İlişki bitirici laflar… Sevgilinizle yaşadığınız tartışmalardan sonra ağzınızdan çıkan her bir kelime bazen çok tehlikeli olabiliyor. Kelimeler ya ortalığı sakinleştirip karşınızdakini yumuşatmanızı sağlıyor ya da sevgilinizin sizden ciddi anlamda soğumasına neden oluyor. Bu yüzden aşağıda belirttiğimiz birkaç cümleyi kullanmamaya dikkat edin. Olumsuz cevap vermemek adına sarf ettiğimiz bazı cümleler hem gerçek fikrimizi açıkça dile getirmediğimiz için samimi bulunmuyor hem de erkek arkadaşımızı hızla bizden uzaklaştırıyor.
İlişki bitirici laflar
İyi, peki, tamam, fark etmez;
Bu tarz cevaplar vermekten kaçının. Aksi halde antipatik görünmekten öteye geçemezsiniz.Sevgiliniz: “Her şey yolunda mı, iyi misin?” sorusunu sorduğunda ”Evet, iyiyim” yerine,sadece “iyiyim” diyerek erkek arkadaşınızı geçiştirir ancak bir problem olduğunu belli edecek şekilde surat asmaya devam ederseniz bu hiç de hoş karşılanmayacak ve ilişkinize zarar verecektir.
Sıkıntılarınız olduğunu inkar etmek yerine, ona açıkça canınızı sıkan noktaları anlatın. Belki hatasını anlayacak, belki de size destek olmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. İlişkinizde duygularınızı açıkça ortaya koymaktan korkmayın. Dürüstlük size hiçbir şey kaybettirmez.
Olumlu ya da olumsuz tüm fikirlerinizi paylaştığınızda sevgiliniz de sizi içtenlikle dinleyecek ve anlayacaktır. Unutmayın, kendinizi iyi hissetmiyorsanız ve canınız sıkkınsa bunu sevgilinize söylemelisiniz. Emin olun size destek olmak için can atacaktır. Erkekler doğaları gereği koruyucu ve kollayıcıdırlar; bu yüzden size yardım etmekten, ona ihtiyacınız olduğunu bilmekten çok hoşlanırlar.
İlişki bitirici laflar
Size destek olmasını isteyin;
Sevgiliniz;
-Yardım ister misin?
Siz;
-Ben hallederim.
Erkekler doğaları gereği koruyucu ve kollayıcıdırlar; bu yüzden size yardım etmekten, ona ihtiyacınız olduğunu bilmekten çok hoşlanırlar. Kendilerini de genellikle “problem çözücü”olarak gördüklerinden, yardım etme isteğini geri çevirdiğinde buna ciddi anlamda bozulabilirler.
Erkek arkadaşınızın onu ne kadar çok sevdiğinizi ve ona ne kadar güvendiğinizi bilmesini istiyorsanız, dik başlılık etmek yerine ondan gelecek yardımlara açık olun. Fikirlerinizi danışın. Bu, aranızdaki bağı daha da güçlendirecektir. Onu reddetmeniz ilişkinizde bir takım negatif durumlara neden olabilir ve aranız açılabilir. Zaman zaman yardıma ihtiyacınız olmasa bile ondan size destek olmasını isteyin. Bunu zevkle yapacaktır.
Arkadaşlarıyla dışarı çıksın..
Bu isteğine vereceğiniz cevap eğer ”Peki.” olursa ki çoğumuz bu cevabı veriyoruz,bu cevap her zaman tartışmayı başlatan ilk kelime olacaktır. Eğer erkek arkadaşınızın dışarı çıkmasından rahatsız olacaksanız bunu ona söyleyin, detaylarını sorun, haber vermesini isteyin. Ona karşı açık ve net olun. “Peki” cevabını son derece samimiyetsiz bulacaktır. Madem bu duruma öyle yada böyle razı olacaksınız, o zaman daha içten bir cevapla “iyi eğlenceler” dileyebilirsiniz.
Erkekler komplike durumlardan nefret ederler
Cevabınız onu ikilemde bırakmamalı, “yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım” diye düşünmek zorunda kalmamalı. Ona size soru yönelttiğinde daima net cevaplar vermeye çalışın. Kadınların hissettiklerini söylemek yerine, erkek arkadaşının duymak istediği cevabı vermesi çoğu ilişkide sorunlara neden olabiliyor. Çünkü sevgiliniz size fikrinizi soruyorsa, düşüncenize değer veriyor demektir ve cevabınızı da ciddiye alacaktır.Ona karşı açık olun ve ilişkinizde araya mesafe koyacak yapmacık, ters cevaplardan kaçının.
Doğru erkeği seçme kılavuzu … Bir ilişki hele de evliliğe doğru gidiyorsa sorgulamalar başlıyor: “Acaba o doğru erkek mi?” Buna cevap vermenin formülleri mevcut. Peki ya siz doğru kadın mısınız? Bunu da anlamanın yolları var. Hepsi bu yazıda…
Her kadının ideal erkek tanımı farklılık gösteriyor. Ancak ideal diye seçilen kişi aslında her zaman doğru kişi olmuyor. Kadının sadece bir özelliğine vurulup idealize ettiği erkek, ilişkinin içinde başka alanlarda açık vermeye başlıyor. Kadın bunu dert etmiyorsa, tek bir özellikle yetinmeye razı ve bu şekilde mutlu ise sorun yok. Ancak mutsuzsa yapılması gereken çok şey var. İlk adım kendine bakmak… EnaTherapia’dan Klinik Psikolog Esin Nur Akyıldız, doğru erkek meselesini çözmek konusunda bize yardımcı oldu.
Doğru erkeği seçme kılavuzu
Doğru erkek seçimi ile ilgili hatalar sık yapılıyor değil mi?
Hem de nasıl… İlk hata, aşkın ömrü üç yıldır demek… Aşk, roller karıştığında, kadın kadın gibi, erkek de erkek gibi davranmadığında ortadan kayboluyor. Kadının, “Beni hiç düşünmüyorsun, bana hiç şefkat göstermiyorsun, koruyup kollamıyorsun” şeklindeki şikayetlerinin limiti arttığında aslında kadın erkekten baba olmasını beklemeye başlamış oluyor. Erkek baba olmaya başladığında ise çok şefkatli oluyor ve şehvet azalıyor. Çok şefkat az şehvet demektir. Orta düzeyde şefkat ise şehvetle birlikte var olabilir. Neden şehvete girdim? Çünkü tutku eşit aşktır, aşkı aşk yapan da tutku… Dolayısı ile doğru erkek tanımı da şöyle yapılabilir: Doğru erkek, doğru rolde kalabilen erkektir.
Bu rol karmaşası nasıl oluşuyor?
Doğduğumuzda önce bebek oluyoruz, anne-babamız ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Anne ve baba bilinçli davranıp çocuğa ihtiyacı olanı veriyorsa, onu güvende hissettiriyorsa, koruyup kolluyorsa, sevgiyi de veriyorsa çocuk bu rolde doymuş oluyor. Anne ve babasına güvenen çocuk anlaşıldığını da hissediyor ve çocukluk rolünde kalmaya devam ediyor. Ancak bazen anne ve babalar kendileri bilmedikleri için çocukların sadece yemek, içmek, okula göndermek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Bu sefer çocuk anlaşılmadığı için kaygılanıyor, “Ben kendi kendimi anlamalıyım, kendi kendimi çözmeliyim” diyor ve çocuk rolünden çıkıyor. Öğrencilik hayatında da arkadaşları ve öğretmenleri ile olan ilişkisinde güven problemi çekiyor. Annesi, babası tarafından yeterince anlaşılmayan çocuk öğretmeni ve arkadaşlarının da onu yeterince anlamayacağını düşünüyor, onlara güvenemiyor ve otokontrollü ilişkiler kuruyor. Sonrasında bu kontrollü hayat iş hayatına yansıyor, her şeyi kontrol etmeye çalışıyor. Uzun lafın kısası ideal erkek eşittir sağlıklı erkek ve eşittir doğru rolde kalabilen erkektir. Öğrenci ise öğrenci, iş adamı ise iş adamı, eş ise eş … Baba ise baba ama sadece çocuğuna baba, eşine ya da çalışanlarına değil.
Doğru erkeği seçme kılavuzu
İdeal erkeğimizi nasıl belirliyoruz? Bu aşamada da hatalar yapıyor muyuz?
Ben bu ilişkideki artıları yok saymayayım. Bunlar çok önemli şeyler ve eksikliklerini hissederim. Bunların üstüne ne eklemeliyim? Annem ya da babam neden mutsuzdu? “Babam çok sorumluluk sahibiydi, işinde başarılıydı ve duygularını ifade eden bir adamdı ama hiç dokunmazdı” diyorsam artıları ile birlikte dokunan da birini seçmeliyim. Sadece dokunan ama sorumluluk sahibi olmayan birini değil…
Herkesin ideali farklı. Hepimiz kendi anne ve babamızda neyi eksik görüyorsak onu tamamlamaya çalışıyoruz. Ama şunu unutuyoruz; bazen sırf kendi anne ve babamızda eksikliği görüp, “Bu eksikliğe sahip birini istemiyorum” diyor ve sadece o eksikliği dolduran başka birine sarılıveriyoruz. Örneğin sorumluluk sahibi olmayan, güvende hissettirmeyen, işi gücü olmayan bir erkek sırf sevgisini çok fazla gösteriyor ve dokunabiliyor diye ona doğru kayıveriyoruz. Bunun tek nedeni babamızın zamanında bize yeterince dokunmamış olması… Oysa babadaki artıların totalinde eksiyi de tamamlayacak biri olsa işte size ideal erkek… Ben ideal erkeğin tanımını yapsam sadece kendi ideal erkek profilim ortaya çıkar. Formülü şu: Anne-babanızın ilişkisine baktığınızda neler çok mutlu etmiş, neler mutsuz etmiş yazın ve oradan yola çıkarak düşünün.
Tam tersine babanın ya da annenin olumsuzluklarına çekildiğimiz de oluyor değil mi?
İşte biz psikologlar da bunun üzerinde çalışıyoruz ve keşke bu kadar çalışmak zorunda kalmasak… Kız çocuğu bazen diyor ki “Asla annem gibi olmayacağım, o çok zayıf, hep isteyen biri, babamla arası kötü olduğunda hep naz yapıyor ve yataktan çıkmıyor”. Bu kız babasını, yani güçlü olanı seçiyor. O zaman ilerideki seçimleri de güçlü olan özelliklerden yana oluyor. Bazen de bunu hiç sorgulamıyor ve diyor ki, “Annem böyle naz yaparak babamı kontrol altında tutuyor, o zaman ben de annem gibi olacağım”. Oysa oradaki anne davranışı sağlıksız… Anne sadece eşten besleniyor ve çocuk rolünü unutmuş oluyor. Çocuk bu davranışı seçip annesi gibi birilerini hayatına seçerse sağlıksız ilişkiler yaşıyor. Ama seçimlerinde “Annemin yaptığı doğru değildi. Babam da annemin hatalı olduğunu biliyordu ama mutsuz olduğu halde niye onunla birlikteydi?” deyip hem anneyi hem babayı sorguluyorsa en sağlıklı seçimi yapıyor, ideal kadını ya da ideal erkeği seçiyor.
Yani her şey ailede başlıyor…
Evet, her şey ailede başlıyor. Kadınlar babalarında daha çok neyin eksikliğini görmüşse onu dolduran kişileri seçiyor ama babadaki artı özellikleri göz ardı ediyor. “Konuşamıyordum, ulaşamıyordum, bana dokunmuyordu, beni hiç takdir etmedi, kendimi değerli hissettirmedi ama kocam öyle değil. Bana kendimi değerli hissettiriyor, bana hep dokunuyor” diyor. Ama terapide ortaya çıkıyor ki sadece dokunmak ya da konuşmak tek başına yetmiyor. Bir yetişkin olması gereken erkek çalışmıyor ya da sorumluluk almıyor veya sadık değil…
Ailenizi çözüp seçimlerinizi o doğrultuda yaptığınızda sağlıksız olanı seçmiyorsunuz. Aile hepimiz için kutsal ve önemli ama ailemize gerçekçi gözlerle bakmalıyız. Eksi yönlerini görmeliyiz. Yaptığımız seçimlerde bu eksiler bizi rahatsız edecekse seçmeyeceğiz. Anne-baba seçme hakkımız yok, sorumsuz bir babamız olabilir ama yine de onu severiz. Sorumsuz bir erkeği ise asla kaldıramayacaksak seçmeyeceğiz. Öte yandan “Sorumsuz olması çok da önemli değil. Ben zaten rahat yaşamak, gezip tozmak istiyorum” diyorsanız zaten önceliğiniz farklı oluyor. Yani doğru erkek sizin öncelik listeniz ile ilgili bir kavram.
Seçimlerimizi bilinçli yapmıyoruz ki, bir de bakıyoruz aşık olmuşuz…
Gerçeği olduğu gibi gördüğünüzde bu hayatta çok güçlü oluyorsunuz. Psikodrama İstanbul 24 Grubu’nun bir lafı vardır: “Görebilecek gücün, bakabilecek cesaretin ve anlayabilecek iraden olduğu sürece bu hayatta çok güçlüsün.” İşte bu üçünü sağladığınız noktada, annenize baktığınızda “canım annem”, babanıza baktığınızda “canım babam” diyorsunuz ama eksilerini de görüyorsunuz. Diyorsunuz ki, “Evet babamı çok seviyorum ama babamı seçmedim, eşimi, çocuklarımın babasını, hayat arkadaşımı seçebilirim”. Bilinçaltınız bilinçli düzeye geldiğinde, ki bunu uzman yardımı ile yapmak mümkün, zaten mutlu ilişkiler kuruyorsunuz.
Bir baba figürü olmadan büyüyen kadınlar ne yapıyor?
İstatistikler genellikle kendilerinden büyük yaşta erkekleri seçtiklerini gösteriyor çünkü var olmayan bir baba yerine sürekli koruyup kollayacak, onun yerine düşünecek, destekleyecek bir baba arayışları oluyor. Bu aslında sağlıksız bir tercih… Sağlıklı ilişkiler kurmak isteyen akıllı insanlar ile çalışıyor, baba ve eş rolünü ayrıştırıyoruz.
Eş seçiminde hata oldu, geri dönüşü var mı?
Olmaz mı? Örneğin, “Ne kadar güzel gözleri var, sabahtan akşama kadar o gözlere bakarak yaşayabilirim” deyip sonra bir gün işlerin böyle gitmediğini fark ediyorsunuz. O zaman formülleri bilmek gerekiyor. Doğru erkeği seçmek isteyen kişiye “Birisi sizi etkilediğinde ne oldu da etkiledi, bu tutku sağlıklı mı sağlıksız mı diye bakın” diyoruz. Tabii bu ancak kontrolle oluyor ve zamanla öğreniliyor. Bir ilişkinin içinde değişim yaratmak için ise önce siz değişiyorsunuz. Siz değişince otomatikman o da değişiyor. Düşünün, bir ilişki nasıl başlıyor? Önce kalbimizi pıt pıt attırıyor, ona doğru gidiyoruz. Özellikle ilişki evliliğe dönüştükten sonra bir şeyler istemediğimiz gibi olduğunda hep bu konuya konsantre oluyoruz; “Neden bana böyle davrandı ya da davranmadı?” diye sormaya başlıyoruz. Burada öncelik ve değer karşı tarafa veriliyor hep. Oysa “O niye yapıyor?” yerine “Ben neden izin veriyorum?” demek gerekiyor. “O bana kendimi değerli hissettirmiyor” diyen kişiye sormak gerekiyor, “O davranmıyor olabilir ama sen özel misin? Özelsen, sen önce kendine özel davran. Değerli misin? O zaman önce sen kendine değer ver.” Yani biri size kendinizi değerli hissettirse de, hissettirmese de çok değerli olduğunuzu, güzelsin dese de demese de güzel olduğunuzu, bir tanecik olduğunuzu bileceksiniz.
Bu duruma bir örnek verebilir misiniz?
Örneğin kadın akşam yemek yapıyor ve eşini arıyor, “Tam senin istediğin gibi yemek yaptım” diyor. Adam “Tamam gelirim belki” diyor ama akşam gecikiyor. Geldiğinde toplantısının uzadığını söylüyor, “Aramam gerektiğini düşünemedim” diyor. Kadın “Önemli değil” deyip alttan alıyor. Birkaç gün sonra yine aynı şey oluyor. Sonra yine… Kadın yine “Önemli değil” diyor. Niye önemli olmasın ki? Önemli ki sen ona yemek yapıyorsun, önemli ki gelmediğinde moralin bozuluyor. Senin için önemli ise önemliymiş gibi davranacaksın. Karşı taraf önem vermiyorsa yemek yapmayacaksın, ta ki o bunun eksikliğini fark edene kadar. Kadın, “Sen beni bekletiyorsun ama kusura bakma ben daha fazla bekletilmeyeceğim, ben de en az senin kadar değerliyim” diyebilecek. Kadın bunu diyebildiğinde karşı taraf da ne olduğunu düşünmeye başlıyor. Aslında sürekli önemli değil diyen kadın anne rolünde… Hiçbir erkek annesi ile sevişmek istemez, hiçbir kadın da babası ile… Rolleri karıştırmamak gerekiyor.
Tüm bu açıklamalardan sonra ideal erkeği kısaca nasıl tanımlarsınız?
Kendini gerçekleştirmiş, yetişkin olmuş, temel ihtiyaçlarını giderebilen, kendi kendine kimseye bağımlı kalmadan ayakta durabilen, öz motivasyonu olan, hayata bağlı, kötü yönlerini gördüğü gibi iyi yönlerini de görebilen insan ideal erkek ya da ideal kadındır. Bu ikisi yalnızken de hayatlarını çok iyi sürdürürler, bir araya geldiklerinde ise şahane olurlar.
Aşkı yaşatmanın 11 yolu ve Mutlu evliliğin püf noktaları size özel tüyolar… Modası hiç geçmeyen kurum; evlilik… Ancak aynı zamanda sorunları hiç bitmeyen de o…. Bekarlar evlenmek, evlenenler de boşanmak istiyor. Peki yanlışlık nerede? Her şeyin suçlusu evlilik mi yoksa bir yerlerde hata yapan biz miyiz?
Uzman Psikolog Bülent Budak, evliliği tanımlamasını istediğimizde, “İnsanların birbirine hissettiği cinsel isteklerin, sevgi, şefkat ve ilgi ihtiyacının giderilmesinin yanı sıra daha düzenli, huzurlu ve sağlıklı bir yaşam için asırlar önce oluşturulmuş bir düzenden bahsediyoruz “diyor. Bu sosyal yapılanmanın doğada var olmadığını belirten Budak, “İnsanların yerleşik yaşama geçmeye ve sosyal hayata başlamalarıyla birlikte, farklı örf ve adetler içerisinde böyle bir kurum yapılandırıldı. İnsanlar kendilerini yaşadıkları toplumun örf ve adetlerine uymak zorunda hissettikleri için evlenmek istiyorlar. Bir de çocuk faktörü var. Çünkü insan, en temel korkularından biri olan ölüm korkusunu rahatlatabilmek için ardında bir eser bırakmak istiyor ve çocuk sahibi oluyor. Evlilik dışı bir çocuğun dışlanması ihtimali insanları evlenmeye yönlendiriyor. Son yıllarda bilimsel değil ama sosyal olarak 30 yaşını geçen kadınlarda evlenme sendromu oluştu” diyor.
Aşkı yaşatmanın 11 yolu
Yıldönümlerinden korkmayın
Uzman Psikolog Bülent Budak, evliliğin belli yıllarının daha zorlu geçtiği şeklindeki söylemlerin bilimsel temeli olmadığını belirtiyor. Bazı kişilerin adeta “kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi” inandıkları bu durumun zararlarını yaşadıklarını, sorun yaşama beklentisi nedeniyle 1., 3. ya da 7. yıllarda sorunlar yaşadığını da ekliyor. Oysa doğru olan evliliği yıllara değil, dönemlere ayırmak. Çünkü her dönem evliliğin taraflarına ve çevresel faktörlere göre uzayıp kısalabiliyor.
Sanal dönem
İnsanların kendilerini gizledikleri, sorunları görmezden geldikleri, her şeye evet dedikleri ve kendi gerçeklerini göstermedikleri bir dönemden bahsediyoruz. Evliliğin başlangıcını oluşturan bu dönemde tarafların isteği; kavga çıkmamasını, romantizmin sürmesini sağlamak ve dışarıdan bakılınca mutlu bir evlilik tablosu oluşturmak. Çiftler bu dönemde birbirlerine kendilerini tam olarak göstermedikleri gibi, aile ve arkadaşlar konusundaki olumsuz fikirlerini de kendilerine saklıyorlar. Evlenmeden önce birlikte bir evi paylaşan çiftler bu dönemi çok kısa yaşayabiliyor. Bazı çiftlerin ise bu dönemi yıllarca yaşamaları da mümkün.
Gerçekçi dönem
Çiftler bu dönemde yavaş yavaş “ben” demeye başlıyor; “Ben böyle düşünüyorum, böyle istiyorum” gibi… Böylece bu dönem fikir ayrılıklarının, duyguların ve beklentilerin ortaya çıktığı yılları anlatıyor. Uzman Psikolog Bülent Budak, bu dönemin çok riskli olduğunun da altını çiziyor. Çatışmaların başladığı bu dönemin süresi de çeşitli faktörlere göre değişiyor. Bu dönemin başarıyla atlatılması mümkün, ancak tartışma kültürümüzün eksikliği, karşı tarafı olduğu gibi kabul etmekten kaçınmamız ve değiştirmeye çalışmamız bu dönemden başarıyla çıkmayı da zorlaştıran faktörler. Yine bu dönemde, çiftler birbirlerinin aile fertleri ya da arkadaşları hakkında olumsuz görüşlerini de açıkça dile getirmeye başlıyorlar. “Evlenince değişti” söylemini dillendirdiğimiz bu dönemde yanıldığımız nokta ise şu; değişen kimse yok. Aslında sanal dönemde gösterilmeyenler ya da görmek istemediklerimiz bu dönemde ortaya dökülüveriyor.
Suskunluk dönemi
Öncelikle şunu belirtelim ki, “Gerçekçi Dönem”i başarıyla atlatıp uzmanlık dönemine giren çiftler azınlıkta kalıyor. Çoğu çift kendini suskunluk döneminde buluveriyor. Suskunluk döneminde, önceki dönemden gelen konular bir süre bir kenara bırakılıyor, sessizlik dönemi başlıyor ve bir gün daha şiddetli olarak yeniden tartışılmaya başlıyor. Her patlama, bir öncekinden daha şiddetli oluyor. Artık birbirlerine güvenlerini kaybetmeye başlayan çiftler, “Eşimle bu konu konuşulmaz” diye düşünerek iletişimden kaçınmaya başlıyorlar. İşte bu sessizlikte bazen duyulan tek şey boşanmanın ayak sesleri oluyor. İki taraf da ekonomik olarak tek başına ayakta durabilecek durumdaysa boşanma gerçekleşiyor. Eğer çocuk varsa, boşanma ertelenebiliyor. Aldatmaların en çok yaşandığı dönem de suskunluk dönemleri… Çiftler duygusal arayışlara giriyor ve bu açlığını başkaları ile gidermeye başlıyor. Bu kişiler iş çevresinden, arkadaş çevresinden ya da sanal dünyadan olabiliyor. Son zamanlarda sosyal ağlarda eski sevgililerini bulanların sayısı da oldukça fazla…
Uzmanlık dönemi
İşte az rastlanan ideal dönem! Tabii ki pembe bir dünyadan bahsetmiyoruz. Hayat devam ettikçe çiftlerin önüne engeller, sorunlar çıkıyor. Uzmanlığa erişen çiftler, kriz yönetimini ustalıkla gerçekleştiriyor. Ufak tefek hatalar olsa da patlamalar; küsmelere, suskunluğa gitmeden hallediliyor. Duygusal ve mantıksal olarak gelişmiş bir ilişkide, çiftler önlerine gelen her engeli başarıyla aşıyorlar.
Kötü giden evliliği bir bebek kurtaramaz
Uzman Psikolog Bülent Budak, çocuk sahibi olmanın bir evliliğe büyük etkileri olduğunu söylüyor. Ancak burada sadece olumlu etkilerden söz etmiyor. Öncelikle çocuk yetiştirmenin de tıpkı evlilik gibi süreçleri olduğunu, yani kolay bir şey olmadığını unutmamak gerekiyor. Bir çocuğun aileye yapacağı olumlu katkılar çocukla ilgili değil, çiftlerin bu duruma bakış açısıyla ilgili oluyor. Örneğin bir babanın, çocuk bakımının sadece annenin görevi olduğunu düşünmesi ve kadını bu işte yalnız bırakması, çiftin arasında daha önce olmayan sorunların doğmasına bile neden olabiliyor. Bu nedenle çocuğun, ilişkide hiçbir şeyin başlangıç noktası olarak görülmemesi, öncelikle tarafların bakış açılarını değiştirmeleri gerekiyor.
Sanal alemdeki tehlike!
Artık canımız her sıkıldığında kendimizi oyalayacak bir şey bulabiliyoruz. Televizyonun yanı sıra artık elimizin altında uçsuz bucaksız bir internet alemi var. Ancak sanal ortama ne kadar çok zaman harcarsanız, o tarafınızı geliştirmiş oluyorsunuz ve ilgilenmediğiniz ilişkiniz zayıflıyor. Bunun önüne geçmek için fiziksel tedbirler alın. Bilgisayarı salonunuzdan ve yatak odanızdan çıkarın. Haftada iki gün televizyonsuz ve bilgisayarsız geceler yapın.
Düzenli ve sağlıklı yaşamak için evleniyoruz
“Evlilik insan doğasına aykırı mı?” diye sorduğumuzda ise Uzman Psikolog Bülent Budak, bu fikrin insanların sorumluluktan kurtulmak için ürettikleri bir mazeret olduğunu belirtiyor: “Doğaya bakınca hayvanların tek eşli olmadığını görüyoruz. Bu açıdan bakınca evliliğin bu doğaya aykırı olduğu söylenebilir. Ancak yaşadığımız binalar da, bindiğimiz arabalar da doğaya aykırı. Doğaya uyumlu yaşamak için ata binip mağaralarda yaşıyor olmamız gerekiyordu. Hayatımızı iyileştirmek için ürettiğimiz bu yapılanmalar gibi, düzenli ve sağlıklı bir yaşam için de evlilik kurumunu ürettik. Yani evlilik bir gereklilik olarak ortaya çıktı.”
Mutlu evliliğin püf noktaları
1. Acele etmeyin: Özellikle aile büyüklerinin “Yaşın kaç oldu, yaşıtların hep evlendi, ben de torun istiyorum” türünden dayatmalarına kulaklarınızı tıkayın. Çünkü acele ile yapılan evliliklerde ilişkinin bedeni ve ruhu oturmuyor. Tek başına aşk da, tek başına para da bir evliliğin uzun ömürlü olmasına yetmiyor.
2. Kendinizi iyi tanıyın: Kendi ruhunuzu ve düşünce yapınızı iyi tanıyın. Bu özelliklerinize göre bir arayış içine girin. Kendinizi tanımadan karşı tarafı sırf güzel, yakışıklı ya da zengin olduğu için seçmeyin. Özellikle üçüncü kişilerin tavsiyeleri ile başlayan evlilikler kaybetmeye baştan mahkum oluyor.
3. Gerçekçi olun: “Nikahta keramet vardır, evlendikten sonra düzelir” şeklindeki sözlere inanmayın. Gerçek düşüncelerinizi evlenmeden önce ortaya koyun. Karşı taraftan da aynısını bekleyin. Örneğin çocuk sahibi olmak istemeyen nişanlınızın, evlendikten sonra fikrini değiştireceği hayaline tutunmayın. Ya da evlendikten sonra başka bir şehirde oturmak istemiyorsanız ancak böyle bir ihtimal varsa tavrınızı baştan konuşun.
Aşkı yaşatmanın 11 yolu ve Mutlu evliliğin püf noktaları size özel tüyolar…
Aşkı yaşatmanın 11 yolu
1. Ona saygı duyun.
2. Onu dinliyor gözükmeyin, gerçekten dinleyin.
3. Onu olduğu gibi kabul edin, eleştirmeyin.
4. Doğru tartışmayı öğrenin.
5. Ona zaman ayırın.
6. Onu düşünün ve düşündüğünüzü, onu mutlu edeceğini bildiğiniz şeyleri yaparak gösterin.
7. Ona sizin için farklı olduğunu hissettirin.
8. Maddi boyutunu esas almadan, onu mutlu edecek ufak sürprizler hazırlayın, özel zamanlar yaratın.
9. Karşı taraftan beklemeyin, önce siz yapın ki karşılığını alın.
10. İlişkiyi güncelleyin; eski günlerde gittiğiniz yerlere ziyaretler yapın, ilk günlerinizi hatırlayın.
11. İşinize mesai harcamazsanız iflas edeceğini bildiğiniz gibi, evliliğinize mesai harcamazsanız onu kaybedebileceğinizi unutmayın.
Terapi ne zaman?
Uzman Psikolog Bülent Budak, terapiyi özellikle nişanlı çiftlere öneriyor. Ancak her şeyin toz pembe yaşandığı nişanlılık döneminde terapiye gitmek pek de akıllara gelmiyor. Bir diğer ideal zaman ise “Gerçekçi Dönem”… Budak, suskun döneminde gelen çiftlerin artık umutsuz ve güvensiz olması, hatta gizli ikinci hayatlar kurmaları nedeniyle terapi yoluyla bir ilişkiyi tedavi etmenin çok zor olduğunu belirtiyor. Ancak ne yazık ki çiftler, en çok da suskunluk döneminde terapiye geliyor.
Erkeği Elde Tutmanın Yolları Bütün bildiklerinizi unutun. Cuma geceleri kanepenin üzerinde aşk fimleriyle uyuyakalanlar overlok makinası ayağınıza geldi. Tüm bildiklerinizi unutun! Yollar, erkeği Elmayra’nın Tazmanya canavarını sevdiği gibi sıkmakla aşılmaz. Ufunet basar adamcağıza. Sıkmayacağız dediysek de başıboş bırakmayacağız tabi. Her kantarın bir ölçüsü var. Asıl mesele okkasını ayarlamakta.
Erkeği Elde Tutmanın Yolları
Mevzumuza çoğu kadının düştüğü bir hatayla girelim.
İLK GÖRÜŞME
Diyelim ki adam pat diye gökten zembille indi. Hiç planda yokken küt diye aşık oldun. Haber verelim ‘Ağır ol da molla desinler’ devri kapandı. Sen işve cilve yapayım derken, rakip takım çoktan penaltıdan golü atacak haberin yok. Günümüz erkekleri, kadınların hayatın her alanında dizginleri ele almasından mütevellit biraz içlerine kapandılar. Gerekirse çat diye öpeceksin! İlk adımı atmaktan çekinmeyeceksin. Aşk kolay kolay bulunmuyor, buldun mu biraz da gözü karartacaksın.
KIZ ARKADAŞ PARADOKSU
Cilveleşme döneminde erkek istediği arkadaşıyla dışarı çıktığında ağızlarını bıçak açmayan kızlarımız ilişki başladığı günden sonra bir kaplana, avına kilitlenen bir çitaya dönüşüyor. Neden yahu? Ne değişti? Bırakın, adamcağız hangi arkadaşıyla nerede ne zaman görüşüyorsa devam etsin. Ha baktınız ipin ucu kaçıyor. ‘Kankitom’ diye diye memlekette görüşmedik kız bırakmıyor, kantarın topuzunu sıkarsınız azıcık olur biter!
Erkeği Elde Tutmanın Yolları
GECENİN BİR YARISI GELEN MESAJLAR
Olmuş gecenin bir yarısı. Filmin en naif yerinde, sevdiceğinizin şevkatli kollarına atmışsınız kendinizi. Birden iki el mesaj sesi duyulur. O an, nasıl davranacağınız o gece için küçük ama uzun soluklu ilişki için büyük bir adım. En basit kural: ‘Kimmiş’ o diyen hatun kaybeder.
“HİÇ POZUNUZU BOZMAYIN”
Hiç pozunuzu bozmayın. O telefona uzanacak. Hemen görüş açınıza telefon ekranını dahil edin. Bir göz filmde, bir göz mesajda olacak. Gece yarısı ‘Naber, napıyosun’ diye başlayan mesajdan korkun. O arkadaşı, daha sonra karşılaştığınızda fav’a atmak için kenarda bekletin. Sevgilinizin uzun süredir görüşmediği bir arkadaşıysa, durum bildirimi için ‘canım yaa, ben de sevgili yaptım görüşmeyeli’ demesi ya saflığındandır ya da ‘hatun şimdi ters bir şey yazar, ofsayta düşmeyelim’ demesindendir. İlk kez böyle bir şey başınıza geliyorsa sadece gözlemci olun. ‘Onun da sana selamı var’ faslına geçerse, umursamaz bir ses tonunda filme odaklanmış gibi yapıp geçiştirin. Hiç endişelenmeyin, ileride bunu fitil fitil burnundan getireceğiz.
TUZLUK-KARABİBERLİK GİBİ DİP DİBE DOLAŞMA
Eyyy yazın sıcağında bile kavrula kavrula elini sevgilisinin elinden ayırmayan güzel kızım, sıradaki madde sana gelsin. İnsan kendinden bile sıkılırken, bu kadar ‘mıç mıç’ ilişki niye? Bir nefes al, damarlarında oksijen dolaşsın, zihnin açılsın. ‘Onsuz gitmem’ demen ilişkinin büyüsünü bozan en büyük zehirdir. Yapma etme, heyecanı bitirme.
GÜÇLÜ KADIN OUT, YARDIM İSTEYEN KADIN İN!
Bu madde de bir gazeteci büyüğümün kulağıma altın küpesi. Hayatın sillesini karşındakini adamdan daha fazla yemiş olsan da, görüp geçirmekte rekordan rekora koşsan da güçlü kadınım diye bas bas bağırmak sana ‘değerli yalnızlık’tan başka bir şey getirmez ne yazık ki. Tamam, ‘We can do it’ ama ufak tefek şeyleri de bırak o yapsın be kadın! O çiviyi duvara sen çakamayacak mısın? Ya da ağır poşet taşıdın diye kolların mı kopacak? Bu yaşına kadar baban mı taşıdı sanki? Ama işte bir dur, yardım iste, güçlü olsan da iste. Bırak adamcağız da senin yapamayacağını sandığı şeyleri yaparken kendini işe yarar hissetsin.
DOĞAL OL
Serbest dolaşan tavuklardan tutun, özgürce otlayan ineğe vakit doğaya dönme vaktidir. Makyajda bile nude akımına kapılmışken, kadın dediğin de organik olacak arkadaş. Yaptığım uzun müzakereler sonucu günümüz erkeğinin doğallıktan yana olduğu gerçeğine ulaştım. Eğer bir erkek sabah uyandığınızda size hala aşkla bakıyorsa bilin ki sizi seviyordur. Sözüm kısa bir yaz sağanağının yüzüne vurmasıyla bile Afrodit’ten Godzilla’ya dönüşen kızlarımıza. Bir an önce silkelenin, o ağır makyaj malzemelerini toplum sağlığı için çöpe boca edin.
O SON TOKAYI BIRAKMAYACAKTIN!
Bak sevgili hemcinsim, dün bir bugün iki adamın evinde ‘güya’ eşya unutuyorsun ya, hah işte yemiyor o arkadaşlar o işleri, yapma. Önce ufaktan birkaç toka unutma(!) daha haftan dolmadan diş fırçası bırakmaya kadar giden sürecin sonu son değil söyleyeyim. Yıllarca kadınlar kafasını sokacak bir evleri yokmuş gibi, sevgili evine iltica etmeye öyle meraklandı ki, mülteci girişleri donduruldu. İlla adama kendini hatırlatacaksan, esaslı bir sevişme, huzurlu bir an, tatlı bir tebessüm yeter, kasma. Bunların dışında adam seni hatırlamak için zaten ıvır zıvıra ihtiyaç duyuyorsa, yanağından bir makas alıp ‘hasta la vista baby’ deyip olayı doğal seleksiyona bırak.
İlişkilerin belki de en sancılı dönemi olan ayrılık süreçleri iyi yönetilebilirse, partnerler bundan daha az zarar görüyor. Ancak türlü kafa karışıklıkları ve sosyal baskıları üzerinde hisseden taraflar ikileme düşebiliyor. Bu da hem ayrılmak isteyen hem de terk edilen taraf omuzlarında ağır bir yük oluyor.
Kimse, günün birinde biteceğini düşünerek bir ilişkiye başlamıyor. Fakat iki kişi arasındaki en güzel ve özel duyguların, anıların yaşandığı birliktelikler günün birinde içinden çıkılması zor durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Yeterince çaba gösterilse de sorunlar çözülemiyor. O zaman da ayrılık kaçınılmaz oluyor. Ama bu kararı almak her zaman çok kolay olmuyor. Alıştığı düzeni bozmak istemeyenler olduğu gibi, partneriyle aynı çatı altında bir dakika daha kalmaya tahammülü olmayanlar da çıkabiliyor karşımıza. Bu durumda “Gitmek mi zor, yoksa kalmak mı?” diye bir soru gündeme geliyor. Konuyla ilgili merak ettiklerimizi İlişki ve Aile Terapisti Ebru Üzümcü’den öğrendik…
PARTNERLERDEN BİRİ İLİŞKİYİ BİTİRMEK İSTEDİĞİNDE EN TİPİK DAVRANIŞLAR NELER OLUYOR?
Bu kişiler temelde iki duygu yaşıyor. Biri rahatlama, diğeri de kızgınlık. Bunların birbiriyle zıt durumlar olması ise kişinin davranışlarında tutarsızlığa yol açabiliyor. Bir an anlayışlıyken, birden tepkisel davranabiliyor. Karar almış olmaktan, ne yapacak olduğunu bilmekten dolayı rahatlama yaşasa da aslında bunu nasıl yapacağını bilmemek kişide gerilim yaratabiliyor. Bunun sorumluluğunu almakla ilgili yaşanan sıkıntı ise kızgınlık olarak açığa çıkıyor. İlişkiyi bitiren taraf olmak kişide biraz suçluluk, biraz da haksızlığa uğramışlık hissi yaratabiliyor. Örneğin bu kararı açıkladığında partnerinin nasıl davranacağı konusunda kaygılanabiliyor. Davranışlara gelince… İlişkiyi bitirmek isteyen kişi, bu kararın doğru olduğunu ispatlamak istercesine birlikteliği sabote edebiliyor. Bile bile partnerini rahatsız edecek davranışlar sergiliyor. İlişkiye dair yaşanacak olumlu paylaşımlara karşı direnç geliştirmeye başlıyor. Beraber zaman geçirmek istemiyor. Vazgeçiş davranışı gösteriyor yani yaşanan bir problemin ardından ilişkiyi tamir etmeye çalışmıyor.
Her şey çocuğum için (!)
Evliliklerin bitmesinde bazen yalnızca iki tarafın ayrılığı yeterli olmuyor. Eğer çiftin ortak çocukları varsa ayrılma kararı daha zor alınıyor. Çünkü bunun etki alanı daha geniş, kayıpları daha fazla oluyor. Bu tür durumlarda sorumluluk duygusunun daha fazla hissedildiğini belirten İlişki Terapisti Ebru Üzümcü, “Yönetilmesi gereken konular ve duygular sayıca daha çoğalıyor, nitelik olarak karmaşıklaşıyor. Mal paylaşımından tutun da çocuklara aile ortamı sağlayamamanın suçluluk duygusuna, boşanmış olma etiketiyle yaşamaktan ortak arkadaşlarla ilişkilerin düzenlenmesine kadar baş edilmesi gereken birçok konu ortaya çıkıyor” diyor.
Bazı çiftler tam da bu nedenlerden ötürü aslında hiç iyi gitmeyen ilişkisini sürdürmeye çalışıyor. Peki çocuğunun iyiliği için ayrılmaktan vazgeçen çift, düşündüğünün aksine ona daha çok zarar veriyor olabilir mi? Üzümcü, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Eğer çift ilişkisini iyileştirmek için hiçbir şey yapmıyor, sadece çocuk için bir arada kalıyorsa, bu ona büyük bir yük oluyor. Çocuk ilişkinin hamallığını yapıyor. İlişki modellerken de anlamlı ve coşkulu bir ilişkiyi öğrenmiyor. Birbirimizle konuşurken ‘canım, cicim’ desek bile iletişimin çok büyük bir kısmı sözsüz gerçekleşiyor. Çocuk ortamda sevgi, dayanışma, empati olup olmadığını hissediyor ve bu havayı soluyor. Böylesi durumlarda anne ve babanın sahiplenmediği hayatları ile kararları yani boşvermişlikleri çocukta da baş gösteriyor.”
Bu tür aile ortamlarında büyüyen çocuklar yetişkinliklerinde depresyona daha meyilli oluyor. Tepkisel, kaygı düzeyleri yüksek olmanın yanı sıra kolaylıkla suçluluk duygusuna kapılıyorlar. Dolayısıyla kendileri de anlamlı ilişkiler geliştirmekte zorlanıyor. Bu durum hem kendileri hem partnerleriyle ilişkilerinde de ortaya çıkıyor.
ayrılık süreçleri
Bir şans daha!
Beraberliğinde sorun yaşayan çiftler günümüzde sıklıkla ilişkiye bir şans daha tanımak, sıkıntılarını çözmek için ilişki terapistlerinin kapısını çalıyor. Çift terapisi olarak adlandırılan bu yöntem, ilişkiyi sağlıklı bir alan haline getirebilmek için yapılan bilinçli bir müdahaleyi ifade ediyor. Kimsenin bir hareketi durup dururken ya da tesadüfen yapmadığını belirten İlişki Terapisti Üzümcü, “İnsan davranışının bir sebep-sonuç ilişkisi, ilişkilerin de tıpkı makineler gibi bir sistematiği var. Terapistler de bu alanda uzmanlaşmış kişiler olduğu için davranış kalıplarını, iletişim ve paylaşım tarzlarının altında yatabilecek nedenleri daha iyi tahlil edebiliyor. İki kişi birbiriyle ilişkiye devam etmek istiyorsa yani birbirinden bir tiksinme, küçümseme, ilgiyi tamamen kaybetmiş olma, umursamama, nefret etme durumu yoksa ilişkiler hızla tamir olabiliyor” diyor.
PEKİ BU KARARI PARTNERİNE NE ŞEKİLDE SÖYLEMESİ GEREKİYOR?
Ayrılmak isteyen tarafın kararı paylaşma sorumluluğunu üstlenmesi, kendisiyle olan ilişkisini dürüstçe yaşayabilmesi için önem taşıyor. Eğer ilişkiyi çekilmez hale getirmeye çalışıp, sonra da “Bak işte olmuyor!” derse bu kez kendine ihanet ediyor. “Ben mutlu değilim, ayrılmak istiyorum” gibi basit ve kesin bir ifade kullanması, her iki tarafa acı verse de aslında bir yandan da rahatlatıcı olabiliyor. Ayrıca böylesi sade bir ifade bu kararın bir cezalandırma değil, seçim olduğu mesajını da taşıyor. Bu da her iki tarafın hayatlarına devam etmede güç toplamasına yardımcı oluyor.
VARSAYALIM, KİŞİ BİR SEBEPTEN AYRILMAKTAN VAZGEÇİYOR. BU DURUMDA İLİŞKİDE NELER DEĞİŞİYOR?
Büyük bir tedirginlik ve alınganlık baş gösteriyor. Tedirginlik, ilişkiye olan güveni kaybetmekten geliyor. Düşünün ki evinizden taşındınız, sonra vazgeçip geri yerleştiniz. Ev aynı ev fakat duvarları yok. Hava gayet sıcak, perdeler duruyor ama cam ve duvarlar yok. Nasıl hissedersiniz? İşte ilk başta buna benzer bir durum yaşanıyor. Yeniden o sınırları belirlemek, ilişkinin etrafına o camı, duvarı örmek gerekiyor. Bu süreç içinde birbirinden şüphe duymak, kendini rahat hissedememek, tartışmalar yaşayınca ayrılık zamanını çağrıştıran korkuyu hatırlamak ve yeniden korkuyu yaşamak gibi duyguları süreçlemek gerekiyor.
SAĞLIKLI OLARAK DEVAM ETMEYECEĞİNİ BİLE BİLE İLİŞKİYİ SÜRDÜRMEK NELERE YOL AÇIYOR?
Kişinin doğru bildiğini yapmaması, üstelik yanlış olduğunu düşündüğü şeyi yaşaması, özsaygısını zedeliyor hatta yok ediyor. Doğru bildiğini yapamaması, ilişki içindeki özgüvenini ortadan kaldırıyor. Kendisi için iyi olanı seçememek, benlik imajını zedeliyor, depresyonu tetikliyor. Bu durum mide, cilt, bağırsak rahatsızlıkları gibi çeşitli psikosomatik hastalıklara da yol açıyor. Kişi kendini değersizleştirmeye başlıyor. Sonuçta ya kendini ya da ilişkiyi öldürüyor. İlişkisi devam edercesine yaşamını sürdürüp, kendine başka bir hayat kuruyor. Bu bazen bir başka ilişki, bazen de tüm varlığıyla işine odaklanmak oluyor. Örneğin böylesi durumlarda bazı ev kadınları kendilerini ev işlerine veriyor, çocuğu olanlar bütün ilgisini onlara yöneltiyor. Bu şekilde ilişkiyi yürütmeye çalışıyorlar.
ÖRNEĞİN AYRILMAK İSTEYEN TARAF, PARTNERİNİ SEVİYOR AMA YİNE DE AYRILMAKTA KARARLI. BUNUN TEMELİNDE NE OLABİLİR?
Bu bir imdat çağrısı olabilir. Yani “Beni kaybediyorsun, bir şeyler yap” demenin bir yoludur belki de. Umutsuzluk duygusu hakimse, kişi başka çaresi kalmadığına inanmışsa, sevdiği halde ayrılmak isteyebiliyor. Yani partnerini sevse de ilişkiye inancını kaybediyor. Kişi, kendine acıyan yani kendini zavallı olarak duyumsayan ve üzüntüden beslenen bir yapıdaysa, sevdiği halde ayrılmak isteyebiliyor. Bir sebep de bilgi eksikliği olabiliyor. Nasıl yoluna koyacağını bilememek de bazen oradan uzaklaşmak istemeye yol açabiliyor. Bazen de kişi partnerini seviyor fakat bu sevginin yıkıcı bir tarafı oluyor. O ilişki içinde olmanın kendisini bedenen ya da ruhen tehlikeye soktuğunu fark ederek, ayrılıyor. Kültürel ve sosyal baskılar da ayrılıklara neden olabiliyor.
Mutsuz bir birliktelik mi insana daha iyi gelir, yoksa mutlu bir yalnızlık mı?
İkisi de iyi gelmiyor. Biz birbirini var eden bir türüz. İnsan yavrusu bir başka insan olmadan insanlaşamıyor. Bu nedenle ilişki içinde olmaya ihtiyacımız var. Tabii bu mutlaka romantik bir ilişki olmak zorunda değil. Yakın dostlar, aile, diğer insanlarla yakın ilişkiler içinde de mutlu olunabiliyor. Bu şekilde bakarsak mutsuz partner ilişkisi içinde olmaktansa, mutlu dostane ilişkiler içinde olmak daha iyi sonuçlar doğuruyor.
DİĞER TARAFTAN BAKMAK GEREKİRSE, AYRILMAK İSTEYEN PARTNERİNDEN BİR ŞANS DAHA YAKALAYAN KİŞİLERIN RUH HALİ NASIL OLUYOR?
İlk başta minnettar, sonradan isyankar oluyorlar. Çünkü ilişki bir kişinin çektiği, diğerinin oturduğu bir araç değil. “Şansı yakalayan” kişi bir süre sonra doğal olarak “ilişkinin tüm sorumluluğu benim değil ki!” duygusunu yaşamaya başlıyor.
KARŞI TARAFIN KENDİNİ ISTEMEMESINE RAĞMEN AYRILMAMAK İÇİN AYAK DİREMEK YERİNE, AYRILIĞI KABULLENMEK DAHA DOĞRU BİR DAVRANIŞ MI?
Bu bağlama göre değişiyor. Yani istememe durumu bir cezalandırma ya da bir tepki olarak gelişmişse, buna karşı direnmek gerekebiliyor. Ancak bu bir ayrılık kararıysa ve karşı taraf aslında duygusal olarak ilişkiden zaten çıkmışsa, o zaman ayrılığı kabullenmek sağlıklı oluyor.
GİDEN TARAF KENDİNİ İYİ HİSSEDERKEN, KALAN BÜYÜK BİR ÜZÜNTÜ YAŞIYOR. BUNUN ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN NE YAPILABİLİR?
Bu durumu mutlaka yaşamak gerekiyor. Önce üzüntüyü ve kaybı kabullenme safhası var. Belki çok acı veriyor ancak bunu yaşamadan hayata devam edilemiyor. Süreç, bir kayıp sonrası hissedilen duyguları kapsıyor. Umutsuzluk, çaresizlik, kayıp, yas, yaşamaya isteksizlik, mutsuzluk, karamsarlık gibi… Bu duyguları yaşarken iki konu büyük önem taşıyor. İlki, mutlaka sevdiğimiz insanlarla paylaşım halinde olmak ve ailemizin, dostlarımızın şefkatine sığınmak. Diğeri de resim, dans, şiir, spor gibi hobilerle duygularımızı ifade edebileceğimiz yollar bulmak. Bu yıkıcı duyguları yapıcı bir ürüne dönüştürebilmek kişi için iyileştirici etki sağlıyor. Ayrıca böyle bir dönemde açık havada olmak, fiziksel açıdan aktif kalmaya çalışmak da süreci atlatmaya yardımcı oluyor.
Bir hatadır oldu demeyin İki insanın karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayalı oluşturduğu ilişkilerde zaman zaman hatalar da yapılabiliyor. Kimileri bunları sıcağı sıcağına dile getirirken, kimileri de mutsuz olacağı endişesi ya da ilişkisini bitirmeyi göze alamadığı için görmezden gelebiliyor. Oysa paspas altı edilen bu durumlar ileride daha büyük sorunları da beraberinde getirebiliyor.
Orhan Gencebay, “Hatasız kul olmaz!” derken doğru söylüyor. Çünkü insan doğası gereği hata yapıyor. Önemli olansa bunu fark etmek, düzeltmek ve hatadan dönebilmek. Günlük yaşamdakiler bir yana, bu tür durumlar ilişkilere daha farklı yansıyor. Kadın ve erkeğin iki ayrı dünyası olduğunu unutmamak gerekiyor. Oysa ilişkilerde yapılan ilk hatanın çatışmasız, kavgasız, mükemmel bir ilişki yaşama arzusu olduğunu belirten Psikolog Banu İkizgül, “Çatışmasız, mükemmel ilişki yoktur. Olması gereken huzurlu, dengeli, her iki tarafın da tatmin olduğu bir ilişkidir. Her iki tarafın da bunu kabullenip, ilişkisine bu perspektifle yaklaşması gerekir” diyor.
Çiftlerden biri hata yapan partnerini affedebilirken, bir başkası bunu kabullenemiyor, bir kısmı ise görmezden gelebiliyor. Oysa kişilik özellikleriyle yakından ilgili olan hata yapmak nasıl doğalsa, bunu görmezden gelip psikoloji camiasının paspas altı olarak nitelendirdiği, yaşananlar hiç olmamış gibi davranmak da o kadar yanlış. Çünkü kimi zaman küçük hatalar görmezden gelinerek, ileride bambaşka ortamlarda büyük patlamalara yol açabiliyor. Psikolog İkizgül, ilişkilerde karşılaşılan hataların iletişimsel problemler nedeniyle görüldüğünü belirterek, hatanın tanımını şöyle yapıyor: “Örneğin çiftlerden birinin diğerine saygısızlık etmesi önemli bir hata, küfür etmek gibi! Çünkü bu, karşı tarafın da sınırlarına giren, onu aşağılayan bir durum. Şiddet de özellikle evliliklerde sıkça görülen bir hata olarak karşımıza çıkabiliyor. Ama genel olarak boşanmaları incelediğimizde çiftler arası iletişimle ilgili sorunların daha fazla olduğu görülüyor. Anlaşamama, sorun çözememe, orta yolda bir diyalog kuramama gibi…”
Hatayı kendinizde de arayın
İlişkilerde yapılan hataları görmezden gelmek, konuşmamak büyük sorunlara neden oluyor. Çiftin arasında yaşanan ve üstü kapatılan sorun, partnerlerden birinin veya her ikisinin de biriktirmesiyle incir çekirdeğini doldurmayacak başka bir nedenle büyük patlamalara yol açabiliyor. Bu da hem o sorunun aslında çözülmemesine, hem de üstüne başka sorunların eklenmesine sebep oluyor. Bu tür durumlarda çiftlere sakin olmaya çalışıp, çok sinirli ve öfkelilerse biraz ara verip, uzaklaşıp, sakinleşmelerini önerdiklerini belirten Psk. İkizgül, “Ardından karşılıklı oturup ‘Burada bir şey gerçekleşti ve biz bir problem yaşadık. Bunda benim payım neydi, senin payın neydi?’ diyerek iletişim kurulması gerekiyor. Çünkü sürekli kızarak, şikayet ederek biz karşımızdaki kişinin değil, kendi mutluluğumuzu da baltalıyoruz. Tüm bunlar olurken peki biz ne yapıyoruz? Sağlıklı bir ilişki için bizim de kendimize bakmamız gerekiyor. Partnerimiz mutlu olmazsa biz de mutlu olamıyoruz. Yani tartışıp, kavga ettiğimizde aslında yine biz üzülüyoruz ve sorun da çözülmemiş oluyor. Aynı durum partnerimiz için de geçerli. Bu nedenle danışanlarımıza ‘Senin mutluluğuna giden yol, onunla alakalıysa sen kendini iyileştirdikçe, o da aynısını yapacak. Orada biraz bencil ol!’ diyoruz. Ama onlar bu noktayı kaçırıyor. Bir problem olduğunda yine kendileri üzülüyor” diyor.
Hataların sonucunda ilk olarak çiftler arasında iletişimsizlik başlıyor. Bir tarafın yaşadığı birliktelikten kazanım yerine bedel ödemesi o ilişkinin kaybına yol açıyor. Bu nedenle ilişkilerin getirilerinin ve güzelliklerinin çok daha fazla olması gerekiyor. Psk. İkizgül, iletişim dilimizi değiştirmenin de önemini vurguluyor. Örneğin sen yerine, ki bu suçlama içeren bir cümlenin başlangıcı oluyor, ben ya da biz diye başlayan cümleler kurulması gerekiyor: “Etkin iletişim kurmak için sen dili yerine, ben dili düşüncelerinin ve duygularının kullanımı önem taşıyor. Ben dili durum ya da davranışla ilgili yargısız ve yorumsuz mesajlar taşıyor. Bununla beraber karşımızdaki kişinin davranışının bizim üzerimizdeki etkisini içeriyor. ‘Ben bu davranışından dolayı üzüldüm, kendimi kötü hissettim’ dediğimizde bizi dinleyen yargılamaya geçmeyerek, empati kurmaya çalışıyor.”
ÖZELEŞTİRİ YAPMAK GEREKİYOR
Yaşadığımız sıkıntılar söz konusu olunca toplum olarak özeleştiriden koşar adım uzaklaşıyoruz. “Biz insanız, yapımız böyle. Göz dışarıya bakıyor, hiçbir zaman kendi içine dönemiyor. Dolayısıyla hep suçlamaya meyilliyiz” diyen Psk. İkizgül, bu durumu şu örnekle açıklıyor: “Çiftler terapiye geldiğinde birbirinizi övün, güzel şeyler söyleyin dediğimizde beş dakika içinde söyleyecek bir söz bulamıyorlar ve buna çok şaşırıyorlar. Ama aynı çifte birbirinizi suçlayın dememiz halinde, bir saat boyunca aralıksız söyleyecek sözleri oluyor. Bu da gösteriyor ki biz aslında kendimizi eleştirmeye çok da açık değiliz. Suçlamak en kolayı, yükü de sorumluluğu da alıyor üstümüzden ama kimse hatasız değil ki… Sürekli suçlayarak da yine kendi mutsuzluğumuzu ve öfkemizi artırıyoruz. ‘O neden böyle olmadı, bu niye böyle’ diyerek bir şeylerden yakınırken, çözüm sürecine odaklanamıyoruz. Bu da sorunların uzamasına ve devam etmesine yol açıyor.”
Eşinin yaptığı hatalardan şikayetçi olan kişinin özeleştiriyi gönül rızasıyla yapması, ilişkinin gidişatı için büyük önem taşıyor. Çünkü bir taraf sürekli ben yapıyorum, o hiçbir şey yapmıyor diyor. Dolayısıyla iki tarafın da çaba göstermesi gerekiyor. Bazen de yaşanılan tartışmaların, sorunların temelinde aslında çiftle hiç de ilgili olmayan sorunlar yatabiliyor. İkizgül, iki kişinin bir aile oluşturduğunu fakat bundan önce onların da farklı yapıdaki ailelerden geldiğini ve kişilik özellikleri olduğunu belirterek, sorunların çözümü için üç konuyu da incelemek gerektiğini vurguluyor: “Örneğin bir kadın danışanım eşinin sürekli küstüğünü söylüyordu. ‘Ben ne zaman konuşmak istesem küsüyor, sorunu konuşamıyorum. Üç gün benimle konuşmuyor. Kovalıyorum, konuşmaya çalışıyorum ama konuşmuyor’ diyordu. Eşin durumunu inceledikten sonra altında yatan konunun, çocukluk döneminde öğrenilen küsme davranışı olduğunu gördük. Çünkü elde ettiği şeyleri küsme davranışıyla kazanmış. Küçükken annesi neden küsüyorsun oğlum deyip, bir de bunun nedenini anlayıp ona göre davranmış. Fakat bize başvurduklarında kadın, erkeğin davranışını inat olarak nitelendiriyordu. Bunun nedenini fark ettiği zaman kadın partnerini düşman olarak görmemeye başladı. Erkek de ona yaptığı bir şey olarak düşünürken, halbuki bu sorunun geçmişinden gelen bir kalıp davranış olduğunu gördü. Böylece birbirilerini düşman gibi görmektense ilişkilerini iyileştirmeye, problemlerini çözmeye dönük empati yapmaya başladılar.”
Son damlayı beklemeyin
Eğer mutsuzsanız, ilişki artık sizi eskisi gibi tatmin etmiyorsa, partnerinizle konuşamıyor ve paylaşımda bulunamıyorsanız, bunları çözmek için çaba harcamanız gerekiyor. Bunu sadece tek bir kişi yapamıyor. İki tarafın da sürece destek olması önem taşıyor. İkizgül, bu konuda bir uzmandan yardım alınması gerekliliğini belirterek, son zamanlarda çiftlerin destek alma konusundaki taleplerinin arttığını söylüyor: “Son damlaya kadar sabredip, bardağın taşmasını beklemeye gerek yok. Daha öncesinde kötü giden bir ilişkinin verdiği sinyalleri algılayıp, bir uzmana başvurmak çözüm sağlayabiliyor. Örneğin güzel bir flörtün ardından evlenen bir çift, nikah defterini imzaladıktan sonra hayatlarının değiştiğinden şikayet ediyor, her iki taraf da diğerinin farklı biri olduğunu söyleyebiliyor. Bu tür durumlarda ilişkiyi bir masaya benzetmek gerekiyor. Çiftin flört dönemi, birbirleriyle olan ilişkisi, mutlu anıları masanın ayaklarını oluşturuyor. Fakat evlilikle beraber, masanın üstüne aile hayatı, çiftlerin kendi aileleri, çocuk, mali sorunlar, yaşam mücadelesi gibi yükler binmeye başlıyor. Bu da ayakların yavaş yavaş aşınmasına yol açıyor. Zaman içinde ayaklar masanın üzerindeki baskıyı kaldırmıyor ve çökmeler başlıyor. Bu nedenle çiftlere ya o ayakların yerine yenilerini koyacaksınız ya da var olanları tamir edeceksiniz önerisinde bulunuyoruz. Örneğin evlenmeden önce sinemaya gidiyorsanız bunu evlendikten sonra da devam ettirmek gerekiyor. Ya da küçük bir tatile çıkarak, evliliğe renk getirilebiliyor. Bu aslında beklenmedik, fark etmediğimiz bir süreç. Bu yükler çoğaldıkça bedeller de artıyor. Bedeller de sıkıntıların çoğalmasına yol açıyor.”
Sürekli affetmek psikolojinizi bozabilir
Eşinin, partnerinin yaptığı hataları görmeyerek, mutluluk oyunu oynamanın da bir sınırı olması gerekiyor. Çünkü ilişkide hata denildiğinde yalnızca duygusal ya da psikolojik olanlar kastedilmiyor. Finansal sorunları saklamak, yalan söylemek de başlı başına büyük hatalar sınıfına giriyor. Partnerlerden biri diğerinin yaptığını birden çok kez görür ve tekrarlanmasına rağmen göz ardı ederse, bu kabullenmeye giriyor. Siz bunu kabul ettikçe, diğer taraf da sürekli tekrar ediyor. İçinde bulunulan bu durum bir taraf için çok eziyet verici olabiliyor. Dolayısıyla sürekli tekrar eden ve yenilenen bir şey varsa, ilişkide bir problem olduğu anlamı çıkıyor. Çünkü çiftler evlenirken birbirine karşılıklı olarak dürüstlük, açıklık, sadakat yeminleri ediyor.
Banu İkizgül, “Hataları yok sayarak dışarıya rol yapsa da aslında kişi yıkılan güvenini tamir etmek için karşısındaki kişiyi sürekli denemeye başlıyor. Bu da onda kaygı ve obsesyon yaratıyor. Sürekli partnerinizin ne yapacağını, nasıl bir yalanla geleceğini düşünmek, dedektifçilik oynamak zorunda kaldığınızı düşünsenize! Bu kişinin bütün enerjisini tüketmenin yanı sıra zihnini de yoruyor. İlerleyen durumlarda anksiyete, depresyon gibi sonuçlar da doğurabiliyor” diyor.
“Partnerlerden biri diğerinin yaptığını birden çok kez görür ve tekrarlanmasına rağmen göz ardı ederse, bu kabullenmeye giriyor. Siz bunu kabul ettikçe, diğer taraf da sürekli tekrar ediyor. İçinde bulunulan bu durum bir taraf için çok eziyet verici olabiliyor.”
Son sözü kim söylüyor? İlişkinizde son sözü kimin söylediği aslında çok önemli değil gibi gözükse de bu durum ilişkinin sağlığını ve geleceğini çoğu zaman olumsuz etkiliyor.
Yaşanan ilişkide yalnızca bir tarafın baskın olması ne gibi durumlara yol açıyor? Pasif kalan kişi nasıl zorluklarla karşılaşıyor? Bu ilişki türünü düzeltmek için nasıl davranmak gerekiyor? Türkiye Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. G. Bahar Cömert son sözü tek bir tarafın söylediği ilişkileri anlatıyor.
TEK BİR TARAFİN SÖZ SAHİBİ OLDUĞU BİR KADIN-ERKEK İLİŞKİSİNİ NASIL TANIMLARSINIZ? Geçmiş kültürümüzün getirdiği bazı algılar Türk erkeğinin “Ben ne dersem o olur, evin reisi benim!” gibi söylemlerde bulunmasına neden oluyor. Her ne kadar erkek son sözü söylediğini iddia etse de kadının burada gizli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Politikliği, işi fark ettirmeden halletmesi, düşüncesi ve tavrıyla erkeğin “son sözü”ne etkisi olduğu kanısındayım. Erkek her ne kadar son sözü söylediğini düşünüp rahatlasa da bir şeyler ortak paydada buluşmalı. Son sözü sadece birinin söylemesinden çok ortak bir düşüncede buluşmak en mantıklısı. Yalnız bir durum dışında bu tarz ilişkilerde sorun olmuyor, o da görücü usulü… Çünkü zaten bir anlaşmayla, kuralla ve birtakım şeyleri kabul ederek başlanıyor ilişkiye. Öyle de devam ediyor. Fakat erkek bu durumu kötüye kullanıp, zorla kendini kabul ettirmeye çalışıyorsa o ilişkide gelecekten bahsetmek ne yazık ki imkansız oluyor…
BAHSİ GEÇEN TARAF NEDEN “YALNIZCA BENİM SÖZÜM GEÇECEK” DER GİBİ DAVRANMA İHTİYACI HİSSEDİYOR? BU DURUMUN KAYNAĞI NEDİR? Güçlü insan her zaman sakin, kendine güvenen ve sessiz olandır. Kişi, dayatmalarıyla, zorlayarak uyguladığı yaptırımlarla, benim sözüm geçer, son söz benim olur mesajını veriyorsa, o kişinin kendine güveninin zayıf olduğunu ve başkalarını ezerek bir yerlere gelmek istediğini varsayabiliriz. Aslında bu her ilişki türü için geçerli. Birinin size bağırıp çağırarak düşüncesini savunması aslında onun konu hakkında yetersiz olduğunu gösteriyor. Kişi karakter olarak ne kadar zayıf ve güçsüzse karşısındakine karşı o kadar şiddetli davranıyor. Sakin olmak yerine agresifleşiyor.
Son sözü kim söylüyor
BU DURUMDA PASİF KALAN TARAF NELER HİSSEDİYOR? Söz konusu şartlarda efendi-köle ilişkisini tanımlayabiliriz. Yani birinin “Benim dediğim olacak, bunu böyle yapmayacaksın” gibi cümlelerle zalimleştiği, diğerinin ise ilişkide pek etkisi olmayan, “O ne derse o olur” diyerek etkisiz kaldığı görülüyor. Zalimleşen kişi, etrafından sürekli harikasın, muhteşemsin gibi şişirilmelerle, kendinde başkasına sözlü ya da fiziksel şiddet uygulama hakkı görüyor. Pasif kalan kişi varlığını ve değerini kaybettiğini hissettikçe, kendi çocuğuna ya da başka çocuklara, hayvanlara, bitkilere, kısacası gücünün yettiği her şeye kendisine davranıldığı gibi davranıyor. Son sözü söyleyen kişiye karşı susuldukça durumu kabul etmiş gibi görünüyor ama eninde sonunda bunun patlaması bir şekilde yaşanıyor. Kişi tüm bu süreçten olumsuz yönde etkileniyor ve psikiyatrik hastalıklara yakalanıyor. Depresyon, panik atak, kronik yorgunluklar meydana çıkıyor. Bunlar ortaya çıkmasa bile sürekli hasta olma durumu söz konusu oluyor. Çünkü ancak çok hasta olunduğunda sözle ya da fiziksel olarak baskın olmaya çalışan kişinin duracağı düşünülüyor. Ancak elden ayaktan düşülünce “zalim” karakterin baskı yapmayı bırakacağı kanısına varılıyor.
İLİŞKİDE ÇİFTLERİN BİRBİRLERİNİN HAYATINA MÜDAHALE ETMEK İSTEMESİ NE KADAR DOĞRU? Aslında bugüne kadar görünen, erkeklerin kadınların hayatına daha çok müdahale ettiği yönünde. Ama durum öyle değil. Kadınlar için de geçerli diyebiliriz. Doğrusunu söylemek gerekirse ilişkide bir şeyi tek taraflı değerlendirmemek gerekiyor. Tabii, işin içinde tecavüz, taciz gibi ciddi şiddet içeren durumlar yoksa… Sevgili ilişkisinde sahiplenmek çok güzel bir şey bence. Aldırmazlıkla saygı arasındaki çok ince çizgi üzerinde gidilmeli. Ne çok umursamaz ne çok üstüne düşmüş gibi gözükmeli. İlişki dediğimiz şey dayatmalardan ibaret olmamalı. Eğer ki olursa orada ziller çalmaya başlar ve bir gelecek vadetmez.
BU DURUM EVLILIK ÖNCESINDE VE EVLILIK SONRASINDA NE GIBI FARKLILIKLAR GÖSTERIYOR? Türkiye’de ilişkilerde gözlemlediğim bir şey var. Evli erkekler evlilik öncesi halinden koparak başka bir hale bürünüyor. Evlilik öncesinde her şey mükemmel; erkek hediyeler alıyor, her fırsatta aşkını dile getirip sevgi gösterilerinde bulunuyor. Ama evlendikten sonra bir anda başkalaşım geçiriyor. Aile kavramı oluşup, çocuklar olunca kadına karşı özen azalıyor. Sorumluluklar arttığı için eski özeni gösterememeye başlıyor. Bunun için mücadele de etmiyor. Fakat ilişki denen şey emek verilince güzelleşiyor. Ne kadar zaman ayırıp, ne kadar özen gösterirseniz bir şeyler o kadar yolunda gidiyor. Aslında evlilik ilişkiyi öldüren bir şey olmamalı. Ama ne yazık ki hayat mücadelesi, çocuk bakımı, ekonomik şartlar, bu özen gösterme işini biraz ikinci plana atıyor.
YALNIZCA ERKEĞİN SÖZ SAHİBİ OLDUĞU BİR İLİŞKİYİ GENEL OLARAK NASIL TANIMLARSINIZ? Durumu genellemek gerekirse burada kadının da biraz hatası olabileceği düşüncesindeyim. Çünkü kadın “Ben bilmem beyim bilir” deyip sorumluluk almaktan kaçıp topu erkeğe bırakıyor. Haliyle son sözü söylecek olan erkek olmuş oluyor ve sonraki süreç için de kadının bir söz hakkı yokmuş gibi davranıyor. Ama aslında söz sahibi erkekmiş gibi gözükse de perde arkasında tüm ev yaşantısını çekip çeviren güçlü kadınlar var…
”Genelde erkekler arkadaş grubu arasında “ailenin reisi benim, ben ne dersem o olur” gibi bir tavıra bürünüyor. Toplumun etiketlediği “kılıbık” olma sıfatına yaklaşmamak adına bu cümlelere ihtiyaç duyuyor. Ama sevgilisi ya da eşiyle yalnız kaldığı zaman gayet romantik dakikalar yaşanıyor, ilgi gösteriliyor… Yani durum evin dışından çıkınca bir hayli değişiyor. ”
SON SÖZÜ BİRİNİN SÖYLEMEDİĞİ BİR İLİŞKİ ORTAMI NASIL OLUŞTURULABİLİR? ORTAK PAYDADA BULUŞMAK İÇİN NE YAPILMALI? Öncelikle şunu özümsemek gerekir ki, bugüne kadar son sözü söyleyenin karşınızdakinin olduğu ilişkide, istenmediği sürece bir değişiklik olmayacak. Ben böyleyim, ben bilirim, ben yaparım ya da son söz benim diyen birinin değişmesi pek de mümkün değil. Tabii kendisi istemezse… Çiftler özellikle de evli olanlar bir ilişkide her iki tarafın da birtakım fikirlere ve isteklere sahip olduğunu bilerek hareket etmeli. Kararlar, istekler ya da düşünceler ne kadar farklı olursa olsun, mutlaka ortak bir yolu bulmak için çabalamalı…
Kadınİlişkinin belki de en özel, çiftlerin en heyecanlı ve ilgili olduğu günler flört dönemine denk geliyor. Ama konu yatak odasının kapısını zorladığında kadınların aklı hep o soruda takılıyor: Flört ederken cinsellik olmalı mı, olmamalı mı?
Yaşı 60’ın üzerinde olanlar çevrelerinde aşk evliliği yapan çiftleri tanımlamak için “sevişerek evlendiler” cümlesini çok kullanır. Oysa onlar bizim bugün anladığımız anlamda sevişmeyi değil, birbirilerini çok seven bir çifti anlatmaya çalışıyor. Günümüzde ise yeni evli bir çift için bu cümleyi söylemek büyük cesaret istiyor. Çünkü toplumun bize dayattığı birçok tabu ve yasak evlilik öncesi cinsel ilişkiyi onaylamıyor. Peki günümüz çiftleri hak ve özgürlüklerin çok olduğu, teknolojinin tüm nimetlerinin sevgililer yararına çalıştığı bu dönemde anne-babaları gibi sözde sevişerek mi evlenmeli, yoksa bunu fiiliyata dökmeli mi? İlişki Koçu Seda Diker ile bu soruya yanıt aradık. Flört ve cinsellik arasında nasıl bir ilişki olması gerektiğini anlamaya çalıştık.
Konuya ilk olarak flört kavramıyla girdik. Nedir bu flört? Biz bu kavramın anlamını biliyor muyuz? Seda Diker, Türkiye’de ne kadınların ne de erkeklerin flört hakkında doğru bilgilere sahip olmadığını belirterek, şunları söylüyor: “Yurt dışına gittiğimizde görüyoruz, çiftler ne de güzel flört ediyor. Bu hiç yanlış bir şey değil ama biz bu kelimeyle korkutuluyoruz. Halbuki flört iki insanın birbirini tanıma amaçlı başlattığı ama daha sonra ilişkinin duygusunu yüksek tutabilmek için ömür boyu devam ettirmesi, şekil değiştirmesi gereken bir diyaloglar bütünü. Bence Türk halkının ilacı şu an flört. Çünkü biz birlikteliklerimizi ya ilişkiye döndüremiyoruz ya da direkt yatağa girip, sonrasında da görüşmüyoruz. Cinselliğin ardından oluşan diğer süreç de ‘takılma’ olarak adlandırılıyor. Flört ise işte bu takılmayı ilişkiye çevirecek, aşkı ve duyguyu oluşturacak aşamayı ifade ediyor” diyor.
Flört ederken cinsellik olmalı mı, olmamalı mı?
HER ŞEYİN BİR ZAMANI VAR!
Diker’in sözlerine bakılırsa cinsellik flörtün içindeki unsurlardan biri, iyi ama ne zaman? Bir ilişkiye başlamaya çalışan tüm kadınların korkulu rüyası olan bu dönem flörtün hangi aşamasına karşılık geliyor? “Biliyorum ki her kadın bilinçaltında kaybetme korkusuna sahip olduğu için maalesef belirsiz olan o gri alanı sevmiyor. Danışanlarımdan örnek vermem gerekirse bazıları flört etmeyi istemiyor, bir an önce ne olacağını görmeyi tercih ediyor. Yaşadığının ne olduğunu bilmeyi istiyor” diyen Seda Diker, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bunları istiyorsunuz, kabul ama karşınızdaki erkekle aranızda duygu oluşması için bir zaman geçmedi, hayal kurulmadı, heyecan duyulmadı, oyun oynanmadı! Bunlar olmadıktan sonra o ilişkinin durumu nasıl netleşecek? Biz şu an arada kalmış bir nesiliz. Bundan 20 yıl önce evliliğe giden çiftlere bakıyoruz; ellerinde internet, akıllı telefonlar, chat ya da başka hiçbir iletişim aracı yok. Kendi örneğimi vereyim, eşimle evleneli 24 yıl oldu. Ben eşime ulaşamıyordum çünkü ev telefonu salonda duruyordu. Duygusuz konuşuyordu, sürekli hık mık ediyordu. Peki biz ne yaptık? Konuşamıyoruz, görüşemiyoruz, evlenelim de beraber olalım dedik. Fakat şimdi yaşam böyle değil.”
GİDER Mİ, KALIR MI?
Flört etmenin doğasında el ele tutuşmak, öpüşmek, birlikte dışarı çıkmak, arkadaşlarla bir araya gelmek, sosyalleşmek, bir koltukta oturup film izlemek olduğu kadar cinsellik de var. Ancak Türk kadınları bu gri alanla ilgili büyük endişeler yaşıyor. Bunların en büyüğü de “Yatağa girersem hevesini alıp, başkasına gider mi?” sorusunun bilinmezlerle dolu cevabı. Erkek belki gider, belki de gitmez ama bu noktada asıl düşünülmesi gereken başka şeyler var. Diker bunları şöyle açıklıyor: “Bu konuda ince bir çizgi var. Kadının kendine ben ne kadar oyun oynayabiliyorum, heyecan yaratabiliyorum sorularını sorması gerekiyor. Duygunun yani bir aşkın oluşabilmesi için her iki tarafın da hoşlandığı kişide farklı hisler uyandırması önemli. Bunları uyandırıp, onun karşılığını vermesi gerekiyor. Örneğin heyecan uyandırmak, merak ettirmek ve tabii ki hayal kurdurmak… Bir erkek kadını hayal etmek ister. Ne kadar çok hayal edebilirse o kadar aşık olur, düşünür. Erkek de kadına öfke hissettirebilir ama bunu yaptığında ‘Ben buradayım haydi, karşında ben varım’ diyebilmeli. Korku hissettirirse ardından güven, endişe hissettirirse de şefkat vermeli. Yani erkeğin kadının duygusunu takip edip, onda bunları uyandırıp, karşılığını vermesi gerekli.”
AKIŞA BIRAKMAK LAZIM
Flörtü bir anlamda sevişmeye benzetmek gerekiyor. Bir erkek kadının, kadın da erkeğin nasıl seviştiğini yatakta onunla flört ederek anlayabiliyor. Diker, yatak odasında bir kadınla bir erkek birlikte olduğunda önce bir tarafın yönetici olduğunu, diğerinin de kendini partnerine bıraktığını ama aynı anda hem yöneten hem de yönetilen olamayacağını söyleyerek, “Sonra öyle bir an gelir ki roller değişir, o zaman diğer kişi partnerini mutlu eder, coşturur, haz verir. Sonra roller yeniden değişir. Flörtte de eğer sürekli bir taraf yönetici olursa bir sıkıntı oluşur. O zaman o kişiyle yatağa girmek istenmez. Asıl önemli olan şu; hep derler ki yuvayı dişi kuş yapar, kadın yönetsin. Hayır, erkek de kadın da ara sıra yönetici olacak ve ilişkiyi paslaşacak. Eğer bunu yapamıyorsa erkek kadında eşitini görmek istiyor. Kendi yeterince flörtöz ve yönetici ise karşılığını kadında göremezse ona aşık olamıyor” diyor.
ONU YATAKTA AŞIK EDEMEZSİNİZ!
Eğer flört eden bir çiftten kadın olan erkeğe aşık olmuş ama karşıdan aynı duyguları alamıyorsa, partnerini elde tutmak için ilişkiyi cinsellik üzerine kurabiliyor. Böylece onu kendine aşık edebileceğini düşünüyor. Ancak bu her zaman işe yaramıyor. Diker, bu çabaların yüzde 100 ters dönüp, işlerin sarpa sarabileceğini belirterek kadınlara şu uyarılarda bulunuyor: “Erkeği cinsellikle elinde tutmayı şu an çok kadın deniyor ama hepsi başarısız oluyor. Erkek hiçbir zaman onlara ait olmuyor. Ancak ilişkideki problem kadının yatağa girmemesi, erkeğin de çok tabusuz olması ise o zaman durum farklı! Ama bunlardan kaç tane var ki Türkiye’de?”
“KOLAY KADIN OLMAYAYIM!”
Flörtte bir tarafta cinselliğini kullanarak erkeği elinde tutmaya çalışan kadın modeli varken, diğer tarafta da güçlü, duygularını belli etmeyen, “O kadınlar gibi olmayayım” diyen, birbirini yargılayan başka bir grup bulunuyor. Bu gruptaki kadınlar aman ben basit görünmemeyim, onun peşinde koşuyor gibi olmayayım düşüncesine takılıyor. Bu gri alanda yer alan kadınların oynadığı tek bir oyun olduğunu ancak sıkıcı olan bu oyunu hiçbir erkeğin istemediğini belirten Diker, “Bu oyunun adı ben kaçayım, o kovalasın, ben duygumu belli etmeyeyim, o sorsun merak etsin, peşimden koşsun… Ama erkek bunu bir-iki kez yaptıktan sonra vazgeçip, kaçıyor. Bu iyi bir oyun değil. Buradaki çözüm başka bir yerde. Kadın hislerini karşısındaki erkeğe mutlaka öfkeli, kızgın değil nötr bir şekilde, dersini çalışmış, negatif elektriğini atmış olarak üç-dört cümleyle özetle ifade etmesi gerekiyor” diyor.
Flört ederken cinsellik
SINIRLAR & DUYGULAR
Bir kadının flört ederken kendini ne kadar açacağına yalnızca kendisi karar verebilir. Bunun birinci aşamasında duygu oluşturup, hayal kurdurma ve oyun oynama yer alıyor. Bu oyunları oynarken kimi zaman partnerimizi sinirlendireceğiz, öfkelendireceğiz, belki biraz utandırıp, takdir edeceğiz. Böylece duygu spektrumunun en uçlarında ona farklı şeyler yaşatacağız. Tabii ki aynı şeyi de paylaşacağız. Bunun bir tango gibi düşünülmesi gerektiğini belirten Diker sözlerini şöyle sürdürüyor: “Eğer bir taraf, söz gelimi erkek cevap vermiyor, kaçıyor, duruyorsa kadının yapması gereken iki şey var. İlki, erkeğin korkusunu takip edip, iç düşünceleri, korkuları nedeniyle emin olmayan bu kişinin beyninin yüzde 100’ünün kabullenmesini beklemek. İkincisi ise kendisini ve korkularını durdurmak, korkulara göre hareket etmemek! Çünkü kadınlar her şeyi üzerine alınıyor. Erkekler flört aşamasında yaşadıklarından çok fazla emin olamıyor. Oysa kadın erkeğin emin olmasını, ilk günden netleşmesini istiyor. Böyle bir şey yok. Burada kadının korkuya kapılmadan, soğukkanlılıkla erkeğin korkusunu okuyup, onu bypass etmesi gerekiyor. Ama kadınlar tam aksine ‘Aman Allah’ım neden beni istemedi, boyum mu kısa, güzel mi değilim?’ sorularına düşüyor. Oysa tek sorun erkeğin kafasındaki gelgitler. Bunların nedenini çözmekse flörtle mümkün.”
KARTLARINIZI AÇIK OYNAYIN
Kadınlar bir ilişki sürdürdüğünde birtakım konulara takılabiliyor. Bunlardan biri de “Partnerim geldiğinde çok kalmıyor, ne yaparsam yapayım gitmeye devam ediyor” düşüncesi. Eğer ilişkide bu tür belirsizlikler yaşanıyor ve bunlar devam ediyorsa kadının erkekle açıkça konuşması ve bu sorunu çözmesi için karşı tarafa yüreğini açıp, olaya el koyması gerekiyor. Gerekirse süre vermesi, bu bir hafta, 10 gün ya da üç ay sürse de bir çerçeve çizdirmesi önemli. Ama bunun yolu “Bizim ilişkimiz ne olacak, bize ne olacak, ciddi miyiz?” gibi sorular sormak değil. Tam aksine, ona verdiği değeri ifade edecek, “Gittiğinde, benden uzaklaşıp, mesaj atmadığında neler hissediyorum biliyor musun? Seni çok özlüyorum ve duruma çok üzülüyorum” gibi cümleler kurmak gerekiyor. Seda Diker, bu durumu çözmenin diğer yollarını ise şu sözlerle anlatıyor: “İkinci olarak ‘Aslında ben seninle ne hayal ediyorum biliyor musun, daha yakın bir ilişki. Arkadaşlarımızla birlikte çıktığımız, el ele yürüdüğümüz…’ demek gerekiyor. Bir diğer yol ise onun da fikrini alarak, bu duruma dahil etmek. ‘Acaba sen ne düşünüyorsun? Eğer sen aynı fikirde değilsen ben gideceğim’ demek de gerekiyor bazen. Son olarak da eğer erkek ‘Evet ben seni istiyorum’ diyorsa, ona zaman tanımak. Erkeğin yaşadığı gelgitlerin bitmesi için gerekli süreyi ona vermek önem taşıyor. Ama tüm bu çabalara rağmen erkek aynı davranışları sürdürüyor ya da açıkça hayır cevabını veriyorsa o noktada kadının konuyu kapatıp, enerjisini o adama daha fazla kaptırmaması gerekiyor.”
CİNSELLİĞİN İLK ADIMI: FLÖRT
– Partnerinizin beğendiğiniz yönlerine odaklanın. Bunları ona ifade edin. Beğenmediğiniz ya da rahatsız olduğunuz yönlerini ise yargılamadan, sevgiyle açıklayın.
– Flört ederek cinsel enerjinizi artırın.
– Bir an evvel boşalmak gibi düşüncelerle yatağa girmeyin, hazza odaklanın.
– Önyargılarınızı geride bırakıp flörte başlayın. Üstünüzden çıkardığınız ilk şey önyargılarınız olsun.
– Acele etmeyin, partnerinizin nelerden hoşlandığını ya da hoşlanmadığını keşfetmeye zaman ayırın. Her seferinde yeni şeyler keşfettiğinizi göreceksiniz.
– Kıyaslama yapmayın.
– Partnerinize karşı maskelerinizi çıkartın.
– Aile veya arkadaş yargılamalarına müsaade etmeyin, kendi sınırınızı çizin.
– Kadının hasının duygularına kapılmadan huzurda kalabilen olgun kadın, erkeğin hasının ise kendi kadınıyla derinleşebilecek kadar doygun olan erkek olduğunu unutmayın.
ERKEK SÖYLER, KADIN GÖSTERİR
Kadınlarla erkeklerin kafa yapısı çok farklı. Örneğin bir erkek, bir kadınla yatağa girmek istiyorsa bunu dokunarak ifade ediyor hatta açıkça dile getiriyor. Bunun temelinde aktif ve rahat olmaları yatıyor. Kadın ise eğer yatağa girip, sevişmek istiyorsa bunu teşhir ederek gösteriyor ve ne kadar cevap aldığına bakıyor. Ama eğer istemiyorsa bunu partnerine en kısa sürede bildirmesi gerekiyor. Nasıl mı? Seda Diker bunun üç yoldan yapılabileceğini söylüyor. Birinci adımda; kadın eğer istemiyorsa bunu hareketiyle belli edip, sınır çiziyor, karşılığında da erkek geri adım atıyor. Eğer devam ediyorsa bu onun tacizkar olduğunu gösterir ki konunun mutlaka konuşulması, ben böyle hareketlerden hoşlanmıyorum diye açıklaması gerekiyor. Ama kadın belli bir sınıra ya da süreye kadar beklemesine rağmen erkekten bir duygu görmüyorsa, bunu hissedene kadar ona vakit tanımayı tercih ediyor. Diker, “Kadın zamansızca erkekten seks talebini duyduğu ya da hissettiği an ilk önce o erkeği isteyip istemediğinin kararını vermeli. İstiyorsa ama karşı taraftan birtakım duygusal hareketler bekliyorsa bunu açıkça dile getirmeli. Yani ben de seni istiyorum mesajı vermek zorunda. Aksi halde çok antipatik oluyor. Çünkü madem sevişmek istemiyorsun, o halde adamın yanında ne arıyorsun? Dolayısıyla o erkeğe, ben de istiyorum bunu diyerek söze başlamak gerekiyor. Ama göz kontağı kurup, gözleriyle severek ‘Benim biraz daha duyguya, sevgiye, şefkate, biraz daha tanımaya ihtiyacım var’ demeli. Ve tabii ki direkt olarak ‘Ben de seni istiyorum ama bana biraz daha zaman tanır mısın?’ diyebilmeli” diyor.
DOĞRU KİŞİYİ BULDUĞUNUZA EMİN MİSİNİZ?
• Yüzde 30 Bedensel uyum
• Yüzde 30 Zihinsel uyum
• Yüzde 40 Ruhsal uyum
Eğer sevgili adayınız buradan 70 ve üzeri almayı başarırsa, denemeye değer demektir.
Formsanté – 2015 Temmuz sayısı
Ayşegül Uyanık Örnekal
Ayrılık çanlarını gösteren işaretler Her ilişkide inişli çıkışlı dönemler olabilir. Önemli olan, yaşanan sorunlarda geri dönüşü olmayan sözler ve hareketlerle, belki de incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden bir birlikteliğin bitmesine yol açmamak…
Çiftler terapiye başvurduğunda en sık duyulan cümleler “Eşimle eskisi kadar çok vakit geçirmiyoruz”, “Birlikte hiçbir şey paylaşmıyoruz”, “Aynı evde iki yabancı olduk”, “Cinsel hayatımız çok kötü”, “Sanki beni hiç duymuyor, ne söylesem ona ulaşamıyor gibi hissediyorum”, “Tek ortak noktamız çocuklar oldu. Baş başa hiçbir şey yapmıyoruz”, “Çok fazla tartışıyoruz ve hiçbir şekilde uzlaşamıyoruz” “Eşim çok değişti, artık benimle hiç ilgilenmiyor” oluyor. Ancak ne olursa olsun bunların hiçbiri tek başına ilişkinin bittiğini ya da biteceğini göstermek için yeterli olmuyor. Bu olumsuzlukların bazıları ilişki üzerinde yıkıcı etkiye sahip olabilse de, bazıları sanıldığı kadar olumsuz etki etmiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog, Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları, bu tür konularda önemli çalışmaları bulunan John Gottman’ın ilişki laboratuvarında yaptığı araştırmalar sonucu, tartışan bir çifti 10 dakika gözlemleyerek boşanıp boşanmayacaklarını tahmin edebileceğini söylüyor. Hem de yüzde 91 doğru oranda! Peki bu mümkün mü? Dr. Gottman bir ilişkinin bitip bitmediğini anlamak için nelere bakıyor? Uzm. Psk. Canoğulları, Gottman’ın “Mahşerin Dört Atlısı” olarak isimlendirdiği, ilişkilere en fazla zarar veren yanlışları Formsanté okurları için anlattı.
Ayrılık çanlarını gösteren işaretler
Ayrılık çanlarını gösteren işaretler
Suçlama “Sen her zaman…” ya da “Sen hiçbir zaman…” diye başlayan cümleler şikayet değil, suçlama içeriyor. Şikayet ve suçlama arasındaki fark büyük önem taşıyor. Bu nedenle tartışmalarda ikisini ayırmak gerekiyor. Şikayet şu şekilde olabilir: “Akşamları eve geldiğimizde benimle konuşmaman beni çok üzüyor.”
Bu cümle karşımızdaki kişi ile ilgili herhangi bir suçlama içermiyor. Ancak suçlama içeren cümleler, problemi konuşmak için sert bir başlangıç oluyor. Negatif duygular uyandırarak karşımızdaki kişinin öfkelenmesine yol açıyor. Suçlama doğal olarak savunmayı doğuruyor. Partnerinizi suçlamaya başladığınızda ise o da kendini savunmaya başlıyor.
Savunma
Herhangi bir saldırıya maruz kaldığında kişi kendini savunmaya başlıyor. Bunu da yaptığı hatayı kabul etmeyerek, aksine karşısındaki kişinin, bu hatayı yapmasına engel olmadığı için onu suçlayarak yapıyor. Bu durum, karşı tarafın da kendini savunmasına yol açıyor. Yaşananların sorunun çözümlenmesine hiçbir şekilde katkısı olmadığı gibi, içinde bulunulan durumu daha da kötüleştiriyor.
Aşağılama – Hor görme
Bu durum, tartışmalar sırasında karşımızdaki kişiyle dalga geçme, alay etme, küçük düşürme gibi sözler ve bunlara uygun beden hareketlerini içeriyor. Ayrıca gözleri devirme, küçümseyerek bakma gibi bazı mimikler içinde bulunulan durumu daha da kötüleştiriyor. Hal böyle olunca aşağılandığını, küçük düşürüldüğünü düşünen taraf için problemle ilgili konuşmak ve çözüm aramak imkansız hale geliyor. Bu durumda ya ortamı terk ediyor ya da iletişimi kesiyor. Boşanmanın en önemli belirleyicisi de bu oluyor. Mutlu evliliklerde aşağılama ya da hor görmenin neredeyse sıfır olduğu biliniyor.
İlk yedi yıla dikkat…
John Gottman ile Robert Levenson tarafından yapılan ve 14 yıl süren araştırmanın sonuçlarına göre evliliklerinin ilk yedi yılında boşanan çiftlerde suçlama, savunma, duvar örme ve aşağılama-hor görmeye daha fazla rastlanıyor. İlerleyen yıllarda ise ayrılan çiftler en çok duygusal olarak bir bağın olmaması, özellikle tartışma sırasında olumlu herhangi bir duygunun gösterilememesi nedeniyle boşanma kararı alıyor.
Duvar örme
Bu durumda partnerlerden biri, daha çok da dinleyici olan taraf, iletişimi kesip, çoğunlukla da ortamı terk ediyor. Karşımızdaki kişiyi gerçekten dinlediğimizde bunu beden dilimizle, yüz ifadelerimizle ve verdiğimiz tepkilerle belli ediyoruz. Ancak duvar ören taraf bunlardan hiçbirini yapmıyor. Gottman’a göre erkekler bunu kadınlardan daha fazla yapıyor ve oran yüzde 85’i bulunuyor. Bu yüzden Gottman bunu yapanın bir kadın olması halinde yaşanılan durumun boşanmanın habercisi olabildiğini belirtiyor. Erkek duvar ördüğünde bu durum kadın için çok üzücü oluyor ve konuyu uzatma eğilimini artırıyor. Dolayısıyla erkek bu davranışı konuyu bitirmek için yapsa da sonuçta tam tersine dönüyor.
Sonradan fark edilmiyor
Bazı çiftlerde “Mahşerin Dört Atlısı” olarak adlandırılan davranışların hiçbirine rastlanmıyor. Uzman Psikolog Canoğulları, eşlerin bir uzmana başvurduğunda her şeyin yolunda olduğunu belirttiklerini söyleyerek, “Tam da bu sebepten ötürü neden çift terapisine geldiklerini kendileri de tam olarak bilemiyor. Dolayısıyla burada herhangi bir olumsuzluk olmaması, problem yokmuş gibi davranmaya yol açabiliyor. Ancak bir sorun olması için mutlaka olumsuzluk yaşanması gerekmiyor. İlişkide olumlu bir duygunun eksikliği de problem yaratabiliyor. Bu, çiftlerin arasında herhangi bir duygusal bağın olmaması anlamına geliyor. Söz konusu gruba dahil olan çiftler birbiriyle şakalaşmıyor, espri yapmıyor, herhangi bir sevgi ve şefkat göstermiyor, hatta birinin diğerine ilgisi dahi kalmıyor” diyor.
Depresyona yol açabiliyor..
Uzman Psikolog Canoğulları, danışanlarından edindiği tecrübelere göre ilişkilerinde mutsuz olan ve sorunlarını konuşamayan çiftlerin çoğunlukla kendilerini kapana kısılmış, boğulacak gibi çaresiz hissettiğini belirterek, “Bazı kişiler bu durumda uzaklaşmayı tercih edebiliyor. Bu durumda duvar örüp, partneriyle iletişimi kestiğinde yaşanılanlar karşı tarafın öfkelenmesine ve en ufak bir şeyde bile öfke patlaması yaşamasına sebep olabiliyor. Alan Teo ve arkadaşları tarafından yaşları 25-75 arasında değişen, yaklaşık beş bin kişiyle yapılan ve 10 yıl boyunca takipleri süren bir araştırmanın sonuçlarına göre; kişinin eşi, ailesi ya da arkadaşları ile olan ilişkisinin kalitesi gelecekte depresyon yaşama ihtimalini belirliyor. Araştırmada, ilişkilerini pozitif ve destekleyici olarak değerlendiren 15 kişiden sadece birinin 10 yıl içinde depresyon yaşadığı; ilişkilerini zayıf ve düşük kaliteli olarak değerlendiren kişilerde ise aynı durumun yedide bir oranında olduğu görüldüğü ortaya konuyor” diyor.