Etiket: kanser

  • Gamze’nin kaleminden : Seyahate Giden ANNE Gibiyim

    Gamze’nin kaleminden : Seyahate Giden ANNE Gibiyim

    3 Subat 2012

    Bu yazıyı yazarken sabredeceğim ağlamamak için.

    Aynı başlıkta yazdığım gibi hissediyorum kendimi, ama belliki benim seyahatim bayaca uzun sürecek. İster bir annenin vasiyeti diyin bu yazılanlara, ister gözü arkada kalmasın diye aklından geçenleri sıralıyor diyin.

    İyiydim gerçekten 2 hafta önceki düşüşü laboratuar değerleri yanlıştır umudunu yaşıyordum, Dr’umda öyle inandırmıştı. Ama değilmiş, artık mikroskop altında da değerlerim hızla düşüyor. Malesef kağıt üstündeki gerçekler doğru… Diş etlerim çekilmeye başlıyor diyince zaten Salı günü kemik iliğine bakalım dedi. Nefesi kesildi adamın ama, sen çok ağladın karşımda benimde ona moralim bozuldu dedi. Nasıl ağlamam öyle bir derdim varki içinden çıkamadığım nasıl ağlamam. Evladım ne olacak Dr’um dedim. Sıkıntılı günlerin gelmesine ağlamıyorum, benim derdim evladım dedim.

    Evet evladım tek derdim…

    Herkesin Atakan’a çok iyi davrandığı kesin hatta davranacağıda. Annem, babam, kardeşim en başta hatta Emrah kendini toplayana kadar Atakan ilk dönemlerde kiminle kalır. Sevdiği alıştığı insanları yanında göremeyince ya da gördüklerinde ağlayan gözlerle gördüklerinde napar yavrum. İş seyahatine giden bir anne defalarca kafasından geçenleri söyler yavrusunun bir şeyi eksik kalmasın diye…

    Eskişehire gödeririler belki biii süreliğine orasıda çok soğuk, keşke annem göndermese,

    Kalbi kırılırsa anlarlarmı,

    Dudakları beyazlamış biraz, benzi sarı gibi gözüküyor deyip hemen kan testi yaptırmaya götürürler mi,

    Anneyi sorduğunda ne cevap verirler,

    Meyveler, sebzeler defalarca sirkeli suyla yıkanır mı,

    Marketten alınanların özellikle Atakan’nın yiyeceklerinin son kullanma tarihlerine her defasında unutmadan kim bakar,

    Her akşam ılık sütünün içilmesi, Dişlerinin fırçalanması atlanılmaz mı,

    Günlük taze meyve suyu sıkılırmı mevsim meyvelerinden,

    Terleyince üşenmeden anında atlet değişir mi,

    Nelerden mutlu olur diye düşünülür mü,

    Değişik kitapları kim araştırır,kim alır peki,

    Bıkmadan sıkılmadan kim oyun oynar onunla,

    Bıkmadan sıkılmadan saçlara cici yapmasına kim izin verir,

    Gideceği okuldaki eksiklikleri kim farkeder,

    Öğretmeniyle sürekli yakın diyaloğa kim girer, o özel biii öğrenci iyi bir gözleme ihtiyacı var annesini kan kanserinden kaybettik der,

    Evde televizyon seyretmeyip kim aktivete yapar el becerisi gelişsin diye hem de hergün,

    Kendi çocuğuna ya da çocuklarına sabır gösteremeyen insanlar Atakan’ıma nasıl sabır gösterir,

    Bir varmış, bir yokmuş… Ömür bu iki kelime arasında geçen zaman… Zamansa bazen dost insana, bazen düşman bize düşman oldu.

    Emrahım canım sevdiğim çok üzdüm seni en fazla kötü günlere, seninle göğüs gerdik. Hakkını helal et. Bundan sonra işin daha da zor olacak. Ama sana güvenim tam. Bir kaç gün önce demiştinya bana, parkta oynarken bizi birisi seyretse deli bu adam der ama ben oğlumla çocukluğumu tekrar yaşıyorum diye. Hep öyle deli baba ol olur mu o zaman Atakan yokluğumu daha az hisseder belki…

    Evde demiştim ya ben, sana sevdiğim,

    Atakan seninle gerçekten iyi vakit geçiriyor hep gülüyor. Sen iyi bir babasın diye… Ben hep bişeyler öğretme çabasındaydım, sense eğlence, öyle olduğu için o kadar mutluyum ki hep mutlu ve onu güldüren babasıyla birlikte yaşayacak diye… Öğretmenler zaten öğretir öğrenmesi gerekenleri. Gülmek daha iyi bir ilaç. Onuda sen hep verdin ve vericeksin canım sevgilim.

    Canım annem, canım babam, canım kardeşim hakkınızı ödeyemem şimdiye kadar çok emek verdiniz bize. Asıl şimdiden sonra sizlere daha çok iş düşüyor dimdik durup Emrah’a destek verme zamanı. Atakan başta ALLAH’a sonra Emrah’a sonra annem, babam, kardeşim size emanet…

    Keşke herşey farklı olsaydı. Yaşam mutlu dolu günlerle dolsaydı…

    Annem hediye kaban almak istedi. İstemedim çünkü seneye kışa çıkmam heralde.

    Sabahleyin aradın annem.

    Ne olur güçlü ol diye. Lütfen gel alalım dedin. İstemem annem dedim.

    Ateşim var öksürüyorum dışarı çıkmıcam dediğimde Atakan’ım koşarak geldi ne dedi biliyomusun…

    ”’ Ateşin olmasın, ne olur öksürme canım annem dayanamam sana ”’ dedi.

    Telefonu kapadım çöktüm oğlumun yanına ben sana dayanamam merak etme geçer dedim, geçsin annecim dedin.

    Dayancan annem diye haykırdım içimden…

    Şuan ezan okunuyor. Yalvarırım rabbime evladım için bana yaşama şansı ver. Salı günü gireceğim operasyon sancısız geçsin, en önemlisi sonucu güzel gelsin. Çok bişi istemem sadece sağlık. Ama artık o kadar yıkıldım, o kadar güçsüz kaldım ki. Savaşacak gücümü yitirdim. Emrahımın, annemin, babamın, kardeşimin gözünü yaşlı görmeye gücüm kalmadı.

    Arayan eş, dost, akraba açamadım telefonları açamayacağımda, biliyorum dualarınız benimle ama gücüm yok konuşmaya birde tabiii Atakan’ım anlamasın durumu diye.

    Salı gününün güzel geçmesini bu kadar umutsuzluğun içinde yinede umut ediyorum…

    Gamze’ye yardım ederken dikkat edilmesi gerekenler ve Kök Hücre Bağışı

  • Gamze’ye yardım ederken dikkat edilmesi gerekenler ve Kök Hücre Bağışı

    Gamze’ye yardım ederken dikkat edilmesi gerekenler ve Kök Hücre Bağışı

    Kimler donör olabilir ?

    18-50 yaşında sağlığı müsait olan herkes kemik iliği bankasına gidip başvuru formu doldurabilir. Bir tüp kan verenler bulaşıcı hastalık testinden geçiriliyor. Hastalık taşımıyorsa bankaya kaydediliyor.

    Gönüllü vericinin kayıtları bilgisayara işleniyor, hastalarla uyum sağlarsa daha ileri tetkik yapılmak için çağrılıyor. Uygunsa genel anestezi altında kemik iliği alınıyor. Vericinin leğen kemiğinden özel iğneler aracılığı ile alınan kemik iliği bir torbaya aktarılıyor. Operasyon ve dikiş gerektirmiyor ve hiç acımıyor. Kemik iliği vericisi ertesi gün işine dönüyor.

    Kimler kök hücre bağışlayamaz ?

    Kimlerin kök hücre vericisi olması uygun değildir ?

      • 18 yaşından genç veya 55 yaşından yaşlı olanlar, ağırlıkları 50 kg den daha düşük veya beden ölçüsü endeksi 40’ın üzerinde olan aşırı kilolu kişiler
      • Belirli hastalığı bulunan ve kan bankasında kan bağışı reddedilmiş kişiler
      • Kalp ve kan dolaşım sistemi rahatsızlıkları

    Örneğin; koroner kalp hastalığı, kalp krizi, kalp yetmezliği, tedavi gerektiren kalp ritmi bozuklukları, düzensiz yüksek tansiyon gibi

      • Solunum yolları rahatsızlıkları

    Örneğin; ağır kronik astım (düzenli ilaç tedavisi gerektiren), kronik bronşit, akciğer veremi, akciğer embolisi gibi

      • Kan, kan pıhtılaşma sistemi veya kan damarları rahatsızlıkları

    Örneğin; oto-immün anemi, A tipi hemofili, derin venlerde tromboz gibi

      • Ruhsal rahatsızlıklar, santral sinir sistemi rahatsızlıkları

    Örneğin tedavi gerektiren depresyonlar, psikoz, şizofreni, epilepsi, multipl skleroz gibi

      • Oto-immün sistem rahatsızları

    Örneğin; romatoid artrit (romatizma), kolajenozlar, Crohn hastalığı, ülseröz kolit, troid gibi

      • Salgı bezleri rahatsızlığı

    Örneğin; Diabetes mellitus gibi

      • Kötü huylu sayılan (kanser hastalığı) rahatsızlıklar
      • Enfeksiyona neden olan rahatsızlıklar

    Örneğin; Hepatit B veya C (iyileşmiş dahi olsa), kronik borelyoz, HIV-enfeksiyonu ve diğerleri.

      • Kendisine yabancı organ veya doku nakli yapılmış olan kişiler

    Örneğin; böbrek, kalp, cilt, kornea tabakası, beyin zarı, baldır siniri gibi

      • Bağımlılığı bulunan kişiler

    Örneğin; alkol, uyuşturucu madde ve ilaç bağımlılığı gibi

    İlik nakli acil önem taşıyor. İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri’de ki ilik nakli merkezlerine giderek kan vermeniz çok önemli. Kan vererek ilik donörü olacak ve Gamze gibi pek çok hastaya umut olacaksınız !

    Maddi yardım sözkonusu değildir. SGK desteği var. Artı olarak Gamze hanımın çalıştığı kurum, eşi Emrah beyin bağlı olduğu kurum ve aileler tedavi masraflarını üstlenmişler.İleride olağanüstü bir durum olursa maddi yardımı gündeme getiremenin daha doğru olduğunu düşünüyoruz.. ANCAK KESİNLİKLE MADDİ YARDIM İHTİYACI SÖZKONUSU DEĞİLDİR.

    – Aileye ait telefonların meşgul edilmemesi ayrıca önemle rica olunur.

    -İlik donörü olmak isteyenler için iletişim bilgileri

    Ankara’dan ilik donörü olmak isteyenler: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İbni Sina Hastanesi, Akrabalık Dışı Kemik İliği ve Kordon Kanı Bankası

    İstanbul’dan ilik donörü isteyenler: Çapa Tıp Fakültesi İlik ve Doku Nakli Merkezi

    İzmir’den ilik donörü olmak isteyenler: Ege Üniversitesi Kan Merkezi irtibat no: 390 40 29 Randevu alarak gidiliyor.

    Kemik iliği veya periferik kök hücre alımından sonra vericinin ne gibi şikayetleri olur ?

    Kemik iliği alımında şikayetler esas itibariyle kemik iliğinin iğneyle alınmasından (kemik zarının ağrı uyarısı), doku zedelenmesinden ve kanamadan (dokunun ağrı uyarısı) kaynaklanmaktadır. Ağrılar kural gereği doğrudan alımla birlikte başlar ve gerek süre bağlamında gerekse şiddet bağlamında büyük farklılıklar gösterebilirler (his olarak genellikle sanki masanın kenarına çarpmış olma hissi tanımlanmaktadır). Kural gereği ağrılar en geç birkaç gün içinde hafiflemeye başlarlar.

    Kandan kan hücresi alımında, kök hücrelerin G-CSF ile uyarılması (harekete geçirilmesi) esnasında grip ağrılarıyla benzeyen kırıklık, eklem ağrıları türünde şikayetler oluşabilmektedir. Bunlar hafif bir ağrı kesicisiyle kolaylıkla tedavi edilebilmektedir. Bağışla birlikte ağrılar derhal azalır.

    Vericiden kök hücre toplama süreci ne kadardır ?

    Kalça kemiğinden kemik iliği alımında kural gereği vericini yaklaşık iki gün boyunca hastanede yatışı gerekmektedir. (1. gün: yatış, 2. gün: alım, 3. gün: taburcu). Kemik iliği toplanması işlemin kendisi bir saat sürmektedir. Kandan kök hücre alımında vericinin deri altına beş gün süreyle hormon benzeri bir madde ( büyüme hormonu) enjekte edilerek (şeker hastalarında kullanılan ensülin gibi) kök hücrelerin dolaşıma geçmesi sağlanır. Bunu pratisyen doktor veya hemşire yapabilir. Asıl süreç olan kandan kök hücrenin toplanması işlemi bunun ardından ayakta ve özel bir aferez yöntemiyle gerçekleştirilir ve yaklaşık 3 ila 4 saat arasında sürmektedir. Yeterli miktarda kök hücre toplanamaması durumunda, ertesi gün ikinci bir alım gerekli olabilir.

    Kemik İliği Alımı
    Gerekli olan kök hücreler bu yöntemle genel anestezi altında bir delme iğnesiyle vericinin arka kalça kemiğinden alınır. Kural gereği çabuk iyileşen iki küçük kesik açılması veya birkaç delik bu işlemin bir parçasıdır. Alım yaklaşık 60 dakika sürmektedir. Bu esnada yaklaşık olarak bir litre kemik iliği – kan karışımı alınır. Bu miktar ise vericinin vücudundaki toplam kemik iliğinin yaklaşık yüzde beşi kadardır ve sağlıklı bir beden bunu iki hafta içinde yeniler. Verici kural gereği alımdan bir gün önce kliniğe yatırılır ve olağan olarak üçüncü gün evine gitmek üzere taburcu edilmeden önce gözetim için alımdan sonraki gece de klinikte kalır.

    Kandan Kök Hücre Alımı
    Vericilerin ortalama olarak %80’ine uygulanan kandan kök hücre toplanması yönteminde vericinin deri altına beş gün süreyle büyüme faktörü (hormon benzeri bir madde) enjekte edilir. Bu maddeye G-CSF adı verilmektedir ve vücut tarafından her enfeksiyon sürecinde üretilen bir faktördür. Uzun süreden beri bu faktör, laboratuar ortamında da üretilebilmektedir. Bu madde, ağırlıklı olarak kemik iliğinde bulunan kök hücrelerin dolaşıma geçmesine etki eder. Dolaşımdaki kök hücre sayısının yeterli olduğunun kontrol edilmesini takiben, kök hücreler özel bir süreçle (aferez) aynı trombosit bağışında olduğu gibi kandan toplanırlar. Her iki kola da damar yolu açılır. Kan bir koldan çıkıp bir hücre ayrıştırıcısından geçerek diğer drenden bedene geri döner. Bu cihazda kök hücreler merkezkaç kuvvetiyle kalan kandan ayrıştırılırlar ve nakil için steril torbalara toplanırlar. Bu işlem alım kliniğinde maksimum ardı ardına iki gün süre ile gerçekleştirilir. Bunun için vericinin hastanede yatması gerekmez.

    Kemik iliği toplanmasından sonra verici için hangi riskler söz konusudur ?

    Doğrudan kemik iliği alımı işlemi ağrılı olacağından genel anestezi gerekmektedir. Genel anestezide hayati tehdit oluşturan komplikasyonlar riski hekimler tarafından 1:50.000’den daha az olarak bildirilmektedir. Alımdan sonra yara ağrısı ve bazı kişilerde genel anestezinin yan etkisi olarak mide bulantısı oluşabilir. Ayrıca tüm yaralar için geçerli olduğu gibi enfeksiyon riski de mevcuttur. Ancak işlemler aseptik ameliyathane koşullarında uygulanarak, gerekli tedbirler alınmaktadır.

    Kimler kök hücre vericisi olabilir ?

    18 ile 55 yaş arası, en az 50 kg ağırlığındaki her sağlıklı kişi kök hücre vericisi olabilir. Bu koşulların sağlanması, kişinin belirli sağlık niteliklerini taşıdığı anlamına gelmektedir. Böylece yapılan bağış da nitelikli olacak ve doğal olarak hastaya yapılan kök hücre naklinin başarıyla sonuçlanma şansı yükselecektir.

    Potansiyel verici, bağış sözünden vazgeçebilir mi ?

    Kısa vadede verici, kişisel ya da başka sebepler ile bağıştan geri çekilmek isteyebilir. Bu sebeple verici ne yönde karar verirse versin, kararına saygı duyulacaktır. Ancak, verici olan kişi söz konusu hastanın tedavisi için büyük bir umut kaynağı olduğundan, olumsuz bir kararla verici olmaktan vazgeçmesi hasta için çok üzücü bir durum oluşturacaktır.

    Eğer verici vazgeçmek istediğini nakilden kısa bir süre önce bildirdiyse ve hastanın nakil hazırlıklarına başlanılmışsa, kök hücre naklinin gerçekleşemeyecek olması hastanın hayatını kaybedeceği anlamına gelir.

    Kök hücreler nasıl nakledilir ?

    Kök hücre nakli aynı kan nakline benzer bir şekilde damardan yapılmaktadır. Nakledilen kan hücreleri vücuttaki kan akışıyla yayılırlar ve kemik iliği boşluklarına kendiliğinden yerleşirler. Bu oluşuma “homing = yuvalanma” denilmektedir. Orada yeni sağlıklı kan hücreleri oluşturmaya başlarlar. Nakilden sonraki ilk üç ile dört hafta boyunca hasta, enfeksiyon riski sebebiyle, çevreden izole edilmiş halde odasında kalır.

    Bir kök hücre nakli ile iyileşme ihtimali nedir ?

    Nakil yapılmış hastaların % 40-80’inde tedavi başarıyla seyretmektedir. Nakilden sonra kişinin hayatta kalma süresi münferit olarak hastanın yaşına ve sağlık durumuna, naklin yapıldığı zamana, maruz kaldığı hastalıkların türüne ve olası komplikasyonlara bağlıdır.

    Kişi, ne şekilde kök hücre bağışlayacağını kendisi belirleyebilir mi ?

    Kök hücrelerin hangi yöntemle toplanacağı genel olarak hastanın tanısına bağlı olarak belirlenir ve durum verici adayına açıklanır. Bu aşamada, verici kök hücre toplanması konusundaki kişisel istek/kararını bildirebilir. Nihai kararda, vericinin istemi dışında bir uygulamaya gidilmesi mümkün değildir. Sonuçta; hastanın ihtiyacı olan kök hücre kaynağı ile vericinin bağışlamak istediği kök hücre kaynağı arasında uyumsuzluk olursa, hasta için farklı bir verici arayışına gidilir.

    Kök hücre nakli kimlere uygulanır ?

    Kök hücre nakli ağırlıklı olarak, kan yapıcı sistemin hastalıklı olmasından muzdarip hastalarda gerçekleştirilir. Çocuklar ve yetişkinlerdeki lösemi ve lenf düğümü kanserinin çeşitli şekillerinde, yapım kusurundan kaynaklanan ağır kansızlık durumunda, doğuştan ağır bağışıklık kusuru (sadece çocuklarda) ve alyuvarlardaki çeşitli hastalıklar bu tür hastalıklardandır. Ancak kök hücre nakli en sık löseminin çeşitli şekillerinde uygulanmaktadır.

    Kök hücre nedir ?

    Kök hücreler kendini yenileme ve spesifik hücrelere dönüşebilme yeteneğine sahip hücrelerdir. Diğer organ hücrelerinin (örn; karaciğer hücresi, kalp hücresi) belli bir fonksiyon görmesine karşın, kök hücreler farklılaşmamışlardır ve spesifik bir hücreye dönüşmesi için bir uyarı gelmediği takdirde farklılaşmamış olarak kalırlar. Farklılaşmamış hücrelerin bölünerek, kas hücresi veya sinir hücresi gibi belli bir fonksiyon gören hücreye dönüşmesine diferansiyasyon denir ve bu yetenekleri onları benzersiz kılar. Kök hücreler elde edildikleri kaynağa göre; embriyonal, fetal ve erişkin kök hücresi olarak türlere ayrılmaktadır. Erişkin Kök Hücreler: Erişkin kök hücresi, diferansiye olmuş bir dokuda farklılaşmamış olarak bulunan ve kendini yenileyip köken aldığı organın özgün hücresine dönüşebilen hücrelerdir. Progenitor ve Öncü Hücreler: Öncü hücreler fetal veya erişkin dokuda bulunurlar ve kısmen ayrışmışlardır; bölünürler ve farklılaşırlar. Kök hücre bölündüğü zaman meydana gelen iki yeni hücre kendilerini yenileme yeteneğine sahiptirler. Farklılaşmaya başlamış olan öncü hücreler ise bölündüğü zaman kendilerini yenileme yeteneği olmayan öncü hücreler veya farkllaşmış hücrelere dönüşürler. Öncü hücreler karaciğer ve beyin gibi organlarda, organın bütünlüğünü ve fonksiyonunun devamını sağlamak için ölen hücrelerin yerini alırlar. Öncü hücreler oluştukları serinin daha ileri aşamadaki hücrelerine ( örneğin lenfositlerden T hücrelere, B hücrelere veya NK hücrelere) dönüşebilirler.

    Kök hücreler nasıl nakledilir ?

    Kök hücre nakli aynı kan nakline benzer bir şekilde damardan yapılmaktadır. Nakledilen kan hücreleri vücuttaki kan akışıyla yayılırlar ve kemik iliği boşluklarına kendiliğinden yerleşirler. Bu oluşuma “homing = yuvalanma” denilmektedir. Orada yeni sağlıklı kan hücreleri oluşturmaya başlarlar. Nakilden sonraki ilk iki ile dört hafta boyunca hasta, enfeksiyon riski sebebiyle, çevreden izole edilmiş halde odasında kalır.

    HLA nedir ? Nasıl saptanır ? Doku uyumu nedir ?

    Tüm çekirdekli hücrelerin yüzeyinde o bireyin doku özelliklerini taşıyan moleküller yer alır. Bu moleküllere doku antijenleri denir. Bu moleküller her bireyin kendisine özgü olup anne ve babadan gelen özelliklerin birleşmesi ile oluşur. Çocuklar baba veya anneleri ile yarı yarıya uyum gösterirken kardeşler arasında tam uyum, yarı yarıya uyum veya tamamen uyumsuzluk olabilir. Kök hücre nakillerinde hasta ile bağış yapan kişinin doku uyumunun tam olması gerekir. HLA(=doku) uyumu açısından en önce kardeşler, olmazsa ailenin diğer bireyleri araştırılır. Anne baba arasında akrabalık varsa anne veya baba da çocukla HLA uyumu gösterebilir.Nadiren kuzen, dayı, hala gibi aile bireylerinde de uyum gözlenebilir. Bu da gösterilemezse doku bankalarında kayıtlı (2010 yılında bu rakam 15 milyonu geçmiştir) gönüllülerin dokuları arasında bir tarama yapılarak uygun bir verici sağlanabilir. HLA, binlerce farklı özellikten oluşan HLA sınıf 1 ve 2 antijenlerinden oluştuğu için özelleşmiş ve bu amaçla ruhsatlandırılmış Doku tiplendirme laboratuvarlarında incelenebilir. Kardeşler arasında uyumda yapılan doku tiplendirme testinin duyarlık düzeyi çok hassas olmayabilir. Ancak akraba olmayan bireyler arasında uyum araştırılıyor ise daha detaylı ve hassas testler yapılmalıdır. Bu düzeyde testler bazen uzun sürebilmektedir.

    Periferik kandan kök hücre toplanmasından sonra verici için hangi riskler söz konusudur ?

    Kandan kök hücre toplanması işleminde genel anesteziye ya da hastanede yatışına gerek yoktur. Kandan kök hücre alımı süreci tıpta 1988 yılından beri uygulanmaktadır. G-CSF ile uyarımın uzun süreli yan etkileri ile ilgili hiçbir belirti yoktur. Geç dönemli tepkiler ile ilgili olarak klinik uygulamalardaki 10 yıllık sürede bugüne kadar hiçbir yan etki gözlenmemiştir.

    Kök hücre nakli kararı nasıl alınır ?

    Bir hastaya gerçekten bir kök hücre nakli gerekliliği kararı; hastanın yaşı, hastalığın cinsi ve evresive hastanın bedensel durumu gibi faktörlere bağlı olarak kendisini takip eden hekim tarafından verilir. Kök hücre nakli için bir diğer önemli koşul ise elbette doku özelliklerine neredeyse bire bir uyumlu bir bağışçının bulunmasıdır.

    Kök hücre kararı nasıl alınır ?

    Hasta, kendisini takip eden hekim tarafından, kök hücre naklinin yapılmasının planlanıldığı nakil merkezine sunulur. Bu merkezdeki ilgili uzmanlardan oluşan konsey tarafından, hastanın HLA uyumlu akraba dışı vericiden kök hücre nakline gereksinim duyduğu konusunda karar alınırsa, bu karar konseye katılan en az üç öğretim üyesinin imzası ile raporlanır. Bu konsey karar raporu ile hasta, verici tarama sürecinin yürütülmesi için hizmet veren bir doku bankasına yönlendirilir.

    Konsey Karar Raporunun içeriğinde;

    Hasta içi akraba içi bir verici bulunamadığı,
    Akraba dışı verici taramasının yapılmasının istendiği,
    Akraba dışı bir verici bulunduğu takdirde nakil yapılacağını,

    mutlaka belirtilmesi gereklidir.

    Nakil Merkezi ya da sorumlu hekim tarafından doldurulup imzalanmış olan Tarama İstem Formumuz ve konsey karar raporu ile merkezimize başvuran/yönlendirilen hastaların tarama süreci tarafımızdan yürütülür.

  • Transfer edilecek Embriyo Sayısı

    Transfer edilecek Embriyo Sayısı

    Doç.Dr. Ulun Uluğ ile Tüp Bebek Tedavilerinde Transfer Edilen Embriyo Sayısını Tartıştık

    Tüp bebek tedavilerinde embriyo sayısını belirlemede ki gelişmeleri anlatır mısınız
    Tüp bebek tedavilerinde verimliliğin az olduğu dönemde fazla sayıda embriyo transferi yapılmaktaydı. Burada daha çok 2. gün embriyo transferleri yapıldığı için embriyo seleksiyon uygulaması fazla yoktu. Daha sonraları hem daha fazla sayıda ICSI’nin tercih edilmesi hem de laboratuar koşullarının gelişmesine bağlı olarak ki en önemli aşama medyum kalitelerinde artış olması ve ardışık sistemlerin kullanılabilir hale gelmesidir, embriyo seçim kriterleri önem kazanmış, 3. gün hatta 5. gün embriyo transferleri yapılmaya başlanmıştır.

    Embriyo değerlendirmede nasıl bir gelişim sağlanmıştır.

    Doğal olarak in-vitro koşullarda morfolojik gelişmenin izlenebilmesi, embriyoları derecelendirme açısından başarılı olmuştur. Bu bağlamda merkezden merkeze farklılıklar olmakla beraber, 3. gün embriyoları için klasik olarak Steer ve 5. gün blastokistler için Gardner klasifikasyonları kullanılmıştır. Tüm bunlara rağmen implantasyon potansiyeli en yüksek olan embriyoyu seçmek kolay olmamakta ve sadece morfolojik gelişimsel sınıflama, gebelik oranlarını arzu edilen seviyelere çıkartmamaktadır. Bunların yanı sıra, bazı ülkelerdeki etik ve dinsel kaygılardan dolayı, transfer edilmeyecek embriyoların invitro kültür edilmesi yasaklanma yoluna gidilmiştir.

    Sonuçta ileri evre embriyoların derecelendirilmesinden çok henüz fertilizasyon aşamasında embriyo seçim kriterleri öne çıkmış, erken klevaj, pronuklear morfoloji gibi kıstaslar dikkate alınarak implantasyon potansiyeli en yüksek olan embriyo seçilmeye çalışılmıştır. Daha da ileriye gidilerek gelişen embriyoların genetik olarak kompetan olmalarını anlayabilmek için preimplantasyon genetik tarama (PGT) ister floresan insitu hibridizasyon (FISH) veya komperatif genomik hibridizasyon (CGH) yöntemleri uygulanmıştır. Ayrıca son zamanlarda implantasyon potansiyeli yüksek olan embriyoyu seçebilmek için metabolik aktivitesini (metabolomics) ölçen uygulamalarda klinik uygulanıma girmiştir.

    %100 gelişen embriyo geliştirmek mümkün mü?

    Tüm bu gelişen komplike teknolojik imkanlara rağmen implantasyon potansiyeli %100 olan bir embriyo geliştirmek veya seçmek mümkün olmamaktadır. İmplantasyonun diğer bir tarafının da uterus yani alıcı olduğunu düşünürsek %100 verimli çalışan bir IVF siklusu yaratmak temenniden öteye geçememektedir.

    IVF tedavisi hem hekim hem de tedavinin uygulandığı hasta için ciddi sorumluluklar getirmektedir. Burada belki de en önemli konular tedavinin kesin başarılı olmayacağının bilinmesi ve finansal yüktür. Özellikle üçüncü partilerin başka bir değişle devletin veya özel sigorta şirketlerinin ciddi subvansiyon yapmadığı infertilite tedavilerinde, kar maliyet açısından bakılarak fazla sayıda embriyo transferi yapılabileceği akla gelmektedir. Ayrıca toplumların sosyo-kültürel farklılıkları da özellikle çoğul gebeliğe bakış açısından farklılıklar doğurabilir. IVF uygulanacak kadınların çoğul gebelik özellikle ikiz gebe kalma tercihleri bazı çalışmalara konu olmuş ve anlamlı bir hasta popülasyonun ikiz gebeliğe öncelik tanıdığı da ortaya çıkmıştır

    Sonuçta fazla embriyo transferi gebe kalma olasılığını artırırken, aynı zamanda çoğul gebelik riskini artırarak hem gebelik komplikasyon sayısını fazlalaştırmakta hem de yeni doğan problemlerini ortaya çıkartmaktadır. Bu resme nerden bakarsanız bakın çoğul gebelik bireyler için problemli olduğu gibi toplum üzerinde de ekonomik bir yük oluşturmaktadır.

    Netice itibariyle IVF uygulayan hekimler paradoksal bir ortam ile karşılaşmıştır. Bir yandan gebelik oranlarını optimize edebilmek bir yandan da çoğul gebeliği ortadan kaldırmak. Biz hekimlerin maruz kaldığı bu problem her ne kadar kanun koyucular ile ortadan kaldırılmışsa (herkese tek embriyo transferi gibi) da vicdani ve kişisel ihtirasların önüne geçilememiştir.

    Burada önemli olan nokta çoğul gebelikleri tanımlama olabilir. Yukarıda bahsedilen tüm kaygılar herhangi bir üçüz ve üstü gebelik için doğrudur. Ancak ikiz gebeliği diğer çoğul gebelikler ile aynı tartıya koymanın doğru olup olmadığı tartışılmış ve tartışılmaktadır. Kelime anlamı olarak ikiz gebeliğin çoğul gebelik olduğunu vurgulamakta fayda vardır.

    Transfer edilecek Embriyo Sayısı | 1Genel olarak baktığımızda hasta başına embriyo transferinin kısıtlanması 2 şekilde olabilir. 1- elektif dediğimiz, yani embriyo kohortu içinden biri veya bazıları seçilebilir, 2- zorunlu, yani hastadan toplanan oosit ve fertilizasyon oranı yüzünden veya embriyo kalitesi yüzünden kısıtlı sayıda bir veya 2 embriyo kalması. Bu noktadan geldiğimizde embriyo transferi ile yapılan çalışmalarda single embriyo transferi (SET) ile elektif single embriyo transferini (eSET) aynı teraziye koymamak gerekir. Diğer bir önemli detay ise transferin yapıldığı gün, takdir edersiniz ki 2.-3. veya 5. gün yapılacak tek embriyo transferlerinde başarı oranları farklı olabilir.

    Sizce Tüp bebek tedavilerinde kaç embriyo vermek uygundur?

    Transfer edilecek embriyo sayısında sorulacak ilk sorun 3 ve üzerinde embriyo transfer etmenin 2 embriyo transferine olan üstünlüğü. Prenatal ve neonatal komplikasyonları bir kenara iterek sadece gebelik oranları üzerinde karar verecek olduğumuzda literatür ilginç bir şekilde bu konuda fazla bilgi vermiyor. İki embriyo ile 3 veya 4embriyo karşılaştırması yapan geniş serili randomize kontrollü perspektif yeterli çalışma yoktur. Çok ufak bir çalışmada ardışık taze 2 embriyo transferi ile 3 ve 4 embriyo transferi karşılaştırılmış ve gebelik oranlarında fark bulunmamıştır.

    Gözlemsel çalışmalarda ise elektif 2 embriyo transferinde, 3 ve daha fazla embriyo transferine göre canlı doğum oranlarında fark olmadığı kaydedilmiştir. Buradan yola çıkarak hem çoğul embriyo transferinin gebelik oranlarını artırmaması ve çoğul gebeliklerin gerçekleşmesi etik ve bilimsel açıdan 3 ve daha üzeri embriyo transferinin düşünülmemesi gerektirmektedir.

    İkiz gebeliklerde istatistiksel olarak gebeliğe bağlı hipertansiyon, gestasyonel diabet, ante ve postpartum kanama, operatif doğum ve prematüre riski tekil gebeliklere artmıştır . Prenatal mortalite ikiz gebeliklerde 6 kat daha fazlalaşmıştır Bazı platformlarda ikiz gebeliğin IVF tedavisinin komplikasyonu gibi gösterilmeye çalışılsa bile, tedavi sonrası ikiz gebeliklerin büyük bir kısmı sağlıklı doğuma ulaşmaktadır . Artan komplikasyon istatistikleri genel toplum için anlam taşıyabilirken, kişisel olarak bakıldığında, başka bir değişle çocuk sahibi olmakta zorluk çeken bir çift için riskler anlam taşımayabilir.

    Transfer edilecek embriyo sayısı bir çok ülkede gerek devlet kanunları gerek de dernekler aracılığıyla kısıtlanmıştır. Kısıtlamalarda bazı ülkelerde yaş sınırları konularak embriyo sayısı tespit edilmiştir. Genellikle 35 yaş altında kadınlara tek embriyo transferi, önerilirken, daha yaşlı kadınlarda 2 embriyo transferi hatta bazı ülkelerde özellikle 40 yaş üstü kadınlarda 4 embriyo transferine kadar hak tanınmış veya tavsiyelerde bulunulmuştu. Ayrıca daha önceki tedavi sayılarına da bakılarak birden fazla embriyo transferi önerilmiştir (T.C. Sağlık bakanlığı, 2009)

    Kendi grubumuzun yaptığı araştırmalarda tekil gebeliklerde ilk trimesterde düşük yapma olasılığı %18 ile %20 arasında seyrederken, çoğul gebeliklerde total düşük yapma, başka bir değimle ilk trimesteri sonunda gebeliği kaybetme olasılığı % 5 olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında tekil gebeliklerde gebeliği erken dönemde kaybetme riskinin çoğul veya ikiz gebeliklere göre yaklaşık 4-5 kat daha fazla olduğudur.

    Taze embriyo transferi ve ardından dondurulmuş embriyo transferi hem klinik hem laboratuvar hem de hastanın lojistik ekonomik maliyetini artırabilmektedir. Diğer yandan çoğul gebelikteki erken doğum maliyetleri de hesaba katıldığında, tek embriyo transferinin maliyet hesabını yapmak komplike olmaktadır. IVF masraflarının kişisel karşılandığı durumlarda 2 embriyo transferi yapmak daha az maliyetli olabilirken, 3. kurumların örneğin sigorta şirketi veya devlet sübvansiyonu olan durumlarda daha az maliyetli olabilir.

    Sonuç olarak çoğul gebelikleri engellemek için tek embriyo transferi yapmak tek çözümdür ancak paradoksal olarak gebelik oranlarının da azaldığı günümüz laboratuvar ve klinik koşullarında belirgindir. Ardışık embriyo transferi politikası uygulanmadığı müddetçe veya daha önce bahsedilen ileri laboratuvar teknikleri pratik olarak sonuç vermediği müddetçe hem hekimler hem de hastalar için transfer edilecek embriyo sayısının tartışması devam edecektir.

    Doç. Dr. Ulun Uluğ
    Bahçeci-Umut Tüp Bebek Merkezi, Istanbul

  • Tekrarlayan Tüp Bebek denemeleri…

    Tekrarlayan Tüp Bebek denemeleri…

    Tekrarlayan Tüp Bebek denemeleri... | 235 yılda tüp bebek tedavileri ile gebelik oranları yüzde 60’a çıktıö Tekrarlayan tüp bebek tedavilerinde alternatif yöntemler var…

    Tüp bebek isteyen çiftlere:
    “Denemekten vazgeçmeyin!”

    Kısırlık tedavisinde, son 15 yılda gelişen teşhis ve tedavi protokolleri ile laboratuvar teknikleri sayesinde gebelik oranları % 20’lerden, % 60’lara çıktı. Bazı çiftlerin tekrarlanan tüp bebek denemelerine rağmen gebelik elde edememesi sonucunda daha ayrıntılı incelemeler gerektiğini söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Latif Küpelioğlu, “Rahim ile ilgili anatomik problemlerden başka bağışıklık ve pıhtılaşma sistemi ile ilgili problemler, embriyonun kendisi ile ilgili problemler de gebeliği engelliyor. Bunlar için farklı tedavi metotları uyguluyoruz” diyor.

    Günümüzde doğal yollardan gebelik elde edemeyen çiftler için uygulanan tüp bebek yöntemleri yüksek başarı oranları ile yüz güldürüyor. Dünyada tüp bebek teknikleri ile ilk gebelik elde edildiğinden günümüze, yaklaşık 35 yıl içinde gebelik oranlarının hatırı sayılır bir şekilde arttığına dikkat çekiliyor. 2000’li yılların başlarından itibaren tüp bebek yöntemleri ile gebelik oranlarının % 60’lar seviyesine ulaştığını vurgulayan Doç. Dr. Küpelioğlu, fakat bazı çiftlerin tekrarlayan denemelere rağmen gebelik elde edemediğine dikkat çekerek, bunun için uyguladıkları alternatif tedavi metotlarını anlatıyor:

    Hem hasta, hem bizim için stres!

    “Tıbbi olarak 2 ya da daha fazla sayıda tüp bebek denemesine rağmen gebelik elde edilmemesine ‘tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı’ diyoruz. Bu durum hem hasta hem de bizim açımızdan stres oluşturuyor. Hasta kendini suçluyor ve sorular soruyor. ‘Neden gebe kalamıyorum, yanlış bir şey mi yaptım, yediklerimin ya da yaptığım hareketlerin herhangi bir zararı olmuş olabilir mi, neden vücudum bebeği reddediyor?’ gibi sorular onu daha da strese sokuyor. Bu da daha sonraki denemelerde yeni bir engeli ortaya çıkarıyor. Biz de, tedavide gözden kaçmış herhangi bir bulguyu ortaya çıkarmaya çalışıyoruz ve çiftimize alternatif tedaviler öneriyoruz. Bazı ülkelerde transfer edilen embriyo sayılarını artırarak hastanın şansı artırılmaya çalışılıyor ancak ülkemizde de olduğu gibi transfer edilen embriyo sayısının kısıtlandığı ülkelerde daha objektif hedefler ortaya koymak gerekiyor.”

    Tüplerin kapalı olması önemli değil!

    “Tekrarlayan tüp bebek başarısızlığının bilinen nedenleri arasında rahim ile ilgili problemler en kolay ortaya konanlardır” diyen Doç. Dr. Küpelioğlu, rahim içinde var olan miyom ve polipler, rahim içi yapışıklıkları, rahmin doğuştan bozuklukları (rahim ortasında perde, çift rahim vb.) gibi nedenlerin de gebelik oranlarını azalttığına dikkat çekiyor. Ultrasonografi ve histeroskopi (rahim içinin kamera ile gözlenmesi) ile bu problemlerin hem ortaya konduğunu hem de tedavi edildiğini belirten Doç. Dr. Küpelioğlu, şöyle devam ediyor:

    “ Tüplerin açık ya da kapalı olması tüp bebek tedavilerinde önemli değildir. Ancak tüplerin tıkalı olmasının yanında içinde sıvı toplanması mevcutsa bu durum gebelik şansını azaltmaktadır. Eğer daha önceki denemelerde bu durum gözden kaçmışsa tüplerin cerrahi olarak çıkarılması hastanın gebelik şansını artıracaktır. Kolaylıkla ortaya konabilen bu tür anatomik problemlerden başka bağışıklık ve pıhtılaşma sistemi ile ilgili problemler, rahimin iç tabakasının tutunmayı etkileyen özellikleri ile ilgili problemler, embriyonun kendisi ile ilgili problemler de, hem tanınmaları hem de tedavi edilmeleri anlamında daha fazla güçlük ortaya çıkarıyor. Çoğu zaman bu durumlarda tanı net olarak ortaya konmasa da, ihtimali olarak bu nedenleri düşünüyor ve alternatif tedavi metotları uyguluyoruz.”

    Pıhtılaşmaya, düşük doz aspirin!

    Pıhtılaşma sistemindeki bazı anormalliklerin embriyoların rahimin iç tabakası olan endometriuma tutunmayı etkilediğine dikkat çeken Doç. Dr. Latif Küpelioğlu, “Bu gibi durumlarda tedavilerde düşük doz aspirin ya da kan sulandırıcı iğneler kullanarak gebelik oranlarını artırmaya çalışıyoruz” diyor.

    Kötü kalitede embriyo gelişiminin tedavilerde başarıyı en fazla etkileyen faktörlerin başında geldiği belirtiliyor. Bu durum, kimi zaman embriyolardaki genetik kusurlardan ya da embriyoların laboratuvar koşullarından etkilenmesi nedeniyle oluşuyor. Ancak iyi kalitede embriyo görüntüsü olmakla beraber genetik olarak kusurlu da olabiliyor. İyi kalitede embriyolar transfer edilmesine rağmen gebelik elde edilemeyen hastalarda, embriyoların transfer edilmesinden önce genetik inceleme yapılıyor; en doğru, en sağlıklı embriyolar seçiliyor. Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT) adı verilen bu metot sayesinde tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan çiftlerde daha yüksek gebelik oranları elde ediliyor.

    Anne rahmi gibi!

    Bazı hastalarda ise elde edilen embriyolarda kalite sorunu olduğunu, bu hastalarda daha düşük gebelik oranları gözlendiğini anlatan Doç. Dr. Küpelioğlu, “Tüp bebek tedavileri esnasında kadından toplanan yumurtaları, erkekten alınan spermleri ve bunlardan oluşan embriyoları, laboratuvar ortamlarında vücut sıvılarını taklit eden sıvılar içinde barındırıyoruz. Ancak, ‘Endometrial ko-kültür yöntemi’ adı verilen metotla embriyolar anne adayının rahiminin içinden alınan dokudan salgılanan sıvılar içinde daha iyi kalitede gelişim gösteriyor. Tedavi öncesindeki adetin 21. günü anne adayının rahiminin içinden alınan doku örneği embriyoloji laboratuvarında kültür edilerek çoğaltılıyor ve buradan salgılanan sıvılarda embriyolar geliştiriliyor, daha kaliteli embriyolar elde etmek mümkün oluyor. Rahim içi doku kültürü de denen bu metotla, tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı hastalarında daha iyi gebelik oranları elde edebiliyoruz” diyor.

    Preimplantasyon Genetik Tanı ve Endometrial Ko-Kültür gibi alternatif yöntemlerin yanında embriyo tutunmasını artırabilmek için ‘embriyo kabuğuna lazer’ ile delik açılabiliyor ya da en iyi embriyoyu seçebilmek için ‘Blastokist Transferi’ gibi metotlar uygulanıyor. Tutunma ihtimali en yüksek embriyoları tanımaya çalışan tekniklerin üzerinde çalışmalar devam ediyor.

  • Dinamik Embrio İzleme – EmbryoScope

    Türkiye’nin ikinci EmbriyoScope’u yine Bahçeci’de!

    Dinamik Embrio İzleme - EmbryoScope | 3Dünya’da uygulanan Tüp Bebek Tedavileri ve yöntemlerine yepyeni bir boyut kazandırarak, adeta yeni bir çağın başlangıcına imza atan EmbryoScope™, Dinamik Embriyo İzleme Sistemi, Türkiye’de ilk kez Bahçeci Sağlık Grubu tarafından hastalarının hizmetine sunuldu.

    Tüp Bebek Tedavisi sürecinde, embriyo seçimini iyileştirmek ve embriyo değerlendirme algoritmalarını geliştirmek amacıyla kullanılan ve gördüğü ekstra talebe rağmen bugün dünyanın sadece en prestijli tüp bebek merkezlerinde çok kısa bir süre önce kullanılmaya başlanan ve EmbryoScope™ adı verilen Dinamik Embriyo İzleme Sistemi, tüm aşamaların düzenli olarak gözlemlenmesine uygun teknolojisi ile sağlıklı olan embriyoları seçme şansı sağlarken aynı zamanda kısıtlı embriyo sayılarında da başarı elde edebilme oranlarını artırmaktadır.

    Siz Uyurken Embriyolarınız Ne Yapıyor?

    Uzmanlara tüm hasta embriyolarının anında ve sürekli olarak, tüm süreçlerin hiçbir aşaması kaçırılmadan ve istenilen anda değerlendirilmesi imkanı sağlayan Dinamik Embriyo İzleme Sistemi’nin sağladığı sürekli gözlem olanağı ile elde edilen görüntülerin yeniden oynatılabilmesi, hızlandırılmış şekilde izlenmesi yada canlı görüntü kullanılarak embriyo kalitesinin değerlendirilmesi ise yine EmbryoScope™ sayesinde gerçekleşebiliyor. Kullanılan statik sistemlerde sadece belirlenen günlerde ve toplam 5 dakika süreyle cihazdan çıkartılarak kontrol edilebilen ve kimi zaman embriyoların olumsuz etkilemesinin söz konusu olduğu durumun aksine, Dinamik Embriyo İzleme Sistemi, EmbryoScope™ ile 144 saat x 60 dakika boyunca kesintisiz gözlem imkanı sağlanmaktadır.

    Günümüzde embriyo gelifliminin değerlendirilmesi, kültür şartlarında oluşan kesintileri en aza indirmek amacıyla tanımlanmış zaman noktalarında alınan enstantane bakışlarla sınırlı kalmaktadır. Son derece dinamik bir sürece sahip olan embriyo geliflimi ve embriyo gelişimi süreçlerinde yer alan zengin içeriğe sahip bilgilerden ne yazık ki tam anlamıyla yararlanmak mümkün olmamaktadır.

    Ancak EmbryoScope™, Dinamik Embriyo İzleme Sistemi ile güvenli ve kontrollü bir kültür ortamı sağlanırken tek seferde 72 adet embriyo sürekli gözlem altında tutulabilmektedir. Yapılan gözlemler 4 boyutlu belgelendirme teknikleri sayesinde uzmanlara istenilen süreç ve zamanlamayı değerlendirme imkanı sağlayarak, gelecekte yapılacak embriyo puanlamaları için benzersiz yeni parametreler geliştirme imkanı sağlamaktadır.

  • 7’den 70’e Taş devri diyeti Prof. Dr. Ahmet Aydın’dan

    7’den 70’e Taş devri diyeti Prof. Dr. Ahmet Aydın’dan | 4Prof. Dr. Ahmet Aydın’dan hastalıklara karşı korunma kalkanı!

    7’den 70’e
    Taş devri diyeti

    Dünyada hiçbir gerçek saklı kalmaz. Üstü ne kadar örtülürse örtülsün, halkın kolayca ulaşabileceği, ucuz ve basit tedavilerin kimi zaman servet harcanan pahalı ve karmaşık tedavilerden etkili olabildiği gerçeği gibi…
    Hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde besin unsurlarını kullandığım Taş Devri Diyeti kitabımın gördüğü büyük ilgi artık “statükocu tıp masalları” yerine gerçekleri duymak istediğimizin ispatı. Ne de olsa Taş Devri Diyeti’ni tabiat ana yazmış, diyet diktatörleri değil!

    Ben akşam başımı yastığa koyduğumda huzurla uyuyabilmek için bilgimle ve vicdanımla elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Yeni konu başlıklarıyla genişleterek yeniden kaleme aldığım 7’den 70’e Taş Devri Diyeti kitabının tıp öğrencilerinden diyetisyenlere, hastalardan hekimlere birçok insanın başvuru kaynağı olmasını umuyorum.

    Böyle diyor Ahmet Aydın, sağlıklı beslenmenin başucu kitabında.

    7’den 70’e Taş Devri Diyeti, Aydın’ın 30 yılı aşan hekimlik hayatının bir meyvesi, beslenmeyle ilgili tartışmalara koyulan bir ‘son nokta’ aslında. Kitap, doğru ve sağlıklı beslenerek hastalıklarından korunmanın mümkün olduğunu, yüzlerce bilimsel araştırma ekseninde gözler önüne seriyor. Türk halkının en çok muzdarip olduğu hastalıklara tek tek değiniyor, reklâmlarla pompalanan birçok yararsız hatta zararlı yiyeceği mercek altına alıyor. Bu janjanlı gıdaların bizleri nasıl hasta ettiğini cesurca belgeliyor. Beslenme-hastalık ilişkisini 67 farklı başlıkta inceleyen 504 sayfalık bu dev kitap, bu kapsam ve bütüncüllüğüyle Türkiye ve dünyada da bir ilki temsil ediyor.

    Hamileler, bebek büyütenler, sporcular… Şişmanlar ve depresyondakiler… Kanser, kısırlık, astım, reflü, hipertansiyon, Alzheimer gibi onlarca hastalıktan kurtulmak isteyenler… Özetle yaşlı genç herkes… 7’den 70’e Taş Devri Diyeti hepimiz için en güvenilir başvuru kaynağı!

    KİTABIN İÇİNDE NE VAR ?

    1. Tarih içinde besinlerimizin değişimi ve kronik hastalıklar
    2. Şekerin tarihi
    3. Mısır şurubu, tatlandırıcılar
    4. Gazlı içecekler, enerji içecekleri, kutu meyve suları
    5. Ekmek
    6. Yağların insan sağlığındaki önemi
    7. Sıvı yağlar
    8. Zeytinyağı
    9. Kanola yağı
    10. Kızartma yağları
    11. Tağşiş yağ
    12. Margarin
    13. Balıkyağı
    14. Süt, yoğurt
    15. Yoğurttaki süt proteini yüzdesinin azaltılması
    16. Yoğurtlar niye ekşimiyor?
    17. Süt tozu
    18. Süt, enfeksiyon, kaymaklı yoğurt
    19. Meyveli yoğurtlar
    20. Soya
    21. Et, vejetaryen beslenme
    22. Tavuk
    23. Probiyotikler
    24. Su
    25. Tuz
    26. Beslenme ve fiziksel özellikler
    27. Uyku
    28. Nefes almak
    29. Isıtma kapları, pişirme şekilleri
    30. Tarım ilaçları, Yeşil Devrim
    31. Genleriyle oynanmış tohumlar
    32. Doğal gıda ve organik gıda
    33. Mono sodyum glutamat (MSG)
    34. Beslenme faciası, reklâmlar
    35. Hamilelik öncesi ve hamilelikte beslenme
    36. Süt çocuğu beslenmesi I: 0–6 ay arasındaki beslenme
    37. Süt çocuğu beslenmesi II: Ek gıdalar
    38. Sporcu beslenmesi
    39. Şişmanlık, metabolik sendrom (insülin direnci)
    40. Gut
    41. Kolesterol, kalp-damar hastalıkları
    42. Hipertansiyon
    43. Kanserden korunma
    44. Reflü (göğüs yanması)
    45. Çölyak hastalığı
    46. Sivilceler
    47. Menopoz
    48. Kısırlık
    49. Prostat hastalıkları
    50. Böbrek taşı
    51. Osteoporoz (kemik erimesi)
    52. Romatizmal ve diğer iltihabi (enflamatuar) hastalıklar
    53. Diş sağlığı
    54. Enfeksiyon hastalıkları ve beslenme
    55. Alerjik hastalıklar
    56. Astım
    57. Kistik fibroz
    58. Depresyon
    59. Hiperaktivite, yaygın gelişimsel bozukluk, otizm
    60. Mültipl skleroz
    61. Unutkanlık, bunama, Alzheimer
    62. Baş ağrısı
    63. Doğumsal metabolizma hastalıkları
    64. Ne yapmalı?

    Ek I: Sağlıklı beslenmenin temel ilkeleri (Modifiye Taş Devri Diyeti)
    Ek II: Taş Devri Diyeti’ne yapılan eleştiriler, çok sorulan sorular
    Ek III: Temel beslenme bilgileri

    PROF. DR. AHMET AYDIN KİMDİR?

    1953 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Hobyarlı Ahmet Paşa İlkokulu, Samsun Anadolu Lisesi ve Ankara Fen Lisesi mezunu.
    1977 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1982 yılında aynı Fakülte’nin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nde uzmanlığını tamamladı. 1982-1986 yılları arasında Çorlu’da askerlik ve Eskişehir’de zorunlu hizmet görevini yerine getirdi. Tekrar döndüğü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 1988 yılında doçent, 1993 yılında Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı başkanı ve 1994 yılında da profesör oldu.
    Son yıllarını beslenme ile kronik hastalıklar arasındaki ilişkiye yoğunlaştıran Aydın’ın bu konuda halka bilgi veren www.beslenmebulteni.com isimli bir sitesi var.
    Evli ve bir çocuk sahibi olan Aydın’ın çeşitli konularda yazdığı 10 kitabı ve yerli ve yabancı çok sayıda makalesi mevcut.

  • Harekete Geç! Hikayeni Gönder

    Harekete Geç! Hikayeni Gönder | 5Dünyada olduğu gibi ülkemizde de meme kanseri görülme oranı çok yüksektir. Her 8 kadından birine meme kanseri tanısı konmaktadır. Erken teşhis ile iyileşme oranı %90’ ın üzerindedir.

    Meme kanseri konusuna kadınların dikkatini çekerek erken tanı ve teşhis için yönlendirmek, tanı almış hastaları da tedavileri konusunda cesaretlendirmek amacıyla “Harekete Geç! Hikayeni Gönder” kampanyası geliştirilmiştir.

    Europa Donna Türkiye’nin (Türkiye Meme Hastalıkları Koalisyon Derneği), T.C. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı ve Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu destekleri ve Novartis Onkoloji’ nin katkıları ile başlatmış olduğu “Harekete Geç! Hikayeni Gönder” kampanyası ile meme sağlığına ilişkin deneyimlerin paylaşılması yolu ile; yaşanmış hikayelerden yola çıkarak bu hastalığı yaşayanlara ve yakınlarına umut aşılamak ve toplumu meme kanseri hakkında bilinçlendirmek amaçlanmaktadır.

    Kampanyaya başvuru www.hikayenigonder.com adresinden veya Europa Donna Türkiye posta adresine gönderim yolu ile yapılacaktır (Meme Hastalıkları Koalisyonu Derneği – Europa Donna Türkiye, Operatör Raif Bey Sok. 19 Mayıs Mahallesi No:26/3 Şişli-İstanbul). Son başvuru günü 31 Aralık 2010’dur.

    Hikayeler, Gazeteci-Yazar Meral Tamer, Prof. Dr. Gökhan Demir (Florance Nightingale Gayrettepe Medikal Onkoloji), Prof. Dr. Nuran Beşe (İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi-Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı), Women’s Health Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deran Özer ve Europa Donna Türkiye Başkanı Violet Aroyo’ nun katılımı ile oluşmuş bir seçici kurul tarafından değerlendirilecektir. Dereceye giren hikayeler 01 Şubat 2011 tarihinde saat 18.00 itibariyle kampanya web sitesinden duyurulacaktır. Seçici kurul tarafından seçilen ilk 10 hikayenin yazarlarına Europa Donna tarafından çeşitli ödüller verilecektir. Birinci seçilecek hikayenin yazarı İstanbul’da Selda Alkor ve Violet Aroyo ile birlikte bir akşam yemeği yiyecektir. Birinci, ikinci ve üçüncü hikayelerin sahiplerine birer yürüyüş bandı hediye edilecek, takip eden yedi hikayenin sahibine ise Women’s Health Dergisi bir yıllık ücretsiz abonelik hediye edecektir. Kampanya detayları için www.hikayenigonder.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

    Europa Donna’nın mesajı: “Lütfen hikayenizi bizimle paylaşın, yaşadıklarınızla diğer yaşamlara umut olabilirsiniz. Sizin veya yakınlarınızın hikayesi, bir başka hikayenin mutlu sonla bitmesini sağlayabilir.”

    Kampanya kapsamında 4 ilde uzmanlarca meme kontrolü, meme kanseri teşhisi/tedavisi hakkında halka açık ücretsiz bilgilendirme toplantıları yapılacaktır.

    Halkımızın kampanyadan haberdar olması ve kampanyaya katılımın yüksek olması için sizin haber desteğiniz çok önemlidir. Katılım ve desteğinize teşekkür ediyoruz.

    Europa Donna Türkiye

    Harekete Geç! Hikayeni Gönder | 6Kız Kulesi’ne kadın eli değdi
    Meme kanserine dikkat çekmek amacıyla başlatılan ‘Harekete Geç! Hikâyeni Gönder!’ projesi kapsamında, Ekim ayı boyunca Kız Kulesi pembe ışıklarla aydınlatılacak.

    Avrupa’nın en büyük meme kanseri hasta organizasyonlarından olan Europa Donna, Ekim ayı meme kanseri bilinçlendirme çalışmaları kapsamında ‘Harekete Geç! Hikayeni Gönder!’ projesine imza attı. Projeyle Kız Kulesi’ne kadın eli değdi ve Kule pembe ışıklarla aydınlatıldı. Amaç: Erken teşhisle tedavi edilebilir bir hastalık olan meme kanserine dikkat çekmek.

    Dünyada olduğu gibi ülkemizde de meme kanseri görülme oranı bir hayli yüksek. Öyle ki her 8 kadından birine meme kanseri tanısı konuyor.

    Kadınlarda görülen kanser türleri arasında birinci sırada yer alan meme kanseriyle ilgili en sevindirici nokta ise hastalığın erken teşhisle yüzde 90 oranında tedavi edilebilmesi.

  • Kızılcık C vitamini deposu

    Kızılcıktaki C vitamininin portakalın iki katı olduğu ve bu nedenle kızılcığın hücreleri kansere karşı koruduğu tespit edildi.

    Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sezai Ercişli, yaptığı açıklamada, kızılcıkla ilgili Çukurova Üniversitesi, Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü ve Atatürk Üniversitesinin ortak bir araştırma yürüttüğünü, bu çalışma sonunda kızılcık meyvesinin antioksidan özelliğinin çok yüksek olduğunun tespit edildiğini söyledi.

    Ercişli, şöyle konuştu:
    Kansere karşı antioksidan özelliği, koruyucu özellik demek. Hücreleri kansere karşı koruyor. Bizim çalışmamız bunu kanıtladı. Yalnız kızılcık tipleri arasında bariz fark çıktı. Çok koyu renkte olan kızılcıkların antioksidan içeriği daha yüksek olarak tespit edildi. Kızılcığın ortalama C vitamini 100-120 miligram civarında. Bu portakalın ortalama iki katı olarak kabul ediliyor. Portakalda biz bunu ortalama 50-60 miligram olarak tespit ediyoruz. C vitamini yönünden oldukça yüksek. Antioksidan özelliği de C vitamininden kaynaklanıyor.

    Araştırmanın, Avrupa’da prestijli gıda dergilerinden birinde yayımlandığını anlatan Ercişli, ”Kızılcıkta Türkiye, özel bir konuma sahip. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki gibi geniş bir kızılcık popülasyonu yok” dedi.

    ”GENETİK KAYNAKLARI MALATYA’DA”

    Kızılcık genetik kaynaklarının da Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsünde bulunduğuna dikkati çeken Ercişli, şunları kaydetti:

    Dünyada ikinci kızılcık genetik kaynakları bir tek Ukrayna Yalta’da var. Başka yerde yok. Ukrayna’daki türler de açık renkli kalıyor. Diğer ülkelerde kızılcık türü yok. Malatya’da 60’ın üzerinde tip var. Çeşit demiyoruz. Daha tescil edilmedi. Biz, çalışmamızda 30 tanesini kullandık.

    NtvmsnbcLogoSmall

  • Patlamış mısır, antioksidan zengini çıktı

    Bilim adamları, patlamış mısırda yüksek miktarda antioksidan madde bulunduğunu tespit etti.

    Daily Mail gazetesinin haberine göre, ABD’de yapılan araştırmada, patlamış mısırın içinde meyve ve sebzelerde bol miktarda bulunan “polyphenol” antioksidan maddesine rastlandı. Bu madde kalp hastalıkları, kanser ve diğer hastalıklarla mücadeleye, vücudun direncini artırması açısından yardımcı olmasıyla biliniyor.

    Araştırmayı yapan grubun başkanı, Pennsylvania’daki Scranton Üniversitesi’nden kimyager doktor Vinson, patlamış mısırın içinde yüksek seviyelerde polyphenola rastlamalarına çok şaşırdıklarını, bunun nedeninin de büyük olasılıkla bu yiyeceğin işlem görmemiş olmasından kaynaklandığını ifade etti.

    NtvmsnbcLogoSmall

  • Hangisi daha kötü : Şeker mi ? Yapay tadlandırıcılar mı ?

    tatlandiricilarBiz diyetisyenler, danışanlarımızdan kilo verme sürecinde harcadıkları enerjiden daha düşük enerji almalarını sağlamaktayız. Bu bağlamda diyetteki yağ ve şeker alımını biraz kısıtlarız. Genel olarak danışanlar, yağlı yiyeceklerin ve kızartılmış ürünlerin tüketimini sınırlandırabilse de; şekerin eksikliğini hissetmekte, doğal karbonhidrat kaynağı olan (tahıllar, kurubaklagiller, peynir dışındaki süt ürünleri, sebze ve meyve gibi) besinlerden aldıkları şeker ile yetinememekte. Zaten çocukluk çağındaki ödüllendirici beslenme alışkanlığında sürekli tatlı verilmesi, kişide yetişkinlik döneminde tatlı yenildiğinde pişmanlık hissinin oluşmamasına, hatta “iyi bir şey yapmış” gibi tatlıyı yerken mutluluk duymasına sebebiyet vermektedir.

    Vücudumuzun Gerçekten Şekere İhtiyacı Var mıdır ?

    Beyin, sinir sistemi ve alyuvarlar normal koşullarda enerji ihtiyaçlarını mutlak surette karbonhidratlardan karşılamak durumundadır. Bazı karbonhidratlar besinlerde doğal olarak bulunurlar (meyvelerde fruktoz, sütte laktoz, tahıllarda nişasta gibi). Bazıları ise sonradan ilave edilirler (sofra şekeri ve şeker içeren besinler). Kaynağı ne olursa olsun, vücut gerçekte bu farkı anlamaz. Karbonhidratlar büyük oranda bitkisel kaynaklı besinlerden alınmaktadır. Bu karbonhidratlar vücudumuzda yapıtaşı olan glikoza dönüşür ve kan şekerinin esas kaynağını oluştururlar. O nedenle Dünya Sağlık Örgütü günlük enerjimizin %55-60’ının karbonhidratlardan karşılanması gerektiğini vurgulamaktadır.

    Fazla Karbonhidrat Tüketiminin Zararları Nelerdir ?

    42-15666011Vücut, kan şekerinin tümünü aynı anda enerjiye çevirememektedir. Kan şekeri düzeyi normalin üzerine çıktığında; pankreastan salınan insülin hormonu fazla şekerin depolanması için karaciğer, kas ve diğer hücreleri uyarır. Glikozun bir kısmı, kas ve karaciğerde glikojen şeklinde depolanır. İhtiyacından fazla enerji tüketimi durumunda vücut, bir kısım glikozu vücut yağına çevirir. Dolayısıyla obezite ve beraberindeki 40’ı aşkın hastalık için davetiye çıkartılmış olmaktadır. Bu nedenle karbonhidratları azı karar çoğu zarar mantığı ile değerlendirmekte yarar vardır. Son zamanlarda şeker kullanımının hızla artmasıyla birlikte kalp – damar hastalıkları, diyabet, kanser, sindirim sistemi hastalıkları ve romatizmal hastalıkların görülme sıklıklarında artışlar olmaktadır.

    Hiç Şeker Tüketmemek Vücutta Bir Eksiklik Yaratmaz mı ?

    Rafine edilmiş haliyle şeker 200 – 300 yıllık kısa bir geçmişe sahiptir. Peki şekerin keşfinden önce insanlar bu ihtiyaçlarını nasıl karşılıyordu, acaba vücutlarında bir eksiklik olmuyor muydu? Nasıl ki arabanın hareket edebilmesi için deposunda benzin olması gerekiyorsa, vücudumuz için de temel enerji kaynağı glikozun bulunması gerekir. Ancak bu glikoz, çayın içerisine atılan ve tatlıların yapımında kullanılan rafine haliyle sofra şekeri olarak görülmemelidir. Yukarıda da belirtildiği gibi doğal besinlerden de bu şekerin elde edilmesi söz konusu olmaktadır. Eğer ki sofra şekerinin eksikliği durumunda metabolizmamız sıkıntı oluştursaydı; sağlık personeli diyabeti olan bireylere de her gün tatlı yemelerini önerirdi. Yoğun olarak 1900’lü yılların başından itibaren beslenmemizde yer alan şeker, daha öncesinde saraylarda kullanılan lüks bir besin maddesi olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde şekerin girmediği bir yer yok gibi. O nedenle bebeklikten itibaren şekerli besinlere alıştırılan bir insana sağlık problemlerinden ötürü “artık şekeri hayatınızdan çıkarmalısınız” demek çok zor.

    Şeker Vücutta Nasıl Bir Sıkıntı Yaratmaktadır ?

    Hızla ve hemen kana karışan, saflaştırılmış ve rafine şeker içeren besinler kan şekerinde ani bir dalgalanmaya neden olurlar. Çok kısa sürede yükselen kan şekeri yaklaşık yarım saat sonra aynı hızda düşmeye başlar. Her çıkışın bir inişi vardır. İşin kötü tarafı; tatlı yenildikten bir süre sonra artan ve azalmaya başlayan kan şekeri seviyesi eski seviyesinin de altına düşmektedir. Dolayısıyla kan şekerinde aniden bir pik yaşanması tekrardan tatlı yeme isteği doğurmaktadır. Bu nedenle kimse bir parça tatlı yiyerek “dur” diyememektedir.

    Peki Şekerin Yerini Nasıl Doldurabiliriz ?

    42-18468401Her zaman için besinlerin doğalını tercih etmekte yarar vardır. Ama bu demek değildir ki: Hiç tatlı yenilmemelidir. Elbette tatlı yenilmemesini gerektiren şeker hastalığı gibi bir durum söz konusu değilse bazen tatlı yenilebilir. Ancak tatlıların tüketim sıklığına ve miktarına dikkat etmek, ayrıca lokma, tulumba gibi şerbetli tatlılar yerine; sütlaç, muhallebi, puding, komposto, hoşaf, kabak tatlısı gibi hafif tatlıları tercih etmek gerekir. İşte bu tatlıların yapımında – enerji alımını azaltmak adına – toz tatlandırıcılardan yararlanılabilir.

    Diyabetliler başta olmak üzere, şeker tadından vazgeçemeyen, iştahını baskılamakta güçlük çeken, formuna önem veren bireyler ve aileleri için çok iyi bir alternatif olarak yapay tatlandırıcıların şeker yerine kullanılması daha uygun görülmektedir. Gerek içeceklerde tablet olarak, gerekse tatlıların yapımı esnasında toz formları ile güvenle kullanılabilen bu tatlandırıcıların enerji değeri yok veya göz ardı edilecek kadar düşüktür. Kan şekeri üzerinde de olumsuz etki yaratmamaları nedeniyle saflaştırılmış ve rafine şeker yerine tercih edilmeleri daha sağlıklı olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; bazı yapay tatlandırıcıların ocağı kapattıktan (besin pişirildikten) sonra ilave edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde topaklanma ve metalik bir tat oluşturabilmektedir.

    Yapay Tatlandırıcılara Geçiş

    Yapay tatlandırıcılar ilk olarak 1900’lü yılların başında ortaya çıkmış, 1940’lardan beri tüm dünyada hem şeker hastaları hem de sağlığına özen gösterenler tarafından yoğun olarak kullanılmaktadırlar. Günümüzde en fazla kullanılan yapay tatlandırıcılardan biri olan aspartam üzerinde 200’ü aşkın bilimsel çalışma yapılmış, yüksek dozlarda kullanımında dahi zararlı bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Aspartam kullanımı Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmıştır.

    Yapay Tatlandırıcılar Kanser Yapar mı ?

    1939 yılında yapılan küçük çapta bir araştırmada sakarin içeren yapay tatlandırıcıların sıçanlarda mesane kanserine yol açtığı saptanmıştır. Ancak bunu izleyen çalışmaların hiçbirinde benzer bir etkiye rastlanmamıştır. Zaten bilim dünyasında “hayvan modelinde karşılaşılan bir durum insanlarda da aynen gerçekleşir” diye bir durum söz konusu değildir. Yaklaşık 70 yıldır yapılan çalışmalarda çok daha yüksek dozlarda insanlara verilen bu yapay tatlandırıcılarda benzer bir yan etkinin görülmemesi üzerine, bugün bizler danışanlarımıza Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği bu yapay tatlandırıcıları önermekte ve kullanımlarında bir sakınca görmemekteyiz. Bu şekilde bir kanının oluşmasında 20. yüzyılın sonlarına doğru bulunan aspartamın rolü büyüktür. Aspartam piyasada sakarinin önüne geçmiştir. Sonraları sakarinin aspartama “çamur at izi kalsın” mantığı ile misilleme olarak unutkanlık yaptığına dair demeçlerin verilmesi sonucu her 2 grup yapay tatlandırıcı da “kötü” olarak hafızalara kazınmıştır. Ancak tüm tatlandırıcılar gerek diyabetliler gerekse formuna dikkat edenler ve aileleri tarafından rahatlıkla kullanılabilirler. Formda kalmak, şekerin zararlı etkilerine maruz kalmamak ve ağız tadından vazgeçmemek için yapay tatlandırıcılar güvenle kullanılabilir. Özetle; yapay tatlandırıcılar iyi, rafine şeker kötü olarak tanımlanabilir.

    Uzman Diyetisyen
    M. Turgay KÖSE

    1977 İstanbul doğumlu Köse, ilk ve ortaöğrenimini aynı şehirde tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden 2001 yılında derece ile mezun oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda yedek subay Diyetisyen olarak askerlik görevini tamamladı. Sonrasında Florence Nightingale Hastanesi Diyabet, Obezite ve Metabolizma Hastalıkları Merkezi bünyesinde Diyetisyen olarak çalıştı. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisans programını tamamlayarak “Toplu Beslenme Sistemleri Bilim Uzmanlığı” aldı.

    Türkiye Diyetisyenler Derneği, Obezite Derneği ile Diyabet, Obezite ve Beslenme Derneği ve Yeni Çınar Lions Kulübü’ne üye olan Köse, hem bireysel hem de kurumsal anlamda beslenme danışmanlığı ve eğitimi çalışmalarını 2004’ten beri kurucusu olduğu Etik Diyet Danışmanlık’ta sürdürmektedir. Uzman Diyetisyen Turgay Köse fuar, kongre, seminer, internet TV, radyo ve televizyon programlarında konuşmacı; çeşitli gazete, dergi ve web sayfalarında köşe yazarı olarak yer almaktadır. Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse’nin beslenme alanındaki ilk kitabı “Beslenme ve Diyetetik” Ekim – 2007’de piyasaya çıkmıştır.