Etiket: ruh sağlığı

  • Bir Diyetisyene Göre Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler

    Bir Diyetisyene Göre Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler

    Depresyon için en iyi doğal takviyeleri keşfedin ve ruh sağlığınızı destekleyin. Doğal takviyelerle depresyon semptomlarını hafifletin.

    Depresyon, günümüz toplumunda sıkça karşılaşılan bir sorundur ve birçok insanın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Depresyonla mücadele etmek için farklı tedavi seçenekleri bulunmakla birlikte, birçok insan doğal takviyelerin depresyon semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabileceğine inanmaktadır. Bu makalede, bir diyetisyenin perspektifinden depresyon için en iyi doğal takviyeleri keşfedeceğiz. Depresyonla başa çıkmak için doğal ve sağlıklı yöntemlere ilgi duyanlar için bu makale, depresyon semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabilecek doğal takviyeler hakkında önemli bilgiler sunacaktır.

    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler

    Depresyon, modern toplumda yaygın bir sorundur ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Depresyonla mücadele etmek için tedavi seçenekleri arasında doğal takviyeler de yer alır. Birçok insan, doğal takviyelerin depresyon semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabileceğine inanır. Bu makalede, bir diyetisyenin gözünden depresyon için en iyi doğal takviyeleri keşfedeceksiniz.

    Omega-3 Yağ Asitleri

    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler
    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler

    Omega-3 yağ asitleri, beyin sağlığı için önemli olan EPA (eikosapentaenoik asit) ve DHA (dokosaheksaenoik asit) gibi bileşikleri içerir. Araştırmalar, omega-3 yağ asitlerinin depresyon semptomlarını azaltabileceğini göstermiştir. Omega-3 yağ asitleri, somon, uskumru, keten tohumu, ceviz gibi yiyeceklerde bulunur. Ayrıca, omega-3 takviyeleri de mevcuttur.

    S-adenozilmetiyonin (SAMe)

    SAMe, vücutta doğal olarak üretilen bir bileşiktir ve sinir hücrelerinin işlevini destekler. Depresyon tedavisinde etkili olduğu düşünülen SAMe, serotonin, dopamin ve norepinefrin gibi beyin kimyasallarının düzeylerini düzenleyebilir. Ancak, SAMe takviyelerini kullanmadan önce bir sağlık uzmanıyla görüşmek önemlidir.

    St. John’s Wort (Sarı kantaron)

    St. John's Wort (Sarı kantaron)
    St. John’s Wort (Sarı kantaron)

    Kantaron bitkisi, yüzyıllardır depresyon tedavisinde kullanılan bir bitkisel takviyedir. İçerdiği bileşikler, beyindeki serotonin, dopamin ve norepinefrin düzeylerini etkileyebilir. Bazı araştırmalar, St. John’s Wort’un hafif ila orta düzeydeki depresyon semptomlarını azaltmada etkili olabileceğini göstermiştir. Bununla birlikte, bu takviyenin etkileri kişiden kişiye değişebilir ve bir sağlık uzmanıyla danışmak önemlidir.

    B Vitamini

    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler
    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler

    B vitaminleri, beyin fonksiyonu ve ruh hali üzerinde olumlu etkileri olan önemli besin maddeleridir. Özellikle folik asit (B9 vitamini) ve B12 vitamini, depresyon semptomlarının azalmasına yardımcı olabilir. Yeşil yapraklı sebzeler, tam tahıllar, fasulye, mercimek, yumurta ve et gibi gıdalarda bulunan B vitaminlerini diyetinizde bulundurmak önemlidir. Ayrıca, B vitamini takviyeleri de kullanılabilir.

    Saffron (Safran)

    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler
    Depresyon İçin En İyi Doğal Takviyeler

    Safran, doğal bir baharat olarak bilinir ve depresyon semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabileceği düşünülen bir bileşik olan safranal içerir. Bazı araştırmalar, safran takviyesinin hafif ila orta düzeydeki depresyon semptomlarını azaltmada etkili olabileceğini göstermiştir. Ancak, safranın etkileri ve güvenilirliği hakkında daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.

    Bu doğal takviyeler, depresyon semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabilir, ancak herkes için aynı etkiyi göstermeyebilir. Herhangi bir takviye kullanmadan önce bir sağlık uzmanına danışmak önemlidir. Ayrıca, depresyonun tedavisi için birinci basamak olarak terapi ve yaşam tarzı değişiklikleri de önemlidir. Egzersiz yapmak, sağlıklı bir diyet uygulamak, uyku düzenine dikkat etmek ve stresten kaçınmak gibi faktörler de depresyonla mücadelede önemli rol oynar.

    Sonuç olarak, doğal takviyeler depresyon semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabilir, ancak tek başına bir tedavi yöntemi olarak kullanılmamalıdır. Bir diyetisyen veya sağlık uzmanıyla işbirliği yaparak, depresyon tedavisi için en uygun takviyeleri belirlemek ve uygun dozajı belirlemek önemlidir. Ayrıca, takviyelerin düzenli kullanımıyla birlikte terapi, yaşam tarzı değişiklikleri ve diğer tedavi seçeneklerinin birleştirilmesi, depresyonla mücadelede daha etkili sonuçlar elde etmenizi sağlayabilir.

  • Psikopatlık Belirtileri Nelerdir?

    Psikopatlık Belirtileri Nelerdir?

    Eşinizin psikolojik sorunları olduğundan mı şüpheleniyorsunuz? işte psikopatlık belirtileri

    Neye sinirlenecekleri, neye bağıracakları belli olmaz her an tetikte beklersiniz.
    Empati duygusundan yoksundurlar, yapı olarak genelde merhametsizdirler.
    Yanlışlarını kabul etmez sürekli zeytinyağı gibi üste çıkmak isterler.

    psikopatlik_belirtileri (1)Aniden parlarlar, agresif ve şiddete meyilli tavırlarına sık rastlanır.
    Duyguları çok çabuk değişir biraz önce ağlayan masum görünüşlü adam her an gaddar bir kocaya dönüşebilir.
    Hayvanlara canlılara karşı merhametten yoksundurlar, onlara bile şiddet uygulayabilirler.

     

    psikopatlik_belirtileri (3)Kincidirler, intikam alma hisleri ağır basar.
    Herhangi bir konuya takılı kalıp saatlerce bu nedenden sizle sözlü tartışabilirler.
    Takıntılıdırlar, kimi temizlik, kimi uğurlu rakam vb.

     

    psikopatlik_belirtileri (5)Yapı olarak otoriterdirler.
    Bazıları başkalarının yaşadığı acılara değil üzülmek, içten içe mutlu olurlar.
    İntihara meyillidirler, saplantılıdırlar, hatta sizsiz yaşamayacağını intihar edeceğini size zaman zaman söylerler.

    psikopatlik_belirtileri (2)Genelde çift karakterli olurlar, hangisi bu adam diye şaşar kalırsınız.
    Yüzleri pek gülmez, sanki dünyanın yükü omuzlarındaymış gibi bir ruh haliyle yaşarlar.
    Sevdimi çok severler, sevmedi mi nefret ederler, ortaları yoktur.

    YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan yorum yazıları veya haberlerin tüm hakları Kadınlar Kulübü’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi hiçbiri özel izin alınmadan kullanılamaz. Bu haber veya yazılar sadece Kadınlar Kulübü tarafından sağlanan RSS verileri kullanılarak alıntılanabilir.

  • Tükenmişlik Sendromu Bulaşıcıymış

    Tükenmişlik Sendromu Bulaşıcıymış

    Türkiye Psikiyatri Derneği Ruh Sağlığı ve Medya Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, “tükenmiş” bireylerin bulunduğu ortamlarda, bu sürecin diğerlerini de etkileyebildiğini ve onların da tükenmişlik yaşamalarını kolaylaştırdığını bildirdi.

    Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Doç. Dr. Kaya, “tükenme” kavramının, yorgunluk, hayal kırıklığı ve işi bırakmayla karakterize bir durumu tanımlamak için kullanıldığını söyledi.

    Yapılan çalışmalara göre tükenmişliğin, sağlık çalışanlarında diğer meslek gruplarına göre daha fazla olduğunu, ancak bunun her meslek grubunda görülebileceğini belirten Kaya, şu bilgileri aktardı:

    “Tükenmişlik, duygusal tükenmişlik, duyarsızlaşma ve azalmış başarı duygusu olmak üzere üç ayrı biçimde yaşanabilir. Bu değişiklikler işe bağlı tutum ve davranışlarda değişikliklerle kendini gösterebilir. Tükenmişliğin temel özellikleri enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı negatif tutum ve aktif olarak geri çekilmeyi içerir. Bunun yanı sıra fiziksel tükenme, kronik yorgunluk, çaresizlik, ümitsizlik, negatif bir kendilik algısı, duygusal ve zihinsel tükenme de tükenmişliğin göstergelerindendir.”

    Dört evresi var

    1. Evre: Yüksek Beklenti

    Tükenmenin dört evresi olduğunu ancak bunun kişinin bir evreden diğerine geçtiği kesintili bir süreç şeklinde değil, birbiri içine geçmiş süreçler şeklinde kendini gösterdiğini anlatan Kaya, “İdealistik Coşku Evresi” olarak tanımlanan birinci evrede yüksek bir umut, enerjide artma ve gerçekçi olmayan boyutlara varan mesleki beklentiler sergilendiğini söyledi.

    Bu evrede kişi için mesleğinin her şeyin önünde olduğunu, uykusuzluğa, gergin çalışma ortamlarına, kendine ve yaşamın diğer yönlerine zamanını ve enerjisini ayıramayışına karşı üstün bir uyum sağlama çabası ortaya konulduğunu belirte

    2. Evre: Durağanlaşma

    Doç. Dr. Kaya, ikinci evrenin ise “durağanlaşma” olarak tanımlandığını bildirdi.

    Bu evrede artık istek ve umutta azalma yaşandığını, kişinin, mesleğini uygularken karşılaştığı güçlüklerden, daha önce umursamadığı ya da yok saydığı bazı noktalardan giderek rahatsız olmaya başladığını ifade eden Kaya, iş dışında bir şey yapmamanın giderek sorgulandığını dile getirdi.

    3. Evre: Engellenme

    “Engellenme” diye tanımlananan üçüncü evrede, kişinin insanları, çalışma sistemini, olumsuz çalışma koşullarını değiştirmenin ne denli zor olduğunu fark ettiğini, aşırı bir engellenmişlik ve hayal kırıklığı duygusu yaşadığını bildiren Kaya, “Hasta bu durumda uyum sağlamaya odaklı savunma ve başa çıkma çabalarını harekete geçirir. Kullandığı uyum bozucu savunmalar ve başa çıkma stratejileri ile tükenmişliği daha da ilerletir. Giderek kendini geri çekme, kaçınma şeklinde bireyin kişisel özelliklerine da bağlı olan davranışlar gözlenir” diye konuştu.

    4. Evre: Apati

    Kaya, “Apati” denilen dördüncü evrede ise tepkisizliğin hakim olduğunu, bu evrede duygusal kopma, duyarsızlaşma, donuklaşma, derin bir inançsızlık ve umutsuzluk gözlendiğini anlattı.

    Hastanın bu dönemde mesleğini ekonomik ve sosyal güvence için sürdürdüğünü ancak zevk almadığını, böyle bir durumda iş yaşamının kişi için bir doyum ve kendini gerçekleştirme alanı olmaktan uzak bir yer haline geldiğini anlatan Kaya, hastanın sıkıntı ve mutsuzluk veren bir ortamda bulunduğunu söyledi.

    Stresli iş tüketiyor

    Özelikle acil servislerin çalışma koşulları gereği sıklıkla fiziksel dikkat gerektiren, çalışanlar için sürekli merhamet, sempati ve acıma için ağır yük oluşturan yerler olduğuna dikkati çeken Kaya, bu ortamda çalışmanın yarattığı stresin kişiyi duygusal açıdan güçsüzleştirdiğini ve tükettiğini aktardı.

    Doç. Dr. Burhanettin Kaya, destek sistemlerinin olmamasının da tükenmişliği artırdığını, işe devamlılığın ve üretkenliğin azalmasına yol açtığını ifade ederek, “Tükenmişlik ‘bulaşıcı’ bir durumdur. Tükenmiş bireylerin bulunduğu ortamlarda bu süreç diğer bireyleri de etkileyebilmekte ve onların da tükenmişlik yaşamalarını kolaylaştırmaktadır” diye konuştu.

  • Mutluluk genetik mi ?

    Mutluluk genetik mi ?

    ”Mutluluk genetik değildir. Geliştirilmesi gereken bir kavramdır. İnsanlar bu bilimi öğrenebilir. Bunun için de duygusal zeka eğitimi çok önemli”

    Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, mutluluğun genetik değil, geliştirilmesi gereken bir kavram olduğunu, insanların bu bilimi öğrenebileceğini, bunun için de duygusal zeka eğitiminin çok önemli olduğunu bildirdi.

    Koruyucu Ruh Sağlığı çalışmaları çerçevesinde, dünyada hızla yayılan pozitif psikoloji akımının Türkiye’deki ilk çalışmaları, Üsküdar Üniversitesi’nin Altunizade’deki Yerleşkesi’nde düzenlenen ”İnsani Değerler ve Pozitif Psikoloji Paneli”nde ele alındı. Panelde, Pozitif Psikoloji’nin kişilik ve toplum gelişimine katkısı ile temel eğitimde pozitif psikolojinin etkileri tartışıldı.

    Panelde ”Mutluluk Bilimi” başlıklı konuşma yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, mutluluk biliminin insan psikolojisiyle uğraşanların son yıllarda çok kafa yorduğu önemli konulardan biri olduğuna değindi.

    Koruyucu ruh sağlığı alanında hiç bir tedavinin psikoterapinin önemini azaltmadığını ve insanı mutlu yapmaya yetmediğini aktaran Tarhan, şu bilgileri verdi:

    ”Tedaviler insanı eksiden, sıfıra getirdi. Günümüzün ihtiyacı ise artıya çıkmak. Bu çalışmaları içeren bilim dalı ile uğraşan disipline ’Pozitif Psikoloji’ adı verildi. Mutluluk, genetik değildir.

    Geliştirilmesi gereken bir kavramdır. İnsanlar bu bilimi öğrenebilir. Bunun için de duygusal zeka eğitimi çok önemli. Mutluluk yatırım ister.

    Üsküdar Üniversitesi olarak pozitif psikoloji üzerine yoğun çalışmalar yürütüyoruz. Bu çalışmalardan ilk çıkan eserimiz ise akademik kadromuzun katkıları ile hazırlanan Pozitif Psikoloji kitabı oldu.

    Yeni bir öğrenme modeli olarak karşımıza çıkan ’zihin temelli eğitim’, eğlenceli ama bir o kadar da disiplinli bir çalışmanın iyi öğrenmeyi sağladığını vurgulamaktadır. Pozitif psikoloji uygulaması çalışmasında ’zihin temelli eğitim’ kavramını uygulamalarla birlikte sunuyoruz.”

    ”İnsani Değerler ve Eğitim Politikaları” başlıklı konuşma yapan İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız da en büyük hedefinin eğitimin niteliğini arttırmak olduğunu belirtti.

    Bilgi teknolojilerinin yoğun olarak kullanıldığı bir dünyada zamana uygun adımlar atılması gerektiğini vurgulayan Yıldız, şunları kaydetti: ”Bu nedenle öğrencilerimizin üretkenliğini arttırmak, yeni şeyler öğrenmelerini sağlamak için pek çok çalışmada yer alıyor, destek oluyoruz.

    Mutlu Bir Evlilikte Dikkat Edilmesi Gereken 7 Öneri için tıklayın !

    Değişen eğitim politikaları ile birlikte çocuklarımızın dünya standartlarında eğitim alabilmesi için becerilerini geliştirecek ve kendilerini besleyen yeni eğitim çalışmaları geliştirmek çok önemli. Okullarda pozitif psikoloji alanında çalışmalara yer veriyoruz. Kavramsal dönüşümü önemsiyoruz.

    Müfredat içeriklerinin yenilenmesinde de pozitif psikolojiyi temel alıyoruz. Bilgilerin yeniden tanımlanması çalışmaları sürüyor.”

    Panelde ”Pozitif Psikoloji ve İnsan Değerlerin Kişilik-Toplum Gelişimine Katkısı” başlıklı sunum yapan Üsküdar Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi Müdürü Uzman Psikolog Orhan Gümüşel de herkesin hayata katacağı renk, alacağı keyif olduğunu belirtti.

    Gümüşel, mutluluğun hediye veya rastlantı sonucu elde edebileceği bir şey olmadığını, mutlu olmanın hayatın anahtarı olduğunu belirtti.

    Milliyet

  • Panik Atak ve Hamilelik

    Panik Atak ve Hamilelik

    Kadınlar fiziksel özelliklerinden dolayı duygusal anlamda daha duyarlı, korkulara ve hastalıklara karşı daha dirençsizdirler. Bir de günümüz koşullarının eklenmesi, kadınlarda bazı psikolojik rahatsızlıklara neden olmaktadır.

    Bu rahatsızlıklardan en çok karşılaşılanı panik ataktır. Özellikle genç kadınlarda daha sık görülen bu rahatsızlık, hormonların da değişimiyle hamilelik döneminde sorun yaratmaktadır.

    Hamilelik dönemi kimi anne adayları için sorunsuz geçer, kimileri için bir takım rahatsızlıkları beraberinde getirir. Özellikle de fizyolojik ve psikolojik değişimlerin yaşandığı bu dönemde, daha karamsar ve sinirli olabilen kadınlar duygusallığı da en üst seviyede yaşamaktadırlar. Hamilelikte genetik yatkınlıkla ortaya çıkabilecek nadir hastalıklardan biri de panik ataktır.

    Panik atak; ansızın ortaya çıkan yoğun kaygı, bunaltı, korku ve sıkıntı karışımı nöbetlerdir. Bu rahatsızlık, ruhsal kaynaklı olan ve kendini oldukça güçlü bedensel belirtilerle gösterebilen bir kaygı bozukluğudur. Dolayısıyla hamilelik döneminde, anne ve bebek için de tehlikleli zeminler oluşturabilir.

    Hamilelik döneminde ve doğum sonrasında hem fiziksel hem de ruhsal hastalıklar mutlaka yaşanmaktadır. Genetik yatkınlık varsa ve çevredeki yaşananların yoğun etkisine de bağlı olarak anne adaylarında, depresyon, panik bozukluk, şizofrenik belirtiler gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Bu her iki dönemde yaşanan stres, ekonomik zorluklar, iş ve aile içi problemler anneyi ve bebeği olumsuz etkiler. Bebeğin verdiği sorumluluk ve bebeğine bakamama kaygısıyla anne biraz daha fazla duygusal rahatsızlık içine girer. Bunların yaşanmasıyla birlikte iş daha kötüye de giderek; insanlara anlaşamama, toplum içine çıkamama, boşanma durumları, aile içi tartışmalar, uyuyamama ve beslenme bozuklukları gündeme gelir. Bebeğin ve annenin gelişimi bunlardan son derece etkilenir. Hamileliğin düşük ya da erken doğum gibi durumlarla sonlanması söz konusu olabilir.

    Panik atak yaşayanlar, evlerinden çıkamaya korkarlar ama yanlız da kalamazlar. Çarşıya pazara gidemez, köprüden ve tünelden geçemez, kapalı küçük yerlerde kalamazlar. Hastaneye yakın evlerde otururlar ve kalabalıktan kaçarlar. Sürekli ölüm, aklını ve kontrolünü kaybetme, kalp krizi geçirme, felç olma ve çıldırma korkusuyla yaşarlar. Akıllarında sürekli bu düşünceler olduğu için de işlerini güçlerini ve kendilerini ihmâl ederler. Panik atak yaşayan kişiler bu ataklar toplum içinde de ortaya çıkabileceğinden toplumdan kaçma eğilimi gösterirler.

    Panik atak belirtileri:

    -Kalp atımlarında artış, çarpıntı
    -Terleme
    -Bulantı ve kusma
    -Nefes darlığı
    -Boğulma hissi
    -Vücutta titreme ve sarsılma
    -Soluğun kesilmesi
    -Baş dönmesi ve bayılma hissi
    -Karında ağrı
    -Üşüme ve ürperme
    -Ateş basması
    -Uyuşma ya da karıncalanma hissi
    -Göğüs ağrısı

    Bunlar hamileliğin ya da fiziksel hastalıkların da belirtileri olabileceğinden, hasta ilkönce genel bir sağlık kontrolünden geçmeli daha sonra panik atak tanısı konmalıdır. Eğer ortada yaşanan bir panik atak durumu varsa, anne adayına eleştrilerde bulunmak en kötü şeydir. Bu durumu daha da tetikleyebilir. Doktorun yaptığı muayene, tetkikler ve tecrübesi sonucunda, hasta için en uygun ilaçlar seçilir. Bir ilaç her hasta da aynı sonucu vermeyebilir. Tedavi sadece ilaçtan ibaret değildir. Hastalığın kökenini araştırmak da gerekir. Kişilik analizi yapılır, çocukluk dönemi, bilinçaltı ile ilgili bilgiler elde edilmeye çalışılır. Stres faktörü araştırılır. İnsanlarla iletişim, etkileşim sorunları incelenir. Bireysel psikoterapi ile hasta takibe alınır.

    Hasta ve doktor arasında çok iyi bir iletişim olmalıdır. Hasta doktoruna rahatsızlık anında her an ulaşmalıdır. Tedavide kullanılan ana ilaçlar antidepresanlardır. Yardımcı olarak; sakinleştiriciler, yatıştırıcılar, bedensel belirtileri önleyen ilaçlar kullanılır. Bu tip ilaçlar mutlaka hamilelikte doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Genellikle kadın doğum doktorları ile işbirliği içinde tedavi yöntemine gidilir. Annenin panik atak yaşamasındansa, daha hafif ilaçlar kullanılması ya da psikoterapi ile tedaviye gidilmesi uygulanan ilk seçeneklerdir.

    İlaç ve terapi ile tedavi dışında, hasta gündelik hayatta daha rahat ve sakin günler geçirmelidir. Bunun için de; yürüyüş yapmak, sakin aile filmleri izlemek, hafif ve düzenli beslenmek, bebek ya da doğum ile ilgili kurslara gitmek, gevşeme egzersizleri yapmak, duş almak, yüzmek, arkadaş ziyaretlerinde bulunmak, problemleri kulak ardı etmek, bebek mağazalarını dolaşmak ve en önemlisi iyi bir anne olabileceğinizi sürekli kendinize hatırlatmak panik ataktan uzaklaşmak için önemli bir adımlardır.

    Panik atak, her bireyin karşılaşacağı bir durum olduğundan, bu tip rahatsızlıklarda duyarlı olmak önemlidir. Ön yargıda bulunmadan, destek vermek, sakin olmak ve anlayışlı davranmak, hasta üzerinde daha fazla olumlu etki sağlar. Panik atak geçiren kişiye bunun 10 dakika ile 20 dakika arasında geçeceğini söylemek, bunun yüzünden herhangi bir şey olmayacağını, sakinleşmesi gerektiğini söylemek ve nefes egzersizi yapmasını sağlamak çok yerinde ve rahatlatıcı bir davranış olacaktır.

  • Erkekler Daha Sık Kadınlar Daha Büyük Yalan Söylüyor

    Erkekler Daha Sık Kadınlar Daha Büyük Yalan Söylüyor

    Yalan söylemeyi nasıl öğreniyoruz? Yalan söylemek bir hastalık olabilir mi? İşte uzmanımızın ağzından yalanla ilgili şaşırtıcı gerçekler…

    Çok küçük çocuklar bile masum yalancıklar söyleyebiliyor. Yalan söylemeyi nasıl öğreniyoruz?
    Yalan söylemeyi hepimiz çocukken öğrenmeye başlıyoruz. Çocuklar, çok küçük yaşlardan itibaren yalan söylemeye başlayabiliyorlar. Zihinsel olarak yaşıtlarına göre daha ileride olan çocuklarda, bu yaş 2-3′e bile inebiliyor. Birçok ebeveynin düşündüğünün aksine, çocuklar çevrelerinde olan her şeyi takip etmekte, anlamakta ve analiz edip kendi içlerinde belli sonuçlara varmaktadırlar. Özellikle toplulukçu bir kültür olan Türkiye’de, insanların sürekli olarak birbirlerine ‘Aman ayıp olmasın, birbirimizi kırmayalım’ diye yalan söylediklerini görüyoruz. Çocuklar anne-babalarından öğrenmeseler de çevrelerindeki diğer insanları gözlemleyerek yalan söylemeyi kolayca öğrenebiliyorlar. Hatta çocuklar yalan söylemeye anne-babaları tarafından teşvik ediliyorlar. ‘Teyzen beni özledin mi diye sorarsa evet de’, ‘Deden dün niye bize gelmediniz diye sorarsa, hastaydım de…’ gibi yönlendirmelerle çocuklar, yalan söylemenin sosyal olarak ilişkileri olumlu yönde ilerleten bir faktör olduğunu öğreniyorlar.

    Cezadan kaçmak için yalan
    Çocukların yalan söylemeye başlamalarının başka bir önemli nedeni de cezadan kaçınmaktır. Özellikle bir kabahat işlediklerinde ağır bir şekilde cezalandırılan çocuklar, yalan söylemenin onları ceza almaktan kurtardığını fark edip, her durumda yalana başvurabiliyorlar. Okul çağındaki çocuklarda, yalan söylemenin, çocuğun gücünü ve kontrol hissini de arttırdığı görülmüştür. Çocuk yalan söyleyerek arkadaşlarım kandırabilmekte olduğunu görüp, bununla çeşitli muziplikler yaparak eğlenebilmektedir. Ailesine yalan söyleyen bir çocuk da yetişkin bireyleri kandırabildiğini görüp, kendini güçlü hissetmektedir.

    Kimileri gayet kolay yalan söyleyip, üstelik hikâyeler yazabilirken, bazı kişiler en masum yalanlan bile söylemekte zorlanırlar. Bu iki insan tipinin arasındaki farkı bir psikolog olarak nasıl yorumluyorsunuz?
    Kolay yalan söyleyebilmek ve bu yalarım üzerine hikâyeler yazmak, erişkinlerde psikolojik bir bozukluğun işareti olabilir. Bazı araştırmacılar erişkinlikte yalan söylemenin her koşulda patolojik olduğunu söylüyor. Masum yalanları bile söylemekte zorlanan kişilerin ise bu davranışlarının arkasında pek çok şey yatıyor olabilir. Örneğin, bu kişi dürüstlüğe çok önem veren bir aileden geliyor olabileceği gibi, söylediği yalanın ortaya çıkma olasılığından çok korkuyor da olabilir. Bu iki insan tipi arasındaki farkın çok farklı nedenleri olabilir, bunu daha net bir şekilde söyleyebilmek için kişilerin psikolojik durumlarının değerlendirilmesi gerekir.

    ‘Yalancı’ bir insandan bahsetmek mümkün mü, yoksa herkes şu ya da bu şekilde yalan mı söylüyor?
    Günlük hayatta her insan çok farklı nedenlerle yalan söylüyor ya da söylemek zorunda kalıyor. Bu neden bazen hasta bir insanın üzülmesini engellemek olabileceği gibi, bazen de iş yerindeki bir sıkıntıyı gidermek olabilir. Bazı insanların ise yerli-yersiz, gerekli-gereksiz koşullarda, sürekli olarak yalan söyleyebildiğini görüyoruz. Bu kişiler ister istemez toplumda ‘yalancı’ olarak adlandırılabiliyorlar. Kim ‘yalancı’dır derseniz bunu söylemek zor; çünkü bu çok göreceli bir kavram. Bazı durumlarda, bazı kişilere göre bir yalan söylemek bile ‘yalancı’ sıfatını vermeye yeterliyken, başka bir ortamda yalan söylemek çok kabul gören ve takdir edilen bir durum olabilir ve bu kişiler ‘yalancı’ olarak adlandırılmadıkları gibi, bu kadar kolay bir şekilde yalan söyleyebildikleri ve tehlike oluşturan durumdan kolayca kaçabildikleri için takdir görüyor da olabilirler.

    Borderlıne ya da antisosyal kişilik bozukluğu olabilir

    Peki, yalan ne zaman patolojik bir durumdur? Tedavi edilmesi gerekir?
    Stres yaratan bir durumla karşılaştığımızda, bir şekilde suçlandığımızda cezadan kaçınmak için zaman zaman hepimiz yalan söyleyebiliyoruz; fakat bir kişi çok fazla yalan söylüyorsa, orada durup düşünmek gerekiyor. Daha önce belirttiğim gibi birçok uzmana göre, erişkinlerin yalan söylemesi her koşulda patolojik bir durum.

    Kişinin kendisi ve kendisiyle ilişkili şeyleri olduğundan farklı bir şekilde göstermek amacıyla söylediği “Kişi yalanla gerçeğin ayrımını yapmakta zorlanır, gerçekleri abartır, değiştirir. Bu yalanlar, başka kişileri dolandırma, kandırma ve onlardan belli bir çıkar sağlamak için kullanılabileceği gibi hiçbir kişisel çıkar ya da yarar beklentisi olmadan da söylenebilir.”

    yalanlara düşlemsel yalan denir. Örneğin bir kişi mesleğini, eğitimini, maddi durumunu başka bir kişiye tamamen yalan söyleyerek, olduğundan çok daha farklı bir şekilde aktarabilir. Bu türde yalan söyleyen kişilerin benlik saygısı artar. Bazı kişilerde düşlemsel yalan söyleme o kadar artar ki, kişi söylediği yalanlara inanmaya başlar ve yalan bir dünyanın içinde kendine bir yaşam kurar. Kişi yalanla gerçeğin ayrımını yapmakta zorlanır, gerçekleri abartır, değiştirir. Bu yalanlar başka kişileri dolandırma, kandırma ve onlardan belli bir çıkar sağlamak için kullanılabileceği gibi hiçbir kişisel çıkar ya da yarar beklentisi olmadan da söylenebilir. Nedeni ne olursa olsun, sürekli düşlemsel yalanlar söyleyen kişilerin tedavi edilmeleri gerekir; çünkü bu kişiler yalan söyleyerek çevrelerindeki insanların gözünde olduklarından farklı bir kişi gibi gözükebilirler, onlara tutmayacakları sözler verebilirler ve dolayısıyla kendilerine ve diğer insanlara psikolojik olarak zarar verebilirler. Buna ek olarak, düşlemsel yalan söylemek, yetişkinlerde borderline ve antisosyal kişilik bozukluklarının bir belirtisi sayılmaktadır. Düşlemsel yalan söylemek, dönemsel olarak gelip geçen bir şey değil, bir kişilik özelliğidir. Bu kişilik bozukluklarının kişide olup olmadığının değerlendirilmesi ve tedavi edilmesi çok önemlidir.

    Yalanın çoğunlukla bir nedeni vardır. Aldatılan eşe karşı, patrona karşı ya da anne babaya karşı söylenen yalanlar gibi. Peki, hiçbir nedeni olmadan yalan söyleyenler! Nedensiz yalan söyleyenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Aslında hiçbir nedeni olmadan yalan söyleyen kişilerden bahsetmek biraz zor. Çünkü aslında dışarıdan görülse de, görülmese de her yalanın kendi içinde bir söylenme nedeni vardır. Bu neden, kişinin kendine güvenini sağlamaya çalışması olabileceği gibi yaşamındaki güçlükleri kabullenememesi, onları inkâr etmeye çalışması da olabilir. Kişi bir psikolojik bozukluğun etkisiyle de yalan söylüyor olabilir. Bu türden yalanlar, nedenleri yok gibi görünseler de, kişinin sahip olduğu psikolojik bozukluk, bu yalanların söylenmesinin nedenidir.

    En çok gençler yalan söylüyor

    Genelde gençler mi, yoksa orta yaşta bulunan bireyler mi daha çok yalan söylüyor? Bu iki yaş kategorisinin başvurduğu tipik yalanlar var mı? Sıklıkla hangi tip yalanlara başvuruyorlar?
    Gençler orta yaştaki bireylere göre daha çok yalana başvuruyorlar. Dr. Nancy Darling’in Pennsylvania’da yaptığı bir araştırma 21 yaşın altındaki ergenlerin yüzde 98′inin ebeveynlerine yalan söylediğini gösteriyor. İnsanların söylediği yalanların sayısı yıllar geçtikçe azalıyor; çünkü insanlar, yalan söylemenin ahlaki olarak istenmeyen, olumsuz bir özellik olduğunu sosyal ilişkilerinde deneyimleyerek ve çevrelerini gözlemleyerek öğreniyorlar. Ergenler ebeveynlerine, en çok ebeveynlerinin hoşlanmayacağı ya da onları cezalandıracağı konularda yalana başvuruyorlar. Örneğin, sevgilileri, eve geliş saatleri ya da dışarıya çıktıkları arkadaşları konularında… Orta yaştaki bireyler ise daha çok günlük yaşamlarının sorunsuz bir şekilde sürdürmelerini sağlayacak konulardaki yalanlara başvuruyorlar. Tabii bu durumlar da yetişkinlerin alabilecekleri bir cezadan kaçınmalarını sağlıyor. Örneğin; işe geç kaldıklarında, eşlerini kızdıracak bir şey yaptıklarında, ya da bir işi zamanında yetiştiremediklerinde…

    Erkekler ve kadınlar söz konusu olduğunda, yalanın yoğunluğu ve yalan söylenen konular nasıl?
    Yapılan araştırmalarda, erkeklerin, kadınlara göre daha sık yalan söyledikleri, fakat kadınların erkeklere göre daha büyük yalanlar söyleyebildikleri görülmüş. Düşlemsel yalanların söylenme oranının ise kadın ve erkeklerde eşit yoğunlukta olduğu bulunmuş. Yalan söylenen konular yaşanılan sosyo-ekonomik düzeye, eğitime, kültüre göre değişiklik göstermekle birlikte, en çok yalan söylenilen konuların ilişkiler, cinsel konular, karşı taraf hakkındaki negatif düşünceler, negatif davranışlar (sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı, kumar oynama vb.), kişisel görüş farklılıkları ve finansal konular olduğu saptanmış.

    Kadın erkek ilişkilerinde bir tarafın sık sık yalana başvurduğunu gözlemleyen partner nasıl bir tavır almalı?
    İlişkide bir taraf, karşı tarafın kendisine sık sık yalan söylediğini fark ettiğinde sessiz kalmayarak, bu konuyu ve bu konuda duyduğu rahatsızlığı karşı tarafla paylaşabilir. Bu konuyu paylaşırken kişi, karşı tarafı suçlayıcı bir tarzda değil, uzlaşmacı bir yaklaşım sergilemeyi deneyebilir. Kişinin karşı tarafa, yaptığı davranışın hiç hoş olmadığım vs. söylemesi yerine, bu davranışın kendisinde yaptığı etkiden, bu konudaki hislerinden bahsetmesi daha uygundur. Kişi bir suçlama ve saldırı ile karşı tarafa yaklaşırsa, karşı taraf da savunmaya geçer ve durum daha da içinden çıkılmaz bir hal alabilir.