Etiket: kaygı

  • Y Kuşağı Depresyonundan Kurtulmak İçin 11 Alışkanlık!

    Y Kuşağı Depresyonundan Kurtulmak İçin 11 Alışkanlık!

    Y Kuşağı Depresyonu: Yoğun rekabet, sosyal medya baskısı ve belirsizlik gençler arasında kaygıyı artırıyor. Sağlıklı alışkanlıklarla kaygıyı yönetmeyi öğrenin.

    Y kuşağı, günümüzde depresyonla mücadele etmek zorunda kalan birçok genç yetişkin arasında yaygın hale gelen bir sorunla karşı karşıyadır. Yoğun iş temposu, sosyal medya baskısı ve kişisel zorluklar gibi etkenler depresyonu tetikleyebilir. Ancak, umutsuzluğa kapılmadan ve önlem alarak Y kuşağı mensuplarının depresyonla mücadele etmelerine yardımcı olabilecek alışkanlıklar vardır. Bu makalede, Y kuşağı için depresyonun üstesinden gelmelerine yardımcı olabilecek 11 etkili alışkanlığı ele alacağız.

    Not: Y kuşağı arasında depresyonla mücadele etmek, ciddi bir konudur ve profesyonel yardım gerektirebilir. Bu makale, bilgi paylaşımı amacı taşımaktadır ve kişinin sağlık uzmanına danışması her zaman önemlidir.

    Y Kuşağı Depresyonundan Kurtulmak İçin 11 Alışkanlık!

    Son yıllarda, Y kuşağı arasında kaygı bozukluğu yaygın bir sorun haline gelmiştir. İş dünyasının rekabetçi yapısı, sosyal medya kullanımının artması ve finansal belirsizlik gibi etkenler, gençleri kaygıya sürükleyebilir. Bu makalede, Y kuşağı için kaygı bozukluğunun yükselişine yol açabilen bazı alışkanlıkları ele alacağız.

    Uyku Alışkanlıkları

    Y kuşağı genellikle uyku düzenine dikkat etmeyebilir. Geç saatlere kadar bilgisayar, telefon veya televizyon karşısında vakit geçirmek, uyku kalitesini olumsuz etkileyebilir. Yetersiz uyku, stres düzeyini artırabilir ve kaygı bozukluğunun ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir. Düzenli uyku saatleri belirlemek, uyumadan önce rahatlama rutinleri oluşturmak ve uyku ortamını iyileştirmek, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

    Kafein Bağımlılığı

    Kahve, enerji içecekleri ve çay gibi kafeinli içecekler Y kuşağı arasında yaygın olarak tüketilir. Ancak aşırı kafein tüketimi, sinir sistemini uyarır ve kaygı semptomlarını artırabilir. Kafein alımını sınırlamak veya alternatif içecekler tercih etmek, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

    Çok Fazla Teknoloji Zamanı

    Sosyal medya kullanımı ve sürekli olarak teknolojiyle etkileşim, Y kuşağının kaygı düzeyini artırabilir. Sürekli olarak sosyal medya üzerinde diğer insanlarla karşılaştırmalar yapmak, takipçi sayısına odaklanmak ve mükemmeliyetçilik beklentilerine maruz kalmak, kaygıyı tetikleyebilir. Teknoloji kullanımını sınırlamak, dijital detoks yapmak ve daha fazla gerçek dünya etkileşimine odaklanmak, kaygıyı azaltabilir.

    Azaltılmış Bütünsel Bir Yaşam Tarzı

    Sağlıksız beslenme, düzensiz egzersiz, meditasyon veya rahatlama teknikleri gibi bütünsel sağlık uygulamalarına zaman ayırmamak, kaygıyı artırabilir. Beden ve zihin sağlığını destekleyen alışkanlıklar edinmek, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir. Dengeli bir beslenme planı oluşturmak, düzenli egzersiz yapmak ve stres yönetimi tekniklerini uygulamak önemlidir.

    Karışık Cinsel İlişkiler

    Y kuşağı, daha serbest bir cinsel kültürün içinde büyümüştür. Ancak, rastgele cinsel ilişkiler veya bağlantısız ilişkiler kaygıyı artırabilir. Cinsel sağlık, güvenlik ve duygusal bağlantıya önem vermek, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

    Takıntılı Davranışlar

    y kuşağı depresyonu
    y kuşağı depresyonu

    Mükemmeliyetçilik, kontrol takıntısı veya obsesif düşünceler gibi takıntılı davranışlar, kaygı bozukluğunun artmasına yol açabilir. Kendi beklentilerinizi makul seviyede tutmak, takıntılara odaklanmamak ve kaygıyı yönetmek için terapötik teknikler kullanmak önemlidir.

    Aşırı İçme

    Stresle başa çıkmak için alkol tüketimi yaygın bir yanıt olabilir. Ancak aşırı içme, kaygı düzeyini artırabilir ve depresyon gibi diğer zihinsel sağlık sorunlarına yol açabilir. Alkol tüketimini sınırlamak veya tamamen bırakmak, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

    Kötü Yeme Alışkanlıkları

    Y kuşağı arasında fast food, işlenmiş gıdalar ve şekerli atıştırmalıkların tüketimi yaygındır. Bu tür beslenme alışkanlıkları, enerji düşüşlerine ve kaygı semptomlarının artmasına neden olabilir. Dengeli ve besleyici bir diyet benimsemek, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

    Hareketsiz Yaşam Tarzı

    Y kuşağı genellikle hareketsiz bir yaşam tarzına sahiptir. Uzun süreli oturma, fiziksel aktivite eksikliği ve hareketsizlik kaygıyı artırabilir. Düzenli olarak egzersiz yapmak, endorfin salgısını artırır, stresi azaltır ve kaygıyı hafifletmeye yardımcı olur.

    Kötü İş-Yaşam Dengesi

    Yoğun iş temposu, sürekli çalışma ve iş hayatına odaklanmak, kaygıyı artırabilir. İş-yaşam dengesini sağlamak, zamanı etkin bir şekilde yönetmek ve kendinize zaman ayırmak, kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

    Kötü Rahatlama Aktiviteleri

    Kaygıyla başa çıkmak için alkol veya uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklara yönelmek, kaygıyı daha da kötüleştirebilir. Bunun yerine, stres yönetimi tekniklerini öğrenmek ve uygulamak, kaygıyı azaltmada daha sağlıklı bir yol sağlar.

    Sonuç:

    Y kuşağı arasında kaygı bozukluğunun artışına yol açan bir dizi alışkanlık vardır. Ancak, bu alışkanlıkların farkında olmak ve sağlıklı alternatifler benimsemek, kaygıyı azaltmada büyük bir rol oynar. Uyku düzenine dikkat etmek, sağlıklı yaşam tarzı seçimleri yapmak, teknoloji kullanımını sınırlamak ve stres yönetimi tekniklerini uygulamak, Y kuşağının kaygı düzeyini azaltmada yardımcı olabilir.

    Oku: Z kuşağı kabusu ! Film ismi gibi oldu !

  • Melatonin Takviyesi: Uykusuzluk İçin Doğal Bir Çözüm

    Melatonin Takviyesi: Uykusuzluk İçin Doğal Bir Çözüm

    Melatonin takviyesi, uykusuzluk sorunu yaşayanlar için doğal bir çözümdür. Uyku kalitesini artırır ve vücudun biyolojik saatini düzenler. Dozaj için doktorunuzla konuşun.

    Günümüzde, pek çok kişi uyku sorunları yaşamaktadır. Bunun nedenleri arasında stres, kaygı, depresyon, iş saatleri ve diğer faktörler yer almaktadır. Uykusuzluk, sağlık sorunlarına, yorgunluğa, konsantrasyon eksikliğine ve daha pek çok soruna yol açabilir. Neyse ki, melatonin takviyesi gibi doğal bir çözümle bu sorunların üstesinden gelinebilir.

    Melatonin Nedir?

    Melatonin, vücudun doğal olarak ürettiği bir hormondur ve uykuyu düzenleyen bir rol oynar. Bu hormon, günün ışık döngüsüne duyarlı bir şekilde üretilir ve gece artar. Bu da vücudun uykuya hazır hale gelmesine yardımcı olur.

    Oku: Kadınlarda Uyku Sorunu

    Melatonin Takviyesi Nedir?

    Melatonin takviyesi, melatonin hormonunun yapay olarak üretilmiş bir formudur. Uykusuzluk yaşayan kişiler, melatonin takviyesi alarak uyku düzenlerini düzene sokabilirler. Bu takviye, uyku kalitesini artırabilir ve uykuya dalma süresini kısaltabilir

    2024’ün En İyi 5 Kalsiyum Takviyesi

    Melatonin Takviyesinin Faydaları Nelerdir?

    Melatonin takviyesinin faydaları arasında şunlar yer almaktadır:

    • Uykusuzluğu tedavi etmek
    • Uyku kalitesini artırmak
    • Jet lag’den kaynaklanan uyku sorunlarını hafifletmek
    • Vücudun biyolojik saatini düzenlemek

    Melatonin Takviyesi Nasıl Alınır?

    Melatonin takviyesi, genellikle tablet veya kapsül form

    Melatonin Takviyesi: Uykusuzluk İçin Doğal Bir Çözüm | 1
    Melatonin takviyesi, uyku kalitesini artırır, biyolojik saati düzenler, stresi azaltır ve jet lag tedavisinde yardımcı olabilir.

    unda alınır. Dozaj, kişinin yaşına, cinsiyetine ve uykusuzluğun şiddetine bağlı olarak değişebilir. Ancak genellikle 0.5 mg ile 5 mg arasında bir dozaj önerilmektedir.

    Uyarılar:

    • Hamile veya emziren kadınların melatonin takviyesi almadan önce doktorlarına danışmaları gerekmektedir.
    • Melatonin takviyesi, alkol ve bazı ilaçlarla etkileşime girebilir. Bu nedenle, ilaç kullanmadan önce doktorunuza danışmanız önerilir.
    • Melatonin takviyesi, herhangi bir yan etkiye neden olmaz. Ancak aşırı dozda alındığında baş dönmesi, mide bulantısı ve uyku hali gibi yan etkiler görülebilir.

    Sonuç: Melatonin takviyesi, uyku sorunları yaşayan kişiler için doğal ve etkili bir çözüm olabilir. Ancak, herhangi bir takviye ürününde olduğu gibi, bu takviyeyi kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışmanız gerekmektedir. Ayrıca, melatonin takviyesinin etkisi kişiden kişiye değişebilir, bu nedenle doğru dozajın belirlenmesi önemlidir.

    Eğer uyku sorunları yaşıyorsanız ve doğal bir çözüm arıyorsanız, melatonin takviyesi sizin için uygun olabilir. Ancak, herhangi bir takviye ürününü kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışmanızı öneriyoruz. Uyku sorunlarıyla mücadele ederken, düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı bir diyet uygulamak ve uyku öncesi rahatlatıcı aktiviteler yapmak gibi diğer önlemleri de almanız önerilir.

    Uyku Düzenleyici Etkisi

    Melatonin takviyesi, uyku sorunları ve uyku kalitesini artırmak için kullanılır. Uyku sorunları, modern yaşamın birçok insanın karşılaştığı yaygın bir sorundur. Melatonin takviyesi, uyku düzenini düzenlemek için kullanılabilecek doğal bir çözümdür.

    Melatonin Takviyesi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular ve Cevapları

    Uykusuzluk problemi yaşayan birçok insan, melatonin takviyesinin uyku kalitesini artırabileceği konusunda meraklıdır. Bu nedenle, melatonin takviyesi hakkında en sık sorulan soruları cevapladık.

    S: Melatonin takviyesi nedir ve nasıl çalışır?
    C: Melatonin, vücudun biyolojik saatini düzenleyen doğal bir hormondur. Melatonin takviyesi, uyku kalitesini artırarak ve vücudun biyolojik saatini düzenleyerek uykusuzluk sorununu çözmeye yardımcı olur.

    S: Melatonin takviyesinin en uygun dozu nedir?
    C: Melatonin takviyesi dozu kişiden kişiye değişebilir. Genellikle, 0.2 ila 5 mg arasında bir doz önerilir. Ancak, en uygun dozu belirlemek için mutlaka doktorunuza danışın.

    S: Melatonin takviyesinin yan etkileri nelerdir?
    C: Melatonin takviyesinin yan etkileri arasında baş ağrısı, mide bulantısı, halsizlik, rüya görme ve konsantrasyon sorunları yer alabilir. Ancak, bu etkiler genellikle hafiftir ve kısa sürede geçer.

    S: Melatonin takviyesi ne zaman alınmalıdır?
    C: Melatonin takviyesi, uyku öncesi alınmalıdır. Bu takviyenin etkisi hızlıdır ve genellikle 30 ila 60 dakika içinde etkisini gösterir.

    S: Melatonin takviyesi kimler için uygun değildir?
    C: Hamileler, emziren anneler ve melatonine alerjisi olan kişiler, melatonin takviyesi kullanmadan önce mutlaka doktorlarına danışmalıdır. Ayrıca, melatonin takviyesi, bazı ilaçlarla etkileşime girebilir, bu nedenle doktorunuza danışmadan kullanmamanız önemlidir.

    Melatonin takviyesi, uyku sorunları yaşayan kişiler için doğal bir çözüm olabilir. Ancak, herhangi bir takviye ürünü gibi, melatonin takviyesi kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışmanızı öneriyoruz.

  • Seks bağımlısı bir eşle nasıl başa çıkılır?

    Seks bağımlısı bir eşle nasıl başa çıkılır?

    Yakın arkadaşlarınız eşlerinin yatak odasındaki ilgisizliğinden yakınırken, siz tam tersi bir durum yaşıyor olabilirsiniz. Çoğunlukla erkeklerde görülen Hiperseksüel Bozukluk (HB), kişinin cinselliği bir takıntı haline getirmesi şeklinde açıklanıyor. Eşinizde seks bağımlılığı fark ettiyseniz mutlaka bir hekimle görüşün.

    Hiperseksüel Bozukluk ya da diğer isimlendirmeleriyle Cinsel Bağımlılık, Sorunlu Hiperseksüalite, Nimfomani, Satiriazis, Kompulsif Cinsel Davranış, Aşırı Cinsel İstek Bozukluğu… HB, kişinin cinsel eylemleri üzerinde kontrolünü kaybettiği, olumsuz sonuçlarına rağmen sürdürülen, yineleyici ve şiddetli cinsel fanteziler, cinsel dürtüler ve cinsel davranışlardır. Mental bozuklukların tanımlanması ile ilgili yapılan araştırmalar sonucunda,“Hiperseksüel Bozukluk” Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından Cinsel İşlev Bozuklukları arasına bir tanı olarak yeni girdi ve kriterleri belirlendi. MedAmerikan Polikliniği’nden Psikoterapist Dr. Ayça Can, Hiperseksüel Bozukluğu (HB) olan kişinin yoğun ve aşırı düzeyde cinsel isteği olduğunu ve kişinin takıntılı halde cinsellikle ilgili düşünceleri kafasından atamadığını söylüyor.

    HB olan kişiler çalışamaz hale gelebiliyor

    Dr. Ayça Can, HB olan kişinin cinsel fantezilerinin baskınlığını şu şekilde anlatıyor: “Cinsel fanteziler ve fantezilerine nasıl ulaşacağı ile ilgili düşünceler o kadar baskın bir hale geliyor ki, kişi artık çalışamaz veya sağlıklı ilişkiler kuramaz hale geliyor. Tıpkı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi HB olan kişiler genellikle problemleri olduğunu reddediyor ve davranışlarını açıklayacak bahaneler buluyor. Hatta kendilerini temize çıkarabilmek için çevrelerindeki insanların bazen de gerçekten varolan problemlerini bahane edip, onları suçluyorlar.”

    Sanılanın aksine HB olan kişiler genellikle cinsel aktiviteden beklenilenden daha az haz duyuyor ve cinsel partnerleri ile duygusal bir bağ kurmuyor. Psikoterapist Dr. Ayça Can, başlangıçta sağlıklı ve eğlenceli olan bir cinsel hayatın, zamanla bir takıntıya dönüştüğünü söylüyor. Cinsel fanteziler ve davranışlar birçok insanın kabul edeceği sınırların ötesine geçiyor.

    Eşini aldatma, tek gecelik ilişkiler, uygunsuz yerlerde ve aşırı sıklıkta yapılan mastürbasyon, normalde arzu edilmeyecek yerlerde ve kişilerle cinsel ilişkiye girme, korunmadan cinsellik, paralı ilişkiler kurma, paralı ilişkiyi meslek olarak edinme, siberseks, telefonla seks, porno biriktirmek, teşhircilik, dikizcilik, cinsel taciz hatta tecavüz gibi istenmeyen ve adli sonuçları olabilecek eylemlerde bulunabiliyorlar. Dr. Can, cinsel fantezi ve eylemlerin ardından çoğunlukla suçluluk hissinin geldiğini anlatıyor: “HB olan kişi finans, sağlık, sosyal ve duygusal alanlarda kayıplarına rağmen kendini birçok kişi tarafından ahlaka aykırı görülebilecek cinsel davranışlarda bulunmaktan alıkoyamıyor. Kişi, neredeyse her zaman planladığından daha uzun sürede ve boyutta cinsel eylemde bulunuyor.”

    Birçok çalışmada erkeklerin kadınlara göre cinsel fantezilerinin, mastürbasyon sıklıklarının, görsel uyaranlara cevap olarak cinsel uyarılmayla tepki vermelerinin daha fazla olduğu gösteriliyor. Psikoterapist Dr. Ayça Can, ek olarak, erkeklerin geleneksel olmayan cinsel davranışlara daha açık olduğunu da söylüyor. Kadınların cinsel isteği ise uzun süreli birlikteliklere bağlamsal olarak daha uyumlu. Bu bilgiler ışığında, erkeklerin HB’ye ve cinsel saldırganlığa daha yatkın olduğu söylenebiliyor. 

    Hiperseksüel Bozukluk belirtileri:

    ● Cinsel isteğin fazla olması: Cinsel istek; cinsel fantezilerin, cinsel eylemi başlatan öznel bilinçli dürtülerin, iç-dış uyaranlara verilen tepkilerin ve davranışların oluşturduğu bir bütündür. 15 yaşından büyük bir bireyde altı ay süreyle cinsel birliktelik veya mastürbasyon yolu ile yaşanan orgazm, haftada yediden fazla ise cinsel isteğin fazla olmasından söz edilebiliyor. Sıklıkla eşler arasında cinsel istek uygunsuzluğu görülüyor. Burada kastedilen isteksiz eşle haftada iki-üç kez cinsel ilişki isteyenler değil, hemen her gün veya günde birden fazla kez cinsel ilişki isteyip, sıklıkla partnerlerini cinsel birleşme için uyandıranlar, hatta cinsel ilişkiye zorlayan veya eşlerine tecavüz edenlerden bahsediliyor. Eşler kendilerini aşağılanmış, küçümsenmiş ve öfkeli hissediyor.

    ● Gereğinden fazla zaman ayırmak: Kişinin fantezilerini kurmak, bunları nasıl hayata geçireceğini hayal etmek ve planlamakla ilgili yoğun zihinsel meşguliyeti oluyor. Cinsel davranışları yapmak ve sonrasında mevcut suçluluk duygularından kurtulmak veya durumunu saklamak için o kadar vakit harcıyor ki, sosyal, mesleki ve kişisel ilgi alanlarındaki aktivitelere daha az vakit ayırmaya başlıyor; hatta bazılarını tamamen bırakıyor. Dr. Ayça Can, cinsel eylemin hazırlığı, uygulanması ve etkilerinin örtülmesi için bir günde iki-dört saatten fazla zaman geçirilmesi halinde problem olduğu düşünülmeli şeklinde uyarıyor.

    ● Hataları tekrar etmek: HB olan kişiler cinsel davranışlarının ardından çoğunlukla suçluluk ve utanç hissediyor. Kendilerine ve çevrelerine, bir daha yapmayacakları ile ilgili pek çok söz veriyorlar. Yeni hayatlarına başlayacakları, hiç gelmeyen milat tarihleri belirliyorlar. Bazen yeni hayatları için kendilerini güdülemek amacıyla kirli geçmişlerini hatırlatan eski kıyafet ve çamaşırlarını atıp alışveriş yapabilirler. Ancak bir süre için (bazen birkaç gün ya da birkaç ay) cinsel eylemleri erteleyebilseler de kendilerini kontrol edemeyip aynı davranışları tekrarlıyorlar. Arzu edilen hazzın alınabilmesi için cinsel davranışların sıklığı, yoğunluğu, sayısı, alınan riskler artıyor ya da aynı davranışlarla haz alınamaz duruma geliniyor. Bu da kontrolü güçleştiren bir etmen. Başarısız kontrol çabaları nedeniyle cinsel fantezi, cinsel dürtü ve cinsel davranışlar sürekli olabiliyor.

    ● Zarar görmeye ve zarar vermeye başlamak: Cinsel fantezilerin, düşlemlerin ve davranışların sıklığı veya şiddeti ile ilişkili olarak toplumsal, mesleki ya da diğer önemli işlevsellik alanlarında önemli kişisel sıkıntı, bozulma yaşanıyor. İçsel veya dışsal bir tetikleyicinin ardından gelen cinsel dürtüye engel olamayarak, arkadaşları veya ailesi ile yaptığı planları iptal edebiliyor. Dr. Ayça Can, HB olan kişilerin tüm hafta sonunu internet başında porno izleyerek geçirebileceğini belirtiyor. Geceleri uyumadan porno izleyerek mastürbasyon yapıp, ertesi gün işe bahaneler bulup gitmeyebiliyorlar. Dr. Ayça Can, “Bazen de eşine uyarıcı herhangi bir davranışta bulunmayıp (güzel bir söz, takdir, bir hediye ya da sadece gününün nasıl geçtiği ile bir konuşma) tüm gece porno izleyip, gecenin bir yarısı yatağa gelip eşi ile birlikte olmayı talep edebiliyor” şeklinde açıklıyor. Duygusal olarak tatmin olmayan eş, kullanıldığını düşünerek içerliyor ve öfkeleniyor; eşini tersleyerek çoğunlukla reddediyor. Dr. Can, cinsel eylemlere karşı engellenme eşiği düşük olan HB hastasının, red durumunda agresif tavırlar sergileyebildiğini söylüyor: “Bu da eşlerin daha çok arasının açılmasına neden oluyor. Çoğu zaman bu kişilerin partnerlerine cinsel ilgileri kayboluyor. Bazen de aşırı porno izleme davranışına biriktirme de eşlik ediyor. Bilgisayarlarında hiç izlemedikleri sadece plan aşaması için kullanılan binlerce pornografik yayın olabiliyor. Hatta biriktirme o kadar ileri gidebiliyor ki, içeriğini sorgulamadan, adli olarak da yasak pornografik içerikleri kaydetmiş olabiliyorlar.” Bu nedenle adli süreçlere maruz kalınabiliyor. Eşler aldatılabiliyor. Konumlarına uygun olmayan kişilerle olduklarından, aileleri tarafından çevreye rezil edildikleri konusunda dışlanıp, yalnız kalabiliyorlar. Korunmadan yapılan cinsel birliktelikler neticesinde ise cinsel yolla bulaşan hepatit ve AIDS gibi hastalıkları kapabiliyor hatta eşlere bulaştırabiliyorlar. Planlanmamış, istenmeyen gebelikler olabiliyor. Bazen aşırı mastürbasyon nedeniyle cinsel organda şişlik ve zedelenme gibi fiziksel zararlar da yaşanabiliyor. Dr. Ayça Can, sonuçlara ek olarak şunları söylüyor: “Cinsel takıntılar ve eylemler yüzünden kişiler şiddete maruz kalabiliyor. Cinsel eylem için paralı birliktelikler kuran kişiler ciddi finansal kayıplara uğrayabiliyor. Madde ve alkol gibi diğer bağımlılıkları edinebiliyorlar. Kayıpları nedeniyle intihar girişimleri olabiliyor. Yüzeysel birliktelikler kurduklarından destekleyici, güven ve sevgi altyapısı olan ilişkiler kuramıyorlar.”

    ● Stres ve kaygı artması: Cinsel davranışlar yalnızlık, can sıkıntısı ve stresten kaçış yöntemi olarak kullanılıyor. Dr. Ayça Can, “Ancak HB’nin kendisi zaten ilişki kurmayı zorlaştıran ve varolan ilişkileri bozan bir hastalık olduğundan, bu yanlış baş etme metodu hiçbir şeyi düzeltmez” diye uyarıyor. HB olan kişi fantezi, dürtü ve davranışlarıyla savaşmaya çalışırken başarısız olabiliyor ve tökezleme hissi kişide kaygı, huzursuzluk, stres yaratabiliyor. HB, kendi kendini doğuran bir döngüde yine cinsel davranışların ve fantezilerin artması ile sonuçlanıyor. Bu cinsel fanteziler, düşlemler ve davranışlar bir maddenin (örneğin tedavi amaçlı verilmiş bir ilacın kötüye kullanılması) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değil. Ya da başka bir ruhsal hastalık sonucunda ortaya çıkmıyorlar.

    Hiperseksüel Bozukluk’un tedavisi mümkün müdür?

    Dr. Ayça Can, tedavinin ancak kişinin böyle bir sorunu olduğunu kabul etmesiyle başlayabildiğini söylüyor ve ekliyor:“Genellikle, davranışçı, psikodinamik, grup, psikoeğitimsel, psikofarmakolojik tedaviler veya aile/çift terapisinin birlikte kullanıldığı, çok yönlü bir tedavi yaklaşımı öneriliyor.” Tedavi biçimi hastanın veya çiftin özel gereksinimlerine göre biçimlendiriliyor. Dr. Can, psikofarmakolojik tedavilerin kayda değer sayıda hastada etkili sonuç verdiğini belirtiyor. Ancak öncelikle cinsel eylem ve libido artışına da sebep olabilecek diğer ruhsal hastalıklar (örneğin Bipolar Bozukluk), genel tıbbı duruma bağlı bozukluklar ve ilaç/madde kullanımına bağlı reaksiyonların, bir psikiyatri uzmanı tarafından psikiyatrik muayenesi ve gerekli görülürse tetkikler yapılarak ekarte edilmesi gerekiyor.

    Hiperseksüel bozukluk yaygın mı?

    Psikoterapist Dr. Ayça Can, hiperseksüel bozukluğun sıklığı ve yaygınlığı ile ilgili verilerin oldukça sınırlı olduğunu söylüyor: “Bunda HB için uzlaşılmış tanı ölçütlerinin yeni oluşturulmuş olması önemli bir etken. ABD’de genel yetişkin toplumda yaygınlığı yüzde 3-6 arasında tahmin ediliyor. HB ile bilinmesi gereken şey ilişki kurulan kişilerin onay verebilecek erişkinler olmasıdır. Bazen genç erkekler skor yapmak amacıyla çok sayıda kadın ya da erkek partnerle birlikte olmayı bir üstünlük gibi görebiliyor. Bu gibi durumlarda davranışın normal veya bozukluk olarak değerlendirilmesi tartışmalıdır. Cinsel istismara uğramak, ergenliğin erken döneminde cinsel davranışa maruz kalmak, erken yaşta pornografi izlemek, erken yaşta cinsel deneyim yaşamak, normal cinsel ve duygusal yakınlaşmanın olmaması gibi etmenler kişiyi HB’ye yatkın hale getirebiliyor.”

    Cinsel davranışın sıklığına karşın bu kişilerde daha fazla cinsel yaşamları ile ilgili doyumsuzluk, ilişkisel sorunlar, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve cinsel sorun nedeniyle profesyonel yardım arama görülüyor.

    HIV riski de yüksek

    Yapılan çalışmalar cinsel bağımlıların ve kumar bağımlılarının normal kişilere göre daha fazla nörotik, anksiyöz, depresif olduğunu, daha yüksek oranda takıntılı özellik taşıdığını ve kişilerarası duyarlılıklarının daha fazla olduğunu gösteriyor. Hiperseksüel bozukluk ile risk alma davranışı arasında da kuvvetli bir ilişki olduğu düşünülüyor. Dr. Ayça Can, cinsel yoldan bulaşan hastalıklara karşı korunmadan, çok sayıda partner ile cinsellik gibi yüksek riskli cinsel davranışlar gösterdiklerini söylüyor. Dolayısıyla HB olan kişiler HIV enfeksiyonları ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından risk altında bulunuyor.

    Seks bağımlısı bir eşle nasıl baş edebilirsiniz?

    Hiperseksüel Bozukluğu olan kişilerin eşlerinin, partnerlerinin yalnız olmadıkları ve dışarıda kendileri gibi aynı sorunları yaşayan, bununla baş etmeye çalışan birçok çift olduğu konusunda bilgilendirmesi tavsiye ediliyor. Partnerlerinin öncellikle hasta olduklarını kabul etmelerini sağlamalı ve tedavi için yardım almaları konusunda onları cesaretlendirmeliler. Dr. Ayça Can, kadınlara partnerlerinin cinsel davranışlarını tetikleyen duygularının farkına varmaları konusunda onlara yardımcı olmalarını öneriyor ve ekliyor: “Böylece HB olan kişiler bu duyguları hissettiğinde cinsel dürtüleri uyarılmadan önce önlem alarak dikkatlerini başka bir eyleme kaydırabilir veya kendi baş edemiyorsa daha önceden belirlediği acil durumda aranacak kişiden yardım isteyebilir. Cinsellikle ilgili düşünceleri tetikleyebilecek internet, dergi gibi materyalleri eşlerinin çevresinden mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışmalılar. Örneğin işe giderken kullandıkları yol üzerinde bu tür materyalleri satan erotik shop varsa güzergahını değiştirmeli, ev ya da iş yerinde yetişkinlere yönelik içeriğe erişimini engelleyecek filtreler kullanılmalı. HB olan kişilerin eşleri, partnerleriyle duygusal bağlarını güçlendirmeli, cinselliklerinde haz odaklı değil duygusal tatmin odaklı olmaya çalışmalı.”

  • Anaokulu Seçimi Okula Başlarken

    Anaokulu Seçimi Okula Başlarken

    Anaokulu Seçimi 

    Anaokulu bir çocuğun akademik yolculuğunun ilk adımıdır ve tüm öğrenim hayatının temelini oluşturur. Çocuğunuzun hazır olduğuna karar verdiğiniz anda doğru okulu seçmek gözünüzü korkutan bir süreç gibi gelebilir. Ama ne istediğinizi ve çocuğunuz için neyin iyi olacağını bilirseniz, iş okulları dolaşıp doğru soruları sormaya kalacaktır.

    Anaokulu çocuğun okulu sevmeyi öğreneceği ve öğrenmenin keyfine varacağı bir yer olmalıdır. Okula hazırlık için temel bir öğretimin yanı sıra, sosyal becerilerini geliştirecekleri bir ortamdır. Anaokulu öğretmenlerinin okul öncesi çocuk eğitimi konusunda eğitimli ve (ideal olarak en az iki yıl) deneyimli olmasına dikkat edin.

    Ve unutmayın ki küreselleşen dünyada, İngilizce hayatın her alanında temel bir ihtiyaç haline gelmiştir. Çocuğunuzun bu dili öğrenmeye mümkün olan en erken yaşta ve ana dili İngilizce olan bir öğretmenle başlaması, onun geleceği için çok önemlidir.

    Okula Başlarken 

    Bu dönemi en zor yaşayacak olanlar şüphesiz yanlarından bir an bile ayıramadıkları minik bebeklerini okula ilk kez gönderecek olan anne-babalardır. Peki bu sancılı dönemi en ağrısız şekilde nasıl atlatabiliriz?

    Dikkatli davranın: Yetişkinlerde olduğu gibi, çocukların da yeni bir ortama girerken belli bir kaygı düzeyi yaşaması doğaldır. Ancak okula gideceği için endişe duyan bir çocuğun anne-babasının da kaygılı olması ve istemeden de olsa bunu davranışlarıyla hissettirmesi, çocuğu kaygılarının gerekli olduğuna inandıracaktır. Bu nedenle çocukların, yetişkinlerin sözel olmayan davranışlarını okumakta usta oldukları unutmamalı ve verilen sözsel/davranışsal mesajlara çok dikkat edilmelidir.

    Açıklayıcı ve gerçekçi olun: Çocuklar yeni ortamlara girerken kaygı yaşayacağı gibi, uyum yeteneğinin de yüksek olduğu bilinmektedir. Ancak onun bu uyum yeteneğinin anne-babalar tarafından desteklenmesi gerekmektedir.  Okula başlamadan önce anne-baba tarafından, okul ve okulda yapılacak faaliyetler hakkında bilgi verilmesi, çocukları bu sürece hazırlamaya yardımcı olacaktır. Hatta imkanı olan aileler bu süreci desteklemek için okula ön bir gezi düzenleyebilir, okulda yapılacaklara benzer faaliyetleri evde uygulayabilirler.anaokulu_kres_yuvas_secimi

    Anne-babasından hiç ayrı kalmamış bir çocuğun aniden farklı bir ortamda yalnız kalması, kaygısını yükselteceği için, okula başlamadan önce kısa süreli ayrılıklarla onu okula hazırlamak faydalı olacaktır. (ör. Hafta sonu büyükanne/baba ile kalması gibi).

    Söz veriyorsanız yerine getirin: Okul çağı çocuğu için, verilen sözler büyük önem taşır. Örneğin, eğer çocuğunuza okuldan sonra gelip onu alacağınızı söylemişseniz, okul bitiminde onu almak için hazır bulunmanız gerekmektedir. Tutulmayan sözler, çocuklarda büyük bir kaygı yaratır ve bu, çocuğun okula uyumunu zor, hatta imkansız kılar.

    Küçük düzenlemeler yapın: Okula başlamadan önce çocuğunuzun günlük yaşamını okul saatlerine göre bir düzene sokmak, hem aileler hem de çocuklar için rahatlatıcı olur. Ayrıca uykusunu alan bir çocuğun, okulda daha aktif ve başarılı olduğu da gözlemlenmiştir.

    Kararlı olun: Anne-babaların özellikle okulun ilk döneminde, yoğun bir duygu savaşı haline girmeleri mümkündür. Bu duygusallık anne-babayı verdiği kararları tolere edebilecek, hatta kararlarından vazgeçirebilecek konuma dahi getirebilir. Çocuğunuza okul ve ev arasında seçme şansı verirseniz çok büyük bir olasılıkla evde kalmayı tercih edecektir; veya istediği takdirde okuldan alınacağını bilen bir çocuk, okuldan eve gelebilmek için her şeyi deneyecektir. Ancak şunu da unutmayın ki, okul öncesi eğitime başlayacak olan bir çocuk, henüz kendisi için doğru olanı değerlendirme kapasitesine sahip değildir. Bu nedenle, böylesi önemli kararlar çocuğa bırakılmamalıdır. Anne-babaların kararlı ve soğukkanlı olmaları gereken diğer bir konu ise çocuklarını okula bırakırken yaşayacakları durumlardır. Okula bırakılırken ağlayan, anneden/babadan ayrılmak istemeyen çocuğun, bu durumu en kısa sürede aşması için, vedalaşma süresi kısa tutulmalı ve duygusal sahnelerden kaçınılmalıdır.

    İletişim içinde olun: Anne-babalar ve öğretmenler okulun her döneminde karşılıklı iletişim içinde olmalıdırlar. Aile içi bir değişimin (boşanma, anne/babanın yurt dışı yolculuğu vs.) veya çocuk hakkında uykusuzluk, hastalık ve bunun gibi günlük bilgilerin öğretmene verilmesi önemlidir. Durumun farkında olan öğretmen, çocuğun davranışlarını daha yakından inceler, olası davranış değişikliklerini fark eder ve durumun çocuk üzerinde kalıcı bir etki yaratmaması için elinden geleni yapar.

    Çocuklarımıza okula başlarken yaşatacağımız uyumlu bir süreç, onların sosyal gelişimini, akademik performansını, davranışlarını ve kendilerine güvenlerini olumlu yönde etkileyecektir. O yüzden pozitif, soğukkanlı, emin ve güçlü olun.

    Başarılar…

     

    The English School of Istanbul / İstanbul İngiliz Anaokulu

    Uzm. Psikolojik Danışman (Çocuk Psikoloğu)

    Süheyla TİMUÇİN

    www.englishschoolistanbul.org

     

     

  • Her On Kadından Biri Evli ve Bakire

    Her On Kadından Biri Evli ve Bakire

    Türkiye’de kadınlar cinsellikten çok korkuyor… Türkiye’deki her 10 kadından biri için, evlendiği gece hayatının en kötü gecesi oluyor. Çünkü kadınlar eşleriyle seks yapmaktan korkuyor. İstese de, sevse de cinselliği yaşayamıyor. Vajinismus adı verilen bu durum aylarca hatta yıllarca sürebiliyor. Bazı evliliklerde seks hiç yaşanmıyor…

    Vajinismus nedir?

    Vajinismus tıpkı deprem gibidir. Kişi umutsuz olduğuna yürekten inanır, ‘Ya canım acırsa’ diye cinsellikten korkar ve vajina kasları öyle bir kasılır ki, asla ilişkiye giremez. Bu, en önemli cinsel fobilerden biridir. Vajinismusun en temel belirtisi o an geldiğinde kişinin panik atak benzeri bir durum yaşamasıdır. Yani kişi eşini iter, kasılır, endişe, korku ve kaygı duyar. O kadar açık bir kaygı duyar ki, bilinci açık olsa bile kontrolünü yitirir. Bundan utanır, suçluluk duyar, kendinden nefret eder, hayal kırıklığına uğrar. Zamanla cinsel isteksizlik ve çocuk sahibi olamama kaygıları buna eklenir. Bu, kadın için de erkek için de zor bir durumdur. Bazı evlilikler buna sadece 5–10 yıl dayanır. Ancak bu korkular 30 yıl bile devam edebilir.

    ANİDEN ORTAYA ÇIKABİLİR!
    Tedavi edildikten sonra vajinismus tekrarlar mı?

    Vajinismusun tipleri vardır. Genelde ilk gece ortaya çıkar ve doğru tedaviden sonra geçer. Bazen cinsel hayatı olan kişilerde birden ortaya çıkar. Doğum yırtıkları, düşükler, kürtaj, kötü ve sert yapılan bir cinsel muayene bile buna neden olabilir. Bu kadınlar fiziksel problemler ortadan kalksa bile cinsel birleşme yaşayamaz. Daha önce tedavi olmuş kişilerde bu hastalık tekrarlayabilir.

    Kolay tedavi edilebilir mi?

    Geçmişte yaşanan bir cinsel travma yoksa ya da muayene edilebiliyorsa, bu basit vajinismustur. Nispeten tedavisi kolaydır. Bazılarında geçmişte yaşanmış cinsel bir travma öyküsü vardır ve derinlerde bastırılmıştır. Bu, ağır vajinismustur. Tedavisi zor ama mümkündür. Bazı kadınlar ise partneri ile olan diğer problemleri nedeniyle istemli olarak ağrı, yanma, acı ve kanama olacağından korkarak cinsel birleşme sırasında kendilerini kasarlar ve cinsel ilişkiye izin vermezler. Buna da durumsal vajinismus denir.

    Vajinismus, anne-baba olmaya engel teşkil eder mi?

    Hayır, vajinismus yalnızca sağlıklı ve mutlu bir cinsel birleşmeye engeldir. Normale göre gebelik şansının az olmasına rağmen, vajenden kayan spermler nedeniyle gebelik oluşabilir. Son yıllarda tüp bebek yöntemiyle anne-baba olan birçok çift var. Sorunlarını çözmek yerine aşılama yöntemi ile anne-baba oluyorlar. Halbuki bu durumda tüp bebek ve aşılama gibi yöntemler sadece zaman ve para kaybıdır. Normal doğumdan sonra bu sorundan kurtulacaklarını düşünenler yanılırlar. Bazı jinekologlar bile doğum sırasında bu konunun kendiliğinden çözülebileceğini düşünür. Ama genellikle sorun devam eder. Zaten bu çiftler genellikle sezaryeni tercih ederler.

    Eşi vajinismus olan erkekler ne yapıyor?

    Bu önemli bir boşanma sebebi mi? Sanılanın aksine vajinismusun yol açtığı boşanma oranları düşüktür. Çünkü cinsel korkular çifti birbirine yakınlaştırır. Devamlı reddedilme ve tatminkar olmayan bir ilişki nedeniyle erkekler pasifize olur. Vajinismuslu kadınlar eğer görücü usulüyle evlendirilmemişlerse, eş veya sevgililerini otoriter ve baskıcı babalarının aksi özellikteki erkeklerden seçerler. Evlilik öncesi başka kadınlarla yaşadıkları cinsel deneyimleri sınırlı olan eşleri, çoğunlukla aşırı nazik, pasif, girişken olmayan ve edilgin erkeklerdir. Tencere ve kapak misali karı-koca birbirlerini kırmaktan aşırı derecede korkar. Vajinismuslu kadınlar nasıl birer ‘iyi kız’ ise, eşleri de aynı şekilde ‘iyi çocuk’lardır.

    Vajinismus deneyimleri için tıklayın !

    ISRAR SORUNU BÜYÜTÜR!
    Vajinismusu olan bir kadına kocasının cinsel ilişki için ısrar etmesi normal midir?

    Eğer erkek kadının korkusunu anlamaya çalışıp ona destek olmak yerine, bir an önce cinsel ilişkiyi gerçekleştirip hem kendisine, hem eşine, hem de ailesine erkekliğini ispatlama gayreti içinde hareket ederse sorun daha da büyür. Maalesef genellikle süreç bu şekilde işler. İlk geceden sonra aile büyüklerine hesap veren çiftler, sorunun büyümesine neden olur. Vajinismuslu kadınların eşleri istenmedikleri, reddedildikleri, yeteri kadar sevilmedikleri korkusuna kapılabilirler. Ne yapacaklarını bilemezler, ki bu çok normaldir. Hayatlarının cinsel ilişkiye girmeden geçeceğini düşünerek, bu sorundan kurtulmak için kendilerini tamamen işlerine adamayı denerler.

  • Fazla Sevgi İnsanı Zehirliyor mu?

    Fazla Sevgi İnsanı Zehirliyor mu?

    Duyguların aşırı yaşandığı, bu duyguların kişinin davranışlarını kontrol edemez hale getirdiği durumlarda kendini gösteren sevgi zehirlenmesi, sevgi duygusunu yoğun yaşayan kişilerde aşırı odaklanma, kontrol duygusu, kaygı hali şeklinde belirtiler gösteriyor.

    Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği Uzman Klinik Psikoloğu Zehra Erol sevgi zehirlenmesine karşı çiftleri uyarıyor. Çok fazla sevmenin olumsuz bir durum olmadığını vurgulayan Erol duygular aşırı olduğunda davranışların kontrol edilemez hale geleceğini ve kişiye zarar verici olabileceğini belirtiyor. Öyle ki yaşanan bu yoğun duygular kişinin algılarını daraltıp bazı şeyleri görmesini de engelliyor. Uzm. Psk. Erol bir örnekle durumu açıklıyor;

    “Yoğun sevgi yaşayan kişi karşısındakinden gördüğü ilgiye odaklanırken aynı kişinin aşağılayıcı, hakaret eden tutumlarını göremeyebilir. Karşımızdakini ve ilişkiyi gerçekçi bir şekilde görmemizi engeller. Davranışlarımız üzerinde de belirgin etkilerde bulunur. Sevilen kişinin merkezde olmasını ve mutluluğun o kişiye bağımlı olmasına neden olur. Sevgi duygusunu yoğun yaşayan kişilerde ilişki üzerinde aşırı odaklanma, kontrol duygusu, kaygı içi içedir. Bu kişilerde yoğun sevgi heyecan ve kaygı birbirine karışmıştır. Bu nedenle de bu yoğun duygular bir yandan kişiyi yorsa da yoğunluğun verdiği heyecan duygusu da tatmin edicidir.”

    Erol, aşırı sevgi yaşayan kişinin karşısındaki için ise durumun aynı olmadığını söylüyor; 

    “Başta heyecan veren bu durum sonrasında zorlayıcı olabilir. İlişkide sevgisini göstermek için aşırı verici davranan, bunu karşısındakine hissettiren kişinin beklentileri karşısındakinin özelliklerini de dikkate alarak değil tamamen kendi ihtiyaçlarına odaklı şekillenecektir. Aşırı sevgi yaşayan kişi beklentileri gerçekleşmeyince bunu bazen direkt, bazen de dolaylı yoldan ifade eder. İstediği oluncaya kadar da karşı tarafı zorlar.”

    Karşı taraf için durum boğucu hale geldiyse ilişki alarm verir diyen Psk. Zehra Erol, sevmek ile karşı tarafı boğmak arasındaki farka dikkat çekiyor.

    “Günde 3-4 kez aranmayı sevginin ifadesi olarak gören kişi 1 kez arandığında bunu yetersiz görecek ve karşı taraf onu 3-4 kez arayana kadar zorlayacaktır. Bu olmadığında da somurtarak, inciterek, bunun doğru olduğunu vurgulayarak istediğini yaptırmaya çalışacaktır. Bu durum da karşı tarafın sıkıntı yaşamasına neden olur. Karşınızdaki için durum boğucu hale geldiyse ilişkiniz alarm veriyordur. Sevginizi göstermek ile karşınızdakini boğmak arasında fark vardır. Yüzme öğrenen birine fazla müdahale ettiğinizde yüzme öğrenen kişi bocalayıp, boğulmak için zemin oluşuyorsa ilişkide de fazla müdahale boğucu hale gelmesine neden olur. Yoğun sevgi yaşayan kişiler bunu kontrol davranışlarıyla şekillendirirler.”

    Bu 3 tutuma dikkat 

    ·Karşısındaki kişinin ilgisini, dikkatini çekmek için aşırı çabalayarak
    ·Karşısındaki kişinin sorunlarını üstlenip çözmeyi kendine görev edinerek
    ·Aşırı koruyarak

    Bu üç tutumda başta cazip gelebilir. Oysaki temelde aşırı sevgi talep etme içerdiğinden bencillik de içerir. Bu şekilde aşırı tepkileri olan sevgisini bu şekilde gösteren kişiler karşısındakinden de benzer tepkiler bekleyeceklerdir. Bu olmadığında da sevilmediğini düşünüp sevgiyi alabilmek için çabalayacaktır. Bu tutumlar karşı tarafın özel alanlarını da daraltacağından kişi adeta sevgi zehirlenmesi yaşar. Çünkü ilişki her tarafını adeta kuşatır. İlişkide nefes alacak boşluklar olmaz.

    Yukardaki tutumlarda olduğu gibi görünüşte iyi niyetli olduğu için sevgi- öfke çatışması da yaşatır sevilen kişiye. Bir yandan korunmak, sorunların çözülmesi kişiyi mutlu ederken diğer yandan da fazla müdahale kişinin kendini kıstırılmış hissetmesine neden olur öfke uyandırır. İlişki sürecinde aşırı sevgi içinde kaygı, kontrol duygusu ve kızgınlık gibi farklı duyguları da barındırır. Duyguların şiddeti ve yoğunluğu davranışlarımızı belirler. Bu nedenle duygularımızı tanımlama ve uygun şekilde gösterme ilişkinin sürekliliği açısından oldukça önemlidir.

  • Sönen Ateşinizi Yeniden Alevlendirmek Mümkün

    Sönen Ateşinizi Yeniden Alevlendirmek Mümkün

    CİSED: “KÜLLENEN SEKS HAYATINIZI YENİDEN ALEVLENDİRMEK MÜMKÜN!”

    CİSED ONURSAL BAŞKANI DR: CEM KEÇE: “SEKS EVLİLİĞİN BİR GEREĞİ HAYATIN BİR GERÇEKLİĞİDİR!”

    İlişkinin ilk zamanları, her zaman daha tutkulu, eğlenceli ve heyecanlıdır. İki insan çift olmaya karar verdiğinde, aşkın ve cinsel heyecanın baş döndürücü olduğu günlerin sonsuza dek süreceği beklentisiyle dolup taşar. Ancak zamanla pembe gözlükler çıkartılır, çift birbirine alışır, ilişkilerinde belli bir rahatlığa kavuşur ve hayatları hareketsiz bir rutine oturabilir. Ve bir gün monoton ve rutin bir şekilde paylaşılan yaşamın sorumlulukları katlanılamaz bir hal alabilir. Partnerlerden biri ya da her ikisi de ilişkilerindeki kıvılcımın ve tutkunun yok olduğunu ve ilişkilerinin sıkıcı olduğunu düşünmeye başlayabilir. Çünkü uzun süreli ilişkilerde cinsellik zamanla monotonlaşabiliyor ve çiftin birbirlerine karşı olan tutkuları azalabiliyor. Cinsel hayatın monotonlaşması kader mi?“, “Çiftlerin cinsel tutkusunu yeniden arttırmanın bir yolu yok mu?” Bu sorulara yanıt Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistlerinden geldi… İşte monotonlaşan ve tutkusunu kaybeden çiftlerin aşk ve seks hayatlarını hareketlendirmek ve ilişkilerindeki tutkuyu yeniden canlandırmak için bazı tavsiyeler…

    TUTKUYU YENİDEN ORTAYA ÇIKARMANIN ŞİFRESİ!

    Beslenmek, su içmek ve nefes almanın yaşamın bir gerekliliği, seks yapmanın ise evliliğin bir gerekliliği olduğunu ifade eden CİSED Onursal Başkanı Dr. Cem Keçe; “Bunlar görev veya bir mecburiyet değildir, zoraki yapılmamalıdır, istekle ve bazen kendiliğinden olmalıdır. Seks evliliğin bir gereği, hayatın bir gerçekliğidir. Sabır, sadakat, koşulsuz sevmek, samimiyet, tutku ve saygı olursa mutlu bir birliktelik ve sağlıklı bir seks hayatı olur. Uzun süreli ilişkilerde cinsel tutkuyu sürdürmenin şifresi, duygusal açıdan karşıdaki insanla bütünleşirken kendin olarak kalabilme yeteneğidir. Bu tür bir kendini geliştirmenin dört ana bileşeni oluyor, bunlar; “açık iletişim kurma, partnere dokunma, suçlamak yerine sorumluluk alma ve endişelerin üzerine gitme şeklinde sıralanabiliyor.” dedi.

     

    AÇIK İLETİŞİM KURMAK ŞART!

    Açık iletişim kurmanın kendini özgürce ifade edebilmek anlamına geldiğini söyleyen CİSED Genel Başkanı Doç. Dr. Cebrail Kısa; “Yani kişinin ne istediğini doğrudan söyleyerek kendini ortaya koyması, sorulara dürüstçe yanıtlar vermesi, cinsel açıdan aynı yoğunlukta olmasa bile bunu partnerinden saklamaması ve onu engellemesi demektir.Flört etmek, konuşmak, rolleri netleştirmek, aradakileri çıkartmakortak zevklerin peşinden koşmak ve yatak odasını kutsamak açık bir iletişimle mümkündür. Kişi böylece kimlik sınırlarını netleştirir ve kendi seçtiği şekilde davranabilir. Çünkü kendin olma duygusunu kaybetme ve kendini başkalarının tepkilerine göre ifade etme eğilimiduygusal kaynaşma olarak adlandırılır. Duygusal kaynaşma nedeniyle kimlik sınırları belirsizleşir ve karşıdan gelen basınca veya anlaşmazlığa karşı direnç azalır. Karşıdakinin duyguları, düşünceleri, ihtiyaçları ve endişeleri tarafından istila edilmek; kendi seçmediği şekilde davranmak, karşıdakine odaklanmak, kendini ifade etmekten kaçınmak ve zorunlu bir uzlaşma aramak anlamına gelir. Duygusal açıdan kaynaşmış bir çift içsel deneyimlerini tek bir gerçeklik halinde birleştirmek ister. Sonuçta her birinin hissettiği mutluluk düzeyi, kaçınılmaz şekilde karşısındakinin deneyim ve isteklerine bağlı olur. Bu bağımlılık durumu cinsel tutkuyu azaltır. Bu nedenlebağımlılığın olduğu duygusal kaynaşma yerine gönülden bağlılığın olduğu ayrışma gerekirAyrışma; kaynaşmanın zıttıdır ve duygusal açıdan karşıdakiyle bütünleşmişken kimliğini özgürce ifade etmeyi sürdürebilme yeteneğidir. Ayrışma düzeyi arttıkça benlik duygusu esnekleşir. Benlik duygusu kaybedilmediğinde, ilişkide ortaya çıkan doğal streslerle baş etme kapasitesi ve kişinin kendi davranışını seçme gücü artar. Ayrışma kişiyi başkalarından farklı kılan ve özgün kimliğini ortaya çıkaran düşünceler, duygular, değerler, duyarlılıklar, güçler, arzular, fanteziler ve erotizmin ifadesidir. İyi düzeyde ayrışan bir kişi çok sayıda, farklı ve eşit ağırlıkta gerçekliklere hoşgörüyle bakabilir, başkalarıyla birlikteyken kendisi olabilir ve başkalarının da kendisi gibi olmasını kabul edebilir.” dedi.

    PARTNERE DOKUNMAK GEREKİYOR…

    Yakın olma nın kendin olmayı kaybetme endişesini doğurduğunu, uzaklaşmanın ise karşıdakini kaybetme endişesi duyulmasına yol açtığını ifade eden CİSED Genel Sekreteri Psikolog Serap Güngör; “Eğer kişi kendi olma konusunda bir sorun yaşıyorsa, onun için ayrılmak zorlaşır ve karşıdaki insana cinsel, duygusal ya da entelektüel açıdan giriş izni vermeye karşı doğal bir direnç geliştirebilir. Ayrışmamış insanlar cinsel ilişkilerindeki baskılarla baş etmek için ya ısrarlı taleplerde bulunurlar ya acı çekerler ya da seks istemekten kaçınırlar. Bu nedenle, boyun eğme yani kendini görünmez kılmaya çalışma, baskı kurma yani karşıdakini görünmez kılmaya çalışma ve mesafe koyma yani karşındakiyle olan ilişkiyi görünmez kılmaya çalışma şeklinde çeşitli savunmalar devreye sokarlar. Bu savunmaların alternatifi kişinin kendinin ve partnerinin görünür olmasına izin vermesidir. Kişi yanlış anlaşılma, hayal kırıklığı, kabullenmeme, çatışma, reddedilme ya da kaybetme gibi yoğun duygulara eşlik eden risklerle baş edebilecek kadar katı olduğunda görünür olmak mümkündür. Aramaya, sevmeye ya da tutkuları riske atmaya devam edebilmek için kişinin kendisini ve kendisi için önemli olan kişiyi bir parça endişe içinde tutması gerekir. Bunun tek yoluher şeyi göze alarak partnere dokunmak ve onun dokunuşlarına izin vermektir. Beraber banyo yapmak, beraber yatıp beraber kalkmak, öpüşmek, ellemek, sarılmak, kucağına yatırıp saçlarını okşamak, el ele dolaşmak, erotik mesaj yapmak gibi dokunma eylemleri, hem huzur ve şifa verir hem de çiftin kendisini güvende hissetmesine yol açar.” dedi.

    SUÇLAMAK YERİNE SORUMLULUK ALMAK VE SEÇİM YAPABİLMEK GEREKİYOR…

    Tepkisel olmanın çiftin ilişkisini yıprattığına dikkat çeken CİSED Yönetim Kurulu Üyesi Psikolog Kemal Özcan; “Kaynaşmanın doğal sonucu tepkiselliktir yani duygular herhangi bir düşünsel işleme tabi tutulmadan tepkisel olarak dışa vurulur. Bu yaklaşımın tersi tepkisel bir şekilde suçlamak yerine sorumluluk almaktır. Yani kişinin kendini gözlemleyebilme, uygulamak zorunda hissetmeden duygularını yaşayabilme ve risk ya da endişe içeren seçimler yapabilmesidir. Aklın yansıtıcılığı ve seçim yapma duygusu ifade edilen davranışın doğasından çok ayrışmanın kritik belirtileridir. Bu nedenle kişi kendini ortaya koyma ve ne istediğini ya da neden korktuğunu söyleme hususunda cesaretli olmalı, tepki göstermeden düşünmeye dayalı seçimlerde bulunmalıdır. Bu durum kişinin kendi üzerinde kontrol sağlama duygusunu güçlendirir. Başarısızlıkla karşılaşma riskini almaya karar verildiğinde, kişi kendini çok daha güçlü ve başarılı bulabilir.” dedi.

    ENDİŞELERİN ÜZERİNE GİTMEK GEREKİYOR…

    Endişe nin bedensel belirtilerin eşlik ettiği normal dışı bir tedirginlik ve korku hali olduğunu ifade edenCİSED Yönetim Kurulu Üyesi Psikolog Gülüm Bacanak; “Endişeyi anksiyetekaygı, sıkıntı veya bunaltı olarak da adlandırabiliriz. Endişe yaşayan kişi bu durumu kötü bir şey olacakmış hissihoş olmayan bir kaygı hali ya danedensiz bir korku şeklinde ifade edebilir. Genellikle birbirlerinin yerine kullanılsalar da, endişe ve korku farklıdır. Korku nesnel bir tehlike karşısında, kendini korumak için ortaya çıkan bir duygudur. Endişe isebilinçdışı ve tanınmayan tehlikeye karşı hissedilen bir duygudur. Endişe, normalde her insanda görülen, bir çeşit hayata uyum sağlama yeteneğidir. Kişi isteklerini dile getirdiği takdirde eleştirileceği, reddedileceği veya terk edileceğine ilişkin endişe yaşayabilir ve bu endişeler nedeniyle ne istediğini bilemez bir duruma gelebilir. Zamanla kişi endişelerinden ve bunun meydana getirdiği gerginliklerden kurtulmak için partnerini suçlar ve davranışlarını ona acı verecek şekilde değiştirir. Oysa endişeden kaçınmak işe yaramaz daha çok endişeye neden olur. Bu nedenle kişi ilişkisindeki tutkuyu arttırmak ve gelişebilmek için endişelerinin üzerine gitmelidir. Yani kişi mahrem cinsel deneyimlerin yarattığı endişeleri durdurmak ya da onlardan uzaklaşmak yerine, endişelerinin üzerine gitmelidir. Kendini açığa vurma endişesi ile baş edebilmek esneklik sağlar, erotizmi ve cinsel tutkuyu ortaya çıkartır. Çünkü endişelerin üzerine gitmek, cinsel sınırları genişletmek ve engelleri aşmak cinsel heyecan ve tutkuyu oluşturur.” dedi.

  • Boşanmaların Faturasını Çocuklar Ödüyor!

    Boşanmaların Faturasını Çocuklar Ödüyor!

    Anne baba ayrılığının çocuğun gelişimine en az şekilde yansıması için neler yapmalı, nelere dikkat etmeli?

    ABD’de yapılan bir araştırmada, boşanmış anne ve babanın çocuklarının, matematik derslerinde ve sosyal becerilerde sınıf arkadaşlarının gerisinde kaldığı tespit edildi. Bu da gösteriyor ki boşanmalar çocuk başarısını doğrudan etkiliyor.

    Boşanmaların yükünü en fazla çocuklar çekiyor. Çünkü çocuk genellikle boşanmadan dolayı kendisini suçlu hissediyor. Hal böyle olunca çocuk daha o yaşta yaşayabileceği en büyük travmaya maruz kalıyor.

    Suçluluk hissi yaşıyorlar

    Uzmanlar, boşanma sürecinde çocuğun suçluluk hissi yaşamaması, dolayısıyla herhangi bir travmaya maruz kalmaması için, “Her şey yetişkin biriyle konuşuluyor gibi çocuğa anlatılmalı” uyarısında bulundu.

    İlgiyi eksik etmeyin!

    Çocukların fiziksel ve psikolojik gelişimini en iyi ailesinin içinde tamamladığına dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocukların hem anne hem de babanın ilgisine, sevgisine, şefkatine muhtaç birer varlık olduklarını söyledi. Çocuğun ruhsal ve zihinsel açıdan sağlıklı olmasının en başta gelen şartlarından birinin, kişiliğinin ideal bir aile tarafından yoğrulması olduğuna vurgu yapan Tarhan, günümüzde birçok çocuk ailesi yıkıldığı için gelişimini tamamlayamadığuna dikkat çekti.

    Boşanmanın yükü çocukların omzunda

    Boşanmanın, çocuğun hiç istemediği fakat kaçınılmaz olarak sonuçlarına katlanmak zorunda kaldığı bir durum olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, boşanan eşlerin yeterince sorumlu davranmadıkları takdirde çocukta uyum ve davranış sorunlarına neden olabileceğini dile getirdi. Tarhan, boşanmanın yükünü en fazla çocukların çektiğini de sözlerine ekledi.

    Sorunları çocuğa yansıtmayın!

    Boşanmaya çocuğun penceresinden bakan Rektör Tarhan, çocukların boşanmadan genellikle kendilerini suçlu hissettiğini belirtti. Çocukların, anne ve babasının kendisi yüzünden anlaşamadığını, onun yüzünden boşandıklarını zannettiğini vurgulayan Tarhan, anne ve babanın aralarındaki sorunları çocuğa yansıtmaktan özenle kaçınmaları gerektiğini de dile getirdi. Tarhan boşanmanın çocuğun travma yaşamasına neden olabileceğini vurguluyor.

    “Anne babası boşanan bir çocuk zaten o yaşta yaşayabileceği en büyük travmalardan birini yaşamaktadır. Boşanma öncesinde devamlı didişen anne baba, çocuğu depresyona iten bir sebeptir. Aileler boşanma öncesinde ve sonrasında aralarındaki sorunları çocuklarına asla yansıtmamalıdır.”

    Anne ve baba olduğunuzu bir an bile unutmayın

    Boşanan ailelerde çocukluk depresyonlarına çok sık rastlandığına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocukların küçük yaşta olsalar bile sorunları hissettiklerini söyledi.

    “Çocuk çok küçük bile olsa çevresinde olan biteni takip etmekte, sorunları hissetmektedir. Sorunları hisseden çocuk sıkıntısını söz diliyle anlatamadığı için bunu farklı şekillerde dışarıya yansıtır. Bu durum tırnak yeme, altını ıslatma şeklinde ortaya çıkabilir. Çocukta psikosomatik hastalıklar gözlenebilir; sık sık hasta olur, kusar, bağırsakları bozulur. Evden, okuldan kaçma, kendisine ait olmayan şeyleri alma, uyuşturucuya yönelme gibi durumlar yaşanabilir. Yıkılan ailelerde çocukluk depresyonlarına da çok sık rastlıyoruz. Aileler ne yapıp edip çocuğun kendisini boşanmanın sorumlusu olarak görmesini engellemeli ve çocuğun psikolojik ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermelidir. Anne baba ayrılsa da annelikten ve babalıktan istifa etmemelidir.”

    Boşanma çocuğa nasıl anlatılmalı?

    Boşanmanın çocuktan saklanılacak bir durum olmadığını vurgulayan Tarhan, durumun çocuğa anlatılması gerektiğini kaydetti. Tarhan;

    “Ebeveyn çocuk ilişkisinde temel bir ilkemiz vardır: Çocuğu büyük insan yerine koyup ona olan biteni anlayabileceği bir dille anlatmak, fakat karşılığında büyük bir insan gibi tepki vermeyebileceğini kabul edip sabırlı ve anlayışlı olmak. Bu ilke çocuk için aşılması zor bir engel olan anne baba ayrılığında da uygulanmalıdır. Anne babalar ne yapıp edip çocuğu kendi aralarındaki sorunlardan uzak tutmalı, kaldıramayacağı sorunları çocuğa yansıtmamalıdır. Boşanma çocuktan saklanılamayacak bir durumdur. Sorunları çocuğa yansıtmamak için olan biteni ondan saklamak çözüm değildir. Çocuk zaten ailesinde yaşananları takip edecek, anne baba onu bu konudan haberdar etmezse olayları zihninin elverdiği ölçüde yorumlayacaktır.

    Çocuğun yaşananları doğru algılaması için olayı ona bizim anlatmamız faydalı olacaktır. Aksi halde çocuk zihin kapasitesinin üstünde olan bu durumu yanlış anlar ve büyük bir ihtimalle suçu kendisinde arar.”

    Verdiğiniz mesajlar çok önemli

    Tarhan bu süreçte seçilecek dilin de önemin vurgu yaptı. “Anne ve baba boşanma durumunu çocuğa anlatırken çok açık ve net bir dil kullanmalıdırlar. Ebeveynler çocuğa yaklaşırken şöyle bir tutum sergileyebilirler: ‘Biz senin üzüleceğini, bir müddet mutsuz olacağını biliyoruz. Bir süre bu duruma katlanman gerekiyor ama senin bu durumla ilgili hiçbir suçun ve sorumluluğun yok. Bu tamamen bizden kaynaklanan bir olay.’ Anne baba çocuğa bu mesajı verebilirse çocuk bu durumdan en az zararla çıkmış olur.”

  • Öfke nedir ? ve Nasıl baş edilir ?

    angerÖfke aslında sağlıklı, çoğu zaman hayvanların ve insanların yaşadığı doğal ve yapıcı bir duygudur. Ancak bireyler bazen öfkelerini farklı şekillerde ortaya koyup etrafa zarar verme şeklinde yıkıcı ve sanki kontrol edemiyormuşcasına yaşarlar. Bu durum ise kişilerin gündelik hayatlarını sekteye uğratır.. Kişi ailesiyle, çocuklarıyla, kız veya erkek arkadaşıyla problemler yaşar ve belki bazen iş yerinden çıkarılma, işe gidememe gibi uyum bozuklukları da yaşarlar. Kısaca bu tür öfke deneyimleri yaşayan kişiler hem çevreyle uyum bozuklukları yaşarlar hem de kendilerine zaman zaman zarar verirler.

    Öfkelenmemize neden olan çeşitli faktörler vardır. Bunları düşünsel süreçler, fizyolojik süreçler ve kültürel etkiler olarak öne sürebiliriz. Yıkıcı öfke dediğimiz duygu, bu faktörlerin bir ürünüdür.


    Düşünsel süreçler :
    •    “Beni adam yerine koymuyorlar”
    •    “Hakkımı yediler ve yemeye devam ediyorlar” vb.

    Aynı zamanda; karşı tarafı saldırı halinde algıladığımızda, kışkırtıldığımızı düşündüğümüzde, zaman zaman hayal kırıklıkları yaşadığımızda, stres altındayken, kendimizi ifade edemediğimiz zamanlarda öfke ortaya çıkar.

    Fizyolojik nedenlere gelince, hormonlarımızın bize oynadığı bir oyun olarak karşımıza çıkabilir ya da öfke bazı rahatsızlıkların yan kolu olarak ta ortaya çıkabilir. Buna örnek vermek gerekirse; depresyon, bipolar bozukluk vb.

    Kültürün etkisi ise şöyledir; özellikle ataerkil toplumlarda erkeklerin halk diliyle maço olması, zaman zaman öfkeli davranışlarda bulunması, normal görülen bir davranış türüdür.

    42-20138082Ancak neden herkes aynı olay olsa dahi; aynı ayarda öfkeli davranışlarda bulunmuyor. Olay aynı olsa da kişilerin verdiği öfke tepkileri birbirinden çok farklı olabiliyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri; her kişinin olaylara bakış açısının farklı olmasıdır. Eğer bakış açımızı değiştirirsek davranışlarımızı da değiştirebiliriz.

    Kimi zaman bakış açımızı değiştirmek kolay olmaz çünkü yerleşmiş inançlarımız ve vardır ve bunların farkında bile değilizdir. Uzman psikologlar ve psikiyatristler bu noktada devreye girer. Psikiyatristler normal olarak nitelendirmediğimiz öfke davranışının fizyolojik boyutunu ele alırken, psikologlar ise, terapi boyutunu ele alırlar yani, nelerin bizi öfkelendirdiğini ve bunlarla nasıl baş edeceğimizi ele alırlar.


    Baş etme yolları ise çeşitlidir.
    1. Düşünsel boyutu inceleme ve olaylara bakış açımızı değiştirmek için alternatif yollar arama
    2. Relaksasyon dediğimiz gevşeme teknikleri bize bu konuda yardımcı olur
    3. İletişim kurma becerilerini geliştirme ve bu konu üzerinde deneyim kazanma
    4. Her ne kadar olaylardan uzak duramasak ta ve hoşumuza gitmeyen olaylarla karşılaşsakta; yine de kontrol gücümüzün bizde olduğunu fark etme ve öfkelenmemize vesile olan olaylardan uzak durma
    5. Öfkelenmemize vesile olan bir problem varsa; buna yönelik mantıksal çözümler üretmek

    İlk başta da belirttiğim gibi; öfke, normal, zaman zaman güvenliğimizi sağlayan bir duygudur ama hayatımızı olumsuz yönde etkiliyor ve bizi çevremizden işimizden hayatımızdan alıkoyuyorsa bir uzmana gitmekte fayda var.

    Ne demişler; “keskin sirke küpüne zarardır

    Kendinizi öfkeli hissettiğinizde aşağıdaki fiziksel belirtileri hissedersiniz.
    •    kas gerginliği
    •    hızlanmış kalp atışı
    •    midenizde değişik hisler
    •    nefes alıp vermede hızlanma
    •    titreme

    42-18621640Kalp atışınızı hızlandıran, sesinizin daha yüksek çıkmasına neden olan, adrenalinizi kontrol alma yolları için bazı ipuçları sunuyorum:
    •    Derin, uzxun ve yavaş burundan alınan nefes ve nefese konsantre olma
    •    Kendinizi mutlu ve huzurlu hissedeceğiniz bir yerde hayal etme
    •    Daha önce öfkenizi dindirmeye yaramış teknikleri uygulayabilirsiniz

    Kendi kendinize:
    •    “Sakin ol”
    •    “Kendimi ispat etmeme gerek yok”

    Durun ve yapacağınız davranışlarınızın sonuçlarını düşünün. Davranmadan önce düşünün. Sizi tahrik eden biri var ise; kendi kendinize positif düşünceler üretmeye çalışın. Problemi mantıklı yollarla çözmeye yönelik adımlar atın. Diğer insana karşı öfkeli adımlar atmak işinize yaramayacaktır.

    Size nelerin sinirlenmenize vesile olduğunu düşünün ve bunları not edin.Kontrolü kaybetmeden önce kendinize düşünme fırsatı yaratın. İnan ki; kendi kendinize saldırgan davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz. Öfkenin sizi yönetmesine izin vermeyin.

    Huzurlu günler

    Referans: apahelpcenter.org

    Çeviren: Uzman Klinik Psikolog Merve Mamacı