaşta (20 yaş öncesinde) kullanmaya başlamakla meme kanseri, kalp krizi ve inme riski artmaktadır. Burada özellikle belirtilmesi gereken nokta, doğum kontrol hapıyla birlikte sigara içiminin ciddi sorunlara yol açabileceğidir. İkisi birlikte kalp hastalıkları ve inme riskini belirgin arttırmaktadır.

    Menopoz sonrası hormon tedavisi:

    Bu tür ilaçlar genellikle menopoza bağlı şikâyetlerin ortadan kaldırılması veya azaltılması amacıyla kullanılırlar. Bu ilaçlar vücudun üretimini kestiği östrojen ve progesteron hormonlarını içermektedir. Bu ilaçları 5 yıl ve daha uzun süre kullanan menopoz sonrası dönem kadınlarda meme kanseri ve rahim kanseri riski artar.

    Boy ve kilo:

    Uzun boylu kadınlarda meme kanseri riski artmaktadır. Bunun nedeni bilinmemektedir. Benzer şekilde bu kadınlarda kalın bağırsak kanseri riski de yüksek saptanmıştır. Menopoz öncesi dönemde aşırı zayıf kadınlarla, menopozdan sonra idealin üzerinde kilosu olan kadınlarda meme kanseri riski artmaktadır. Menopoz sonrası dönemde aşırı kilolar ve özellikle yağ dokusu fazla miktarda östrojen hormonu (meme kanserine neden olduğu bilinen hormon) yapımına neden olmaktadır.

    Beslenme: Menopoz sonrası dönemde yağ oranı yüksek gıdalarla beslenme ile meme kanseri gelişimi arasında ilişki mevcuttur. Sebze ağırlıklı beslenmenin ise koruyucu etkisi vardır.

    Alkol:

    Günde 1 bardaktan (1 bira, 1 bardak şarap, 1 duble sert içecek) daha fazla alkol tüketimi kadınlarda östrojen hormonu düzeylerini arttırdığı için kanser gelişim riskini arttırabilir.

    İyi huylu meme hastalıkları: Kist, fibroadenom ve hiperplazi gibi meme hastalıkları iyi huylu tümörlerdir. Biyopsi sonucu habis olmayan oluşumlar tespit edilmesi risk faktörüdür.

    Ailede meme kanseri öyküsü olması: Annesinde, anne tarafından akrabalarında, teyzesinde ve ve/veya kız kardeşinde meme kanseri olan kadınlarda meme kanseri gelişmesi riski normal toplumdan daha fazladır.

    Korunma:

    Bazı risk faktörleri sizin kontrolünüz altındadır. Genel sağlık durumunuzu koruma amaçlı dengeli beslenme, zayıflama veya kilonuzu koruma, sigara içmeme, alkolü sınırlandırma, düzenli egzersiz gibi faaliyetlerde bulunabilirsiniz. Ancak bunlar riskinizi tamamen yok etmez. Bu nedenle meme kanserine yakalanmışsanız bu hiçbir şekilde sizin veya başkasının suçu değildir. Kendinizi suçlu hissetmek veya yanlış olduğunu düşündüğünüz şeyleri veya kişileri suçlamanızın size bir faydası yoktur; tam aksine moralinizi yüksek tutmak tedavinizi de olumlu yönde etkileyecektir.

    Bulgular:

    Meme Kanserinin Belirtileri: Meme kanserinin en sık rastlanan belirtisi, memede ağrısız, zamanla büyüyen bir kitlenin hissedilmesidir. Ancak, hastaların çok azında ağrı da belirtilere eşlik edebilir. Daha nadir olarak memede çekintiler, deride kalınlaşma, şişlikler, deride tahriş ya da bozulmalar ve meme ucunun hassaslaşması ya da içe dönmesi de dahil olmak üzere meme ucu belirtileri yer almaktadır. Sanıldığının aksine ağrı ve kanlı akıntı ileri evrelerde ortaya çıkmaktadır.

    Tanı:

    Erken evrede meme kanserleri diğer kanser çeşitlerinde olduğu gibi ileri dönemlere gelene kadar belirgin bir belirti vermeyebilir. Erken teşhiste en önemli faktör, kişinin bu konuda bilinçlendirilmesidir. Bu nedenle, meme kanserinin erken tanısı için önerilen kontrol programlarını uygulamanız çok önemlidir. Meme kanserine erken evrede tanı konması, tedavinin başarıya ulaşma ve hayatta kalma şansını arttırır.

    Erken tanı için üç temel yöntem uygulanabilir. Bunlar ;

    Evde kendi kendine yapılan meme kontrolleri

    Doktor tarafından yılda bir yapılan meme muayeneleri ve

    Mamografi (meme röntgen filmi) olarak sayılabilir

    Kadınların 20 yaşından sonraki dönemde, her ay memelerini kendi kendilerine muayene etmeleri gereklidir. Menopoz öncesi dönemde adetin başlangıcından sonraki 7-10. günlerde, menopoz sonrası dönemde ise her ayın aynı gününde muayene yapmalısınız. Meme dokusu içerisinde herhangi bir şüpheli kitle ele geldiğinde vakit geçirmeden doktora başvurunuz. 20 yaşından sonra 2 yılda bir, 40 yaşından sonra yılda bir kez doktorda meme muayenesi yaptırınız. Bu şekilde takip edilen kadınlarda kanserin çok erken dönemlerde yakalanabildiği ve meme kanserine bağlı ölümlerde %30 oranında azalma sağlandığı saptanmıştır.

    Evreleme

    Meme kanseri oluşumu çok hızlı bir süreç değildir. Tümör ortalama 5-7 yılda 1 cm büyüklüğe erişir. Yayılımı öncelikle lenf kanalları yoluyla koltuk altı lenf bezlerine ve daha sonra kan yoluyla karaciğer ve kemik gibi uzak organlara olur. Tümörün yayılımını tespit etmek için evreleme yapılıp, tedaviye karar verilir. TNM sistemi adlı bir evreleme sistemi kullanılır.

    basliksiz-2

    Tedavi:

    Meme kanseri tedavisi, alanında uzmanlaşmış bir ekip tarafından yapılmalıdır. Bu ekibin temel üyeleri meme cerrahı, tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğudur. Meme kanserinin temel tedavisi cerrahidir. Tercih edilen cerrahi şekli meme dokusunun tamamen çıkarıldığı mastektomi ameliyatıdır. Ancak, erken evre küçük tümörlerde meme koruyucu cerrahi yapılması da uygundur.

    Kanserli dokunun memeden, çevresinde bir parça sağlıklı meme dokusu bırakılarak çıkarılmasına lumpektomi adı verilir. Ancak, lumpektomi yapılan memelere daha sonra radyoterapi verilmesi şarttır. Yapılan çalışmalar sonucunda meme koruyucu cerrahi sonuçlarının mastektomi ile benzer olduğu anlaşılmıştır. Bu yaklaşım özellikle batı ülkelerinde mastektomiye tercih edilmektedir.

    Sevindirici olarak ülkemizde de giderek daha çok uygulanmaktadır. Cerrahi sonrası gerekiyorsa tamamlayıcı olarak kemoterapi veya hormonoterapiler tıbbi onkologlar tarafından yapılır. Bazı durumlarda radyoterapi de uygulanması gerekebilir. Tedavi kararı verirken tümörün büyüklüğü, koltuk altı lenf bezlerine yayılım olup olmaması, tümörün hormon bağımlılık durumu, Her2 (c-erb-B2) adı verilen kanser geninin varlığı gibi faktörler göz önüne alınır. Tümörün büyük olduğu durumlarda tedaviye önce kemoterapi ile başlanıp tümörün küçültülüp cerrahiye uygun hale getirilmesi gerekebilir. Bu tedavilere doktorunuz karar verip sizi yönlendirecektir.

    Tarama:

    Normalde 20 yaşından sonra meme muayenesi ve yılda bir kez doktorda meme muayenesi yaptırmanız önerilir. Bu nedenle, erken dönemde hastalığın yakalanması için kadınların bilgi sahibi olması gereklidir. 50 yaşından sonra 2 yılda bir mamografi çekilmesi önerilmektedir. Ulusal kanser tarama programı önerilerine göre ülkemizde uygulanan meme kanseri tarama protokolü aşağıda yer almaktadır.
    20-40 yaş arası; Ayda bir kendi kendine meme muayenesi, iki yılda bir klinik meme muayenesi
    40-69 yaş arası; Ayda bir kendi kendine meme muayenesi, yılda bir klinik meme muayenesi, iki yılda bir mamografi çekilmesi gerekmektedir.
    Buradaki metin genel bir bilgilendirme olup, hastalıklar değişkenlik gösterebileceğinden kişisel değerlendirme için uzmanınızla görüşünüz.

     

     

  • Metabolizma saati nedir? Nasıl bulunur?

    Metabolizma saati nedir? Nasıl bulunur?

    Bu yazımızdan sonra ne yediğinize değil eminiz ne zaman yediğinize önem vereceksiniz.

    Gün içinde vücudumuzda metabolizmanın daha hızlı ve daha yavaş çalıştığı dönemler vardır. Yani vücudumuzun biyolojik bir saati vardır. Bu saati bilirsek vücudumuzu zorlamamış oluruz ve dengede tutarız.

    Gündüz saatlerinde vücudumuz gün ışığının etkisiyle hızlı çalışır doğala olarak aktif olur. Gece ise vücut kendisini organların onarımı için dinlenmeye alır.

    Metabolizma saatinizi biliyor musunuz?
    Metabolizma saatinizi biliyor musunuz?

    METABOLİZMA SAATİ NASIL BULUNUR?

    Sabahın ilk saatleriyle birlikte metabolizma hız kazanmaya başlar ve vücudumuzun organizmaları harekete geçer. Tiroid hormonları ve adrenalin hormonları da sabah saatlerinde yükselmeye başlar. Vücudun sabah saatlerinde enerjiye ihtiyacı vardır ve bu yüzden güne güzel bir kahvaltıyla başlamak çok önemlidir.

    Öğlen saatlerinde sindirim sistemi daha uzun süreye ihtiyaç duyar. Bu nedenle hazımsızlığa neden olacak yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Sizi uzun süre tok tutacak proteinli besinler tüketmek en doğrusu olacaktır.

    ÖĞLENDEN SONRAYA DİKKAT!

    Metabolizma saat 15.00’a doğru sabah saatleri kadar yüksek performansa ulaşır. Saat 16.00’dan sonra ise kan şekerinde hafif düşüş başlar. Enerji toplamak için taze meyve, süt/yoğurt , ceviz/fındık gibi yağlı tohumlarla bir ara öğün zamanıdır.

    Günün akşam saatleri yani 17.00 ve 18.00 arası insanların en mutlu olduğu saatlerdir. Serotonin salgısı ve vücut ısısının arttığı saattir. Spor yapmak için bu saatler uygundur.

    Vücut saat 21.00’dan sonra artık dinlenmeye ve uykuya hazırlanır. Stres hormonlarının etkisi azalır. Bunun dışında idrar atımı yavaşlar, tansiyon,nabız ve vücut ısısı düşmeye başlar.

    Bu aşamalardan sonra vücut artık rahat bir uyku için karanlık,sessiz ve sakin ortama ihtiyaç duyar. Saat 23:00 ile 5:00 saatleri arasında melatonin hormonu salgılanır. Bu hormonun görevi vücudun biyolojik saatini kurup ritmini ayarlar. Bu hormon kişiden kişiye göre değişir. Işığa karşı duyarlıdır karanlıkta ise yoğun şekilde salgılanır.

    Gece aynı zamanda büyüme hormonu devreye girer. Vücut kendini yenilemeye alır. Yağların erimesi bu zaman diliminde olur ve kasların gelişmesinde etkili saatlerdir.

  • Kreşle bulaşan hastalıklar

    Kreşle bulaşan hastalıklar

    Kreşe başlayan çocuklar ve aileleri için en büyük sorun tekrarlayan hastalıklar. Uzmanlar bu durumun normal olduğunu söylüyor. Ancak hasta çocuğu, hem kendi hem de diğer çocukların sağlığı için kreşe göndermemek gerekiyor.

    Kreşle bulaşan hastalıklar

    Çocukları kreşe başlayan ailelerin en büyük endişesi hastalıklar.

    Uzmanlara göre, ilk kez kreşe giden çocuklarda hastalanma sıklığının artması normal, endişeye gerek yok.

    Çocuğun senede yaklaşık 10 kez hasta olmasını normal kabul ettiğini belirten Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. İncilay Üstündağ, “Ateş olabilir, nezle grip öksürük olabilir. Bunların yüzde 80’inine yakını iyi beslenme, evde dinlenme ile kendi kendine geçecek hastalıklardır. Her hastalıkta hemen antibiyotiğe sığınmamak gerekiyor” dedi.

    Kreşle birlikte artan hastalıkların iki nedeni var. Birincisi çocukların ilk kez ev ortamından sonra uzun süreli olarak başka bir ortama girmeleri, ikincisi de çocukların hastalıkları birbirlerine bulaştırmaları.

    ÇOCUKTA YARATILAN HİJYEN ANLAYIŞI ÇOK ÖNEMLİ 

    Dr. Üstündağ, “Hasta olan çocukların mümkünse kreşe gönderilmemesine dikkat edilmesi gerekiyor. Bulaş çok önemli, aksi takdirde çok ciddi bir kısır döngü oluyor” uyarısında bulundu.

    Sınıfların havalandırılması , oyuncakların dezenfekte edilmesi ve öğrencilerin hijyenine dikkat etmesi de önlemler arasında.

    Uzmanlar, ateşin düşmemesi veya gribal enfeksiyonun uzun sürmesi durumunda mutlaka bir hekime başvurulması gerektiğinin de altını çiziyor.