Etiket: mutluluk

  • Mutlu Bir İlişkinin 8 Sırrı

    Mutlu Bir İlişkinin 8 Sırrı

    Mutlu bir ilişkinin 8 sırrı makalemizde uzman görüşlerine yer vereceğiz

    Türkiye’de boşanma oranlarının hızla yükseldiğini ve 2013 yılının, Cumhuriyet tarihinde en az evlilik yapılan yıl olduğunu dile getiren Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Süleyman Akay, daha mutlu ve sağlıklı bir ilişki kurmaya yönelik önerilerini açıkladı. Akay’a göre 8 temel faktöre sahip; bağlanmaktan korkmayan, bahanelere sığınmayan, pozitif varsayımlar üzerinden hareket eden, sağlıklı iletişime önem veren, cinsellikte partnerini de önemseyen, işkolik olmayan, bireysel farklılıklara saygı duyan ve özür dilemeyi bilen çiftler daha sağlıklı bir ilişkiye sahip oluyor.

    Günümüzde çiftlerin ilişki sürelerinin ortalama 3-4 ay, evlilik sürelerinin de ortalama 6-7 yıl gibi süreler içerisinde sonlandığını vurgulayan Akay, tüketim toplumunun getirdiği psikolojik etmenlerin boşanmalarda daha büyük etken olarak karşımıza çıktığını söyledi. Akay’a göre iki kişiyle oynanan ancak rakibi olmayan bu oyunda mutlu sona ulaşmak için çiftlerinin birbirlerinin olumlu yönlerini görmeleri gerekiyor.

    İşte Akay’ın tespit ve önerileri

    Bahanelere sığınmayın
    Kadın erkek ilişkilerindeki en önemli sorunlardan biri bahanelerdir. Hem erkekler, hem de kadınlar bahanelere gereğinden fazla anlam yüklerler ve yaşadıkları sorunları geçiştirmeye çalışırlar. İstenilen her zaman ve durumda, bir şeylere bahane bulunabilir. Bahanelerin birçoğu gerçek değildir ve ilişkileri yıpratırlar. Çiftlerin yapması gereken mümkün olduğunca açık olmak ve kendisini net şekilde ifade etmektir.

    Cinsellik olmazsa olmaz
    Sağlıklı bir ilişki kurmanın en temel kurallarından biri cinselliktir. Eski yıllarda çiftler cinsellik üzerine bu denli konuşmuyorlardı. Kendilerini neyin mutlu ettiğini, karşılarındakine anlatamıyorlardı. Bugün ise bu konu çok daha sık gündeme geliyor ve olası sorunların önüne geçiliyor. Doğanın temel kuralı, doyuma ulaşanların daha mutlu olduğudur. Mutlu birlikteliğin sırlarından biri budur.

    İşkolik olmayın
    Öte yandan işkolik olmak da boşanma sebepleri arasında yer almaktadır. Psikolojik ve fizyolojik enerjinin büyük bölümünün uzun süreli çalışma temposuna adanması ve eşe ilgi eksikliği, çiftlerin sık sık evliliğini sorgulamalarına neden olmaktadır.

    Değerini bilin
    Her birey birbirinden farklıdır. Mutlu bir birliktelik için hem kadın hem de erkeğe düşen görev, bu farklılıkları bilmek ve saygı duymaktır. İlişkileri kurmak ve sürdürmek oldukça zordur, yıkmak ise bir o kadar kolaydır. Bu nedenle karşınızdaki kişide, sizin için değerli olan ne varsa onu görmeye odaklanmak gerekir. İlişkiye, onu ilk engelde bırakacak gibi bakmak ve böyle algılamak, hızla mutsuzluğa götürebilir.

    Olumlu yönleri görmeye çalışın
    İlişkilerde sürekli negatif varsayımlar üzerinden hareket etmek, ayrılmalara kadar giden bir sonuç doğurabilir. Bilinçaltımız sürekli olarak bir şeyler çalışır ve bir şeyler üretir. Karşımızdakine pozitif yaklaşmak yerine negatif yönlerine odaklanırsak, bir süre sonra istem dışı soğuk davranışlara yönelebiliriz. Çiftler birbirlerinin pozitif yönlerini görmelilerdir.

    Empati kurun
    Sağlıklı bir ilişki ve iletişim için dinlemek çok önemlidir. Dinleme, empati kurmanın ilk ve temel kuralıdır. Dinlemeye sadece işitmek olarak bakarsanız, karşınızdaki kişiyi ne şekilde anlamayabilirsiniz. Önemli olan önyargılardan kurtularak kişiyi dinlemek ve konunun odağını yakalamaktır.

    Özür dileyin
    Haksız olduğunuz ya da hata yaptığınız bir konuda eşinizden özür dilemek, sağlıklı bir iletişim kurmak açısından çok önemlidir. Özür dilemek, bireye telafi etme şansız tanıdığı için, ilişkinin sonraki aşamalarında olası yanlışların da önüne geçecektir.

  • En mutlu olduğumuz saat

    En mutlu olduğumuz saat

    İnsanın yaşamındaki biyoritmik değişikliklerle ilgili en mutlu olduğumuz zaman aralığını açıkladı.

    Mersin İl Sağlık Müdürü Doç. Dr. Mustafa Kemal Başaralı, insanın fıtratına uygun yaşamasının hayatı kolaylaştırıp, verimli hale getireceğini belirterek, “15.00-16.00 saatleri en mutlu olduğumuz saatlerdir. Mutluluk hormonu endorfin zirve seviyededir. Spor faaliyetleri için en iyi saattir. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumdadır. Antrenmanlar için de en iyi zamandır” dedi.

    İnsanın yaşamındaki biyoritmik değişikliklerle ilgili açıklama yapan Doç. Dr. Mustafa Kemal Başaralı, insan hayatında iki türlü ritmin mevcut olduğunu ifade ederek, birincisinin bir günlük değişimler, ikincisinin ise yıllık değişimler olduğunu kaydetti. 24 saatlik yaşam döngüsünün başka canlılarda farklı olabileceğini vurgulayan Başaralı, “Çünkü her canlının yaşamsal faaliyetleri, beslenme alışkanlıkları, dinlenme zaman ve periyotları farklı farklı olmaktadır. Yine belirlenen saat dilimleri sonradan belirlenen suni aralıklardır ileri geri alınabilmektedir. Gerçek biyolojik saat güneşin dünyanın ve ayın konumlarına ve hareketlerine bağlı olan zaman dilimleridir” diye konuştu.

    İnsanın biyoritmik değişiklikleriyle ilgili de bilgiler veren Başaralı, “05.00 güne hazırlanma saatidir. Bu saatte vücutta kortizon seviyesi gittikçe artmaya başlar. Buna bağlı olarak vücudu hareketli bir duruma hazırlayan hormonlar da artmaya başlar. Erkeklik hormonu/testosteron fazla salgılanır. Stres hormonunun konsantrasyonu bizi yeniden faaliyete geçirmiştir. Bu hormon gündüz değerinin tam altı katına çıkar. Diğer hormonların salgılanması en üst düzeye çıkmaya başlar. Kortizon salgılanmasıyla organizma uyanır. 06.00-07.00 saatleri arası kahvaltı saati.
    Metabolizma hareketlenir ve o günün işleri için enerji ve proteinler hizmete hazır olur. Vücudumuz harekete geçer, kaybolan enerji yeniden geri gelir. Vücut yüzde 50-60 faaliyete geçmiştir ama bu saatte ağır spor yapmaktan kaçının. Çünkü kalbe ve dolaşıma gereksiz yere yüklenilmiş olur. Spor yerine yürüyüş yapın ve güzel bir kahvaltı edin, çünkü sindirim organları bu saatte iyi çalışır. 08.00-09.00 saatleri arası nabız ve tansiyon yükselir. Uyurken 60 olan kalp atışı, uyandığımızda 72-78 arasına çıkar. Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saattir. Herhangi bir hastalık için ilaç alacaksanız bu doğru zamandır. Vücudumuz dış etkilere ve röntgen ışınlarına karşı daha dirençlidir” ifadelerini kullandı.

    “EN MUTLU OLDUĞUMUZ ZAMAN 15.00-16.00 SAATLERİ ARASIDIR”
    10.00-11.00 saatleri arasında ise insanın dinamik olduğunu vurgulayan Başaralı, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Saat 12.00’da vücudun dinlenmeye ihtiyacı vardır. Dikkat azalır ve uyku basar. Saat 13.00‘da vücut formdan bir hayli düşmüştür. Verimlilik gün ortalamasının yüzde 20 aşağısındadır. Bütün organlar en alt düzeyde çalışır. Saat 14.00′da kendimizi bitkin hissederiz, çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşmüştür.

    15.00-16.00 saatleri arası ise en mutlu olduğumuz saatlerdir. Mutluluk hormonu endorfin zirve seviyededir. Enerjimiz yeniden geri gelmiştir, belleğimiz tam formundadır. İkinci kez verimliliğe yaklaşırız, gerçi bu verimlilik sabahkinden azdır. Spor faaliyetleri için en iyi saattir. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumdadır. Antrenmanlar için de en iyi zamandır. 17.00’da organların faaliyeti üst düzeydedir. Adrenalin tavan seviyededir.
    18.00 akşam yemeği için iyi bir saattir. Pankreas bu saatte özellikle aktiftir. Karaciğer faal ve dayanıklı sayılabilir. 19.00′da nabız yavaşlar, tansiyon düşer, bu saatte vücut tembelleşir.

    20.00‘da karaciğerdeki yağ düzeyi düşer ve kandaki gıdalarla alınan karbonhidratlar, proteinler, yağlar kullanılmıştır. Bundan sonra alınanlar harcanmaktan çok çeşitli şekillerde depolanacaklardır. 21.00’de sindirim organlarının günlük görevi sona ermiştir, istirahate geçerler. Bu saatten sonra yemek yenmemelidir yenen her şey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalır.

    22.00′da vücutta melatonin hormonu salınımı artmıştır, vücut ve organlar istirahate hazırlanmaktadır, günün yorgunluğundan sonra organizma dinlenmelidir. 23.00’da organizma gün boyunca aktif bir şekilde faaliyet gösteren stres hormonu kortizon ve ona bağlı hormonların salgılamasını durdurur.

    Tansiyon, kalbin frekansı ve vücudun ısısı düşer. Uyku saatidir. 24.00‘da uyuduğumuz sırada deri hücreleri durmadan çalışır, gündüzde olduğundan daha sık bölünürler. 01.00′de verimliliğimiz en alt düzeydedir. Bu saatte hala çalışanlar hata yaparlar, zorunlu olmayanlar çalışmamalıdırlar, dikkat son derece azalır. 02.00‘da yolda olanlar arabayı çok dikkatli sürmelidirler.

    03.00‘da melatonin hormonunun salgılanması bizi tembelleştirir ve oldukça kararsız yapar. Bu safha bedensel ve ruhsal olarak karanlık bir safhadır. 04.00’da stres hormonları yeniden artmaya başlar. Yeniden enerji kazanırız. Vücut kendini yeniden hazırlamaya başlamıştır.”

  • Evlenilecek Doğru Kişiyi Bulmanın 10 Yolu

    Evlenilecek Doğru Kişiyi Bulmanın 10 Yolu

    Aşk, sevmek, yuva kurmak, aile, çocuklar  bu kavramların hepsi hepimizin kulağına hoş gelen şeyler değil mi:). Doğru kişiyi bulmak ve aşık olmak, onla bir ömür sürdürmek, bu hepimizin ortak amaçlarından biri diyebiliriz.Evlenilecek Doğru Kişiyi Bulmanın 10 Yolu yazımızda size bu doğru kişiyi bulmakta yardımcı olmaya çalışacağız.

    Aşık olmak ve evlenmek ikisi çok farklıdır, çoğu çift için durum; çok iyi aşık, sevgililer fakat evleniyorlar geçinemiyorlar çünkü birbirleri için doğru kişi değiller.
    Doğru eşi seçebilmek çok mühimdir, sizin için ‘doğru sevgili’ olan kişi ‘doğru eş’ olmayabilir. Evlenilecek Doğru Kişiyi Bulmanın 10 Yolu yazımız size mutlu evlilik yapmanız, doğru seçimler yapmanız konusunda rehberlik edecektir.

    Evlenilecek Doğru Kişiyi Bulmanın 10 Yolu

    Evleneceğiniz Kişiyi Olduğu Gibi Kabul Edin!
    Klasik hatadır, ben onu adam ederim! bu niyetle evliliğe başlamak ve karşı tarafta sevmediğiniz, beğenmediğiniz yönler ağırlakta olduğu zaman, o kişiyle evlenmek!
    Altın kural, şu anki karakterinden, toplumsal statüsünden, görüntüsünden vb. hoşlanmadığın kişiyle evlenme!
    Şunu bilmeli ki evlilik yaşına gelmiş insanların huyları kemikleşmiştir,evlenmeden önce kimleysek, evlendikten sonra da aynı kişiyle birlikte olacağız, evlendikten sonra değişmesini beklemek ütopik olur.

    Yalnız Fiziksel Görüntüye Odaklanmayın!
    Fiziksel olarak çok beğendiniz, beğendiğiniz bu bedene hayalinizdeki ruhu koyup aşk sandınız! ve karakterini gözardı ettiniz, bunun üzerine bize geçmiş olsun demek kalır!
    Günümüzde çok aşığım, onsuz olamıyorum sözünü çok duyarız, halbuki bu sözün altında yatan gerçek, onu fiziksel olarak çok beğeniyorum, onla olmayı arzuluyorumdur.
    Fizik elbette önemlidir, beğeni evleneceğimiz kişiyi seçmekte çok etkilidir, çünkü evlenince her an onun yüzünü göreceğiz, heran onun fiziğine yakın olacağız, yüzünü, fiziğini beğenmediğimiz biriyle evlenmek yapılabilecek en büyük hatalardandır fakat bu tek başına kriter olmamalı. Bu kişinin karakteri nasıl, huyu suyu nasıl, yardımsever mi, diğer insanlarla ilişkisi nasıl, sadık mı, çalışkan mı, sorumluluk sahibi mi vb huylarını gözden geçirin. En önemli sorulardan biri bu adam veya kadın çocuğumun annesi-babası olmayı hakkediyor mu? bu kişiden çocuğum olursa iyi anne-baba olur mu? tüm bunları dikkate alın.Bu kişiyle bir ömür geçirebilecek misiniz, tek başına fiziğe değil, çok boyutlu düşünerek evlenmeye karar vermelidir. İnanç yönünden sağlam birini eş olarak seçin!

    Evleneceğinizi kişileri mutlu insanlardan seçin!
    Genelgeçer doğru insan tabiri, yani herkes için doğru insan olan insan karakteri, güleryüzlü, sabırlı, kolay sinirlenmeyen insandır.
    Hele ki şayet siz yapı olarak agresif, çabuk kızan bir insansanız, sizin gibi biriyle evlenmek kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür, felaketiniz olur!
    Ya kısa sürede mahkemede alırsınız soluğu ya da birbirinizden nefret ederek sürer ilişkiniz, herhalükarda hayatınız zehir olur.
    Her insan kendini bilir, böyle agresif biri olduğunuzu düşünüyorsanız, sizin için ideal eş, size katlanabilecek, sizinle evliliği sürdürebilecek eş bu saydığımız vasıflarda biri olmalıdır.

    Duygularınıza Değer Veren Kişiyi Seçin!
    Eşinizi seçmek istediğiniz kişiyle aranızdaki duygusal bağ güçlü olmalıdır.
    Bakışlarınızdan bile anlaşacağınız, aynı şeyden etkilenip ağlayabileceğiniz, aynı şeyleri okumaktan,izlemekten, dinlemekten keyif alacağınız kişiyi seçin!
    Kendi ihtiyaçlarından önce sizin ihtiyaçlarınızı karşılamayı düşünen, empati duygusu gelişmiş, anlattığınız şeyleri dinleyen, duygularınıza değer verip ortak olan kişi sizin eşiniz olmalıdır!

    Ortak Hedeflerinizin olduğu, önceliklerinizin aynı olduğu kişiyle olun!
    Evlenmeden önce gözardı ettiğiniz ortak dünyevi ve uhrevi görüşler, aşkın tatlı zamanları geçince, evlendikten bir müddet sonra aradaki bu farklı hayat görüşünün sebep olduğu aranızdaki uçurumun çığ gibi büyüdüğünü farkediceksiniz. Ruh ikizi diye sıkça telafuz edilen bir kavram var, evleneceğiz kişi ruh eşinizde olmalı, dünya ve ahiretle ile ilgili görüşleriniz uyuşmalı!!

    Hayran olduğunuz kişiyle evlenin!
    Araştırmalar gösteriyor ki, fiziğine, karakterine, ve genel anlamda o kişiye hayranlık duyduğumuz
    veya çok beğendiğimiz kişiyle yapılan evlilikler daha uzun sürüyor!
    Bu mercedesi var ona hayranım demek anlamına gelmiyor:)
    Ona bakarken hem fiziksel hem de ruhsal olarak  ona bakmaktan, onla konuşmaktan, vakit geçirmekten keyif aldığınız kişiyi eş olarak seçin!

    Güvende Hissetmediğiniz Yanlış İnsandır!
    Şu soruları kendinize sorun; Bu kişinin yanında huzurlumuyum, onla olduğum zaman
    olduğum gibi miyim? Onla yalnızca karıkoca olmanın yanısıra iyi bir arkadaşta olabilir miyiz? tüm bu konulara cevabınız evetse doğru yoldasınız:)

    Sorunları Masaya Yatırın!
    Evlenmeyi düşündüğünüz kişiyle ileride canınızı sıkabilecek, sizi üzebilecek herşeyi baştan konuşun!Sıkıntıları aşmanın tek yolu, kendinizi iyi ifade edip, kaygı duyduğunuz, sizi rahatsız eden şeyler neyse onları söylemektir. Bu sıkıntılar aşılabilir şeyler mi yoksa
    ileride size problem çıkarırlar mı bunları iyi değerlendirmeden, çözüme kavuşturmadan evlilik yolunda adım atmayın!

    Kişisel sorunları olan, mutsuz kişilerden uzak durun!
    Bekarken mutsuz ve depresif bir kişilik, muhtemelen evlendikten sonrada öyle kalacaktır.
    Evlenince ruhsal sorunları çözmek için sihirli bir değnek size değmeyecektir. Tamam, kabul evlenince sorumluluk almayla, biriyle beraber olmayla, çoluk çocuğa karışmakla düzelen kişiler var, fakat bu genel bir kaide değildir. Psikolojik sorunları olan insanlarla evlenmeden bir daha düşünün!

    İlgili Konular

    Evlenmeden Önce Bunları Muhakkak Bilin! Tıklayınız

    Bir Erkekle Evlenmeden Önce Bilmeniz Gerekenler Tıklayınız

    YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan yorum yazıları veya haberlerin tüm hakları Kadınlar Kulübü’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi hiçbiri özel izin alınmadan kullanılamaz. Bu haber veya yazılar sadece Kadınlar Kulübü tarafından sağlanan RSS verileri kullanılarak alıntılanabilir.

  • Mutlu olmayı öğrenmek mümkün mü?

    Mutlu olmayı öğrenmek mümkün mü?

    Her daim mutsuz mu hissediyorsunuz, çevrenizdeki hiçbir şey sizi mutlu edemiyor mu? Bu durumda sorun serotonin hormonunuzda olabilir. Fakat mutlu olamadığınız için mutsuz olmayı bir kenara bırakır; bedeninizi, ruhunuzu ve zihninizi beslerseniz siz de gülümsemeyi başarabilirsiniz.

    Sabahları mutsuz uyanıyor, ne yaparsanız yapın bir türlü kendinizi mutlu hissedemiyorsanız mutluluğu öğrenme vaktiniz geldi de geçiyor demektir. Peki mutluluk gerçekten öğrenilebilir mi? Serotonin Mutluluk Akademisi’nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Işık Akgöl’e göre mutluluk öğrenilebiliyor. Fakat bunun için ilk olarak serotonin hormonuna ihtiyaç duyuluyor. Serotonin, mutluluk veren hormona verilen isim ve bu hormon bağırsaklardan, beyinden ve trombosit denilen pıhtılaşma hücrelerinden salgılanıyor.

    Serotonin ağrıyı azaltıyor

    Serotonin hormonu yüksek olan kişiler, kendilerini daha mutlu hissediyor, daha iyi uyuyor ve sabahları kaliteli bir uykunun sonucuyla dinlenmiş olarak uyanıyorlar. Bu kişilerin ağrı eşikleri yükseliyor. Serotonin iştah mekanizmasını da düzenliyor. Stres anında çok yemek gibi bir problem serotonin hormonu yüksek olan kişilerde görülmüyor. Eksikliğinde ise depresif hissediliyor, depresyona neden olabiliyor, uyku bozuklukları görülüyor, sabahları yorgun kalkılıyor, duygulanım bozuklukları yaşanıyor, mutlu edecek olaylar bile serotonin seviyesi düşük olan kişileri mutlu etmeye yetmiyor. Bu kişilerin, ağrı eşikleri düşük olduğu için genelde kronik ağrı çekiyorlar.

    Mutluluk eğitimi

    Dr. Işık Akgöl mutluluğun öğrenilebileceğini belirtiyor ve “Mutlu olmak, bana göre bir seçim. Mutlu olmak istiyor musunuz? Aslında bu sorunun cevabına kim ‘Hayır’ diyebilir ki? Sadece yürekten ‘Evet, ben mutlu olmak istiyorum’ dedikten sonra yapmanız gerekenler var. Yıllardır kronik ağrıları olan kişiler ile ilgileniyorum. Kronik ağrısı olan kişilerde fiziksel problemlerin ötesinde psikolojik ve ruhsal sorunlar olduğunu fark ettim. Bu kişiler, tam olarak hastalık olmasa da mutsuzlar, endişeliler, iyi uyumuyorlar, hayattan zevk almıyorlar ve serotonin seviyeleri düşük. Eğer mutluluğu seçerseniz, mutsuzluğu ayıklamanız gerekiyor” diyor.

    Ruh ve beden mutluluğu

    Zihin ve ruh için felsefeden yardım alınabilir. İnsanın sağlıklı ve mutlu olmak için sosyal hayatının da iyi olması gerekiyor. Bunun için de hobiler edinilmeli. Meditasyon öğrenerek ruhunuzu dinlendirebilir ve arındırabilirsiniz. Dr. Işık Akgöl, “Günümüz insanının en büyük problemi dışarıdan çok fazla bilgi alması. Çoğumuz çok stresliyiz. Stres altındayken mutlu olmak zor. Çünkü stres altındayken kararlarımız ve düşüncelerimiz beynimizde kortekse ulaşmadan hayvanların karar verme mekanizması olan hipotalamus mekanizmasına ulaşıyor ve buradayken karar veriyoruz. Kısacası içgüdüsel davranıyoruz. Bu durumda da zihni durultmak gerekiyor. Zihni meditasyonla ve iyi uyuyarak susturabiliriz. Ayrıca konsantrasyon gerektiren dans etmekle de susturabiliriz” diyor.

    Hayatta mutlu olduğunuz anları saklayıp, kendinizi mutsuz hissettiğinizde bu anıları kullanabilirsiniz. Nasıl mı? İmajinasyon ile gözünüzü kapatıp, o anı bir daha yaşayarak.

    Bedeni mutlu etmenin yolları

    Beden mutluluğu için pilates önemli bir spor. Pilates, beden ve zihne hizmet ediyor. Pilates yaparken nefesinizi kullanıyorsunuz ve başka hiçbir fley düşünemiyorsunuz. İkincisi ise Tai Chi; beden, ruh ve zihne egzersiz yaptırıyor. Yoga da beden, ruh ve zihin için gerekli. Masaj ise serotonin hormonunu salgılatan faktörlerden biri. Hareket terapisi de beden, ruh ve zihni bir arada çalıfltıran çok önemli bir aktivite.

    Mutlu olmak üzere karar vermek gerekiyor. Çünkü mutluluk bir seçimse olayların ne olduğu değil, olayları nasıl algıladığınız sizi mutlu ya da mutsuz ediyor. Birisi için son derece mutsuzluk veren bir olay, başkasına mutluluk verebiliyor. Piyangodan para çıkmışsa siz mutluluktan deli olurken, anneniz “Eyvah! Çocuğumun başına neler gelecek?” diye üzülebiliyor yani aynı olaya farklı anlamlar yükleyerek farklı duygular yaşayabiliyoruz.

    Eğer bugüne kadar birine karşılıksız olarak bir yardımda bulunmadıysanız gerçekten mutlu olmamışsınız demektir. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, birilerine gönüllü olarak yardım etmek sizi mutlu hissettirecektir.

    Dr. Işık Akgöl’e göre eğer bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu formda tutarsanız ve üçü birbiriyle uyumlu olursa mutlu olabilirsiniz. Dr. Akgöl, “Bedeniniz iyi durumdaysa, zihniniz parlaksa ve ruhunuz dinginse mutlusunuz demektir. Bedeniniz nasıl iyi durumda olur? Egzersiz yaparsanız, onu doğru gıdalarla beslerseniz, uykunuzu iyi alırsanız genetik faktörler dışında bedeniniz iyi durumda olur. Aynı şeyleri zihin ve ruh için de yapabilirsiniz” diyor.

    Serotonini neler yükseltiyor?mutluluk

    •  Aşık olmak serotonin seviyesini en çok yükselten etkenler arasında yer alıyor.
    •  Egzersiz yapmak serotonini yükseltiyor. Güzel bir havada yürümek, koşmak mutlu olmanıza yardımcı oluyor.
    •  Güneşi görmek de serotonin hormonunun yükselmesini sağlıyor.
    •  Seks yapmak, orgazm olmak serotonin üzerinde oldukça etkili oluyor.
    •  Çikolata, muz gibi besinler serotonin seviyesini artırıyor.

    Formsanté Dergisi

  • Mutlu evliliğin sırları

    Mutlu evliliğin sırları

    Ebeveynlerle buluşan Uzman Psikolog Bünyamin İrak, mutlu evliliğin sırlarını anlattı.

    Küçükçekmece Belediyesi Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi’nde ‘Aile İçinde Eşlerin Uyumu’ söyleşisinde konuşan İrak, eşler arasında tartışma yaşanabileceğini çünkü iki ayrı kişinin evleriyle birlikte yaşamlarını da birleştirdiğini söyledi.

    Anne ve baba arasında yaşanan tartışmadan çocukların olumsuz etkilendiğini dile getiren İrak, “Anne ve babalar tartışmalarının sebebini mutlaka çocuklara söylemeli. Yoksa çocuk, annemle babam benim yüzümden tartışıyor düşüncesine kapılır. Ayrıca anne ve babaların tartışmayı çocuklarının yanında açtıkları gibi, kapatmaları da gerekiyor. Bu çok önemli” dedi.

    Evlilikte yaşanan sorunların geçici ve kalıcı olmak üzere ikiye ayrılması gerektiğini söyleyen Bünyamin İrak, “Eğer rahatsız olduğunuz davranış eşinizin kişiliğiyle alakalıysa bu durumda o davranış değişmez. Bu nedenle eşinizi olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmelisiniz. Eşinizi değiştirmek yerine o sorunla baş etme yollarını araştırmalısınız” diye konuştu.

    Ebeveynlerin yaptığı büyük yanlışlardan birini de çocuklarını taraf tutmaya zorlamaları olarak belirten Uzman Psikolog Bünyamin İrak, “Çocuğa, annen mi haklı yoksa ben mi haklıyım diye sorulduğunda çocuk çok zor durumda kalır; çünkü buna cevap veremez. Bir taraf haklı dediğinde diğer tarafı kaybedeceğini düşünür” ifadelerini kullandı.

    Evlilik alışverişinin püf noktaları için tıklayın…

    Evin reisi kimdir?
    Evin reisi kimdir?
  • Evliliklerde peri masalı biterse…

    Evliliklerde peri masalı biterse…

    Günümüzde mutlu başlayan ancak sonu boşanmayla biten evlilikler hızla artıyor. Peki ama peri masalı hikayesini andıran evlilikler neden yürümüyor? Evlilik ve Aile Terapisti İlkim Öz Tan, günümüz evliliklerini ve mutlu bir evlilik için çiftlere düşen görevleri kaleme aldı.

    Son yıllarda zar-zor yürüyen evliliklere ve boşanma avukatında soluğu alan eşlere sık sık rastlıyoruz. Üstüne üstlük, bu evlilikten canı yanan insanların, kendilerine hiç ayna tutmadan ikinci hatta üçüncü evliliklere imza attıklarını görüyoruz. Elbette ki bu durum sadece bir sonuç… Eşleri, kadını ve erkeği bu olumsuz sonuca vardıran nedenler çözülmedikçe, aynı sonuç tekrar edip durur. Evlilik terapisine gelen eşlere, sonuca değil de onları bu sonuca getiren nedenlere bakmamız gerektiğini söylediğimde, eşler huzursuzlaşıyor. Çünkü insan, kendi hatasıyla yüzleşmek istemiyor.

    Evlilik, hayata iki kişilik bir başlangıç ve bir yaşam biçimidir

    Birbirine deli divane aşık iki kişi, hayatlarını birleştirmeye karar verip evleniyorlar. Göz göze, diz dize, el ele, yürek yüreğe yapılan başlangıç, zamanla kavga-gürültü, hakaret, aşağılama ve en sonunda da ayrılığa kadar gidebiliyor. Bunun birincil nedenlerinin başında, eşlerin evliliğin yapısına ilişkin yanlış algılamalarını görüyorum. Evliliği, “Benim dediğim, benim istediğim olacak” diye gören kişiler ne yazık ki kaybediyor. Çünkü evliliğin temelinde paylaşım var. Hiç kuşkusuz farklı kişilikler beraberinde, farklı zevkleri, farklı uğraşıları ve hayata farklı bakış açısını da getiriyor ancak, farklılıklarda buluşamamak evliliği bitiriyor ya da sancılı gitmesine neden oluyor.

    Zıt kutuplar flörtte birbirini çeker ama evlilikte iter

    Sevgiliniz dışa dönük, neşeli ve coşkulu dolu biriyken, siz de tam tersi içe dönük, durgun bir yapıya sahipseniz, birbirinize doyamazsınız. Siz onda coşkuyu, hareketi, o sizde dinginliği bulur. Flört ederken eğlenceli olur bu durum. Ama bir de evliliği düşünün… Evlendiniz ve eşiniz sürekli gezmek istiyor, yerinde duramıyor, dışarıya programlar düzenliyor. Siz ise evde onunla baş başa olmak istiyorsunuz. Evlilik terapilerinde en sık rastladığım sıkıntı budur. Çok farklı kişiliklerin, aynı evde sıkıntı yaşaması. Farklı kişilikler, birbirleriyle empati kuramazlar dolayısıyla birbirlerini anlayamazlar. Bir süre sonra karşılıklı memnuniyetsizlikler, suçlamalar, cinsel ceza ve eşlerin birbirinden uzaklaşma süreci başlar. Evliliğin yıpranmasına ve eşlerin birbirlerini zedelemesine neden olan “suçlama”, “eleştirme” davranışları arttıkça, öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Bu sebepledir ki, birbirine benzer kişilik yapılarının evlilikleri daha sağlıklı ve uzun ömürlü olur.

    Günümüz insanı bencil

    Artık eskinin paylaşımcı insanı çok az. Özellikle genç nesilde, bencillik ön planda. Daha “ben merkezciler”. Sıkıntıya gelemiyorlar. Maddi çıkarları ön planda yer alıyor. İş, kariyer, para gibi maddesel gereçler, genç neslin olmazsa olmazları arasında. Liste başında bunlar olunca, sevgi, aşk, hoşgörü, karşı tarafa saygı duyma, sadakat gibi manevi kavramların içi boş kalıyor. Bu yüzdendir ki, günümüz insanı doyumsuz ve mutsuz. Maddi zenginlikleri mutlu olmak için bir araç değil de, amaç olarak gördükleri sürece kadınlar da, erkekler de mutsuzluklarıyla baş başa kalacaklar.

    İşkolik insanların sayısı gitgide artıyor. Kadın ya da erkek evliliğine ve eşine ayıracağı zamanın ve enerjinin tümünü işinde harcayınca, geriye o insanın posası kalıyor. Evlilik ise, posaları istemiyor.

    Evlilik birbirine zaman ve sevgi yatırımı yapmaktır

    Bu dünyada hiçbir ilişki yoktur ki, zaman ayırmadan, sevgi göstermeden ve emek harcamadan büyüsün. Evlilikte de böyle bir gerçeklik var. Gün boyu işlerinde olan eşler, eve yorgun gelir ve hiçbir paylaşım olmadan karınlarını doyurup, yatıp uyurlarsa, bunun sadece adı evlilik oluyor, içeriği değil. Gün içinde ne kadar yorulursanız yorulun, eşinize ve ilişkinize zaman ayırmalısınız. Evet bazen geceyi televizyon karşısında pinkleyerek geçirebilisiniz ama çoğu zaman, eşinizle paylaşımlarınız olmalı. Artık eşlerin televizyonları ve izledikleri programlar bile ayrı. Aynı evde ayrı hayatlar… “Televizyon izlerken el ele oturun” önerilerini bile yapamaz olduk çünkü dediğim gibi, eşlerin televizyon izledikleri odaları bile ayrı. Oysa aynı filmi izleyip, sonrasında yorumlamak bile bir paylaşımı getirir.

    Monotonlaşan evliliklere, en azından hafta sonları şehir dışına çıkma planları yapmalısınız, evliliğinize renk katmalısınız derim. Çoğunun verdiği yanıt şöyledir: “Aman gitmeyelim çünkü eşime yol boyunca katlanamam”.

    Sevginin paylaşımına gelince, evlilik sevgiyle beslenir. Sevgi dolu dokunuşlar, sevgiyle yapılan davranışlar, sevgi sözcükleri eşlerin mutlu olmasına neden olur. Öyle eşler biliyorum ki, bu konuda inatlaşıyorlar. “Neden hep ben yapıyorum, biraz da o yapsın.” “Sevgi dolu yaklaşırsam, tepeme çıkar.” Sevgiyi ifadede ve sevgiyi karşı tarafa aktarmadaki anlayış böyle olduğu sürece, kişilik çatışması yaşayan eşlerin, evliliklerinde sevgiyi yaşamaları çok zor.

    Artık bir yastıkta yaşlanılmıyor

    “Bir yastıkta kocayın…” temennileri günümüz insanında gerçekliğini yitirmiş gibi. Yeni evlilere, bir yastıkta yaşlanın iyi dilekleri söylenmiyor. Sadece mutluluklar dileniyor. Üstüne üstlük, yeni evlilerin de böyle bir niyeti olmuyor. “Olmazsa boşanırım…” mantığı ön planda şimdilerde. Çünkü kimse, kendisini değiştirmek istemiyor. Kendi hatalarını görüp, yüzleşmek ve bir de bu hataları onarmak yani değiştirmek, insana zor geliyor. İşin kolayını seçiyor çoğu; “Karşı tarafı değiştirmek” ya da “evliliği bitirmek”. Emek vermediğiniz bir ilişkiyi bitirmek her zaman kolaydır, emek verilmeyenden vazgeçmek zor değildir. Karşı tarafın davranışlarını ve kişiliğini eğip bükmek, kolunu kanadını kırmak daha kolaydır. Kendi kusurlarımıza neden olan yönlerimizi değiştirmek ise, çok daha zordur. Bencil, narsist, hiperaktif kişilik yapıları ise kendilerini değiştirmekten korkarlar. Çünkü değişim sancılıdır. Ve onlar acı çekmek istemezler, karşı tarafı acıtırlar.

    Ninelerimizin, dedelerimizin evliliklerine baktığımızda ve şimdilerdeki sağlıklı evlilikleri gözlemlediğimizde, eşlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı dolu olduklarını, ilişkilerine önem verdiklerini, maddenin değil de, duyguların ön planda olduğunu ve mutlu olmak için çaba gösterdiklerini görüyoruz.

    Değişim cesaret ister, eşler birbirlerine değil de kendilerine ayna tutmalılar

    Evliliklerinde mutlu olmak isteyen eşler, birbirlerini değil de, kendilerini irdelemeliler. Karşı tarafın eksiğini, gediğini değil de kendi eksik gediklerine bakarak evliliklerine çeki düzen vermeliler. Sorunlar karşısında mücadele vermeli, hemen pes etmemeliler. Tıpkı kartalların hayat öykülerinde olduğu gibi. Biliyorsunuz kartallar seksen yıl yaşarlar. İlk kırk yılın sonunda ya kendisini yenileyip, değişecektir ya da yok olup ölecektir. Yok olmayı seçen kartal, bir tepeye tüner ve yok olmayı bekleyerek ölür. Değişimi seçen kartal ise, tünediği tepede önce gagasını kırar yeni ve sağlam gagasının çıkması için, sonra eskimiş tırnaklarını kırarak yenilenmesini bekler. Daha sonra da kırlaşan tüylerinin dökülüp, yenilerinin çıkması için sabreder. Uzun bir sürecin, acı ve sancılı bir dönemin ardından, kartal kendisini yenilemiş, olumlu yönde değişmiş olarak hayata devam eder.

    Hiç birimiz acı çekmek istemeyiz ve acıdan kaçarız ancak bu bizim korkak yanımızdır ve rotası mutsuzluktur. İlişkilerimizdeki sorunlardan kaçmak, ilişkiyi yok etmek demektir. İlk evlilikleri boşanmayla biten kişiler, kişiliklerindeki hatalı yönleri törpülemezlerse, ikinci hatta üçüncü evlilikleri de mutsuz sonla biter.

    Evlilik terapileri, hastalanmış evliliklerin hastanesidir. Hasta erken teşhisle bize getirilirse, sonuç olumlu oluyor ama ölmüş bir evlilik geldiği zaman, terapinin ve terapistin de elinden bir şey gelmiyor. Evlenmeden önce kendinizi ve karşı tarafı olabildiğince objektif değerlendirmelisiniz. Onu olduğu gibi kabul edecekseniz evliliğe adım atın. Ve sorunlar karşısında fare değil de, kartal olun. Mutluluğu seçmeyi de sakın ola unutmayın.

  • Kadınlar ne ister?

    Kadınlar ne ister?

    Kadın ve erkeğin önceliği ne? İyi niyetli davranışlar kimi zaman eşler tarafından neden yanlış anlaşılır? Ego doyumunda sınır ne olmalı?

    Kadın-erkek ilişkilerinde mutlu bir yaşam için çok önemli tüyolar veren Prof. Dr. Nevzat Tarhan kadınlara en büyük armağanın güven olduğunu belirtiyor.

    Kadın önce paylaşmak ve yakınlık ister!

    Kadınların erkekler konusunda en çok dile getirdikleri yakınma; erkeklerin onları dinlemediği ve anlamadığı hususu olduğunu vurgulayan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü-Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kadının ilişkide önceliğinin paylaşmak ve yakınlık hissetmek olduğunu söylüyor. Erkeğin önceliğini ise Tarhan şöyle ifade ediyor.

    “Yetenekli, yeterli ve güçlü olduğunu hissetmesidir. Erkekler doyumu başarıda ve sonuç almada bulurken, kadınlar paylaşma, değer verilme ve önemseme de yaşarlar.” dedi.

    Bir kadın eşini sevdiğinde onun gelişmesine yardımcı olmayı, erkeğinin eksiklerini gidermeyi ve düzeltmeyi görev bilir ve bunun için çalışır diyen Tarhan, doğal eğilimle hareket eden kadının bunu yaparken de eşini koruduğunu düşündüğünü söylüyor. Bu süreçte erkeğin farklı açıdan düşünerek kendisini karısı tarafından yönetildiğini düşünmeye başladığını vurgulayan Tarhan, erkek istemeden kadının erkeğe yardımından erkeğin güçsüzlük ve beceriksizlik duygusu çıkarsamasında bulunabileceğinin altını çiziyor.

    Prof. Dr. Nevzat Tarhan kadınların ruh doyumuna ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor.

    Ne yapacağını bilmemek duygusu uyandırmayın!

    Bir erkekte ne yapacağını bilmediği duygusunu uyandıran bir kadın erkeği anlamıyor demektir. Bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir, ‘kontrol bende’ duygusunu yaşatırsa o erkeğe çok şey yaptırabilir.

    Kadının egosunu destek, paylaşmak doyurur…

    Kadının ego doyumunu destek görmek ve destek vermek, paylaşmak, yardımcı olmak hisleri sağlar. Kadın erkekten çok daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir. Bir erkeğin yarışı kazanmaktan veya tuttuğu futbol takımının attığı golden aldığı zevki kadın yakınlaşma ve paylaşma anında hisseder.

    Erkeğin kendisine yardım önerildiğinde bunu zayıflık olarak algılaması psikolojik konulara ilgisini de azaltır. Psikolojik yardımı kabul etmeyi zayıflık gibi telakki eden erkek içgüdüleri ile hareket eden bir davranış sergiler. Bu da onun kendisini aşamadığının işaretidir.

    Erkeğe öğüt verirken dikkat!

    Bir kadının da erkeğe istemeden öğüt vermesi tenkit şeklinde anlaşılır. Erkeğin kendisini sorunlu, arızalı, yetersiz hissetmesine meydan vermeden ona öğüt vermenin yolunu bulan kadın kendini aşmış demektir. Erkekler bu açıdan çocuk gibidirler. Kabullenip sonra yönlendirilirlerse düşünce yanılgısına düşmezler.

    En büyük armağan güven!

    Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan güvenlerini hissettirmeleridir. Bu aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur. Bir kadın, erkeğin giydiği gömleğin pantolonuna uymadığını gördüğünde “Bu olmamış” derse erkek kendisini beceriksiz hisseder. Bu olmamış yerine “Bence böyle olsa sana daha çok yakışır” demek olumsuz duyguları bertaraf edecektir.

    Ancak diğer taraftan kadın fikrini söylemediğinde kendisini işe yaramaz gibi zannedebilir. Bu noktada erkek kadının fikrine saygı duymayı bilmelidir. Farklı görüşü yapıcı olarak paylaşmayı becerebilmek bir erkeğin kendisini aşmasıdır. Sorunun püf noktası “Önce kabul et” düşüncesini alışkanlık haline getirmektir.

  • Erkekler gülümsemeli mi ?

    Erkekler gülümsemeli mi ?

    Erkekler gülümsemeli mi ?

    Somurtkanlık çekici midir?

    British Columbia Üniversitesinin bir araştırması, belki de Joan Baez’in davranışını açıklayabilecek ipuçlarını veriyor bize.

    Reklam panolarındaki, sert bakışlı, yüzü gülmeyen erkek modellerin sırrını da!

    Üniversitenin 1000 kişilik araştırmasında, kadın ve erkeklere, mutlulukla gülümseyen, utangaçça gözlerini kaçıran, üzgünce başını eğen, gururla göğsünü şişiren yüzlerce insanın resmi gösteriliyor.

    Onlara, bu resimlerden hangilerini çekici buldukları soruluyor.

    Resimdekini bir sevgili gibi düşünerek değil, bakıldığında onun, içgüdüsel çekim olarak yarattığı ilk etkiyi bildirmeleri isteniyor.

    Kadınlar ezici çoğunlukla, gülen ve mutlu görünen erkekler yerine, ya gururlu ve güçlü veya durgun ve utanmış görünen erkekleri tercih ediyorlar.

    İçgüdüsel çekicilik açısından kadınlara, somurtuk veya gururlu erkekler daha cazip geliyor.

    Araştırıcılar bulgularını şöyle yorumluyor:

    Gurur, kadınlar tarafından kendine güven ve bir güç ifadesi olarak algılanıyor.

    Utanma ise, sosyal değerlere bağlılığın bir ifadesi. Bu durum, o kişiyi güven verici kılıyor.

    Kadınlar, uzun süreli ilişkilerde, daha sakin ve güler yüzlü erkekleri tercih etmekle beraber, içgüdüsel olarak yüzü gülmeyenlere daha çok erotik çekim ve tutku hissediyorlar.

    Erkeklerdeki bulgular ise bunun tam tersi.

    Güler yüzlü ve mutlu kadınlar, yüzü gülmeyen, mutsuz ve gururlu kadınlardan çok daha avantajlı çıkıyor, bu çalışmada.

    Bulgular, deneklerin tebessümü daha kadınsı bir bulgu olarak algıladıklarını ortaya koyuyor.

    Gülümseme ve mutlu görünmeyi, erkeksilik ve güçle ilintilendiremiyorlar.

    Gülümseme ve mutluluk, dominant olamama, diğer bir değişle daha kadınsı olma işareti olarak algılanıyor.

    Kadınlar, doğaları gereği, erkeğin fiziksel güç ve koruyuculuğuna gereksinim duyuyorlar.

    Gebelik ve çocuk bakım süreçlerinde daha da ön plana çıkan bu gereksinim, kadınların genlerinde var ve sosyal değerler tarafından da besleniyor, teşvik ediliyor.

    Herkes ve her toplum için aynı düzeyde olmamakla birlikte, bu tespit, ortalama olarak var olan bir gerçekliğe işaret ediyor.

    Ben, araştırmanın sonucunda, kadınların, yine doğaları gereği, duygularını ifade edebilecek dile sahip olmayan bir bebeğin ihtiyaçlarını okuyup sorunlarını çözebilecek beyinsel donanıma sahip olmalarının da payı olduğu kanısındayım.

    Kadınların duygu okuma ve empati yeteneklerinin, erkeklerden daha güçlü olduğu biliniyor.

    Kadınlar sıklıkla, sorunlu erkeği de anlamaya, onun sorunlarını çözmeye eğilim gösteriyorlar.

    Bu durum, var olan bir donanımı, kullanıma sokmak gibi bir şey olsa gerek.

    Müziğin, kulağımızın ve beynimizin algılarını devreye sokması gibi, belki de.

    Erkeğin problemini çözmeye çabalamak, bir çok kadının hoşuna gidiyor; başaracaklarını sanıyorlar!

    Unutulmaması gereken şey şu:

    Erotik çekimle, ortak yaşam aynı şeyler değil.

    Çekime yol açan şeyler, sürekli bir ilişkinin sağlığı için yeterli olmayabiliyor.

    Büyük bir tutkuyla başlayıp, evliliğin birinci ayını zor dolduran ilişkiler, bunun iyi bir örneği.

    En azından bazı kısa ömürlü evliliklerde gelin, o gülümsemeyen yüzün ardında, baştan hayal ettiği kadar çekici, güçlü ve çözülmeyi bekleyen gizemli bir kişilik yerine, bildiğimiz huysuzun birini bulmuş olabilir mi?

    Belki de ihtiyacı olan şey, tatlı tatlı gülümseyen ve mutlu olmayı bilen bir erkektir; kim bilir!

    Not: Görseldeki iki resimdeki erkek, aynı kişi

    Doç. Dr. Şafak Nakajima

  • Kadınların ve erkeklerin ikinci evliliklere bakış açısı farklılık gösteriyor mu?

    Kadınların ve erkeklerin ikinci evliliklere bakış açısı farklılık gösteriyor mu?

    Kötü bir evliliğin içinde bir ömür geçirmektense iyi bir boşanma yaşamayı tercih ettiniz. Peki ikinci yolculukta sizi nelerin beklediğini biliyor musunuz?

    Araştırmalar, ülkemizde boşanan kişilerin yüzde 85’inin yeniden evlendiğini, bunların yüzde 17’sinin ise ikinci evliliğini yine aynı kişi ile yaptığını gösteriyor. Bazı çalışma sonuçları ikinci evliliklerin daha çok boşanma ile sonuçlandığını söylerken, bazıları ise tersini gösteriyor. Bu da ikinci evliliğin neden yapıldığı, evliliğin nasıl sürdüğü ve neden bittiğini etkileyen birçok değişken olduğunu gösteriyor. İlk evliliğin yapıldığı yaş, yapılış şekli, bitme nedeni ve bitiş şekli ile çocuk olup olmadığı gibi faktörler ilk sıralarda yer alıyor. Boşanma oranlarının hızla arttığı günümüzde ikinci evliliklerini yapmayı düşünenlere daha mutlu bir evliliğin kapısını açacak önerileri sıralayalım istedik ve Psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci’nin kapısını çaldık. Eğer ikinci evliliğinizi yapmayı düşünüyor ve hatta şu an ikinci evliliğinizi yaşıyorsanız bu röportaj sizin yolunuzu aydınlatacak.

    Kadınların ve erkeklerin ikinci evliliklere bakış açısı farklılık gösteriyor mu?

    İkinci evlilikleri “eş kaybından sonra” ve “boşanmadan sonra” diye ayırmak gerekiyor. İkinci evlilik denildiğinde çoğunluğun aklına boşanma sonrası evlilik geliyor çünkü ölüm sonrası evlilik, özellikle genç yaşta yaşanan kayıp sonrası evlilik daha olağan, adeta “olması gereken” bir şey gibi algılanıyor. Tabii ki tüm bunlar yaşanılan çevreye, sosyo-kültürel özelliklere göre değişebiliyor. Şu anda genel değerlendirmelerden ve araştırma bulgularından bahsediyoruz. Çalışmalar erkeklerin boşanma sonrasında kadınlardan daha fazla ve çabuk evlendiklerini gösteriyor. Erkekler genellikle ya boşanır boşanmaz ya da üç-beş yıl içinde evleniyor. Yine erkekler için çocuğunun olup olmaması ikinci evlilik kararını daha az etkiliyor. Boşanma sonrası genel olarak çocukların anne ile kalması buna bir neden olabiliyor. Yine toplumun bir kadına çocuğun yeteceği ve anne olan kadının bir daha evlenmeye gereksinim duymayacağı inancı ve baskısı bir neden olarak sayılabiliyor. Eşi gittiği ve boşanma davası açtığı, kendisini ve çocuğunu görmek istemediği için henüz bir yaşına yeni girmiş bebeğini, tek başına büyütmesi gereken genç anneye çevresindekiler hem öğüt hem de teselli veriyormuş: “Giderse gitsin. Çocuğun var, yaşamını ona ada. Kimseye ihtiyacın yok. Senin hayatın artık çocuğun, başka her şeyden vazgeç”. Genç anne aklı başında biri olduğu için, burada bir terslik olduğunu düşünerek “Doğru mu?” diyerek bize danıştı. Hiç doğru olur mu? Tabii ki bir anne, çocuğunun sağlıklı olması, zarar görmemesi için elinden geleni yapmalı. Ama henüz 30’una gelmemiş bir insana kendi hayatından vazgeçip, çocuğu için yaşamasını söylemek, sadece onun değil, bebeğin geleceğine de ipotek koymak anlamına geliyor.

    İkinci evlilikte iki eşin de ikinci kez evlenmesi ile sadece birinin ikinci kez evleniyor olması evliliğin dinamiklerini değiştiriyor mu?

    Evliliğin dinamiğini çok şey değiştirebilir. Ama iki eşin de daha önce evlilik yapmış olması, her ikisinin de, özellikle birinci evlilik süreçleri bittikten sonra iyi değerlendirme yapmışlarsa evliliğe yükledikleri anlamları daha normalleştirmiş olmaları, olabilecekleri bilmeleri gibi nedenlerle farklı gelişebiliyor. Eşlerden birinin ilk evliliği olması kendisini diğer eşle kıyaslamasına, evlilikten beklentilerinin çok fazla olmasına ve bunların sonucunda sıkıntılara yol açabiliyor. Kadınlar kendilerinin ilk evliliği, erkeğin ikinci evliliği olduğunda bu kıyaslamayı daha çok yapıyor; eşlerinin de bu kıyaslamayı yaptığını daha çok düşünüyorlar. Bazı eşler de gerçekten bunu yapıyor. En küçük bir anlaşmazlıkta “Ben ilk eşimden bunun için ayrılmıştım” ya da “Ben senin eski eşin değilim, bana bunu yapamazsın” söylemleri, tartışmaları büyütebiliyor. İki taraf da ikinci evliliğini yaptığı zaman bu tartışmalar daha az oluyor.

    Eşlerden birinin çocuk sahibi olması da zorlayıcı olabiliyor değil mi?

    Evet, olabiliyor. İlk evliliğini yapan kişi çocuk sahibi olmak isterken, çocuğu olan taraf istemeyebiliyor. Ya da çocuk onlarla yaşıyorsa ilk kez evlendiğinde aynı anda hem eş hem de anne ya da baba olmak zorunda kalmak zor gelebiliyor. Kadınların sık yaptıkları bir şey var ve bu nedenle bize çok başvuruyorlar. Örneğin erkek ikinci evliliğini yapmış, kadının ilk evliliği. Adamın ilk evliliğinden çocukları var. Evlenmeden önce bir daha çocuk sahibi olmak istemediğini söylüyor. Kadın ise çocuk istemesine rağmen erkeğe onu çok sevdiğini ve çocuktan vazgeçebileceğini belirtiyor. Oysa kadın bunu söylerken, aslında evlendikten sonra ilişkileri iyi gidince, eşi de onu sevdiğinden çocuk isteyeceği düşüncesini taşıyor. Eşi evlendikten sonra da aynı kararlılığını sürdürünce “Sen beni sevmiyorsun. Benden çocuk sahibi olmak istemiyorsun” tartışmaları evliliği bitirme noktasına getiriyor. Kim haklı? Herkes haklı denilebilir. Ama kadın da ikinci evliliğini yapıyor olsa, evliliğin kocasının düşünceleri de dahil hiçbir şeyi değiştirmediğini deneyimleri ile bilebilirdi.

    İkinci evlilikler çocukları nasıl etkiliyor? Annenin evlenmesi ile babanın evlenmesi arasında bir fark oluyor mu?

    Çocuklar kaç yaşında olurlarsa olsun, ebeveynlerinin yeniden bir arada olacağı umudunu taşıyor. Bu nedenle bir başkası ile evlenme haberi onları hayal kırıklığına uğratıyor. Hele henüz boşanmanın etkisini atlatamamışken, ebeveynlerden birinin yeniden evleneceği haberi travmatik olabiliyor. Evlenme, ailenin boşanması ile ilişkili olan biriyle değilse, daha kolay kabulleniliyor. Birlikte yaşadığı ebeveynin evlenecek olması, eve gelecek yeni kurallardan endişelenme, ebeveyni paylaşma kaygısı getiriyor. Arada gördüğü ebeveynin evlenmesi ise, onu tamamen kaybedeceği endişesi yaratabiliyor. Yeni eşin çocukları olması durumu daha da zorlaştırıyor.

    Kız ve erkek çocuk açısından farklılıklar gözlemliyor musunuz?

    Kız çocuğunun, babasının yeniden evlenmesine tepkisi, anneye göre fazla oluyor. Erkek çocuğun annenin evlenmesine tepkisi ise değişebiliyor. Bazen daha kolay ilişki kurmakla beraber, bazen kıskanma ve toplumsal yüklemeler nedeniyle aşırı tepki oluşabiliyor. Ama en önemli şey birlikte yaşanan ebeveynin evlenmesi… Bunun kabullenilmesi daha zor oluyor. Bir ebeveyn evlenirken ayrılan eşin çocuklara bunu nasıl yansıttığı da önem kazanıyor. Anneler; özellikle de kendi istekleri ile boşanmamış olanlar, baba evleneceği zaman “Sizi sevse evlenmezdi, artık sizi sevmeyecek” gibi sözler söyleyerek eski eşin evlenmesini engellemeyi çocuklar üzerinden yapmaya çalışabiliyor. Ya da “Çocuklarım o kadınla birlikte olmayacak” diyebiliyorlar. Kendi duygularını çocuklara yansıtıp, onların üzerinden intikam alma çabası, babanın çocuklarla ilişkisini bozduğu gibi, çocukların ruh sağlıklarını da olumsuz etkiliyor. Aynı şekilde boşansa bile eski eşinin bir şekilde ona ait olduğunu düşünen bazı babalar, eski eşinin evlenmesine karşı çıkmayı çocuklar üzerinden yapabiliyor. Onları anneye ve evleneceği kişiye karşı doldurabiliyor, anne evlenirse çocukları alacağı şeklinde tehditlerde bulunabiliyor. Eski eşlerin bu müdahaleleri olayları içinden çıkılmaz hale getirebiliyor.

    Çocuk istemiyor diye evlenmekten vazgeçmek fikrini nasıl yorumluyorsunuz?

    Bu çok iyi düşünülmesi gereken bir durum… Bazı soruları çocuklara sormak ve onların yanıtları nedeni ile sorumluluğu onlara yüklemek haksızlık. Hemen hemen hiçbir çocuk anne ve babasının ayrılmasını istemez. Çocuk istemiyor diye mutsuz olduğunuz, eziyet çektiğiniz bir evliliği sürdürmek, bu sorumluluğu çocuğa yüklemek ne kadar yanlışsa ikinci evlilik için de o oranda yanlıştır. Çünkü her çocuk ebeveynlerinin yeniden evleneceği hayalini taşıyor ve ikinci evliliği buna engel, umutlarını bitirecek felaket gibi görebiliyor. Özellikle gelişim dönemi nedeni ile bu kadar önemli kararları alamayacak çocuklara bu yükü bırakmak haksızlık oluyor. Zaten anne-babalar ikinci evliliklerini yaparken çocuklarının gelişimini, ruhsal durumunu, geleceğini düşünerek karar veriyor, vermeleri gerekiyor. Vazgeçiyorlarsa, “çocuk istemedi” savunmasının altında kendilerinin hazır ya da emin olup olmadıklarına bakmak gerekiyor. Çocuğu istemiyor diye evlenmeyip, tüm yaşamını onu büyütmeye adayan bir annenin, başka bir şehre taşınmak isteyen çocuğuna “Ben, sen üvey baba görme diye, istemiyorsun diye evlenmedim, genç yaşımda seni büyüttüm” dediğinde aldığı cevap sonrası girdiği depresyonu gördüm. Çocuk ona “Ben çocuktum, sen çocuk sözü ile mi davranıyorsun?” demişti. Bir başka anne ise istemediği biri ile evlenmek isteyen oğluna “Ben senin için evlenmedim” dediğinde aldığı cevaba çok üzülmüştü. Çocuğu “Bana mı sordun, evlenseydin de şimdi beni rahat bıraksaydın” demişti. Ama annesi o istemediği için evlenmeyen, bu nedenle de kendini sorumlu hissedip birçok hayalinden, isteğinden, geleceğinden vazgeçen çocuklar da gördüm.

    İkinci evlilikleri birinciden daha zor hale getiren faktörler neler?

    Boşanma sonrası kendine zaman tanımadan tekrar yapılan evlilik, değerlendirme yapmamış olmak, evlilik ve eşe ilişkin beklentileri gerçekçi olarak değerlendirmemiş olmak, eşlerden birinin diğerinin ya da kendisinin ilk evliliğinin izlerini ikinciye taşıyor olması, iyi organize edilmemiş, konuşulmamış ve hazır olmayan çocuklar ile maddi sıkıntılar zorlaştırıcı faktörler oluyor.

    İkinci evliliklerin gerçekleşmesinde ve başarısında ailelerin ve çevrenin rolü ne olmalı?

    Bana göre ikinci evliliklerin gerçekleşmesinde ailelerin hiç rolü olmamalı ama genellikle kararın alınmasında etkili olmak istiyorlar. Ne özellikle kadınlara yapılan “Çocuğun var, başka adam olmaz” baskısı, ne de “Tek başına yaşayamazsın, evlen” baskısı doğru… İkincisi erkeklere “Eve bakacak biri lazım, daha gençsin, kadınsız olmaz” gibi sözlerle, kadınlara ise “Kadın tek başına olmaz, erkek koruması, maddiyatı gerekiyor” şeklinde baskılar daha çok yapılıyor. Oysa olgunlaşmak ikinci evliliğin iyi gitmesi için önemli. Olgunlaşmanın bir belirtisi de ailenizi dinlemek ama kendi kararlarınızı alabilmek. Aileye düşen ise bu kararı desteklemek ve çocuklarının yanında olmak.

    Formsanté Dergisi

  • 30’lu yaşlarda mutlu kalmanın yolları

    30’lu yaşlarda mutlu kalmanın yolları

    Aksine 30’lu yaşlar yeni 21 demek! 30’lu yaşlarınızı keşfetmek için birçok seçeneğiniz var.

    Bu yaş döneminizde mutlu kalmak, doğru planlamaya bağlıdır. İşte 30’lu yaşlarınızda mutlu kalmanın 6 yolu:

    Özgürlüğün tadını çıkarın
    30’lu yaşlarınızı hayatınızda yeni bir başlangıç ​​olarak alın. Evliyseniz, güzel bir yaşam için yeni başlangıç ​​olduğunu kabul edin. Eğer yalnızsanız, önünüze çıkan engelleri bir bir yok edin ve aşık olmanın yollarını sonuna kadar kullanarak hayatın tadını çıkarın. 30’lu yaşlarını deneyimi ve özgürlük ruhunu hiçbir yaşınızda bulamayacaksınız.

    Aşırıya kaçmadan eğlenin
    Bu dönemlerde bol bol eğlencenin tadını çıkarabilirsiniz. Arkadaşlarınızla dışarı çıkmak ya da partilere katılmak eğlenceli bir fikir olabilir. Tabii aşırıya kaçmadan. Katılacağınız ortamlarda uyum ve aktifliği sağlamak için içki alımını sınırlandırmanızda fayda var. Unutmayın ki, kendinize zarar verebilecek şeyler sizi mutlu etmez.

    Görünüşünüzü değiştirin
    30’lu yaşlar, gardırop değiştirmek için en uygun zamandır. Şık ve zarif elbiseler seçin. Daha iyi bir görünüme kavuşmak için saç modelinizi değiştirin. Bu değişim size kesinlikle iyi gelecektir.

    Başarılarınızla mutlu olun
    Eğer iyi bir kariyer elde ettiyseniz, şimdi biraz eğlenme zamanı. Başarılarınızla mutlu olmayı bilin. Eğer kariyeriniz yeni başladıysa, o zaman hayatınızı analiz edin. Bir şeyler elde etmek için her zaman vaktiniz var.

    Sağlıklı kalın
    Mutlu olmak için sağlıklı kalın. Protein ve kalsiyum ağırlıklı beslenin. Meyve, sebze ve sıvı içeren dengeli bir beslenme planı hazırlayın. Sağlıklı beslenmek gücünüzü artıracak ve istediğiniz şeyleri yapmanıza yardımcı olacaktır.

    Yeni arkadaşlar edinin
    Eğer sadece aileniz ve bir iki tane arkadaşınızla meşgul iseniz, yeni arkadaşlar edinmenin zamanı gelmiş demektir. Yoga ya da dans, ilginizi çekecek herhangi bir aktiviteye kayıt olmanız yeni insanlarla tanışmanızı kolaylaştıracak.