Etiket: meme

  • Ekojenite Artışı Nedir ve Hangi Hastalıklarla İlişkilidir?

    Ekojenite Artışı Nedir ve Hangi Hastalıklarla İlişkilidir?

    Ekojenite artışı, görüntüleme teknikleri kullanılarak yapılan muayenelerde vücut dokularında normalden daha yüksek yoğunlukta yansıyan bölümlerin varlığıdır. Bu durum, genellikle organlarda ya da dokularda meydana gelen anormalliklerin bir işareti olarak kabul edilir. Bu makalede, ekojenite artışının tanımı, nedenleri ve hangi hastalıklarla ilişkili olduğu hakkında bilgi verilecektir.

    Ekojenite Nedir?

    Ekojenite artışı, ultrason (USG) gibi görüntüleme teknikleriyle yapılan muayenelerde, vücut dokularında normalden daha yüksek yoğunlukta yansıyan (yani daha parlak) bölümlerin varlığıdır. Bu durum, genellikle organlarda ya da dokularda meydana gelen anormalliklerin bir işareti olarak kabul edilir. Ekojenite artışı, birçok farklı sebebe bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bunlar arasında inflamasyon, enfeksiyon, tümör, yaralanma ya da dejeneratif değişiklikler sayılabilir.

    Böbrekte ekojenite nedir?

    Böbrekte ekojenite, ultrason görüntüleme sırasında böbrek dokusunun yoğunluğunu gösteren bir terimdir. Normal olarak, böbrek dokusu ultrason sırasında hafifçe ekojeniktir ve ses dalgaları tarafından yansıtılan yoğunluğu düşüktür. Ancak, bazı durumlarda böbrek dokusu daha yüksek yoğunluğa sahip olabilir ve daha ekojen görünebilir. Buna “böbrekte ekojenite artışı” denir.

    Böbrekte ekojenite artışı, birçok farklı nedenden kaynaklanabilir. Bunlar arasında böbrek enfeksiyonları, böbrek taşları, böbrek iltihabı, böbrek yetmezliği, polikistik böbrek hastalığı, diyabet, hipertansiyon, ilaç toksisitesi ve daha pek çok faktör yer alabilir.

    Bazı durumlarda, böbrekteki ekojenite artışı, yalnızca bir geçici durum olabilir ve ciddi bir sağlık sorunu göstermeyebilir. Ancak, bazı durumlarda, ekojenite artışı ciddi bir sağlık sorununun belirtisi olabilir ve tedavi edilmesi gerekebilir.

    Böbrekte ekojenite artışı olan kişilerde genellikle belirtiler olmaz. Ancak, bazı durumlarda idrar yolu enfeksiyonları, ağrı, ateş ve idrar yaparken yanma gibi semptomlar görülebilir. Bu belirtiler varsa, bir doktora danışmak önemlidir.

    Böbrekte ekojenite artışının nedeni, altta yatan hastalığa bağlı olarak değişebilir. Tedavi, altta yatan nedenin türüne ve ciddiyetine göre değişebilir. Bazen, sadece yaşam tarzı değişiklikleri, diyet ve egzersiz önerilirken, bazen ilaç tedavisi, diyaliz veya böbrek nakli gerekebilir.

    Memede ekojenite nedir?

    Memede ekojenite, meme dokusunun ultrason görüntüleme sırasında ne kadar yoğun olduğunu gösteren bir terimdir. Normal olarak, memenin dokusu ultrason sırasında hafif ekojeniktir ve ses dalgaları tarafından yansıtılan yoğunluğu düşüktür. Ancak, bazı durumlarda meme dokusu daha yüksek yoğunluğa sahip olabilir ve daha ekojen görünebilir. Bu duruma “memede ekojenite artışı” denir.

    Memede ekojenite artışı
    Memede ekojenite artışı

    Memede ekojenite artışı, birçok farklı nedenden kaynaklanabilir. Bunlar arasında kistler, fibroadenomlar, enfeksiyonlar, süt kanallarındaki tıkanmalar, kanser ve diğer hastalıklar yer alabilir.

    Bir mamografi, ultrason veya manyetik rezonans görüntüleme (MRI) testi sırasında memede ekojenite artışı tespit edildiğinde, genellikle daha fazla test yapılması gereklidir. Bu testlerin amacı, ekojenite artışının nedenini belirlemek ve kanser gibi ciddi bir hastalığın varlığını tespit etmek için yapılmaktadır.

    Memede ekojenite artışı olan kadınlar genellikle semptomlar göstermezler. Ancak, bazı durumlarda memede ağrı, hassasiyet veya şişlik gibi belirtiler görülebilir. Bu belirtiler varsa, bir doktora danışmak önemlidir.

    Tedavi, memede ekojenite artışının nedenine bağlı olarak değişebilir. Kistler veya fibroadenomlar gibi iyi huylu kitleler genellikle izlemek için takip edilir, ancak bazen cerrahi müdahale gerekebilir. Kanser gibi ciddi hastalıkların varlığında ise, tedavi kemoterapi, radyasyon terapisi veya cerrahi müdahale gibi yöntemlerle gerçekleştirilir.

    oku: Meme cerrahi yada anlayan birileri var mı?

    Mesanede ekojenite nedir?

    Mesanede ekojenite, mesane dokusunun ultrasonografi testi sırasında görüntülenen yoğunluğunu ifade eder. Normalde, mesane dokusu hafif ekojeniktir ve ses dalgalarının dokudan yansıtılması sırasında az yoğunlukta yansır. Ancak, bazı durumlarda mesane dokusu daha yüksek yoğunluğa sahip olabilir ve daha ekojen görünebilir.

    Mesanede ekojenite artışı, birçok farklı nedenden kaynaklanabilir. En yaygın nedenler arasında mesane iltihabı (sistit), mesanede taş veya tümörler, mesane duvarındaki kalınlaşma ve mesane boynu darlığı yer alır.

    Ekojenite artışı, genellikle ultrasonografi testi sırasında tesadüfen keşfedilir. Bununla birlikte, semptomlara bağlı olarak da teşhis edilebilir. Mesane iltihabı gibi durumlarda idrarda yanma, sık idrara çıkma, ağrı ve kanama gibi semptomlar görülebilir. Mesanede tümör veya taş varlığı gibi durumlarda ise sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma hissi, ağrı, kanlı idrar ve idrar yaparken zorlanma gibi semptomlar gözlemlenebilir.

    Tedavi, mesanede ekojenite artışının nedenine bağlıdır. Mesane iltihabı genellikle antibiyotiklerle tedavi edilir. Mesane taşı varlığı durumunda, küçük taşlar sıklıkla doğal olarak atılırken büyük taşlar cerrahi müdahale gerektirebilir. Mesane duvarında kalınlaşma veya mesane boynu darlığı durumunda ise, endoskopik işlemler veya cerrahi müdahale gerekebilir.

    Ekojenite Nedenleri

    Ekojenite artışı, farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu nedenler arasında enfeksiyonlar, inflamasyonlar, tümörler, yaralanmalar, kanamalar, yağ birikmesi, toksik madde birikmesi, dejeneratif değişiklikler gibi faktörler sayılabilir.

    Enfeksiyonlar: Vücutta meydana gelen enfeksiyonlar, özellikle de karaciğer ve böbreklerdeki enfeksiyonlar, ekojenite artışına neden olabilir.

    Inflamasyonlar: Organlarda veya dokularda meydana gelen inflamasyonlar, ekojenite artışının en yaygın nedenlerinden biridir. Özellikle pankreas, safra kesesi ve karaciğerde meydana gelen inflamasyonlar, ekojenite artışına neden olabilir.

    Tümörler: Tümörler, vücut dokularında anormal hücre büyümesi sonucu oluşurlar. Tümörler, ekojenite artışına neden olabilir ve sıklıkla tiroid bezinde, karaciğerde, böbreklerde ve pankreasta görülürler.

    Yaralanmalar: Yaralanmalar, vücut dokularında hasara neden olabilir ve bu da ekojenite artışına yol açabilir. Özellikle karaciğer ve dalakta görülen yaralanmalar, ekojenite artışına neden olabilir.

    Kanamalar: Vücuttaki kanamalar, ekojenite artışına neden olabilir. Özellikle karaciğerde ve dalakta meydana gelen kanamalar, ekojenite artışının en yaygın görülen nedenlerindendir.

    Yağ birikmesi: Karaciğerde yağ birikmesi, ekojenite artışına neden olabilir. Bu durum, yağlı karaciğer hastalığı olarak bilinir ve genellikle aşırı alkol tüketimi veya obezite gibi faktörlere bağlı olarak gelişir.

    Toksik madde birikmesi: Bazı toksik maddeler, vücutta birikerek ekojenite artışına neden olabilir. Özellikle böbreklerde görülen toksik madde birikimi, böbreklerin normal fonksiyonlarını etkileyerek ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

    Dejeneratif değişiklikler: Yaşlanma süreciyle birlikte, bazı organlarda veya dokularda dejeneratif değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler, ekojenite artışına neden olabilir ve özellikle karaciğer ve böbreklerde görülür.

    Son ultrasonda artan parankimal ekojenite: Bu ne anlama geliyor?

    Elde edilen son ultrason sonucunda artan parankimal ekojenite, birçok farklı sağlık sorununun belirtisi olabilir. Parankimal ekojenite, ultrason sırasında organlarda yansıyan ses dalgalarının yoğunluğunu gösteren bir terimdir. Bu yoğunluğun artması, organların dokularında bir değişiklik olduğunu gösterir.

    Parankimal ekojenite artışı, birçok farklı hastalığın belirtisi olabilir. Bu hastalıklar arasında yağlı karaciğer hastalığı, safra kesesi hastalıkları, pankreas hastalıkları, böbrek hastalıkları, kalp hastalıkları, kanserler ve enfeksiyonlar yer alır.

    Yağlı karaciğer hastalığı, karaciğerdeki yağ birikiminden kaynaklanır ve karaciğer fonksiyonlarının düzgün çalışmasını engeller. Safra kesesi hastalıkları, safra taşları veya safra kesesi iltihaplanması gibi problemlerden kaynaklanabilir. Pankreas hastalıkları, pankreatit veya pankreas kanseri gibi durumlardan kaynaklanabilir. Böbrek hastalıkları, böbrek enfeksiyonları veya böbrek taşları gibi problemlerden kaynaklanabilir. Kalp hastalıkları, kalp yetmezliği veya kalp kası hastalığı gibi problemlerden kaynaklanabilir. Kanserler, özellikle karaciğer kanseri, böbrek kanseri, pankreas kanseri ve tiroid kanseri gibi kanser türleri, parankimal ekojenite artışına neden olabilir. Enfeksiyonlar, özellikle böbrek enfeksiyonları, parankimal ekojenite artışına neden olabilir.

    Parankimal ekojenite artışı, altta yatan hastalığın tedavisine bağlı olarak düzeltilebilir. Yaşam tarzı değişiklikleri, ilaç tedavisi veya ameliyat gibi tedaviler uygulanabilir. Hastalıkların erken teşhisi ve tedavisi, parankimal ekojenite artışının ilerlemesini engelleyebilir ve daha ciddi sağlık sorunlarının önlenmesine yardımcı olabilir.

    Hangi Hastalıklarla İlişkilidir?

    Ekojenite artışı, birçok farklı hastalıkla ilişkilidir. Bu hastalıklar arasında tiroid hastalıkları, karaciğer hastalıkları, safra kesesi hastalıkları, böbrek hastalıkları, pankreas hastalıkları, kalp hastalıkları, kanserler ve enfeksiyonlar sayılabilir.

    Tiroid hastalıkları: Tiroid bezinde meydana gelen anormal hücre büyümesi veya tiroid hormonlarının normal düzeylerin altında olması, ekojenite artışına neden olabilir.

    Karaciğer hastalıkları: Karaciğerde meydana gelen hastalıklar, özellikle yağlı karaciğer hastalığı, ekojenite artışına neden olabilir.

    Safra kesesi hastalıkları: Safra kesesi taşları veya safra yolu tıkanıklığı gibi safra kesesi hastalıkları, ekojenite artışına neden olabilir.

    Böbrek hastalıkları: Böbreklerdeki dejeneratif değişiklikler, böbrek enfeksiyonları veya böbrek taşları, ekojenite artışına neden olabilir.

    Pankreas hastalıkları: Pankreas kanseri veya kronik pankreatit gibi pankreas hastalıkları, ekojenite artışına neden olabilir.

    Kalp hastalıkları: Kalp yetmezliği veya kalp kası hastalıkları, karaciğerde kanın birikmesine neden olabilir ve ekojenite artışına yol açabilir.

    Kanserler: Bazı kanser türleri, ekojenite artışına neden olabilir. Özellikle karaciğer kanseri, böbrek kanseri, pankreas kanseri ve tiroid kanseri gibi kanser türleri bu duruma yol açabilir.

    Enfeksiyonlar: Bazı enfeksiyonlar, özellikle böbrek enfeksiyonları, ekojenite artışına neden olabilir.

    Oku: Hiperekojen ekojenik bağırsak Tıklayın!

    Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

    Ekojenite artışı, altta yatan hastalığın tedavisine bağlı olarak düzeltilebilir. Örneğin, yağlı karaciğer hastalığına bağlı ekojenite artışı, alkol tüketiminin azaltılması ve kilo verme gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle düzeltilebilir. Safra kesesi taşlarına bağlı ekojenite artışı ise safra kesesi ameliyatıyla tedavi edilebilir.

    Böbrek hastalıklarına bağlı ekojenite artışı, böbrek fonksiyonlarının iyileştirilmesi veya enfeksiyonların tedavisiyle düzeltilebilir. Kalp yetmezliği veya kalp kası hastalığına bağlı ekojenite artışı ise kalp hastalıklarının tedavisiyle düzeltilebilir.

    Kanserler, özellikle erken teşhis edildiğinde, cerrahi müdahale, kemoterapi veya radyoterapi gibi tedavilerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Ancak ilerlemiş kanserlerde, ekojenite artışı genellikle kalıcı olabilir.

    Sonuç Olarak,

    Ekojenite artışı, birçok farklı hastalığın belirtisi olabilir ve altta yatan hastalığın tedavisine bağlı olarak düzeltilebilir. Hastalıkların erken teşhisi ve tedavisi, ekojenite artışının ilerlemesini engelleyebilir ve daha ciddi sağlık sorunlarının önlenmesine yardımcı olabilir. Bu nedenle, herhangi bir ekojenite artışı belirtisi gösteren kişilerin bir doktora danışması önerilir.

  • Mastit (Meme İltihabı) Nedir? Mastit Belirtileri ve Tedavisi

    Mastit (Meme İltihabı) Nedir? Mastit Belirtileri ve Tedavisi

    Mastit (meme iltihabı) tıkanmış süt kanallarının yada mikroorganizmaların neden olduğu bir hastalıktır. Belki de anneler için en rahatsız edici durumdur meme iltihabı. Ateş, halsizlik, yorgunluk, memede ağrı ve kızarıklık gibi belirtileri vardır.

    Mastit Nedir?

    Mastit; emziren annelerin göğüs dokusunda enfeksiyon oluşması sonucu ortaya çıkan ve annenin emzirirken ağrı hissetmesine neden olan bir iltihaptır. Genel olarak emzirmenin 6. ve 12. haftaları arasında görülür.

    mastit nedir
    mastit nedir

    Mastit bebeğini emziren-emzirmeyen her 20 anneden birinde görülür. Enfeksiyon, genellikle meme başında bulunan çatlaklardan süt kanallarına doğru yayılır. Emzirmeyen annelerde göğüslerin şişmesi de mastite yol açabilir. Diğer nedenler arasında, emzirme yoluyla göğüslerin yeterince boşaltılamaması hastalıklara karşı azalan direnç sayılabilir. Nitekim yeni doğum yapmış annelerin çoğu aşırı bir yorgunluk ve stres altındadırlar ve yeterince beslenememektedirler. Dilerseniz forum konumuz mastit için birebir çözüm önerimize bakabilirsiniz.

    Mastit Nasıl Tedavi Edilir?

    Mastit rahatsızlığının doğurduğu belirtileri azaltmak ve mastitten kurtulabilmek için yapılabileceklerden bazıları şunlardır:

    • Düzenli emzirmek tıkalı olan süt kanallarını açmaya yaradığından, göğüste hissedilen sancıyı azaltır.
    • Kurumuş salgıların atılabilmesi ve tıkalı süt kanallarının açılabilmesi için; ılık su dolu bir küvetin içerisinde 10 dakika kadar göğüsler tutulmalıdır.
    • Bol bol su içilmeli ve sıvı tüketilmelidir.
    • Sütyen seçiminde destekli sütyenler tercih edilmelidir.
    • Emzirmekte fazla zorlanılması durumunda, sütün sağılması tercih edilebilir.
    • Sancının çok artması halinde doktor onaylı bir ağrı kesici içilebilir.
    • Mastit Nasıl Geçer Konumuza Göz Atın !
    mastit neden olur
    mastit neden olur

    Mastitin Nedeni Nedir?

    Mastitin bilinen nedenleri şunlardır:

    • Göğüsteki sütün tamamen boşalmamış olması durumunda kalan süt bir enfeksiyona neden olabilir ve bu da kişiye sancı hissettirir. Emzirme tekniğinin yanlış olması bu duruma yol açabilir.
    • Süt kanallarından birinin tıkalı olması durumunda göğüste süt birikeceği için, bu ilerleyen zamanlarda bir enfeksiyona neden olabilir.
    • Göğüs ucunda çatlakların olması durumunda; çeşitli bakterilerin bu çatlaklardan süt kanallarına ulaşması halinde mastit olunabilir.
    • Emzirirken sürekli aynı pozisyonda durulması halinde eğer göğüsteki süt tamamen boşaltılamamış olursa da mastit olunabilir.

    Meme başlarının hassaslığı nedeniyle ilk doğum yapan annelerde mastit biraz daha sık görülür, ne var ki bu ikinci, üçüncü doğumlardan sonra görülmeyeceği anlamına gelmez.

    Mastitin en sık görüldüğü dönem, doğumdan sonra 10-28. günler arasıdır.
    Nasıl anlaşılır?Genellikle soğuk algınlığı geçiriyor gibi hissedersiniz. Belirtiler arasında, bir yada iki göğüste kızarıklık, sertlik, sıcaklık, ağrı, ve enfeksiyon olan süt kanallarında şişlik sayılabilir. Ateş ve halsizlik, durumun daha ciddi olduğunu düşündürür.

    Mastit, birden fazla sayıda olabilen bir durumdur, ama aynı anda iki göğüste birden gelişmez.

    Ne yapılmalı…
    Hemen doktorunuzla görüşün. Muhtemelen antibiyotik tedavisine başlanacaktır. Bu durumda emziriyorsanız, kullandığınız ilaçların bebeğe zarar vermeyeceğini özellikle açıklığa kavuşturun. Antibiyotik etkisi başlar başlamaz, belirgin bir rahatlama hissedeceksiniz.

    Mastit Anne Bebeğime süt verebilirmiyim?

    Evet. Mastit sırasında emzirmek, çok acı verir. Ancak, gerek biran önce iyileşmek, gerekse süt kanallarınızın boşalarak yeni tıkanıklıklar olmaması ve sütünüzün kesilmemesi için emzirmeniz gerekir. Emzirmeden bir kaç dakika önce sıcak kompres, acı duymanızı bir ölçüde azaltır.

    Eğer bebeğiniz emerek iltihaplı göğsünüzü tam boşaltamıyorsa, yada aşırı acı hissi nedeniyle emziremiyorsanız, göğsünüzü bir süt pompasıyla boşaltmanız gerekir. Sağdığınız sütü biberonla bebeğinize verebilirsiniz. Şunu hiç unutmayın, göğsünüzü boşaltmak için en iyi pompa, bizzat bebeğinizdir!

    Emme sonucu bebeğim hastalanabilir mi?

    Hayır! Zaten sizi hasta eden mikroplar, muhtemelen bebeğinizin ağzı yoluyla bulaşmıştır, ve kendi mikroplarının ona geri verilmesinin bir zararı yoktur.

    mastit tedavisi
    mastit tedavisi

    Mastit kendiliğinden geçebilir mi?

    Mastit kendi haline bırakılırsa ilerler, ve daha ciddi sonuçlar -komplikasyonlar- oluşur. En sık görüleni meme absesidir, yoğun antibiyotik tedavisi, belki de cerrahi yolla absenin boşaltılması gerekir. Bu durumda bebeğiniz sizi ememez.

    Çoğu zaman olduğu gibi, mastit de erken teşhis edilirse, kolayca tedavisi olan bir durumdur.

    Meme iltihabı ciddi durumlara varmadan önce;

    • Günde 1,5 ya da 2 litre su için
    • İstirahat edin
    • Doktor tarafından önerilen kremleri kullanın
    • Sıcak kompres uygulayın
    • Asla bebeği emzirmekten vazgeçmeyin
    • Emzirirken çok sancı hissederseniz pompa kullanın

    Bu önlemler alındığı takdirde anne ve bebek sağlığı tehlikeye girebilir. Meme yeterince boşaltılmazsa enfeksiyonlara açık hale gelecektir. Bu yüzden önlem almak ve emzirmek altın kural.

  • Göğüs Ucu Olmayan Anneler Bebeklerini Nasıl Emzirebilir?

    Göğüs Ucu Olmayan Anneler Bebeklerini Nasıl Emzirebilir?

    Kadınlar doğumları esnasında her biri farklı şekil ve boyutlara sahip meme uçları ile doğmaktadır. Bu çeşitlilik içerisindeki durumlarda ise bazı kadınlarda göğüs uçları içe göçük olabildiği gibi, bazılarında ise geniş veya daha düz bir halde dünyaya gelmektedirler. Buna yönelik kadınların anne adayı olmasıyla birlikte göğüs uçları önemli bir durum haline gelmektedir. Bunun nedeni ise bebeğin sütü rahatlıkla emebilmesi için öncelikle göğüs ucu yapısını tamamen çekerek üst damağına yapıştırıp emmesi gerekiyor. Doğuştan olarak bir emme refleksine sahip bebekler için ise anne sütünün emilmesi oldukça değerli olmaktadır.

    Göğüs Ucu Olmayan Anneler Bebeklerini Nasıl Emzirebilir? | 1

    Meme Ucunuzun Olup Olmadığını Test Etmek Faydalı Olacaktır

    Meme ucu hamilelik süresince değişikliklere uğrayabilir. Ama bu kapsamda annenin emzirmeye yönelik başarısı meme ucu şekli veya boyutuna göre değerlendirilmemelidir. Hangi boyutta olursa olsun, fonksiyonel bir bozukluğa sahip olmaması halinde her anne bebeğini rahatlıkla emzirebilme durumuna sahip olmaktadır. Bazı anneler bebeklerini sağlıklı ve yeterince besleyebilmek adına meme uçlarına bağlı olarak bir bilgiye sahip olamayabiliyorlar. Düz olarak görülen meme uçları, bazen bebeklerin emzirilmesi için yeterli olamayabiliyor. Bu nedenle evde kendinizin de test edebileceği üzere hamile kaldıktan hemen sonra meme ucunuzun çıkık olup olmadığını teste tabii edebilirsiniz.

    Göğüs Ucu Olmayan Anneler Bebeklerini Nasıl Emzirebilir? | 2

    MEME UCU İÇERİ DOĞRU GÖÇÜK OLANLAR NE YAPMALI?

    • Egzersizler dahilinde meme ucunuzun daha iyi bir kapsama gelmesini sağlayabilirsiniz. Bunun için ilk egzersiz yolu “Hoffman” adını taşıyan yöntemdir. Her iki elinizin baş parmaklarıyla meme ucunuzu yan kısımlarından tutarak her iki tarafa da gerdirin. Bu işlemi yine aynı parmaklar ile üst ve alta olmak üzere meme ucunu tekrarlayabilirsiniz. Bu işlem ile meme ucunuzun dışarıya doğru çıkmasında bir işlem yapmış olacaksınız.
    • Germe egzersizi kapsamında meme ucunu baş ve işaret parmaklarınızın arasına alarak dışa doğru çekin. Günde birkaç kez tekrarlamanız şartı ile meme ucunuzu yuvarlamaya çalışın.
    • Son ihtimal olarak meme ucu çıkarıcı aparatlar kullanarak bu işlemi gerçekleştirebilmek mümkündür. Bu aparatlar yardımı ile sütün memeden çıkabilmesi sağlanırken, aynı zamanda ilerleyen kısa zaman içerisinde meme uçları dışarı doğru çıkık bir hale gelmektedir.

    Göğüs ucu olmayan anneler bebeklerinizi nasıl emdirdiniz? Tıklayın

    Meme ucu olmayanlar Tıklayın !

    Çökük meme ucu Sorunu olanlar ! Tıklayın !

  • Meme kanseri olabilirsiniz dikkat!

    Meme kanseri olabilirsiniz dikkat!

    Her kadının kabusu olan meme kanserinin belirtileri nelerdir? Meme kanserinin belirtileri nelerdir ve nasıl oluşur? Tüm merak edilenler Kadınlar Kulübü’nde.

    Öncelikle yazımıza meme kanserinin tanımıyla başlayalım ve tedavi sürecine varan bilgilerimizi paylaşalım.
    Meme kanseri,meme dokusundaki hücrelerden gelişen kanser türü olup kadınlarda görülür. Kadınlarda en sık görülen kanser türlerinin başında gelmektedir.
    Meme kanseri meme dokusunun herhangi bir yerinden kaynaklanabilir. Oluşumunda genetik faktörler çok etkilidir.

    MEME KANSERİNİN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

    Meme kanserinin en önemli oluşum nedeni cinsiyet ve yaşlanmadır. Genetik yapıda çeşitli faktörlerin ve normal yaşlanmanın etkisiyle ortaya çıkan bozukluklar kansere neden olur.

    Ancak meme kanserlerinin sadece %7-9’luk bir kısmı ailesel geçişlidir. Özellikle anne tarafında genç yaşta meme kanseri ve erkek meme kanseri görülmesi ailesel bir geçişe işaret edebilir.

    Meme kanserinin yaygın bir şekilde yayılma oluşturduğu bölgeler ise kalça ve omurga kemikleri ile akciğer ve karaciğer olarak tanımlanır.

    Meme kanserine neden olan risk faktörlerine bakacak olursak;

    İlk doğum yaşı:

    30 yaşından sonra ilk doğumunu yapanlarda risk artmaktadır.

    İlk adet yaşı:

    İlk adetini erken yaşlarda görenler, yaşam boyu daha uzun süre östrojen hormonuna maruz kalacaklarından dolayı risk artmaktadır.

    Menopoz yaşı:

    Menopoz kadının adetten kesildiği, doğurganlığının sona erdiği dönemdir. İleri yaşta, 55’ten sonra menopoza girme meme kanseri riskini arttırmaktadır. Burada da etken uzun süre östrojen hormonuna maruz kalmadır.

    Emzirme:

    En az bir yıl süreyle emzirmenin koruyucu etkisinin olduğunu gösteren verilerin yanı sıra herhangi bir etkisinin olmadığını iddia eden çalışmalar da mevcuttur.

    Doğum kontrol hapları:

    Doğum kontrol haplarının uzun süre kullanımı meme kanseri gelişim riskini arttırmaktadır. Bunun yanı sıra en az beş yıl süreyle bu ilaçların kullanılmasının kalın bağırsak, rahim ve over (yumurtalık) kanseri riskini azalttığı gösterilmiştir. 10 yıldan daha uzun süre kullanımlarda ve özellikle genç yaşta (20 yaş öncesinde) kullanmaya başlamakla meme kanseri, kalp krizi ve inme riski artmaktadır. Burada özellikle belirtilmesi gereken nokta, doğum kontrol hapıyla birlikte sigara içiminin ciddi sorunlara yol açabileceğidir. İkisi birlikte kalp hastalıkları ve inme riskini belirgin arttırmaktadır.

    Menopoz sonrası hormon tedavisi:

    Bu tür ilaçlar genellikle menopoza bağlı şikâyetlerin ortadan kaldırılması veya azaltılması amacıyla kullanılırlar. Bu ilaçlar vücudun üretimini kestiği östrojen ve progesteron hormonlarını içermektedir. Bu ilaçları 5 yıl ve daha uzun süre kullanan menopoz sonrası dönem kadınlarda meme kanseri ve rahim kanseri riski artar.

    Boy ve kilo:

    Uzun boylu kadınlarda meme kanseri riski artmaktadır. Bunun nedeni bilinmemektedir. Benzer şekilde bu kadınlarda kalın bağırsak kanseri riski de yüksek saptanmıştır. Menopoz öncesi dönemde aşırı zayıf kadınlarla, menopozdan sonra idealin üzerinde kilosu olan kadınlarda meme kanseri riski artmaktadır. Menopoz sonrası dönemde aşırı kilolar ve özellikle yağ dokusu fazla miktarda östrojen hormonu (meme kanserine neden olduğu bilinen hormon) yapımına neden olmaktadır.

    Beslenme: Menopoz sonrası dönemde yağ oranı yüksek gıdalarla beslenme ile meme kanseri gelişimi arasında ilişki mevcuttur. Sebze ağırlıklı beslenmenin ise koruyucu etkisi vardır.

    Alkol:

    Günde 1 bardaktan (1 bira, 1 bardak şarap, 1 duble sert içecek) daha fazla alkol tüketimi kadınlarda östrojen hormonu düzeylerini arttırdığı için kanser gelişim riskini arttırabilir.

    İyi huylu meme hastalıkları: Kist, fibroadenom ve hiperplazi gibi meme hastalıkları iyi huylu tümörlerdir. Biyopsi sonucu habis olmayan oluşumlar tespit edilmesi risk faktörüdür.

    Ailede meme kanseri öyküsü olması: Annesinde, anne tarafından akrabalarında, teyzesinde ve ve/veya kız kardeşinde meme kanseri olan kadınlarda meme kanseri gelişmesi riski normal toplumdan daha fazladır.

    Korunma:

    Bazı risk faktörleri sizin kontrolünüz altındadır. Genel sağlık durumunuzu koruma amaçlı dengeli beslenme, zayıflama veya kilonuzu koruma, sigara içmeme, alkolü sınırlandırma, düzenli egzersiz gibi faaliyetlerde bulunabilirsiniz. Ancak bunlar riskinizi tamamen yok etmez. Bu nedenle meme kanserine yakalanmışsanız bu hiçbir şekilde sizin veya başkasının suçu değildir. Kendinizi suçlu hissetmek veya yanlış olduğunu düşündüğünüz şeyleri veya kişileri suçlamanızın size bir faydası yoktur; tam aksine moralinizi yüksek tutmak tedavinizi de olumlu yönde etkileyecektir.

    Bulgular:

    Meme Kanserinin Belirtileri: Meme kanserinin en sık rastlanan belirtisi, memede ağrısız, zamanla büyüyen bir kitlenin hissedilmesidir. Ancak, hastaların çok azında ağrı da belirtilere eşlik edebilir. Daha nadir olarak memede çekintiler, deride kalınlaşma, şişlikler, deride tahriş ya da bozulmalar ve meme ucunun hassaslaşması ya da içe dönmesi de dahil olmak üzere meme ucu belirtileri yer almaktadır. Sanıldığının aksine ağrı ve kanlı akıntı ileri evrelerde ortaya çıkmaktadır.

    Tanı:

    Erken evrede meme kanserleri diğer kanser çeşitlerinde olduğu gibi ileri dönemlere gelene kadar belirgin bir belirti vermeyebilir. Erken teşhiste en önemli faktör, kişinin bu konuda bilinçlendirilmesidir. Bu nedenle, meme kanserinin erken tanısı için önerilen kontrol programlarını uygulamanız çok önemlidir. Meme kanserine erken evrede tanı konması, tedavinin başarıya ulaşma ve hayatta kalma şansını arttırır.

    Erken tanı için üç temel yöntem uygulanabilir. Bunlar ;

    Evde kendi kendine yapılan meme kontrolleri

    Doktor tarafından yılda bir yapılan meme muayeneleri ve

    Mamografi (meme röntgen filmi) olarak sayılabilir

    Kadınların 20 yaşından sonraki dönemde, her ay memelerini kendi kendilerine muayene etmeleri gereklidir. Menopoz öncesi dönemde adetin başlangıcından sonraki 7-10. günlerde, menopoz sonrası dönemde ise her ayın aynı gününde muayene yapmalısınız. Meme dokusu içerisinde herhangi bir şüpheli kitle ele geldiğinde vakit geçirmeden doktora başvurunuz. 20 yaşından sonra 2 yılda bir, 40 yaşından sonra yılda bir kez doktorda meme muayenesi yaptırınız. Bu şekilde takip edilen kadınlarda kanserin çok erken dönemlerde yakalanabildiği ve meme kanserine bağlı ölümlerde %30 oranında azalma sağlandığı saptanmıştır.

    Evreleme

    Meme kanseri oluşumu çok hızlı bir süreç değildir. Tümör ortalama 5-7 yılda 1 cm büyüklüğe erişir. Yayılımı öncelikle lenf kanalları yoluyla koltuk altı lenf bezlerine ve daha sonra kan yoluyla karaciğer ve kemik gibi uzak organlara olur. Tümörün yayılımını tespit etmek için evreleme yapılıp, tedaviye karar verilir. TNM sistemi adlı bir evreleme sistemi kullanılır.

    basliksiz-2

    Tedavi:

    Meme kanseri tedavisi, alanında uzmanlaşmış bir ekip tarafından yapılmalıdır. Bu ekibin temel üyeleri meme cerrahı, tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğudur. Meme kanserinin temel tedavisi cerrahidir. Tercih edilen cerrahi şekli meme dokusunun tamamen çıkarıldığı mastektomi ameliyatıdır. Ancak, erken evre küçük tümörlerde meme koruyucu cerrahi yapılması da uygundur.

    Kanserli dokunun memeden, çevresinde bir parça sağlıklı meme dokusu bırakılarak çıkarılmasına lumpektomi adı verilir. Ancak, lumpektomi yapılan memelere daha sonra radyoterapi verilmesi şarttır. Yapılan çalışmalar sonucunda meme koruyucu cerrahi sonuçlarının mastektomi ile benzer olduğu anlaşılmıştır. Bu yaklaşım özellikle batı ülkelerinde mastektomiye tercih edilmektedir.

    Sevindirici olarak ülkemizde de giderek daha çok uygulanmaktadır. Cerrahi sonrası gerekiyorsa tamamlayıcı olarak kemoterapi veya hormonoterapiler tıbbi onkologlar tarafından yapılır. Bazı durumlarda radyoterapi de uygulanması gerekebilir. Tedavi kararı verirken tümörün büyüklüğü, koltuk altı lenf bezlerine yayılım olup olmaması, tümörün hormon bağımlılık durumu, Her2 (c-erb-B2) adı verilen kanser geninin varlığı gibi faktörler göz önüne alınır. Tümörün büyük olduğu durumlarda tedaviye önce kemoterapi ile başlanıp tümörün küçültülüp cerrahiye uygun hale getirilmesi gerekebilir. Bu tedavilere doktorunuz karar verip sizi yönlendirecektir.

    Tarama:

    Normalde 20 yaşından sonra meme muayenesi ve yılda bir kez doktorda meme muayenesi yaptırmanız önerilir. Bu nedenle, erken dönemde hastalığın yakalanması için kadınların bilgi sahibi olması gereklidir. 50 yaşından sonra 2 yılda bir mamografi çekilmesi önerilmektedir. Ulusal kanser tarama programı önerilerine göre ülkemizde uygulanan meme kanseri tarama protokolü aşağıda yer almaktadır.
    20-40 yaş arası; Ayda bir kendi kendine meme muayenesi, iki yılda bir klinik meme muayenesi
    40-69 yaş arası; Ayda bir kendi kendine meme muayenesi, yılda bir klinik meme muayenesi, iki yılda bir mamografi çekilmesi gerekmektedir.
    Buradaki metin genel bir bilgilendirme olup, hastalıklar değişkenlik gösterebileceğinden kişisel değerlendirme için uzmanınızla görüşünüz.

     

     

  • Sütyen göğüslere zararlı mı?

    Sütyen göğüslere zararlı mı?

    Son günlerde ünlü kadınlar arasında sütyen giymeme modasının başlaması, bazı kadınların ise gece gündüz sütyen takma alışkanlığı akıllara bu soruyu getiriyor.

    Son günlerde kamuoyunda tartışılan kadın iç giyiminin nadide bir parçası sütyeni, bazı kadınlar yararlı, bazı kadınlar ise zararlı olduğunu savunuyor. Acaba sütyen takmak göğüs sağlığı ve estetiği açısından zararlı mı yoksa yararlı mı? Bu konudaki sorularımızın cevaplarını Uluslararası Estetik ve Plastik Cerrahi Derneği (ISAPS) üyesi Estetik Cerrah Op. Dr. Metin Kerem yanıtlıyor.

    Op. Dr. Metin Kerem: “Sütyen kullanmanın meme sağlığına kesinlikle bir zararı yoktur. Aksine normal boyutlarda ve üzerinde göğüslere sahip olan her kadın sütyen kullanmalıdır. Düzenli sütyen kullanımı göğüs sarkmasını geciktiren bir faktördür.”diyor. Sütyen gerekliliğinin göğüs boyutu ile bire bir ilişkili olduğunu söyleyen Dr. Metin Kerem, küçük göğüslü kadınların bu anlamda daha rahat olabileceğini söylüyor: “Küçük göğüsler daha hafif olduğundan yer çekiminden daha az etkileniyor ve kolay kolay bozulmuyorlar. Bu anlamda küçük göğüslü kadınlar aslında çok daha şanslı. Çünkü gebelik ve emzirme dönemlerinden sonra dahi bu tip göğüsler daha çabuk toparlanıyor. Bir problem olsa dahi bunu basitçe bir meme protezi yerleştirerek çözebiliyoruz, oysa ki iri göğüslü kadınlar özellikle doğum sonrası küçültme veya dikleştirme gibi daha detaylı operasyonlara ihtiyaç duyabiliyorlar” diyor

    Göğüs Sağlığı ve Bakımı İçin Tıklayınız!

    Peki ya sütyen kullanılmazsa ne olur?

    Dr. Metin Kerem, sütyen kullanmılmazsa göğüslerin yer çekimine yenik düşeceğini belirtiyor. Sütyen kullanımının amaca göre değişeceğini söylüyor ve ekliyor: “Günümüzde pek çok kadın sütyeni göğüslerini dik ve dolgun göstermek için kullanıyor ki bu da çoğu zaman anlaşılıyor. Özellikle gece elbisesi, gelinlik gibi özel kıyafetlerde sütyen dolguları çok itici durabiliyor. Bu tür elbiseleri taşımanın en güzel yolu sütyensiz olmak, ancak bunun için genelde bizim yardımımız gerekiyor. Meme protezi operasyonu yaptıran kadınların ilk yaptığı şey bu sütyenlerle vedalaşmak oluyor.

    Doğal göğüs boyutu iri olan kadınlar ise bunu saklamak için sütyen kamuflajına başvurabiliyorlar.” Dr. Kerem, sütyen seçiminin çok önemli olduğuna dikkat çekerek, sütyenin göğüslerin en iyi dostu olduğunu sözlerine ekliyor. Sütyensiz giyimin moda olsa bile devamlı olarak sütyensiz olmanın doğru olmadığını belirtiyor. Yerçekimine karşı koymanın ise en etkili yolunun ise düzenli sütyen kullanmak olduğunu vurguluyor.

  • Meme kanserinden korunmak için…

    Meme kanserinden korunmak için…

    Amerikan Kanser Derneğince yapılan araştırmaya göre, meme kanserine yakalanma riski, her gün yoğun tempolu fiziksel aktivite yapanlarda yüzde 25, günde en az bir saat yürüyüş yapanlarda ise yüzde 14 azalıyor.

    Amerikan Kanser Derneğince (The American Cancer Society) yapılan araştırmaya göre, meme kanserine yakalanma riski, her gün yoğun tempolu fiziksel aktivite yapanlarda yüzde 25, günde en az bir saat yürüyüş yapanlarda ise yüzde 14 azalıyor.

    Tıbbi Onkoloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Gökhan Demir, yaptığı yazılı açıklamada, araştırmada, kadınların boş zaman aktivitesi olarak yürüyüş yapmalarının koruyucu yararlarına vurgu yapıldığını belirterek, egzersizin diğer formları olmadan sadece yürüyüşün bile kadınları meme kanserinden uzak tuttuğunu ifade etti.

    Araştırmada, tempolu yürüyüşün yüksek tansiyonu, yüksek kolesterolü ve diyabet riskini azaltmaya yardımcı olduğuna da işaret edildiğini aktaran Demir, şunları kaydetti:

    “Meme kanserinde düzenli egzersiz ve ideal kilonun korunması son yıllarda giderek önem kazanmaktadır. Düzenli egzersiz ve ideal kilonun korunması kansere karşı ek koruyuculuk sağlar. Daha önceki yıllarda yapılan çalışmalar, meme kanseri geçirmiş hastalarda düzenli egzersiz yapmanın ve ideal kiloyu korumanın, hastalığın tekrarlama riskini yaklaşık yüzde 20 civarında azaltabildiğini göstermişti. Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalar hem bu bilgiyi doğruladı hem de düzenli egzersiz yapan ve ideal kilosunu sürdüren kadınlarda meme kanserine yakalanma riskinin de azaldığını gösterdi. Kadınlarda vücut yağ kitlesi önemli bir östrojen kaynağıdır.”

  • Güzelleşmenin doğal yöntemi; YAĞ TRANSFERİ

    Güzelleşmenin doğal yöntemi; YAĞ TRANSFERİ

    Yağ dolgusu operasyonları vücudun hemen hemen her bölgesinde kullanılıyor. Yapılan yağ enjeksiyonlarıyla popo, meme, baldır büyütmek, ayak bileği kalınlaştırmak, bacaklardaki şekil bozukluklarını gidermek de mümkün. İmep Estetik’ten Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İlker Manavbaşı, yağ dolgusu işlemiyle ilgili merak edilenleri açıklıyor.

    Yağ Dolgusu Yağ Transferi ile Yeni Bir Görünüm Kazanın

    Her kadının şikayetçi olduğu yağların, bir gün güzelleşmek için kullanılan sihirli bir çözüm olacağı kimsenin aklına gelmezdi. Günümüzde vücudun herhangi bir bölgesinden alınan yağlar, gözaltı, elmacık kemikleri alın başta gelmek üzere; el sırtı, popo, göğüs, ayak bileği, basenlerde istenen görünümü elde etmek amaçlı uygulanıyor.

    Yağ transferi işlemiyle ilgili bilinmesi gerekenleri açıklayan Opr. Dr. İlker Manavbaşı, “Yağ transferi, kişinin herhangi bir yerinden alınan yağın vücudun başka bir yerine enjekte edilmesi işlemidir. Pek çok kadında bölgesel yağ fazlalığı olduğu gibi, bir kısmında da bölgesel yağ eksikliğine bağlı kontür bozukluğu görülür. Bu sorunların düzeltilmesi, vücut yağlarının fazla olduğu bölgelerden az olduğu bölgelere transfer edilmesi ile gerçekleşir. Bu yönteme, yağ şekillendirme anlamına gelen liposculpturing, liposhaping gibi isimler verilir.” diyor.

    Vücuttan alınan yağlar kısa sürede tekrar vücuda verilmeli

    Yağ fazlalığı olan bölgelerden liposuction yöntemi ile alınan yağlar, yine benzer kanüllerle, yağ eksikliği olan bölgelere verilir. Bu bölgeler, genelde; basen-bel arası, poponun üst kısmı, uyluk iç-orta kısmı ve baldırlar olur. Verilen miktar, liposuction ile alınan yağ dokusuna bağlı olarak toplamda 1 litreye yaklaşabilir. Verilen yağ miktarının yaklaşık yüzde 40’ı birkaç ay içinde vücut tarafından emilse de kalan miktar hastayı memnun eder. Hastaya sadece yağ enjeksiyonu yapılacak ise çoğu zaman sedasyon ve lokal anestezi yapılır. Ancak bu işlem başka bir ameliyat ile beraber yapılacaksa genel anestezi tercih edilir.

    Yağ Dolgusu

    Opr. Dr. İlker Manavbaşı, yağ transferi işlemi sırasında dikkat edilmesi gerekenleri ise şu şekilde açıklıyor: “Alınan yağlar o anda herhangi bir işleme tabi tutulmadan transfer edilebilir. Çünkü yağları saklamak canlı yağ hücresi sayısını ciddi miktarda azaltır. Yağ dokusu çok hassas bir dokudur, sıcaklık, kuruma ve fiziksel stresler ile hemen canlılığını kaybeder. Yaklaşık bir saat süren bir zaman zarfında bu işlemler tamamlanmalıdır. Eğer daha uzun sürecek ise alınan yağın soğutulması gerekmektedir. Ancak alınan yağların saklanarak başka bir seansta tekrar enjekte edilmesi önerilen bir yaklaşım değildir. Bu tip uygulamalarla canlı yağ dokusu son derece azalmaktadır. Alınan yağ miktarı, enjekte edilecek bölgenin durumuna göre değişir. Örneğin yüze ve ellere genelde 15-45 cc yağ enjekte etmek yeterli olurken, popoya ve göğüse 600-700 cc enjekte edilebilir.

    Yağ Transferi hem doğal, hem risksiz

    Yağ transferi ile hem bölgesel incelme sağlandığını, hem de istenilen bölgede arzu edilen şekle kavuşulduğunu belirten İlker Manavbaşı, “deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurulur” diyor: “İşlemde amaç fazlalıkları almaktan öte, transfere yetecek kadar yağ almaktır. Yağ dokusu çok ince liposuction kanülleri ile alındığı için birkaç milimetrelik kesi ile bu işlemler yapılabilmektedir. Bu küçük operasyonda yağ çekilen yerler kendiliğinden iyileşir, yara izi kalmaz. Hatta hastalar işlem yapılan yeri bile fark etmezler. Operasyondan birkaç gün sonra hasta işine, normal hayatına rahatlıkla dönebilir. Her hastaya kendi yağı kullanıldığı için hastalık kapma riski de yoktur.

    Opr. Dr. İlker Manavbaşı, yağ transferinin aynı zamanda yanık izleri veya travmaya bağlı yumuşak doku eksikliği durumlarında da çözüm sunduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Enjekte edilen yağ kişinin kendi dokusu olduğu için vücudun bunu kabul etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Ayrıca enjekte edilen yağ dokusunun içindeki kök hücreler sayesinde enjekte edildiği bölgede hücre yenilenmesine katkı sağlar. Hasta açısından değerlendirdiğimizde ve piyasadan temin edilen geçici dolgularla karşılaştırıldığında steril şartlar ve ek cerrahi aletler gerektirir. Fakat bu sayede hasta kalıcı bir sonuç elde edilmiş olur.

    Vücut güzelleştirmede en kalıcı çözüm;Yağ dolgusu

    Yağ enjeksiyonu, etki süresi olarak kalıcı dolgu kategorisindedir. Enjekte edilen yağlar uygulanan tekniğe göre yüzde 40-70 oranında kalıcıdır. Yağ enjeksiyonu temelde iki bölgeye yani; yağ içeren ve içermeyen bölgelere uygulanır. Bu iki farklı bölgede enjekte edilen yağlar farklı davranış sergilerler. Dudak, el sırtı, alın gibi normalde sadece çok ince cilt altı yağ dokusu içeren bölgelerde bu yağların hiçbir zaman erimeyeceği kabul edilmektedir. Elmacık kemikler, şakak bölgesi gibi bölgelerde ise enjekte edilen yağların o bölgelerdeki yağların fizyolojik değişimine uğrayacağı ve çok uzun yıllar varlığını devam ettireceği tespit edilmiştir. Bu sürenin de uzunluğu göz önüne alındığında tüm bölgelere enjekte edilen yağ dokusunun kalıcı olduğu kabul edilmektedir. İlker Manavbaşı, burada belirleyici unsurun, vücut dokuları ile dolgu amacıyla uygulanan maddelerin uyumlu olması, vücuda zarar vermemesi olduğunu ve bu bağlamda, en uygun materyalin kişinin kendi yağı olduğunu belirtiyor.

    Yağ enjeksiyonu ortakları: Botoks ve PRP

    Botoks uygulaması, bir tür bakterinin ürettiği toksinin çok düşük dozlarda belli kasların içine verilmesi sayesinde o kaslarda geçici hareket kaybı elde edilmesini sağlar. Estetik cerrahide kullanımı ise; yüzde mimik oluşturan bazı kasların geçici fonksiyon kaybına uğratılarak zamanla oluşmuş kırışıklıkların düzeltilmesini içerir. Bunlar çoğunlukla, kazayağı, alındaki çizgiler ve boyun altı bantlarıdır. Botoks ile yağ enjeksiyonunun etkilerinin birbirlerinden çok farklı olduğunu belirten Opr. Dr. İlker Manavbaşı, birbirlerinin yerine değil birbirlerini tamamlayacak şekilde kullanılmalıdır açıklamasını yapıyor:

    Yağ Dolgusu

    “PRP, kişiden alınan kandan hazırlanan ve kan hücreleri tarafından üretilen bir takım hormonların daha konsantre hale getirilerek o kişinin arzu edilen bölgesine enjekte edilmesidir. Dolgu yapmak amacıyla kullanılmaz. Bu hormonların etkisi ile enjekte edilen bölgede, fibroblastlar, saç derisine uygulandıysa, saç kökü hücreleri uyarılarak, cildin daha gergin, tonunun daha artmış olması, lekelerin azalması ve saç köklerinin daha canlı hale gelmesi sağlanır. On beşer gün ara ile 4 seans uygulanması ve 6 ay sonra tekrarlanması önerilir. Yağ enjeksiyonu ile beraber kullanılması o bölgedeki gençleştirici etkiyi artırır.”

    Yüz ve El sırtı uygulamaları

    Yaşlanma sebebiyle yüzde yumuşak doku erimesi ve zayıflama aynı anda görülür. Kırışıklar da bu tabloya eşlik eder. Yaşlanmanın erken dönemlerinde yüzde zayıflık ve boşalmanın daha yoğun olduğu hastalarda uygulanması gereken ilk çözüm yağ enjeksiyonudur. Cilt altı dolduğunda mevcut kırışıklıklar da bir miktar açılacaktır. Yaşlanmanın etkisi sadece yüzde değil, el sırtında ve dekolte bölgesinde de gözlenir. Cilt altı dokularda incelme ve ciltte leke oluşumu en belirgin göstergedir.

    Bu sorunlara yönelik yapılan işlemlerin yine PRP ve yağ enjeksiyonu olduğunu vurgulayan İlker Manavbaşı, PRP ile cildin daha gergin, parlak ve canlı olurken yağ enjeksiyonu ile daha dolgun ve genç bir yapıya kavuştuğunu, kombine müdahalelerde başarının bir basamak yukarı taşınarak, çok doğal ve mutlu edici sonuçlar alınmaya başlandığını söylüyor.

  • Göğüslerini aldıran kadın da kanser olabiliyor

    Göğüslerini aldıran kadın da kanser olabiliyor

    Prof. Dr. Varol Çelik, “Memesini aldıran kadın yüzde 100 kanserden korunmuş sayılmaz. Yaşamı boyunca yüzde 10 oranında kansere yakalanma ihtimali var” dedi.

    Ünlü oyuncu Angelina Jolie’nin meme kanseri riski nedeniyle iki memesini de aldırmasının ardından açıklama yapan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Varol Çelik, memesini aldıran kadınların meme kanserinden yüzde 100 korunmadığını fakat meme kanserine yakalanma risklerinin azaldığını belirtti.

    Prof. Dr. Çelik, “Meme kanserine yakalanan kadınların en fazla yüzde 5-10’unda genetik geçiş mevcuttur. Meme kanserinde çoğunlukla genetik geçiş söz konusu değildir. 1990 yılına kadar genetik geçişin tespitinin yapıldığı testler bilinmiyordu fakat günümüzde yüksek riskli hasta grubunda olan hastalara yönelik genetik test (BRCA1-2) uygulanabiliyor. Bu testin yapılıp yapılmayacağına özel bir konsey karar veriyor ve yine konseyin değerlendirmesi sonucunda testi pozitif çıkan kadının memesinin alınıp, alınmayacağına hasta ile birlikte karar veriliyor” dedi.
    YÜZDE 100 KORUNMA OLMAZ
    Kanser riski olan yani testi pozitif çıkan her kadının kanser riskinden yüzde 100 korunma gibi bir durumun olmadığını, memesi alınsa bile yüzde 10 ihtimalle yine kanser olabileceğini açıklayan Prof. Dr. Çelik, “Ailede yalnızca bir kadında kanser olmasıyla, anne, anneanne, kardeş, teyze gibi birçok kişide kanser olması bir değil. Risk faktörlerinden biri olan aile öyküsü ne kadar fazla ise test yapılması o kadar yararlı olabilir. Fakat insanlarda yanlış bir algı oluşmasın. Testinin sonucu pozitif çıkan bir kadının hayatının geri kalanında yüzde 40-85 oranında meme kanserine yakalanabileceği düşünülmektedir. Memesini aldırdı diye kesinlikle kanser olmayacak gibi bir durum yok” ifadelerini kullandı.
    ANGELİNA JOLİE’YE TEŞEKKÜRLER
    Cerrahi müdahale öncesi hasta ile çok detaylı konuşulduğunu, ameliyatın avantaj ve dezavantajlarının çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Çelik, “Ameliyatın komplikasyonları da var. Her şeyden önce genel anestezi alıyorsunuz. Ameliyat yarası olabilir, meme dokusu tamamen boşaltıldığı için yerine silikon denilen protezden dolayı hasta sıkıntı yaşayabilir. En önemlisi de hastanın ameliyat sonrası kozmetik görüntüsünün onu memnun etmemesi. Angelina Jolie’ye meme kanseri konusunda farkındalık oluşturduğu ve kamuoyunun dikkatini meme kanserine çektiği için çok teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.

  • Meme kanserinde tedavi nasıl planlanıyor?

    Meme kanserinde tedavi nasıl planlanıyor?

    Meme kanserinin tedavisi tümörün boyutu, yayılımı, hastanın ameliyata uygun olup olmadığı gibi etkenlere göre farklılık gösteriyor. Hastaya özel planlanan ve farklı branşlardaki doktorların bir arada yürüttüğü tedavi başarıyı da beraberinde getiriyor…

    Meme kanseri tanısı alan bir hastanın değerlendirilmesi ameliyata uygun olup olmadığı ile başlıyor. Tümörün boyutu, koltukaltı lenf bezlerinin tutulumu ve hastalığın başka organlara yayılımının araştırılması ile hastalık evrelendiriliyor. Meme kanserinin erken evrelerinde asıl tedavi cerrahi iken, ileri evre hastalıkta diğer tedavi türleri ön plana çıkıyor. Amerikan Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü, Meme Sağlığı ve Hastalıkları Ünitesi’nden Doç. Dr. Ece Dilege, meme kanseri tedavisinin nasıl planlandığını anlattı.

    Meme kanserinde tedaviye nasıl karar veriliyor?
    Tanı anında uzak metastaz varlığı geleneksel olarak ilk tedavinin ameliyat olmamasını gerektiriyor. Ayrıca tümörün göğüs duvarını tuttuğu durumlarda, meme cildinde yara ya da küçük tümör nodülleri varsa, hasta enflamatuar meme kanseri ise veya koltukaltında büyümüş ve birbirine yapışık, klinik olarak hastalıklı görünen lenf bezleri varsa ilk basamak tedavi kemoterapi (ilaç tedavisi) oluyor. Konsept olarak meme kanseri tedavisi lokal hastalığın cerrahi olarak tedavisi, radyoterapi (ışın tedavisi), kemoterapi, endokrin tedavi (hormon tedavisi), biyolojik tedavi veya bunların kombinasyonlarını içeriyor. Cerrahi tedaviyi takiben multidisipliner olarak hastanın takiben alacağı tedavi (adjuvan tedavi) planlanıyor.

    Koruyucu cerrahi hangi hastalara uygulanıyor?

    Meme kanseri ameliyatları iki bölümden oluşuyor. Hasta ameliyata alındığında meme ve koltukaltına iki farklı cerrahi uygulanıyor. Memeye yönelik yapılan iki temel ameliyat yönteminden biri meme koruyucu cerrahi de denilen, yalnız kanserli bölgenin çıkartılması, diğeri ise mastektomi yani memenin tamamının alınması oluyor.

    Meme koruyucu cerrahide tümör, etrafındaki bir miktar sağlam sınırlı meme dokusuyla beraber çıkartılıyor. Meme koruyucu cerrahide amacımız tümörün tamamını çıkartırken, geride estetik olarak kabul edilebilir bir meme bırakmak oluyor. Dolayısıyla tümör çapı ve meme volümü oranı önemli bir kriter olduğu için küçük meme ve büyük tümörlerde tercih edilmiyor. Memede farklı kadranlarda iki ve daha fazla tümör olduğunda ve yaygın kanser görünümlü mikrokalsifikasyon (kireçlenme) varlığında meme koruyucu cerrahi uygun olmuyor. Meme koruyucu cerrahinin en önemli şartı, ameliyat sonrasında kalan memeye radyoterapi yapılması… Radyoterapi hastalığın memede nüks etmemesi için yapılıyor. Eğer kişi sağlık durumu ya da sosyal durumu nedeniyle radyoterapi alamayacaksa meme koruyucu cerrahi yapılmıyor.

    Meme kanserinde kimlere cerrahi tedavi uygulanıyor?
    Hastalığın memede sınırlı olduğu hastalarda (evre 1, 2 ve bazı evre 3a’lar) ilk tedavi cerrahidir. Genel olarak meme kanserinde kesin tedavi ancak bu grupta mümkün oluyor.

    Tüm meme alındığında nasıl çözümler üretiliyor?
    Meme koruyucu cerrahiye uygun olmayan hastalarda mastektomi yapılıyor yani meme dokusunun tamamı alınıyor. Meme alındıktan sonra istenilirse rekonstrüktif cerrahi (plastik cerrahi) ile yerine ameliyat sırasında ya da ameliyat sonrası ek tedavilerin bitmesinin ardından yeniden meme yapılabiliyor. Uygun şartlarda yapıldığında mastektomi ve meme koruyucu cerrahi arasında yaşam süresi açısından bir fark bulunmuyor.

    Koltukaltı lenf bezleri de önemli
    Meme kanseri ameliyatının çok önemli bir kısmını da koltukaltı lenf bezlerinin değerlendirilmesi oluşturuyor. Memeden çıkan lenf sıvısının büyük kısmı ilk olarak koltukaltındaki lenf bezlerine gidiyor. Memedeki tümörden kopan hücreler de lenf sıvısıyla, lenf bezlerine gidebiliyor. Koltukaltı lenf bezlerinde metastaz olup olmaması hastalığın gidişatının tahmininde ve ameliyat sonrası yapılacak tedaviyi belirlemede büyük rol oynuyor. Koltukaltına yapılacak ameliyata karar verilirken, meme kanserinin tipine ve ameliyattan önce lenf bezi tutulumu bulgusu olup olmadığına bakılıyor. Günümüzde klinik olarak koltukaltı lenf bezi tutulumu olmayan hastalarda sentinel lenf bezi biyopsisi uygulanıyor. Yani cerrah memeden koltukaltına giden lenf sıvısını toplayan ilk lenf bezi/bezlerini bulup çıkartıyor. Bu lenf bezlerinde kanser yoksa, yapılan araştırmalar çok yüksek olasılıkla geride kalan lenf bezlerinde de kanser olmadığını ve daha fazla cerrahiye gerek kalmadığını gösteriyor. Kanser görüldüğünde ise cerrah koltukaltındaki diğer lenf bezlerini de çıkartıyor. Buna karar verirken, planlanan meme cerrahisinin türüne (meme koruyucu cerrahi/ mastektomi), hastalığın evresine ve sentinel noddaki bulunan kanser hücrelerinin miktarına bakılıyor.

    Tedavide multidisipliner yaklaşım
    Meme kanseri tedavisinin bir ekip işi olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ece Dilege, “Multidisipliner meme ekibinde genel cerrahi uzmanı, medikal onkolog, radyasyon onkolojisi uzmanı, radyolog, patolog, psikolog, diyetisyen, plastik cerrahi uzmanı ve gereğinde kadın hastalıkları ve doğum uzmanı yer alıyor. Meme kanseri tedavisinin en önemli özelliklerinden biri hastaya özel tedavi yapılabilmesi. Hastanın tedavisine karar verirken hastalığın evresi ve tümörün biyolojik özelliklerinin yanında, hastanın mevcut ek hastalıkları, yaşı, menapoz durumu, sosyal durumu ve kişisel tercihleri de göz önünde bulunduruluyor” diyor.

    NE ZAMAN RADYOTERAPİ?

    Amerikan Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Yasemin Bölükbaşı, meme koruyucu cerrahi uygulandığında mutlaka meme radyoterapisi önerildiğini belirterek şunları söylüyor: “Eğer memenizin hepsinin alındığı mastektomi ameliyatı geçirdiyseniz, çıkartılmış olan hastalığınızın detayları incelenerek hastalığınızın aynı yerde geri gelme ihtimali değerlendirilerek, göğüs duvarınıza ve gerekirse koltukaltınıza radyoterapi uygulanması önerilebilir. Hastalığınızın boyutunun büyüklüğü, derecesinin yüksekliği, lenf nodu tutulumu yineleme riskini azaltmak için radyoterapi önermemizi gerektirebilir. Ameliyat sırasında koltukaltınızdan çıkarılan hastalık tutulumu gösteren lenf nodları tedavi planını ve uygulama şeklini belirlemede bizlere yol gösterici oluyor.”

    NE ZAMAN UYGULANIYOR?
    Genellikle cerrahi sonrası önce kemoterapi uygulanıyor ve kemoterapinin ardından üç-dört hafta içinde radyoterapi tedavisi başlıyor. Kemoterapi uygulanmadığı durumlarda radyoterapi cerrahiden sonraki üç-dört hafta içinde uygulanmaya başlıyor. Eğer kısmi meme ışınlaması yapılacak ise cerrahiden sonraki hafta ya da üç hafta içinde uygulanıyor.

    KİMLERE UYGULANMAZ?
    * Bölgeye daha önceden radyoterapi uygulanmış ise;
    * Skleroderma, vaskulit gibi sizi radyoterapiye aşırı duyarlılaştıran bir hastalığınız varsa;
    * Hamile iseniz radyoterapi size uygulanmıyor.

  • Yüz gençleştirme ile ilgili merak edilenler

    Yüz gençleştirme ile ilgili merak edilenler

    Yaşlanma denilen doğal süreçte tüm dokularımızda bir takım değişiklikler meydana geliyor.. Örneğin kemiklerimizde ve kaslara incelme, yağ dokusunda azalma, deride deformasyon değişiklikler… Peki bu değişiklikler dış görüntümüze nasıl yansıyor? Kırışıklıklar, kaşlarda düşüklük, göz kapağında deri fazlası, yağ torbacıklarının belirginleşmesi, alt göz kapağında torbalanmalar, burun ucunda düşme, boyunda sarkıklıklar yaşlanma belirtileri…

    Botoks

    Estetik molasında akla ilk önce Botoks geliyor. Botulinum toksin uygulaması yüzdeki istenmeyen kırışıklıkları gideriyor. Çok kuvvetli bir toksin olan bu madde aynı zamanda göz hastalıkları , genel cerrahi ve fizik tedavide de yaygın olarak kullanılıyor. Bu uygulama sadece kırışıklıkların düzeltilmesi için değil aynı zamanda terleme sorunu ve migren tedavisinde de kullanılmakta.

    Kaş şekillendirmede oldukça hassas ve etkin bir uygulama olan botulinum toksin, iş arasında verilen 10 dakikalik bir molada gerçekleştirilebilecek kadar kolay bir yöntem. 10 dakikalık bu uygulama sonrası işinize geri dönebilirsiniz. Botulinum toksin, özellikle boyun gençleştirmede kullanabilirsiniz.

    Dolgular

    Dolgu enjeksiyonları da yine iş arası estetik uygulamalar sınıfına giriyor. Dolgular verildikleri yeri doldurup kırışıklıkların azalmasına, çene ucu, elmacık kemiği gibi yapıları belirginleştirmekte kullanılıyor. Dolgular yavaş yavaş azalarak vücut tarafından parçalanarak kayboluyor. Dolgular aynı zamanda bölgede su tutarak cildin nemlenmesine ve yeniden yapılanmasına neden olur. Dolgu uygulamaları yaşlanan yüzdeki pek çok değişikliği azaltan ve gizleyen pratik bir uygulamadır. Üst dudak kırışıklıkları gibi bölgelerde ise ameliyatlardan bile daha etkilidir.Asit deyip geçmeyin

    Kimyasal peelingde özellikle meyve asitleri kullanılarak yüz derisinin üst tabaksı soyulur. Böylelikle alttan yeni bir cilt tabakası gelişerek hem lekelerde hem de yüzeysel kırışıklıklarda azalma oluşur. Şayet iş aranızı uzun bir haftasonu haline getirebiliyorsanız lazer uygulamaları ile yüz derisinin adeta yenilenmesi mümkün oluyor.

    Meme deyince akla gelmez ama…

    Yaşlanan yüzde kadın erkek farkı olmaksızın zaman içerisinde kulak memelerinde büyüme ve sarkma meydana gelir. Kadınlarda ağır küpe kullanımı bu sürece olumsuz katkıda bulunur ve hatta bazen kulak deliklerinde genişleme ve yırtılmalara da neden olur. Kulak memesi küçültülmesi yüz germe ameliyatı sırasında yapılabilecegi gibi tek başına da lokal anestezi altında yapılabilen bir cerrahi işlemdir. Pekala ilk olarak ne yapmak lazım?

    Plastik cerrahınızla detaylı bir değerlendirme ilk adım olmalı. Profesyonel gözle sizi değerlendirecek olan plastik cerrahınızın önerilerini dinledikten sonra beklenti, istek ve kendinize ayırabileceğiniz iyileşme zamanına göre ortak bir tedavi planı yapın. Gerek plastik cerrah seçiminde gerekse hastane seçimininde çok titiz davranın. Seçimlerde fiyat faktörünü değil, iletişimde olabileceğiniz hekimi düşünün. Fiyattan çok fazla ödün verilmesinin kaliteden de ödün verilmesini anlamına geldiğini unutmayın!