Etiket: kalp hastalığı

  • Statin Gereksinimi ve Kalp Hastalığı Riski: Yeni Bulgular

    Statin Gereksinimi ve Kalp Hastalığı Riski: Yeni Bulgular

    Statin Gereksinimi ve Kalp Hastalığı Riski: Yeni Bulgular – Yeni PREVENT hesaplayıcısı, statin kullanımını azaltabilir. Bu keşif, birçok kişinin ilaç tedavisini gözden geçirmesine yol açabilir.

    Kalp doktorları, daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulduğunu ve hastaların ilaçlarını bırakmamaları gerektiğini vurguladı.

    Statin Gereksinimi ve Kalp Hastalığı Riski: Yeni Bulgular

    Kalp hastalığı riskini belirlemenin yeni bir yolu, milyonlarca insanın statin reçetesi almasına gerek kalmamasına yol açabilir. Ancak, kalp doktorları daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulduğunu ve hastaların ilaçlarını bırakmamaları gerektiğini belirtti.

    Statinler Nedir?

    Statinler, yüksek LDL kolesterol seviyelerini düşürmek için yaygın olarak kullanılan ilaçlardır. Lipitor, Crestor ve Zocor gibi statinler, kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde önemli rol oynar. Doktorlar, Amerikan Kalp Derneği ve Amerikan Kardiyoloji Koleji tarafından 2013 yılında belirlenen yönergelere dayanarak bu günlük hapları reçete eder. Bu yönergeler, hastanın yaşı, diyabet durumu, kan basıncı gibi faktörlere dayanarak risk tahmini yapar.

    Yeni Risk Hesaplayıcısı PREVENT

    Statin Gereksinimi ve Kalp Hastalığı Riski: Yeni Bulgular
    Statin Gereksinimi ve Kalp Hastalığı Riski: Yeni Bulgular

    Yeni çalışmada, Pittsburgh Üniversitesi’nden Dr. Tim Anderson ve meslektaşları, Amerikan Kalp Derneği tarafından geçen yıl yayımlanan PREVENT adlı yeni kalp hastalığı risk hesaplayıcısının potansiyel etkisini analiz etti. Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Anketi’ne (NHANES) katılan 40-75 yaşları arasındaki 3,785 yetişkinden elde edilen verileri inceleyen araştırmacılar, yeni hesaplayıcının tahminlerini eski yönergelerle karşılaştırdı.

    PREVENT, kalp hastalığı geliştirme olasılığını daha doğru bir şekilde değerlendirmek için böbrek hastalığı ve obezite gibi yeni tanınan risk faktörlerini içerir. Araştırmacılar, katılımcılar arasında, yeni araçla belirlenen 10 yıllık kalp hastalığı riskinin, önceki hesaplamalara göre yaklaşık yarısı olduğunu buldular.

    Statin İhtiyacında Azalma

    Yeni hesaplayıcı kullanılarak yapılan hesaplamalar sonucunda, araştırmacılar yaklaşık %40 daha az insanın statin reçetesi için kriterlere uyacağını belirledi. Bu, ABD’de şu anda birincil önleme amacıyla statin kullanan, yani inme veya ti gibi bir kardiyovasküler olay yaşamamış olan yaklaşık 4 milyon insanın bu ilaçlara ihtiyaç duymayabileceği anlamına gelir.

    Yeni Hesaplayıcı Nasıl Farklı?

    Yeni hesaplayıcı, aşağıdaki farklılıkları içerir:

    • Hesaplamadan ırk faktörünü çıkararak, bunun yerine kişinin sosyoekonomik durumunu gösteren posta kodunu kullanır.
    • Böbrek hastalığı, obezite ve kötü kan şekeri kontrolünü gösteren hemoglobin A1C gibi kalp hastalığı riskini artırabilecek faktörleri içerir.
    • Erkekler ve kadınlar için riski ayrı ayrı hesaplar.

    Statin Kullanımı Üzerine Düşünceler

    Anderson, yeni bulguların, birincil önleme amacıyla statin kullanan kişilerin doktorlarına bu ilaçları almaya devam etmeleri gerekip gerekmediğini sormaları için bir fırsat olduğunu belirtti. İlk kardiyovasküler olaydan önce kalp hastalığı risklerini tedavi etmek önemlidir, ancak statinler bazı kişilerde kas ağrısı, baş ağrısı, uyku problemleri ve sindirim sorunları gibi yan etkilere neden olabilir.

    Uzman Görüşleri ve Endişeler

    Kardiyovasküler hastalık uzmanları, yeni çalışmanın bazı hastaları ilaçlarını bırakmaya ikna edebileceğinden endişe duymaktadır. Northwestern Üniversitesi Feinberg Tıp Fakültesi’nde kardiyovasküler epidemiyoloji profesörü olan Dr. Sadiya Khan, yeni risk hesaplayıcısıyla birlikte yeni yönergelerin gerekli olacağını belirtti.

    Mount Sinai Sağlık Sistemi’nde lipidler ve metabolizma direktörü olan Dr. Robert Rosenson, çalışmadaki katılımcıların sayısının ABD nüfusunu temsil etmediğini ve bu nedenle bulguların sınırlı olduğunu vurguladı. NYU Langone Hospital-Long Island’da kalp yetmezliği hizmetleri direktörü olan Dr. Shaline Rao ise statinlerin birçok popülasyonda faydalarını gördüklerini belirtti ve hastaların yanlış mesaj alabileceğinden endişe etti.

    Bu yeni bulgular, kalp hastalığı riskini değerlendirme ve tedavi yöntemlerinde potansiyel bir değişimi işaret etse de, doktorlarla detaylı bir şekilde tartışılmadan ilaç kullanımını değiştirmemek önemlidir.

  • Uyku apnesi

    Uyku apnesi

    Eşiniz son zamanlarda çok şiddetli horladığınızı söylüyorsa, ne kadar uyursanız uyuyun yorgun uyanıyor ve gün içerisinde uyukluyorsanız uyku apnesi (uykuda solunum duraklamaları) yaşıyor olabilirsiniz.

    Uyku Apnesi

    Erkeklerde kadınlara göre 2 kat fazla görülen uyku apnesinin nedenlerini Baş Boyun Cerrahisi ve Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tayfun Demirel’le konuştuk.

    Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesinin daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görüldüğünü belirten Op. Dr. Tayfun Demirel; ‘Obstrüktif Uyku Apnesi Sendromu uyku boyunca üst solunum yolunun tekrarlayıcı tıkanmaları ile karakterizedir.

    Buna genellikle kan oksijen düzeyindeki düşmeler eşlik edebilir. Diğer bir ifade ile hava yolu çeşitli seviyelerde tıkanır. Tıkayan faktörler üst solunum yolunu çevreleyen dokulardaki şişkinlikler, büyük bademcikler, büyük dil ve uykuda gevşeyen üst solunum yolu kaslarıdır. Diğer bir tıkanma noktası da burundur. Çenenin küçük olması ve üst solunum yolu yapısı da tıkanma yapabilir. Tıbben ciddi kabul edilen tıkanmaya bağlı uyku nefessizliğinin toplum içinde yaygınlığı yüksektir.

    Uyku Apnesi Kimlerde Görülür?

    Uyku apnesi orta yaştaki kilolu erkeklerin hastalığıdır şeklindeki izlenim yanlıştır. Ayrıca hastaların 1/4’ü şişman değildir. Gerçekte şişman erkeklerin çoğu ve kilolu kadınların çok büyük bir kısmında apne yoktur. Kadınların en az yüzde 2’sinde ve erkeklerin yüzde 4’ünde görülür. Bu rakamlar hastalığın en az astım ve şeker hastalığı kadar yaygın olduğunu gösterir.’ açıklamasında bulundu.

    Uyku Apnesi Nasıl Oluşur?

    Tıkayıcı tipte uyku apnesi boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesiyle oluşur. Bu kaslar yumuşak damağa, küçük dile, yutağa ve dile aittir. Kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralır ve bir süre için solunum durur. Bunun sonucunda kandaki oksijen miktarı azalır, beyin bu azalmayı algılar ve uyku derinliğini azaltarak hava yolunun tekrar açılmasını sağlamaya çalışır.

    Uyku derinliğinin azalmasını takiben bazı kişilerde bir iki kısa derin nefes alma ile bazı kişilerde ise şiddetli horlama ve yutkunma sesleri ile solunum tekrar başlatılır. Bu durum bütün gece saatte 20-30 kere tekrarlayabilir ve sık derecede uyku apnesi olduğunda derin uykuya geçmek mümkün olmaz. Kişi bütün uykusunu solunum çabası içinde geçirir ve gündüz uyuma ihtiyacı duyar. Uyku apnesi olan kişiler genellikle uykularının bölündüğünün farkında değildir ve iyi uyuduklarını zannederler.

    BU BELİRTİLER VARSA RİSKİNİZ YÜKSEK OLABİLİR!

    Kilo fazlalığı: Boynun kısa ve kalın olması boğazda hava yolunun daralmasına neden olur. Kilo fazlalığı nedeniyle boyun ve boğaz çevresindeki yağ dokusunun artması uyku apnesini şiddetlendiren önemli bir etkendir. Boyun çevresinin, yani gömlek yakası numarasının erkeklerde 43 cm‘den, kadınlarda 40 cm‘den fazla olması uyku apnesi için risk faktörüdür. Ancak uyku apnesi zayıf kişilerde de görülebilir.

    Büyümüş bademcikler ve geniz eti varlığı: Bademciklerin normalden büyük olması ve geniz eti bulunması daha çok çocuklarda görülen uyku apnesinin nedenidir; ancak bazen erişkinlerde de sorumlu olabilir.

    Boğazın dar yapıda olması: Bazı kişilerde boğazın şekli doğuştan dar yapıda olabilir.
    Erkek cinsiyet: Uyku apnesi erkeklerde kadınlardan 2 kat sık görülür. Ancak, kilo fazlası olan kadınlarda da sık görülebilir.

    Yaş: Uyku apnesi orta yaş üzerindeki erişkinlerde gençlere göre 2-3 kat daha sıktır.
    Alkol, sakinleştirici ve uyku ilaçlarının kullanımı: Bu maddeler boğaz kaslarının uyku sırasında gevşemesine neden olur.

    Kalp ve damar sistemi sorunları: Apne sırasında kandaki oksijenin ani düşmeleri kan basıncının artmasına, kalp ve damar sisteminin zorlanmasına neden olur. Uyku apnesi olan kişilerin hemen yarısında hipertansiyon vardır ve bu da kalp yetmezliği ile beyin kanaması riskini artırır. Kalp hastalığı olan kişilerde uyku apnesinin neden olduğu oksijen düşüşlerinin kalp krizine bağlı uykuda ani ölüm riskini artırdığı bilinmektedir.

    Gündüz uyuklama: Uykudaki bölünmeler nedeniyle derin bir gece uykusu mümkün olmadığında gündüz uyuklamaları, halsizlik ve sinirlilik görülür. Uyku apnesi olan kişiler işte çalışırken, televizyon seyrederken, okurken, otobüste ve hatta araba kullanırken uyuklayabilirler. Uyku apnesi olup araç kullanan kişilerde trafik kazası geçirme riski 3 ile 5 kat arasında yükselir. Çocuklardaki uyku apnesi genellikle okul başarısındaki düşme ile kendini gösterir.

    Başka nedenlerle yapılması gerekebilecek tıbbi tedavilerle ilgili sorunlar: Tıkayıcı tipte uyku apnesi olan kişilerde başka nedenlerle yapılması gerekebilecek ameliyatlarda genel anesteziyle ilgili solunum sistemi sorunları ile karşılaşılabilir.

    Eşle ilgili sorunlar: Uyku apnesi ile birlikte şiddetli horlama da varsa yatak partnerinin uyuyamaması; hatta oda değiştirmesi gibi sosyal bir sorun da ortaya çıkar.

    Beyin faaliyetleriyle ilgili sorunlar: Uyku apnesi olan kişiler unutkanlık; yorgunluk ve bezginlik, geceleri sık idrara çıkma ve impotans sorunları yaşayabilirler. Çocuklarda hiperaktivite ve dikkat bozukluğu sendromu görülebilir.

    Horlamanın nedenleri için tıklayın !

    NASIL TEDAVİ OLABİLİRİM DİYORSANIZ

    Öncelikle bu belirtileriniz varsa hekiminizin detaylı muayenesinin ardından uyku testi olarak da bilinen Polisomnografi Testi yapılarak bu testin sonucuna göre hareket edilir. Bazı hastalarda kilo verme, alkol kullanmama, sigara ve kafein bırakma gibi davranışsal tedaviler yeterli olsa da bazı hastalarda CPAP (Hastanın gece boyunca burnunu tamamen kaplayan bir maske yardımıyla verilen pozitif basınçlı hava çökmüş hava yolunu açık tutarak hastanın tıkanmasını engeller) yöntemi kullanılır. Çoğu hasta 1-3 aylık CPAP tedavisi ile birlikte kilo vererek hem tedaviye devamda motivasyon sağlaması hem de cerrahi tedaviye hazırlık anlamında fayda görür. Cerrahi tedavi çoğu vaka için en iyi tedavi şeklidir. Cerrahi tedavi ile hastanın hava yolundaki tıkayıcı unsurlar yeniden şekillendirilerek hava yolunun açılması sağlanır.

  • Kadınlar daha çok uyumalı…

    Kadınlar daha çok uyumalı…

    Amerika’da yapılan bir araştırmada kadınların uykuya daha çok ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Çünkü kadın beyni gün içinde erkeklerinkine oranla daha fazla çalışıyor ve bu sebeple daha çok yoruluyor.

    Uykudan mahrum kalmak, ruh sağlığına olumsuz etki ettiği gibi vücutta yorgunluk, halsizlik, kalp hastalığı ve iltihap sorunlarının oluşmasına neden oluyor.

    Araştırmada, yeteri kadar uyumayan kadınların depresyona ve sinirlilik haline daha fazla yakalandıkları da ortaya çıktı.

    Uzmanlar, uykusuzluğun yol açtığı problemleri önlemek için, kadınlara gün içinde şekerleme yapmayı öneriyor.

  • Karatay diyeti menüleri

    Karatay diyeti menüleri

    İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, yapay tatlandırıcılara da dikkat çekiyor. Karatay, “Tatlandırıcı kullananlar zehirleniyor. Kullanılan tatlandırıcılar, sofra şekerinden 600 kat daha tatlı” uyarısında bulunuyor

    SABAH kahvaltısında ‘ceviz’i, öğle yemeklerinde etli ya da zeytinyağlı sebze yemeklerini öneren İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, akşam yemeklerinde de öğle yemeğine benzer gıdalar tüketilmesini tavsiye ediyor. Ancak, akşamları 20.00’den sonra yemek yenmemesi konusunda uyarıyor. Yazı dizimizin son gününde yapay tatlandırıcılara dikkat çeken Karatay’a kulak veriyoruz…

    ‘YAPAY TATLANDIRICI KULLANANLAR ZEHİRLENİYOR!’
    “Aspartam ve sakarin içermez diye pazarlanan, sükraloz bazlı tatlandırıcılar, sofra şekerinden 600 kat daha tatlıdır. 200 gram kadar tatlandırıcı, 96 kalori ve 32 gram şeker içermektedir. Bunlar obezlere, diyabetli hastalara ve kilo vermek isteyenlere öneriliyor. Oysa hastalar zararlı birçok kimyasal maddeyi tükettiklerinin farkında bile değiller. Bu hastalar, yapay tatlandırıcılarla zehirlendiklerinin farkına varmalılar. Kilo problemi olmayanlar ya da ensülin direncini kırmayı başarmış olanlar, eğer çok istiyorlarsa Konya yöresine ait olan etli ekmek (kaşar peynirsiz olarak) ya da lahmacun gibi yiyecekleri rahatlıkla tüketebilirler. Etli ekmek ve lahmacunun ekmeği mayasız ve son derece incedir. Ayrıca bol soğan, limon, maydanoz ve ayranla tüketildiği zaman gayet dengeli ve sağlıklı bir gıdadır.

    ‘AKŞAM YEMEĞİ SONRASI MUZ, YAĞ OLARAK DEPOLANIR’ 
    Meyve konusuna gelince… Mevsiminde doğal olarak (hormonsuz, kimyasal ilaçsız, GDO’suz) yetişmiş ve sağlıklı ortamda, kimyasal koruyucu maddeler sıkılmadan (mumlanıp parlatılmadan) saklanıp satışa sunulan tüm meyveler sağlıklıdır. Meyvelerin içerdiği şeker oranı, glisemik endeksini belirler. Bu nedenle meyvelerin tüketim miktarları, zamanları ve şekilleri onları vücudumuz için sağlıklı veya sağlıksız hale getirebilir. Örneğin gün boyunca başka tatlı ve şekerli bir yiyecek yememek koşuluyla sonbahar ve kış aylarında sabah kahvaltısında yenecek bir adet yerli muz, glisemik endeksi yüksek olmasına rağmen verdiği enerji gün içinde yakılabileceği için sağlıklıdır. Ancak aynı muz, akşam yemeğinden sonra tok karnına yenirse ve ardından yatılırsa, gece enerjisi fazla gelip yağ olarak depolanacağı için sağlıksızdır.

    Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.</p><br /><br /><br /><p>Resmin ismi:  karatay_menu.jpg<br /><br /><br /><br />Görüntüleme: 0<br /><br /><br /><br />Büyüklüğü:  78.2 KB (Kilobyte)

    ‘ZEYTİN EN DOĞAL MEYVE BOL YİYİN’
    Ülkemizde birçok kişi diyabetli olduğunu bilmeden yaz aylarında her gün yarım karpuz, 2 incir, 1 salkım üzüm ve benzerini aynı anda yemekte… Peki günde 5 öğün meyve önerisi nereden çıktı o zaman? Bu diyet önerileri şimdi tarih oldu. Ancak özellikle akşam yemeğinden sonra kiloyla meyve yeme alışkanlığı hâlâ sürüyor. Yaz aylarında öğle yemeği yerine küçük bir kâse çilek, doğal yoğurt ya da avuç içi kadar beyaz peynirle yenirse, vücut için sağlıklı olabilir. Ancak etli, sebzeli bir yemeğin üzerine koca bir dilim karpuz veya bir kâse çilek yendiğinde sağlıksız oluyor. Çünkü bu durumda vücut aldığı fazla enerjiyi direkt depo yağlarına dönüştürüyor. Domates, biber, salatalık, zeytin gibi yiyecekler, doğal meyve ihtiyacımızı karşılamaktadır. Özellikle zeytin, bol bol tüketilebilir.”

    ‘Felç olma riski önlenebilir’

    “OBEZLERDE ve diyabet hastalarında oldukça ciddi damar tıkanıklıklarını, koroner kalp hastalığını, yani kalp krizi ve inme dediğimiz felç olma olasılığını, riskini azaltmak, önlemek kendi elimizdedir. Başkasının elinde değildir! Aşırı miktarda işlem görmüş unlu, nişastalı hamur işleri ve şekerli içecekler gibi çok çabuk hazmedilen ve kan şekerini hızla yükselten karbonhidratlardan, yani yüksek glisemik endeksli yiyeceklerden uzak durmak, en kolay, en basit ve en ucuz yoldur! Yapacağımız en kolay iş, fazla meyve tüketiminden, taze sıkılmış veya fabrikasyon meyve sularının aşırı tüketiminden, şekerli içeceklerden, rafine unlardan ve hamur işlerinden, ekmekten, makarnadan ve kahvaltılık tahıllardan uzak durmaktır.”
    ‘Yemeğin üstüne yenilen kuru meyve sağlıksız’

    “EĞER gün içinde başka meyve yemediyseniz ve çok acıkmadıysanız, akşam yemeği yerine 3-4 adet gün kurusu kayısı (turuncu olanı sağlıksız), 2-3 adet kuru erik, 1 adet kuru incir gibi kuru meyveyle tüketilecek bir kâse yoğurt, yanında başka bir yemek yenmediği durumda sağlıklı olacaktır. Ancak saat 19.00-20.00’ye kadar yenmiş olsa dahi yanında salatası ve ayranıyla birlikte yenen etli, sebzeli veya baklagilli bir yemeğin üstüne aynı kuru meyveler yendiğinde ve ardından uyku faslına geçildiğinde sağlıksızdır. Çünkü bu durumda vücut aldığı fazla enerjiyi direkt depo yağlarına dönüştürecektir.”

    ‘1 kilo zayıflamak hasta olma riskini % 10 azaltır’ 

    “SAĞLIKSIZ karbonhidratlar, şekerler ve tatlılar önce kan şekerini, sonra ensülini yükseltir. Kan şekeri ve ensülin yükseldikçe, santral sinir sistemi uyarılır, adrenalin salgılanması artar, damarlar büzüşür. Yani çarpıntı olur, tansiyon yükselir, kalp krizi, felç, böbrek hastalıkları ve göz hastalıkları oluşur. Kontrol edilemeyen hücre büyümesi başlar. Bu, kanserin başlama nedenidir, kanser hücrelerinde artış olur. Androjen (erkeklik) hormonlarının salgılanması artar, polikistik over sendromu, erken ergenlik, erkeklerde saç dökülmesi (alnın açılması) gibi belirtiler ortaya çıkar. Kanın pıhtılaşması, iç organlarda yağlanma, kilo artar. 1 kilo zayıflayınca dahi bu hastalık riskleri yüzde 10 oranında azalmaktadır.”

    ‘Obezite, diyabet, kalp hastalığı genetik değildir’ 

    “OBEZİTE, diyabet, kalp hastalıkları genetik değildir, iç ve dış etkenlerle ve yanlış beslenme sonucu özellikle yanlış yaşama biçimiyle artık her yaşta ortaya çıkan, genel hormonal ve metabolizma bozukluklarının klinik olarak yansımalarıdır. Bir öğünden sonra açlık hissetmeden 4-5 saat geçiremiyor ya da 1-2 saat içinde acıkıp bir şeyler atıştırmadan duramıyorsanız, bilin ki sabah kahvaltıda yedikleriniz sizin sağlığınıza zarar veriyor. Sık sık yemek metabolizmamızı hızlandırır. Ancak kan şekerimiz ve ensülinimiz de sürekli olarak yüksek kalmaktadır. Bu şekilde kısa bir süre hızlı çalışan metabolizma, yağların yakılmasını değil, yağların sürekli depoya gönderilmesine neden olur. Ara öğün yiyerek diyet yapanların, yavaş yavaş kilo almalarının nedeni, sık sık ara öğün yemelerinin sonucu kanlarında ensülin hormonunun giderek yükselmesi ve yüksek olarak kalmasıdır.”

    EVDE TEREYAĞI NASIL YAPILIR? 
    “Evde mayaladığınız yoğurdun kaymağını, ortalama 7-10 gün boyunca küçük bir kavanozda biriktirin. Kaymağın acı bir tat almaması için kavanozun kapağını sıkıca kapatın. Daha sonra kavanozu çalkalayarak kaymağın içindeki yağ ve suyun ayrılmasını sağlayın. Bu çalkalama, 30 dakikada bir 5-10 dakika ara vererek ortalama 60-120 dakikalık bir zaman alabiliyor. Kaymaktaki yağ ve su birbirinden ayrılmaya başlayınca kavanozu 5-10 dakika buzluğa koyun. Daha sonra kavanozun içindeki tereyağını bir kaşıkla toplayın, top şekline getirip suyunu iyice sıkın. Tereyağınız taze taze kullanımınıza hazır…”

    Habertürk

  • İmplant işlemi öncesi ve sonrası…

    İmplant işlemi öncesi ve sonrası…

    İmplant yaptırmadan önce ve yaptırdıktan sonra bu noktalara dikkat etmelisiniz.
    Görevini yerine getiremeyen dişlerin ya da eksik dişlerin yerine, bu dişlerin fonksiyonlarını yerine getirmek üzere yapılan ve çene kemiğine yerleştirilen yapay diş kökü implant yaygınlaşan bir tedavi yöntemi oldu. Orijinal dişe en yakın tedavi yöntemi olmasından dolayı hastalar tarafından tercih edilen implant öncesi ve sonrasında dikkat edilmesi gereken önemli hususlar bulunuyor.

    İmplant İşlemi Öncesi Dikkat Edilmesi Gerekenler

    Herhangi bir kronik rahatsızlığı ya da herhangi bir ilaca alerjisi bulunan (tansiyon, şeker, kalp hastalığı v.s) hastalarda tedavi öncesi tetkiklerin yapılması önem taşıyor. Mevcut kronik hastalığı bulunan kişilerin uzun süreli kullandığı ilaçlar ile ilgili mutlaka diş hekimini uyarması gerekiyor. İmplant tedavisi öncesi verilen ilaçların düzenli kullanımı da yapılan tedavinin kalıcı olmasını sağlıyor. İmplant öncesi pıhtılaşmayı geciktiren antikoagülan ilaçların (aspirin türü) diş hekiminin belirttiği süre içerisinde kullanılmaması gerekiyor. Yapılan tedavi öncesinde de sonrasından da ağız ve diş sağlığının önemini vurgulayan uzmanlar, dişlerin düzenli temizlenmesi konusuna önem gösterilmesi gerektiğini belirtiyor.

    İmplant İşlemi Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler

    İmplant tedavisinde öncesi kadar sonrasında da sürecin önemli olduğunu belirten uzmanlar,
    İmplant sonrasında sızıntı seklinde kanamalar olabileceğini, ilk 24 saat boyunca işlem yapılan bölgede herhangi bir çiğneme yapılmaması gerektiğini dile getiriyor. İmplanttan sonra uyuşukluk geçinceye kadar yiyecek ve içecek tüketilmemesi gerektiğini söyleyen İstanbul Aydın Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dentaydın Diş Hastanesi öğretim üyeleri, farkında olmadan uyuşuk bölgelerin ısırılarak yara oluşumuna zemin sağlanabileceğini belirtiyor. İmplant uygulaması sonucunda ağrı yaşandığında kan sulandırıcı(Asprin gibi) ilaçların tüketilmemesi gerektiğini, diş hekiminin uygun gördüğü ağrı kesicilerin kullanılması gerektiğini belirtiyorlar. 24 saat süreyle sigara içilmemesi ve alkollü içkilerden kaçınılması gerektiğini söyleyen uzmanlar, sigara ve alkolün çekim veya implant yapılan bölgede kanamayı arttırabileceğini vurguluyorlar.

    İmplant işlemini takiben 24 saat normal ağız bakımı uygulamalarına devam edilebileceğini, ılık tuzlu su, karbonatlı su veya ağız gargaralarından yararlanılabileceğini söyleyen uzmanlar, bu işlemler yara ortamını temizleyerek, iyileşmeyi hızlandıracağını, işlem sonrası ağız kokusunu azaltarak, mikrop birikimini engelleyeceğini belirtiyorlar.

  • Aort anevrizma

    Aort anevrizma

    Anevrizma nedir?
    Bir atardamarda, damar çapının normalinden yüzde 50 daha fazla genişlemesine yol açan bir cins balonlaşmadır.

    Neden olur?
    Oluştukları yere göre çok farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Genellikle dejeneratif dediğimiz yüksek tansiyon, ateroskleroz dediğimiz kireçlenme, inflamasyon dediğimiz bazı enfeksiyonlar ve bağ dokusu hastalıkları, anevrizma nedenleri arasındadır. Bazı grup anevrizmalarda genetik faktörlerin de etkisi büyüktür. Kromozomlardaki bozukluklardan kaynaklanan damar duvarı yapısının normal kuvvetinde olmaması sonucu mutasyonlar oluşabilir. Bu mutasyonlara bağlı olan anevrizmaların genetik bağlantısı vardır.

    Aort nedir?
    Aort, kalpten çıkan ana atardamarımızdır. Vücuda oksijenlendirilmiş kanı taşıyan en büyük atardamardır. Kalpten çıktıktan sonra, önce kalbi besleyen koroner atardamara, oradan da beyne ve kola giden damarlara doğru yol alır. Ardından bir kavis çizerek arka taraftan vücudun aşağısına doğru inmeye başlar. Kasıklarda çatallaşır. Belli bölümleri vardır. Çıkan aort (Kalpten çıktıktan sonraki bölüm), transfer aort (Beyin damarlarının çıktığı bölüm), inen aort (Sırttan başlayıp aşağıya kadar inen bölüm), torasik aort (Göğüs boşluğundaki bölüm), abdominal aort (Karnın içindeki bölüm).

    Anevrizmaya aortanın hangi bölümünde rastlanıyor?
    Aortada en fazla gördüğümüz anevrizmalar, infrarenal dediğimiz böbrek altında, böbrek damarları çıktıktan sonraki bölgede ortaya çıkar. İnfrarenal bölgeden sonra en fazla görülen anevrizmalar, asendan bölge dediğimiz aortun kalpten hemen çıkışındaki aort damarında görülen genişlemelerdir. Ama anevrizma her bölgede olabiliyor, hatta bazen bütün aortu boydan boya kaplayan türleri bile oluyor.

    Aortun normal çapı ne kadar? Anevrizma oluştuğunda kaç santimetreye çıkmış oluyor?
    Aortanın çapı vücut yüzey alanına, yani hastanın kilosuna, boyuna ve bulunduğu bölgeye bağlı olarak değişiyor. Ama normal şartlarda erişkin bir hastadan bahsedersek aort çapının üst sınırını 4 santim olarak algılayabiliriz. Anevrizma halinde ulaştığı boyut ise anevrizmanın yapısına göre değişim gösteriyor. Yapısı kese tarzındaysa farklı, armut tarzındaysa farklı ölçülere ulaşıyor. Aslında basitçe şöyle açıklanabilir: Anevrizmalı damarda damarın genişliği normal boyutunun yüzde 50’sinden fazla artar. Örnek verecek olursak, 4 santimetrelik damar 6 santimetreye çıkabilir.

    Belirti verir mi?
    Anevrizmanın verebileceği bulgular, oldukları bölgelere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Karın içerisindeki aort anevrizmalarında eğer bir tarama yapılmadıysa ilk bulgu aort yırtılması şeklinde olabilir. Anevrizmalar sıklıkla önceden belirti vermezler ama bazen bulundukları bölgeye göre belirtiler gösterebilirler. Örneğin karın içerisinde bele doğru yayılan devamlı ve rahatsız edici bir ağrı veya karın bölgesinde dışarıdan görülebilen bir titreme, hasta elini koyduğunda karnına bir top vuruyormuş gibi bir his olabilir. Göğüs içindeki anevrizmalarda sadece göğüs ağrısı veya sırta doğru vuran göğüs ağrıları görülebildiği gibi, eğer anevrizma sırtın inen damarlarında ise ses kısıklığına bile neden olabilir. İnen aortanın başında bir anevrizma varsa oradaki ses tellerine giden siniri etkilediği için ses kısıklığına neden olabilir.

    Teşhisi nasıl oluyor?
    Gelişen tıp teknolojileriyle anevrizmanın tanısını koymak artık çok kolaylaştı. Fizik muayene sonrasında da özellikle zayıf hastalarda karın içerisindeki anevrizmaların tanısı konabilir. Ama tabii ki bu kesin bir sonuç olarak kabul edilemez. Anevrizmanın olduğu noktaya göre (göğüs içerisindeki aortta ise) tanı aşamasında röntgen başlangıç olarak kullanılabilir. Sadece röntgen filmiyle aorttaki genişleme gözlemlenebilir. En yaygın olarak kullandığımız teşhis yöntemi ise ses dalgalarıyla çalışan ultrason yöntemidir. Kalpte kullanıldığında ‘ekokardiyografi’, karında kullanıldığında ‘batın ultrasonografisi’ diye adlandırılan bu cihazla anevrizma teşhis edilebilir. Ultrasonun sonuçlarına göre daha ileri tetkiklere de gidilebilir. Bu tetkiklerde tomografik değerlendirme, bazen MR, bazen de anjiyografiyle durumu netleştirmek mümkündür.

    Teşhisten sonraki aşama nasıl ilerliyor?
    Tedavi kararı için en önemli veri anevrizmanın büyüklüğü ve yerleşim yeridir. Anevrizmaya yerleşim yerine ve büyüklüğüne göre farklı tedavi yöntemleri uygulanır. Yeri, büyüklüğü, hastanın herhangi bir şikayeti olup olmaması tedavinin şeklini etkiler.

    Çıkan aortadaki anevrizma çapı 5.5 veya 6 santim civarına eriştiyse ve hastanın başka bir bağ dokusu hastalığı yoksa tedavi ya da girişimsel tedavi sınırına girer. Karın içerisinde yerleşen anevrizmalarda ise genellikle 5.5 santimden itibaren tedavi uygulanır. İnen dediğimiz, sırttan arkaya doğru inen aorta üzerinde gelişen anevrizmada ise damarın çapı 6 santimetreye ulaştığında tedavi edilmesi gerekir.

    Tedavide cerrahi yöntemler mi, endovasküler yöntemler mi kullanılıyor?
    Sadece anevrizmanın büyüklüğüne bakıp da karar vermek mümkün değildir. Anevrizmanın büyüme hızı da önemli bir faktördür. Mesela 4 santimetrelik bir anevrizma, iki ay içinde 4.5 santimetreye ulaştıysa bu çok hızlı bir büyümeyi gösterir ki tedavi edilmesi şarttır. Büyüme hızının yüksekliği tedavi mecburiyetini doğurur. Ayrıca hastada bir şikayet yaratıyorsa, şiddetli karın ağrıları gibi, o zaman da aorta çapı aşırı genişlememişse bile tedavi uygulanır. Aortadaki anevrizmanın patlaması halinde ölümle sonuçlanan vakalar olabileceği için belirti ve bulguların çok ciddiye alınması gerekir. Tedavinin şeklini, hastanın anevrizmaya eşlik eden başka hastalıkları olup olmaması da belirler.

    Tedavinin aşamaları nelerdir?
    Tedaviyi belli aşamalarda değerlendiriyoruz. Bunlardan ilki tıbbi tedavi. Eğer anevrizma belli büyüklüklere gelmediyse tıbbi tedavi uygulanır. Hastanın takip edildiği dönem içinde mutlaka tansiyonunun kontrol altında tutulması gerekir. Çünkü anevrizmada en önemli faktörlerden biri damar içerisindeki basınçtır. Bu basıncın düşük seviyelerde olması önemlidir. Kan basıncının kontrol altında tutulması ‘takip penceresi’ dediğimiz dönemde çok önemlidir. Kan basıncının düşük tutulması ilaçlarla sağlanır.

    Müdahale sınırındaki anevrizmalarda iki tedavi yöntemi vardır. Bunların ikisi de girişimsel dediğimiz invaziv işlemlerdir. Endovasküler yöntem, açık ameliyat olmadan, damar içine yerleştirilen kateterler ve bunlar üzerinde ilerletilen stent adını verdiğimiz greflerin anevrizma içine yerleştirilmesi ve kapatılmasıyla uygulanır.

    Stent aşamasını detaylandıracak olursak…
    Bu stentler daralmış damarı açmak için kullanılanlardan farklıdır. Özel yapılmış stentlerdir. Normal damarın yakın ucuyla uzak ucu arasındaki sağlam bölgeye yerleştirilen stent sayesinde anevrizmalı bölge, devre dışı kalır. Bu balonlaşma artık o bölgeden kan akışı olmadığı için etkisiz hale gelir. Kasık veya damar içerisinden girerek stent yerleştirdiğimiz, endovasküler işlemler özellikle geçtiğimiz 10 sene içinde sıklıkla uygulanmaya başladı. Çünkü endovasküler işlemler açık cerrahiyle karşılaştırıldığında özellikle belli alanlarda önemli avantajlar sağlıyor.

    Bu avantajlar hastaya nasıl yansıyor?
    Hasta açısından çok önemli. İlki, hastanın açık bir ameliyat geçirmemesi. Buna bağlı olarak da iyileşme süresinin, hastanede ve yoğun bakımda kalış süresinin kısa olması, ameliyatta kan kullanma oranın yok denecek kadar az olması. Erken dönemdeki hasta yaşam kalitesi, cerrahi müdahale ile kıyaslandığında oldukça yüksek. Bir de en önemli etkenler arasında gösterebileceğimiz erken dönemde açık cerrahiyle kıyaslandığında mortalite, yani ölüm oranı riskinin daha düşük olması.

    Ama bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda şunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Bu tedavilerin orta dönem ve uzun dönem sonuçları çok değil. Erken dönemde sağladığı yaşam kalitesi, yaşam avantajları bir veya iki seneden sonra kaybolabiliyor. Girişimsel işlemlerde tekrarlar, takip işlemleri açık cerrahiye göre çok daha sık görülüyor. Açık cerrahide yoğun bakım ve hastane kalış süresi daha uzun olmakla beraber, süre uzadıkça açık cerrahinin avantajının daha yüksek olduğu görülüyor. Açık cerrahi işlemler hâlâ bu işin altın standardı olarak kabul ediliyor.

    Açık cerrahi işlem nasıl uygulanır?
    Endovasküler işlemlerle kıyaslandığında büyük operasyonlardır. Her ne kadar günümüzde açık cerrahi de daha ufak kesilerden minimal invaziv tarzda yapılıyor olsa da, açık cerrahi endovasküler işlemlerle karşılaştırıldığında yine de büyük operasyon olarak algılanır. Amaç, hastalıklı anevrizma bölgesini tamamen ortadan kaldırmak ve yerine suni damar koyarak devamlılığı sağlamaktır. Vücutta aorta gibi başka büyük bir damar olmadığı için mecburen yapay damar konur.

    Vücudun suni damarlara uyum sağlamaması söz konusu mu?
    Genellikle böyle bir sorunla karşılaşılmıyor ama vücudun içine yabancı bir madde yerleştirildiği için enfeksiyon riski olabiliyor. Bu risk sadece cerrahi işlemler için değil, endovasküler işlemler için de geçerlidir.
    YARIN: Aort yırtılırsa ne olur?

    En sık görülen nedenler
    1. Yüksek tansiyona bağlı oluşan dejenerasyon: Anevrizma oluşmasında tek başına yüksek tansiyonun etkili olduğunu söylemek çok mümkün değil. Birçok insan yüksek tansiyon hastası ama her yüksek tansiyon hastasında anevrizma oluşmuyor.
    2. Yapısal nedenler: Dejenerasyon ve inflamasyon dediğimiz, damar duvarı içinde meydana gelen yapısal reaksiyonlar.
    3. Damar duvarının doğuştan zayıf olmasına bağlı genetik bozukluklar: Buna bağ dokusu hastalıklarını, örneğin marfan gibi yapısal hastalıkları gösterebiliriz.
    4. Sigara: Özellikle böbrek damarlarının altında olan anevrizma gelişimi ile sigaranın direkt bağlantısı olduğu belirlenmiştir. Sigara içmenin karın içindeki anevrizmalarla bağlantısı çok kuvvetlidir.
    5. Yaş: Anevrizma oluşumunda yaşın da önemli bir rolü vardır. Özellikle karın içerisinde oluşan anevrizmalar genellikle 65 yaşından daha büyüklerde sıklıkla görülüyor. Anevrizmalar, eğer kişide bir bağ dokusu hastalığı yoksa, genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan problemlerdir.

    Endovasküler her hastaya olmaz
    Endovasküler işlemler her hastaya uygulanabilir mi?
    Her hastaya endovasküler işlemler uygulayamıyoruz. Anevrizmanın yeri, genişliği, normal atardamar aort yapısıyla ilişkisi, sağlam dokuların uzun dokulara açı yapıp yapmaması, girişim yapacağımız damarların kireçli olup olmaması gibi çok çeşitli faktörler var. Bütün bu faktörler teker teker değerlendiriliyor ve eğer uygunluk görülürse hastaya endovasküler işlemler uygulanıyor.

    Ne kadar sürüyor?
    Minimum 2.5-3 saat sürer. İşlemden sonraki ilk 4 saat yakın gözlem gerekir. Bu nedenle kısa süreli yoğun bakım yatışı gerekir. Sonra hasta odasına gönderilir, iki gün içinde taburcu edilir. Girişimsel her işlemde olduğu gibi bunun da riski vardır. Bu riskler erken ve geç dönem olarak sınıflandırılır. Erken dönem, işlem esnasında olabilecek, damarla ilgili risklerdir. İşlem sırasında kasık damarlarında yırtılmalar, kasık damarlarında kirecin uçlara gitmesi ve damar yaralanmaları olabilir. Yerleştirilen stentin yerinden çıkması, uca doğru kaçması ve emboli de görülebilecek problemlerdir.

  • Menopozda Kadınların Kalbi Tekliyor

    Menopozda Kadınların Kalbi Tekliyor

    Kadınlarda östrojenin yararlı etkileri menopoz döneminde ortadan kalktığı için kadınların bu dönemde kalp damar hastalıklarına yakalanma riski erkeklerle eşitleniyor.

    Ancak kadınların menopoz döneminde yaşadığı kalp sorunlarında tek faktör östrojen eksikliği değil. İdeal kiloda olmak, bel çevresinin 88 cm’yi geçmemesi, ‘0 beden’ olmamak ve düzenli olarak ezersiz yapmak da çok önemli.

    Amerika’da yapılan araştırmalara göre; son 10 yılda erkeklerde kalp damar hastalıklarına bağlı ölüm düşüşe geçmişken, kadınlarda bu, artış göstermektedir. Dolayısıyla kalbe bağlı ölümler kadınlarda daha fazladır. Ancak kadınlarda kalp hastalıkları yaygınlaşmaya başlamış olmasına rağmen risk grubundaki kadınlar da halen hekimler tarafından yeterli bilgilendirme ve korunmaya alınmada geç kalınmaktadır.

    Östrojen Salgılanması Azalıyor

    Östrojen, faydalı kolesterolü yükseltir, damar gevşetici özelliğe sahip olan nitrik oksit’in damarlarda salgılanmasını sağlayarak, tıkanmayı önler. Menopoz döneminde östrojen salgılanması azaldığı için damarları koruyucu nitrik oksit’in de salınımı azalır. Bu nedenle menopoz dönemindeki kadınlarda kalp ve damar hastalıkları sıklıkla ortaya çıkabilir. Kadınların en çok menopoza girdikleri 1’inci ve 8’inci yıl arasında kalp damarlarındaki kireç oranları yükselerek yıllar geçtikçe damarı tıkayıcı bir hal almaktadır. Bunun en önemli nedeni, faydalı kolesterolün azalması ve bel çevresi kalınlığıdır. Ancak kadınlarda ortaya çıkan her göğüs ağrısı, baskı hissi ve spazmın temelinde tıkayıcı damar hastalığı yatmıyor. Bu nedenle kadınların şikayetlerinde erkeklerden farklı olarak her zaman tıkalı bir damar bulamıyoruz. Kadınların şikayetleri bazen yanlış algılandığı için yetersiz tedaviler yapılabiliyor. Kadınlarda damar açık olduğu halde yine de şikayetler varsa mutlaka tüm tetkikler yapılmalı, sorunun kaynağı belirlenmelidir. Artık kadınlarda da koroner BT anjiyografi tekniği kullanılarak hastalıkların daha erken safhada belirlenebilmesi mümkün olmaktadır.