Etiket: kansızlık

  • Kansızlığa ilaç olacak besinler

    Kansızlığa ilaç olacak besinler

    Kansızlık en başta kadınların sorunu. Demir eksikliği ile baş gösteren aneminin doğal ilaçları şunlar…

    TIP dilinde anemi denilen kansızlık, kandaki kırmızı hücrelerin azalmasıdır. Kadınlarda, gebeliklerde ve çocuklarda daha sık görülür. Yeterli ve dengeli beslenememek sonucu oluşan demir eksikliği, aneminin en önemli nedenidir. Kansızlığın en iyi çaresi ise B12 vitamini, folik asit ve en önemlisi demirdir.
    Karaciğer
    Karaciğer, sığır eti, süt, yumurta, peynir ve balık B12 vitamini açısından çok zengindir. Bu besinler içinde karaciğer ise tam bir demir ve B12 deposudur. Halk tabiriyle kan yapar.
    Sebzeler
    Koyu yeşil yapraklı sebzeler, folik asit zenginidir. Ispanak, brokoli, kuşkonmaz ise bol miktarda demir de içerdiğinden kansızlığa ilaç gibi gelir.
    Keçiboynuzu
    Pekmezi kansızlığa çok iyi gelir. İyi bir demir deposudur. Gün içinde 2-3 tatlı kaşığı yenir ise erkekler için iyi bir afrodizyaktır ve cinsel gücü artırır. Kadınlarda görülen anemi için çok yararlıdır.
    Üzüm ve dut
    Her ikisi de hem B12 vitamini hem demir açısından zenginidir. Kansızlık çekenlerin bolca yemesi gerekir.
    Isırganotu
    Isırganotu, kan yaptırıcı özelliği nedeniyle, kansızlığa karşı mutlaka kullanılması gereken bir bitkidir. Yarım tatlı kaşığı ince kıyılmış ısırganotu, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır ve süzülür. Bu çay günde 3-4 bardak içilir.
    Arslanpençesi
    Çok fazla bilinmeyen arslanpençesi otunun çayı kansızlığa iyi gelir. Gün boyunca 3 bardak taze demlenmiş çay içilmesi önerilir.

  • Kansızlık kilo problemine yol açıyor

    Kansızlık kilo problemine yol açıyor

    Kansızlık bir çok hastalığa neden olabileceği gibi kilo problemlerini de beraberinde getiriyor.

    Uzman Diyetisyen Serkan Tutar konu ile ilgili bilgiler verdi:
    Kansızlık özellikle kadınlar başta olmak üzere ülkemizde sıklıkla görülen bir hastalıktır. Her on bireyden beşinin kansızlık sıkıntısı çektiği düşünülürse bu yaşam kalitesini oldukça düşürmektedir. Kansızlık en çok vejetaryen kadınlarda görülmektedir. Bunun en önemli nedeni hem regl dönemlerinin yaşanmasına bağlı olarak kan kayıplarının yaşanması ve demir içeriği yüksek olan besinlerin tüketilmemesidir.

    Kansızlık sıkıntısı çeken vejetaryen bireylerde en sık görülen belirtiler yorgunluk, halsizlik, uyku hali, zor nefes alma ve tırnaklarda beyazlıkların oluşmasıdır. Genellikle vejetaryenlerde görülmese de kansızlık sıkıntısı olan bireylerde sıklıkla kilo sıkıntısı da görülmektedir. Anemi olan kişilerde havadan alınan oksijen verimli kullanılmadığı için diyet yapılsa bile yağ yakımında zorluklar meydana gelmektedir. Özellikle diyet yapan anemi hastalarının bir diyetisyen yardımı ile zayıflamaları gereklidir.

    Kadınların yaşamları boyunca yüksek oranda kan kaybetmelerine bağlı olarak gebe kalmada risk, adet düzensizliği ve kalp rahatsızlıkları meydana gelebilir. Özellikle gebelik döneminde kan değerlerinin sürekli takip edilmesi kan değerindeki düşmeleri engellemede önemlidir.

    Sadece düzenli beslenme ile vejetaryen olanlarda kansızlık sıkıntısının yaşanması engellenir. Demir içeriği yüksek olan yumurta, tam tahıl ürünleri, yağlı tohumlar ve koyu yeşil yapraklı sebzelerin günlük beslenme programının içerisinde bulunması önemlidir. Ayrıca yemeklerin hemen ardından içilen çayın demir emilimini azalttığı unutulmamalı ve yemeklerden en az 1 saat sonra açık şekilde içilmelidir.

    DİYET YAPAN VEJETARYENLERE ÖZEL

    Vejetaryen beslenme birkaç çeşidi olsa da genel olarak et, tavuk ve balığın tüketilmemesi olarak tanımlanmaktadır. Vejetaryenlerin beslenme düzenleri genel hatlarıyla bakıldığında sağlıklı gibi görünse de uzun vadede bazı sıkıntıların yaşanmasına neden olabilir.

    Vejetaryen beslenmenin sağlıklı yönleri: Vejetaryenlerde et ve ürünlerinin tüketilmemesi nedeni ile yüksek kolesterol sıkıntısı genellikle yaşanmamaktadır. Çünkü kolesterol sadece hayvansal kaynaklı gıdalarda bulunmaktadır. Ayrıca yüksek kan kasıncı kalp sağlığı açısından bir tehdit unsurudur. Vejetaryenler düşük sodyum alımları nedeni ile düşük kan basınçlarına sahiptirler ve kalp hastalıklarına yakalanma açısından düşük riskli grupta yer almaktadırlar.

    Şeker hastalığının dünyadaki prevelansı oldukça yüksek olsa da vejetaryenlerin şeker hastası olma riski oldukça düşüktür. Çünkü vejetaryen beslenmenin temelinde bol posa alımı ve kompleks karbonhidrat tüketimi yer almaktadır. Posa kan şekerinin dengeli olmasında en önemli etmendir. Ayrıca bazı kanser türlerine yakalanmada et tüketiminin fazla olması tetikleyici unsurdur. Vejetaryenlerin kolon ve göğüs kanserine yakalanma riski, et tüketen bireylere göre daha düşüktür.

    Vejetaryen beslenmenin zararlı yönleri: Protein en önemli besin öğelerinden biridir. Özellikle doku onarımı ve kas yapımında görevlidir. Protein içeriği en yüksek olan gıdalar hayvansal kaynaklı gıdalardır. Özellikle protein kalitesi açısından bakıldığında yumurta ve kırmızı et ilk sırayı almaktadır. Vejetaryenlerin et tüketmemesi proteinin yeteri kadar alınmamasına neden olabilir. Bu nedenle et tüketmeyen bireylerin protein ihtiyacını karşılamaları için et yerine yumurta, süt, kurubaklagiller, peynir ve yoğurt tüketmesi şarttır.

    Vejetaryen bireylerin en sık yaşadıkları sıkıntı kansızlıktır. Özellikle yetersiz düzeyde alınan demir minerali nedeni ile kan değerlerinizde düşmeler yaşanır. Vejetaryenlerin düzenli olarak demir değerlerine baktırması ne gerekirse uzman önerisi ile destek tablet alması gerekebilir.

    Diyet yapıyorsanız…

    Vejetaryen beslenme düzeninde zaten düşük düzeyde alınan protein, demir ve B12 vitamini diyet yapıldığında daha düşük düzeylerde alınma riski bulunmaktadır. Bu besin öğelerinin temel kaynakları et ve ürünleridir. Demirin düşük düzeyde alınması kansızlığa, B12 vitamininin düşük alınması bağışıklık sisteminin ciddi oranda zayıflamasına neden olur. Kansızlık sıkıntınız varsa, vejetaryensanız ve diyet yapıyorsanız diyetinizde kesinlikle haftada en az 4 gün kurubaklagil bulunmalıdır. Ayrıca yumurta, peynir, yoğurt, ayran, yağlı tohumlar mutlaka diyetinizde yeterli düzeyde bulunmalıdır.

  • Libidonuz düşükse nedeni kansızlık olabilir!

    Libidonuz düşükse nedeni kansızlık olabilir!

    Kansızlık kadınlarda cinsel isteksizlik nedeni. Her yüz kadından 70’ı kansızlık (anemi) sorunuyla baş etmeye çalışıyor. Halsizlikten, depresyona saç dökülmesinden görme kaybına kadar ciddi sorunları da beraberinde getiren kansızlığın kadınlarda libidoyu düşürdüğünü biliyor muydunuz?

    Vücutta düşen hemoglobinin hücrelere ve beyne yeteri kadar oksijen taşıyamamasının kişide arzu ve isteklerin körelterek cinsel isteksizliğe neden olduğunu söyleyen Medical Park Göztepe hastane Kompleksi’nden Hematoloji Uzmanı Doç. Dr. Cafer Adıgüzel kadınların baş belası kansızlıkla ilgili merak edilenleri anlattı: oksijen kanda hemoglobin adı verilen bir proteine bağlanarak taşınır.

    Alyuvarlarda bulunan hemoglobin aynı zamanda kana kırmızı rengi veren maddedir. Hemoglobinin normalden düşük olması ise kansızlık olarak isimlendirilir. Hemoglobinin düşmesi dokulara ve beyine yeteri kadar oksijen gitmesini engeller.

    Yetersiz oksijen ise fiziksel pek çok soruna yol açacağı gibi psikolojik olarak da kişiyi etkiler. Kişi kendini bitkin, depresif hisseder, arzu ve istekleri körelir. Bu durum cinsel hayatını da olumsuz etkiler. Kadınlarda cinsel isteksizliğin nedeni kansızlık olabilir.

    İşitme ve görme kaybına neden olur. Kansızlık en sık kadınlarda görülür. Regl dönemlerinin uzaması, hemoroid, kanamalı ülser, mide ve bağırsak hastalıkları, folik asit eksikliği, demir ve b12 vitamini eksikliği kansızlığın başlıca nedenlerindendir.

    Kansızlık tedavi edilmediğinde hayat kalitesini ciddi şekilde düşürür.
    Halsizlik, yorgunluk, soluk bir cilt, asabiyet, uykusuzluk, konsantrasyon eksikliği, saç dökülmesi, tırnaklarda incelme ve kırılma görülebilir. Kansızlık ileri derecelerde elde ve ayakta karıncalanma, depresyon, çarpıntı, kulak çınlaması, görme ve işitme kaybı gibi sorunları da beraberinde getirir.

    Anne karnında bebeğin gelişimini engeller.
    Kadınlarda özellikle hamilelik döneminde en sık karşılaşılan anemi türü demir eksikliği anemisidir. Demir eksikliği anemisinin en sık karşılaşılan nedeni yetersiz demir alımıdır. Demir hayvansal gıdalarda, iyi pişmiş kuru baklagillerde, kurutulmuş meyvelerde (kayısı, üzüm v.s.), pekmezde, fındık, fıstık, tahin gibi gıdalarda, yeşil yapraklı sebzelerde bol miktarda bulunur. Folik asit ve b 12 vitamini eksikliği de gıdalarla ilgili olan anemiye neden olur. Basur, mide, barsak sisteminde olan kanamalar ya da benzeri patolojiler nedeni ile kronik kan kaybı gelişmekte olan bebeğin annesinin depolarını tüketmesi de diğer bir nedendir. Hamilelik döneminde kansızlık sorunu ciddiye alınmadığında ve derinleştiğinde bebeğin gelişimini engelleyebilir.

    Aneminin nedeni iyi tespit edilmeli.
    Anemi tedavisinde birinci koşul, anemiyi yapan nedenin çok net ortaya konulmasıdır. Eğer kansızlığın nedeni demir eksikliğiyse hastada demir tedavisine başlanırken diğer taraftan demir eksikliğinin nasıl ortaya çıktığının bulunması büyük önem taşıyor.

    Mide bağırsakta kayıp söz konusuysa bu durumun nereden kaynaklandığı tespit edilip ortadan kaldırılması gerekir. Jinekolojik kayıpsa, bir jinekoloji uzmanıyla birlikte problemin çözülebilir. Kansızlık bir sonuçtur. Bu sonucu oluşturan sebep mutlaka aydınlatılmalı ve tedavi edilmelidir.

    Bu besinler kan yapıyor. Demir yetersizliğine bağlı anemi tedavisinde doğru bir beslenme düzeni oluşturmak büyük önem taşıyor. İşte kansızlığa iyi gelen besinler; karaciğer, kırmızı et, tavuk ve balıketi, yumurta, üzüm ve pekmez, kuru baklagiller, kuru kayısı, kuru üzüm, kuru dut gibi kuru meyveler, yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, pazı ), fındık, fıstık ve susam demir eksikliği ileri boyutta olan kişiler; süt, yoğurt ve ayran gibi kalsiyum içeren gıdaları yemeklerin yanına değil, ara öğünlerde tüketmelidir. Çünkü kalsiyumun demirin emilimini yavaşlatma özelliği vardır.

    Yemeklerle çay ve kahve tüketilmemelidir. C vitamini demir emilimini arttırır.

  • Kan değerleriniz ve siz !

    Kan değerleriniz ve siz !

    Kansızlık sorunu yaşıyorsanız yalnız değilsiniz. Bu soruna toplumda çok sık rastlanıyor. Kansızlık kadınlarda jinekolojik, erkeklerde mide-bağırsak sistemi, çocuklarda hızlı büyüme kaynaklı olabildiği gibi bunların dışında kalan farklı nedenler de bulunuyor.

    Kansızlık tıp dilinde, ‘anemi’ olarak adlandırılıyor ve kana rengini verip kırmızı kan hücreleri olarak adlandırılan alyuvarların (eritrosit) azalması olarak tanımlanıyor. Bu sorunun bir hastalık değil, bir laboratuvar bulgusu olduğuna dikkat çeken Hematoloji ve Hücresel Tedaviler Koordinatörü Prof. Dr. İhsan Karadoğan, ” Kansızlık sorunu yaşayan bir hastada öncelikle kansızlığa neden olan hastalığın bulunması gerekir” diyor.

    Bu nedenle hastaya asıl tanının konulabilmesi için öncelikle var olan kansızlığa yol açan hastalığın araştırılması gerekiyor. Kansızlığa yol açabilen yüzlerce hastalık konusu olduğu için aynı anda olası tüm hastalıkları saptamaya yönelik testlerin yapılması hem zaman hem de ekonomik açıdan mümkün olmuyor. Bu nedenle hastanın cinsiyeti ve o sıradaki yaşında en sık görülen hastalıklar dikkate alınarak, bu hastalıkları saptamaya yönelik değerlendirmelerin adım adım yapılması büyük önem taşıyor.

    Bunun için öncelikle hastanın öyküsü ve muayenesinde saptanan anormalliklerin belirlenmesi ve ardından tanı amaçlı çeşitli laboratuvar testlerin yapılması gerekiyor. Yapılan testlerin birincil amacının hastada gerçekten bir kansızlık olup olmadığının saptanması, eğer kansızlık varsa derecesinin belirlenmesi olduğu belirtiliyor. İkinci aşamada ise kansızlığa yol açan asıl hastalığın adının konabilmesi için gereken testler yapılıyor.

    TAM KAN SAYIMI KANSIZLIĞA İLİŞKİN BİLGİ VERİYOR

    Bir hastada kansızlık olup olmadığının ortaya konulması için yapılması gereken ilk kan testi “tam kan sayımı” olarak adlandırılıyor. Tam kan sayımı günümüzde otomatik kan sayım cihazları ile yapılıyor. Bu cihazlar hızlı, ucuz ve pratik olarak hem kansızlık derecesi hem de kansızlığa yol açan hastalıklar hakkında önemli ipuçları sunuyor. Cihazdan çıkan veriler, kansızlığın derecesiyle ilgili de bilgiler veriyor.

    Buna örnek olarak, “eritrosit sayısı denilen ve 1 milimetre küpte bulunan hücre sayısı, hemoglobin düzeyi ve hematokrit oranı en sık kullanılan parametrelerdir” diyen Karadoğan, elde edilen değerlerin normalin altında olmasının bir kansızlık göstergesi olduğunu söylüyor. Bunlara bakarak kansızlığın düzeyi saptanmış oluyor. Bu ilk aşamadan sonra yapılacak diğer testler kansızlığa yol açan hastalıkların saptanması için gerçekleştiriliyor. Bu yapılırken bu soruna yol açabilecek yüzlerce çeşit hastalık olduğunun unutulmaması gerekiyor.

    BİRÇOK HASTALIĞIN KANSIZLIK YAPICI ETKİSİ VAR

    Kansızlığa yol açacak birçok hastalık bulunuyor. Kadınlarda, erkeklerde ve farklı yaş gruplarında kansızlık yapan hastalıklar birbirinden farklılıklar gösteriyor. Dr. Karadoğan demir eksikliğine bağlı kansızlığın toplumda en sık görülen kansızlık nedeni olduğunu belirtiyor.

    Demir eksikliği dışında folik asit ve B 12 vitamini eksikliği gibi vitamin eksiklikleri de en sık görülen kansızlık nedenleri arasında yer alıyor. Kansızlık birçok kronik gidişli hastalığa da eşlik edebiliyor. Romatizmal hastalıklar, otoimmün hastalıklar, kronik seyreden enfeksiyon hastalıkları, bir çok kanser türleri, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, karaciğer hastalıkları ve hipotroidi gibi bazı endokrin hastalıklar da kansızlığa yol açabiliyor.

    Akdeniz anemisi olarak bilinen talasemi gibi birçok kalıtsal hastalık da özellikle çocuklarda kansızlık yapan önemli hastalıklar arasında yer alıyor. Travma veya mide-bağırsak kanaması gibi nedenlerle oluşabilen akut kanamalar da önemli bir kansızlık nedeni olabildikleri gibi şok tablosu yaratarak yaşamı tehdit edebildikleri için ayrı bir önem taşıyor. Özellikle kadınlarda en sık görülen kansızlık türü, demir eksikliği anemisinden kaynaklanıyor. Bu sorunla her üç kadından birinde karşılaşıldığı belirtiliyor.

    Prof. Dr. İhsan Karadoğan, demir eksikliği anemisinin bir tanı olmadığını söylüyor. Kansızlığın demir eksikliğinden kaynaklandığı gösterildikten sonra buna yol açan nedenin mutlaka ortaya çıkarılması gerekiyor. Doğurganlık çağındaki kadınlarda kan değeri düşüklüğünün en önemli nedeninin her ay adet kanamaları nedeniyle yaşanan kan kayıpları olduğu belirtiliyor. Gebelik sırasında annenin depolarında bulunan önemli miktarda demir bebeğe aktarıldığı için tekrarlayan doğumlar kadın için risk anlamına geliyor.

    En önemli neden kadın hastalıkları

    Kadınlardaki kansızlığın en önemli kayıp kaynağını jinekolojik nedenler oluşturuyor. İkinci sırada gelen kan kayıp nedeni ise mide bağırsak sisteminden kaynaklanan kanamalar olarak görülüyor. Midede ülser nedeniyle gizli ya da açık kanama, bağırsakta olabilecek ülser, polip, divertikül, hemoroid gibi iyi huylu hastalıkların yanında mide ve bağırsakta gelişen kanserler de vücutta kan kayıplarına neden olabiliyor. Bu nedenle demir eksikliği tanısı konulan kişide mutlaka bunun altında yatan nedenin araştırılması gerekiyor.

    Hamilelikte Kansızlık ve Demirin Önemi için tıklayın !

    Erkeklerde ilk sırada mide-bağırsak hastalıkları var

    Erkeklerde demir eksikliği kadınlara göre daha az oranda görülüyor. En önemli nedenin, mide bağırsak sisteminden kaynaklanan kanamalar olduğu belirtiliyor. Bu soruna; mide ülserleri, hemoroid, alkol ve sigara tüketimi fazla olan kişilerde gastrit nedeniyle oluşan yaralar neden oluyor. Erkeklerde demir eksikliğine bağlı kansızlık saptanması durumunda öncelikle mide ve bağırsak sisteminde görülebilecek sorunların araştırılması gerekiyor.

    Erkekler ve 40 yaş üzeri kadınlar dikkatli olmalı

    Mide ve bağırsaktan olan kanamalar hem erkek hem de kadınlarda önemli bir demir eksikliği nedeni. Ne iyi ki bu problemlerin altında hastaların çoğunda kolay tedavi edilebilen ülser, gastrit, hemoroid gibi iyi huylu hastalıklar yatıyor. Ancak erkekler ve 40 yaş üzeri kadınların yüzde 10 kadarında mide ve bağırsak sisteminden kaynaklanan kanserler kendini demir eksikliğine bağlı kansızlık şeklide gösterebiliyor. Demir eksikliğine yol açan nedenin zamanında saptanması bu tür kanserlerin erken tanınmasına yol açarak tedavi şansını yükseltiyor. Ancak tanıda geç kalınması hastanın kanser açısından tedavi şansını yitirmesine ve yaşamını yitirmesine yol açabiliyor. Prof. Dr. İhsan Karadoğan, demir eksikliği saptanan erkek ve 40 yaş üzeri kadınlarda mide-bağırsak sistemine ait bir yakınma olmasa bile bu sistemin endoskopik yöntemlerle taranmasının çok önemli olduğunu belirtiyor.

    Kanserin ilk belirtisi olabilir

    Kanamaya bağlı gelişen demir eksikliği dışında başka mekanizmalarla gelişen kansızlıklar da bazı kanserlerin ilk belirtisi olabiliyor. Örneğin başta kan kanserleri olmak üzere çeşitli kanserlerin kemik iliğini işgal etmesi kansızlık nedeni olabiliyor. Bu nedenle, sorunun ortaya çıkış nedeninin ayrıntılı şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Kansızlığın nedeninin saptanması bazen kolay olabildiği gibi bazı durumlarda tanı haftalar sonra konabiliyor.

    Çocuklarda kansızlık hızlı büyüme kaynaklı olabilir

    Vücudun demir ihtiyacı hızlı büyüme sırasında artıyor. Çocukluktan gençliğe hızlı geçiş dönemi olan ergenlikte, eğer besinlerden alınan demir yeterli olmuyorsa, yine bir kansızlık tablosu oluşabiliyor. Demir emilimini bozan nedenlerden biri olan kronik ishal ve emilim bozuklukları gibi nedenler bu tip sorunlara yol açsa da bunların nadir görüldüğü belirtiliyor. Kansızlık bazı durumlarda doğuştan kalıtsal hastalıklar nedeniyle de oluşabiliyor. Bu tip hastalıklar özellikle çocuk çağında tanınıyor. Bu nedenle hastanın kansızlığının nedeninin kalıtsal mı yoksa sonradan başka bir nedenle mi ortaya çıktığının detaylı şekilde araştırılması gerekiyor.

    Habertürk

  • Kolon ve Rektum Kanserinde Tedavi

    Kolon ve Rektum Kanserinde Tedavi

    Kalın bağırsak (kolon) ve bunun son kısmı olan rektumun kanserleri kadınlarda meme, erkeklerde akciğer kanserinden sonra kanserden ölüme yol açan ikinci büyük sebeptir. Özel BSK Eskişehir Anadolu Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Bekir Yaşar, barsak kanserlerinin önlenebilir ve erken teşhis durumunda tam tedavi edilebilir olduğunu söyledi.

    Kolon ve rektumda kanserlerin büyük bölümü poliplerden kaynaklanır. Yapılan araştırmalar bağırsak tümörlerinin sadece küçük bir bölümünün polip olmadan geliştiğini göstermektedir.

    Bağırsak içini döşeyen mukoza isimli dokuyu oluşturan hücreler bazen polip adını verdiğimiz küçük yumrular oluşturabilirler. Polipler iyi huylu tabir edilen ve çevreye yayılma potansiyeli olmayan büyümelerdir.

    Bağırsak polipleri ortalama 45-50 yaşından itibaren belirmeye başlarlar. Gelişen poliplerin %10-20 kadarı ortalama 8-10 yılda habis özellik kazanırlar, yani kanserleşirler.

    Poliplerin çapı 1cm’den büyüdükçe, sayıları çoğaldıkça kansere dönüşme ihtimali artar.

    Yakın akrabalarında bağırsak kanseri ve ailesel geçiş gösteren polipleri olanlarda, inflamatuar bağırsak hastalığı (ülseratif kolit ve crohn) olan bireylerde ve daha önce meme, yumurtalık ve rahim kanseri nedeniyle tedavi görmüş hastalarda bağırsak polip ve kanserinin gelişme riski daha yüksektir.

    Hiçbir ilave risk faktörü olmayan kişilerde ise risk 40-50 yaşından sonra yaş ile doğru orantılı olarak artmaya başlar

    Polipler ve bağırsak kanseri büyük boyutlara ulaşmadıkça önemli bir rahatsızlık vermezler. Erken tanı ancak tarama testleri ile konur.

    Makattan kan gelmesi üzerinde önemle durulması gereken bir şikayettir. Ancak bu genellikle kişi tarafından hemoroid (basur) olarak kabul edilip hekime başvurulmaz. Bu da çok değerli olan zamanın ziyan edilmesine yol açar.

    Dışkılama alışkanlığının değişmesi teşhise gitmede en önemli şikayetlerden birisidir. Her bireyin belli bir dışkılama alışkanlığı vardır. Bir günde 3 kez ile, haftada 3 kez dışkılama gibi geniş bir yelpaze tıbben normal olarak kabul edilir. Ancak düzenli bağırsak alışkanlığı olan bir insanda zaman zaman halsizlik ve ishallerin birbirini takip etmesi mutlaka araştırılmalıdır.

    Bağırsak kanserinin tama yakın bölümü poliplerin bir takım değişiklikler sonrası 5-10 yıllık bir süreç içinde habis özellikler kazanmasıyla gelişir. Polipler bulunup yok edildiğinde bağırsak kanserine dönüşüm de olmayacaktır.

    Ancak poliplerin ve bağırsak kanserinin büyümeden herhangi bir bulgu vermemesi nedeniyle teşhis için şüpheci olmak ve özellikle yüksek risk taşıyan grupta tarama testlerinebaşvurmak önem taşır.

    Araştırmalar bağırsak kanseri gelişiminde beslenmenin çok büyük rolü olduğunu göstermiştir. Posadan zengin, hayvansal gıdalardan fakir beslenen toplumlarda bağırsak kanseri az görülmektedir. Protein ve yağ bakımından zengin gıda ile beslenen ABD gibi ülkelerde barsak kanseri daha çok görülmektedir.

    Dışkıda gizli kan bakılması, parmakla rektal muayene ve kolonoskopi ile şikayeti olmayan hastalar taranır. Bunlardan en objektif ve faydalı yöntem kolonoskopidir. Kolonoskopi kalın bağırsak (kolon) ve son kısmının (rektumun) içinin ayrıntısıyla görülmesini sağlayan endoskopik bir tetkik yöntemidir. Kolonoskopi yapılırken bağırsaklar içinde bulunan polipler çıkartılabilir ve şüphe edilen bölgelerden örnek alınabilir.

    Herhangi bir risk faktörü olmayan bireylerde imkanlar nispetinde 40 yaşından itibaren her yıl dışkıda gizli kan ve parmakla rektal muayene, 50 yaşından itibaren 5-10 yıl arayla kolonoskopik tetkik yapılması uygundur.

    Yüksek risk grubuna tarama testlerinin uygulanması çok daha önemlidir. Bu kişilerde 50 yaşından itibaren tüm kolon ve rektum ayrıntısı ile tetkik edilmelidir. Ailede bağırsak kanseri olan bireylerde akrabadaki kanser 50 yaşından önce teşhis edilmişse bu yaştan beş yıl önce endoskopik tetkik uygulanmalıdır. Örneğin, 45 yaşındaki bir kişide bağırsak kanseri teşhis edilmişse, bu kişinin oğlu/kızı ve kardeşlerine 40 yaşına geldiklerinde kolonoskopi yapılmalıdır.

    Kolonoskopi sırasında polip bulunursa bunlar o an endoskopik olarak alınırlar. Bu kişilerin kolonoskopisi 1-3 yıl sonra yeni belirebilecek poliplerin de yok edilmesi için tekrarlanmalıdır.

    Kolonoskopi sırasında polip bulunamazsa riskli grupta 3-5 yıl, risksiz grupta 5-10 yıl sonra kolonoskopi tekrar edilir.

    Ailevi kolon polipozu adı verilen ve kalın bağırsakta binlerce polip olan ve nadir görülen bir grupta çocuklar 13-14 yaşından itibaren tarama testlerine alınmalıdır.

    İnflamatuar bağırsak hastalıklarında (ülseratif kolit ve crohn) hastalık süresi uzadıkça bağırsak mukozasında kanser gelişme riski fazlalaşır. Bu kişiler hem hastalığın gidişatının hem de habis tümör gelişiminin incelenmesi açısından yakın takip altında olmalıdırlar.

    Polipler kansere dönüşünce buradaki hücreler bir süre bulunduğu yerde büyür ve habis hücreler belli bir aşamadan sonra vücudun çeşitli yerlerine dağılmaya başlar (metastaz).

    Bağırsak tümörü en çok lenf yollarını kullanarak metastaz yapar. Lenf yolları bağırsaklardan emilen gıda ve bağırsaklara gelen sıvının fazlasını dolaşıma taşıyan lenfatik sistemin bir parçasıdır.

    Bağırsak tümörü lenf yolları ile karaciğere, kan damarları yoluyla da diğer organlara metastaz yapabilir. Bulunduğu yerde büyüyen tümör bağırsakta geçişi engelleyip bağırsak tıkanıklığına da yol açabilir.

    Tedavinin esası cerrahidir. Tümörü barındıran bağırsak bölümü lenf yolları ve kan damarları ile beraber çıkartılır. Kalan bağırsak parçaları birbirine anastomoz ismi verilen bir işlemle birleştirilir ve devamlılık sağlanır.

    Tümör ve lenf yollarının birlikte çıkartılması çok önemlidir. Lenf sistemine yayılım varsa çıkartılacağı için tedaviye katkıda bulunmuş olur.

    Ayrıca ameliyat sonrası yapılacak patoloji tetkikinde lenf düğümlerinde habis hücre aranır. Lenf düğümlerinde metastaz olması durumunda hastanın iyileşme şansını arttırmak için kemoterapi yapılır.

    Rektum kalın barsağın son kısmıdır. Rektum anüs ile sonlanır. Bu bölgede dışkının tutulmasını sağlayan çok hassas kaslar (sfinkter) ve sinirler vardır. Rektumda tümör olunca geçmişte rektum, anüs ve sfinkterler tamamen çıkartılır ve hastaya kolostomiuygulanırdı. Kolostomi kalın barsağın karın duvarına açılmasıdır. Bunun dışına cilde bir torba yapıştırılarak dışkının birikmesi sağlanır. Günümüzdekolon ve rektum cerrahisi ile ilgilenen cerrahlar anatomik bilgilerini ve ameliyat tekniklerini geliştirmişlerdir. Bu sayede 10 yıl öncesine göre kolostomiye daha az gerek duyulmaktadır. Rektumdaki tümörün altında sağlıklı bir-iki santimetrelik bir bölüm varsa rektum çıkartılıp yukarıdaki sağlıklı bağırsak parçası anüs ve sfinkterlerin olduğu son kısma anastomoz edilebilmektedir (birleştirilebilmektedir). Bazı durumlarda ameliyat öncesitümöre radyoterapi(ışın tedavisi) ve kemoterapiuygulanıp tümörün büzüşmesi (küçülmesi) sağlanmaktadır. Bu sayede ameliyatın başarı şansı artmaktadır. Günümüzde sadece anüs ağzına 3-4 cm yakınlıktaki tümörlerde anüs çıkartılmaktadır.

    Kolostomi kalın barsağın karın duvarına açılmasıdır. Bunun dışına yapıştırılacak özel bir torba ile dışkının birikmesi sağlanır. Eskiden beri kolostomi ve torbası kalın bağırsak kanseri olan hastalar için dehşet verici bir simge olmuştur.

    Günümüzde konu ile ilgilenen cerrahların tecrübe ve bilgisi artmış ve çok daha az sayıda hastanın kolostomiye ihtiyacı olmaya başlamıştır. Ne var ki hala bazı hastalar için kolostomi gerekmektedir. Kolon ve rektum cerrahisi ile ilgilenen cerrahın birinci görevi hastanın hayatını kurtarmaktır. Bu yüzden gereken durumlarda kolostomi çekinmeden uygulanmalıdır. Ancak bu işlem hastaların hayatını neredeyse hiç etkilemeyecek hale gelmiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi artık cerrahlar kolostominin hastaya en uygun nasıl yapılması gerektiğini daha iyi öğrendiler. İkincisi belki de en önemlisi teknolojik gelişmeler mükemmele yakın kolostomi torba sistemlerinin yapılabilmesine olanak sağladı. Torbalar ortama herhangi bir koku yaymayan, cilde sıkıca tutunup kesinlikle açılmayan ve işi bitince atılıp yenisi kolayca takılabilen hale geldi. Bu gelişmeler sonucu kolostomi insanın sosyal ve mesleki hayatında herhangi bir olumsuz etki yaratmamaktadır. Pek çoğumuzun çevresinde bulunan başarılı bir yönetici, işadamı, sanatçı vb meslek grubundaki kişiler pekala kolostomi taşıyor olabilirler ve çevrelerinde hiç kimse bunu fark etmemiştir.

    Sonuç olarak gereken durumda uygulanan kolostomi artık korkulan değil bağırsak kanserinden kurtuluşun simgesi haline gelmelidir.

    Erken teşhis edilen ve bağırsak dışına çıkmamış durumlarda sadece iyi yapılmış bir cerrahi hastayı sağlığına kavuşturmaktadır.

    Bağırsak dışına ve lenf yollarına yayılma olmuş ise etkili ameliyatın yanı sıra kemoterapi ve bazen radyoterapi şifa ihtimalini arttırmaktadır. Bağırsak kanserindeki kemoterapi uygulamaları zannedildiği kadar vücudu sarsıcı özellik taşımamaktadır. Bu yüzden ileri yaştaki hastalara bile kemoterapi endişe duyulmadan yapılmaktadır.

    Bağırsak kanserinin en çok yayıldığı organlar olan karaciğer ve akciğerdeki metastazlar uygun şartlar oluştuğunda artık ameliyat ile çıkartılmakta ve bu da hastaların sağlığına büyük katkıda bulunmaktadır.

  • Kadınlar Neden Daha Çok Üşür?

    Kadınlar Neden Daha Çok Üşür?

    Kimileri soğuğa daha dayanıklıyken, kimilerinin ayakları neden bir türlü ısınmaz? İşte merak edilen sorunun yanıtı.

    Kimileri soğuğa daha dayanıklıyken, kimilerinin ayakları neden bir türlü ısınmaz? Erkekler kadınlara oranla soğuktan daha az mı etkilenir?

    Spor hekimi Joachim Latsch herkesin kendine has bir üşüme tarzı olduğunu belirtiyor ve bunun nedeni “Her insanın cildinde sıcak ve soğuğu algılayan sensörler mevcut. Bu sensörlerin dağılımının farklı oluşu nedeniyle herkesin ısı algısı da farklı” şeklinde açıklıyor.

    Örneğin kimi insanların kulaklarında soğuğu algılayan sensörler fazla olduğu için kulakları çok üşürken, kimilerinde bu sensörler ayaklarda yoğunluk gösteriyor ve ayakları bir türlü ısınmıyor. Bunun dışında tüm insanlarda farklı miktarda sensör bulunuyor. Ancak dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun insanlar yaklaşık olarak aynı vücut ısısına sahip.

    Joachim Latsch, “İnsandan insana biraz oynama göstermekle birlikte hepimizin vücut ısısı yaklaşık 36,5 derece. Aradaki fark sadece 4-5 derece olsa da bu ısının 42 dereceyi aşması, hayati tehlike anlamına geliyor. Yine 30 derecenin altı da aynı şekilde ölümcül” diyor.

    Ölümcül olabiliyor

    Vücut ısısı aşırı şeklide düştüğünde kalp ve beyin gibi hayati önem taşıyan organlar görevlerini yerine getirememeye başlıyor. Bu da baygınlık ve hatta donarak ölüme sebebiyet verebiliyor. Bu nedenle vücut ısısındaki en küçük bir düşüş, alarm sinyallerinin çalmaya başlamasına neden oluyor. Gözle görülebilen ilk sinyal, vücuttaki tüylerin diken diken olması.

    Joachim Latsch sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu insanların vücudunun tamamen tüylerle kaplı olduğu zamanlardan kalma bir şey. Sahip olduğumuz tüm tüylerin çıkış noktasında küçük bir kas mevcut. Soğukla karşılaştığında bu kas kasılıyor ve bu da tüylerin dikleşmesini sağlıyor.”

    Bu hareketin temelinde tüyler arasında vücudu ısıtacak bir hava tabakası oluşturma mantığı yatıyor. Latsch vücudun soğuğa karşı başka bir tepkisininse titreme ve dişlerin birbirine vurması olduğunu belirtiyor: “Vücut ‘Üşüyorum, o halde bir şeyler yapmalıyım’ diyor. İşte o noktada kaslarda titreme başlıyor. Ancak çenemiz çiğneme hareketi için ihtiyaç duyduğumuz çok güçlü bir kas yapısına sahip ve iki küçük eklemle oldukça gevşek bir biçimde başımızın geri kalanına tutturulmuş durumda. Bu kaslar titremeye başladığında çenemiz çok hareketli olduğundan dişlerimiz hızlı bir biçimde birbirine vurmaya başlıyor.”

    Kasların etkisi

    Kaslardaki titreme hareketi dolaşımı hızlandırıp ısınmamızı sağlıyor. Vücuttaki kas oranı da yine üşüme üzerinde etkili bir diğer faktör. Kadınların vücudu ortalama yüzde 25 oranında kastan oluşurken, erkeklerde bu oran ortalama yüzde 40 seviyesinde. Vücuttaki kas oranı yükseldikçe soğuğa dayanıklılık da artıyor. Kadınların çok üşümesinin altında da bu neden yatıyor. Yani soğuğa dayanıklılık için biraz kilolu olmanın avantajlı olduğunu savunan yaygın görüş aslında hurafeden ibaret.

    Joachim Latsch, “Üşümek istemiyorsanız kilo almaya çalışmayın, kalkıp hareket edin” diyor.

  • Kadınlarda Saç Dökülmesinin Nedenleri

    Kadınlarda Saç Dökülmesinin Nedenleri

    Kadınlarda güzelliğin vazgeçilmez unsurlarından olan saçlar, birçok nedenden ötürü dökülerek o ihtişamlı görüntüsünü kaybeder. İşte kadınlarda karşılaşılan saç dökülmelerinin nedenleri ve alınabilecek önlemler…

    Genetik özellikler, bilinçsiz kozmetik kullanımı, yanlış saç bakım yöntemleri, stres, mevsimsel dökülmeler gibi sebeplerden dolayı saç köklerinde meydana gelen tahribatlar saç tellerinde incelmeye, saçların dökülmesine neden olur.

    Amerikan Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Dr. Bilgehan Yılmaz, saç dökülmesinin sadece dökülmeye sebep olan etkeni bilip ona karşı bir önlem aldığında durdurulabileceğini belirtiyor.

    Demir eksikliği ve kansızlık

    Saç dökülmesinin bir çok nedeni olabilir. Demir eksikliği ve buna bağlı kansızlık veya başka sebeplerle kansızlık (anemi), tiroit hastalıkları, yumurtalıklara bağlı hormonal düzensizlikler gibi sebepler genel olarak daha sıktır. Fakat kronik stres faktörleri ve ailevi yatkınlık da saç dökülmesinde önemli faktörlerdir.

    Kalıtım

    Kadınlarda da erkeklerde olduğu gibi kalıtımın etkisi vardır fakat erkeklerde görülen sıklıkta ortaya çıkmaz. Kalıtsal faktörlerin etkisi ile ortaya çıkar ve “kadında erkek tipi saç dökülmesi” olarak Türkçeleştirebileceğimiz tabloda saçlar zaman içinde giderek incelir, tüysüzleşir ve bu incelme ile giderek alına yakın tepe bölgesinde seyrelme başlar. Çok ileri vardığı durumlarda kadında da tepede erkekteki gibi kellik tablosu ortaya çıkabilir.

    Doğal saç kaybı

    Her gün belli miktarda saç kaybederiz. Bunlar doğal yaşam sürelerini tamamlamış ve dökülmeleri gereken saçlardır. Yerlerine yenileri çıkar. Çeşitli kaynaklara göre değişkenlik gösterse de günde 100 adete kadar saç kaybı normal kabul edilir.

    Saç bakım işlemleri

    Fön, perma, boya gibi işlemlerde saçlar kopup, kırılabilir. Zamanla cansız, kuru ve mat görünmeye başlayabilirler. Buna rağmen saç kökleri zarar görmez. Biz gene de doğru ve kaliteli ürünler kullanmaya özen göstermeliyiz.

    Psikolojik etkenler

    Saçlarımızın sağlığı tüm bedenimizin sağlığı ve yaşamımızdaki psikolojik faktörlerle de ilgilidir. Sağlıklı ve huzurlu bir yaşam için gayret göstererek saçlarımıza yardımcı olabiliriz. Ne yaparsak yapalım değiştiremeyeceğimiz kalıtsal faktörlere gelince, eğer bunlarla ilgili bir saç problemi yaşıyorsak mutlaka bir dermatoloğa görünmeliyiz.

    Beslenme alışkanlıkları

    Beslenme tüm vücut sağlığımız için olduğu gibi saçlarımız için de önem taşır. Beslenmenin dengeli olması çok önemlidir. Kilo verme veya ince kalma kaygısı ile yapılan diyetler bazen saçlarımıza zarar verebilmektedir. Hatta bazı kadınlardaki sürekli saç dökülmesinin sebebi dengesiz beslenmeleridir. Hiç yağ yememek, çok düşük kalorili rejimler yapmak ya da proteinden fakir beslenmek sonucunda saç dökülmesi kaçınılmazdır.

    Neden bilinmeden dökülme engellenemez

    Saç dökülmesini, sadece dökülmeye sebep olan etkeni bilip ona karşı bir önlem aldığınızda durdurabilirsiniz. Örneğin demir eksikliğine bağlı bir kansızlıktan dolayı saç dökülmesi problemi yaşıyorsanız, saçınıza herhangi bir yağ ya da başka bir ürün sürerek bu problemi çözemezsiniz, demir almanız, eksik demir depolarınızı doldurmanız gerekmektedir. Kısmen eczanelerde de satılan bu tür bakım amaçlı ürünler saçlarınızın daha parlak ve bazen de daha hacimli görünmesini sağlayabilir ancak eğer gerçek bir saç dökülmesi probleminiz varsa bunu engelleyemezler. En başta da söylediğim gibi önce bir uzman durumu değerlendirmeli, gerekli görürse tetkikler istemeli ve sonrasında tedaviyi sürdürmelidir.

    Arkasında bir hastalık olabilir

    Çoğu kadını sadece estetik bir kaygıya yönelten saç dökülmesinin arkasında bazen bir hastalık gizlenebildiğini unutmamalıyız. Saçlarımızın olağandışı bir şekilde döküldüğünü düşünüyorsak etraftan duyduğumuz tavsiyelere kulak asmamalı ve önce bir uzmanla görüşmeliyiz.

  • Dispepsi

    Dispepsi

    Dispepsi, karnın üst bölgesine yerleşmiş olan şişlik, bir aydan fazla süredir devam eden ağrı, geğirme ve gaz çıkartmayla seyreden şikayetler paketidir.

    Halk arasında hazımsızlık diye adlandırılır ve sık görüldüğü için pek de önemsenmez. Dispepsi, kendi başına bir hastalık olmaktan çok, genellikle altta yatan bir sorunun belirtisidir.

    Dispepsi belirtileri
    – Mide yanması
    – Karın ağrısı
    – Şişkinlik
    – Geğirme ve gaz
    – Bulantı ve kusma
    – Ağızda acımsı veya asitli tat

    Bu belirtiler stresli zamanlarda artabilir. Dispepsiyle birlikte göğüs alt bölgesinde bir yanma şikayeti de oldukça sık görülmektedir. Kadın ve erkeklerde her yaş grubunda görülebilir.

    Aşırı alkol kullanımı, aspirin gibi mideyi tahriş eden ilaçlar, sindirim kanalında ülser gibi bozukluklar ve endişe hali ya da depresyon gibi duygusal sorunlar riski artıran faktörlerdir.

    Hastalığın sebepleri
    Hastalıklar:
    – Ülser
    – Gastro-özofageal reflü (GERD) (asitli mide içeriğinin yemek borusuna geçmesi)
    – Mide hastalıkları (gastritten, ciddi hastalıklara kadar her türlü mide hastalığı)
    – Gastroparezi (midenin normal boşalmaması durumu)
    -Mide enfeksiyonları
    – İritabl bağırsak sendromu
    – Kronik pankreatit
    – Tiroid hastalığı
    – Hamilelik
    – Sindirim sistemi hastalıkları

    İlaçlar:
    – Aspirin ve ağrı kesiciler
    – Östrojen hormonu ve doğum kontrol hapları
    – Kortizon
    – Bazı antibiyotikler
    – Tiroid ilaçları

    Yaşam tarzı:
    – Bir oturuşta çok fazla, hızlı ve yağlı yemek
    – Fazla alkol alımı
    – Sigara
    – Stres ve yorgunluk
    – Mide asidi fazlalığı
    – Yemek yerken aşırı hava yutulması

    Nasıl tanı konur?
    Dispepsi şikayetleriniz varsa daha ciddi bir durumun varlığını ekarte etmek için mutlaka doktorunuza gidin. Çünkü dispepsi geniş bir kavramdır, altında çeşitli hastalıklar gizlenebilir.

    Doktorunuz altta yatan başka hastalıkları araştıracaktır. Bu amaçla birçok kan testi yapabilir, görüntüleme tetkikleri isteyebilir. Yemek borusunu, mideyi ve bağırsakları daha iyi incelemek için endoskopi isteyebilir.

    Dispepsi bir hastalıktan çok bir semptom olduğundan, tedavisi genellikle altta yatan nedene bağlıdır.

    Dispepsi şikayetleri çoğu kez birkaç saat içinde kendiliğinden düzelir ve çoğu hasta doktora başvurmaz. Özellikle 40 yaşın üzerindeki dispepsi yakınmalarının ciddiye alınması gerekir.

    Araştırmalar sonucu altında başka bir hastalık bulunmazsa aşağıdaki öneriler şikayetlerin giderilmesinde yardımcı olabilir.

    Bu önlemlerle dispepside düzelme olmadığında, doktorunuz semptomları hafifletmek için ilaç yazabilir.

    Dispepsiye neden olan yemekleri saptamak için bir yemek günlüğü tutulması da çok faydalı olacaktır. İnsanlar yazdıklarını sonradan incelerken bir anda yedikleri sırada fark etmedikleri önemli ipuçlarını görebiliyorlar.
    Bazen kalp krizleri de dispepsiye benzeyen belirtilere yol açabilir. Bu şikayetler aniden başladıysa ve sizin için olağan dışıysa ve ayrıca nefes darlığı, terleme veya çeneye, boyuna, kola yayılan ağrıyla birlikteyse derhal tıbbi yardım istenmelidir.

    – Bir oturuşta çok fazla yemek yemeyin.

    – Baharatlı yemeklerden kaçının.

    – Turunçgiller ve domates gibi yüksek miktarda asit içeren gıdaları tüketmeyin.

    – Sigarayı bırakın.

    – Alkollü içeceklerden uzak durun.

    – Kafeinli ve gazlı içecekleri tüketmeyin.

    -Karnınızı sıkan dar giysilerden kaçının. Bunlar mideye baskı yaparak içindekilerin yemek borusuna geçmesine neden olur.

    -Yedikten hemen sonra yatmayın veya uzanmayın.

    -Son yediğiniz yemekle yatma saatiniz arasında 2-3 saat olsun.

    -Yatağın baş ucu ayak ucundan en az 15 cm. yüksekte olsun. (Yüksek yastık değil, yatağın başucunu altına kitap gibi bir şeyler koyarak yükseltin veya özel reflü yastıkları kullanın) Böylece yatarken yediklerinizin yemek borusu yerine, bağırsaklara doğru akışı sağlanır.

  • Kadınlarda Kansızlık (Anemi)

    Kadınlarda Kansızlık (Anemi)

    Kansızlık, adet düzensizliğine, gebe kalmada riske, kalp damar hastalıklarında artışa, kadının yaşam süresinin kısalmasına, yorgunluk, tırnaklarda beyazlık, sağlıklı insanlarda alt göz kapağı aşağıya çekildiğindeki kırmızı görüntünün beyaza yakın olması, cilt renginin kara sarı durması, nefes almada sıkıntı çekilmesi ile belirti veriyor.

    Türkiye’de kadınların yarısından fazlası kansızlık (anemi) problemi yaşıyor. Türkiye Aile Planlaması Derneği Başkanı Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu, kadınların yaşamları boyunca ciddi oranlarda kan kaybettiklerini belirterek, kansızlığın, adet düzensizliğine, gebe kalmada riske, kalp damar hastalıklarında artışa, kadının yaşam süresinin kısalmasına, iş ve yaşam performansında azalmaya neden olabileceğini kaydetti. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda çok çalıştığını ifade eden Şatıroğlu, bakanlığın, geçtiğimiz 3 yıl boyunca ücretsiz demir hapı dağıttığını söyledi.

    ERKEN YAŞLANMA RİSKİ

    Şatıroğlu, kansızlık çeken kadınların dokularının yeterince beslenemediğini ve erken yaşlanma riski taşıdıklarını ifade ederek, “Kansızlık çabuk yorgunluk, tırnaklarda beyazlık, sağlıklı insanlarda alt göz kapağı aşağıya çekildiğindeki kırmızı görüntünün beyaza yakın olması, cilt renginin kara sarı durması, nefes almada sıkıntı çekilmesi ile belirti verir” diye konuştu.

    BEBEĞİ DE ETKİLİYOR

    Prof. Dr. Şatıroğlu, kansızlık sorunu yaşayan gebelerin, bebeğiyle paylaşacak kan miktarının da az olacağını belirterek, annedeki anemi nedeniyle bebeklerde de düşük doğum ağırlıklı doğma, gelişimleriyle ilgi sıkıntı ve sakat olma ihtimali bulunduğunu söyledi. Kansızlık problemi olan kadının, gebe kalma ihtimalinin azaldığına, istediği zaman çocuk sahibi olma şansının düştüğüne işaret eden Şatıroğlu, aneminin, gebe olan kadınlarda düşük ve erken doğum ihtimalini artırdığını kaydetti.

    ISPANAĞIN SUYUNU ATMAYIN

    Doğru beslenme yöntemi ile kan yapımının artacağını belirten Şatıroğlu, önerilerde bulundu: Ispanak yemeği yapılırken acı suyu çıksın diye haşlandıktan sonra sıkılıp, suyu atılmamalı. Böyle yapıldığında sebzenin suyunda kalan tüm demir kullanılamadan atılmış oluyor. Demirden zengin makarna da az suda haşlanmalı, soğuk sudan geçirilmeden haşlandığı su ile tüketilmeli.

    BEYAZ EKMEĞE DİKKAT

    Diyet programlarındaki gibi her şey haşlama ile yenmemeli. Beyaz ekmek çok tercih edilmemeli. Bunun yerine tam tahıllı köy ekmeği ya da yufka tüketilmeli. Çay ve kahve ya yemek yedikten 1-2 saat sonra tüketilmeli ya da yemekten önce içilmeli. Konsantre meyve suları yerine taze sıkılmış meyve suları içilmeli. Yemeklerin tadına bakılmadan tuz dökülmemeli. Keçiboynuzu, üzüm ya da dut pekmezinden, sabahları bir kahve fincanı dolusu içilmeli.

    DOKTORA BAŞVURUN

    Kadınların, özellikle adet dönemlerindeki kanamalarının şiddetine ve süresine dikkat etmeleri gerektiğini belirten Şatıroğlu, adet kanamalarının çokluğunun sağlıklı olmanın göstergesi olduğu yönündeki inanışların tamamen yanlış olduğunu söyledi. Şatıroğlu, 3-4 günden fazla devam eden şiddetli adet kanaması durumunda, kadın doğum uzmanına gidilmesi gerektiğini belirterek, “Bu kadının sağlığını tehdit eden bir durum. Bu durumda kadın, yediği içtiği her şeyi gereksiz yere dışarı atıyor demektir” dedi. Şatıroğlu, kandaki hemoglobin oranının ortalama 14 olması gerektiğini, hemoglobin değerinin 6’ya düştüğü zamanlarda ayaklarda ve yüzde ödem görülebileceğini, uyku bozuklukları ve yorgunluk şikayetleri ile karşılaşılabilineceğini de sözlerine ekledi.

  • Başınızmı Ağrıyor ?

    Başınızmı Ağrıyor ?

    Baş Ağrılarının Türleri :

    Gerilim Tipi Başağrısı :

    – Başın arkasında yan ,ön tarafında veya çember tarzında bir gerginlik olarak ifade edilir.Ağrı kademeli olarak yavaş yerleşir.Örnek olarak sabahleyin başlayan ağrı akşama doğru giderek artar.Ağrı 1 saatten birkaç güne kadar sürebilir.Yaşanan stresler ile tekrarlama eğilimi gösterebilir.Tedavisinde basit analjezikler ve psikolojik destek uygulanır.

    Klasik Migren Auralı :

    – Önce görsel bazı bulgular vardır.( renkli halkalar ).Sonra başın tek tarafında ( sağ veya sol ) zonklayıcı ağrı,bulantı ve kusma bulunur.Ağrı süresi 30 dakikadan birkaç saate kadar uzayabilir.Stressli dönemlerde daha sık olmak üzere tekrarlar.Tedavisinde ergotamin preparatları kullanılır.

    Basit Migren Aurasız :

    – Ağrı öncesinde klasik migrende görülen bulgular yoktur.Başlangıçta tek taraflı baş ağrısı daha sonra yaygın zonklayıcı ağrı ve bulantı bulunabilir.Süresi saatlerden bir kaç güne kadar uzayabilir.Tekrarlaması klasik migrene benzer.Tedavisi klasik migren tedavisiyle aynıdır.

    Cluster Baş Ağrısı :

    – Şiddetli, göz etrafında lokalize,rahatsız edici,can sıkıcı durum veya zonklayıcı ağrı olarak ifade edilir.Süresi 15-90 dakika kadardır.Bir veya iki ayda bir demetler halinde tekrarlar.Ataklar arasındaki süreler değişkendir.Genelde alkol ve sigara kullanan erkeklerde görülür.Tedavisinde ağrılı zamanlarda prednison ve ergotamine kullanılır.

    Subaraknoidal Ağrı :

    – Ani yerleşimli şiddetli yaygın bir baş ağrısıdır.Hastalar daha önce yaşamadıkları bir şiddetde ağrı olarak tarif ederler.Günlerce sürebilir.Hastanın yaşamını tehlikeye soktuğu için cerrahi tedavi uygulanır.

    Tümör:

    – Öksürmek,aksırmak veya fiziksel eforla artan,ağırlık hissi tarzında bir sabah ağrısıdır.Akşama yaklaştıkça ağrı hafifler.Haftadan aylara kadar sürebilir.Bu ağrı tipi beyin içi basıncının arttığı durumlarda görülür.Uzun bir süredir bu tipte bir ağrınız varsa bir nöroloğa başvurmanız önerilir.

    Psödotümör:

    – Ağırlık hissi,sürekli ağrı öncelikle fazla kilolu genç kadınlarda görülür.Günlerden haftalara kadar süren uzun bir ağrı dönemi vardır.Öksürmek,aksırmak veya fiziksel eforla ağrı artar.Tekrarlayan lomber ponksiyonlarla tedavi edilir.

    Sinüs Baş Ağrısı :

    – Sinuslar üzerinde lokalize,sürekli ağrı.Günlerden haftalara kadar sürebilir.Tekrarlayabilir.Tedavisinde antibiyotik ve antihistaminikler kullanılır.

    Temporal Arterit :

    – 60 yaş üzerindeki hastalarda görülür.Tek taraflı bir baş ağrısıdır.Saniyelerden saatlere kadar sürebilir.Yaşam boyu tekrarlar.Tedavisinde steroidler kullanılır.

    Trigeminal Nevralji :

    – Bıçak gibi saplanan yüz ağrısı olarak tanımlanır.Tedavisinde karbamazepin veya cerrahi tedavi uygulanır.

    Atipik Yüz Ağrısı :

    – Ağırlık hissi veren sürekli diffüz yüz ağrısı.Tedavisinde amitriptilin veya klordiazepoksid kullanılır.

    Baş Ağrılarının Tedavisi :

    Baş ağrılarının tedavisi için bir nöroloji doktoruna başvurmak şarttır. Yukarıda sayılan baş ağrıları nedenlerini ancak bir nöroloji doktoru değerlendirebilmektedir. Hastalar tarafından sık yapılan bir hata özellikle tekrarlayan baş ağrısı durumunda ağrı kesici ilaçlarla durumlarını idare etmeye çalışmaktır. Oysa örneğin migren durumlarında kullanılan ilaçlar tamamiyle farklıdır. Çünkü migren ağrısı beyin damarlarından kaynaklanmaktadır.