Etiket: ilaç

  • Vajinismus Tedavisinin Dayanılmaz Ağırlığı

    Vajinismus Tedavisinin Dayanılmaz Ağırlığı

    Vajinismus alanındaki en heyecan verici gelişme sağlık personellerince bu durumun tanınması… Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından eğitimleri verilen ve başarıyla uygulanan “cinsel terapi” ile vajinismus yüzde yüz tedavi edilebiliyor.“Vajinismusun Üstesinden Gelmek”, “10 Adımda Vajinismus Tedavisi”, “Evli Bakireler” ve “Seks Korkusu” adlı kitaplar, tarafımdan yayınlandı… Bu kitapların vajinismuslu danışanlar tarafından okunması gerekiyor. Çünkü vajinismus tedavisi sırasında pek çok kadın mağdur ediliyor. Vajinismus tedavisi adı altında çiftlerin doktor kontrolünde ilişkiye zorlanıyor, bu doğru değil… Bu yöntem bir çeşit tecavüz… Cinsellikte, kadın ve erkeğin hazzı esas olmalı…

    KIZLIK ZARININ AMELİYATLA ALINMASI…

    Vajinismusun kızlık zarıyla bir ilişkisi yok… Kızlık zarının alınması var olan sorunu çözmüyor. Fakat kızlık zarının kalınlığına bağlı olarak; ağrı, acı veya kanama nedeniyle vajinismus gelişmiş ise, cerrahi bir yöntemle bu zarın alınması önem taşıyor. Ancak vajinismuslu kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda tedaviye gelen her dört kadından birinin, tedaviye başvurmadan önce kızlık zarlarını aldırttıkları görülüyor.

    GENEL ANESTEZİ ALTINDA CİNSEL BİRLEŞME TAVSİYE EDİLMİYOR…

    Genel anestezi sırasında vajinal kaslar gevşediğinden, cinsel birleşmeye olanak vermeyen vajinal kasılmalar olmuyor ve ilişki gerçekleştirilebiliyor. Ancak buna rağmen sonraki normal cinsel birleşmelerde de aynı sorun yaşanabiliyor. Cinsel ilişkide karşılıklı haz esasken, bu durum bir nevi tecavüz… Cinsellik, kadın ve erkek arasında sevginin ve zevkin paylaşımı… Ancak vajinismuslu çiftler için cinsellik zevk olmaktan çıkıyor, keder ve elem yaratan eziyet verici bir eyleme dönüşüyor. Genel anestezi altında yapılacak bir cinsel birleşme aslında çift için ciddi bir travma… İlişki bir kereye mahsus gerçekleşse bile, kadın hem eşine karşı öfke geliştirebiliyor hem de erkek savunmasız haldeki eşine böyle bir şey yaptığı için suçluluk duyabiliyor. Bu nedenle anestezi altında ilişkiye girilmesi kesinlikle önerdiğimiz bir yöntem değil…

    TÜP BEBEK ÖNERİLMİYOR…

    Vajinismuslu çiftler süre uzadıkça çevreden gelen yoğun bir çocuk baskısı ile karşılaşıyorlar ve alternatif çözüm yolları aramaya başlıyorlar. Anne olmak isteyen vajinismuslu kadınlara tüp bebek tedavisini önermiyoruz. Çünkü bu, tedavinin imkânsızlığını kabullenmek anlamına geliyor ve çoğu zaman çocuk sahibi olmak da çiftin kendini mutlu hissetmesine yetmiyor.

    VAJİNİSMUS TEDAVİSİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN UNSURLAR…

    Çok ama çok düşük oranda da olsa vajinismusun fiziksel bir nedeni olabiliyor. Bu nedenle kadının mutlaka cinsel terapi öncesi bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına görünmesi gerekiyor. Vajinismusu mekanik olarak çözmek yetmiyor. Çifte, sağlıklı bir cinsel hayat sunmak için tedavide iki aşama izleniyor. Birinci aşamada, cinsel birleşmenin olması hedefleniyor. İkinci aşamada ise cinsel ilişkiden zevk alma teknikleri öğretiliyor.

    MUAYENEHANEDE GERDEK OLMAZ…

    Kadına verilen sakinleştirici ilaç ve kremlerle çifti, hekimin gözetiminde cinsel ilişkiye zorlamak, tıbbi etiği ihlal ettiği için kınanmış bir tedavi… Yurtdışında cinsel terapistin veya doktorun gözü önünde cinsel ilişkiye girebileceğiniz özel cinsel tedavi merkezleri var. Ama burası Türkiye… Türk hekimlerinin ve cinsel terapistlerinin kendi toplumsal yapısına, örf ve adetlerine uygun tedavi yöntemlerini tercih etmeleri gerekiyor. Aksi durumlarda tedaviye muhtaç insanlar ve cinsel sağlık bilimi de zarar görebiliyor.

    BİLİNÇALTINDAKİ KORKULAR ORTADAN KALDIRILMALI…

    Lokal uyuşturucu kremler ve pomatların ilişki öncesi vajinaya sürülerek kullanılması, kadınların bilinçdışı korkularını ortadan kaldırmadığı için yararsız… Kadının cinsel ilişki öncesi fazla alkol alması, kişinin bilincini kaybetmesine yol açtığından bir işe yaramıyor. Cinsel ilişki öncesi alınan sakinleştirici ilaçlar, cinsel isteği azalttığı için normalde de tavsiye edilmiyor. İlişki öncesi vajinaya buhar tutulması, sıcak su banyosu, ağrı kesici ve sıkıntı giderici ilaçların birlikte kullanılması sadece cinsel birleşme korkusu yaşayan kişilerde, bazen işe yarayan veya geçici çözüm yöntemleri… .

    TEK SEANSLIK TEDAVİ KADINI KORKUTUYOR…

    Vajinismuslu çiftler vajinismusu çözmeye hazırsa ve derinlerde yatan ciddi bir patoloji yoksa sorun cinsel bilgilendirme ve danışmayla kolaylıkla çözülebiliyor. Ama tek seanslık bir tedavi kadının var olan korkularını daha da artırabiliyor. Bu nedenle tek seanslık tedaviler tavsiye edilmiyor. Vajinismus tedavisinde, altında yatan psikolojik nedenleri ortaya çıkartmak, seks hakkında daha önce öğrenilmiş yanlış inançları değiştirmek önemli… Tedavi planı çiftin ihtiyacı doğrultusunda oluyor.

    ANESTEZİ HAMİLELİĞİ…

    Genel anestezi ile birleşme sonrasında hamile kalan kadınlar var… Hamileliğin oluşması için erkeğin vajina içine boşalması gerekmekle birlikte, nadiren vajina üzerine boşalma ile de hamile kalınabiliyor. Genel anestezi altında da çok küçük bir ihtimal de olsa hamile kalınması mümkün. Bu nedenle vajinismus tedavisine çocuğu olan hastalar da gelebiliyor. Çocuk sahibi olmak onlarda çevre baskısına karşı geçici bir rahatlama yaratıyor.

    Vajinismus Nedir? Tecrübe ve deneyimlerimizlerimiz için tıklayın !

  • İlaçsız tüp bebek tedavisi kimlere önerilir?

    İlaçsız tüp bebek tedavisi kimlere önerilir?

    Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin, cevap aradıkları soruların başında hangi yönteme başvurmaları gerektiği gelir.

    Bilgi kirliliği içinde araştırma yaparken çiftler güvenilir uzman, güvenilir kurum ve güvenilir yöntem üçlüsünü oluşturmaya çalışırlar. Peki, çoğu çiftin merak ettiği konulardan biri de “İlaçsız ya da Naturel Siklus Tüp Bebek Tedavisi “dir. Bu tedavide yumurta olgunlaştıktan sonra toplanır. Bu yöntemde doğal adet döngüsü içinde kadının kendiliğinden gelişen yumurtasından faydalanılır. Yeterli büyüklüğe ulaşmış olgun yumurta toplandıktan sonra klasik tüp bebek veya mikroenjeksiyon yöntemiyle döllendirilerek embriyo oluşturulur. Bu yöntemde hiç ilaç kullanılmaz. Yöntemin amacı; vücutta yumurta olgunlaştırma amacıyla kullanılan ilaçların zarar verebileceği hastaların vücutlarının korunmasını sağlamaktır. Yumurtalıkların büyümesi izlenir ve yeterli büyüklüğe ulaşan yumurta genel anesteziyle birlikte bir iğne yardımıyla toplanır. Bu toplanan olgunlaşmış yumurta, hastanın baba adayından alınan spermle birlikte mikroenjeksiyon işlemi yapılır ve daha sonra elde edilen embriyo tekrar rahim içerisine yerleştirilir.

    Yöntemin avantajları nelerdir?

    İlaçsız tedavi yönteminin tercih edildiği hasta grubu şöyle sıralanabilir:

    Düşük ovaryen rezerve sahip, ilaç kullanımına rağmen birden fazla yumurta gelişimi sağlanamayacak kadınlar,

    Geleneksel tüp bebek tedavilerinde elde edilen fazla yumurtaya rağmen tek kaliteli embriyo gelişimi sağlanan çiftler,

    Tüp bebek tedavisinde kullanılan ilaçlarının uygulanamayacağı kanser hastalan veya ovaryen hiperstimulasyon sendromu (aşın yumurta gelişimi) yüksek riskli hasta grubu,

    Kişisel tercihi veya dini inancı nedeniyle fazla yumurta, embriyo saklanmasını ve imha edilmesini istemeyen hastalardır.

    İlaçsız tüp bebek tedavisinin olumlu ve olumsuz yönleri ise şunlardır:

    Olumlu yönleri: Tedavi daha kolaydır. Yan etkisi yoktur. Komplikasyon olmaz. Tedavi süresi daha kısadır. Enjeksiyon sayısı azdır, ilaç maliyeti düşüktür.

    Olumsuz yönleri: İstenilen kalitede yumurtanın her zaman elde edilmemesi ve gebelik oranının düşük olma olasılığıdır.

    Tüp bebek özel bölüm için tıklayın !

  • 27 kadının yumurtalıklarını uyandırdılar

    27 kadının yumurtalıklarını uyandırdılar

    Japonya’da çok erken menopoza giren 30 yaşındaki bir kadın, yumurtalıkların “yeniden uyandırılması” yönetimiyle bebek sahibi oldu.

    Sonuçları “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan teknik çerçevesinde Japonya ve ABD’deki doktorların, çok erken menopoza giren 30’lu yaşlarındaki 27 kadının yumurtalıklarını aldığı, bu yumurtalıkları laboratuvar ortamında yeniden etkinleştirdiği ve yumurtalık dokusu parçalarını tekrardan döl yatağı borusunun üstüne yerleştirdiği bildirildi.

    TOKYO’DA BİR ERKEK BEBEK DOĞDU

    St. Marianna Tıp Fakültesi’nden Dr. Kazuhiro Kawamura, yöntemle geçen aralık ayında Tokyo’da bir erkek bebeğin dünyaya geldiğini, anne ve bebeğin sağlıklı olduğunu söyledi.

    Kawamura, kadınlardan alınan yumurtalıkları şeritlere ayırdıklarını, dondurulan bu şeritleri çözdürdükten sonra, foliküllerin olgunlaşmasını tetiklemeyi amaçlayan bir adım olarak küçük küplere böldüklerini, bu küplere foliküllerin daha da gelişmesini harekete geçirmek amacıyla ilaç enjekte ettiklerini açıkladı.

    40’LI YAŞLARDA DA FAYDALI OLABİLİR

    Sonrasında küplerin, kadınların dölyatağı borusu yüzeyinin hemen altına yerleştirildiği, 6 ay içinde 8 kadında folikül olgunlaşmasının belirtilerinin görüldüğü, 5’inin laboratuvarda eşlerinin spermleriyle döllenebilecek yumurtalar ürettiği bildirildi.

    Söz konusu 5 kadından birinin doğurduğu, birinin hamile kaldığı, bir diğerinin düşük yaptığı, diğer ikisinin ise henüz hamile kalma girişiminde bulunmadıkları kaydedildi.

    Bilim adamları, yöntemin, hamile kalmakta zorluk yaşayan 40’lı yaşlarının başındaki kadınlara da yardım edeceğini umuyorlar.

  • Kolesterol düşürücü ilaç katarakt riskiyle ilişkili

    Kolesterol düşürücü ilaç katarakt riskiyle ilişkili

    Milyonlarca yetişkin tarafından kolesterolü düşürmek amacıyla kullanılan statin ilaçları yeni bir araştırmaya göre katarakt riskini artırabilir.

    Milyonlarca yetişkin tarafından kolesterolü düşürmek amacıyla kullanılan statin ilaçları yeni bir araştırmaya göre katarakt riskini artırabilir. Çalışma Lipitor, Zocor gibi statinler ile katarakt arasındaki bağlantıyı inceleyen bir dizi araştırmanın son halkası. Kataraktlar gözün merceğinin buğulu olmasına sebep olan ve görüşü azaltan bir durumdur. Özellikle de yaşlılarda kataraktlar zayıf görüşün ve körlüğün ana sebebidir.

    Güncel çalışma statinlerin kataraktların sebebi olduğunu göstermiyor ancak statin kullanımının katarakt teşhisi konması riskini yükselttiğini belirtiyor. Çalışma Ekim 2001 ile Mart 2010 arasında askeri hastanelerde muayene edilen yaklaşık 14,000 erkek ile kadını, 6,792’şer statin kullanıcısı olan ve olmayan kişiyi inceledi. Statin alan hastalarda, kullanmayanlara oranla katarakt geliştirme riski %27 daha yüksek görüldü.

    Sonuçlar hastaları, ilacın faydaları ve zararlarını doktorlarıyla konuşmaya teşvik etmeli. Bu çalışma sebebiyle hiçbir hasta doktoruna danışmadan ilaç kullanımını kesmemelidir. Statin ilaçları kalp hastalığının tedavisinde ana bir faktördür ve katarakt riskini yükseltmesi, almayı durdurmayı gerektirmez.

    Kalp hastalığını önlemenin en iyi yolu yaşam stilini değiştirmektir. Tedavide etkili ilaçların yan etkisi olması beklenir. Bu sebeple hasta mümkün olduğunca sigara ve hareketsizlik gibi kötü alışkanlıkları terk ederek hastalık riskini düşürmelidir.

    Bazı uzmanlara göre çalışmanın sonucu kesin olarak algılanmamalıdır çünkü bugüne kadarki farklı çalışmalardan statin kullanımının katarakt oluşumunu engellediğine dair sonuçlar da alınmıştır. Her halukarda statin bir ölüm sebebi olan kalp krizini riskini düşürmektedir. Kataraktlar ise günümüzde ameliyatla etkili bir şekilde tedavi edilebilmektedir.

  • Bu ilaçların yarısı sahte

    Bu ilaçların yarısı sahte

    İnternet üzerinden sipariş edilen ilaçların yarısı tedavi edici özelliğe sahip olmaktan çok uzak. Tam aksine sağlık açısından risk taşıyan bu sahte ürünler, ambalajı ve dış görüntüsü itibariyle uzmanların bile ayırt edemeyeceği kadar gerçek görünüyor.

    Büyük kâr bırakan sahte ilaçları üretenleri yakalamak ise kolay değil. Uzmanlar, hastaları internet üzerinden ilaç sipariş etmeme konusunda uyarıyor.

    Almanya’nı başkenti Berlin’de bir araya gelen tıp uzmanları internet üzerinden alınan ilaçlar konusunda hastaları uyardı.
    Dünya Sağlık Örgütü’nün bu şekilde alınan ilaçların yarısının sahte olduğu yönündeki duyurusuna dikkat çeken uzmanlar, bu gibi ilaçların kullanımının çok kötü sonuçlar doğurabileceği yönünde uyarıda bulundu.

    Uzmanlar, tüketicilerin sipariş edilen ürünlerin sık sık sağlık açısından yüksek risk taşıdığını dile getirdi. Tehlikeye sebep olarak internet üzerinden ısmarlanan sahte ilaçlardaki sağlık için gerekli olan etkili maddenin ya hiç, ya çok, ya da sahte olması gösterildi. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Alman Eczacılar İlaç Komisyonu Başkanı Martin Schulz, ‘Kazanç getiren her şeyin sahtesi üretiliyor.’ diyerek gelinen durumun boyutunu özetledi.

    Sahte ürünlerin arka bahçelerde veya garajlarda hijyenik olmayan ortamlarda üretildiğine işaret eden uzman, ilaç muhtevasının da bu sebeple şüpheli, hatta bazen zehirli olduğunu kaydetti. Gümrüklerde ele geçirilen küflenmiş ilaçlar da durumun vahametini gözler önüne seriyor.

    Sahte ilaçlar ambalajlama ve dış görünüş açısından çoğunlukla orijinallerinden ayırt edilemiyor. Konunun uzmanları bile bazen bu konuda zorluk çekebiliyor. Örnek olarak Schulz, bu tip ilaçları kanuni yollardan eczaneye kadar gelebildiğini vurguladı.
    Alman Gümrük Suçları Dairesi’nden Peter Keller, sahte ilaçların uyuşturucudan on kat daha fazla kar bıraktığını söyleyerek bu tarz ürünlerin neden bu kadar satıldığına açıklık getirdi. Diğer taraftan sahte ilaç üretimi uyuşturucu üretimiyle kıyaslanamayacak derecede ucuz.

    Sahte ürünleri piyasaya sürenleri ele geçirmek ise kolay değil. Ticareti korunmalı internet üzerinden yapan sahtekarlar kimliklerini hemen değiştirebiliyor. Bayer ve Pfizer gibi ilaç işletmeleri bu gelişme karşısında dört yıl içinde Avrupa çapında yürürlüğe girecek yeni bir güvenlik sistemi geliştiriyor. İlaç alacaklara düşen ise kendi sağlıkları için internet üzerinden ilaç siparişinden uzak durmak.

    ÇOCUKLAR ÜZERİNDE TEST EDİLMEYEN İLAÇLAR RİSK TAŞIYOR
    Diğer taraftan sahte olmayan ilaçlarda da çocuk ve genç hastalar söz konusu olduğunda tehlike söz konusu. Buna göre kanun çerçevesinde üretilen ilaçların yarısı da çocuklar üzerinde test edilmediği için problem içeriyor.

    İlaçların çocuklarda yetişkinlerdeki gibi vücuda etki etmekten ziyade organizmaya etki ettiğini dile getiren uzmanlar, Avrupa Birliği’nin 2007 yılında ilaç şirketlerini her yeni ilacı çocuklar üzerinde de test etmekle yükümlü kılan ilaç kararnamesine dikkat çekiyor.

    Bu kararnameye rağmen halen üretilen ilaçların sadece beşte biri çocuklar üzerinde test ediliyor.
    Kaynak: CİHAN

  • Tatilcileri bekleyen gizli tehlike: Havuz sistiti

    Tatilcileri bekleyen gizli tehlike: Havuz sistiti

    Sağlık için gerekli şartlara sahip olmayan havuzlar ve kimi zaman da deniz suyu idrar yolu enfeksiyonlarına neden olabiliyor. Havuz enfeksiyonları arasında en sık rastlanan şikâyet ise ‘havuz sistiti’ olarak gösteriliyor.

    Medicana Samsun Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Ahmet Gençbay tatilcilere önemli uyarılarda bulundu.

    Sistit nedir?
    Sistit; mesanenin (idrar kesesi) iltihaplanmasıdır. Anatomik olarak erkeklerden farklı olmalarından dolayı kadınlarda daha sık görülen sistit, ihmal edildiği takdirde kronikleşebilir ve üriner sistemde (mesane ve böbreklerde) kalıcı hasara neden olabilir.

    Bakteriyel sistitler genellikle 20-40 yaşları arasındaki genç kadınlarda daha sık görülür. Her 5 kadından biri, yaşamının herhangi bir döneminde en az bir kez sistit geçirmektedir. Kadınlarda sistitin daha fazla görülmesinin en sık sebebi üretranın daha kısa olmasıdır. Sistitin en sık görülen etkeni, vakaların yüzde 85’inden sorumlu olan Koli basilidir. Normalde bu bakteriler kalın bağırsakta bol miktarda bulunurlar. Bazı risk faktörlerinin varlığında bu bakteriler mesaneye ulaşarak sistite neden olurlar.

    Sistite neden olan risk faktörleri nelerdir?
    Kötü genital temizlik
    İdrar akımının engellendiği durumlar (üriner sistemde taş, tümör veya sonda gibi yabancı cisim bulunması)
    Nörolojik olarak mesanenin boşalamaması
    Şeker hastalığı
    Hamilelik
    Yaşlılık
    Düzensiz cinsel ilişki ( sistit yeni evlilerde daha sık görülür ki, buna ‘balayı sistiti’ denir )
    Menopoz dönemi
    Erkeklerde prostat ve üretra hastalıkları

    Sistitin belirtileri nelerdir?
    Dizüri (idrar yaparken yanma, sızı, ağrı)
    Pollaküri (sık idrara çıkma) ve az idrar yapma
    Acil idrar yapma hissi
    Tam boşalamama hissi
    Kötü kokulu ve bulanık idrar
    Disparoni (cinsel ilişki sırasında ağrı duyulması)
    Kasıklarda ve göbek altında ağrı olması
    Hematüri (idrarda kan olması)

    Sistitin tanısı nasıl konur?
    Sistitin tanısında en önemli bulgu anamnezdir. Hastaların çoğunda yukarıda bahsedilen şikayetlerden birçoğu vardır. Bu şikayetlerle gelen bir hastaya ilk yapılacak tetkik, idrarın mikroskobik incelenmesidir. Sistitli bir hastanın idrarında alyuvarlar, akyuvarlar ve bakteriler görülmelidir. Enfeksiyona neden olan bakteriyi tanımlayabilmek için de idrar kültürü gerekebilir. Sistite sebep olan birincil bir hastalık düşünülüyorsa hastaya üriner ultrason, İVP (ilaçlı böbrek filmi) ve sistiskopi (ışıklı bir aletle mesaneye bakma işlemi) de yapılabilir. Sistit ve altta yatan neden tedavi edilmezse, kronikleşebilir ve hastayı zayıf ve bitkin bırakabilir.

    Sistit nasıl tedavi edilmelidir?
    Bakteriyel bir hastalık olduğundan dolayı tedavide antibiyotikler kullanılmalıdır. Kültür sonuçları çıkana kadar tedaviye gram negatif basillere etkili ilaçlarla başlanmalıdır. Daha sonra tedavi kültüre göre düzenlenmelidir.

    Sistitten korunmak için neler yapılmalıdır?
    Günlük su alımı en az 2 litre olmalıdır. Su, bakterilerin mesaneye tutunmasını engeller ve dışarı atılmasını sağlar.

    Kahve, koyu çay, alkol gibi içecekler ve acılı baharatlı yiyecekler en aza indirilmelidir. Bunların mesane üzerinde uyarıcı etkileri vardır.

    Mümkün olabildiği kadar sık idrara çıkılmalıdır. İdrarı tutmak mesanedeki bakterilerin mesane duvarına yapışmasını ve enfeksiyon oluşmasını kolaylaştırır.

    Tuvaletten sonraki temizlik doğru olmalıdır. Temizlik önden arkaya doğru yapılmalıdır. Böylece bakterileri idrar kanalına doğru taşımamış olursunuz. Sadece kağıtla silinmek yeterli değildir. Anal bölge mutlaka bol suyla yıkanmalıdır. Ancak aşırı hijyen takıntısı normal vajinal florayı bozabileceğinden dikkatli olunmalıdır.

    Vajinal deodorant, parfümlü sabun, pudra kullanımı idrar kanalını tahriş edebileceğinden bu tür ürünler kullanılmamalıdır.

    İç çamaşırı tercihi doğru yapılmalıdır. Sıkı, dar pantolonlar ve naylonlu iç çamaşırları giymeyin. Bahsedilen giysiler genital bölgenin nemlilik oranını artırarak bakterilerin üremesini kolaylaştırır.

    Pamuklu iç çamaşırları tercih edilmeli ve her gün değiştirilmelidir.

    Cinsel ilişkiden sonraki erken dönemde idrara çıkılmalıdır. Bu durum bakterilerin yayılmasını önlemektedir.

    Menopoz sonrası dönemde östrojen kremleri kullanılmalıdır.

    Özellikle yaz aylarında havuz sistitine dikkat edilmelidir. Kalabalık ve kirli havuzlara girmekten kaçınılmalıdır.

  • Kolesterol ilacı

    Kolesterol ilacı

    Kolesterolün diyet, egzersiz ve ilaçla kontrol altına alınabilecek bir sorun olduğunu belirten Prof. Dr. Servet Öztürk, ilaçların gereksiz kullanımının zararlı olduğunu söyledi

    Sağlıklı bir yaşam için kolesterol seviyesinin kabul edilebilir sınırlarda tutulması çok önemli. İlaç kullanımındaki en önemli yanlışı; “Sigarayı bırakma, diyet ve egzersizle kolesterolün ne kadar düşürülebileceği değerlendirilmeden hastanın ilaçla tedavi kapsamına alınmasıdır” diyen Memorial Şişli Hastanesi Girişimsel Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Servet Öztürk, kolesterol ilaçlarının gereksiz kullanımının, hasta için zararlı olabileceğini söyledi.

    Kolesterolün; birçok hücre ve hücre içi yapının bileşiminde yer alan, hormonlarda ve diğer vücut fonksiyonlarında önemli rol oynayan yapı taşı olduğunu hatırlatan Prof. Öztürk, “Kolesterolün olmaması halinde; sinir ve sindirim sistemi ile cinsel fonksiyonlar olumsuz etkilenir. Özellikle çocukluk çağındaki beslenme kolesterolden zengin olmalıdır. Özellikle bu dönemdeki kolesterol eksikliği gelişme bozukluğu ve zeka geriliğine yol açabilir. Ancak sağlıklı bir yaşam için kolesterol düzeyinin, olması gereken seviyede tutulması çok önemlidir” dedi.
    ‘KİŞİYE GÖRE DEĞİŞİR’
    Kalp hastalığı kanıtlanmış kişilerde, kötü huylu kolesterol (LDL) değerinin 100’ün altında olması gerektiğini, kalp hastalığı olmayan ancak yüksek risk faktörleri olan kişilerde de LDL değerinin 130’un altında olmasının hedeflendiğini vurgulayan Öztürk, şu bilgileri aktardı: “Kalp hastalığı olmayan ve risk faktörleri bulunmayan kişilerde HDL 60 veya üzerindeyse, LDL değerini 130’un altına indirmek gerekli değildir. Kolesterolün; iyi huylu (HDL), kötü huylu (LDL) ve alt grupları vardır. Bunların seviyeleri ve birbirlerine oranı hastalık gelişiminde belirleyicidir. En önemli damar sertliği nedeni, HDL’nin düşük LDL’nin yüksek olmasıdır. Pek çok parametre içinden en sık söz edileni LDL seviyesidir. Ancak kişinin total kolesterolü yüksek bunun yanında HDL’si de yüksekse, LDL için tedavi gerekmeyebilir.
    ‘KONTROL ALTINA ALINMALI’
    Kolesterol seviyesinin artışı, damar sertliği ve beraberinde kalp damar hastalıklarının oluşmasına zemin hazırlar. Kolesterolün uygun seviyeye düşürülmesi, damar sertliğinin kontrol altına alınmasında önemli bir yarar sağlar. Damar sertliği yalnızca kalp damar hastalıklarında değil; beyin, bacak, böbrek ile vücuttaki bütün damarlarda hasar oluşumuna yani damar tıkanmasına yol açabilir. Yüksek kolesterol tedavisinde hasta laboratuvar testleri ile birlikte kardiyoloji uzmanı tarafından yakın takipte olmalıdır. LDL değerinin düzeyi, olması gereken kolesterol seviyesinde belirleyicidir. Tedavide ideal olarak hedeflenen LDL’nin bypassolan veya koroner anjiyoplasti geçirenlerde, diyabet hastalarında ve 65 yaşın üstünde olan kadınlarda 100’ün altına düşmesidir. Bypass veya koroner anjiyoplasti geçiren hastalarda son yıllarda 80 hatta 70’e kadar düşürülmesi tavsiye edilmektedir.
    ‘ İLAÇ GEREKEBİLİR’
    Diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişikliklerine rağmen kolesterol seviyesi belli bir düzeye çekilemeyen hastalarda, ilaçla tedavi gerekli olabilir. Ancak bu durum kolesterolü normal seviyede olan kişiler için geçerli değildir. Kolesterol ilaçlarının yerinde ve doğru kullanımı çok önemlidir. Kolesterol yüksekliği tedavisi mutlaka yaşam şartlarındaki değişiklikle birlikte olmalıdır. Bu olmadan uygulanacak ilaç tedavisi iyi bir çözüm değildir. Etkili olan her ilacın da aynı değerlerde istenmeyen etkileri olabilir. Kolesterol ilaçlarının da binde bir oranında olan bazı yan etkileri bilinmektedir. Ancak ilaçların kesilmesi ile bu sorunlar ortadan kalkar ve kalıcı hasara neden olmaz.”

  • Siz reflüyü nasıl tedavi ediyorsunuz?

    Siz reflüyü nasıl tedavi ediyorsunuz?

    Gastroösofagiyal reflü (GÖR) mide içinde bulunan yemek ve asitin yemek borusuna (Ösefagus) geri tepmesine verilen isim. Göğüste yanma yaptığı için halk arasında “göğüs yanması” olarak bilinir. Reflü ülkemizde ve tüm dünyada çok sık görülüyor. Endüstriyel, rafine gıdalar ile beslenenlerin en az %20’sinde reflü olduğu, hatta bu rakamın %50’leri geçtiği söyleniyor.

    Asit azaltan ilaçlar grup olarak birçok ülkede en çok satan ilaçla arasında birinci ya da ikinci sırada. Her ne kadar aksini iddia edenler varsa da bu ilaçların hastalığı tedavi edici bir niteliği yok. Tıpta müthiş ilerlemeler olmasına, bir yığın modern mide ilaçlarının keşfine rağmen reflü şikayetlerin görüldüğü insanların sayısı azalmak bir tarafa roket hızı ile yükselmekte!!

    Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın yazdığı bu yazıda tedavisinde asit azaltan ilaçların kullanıldığı göğüs yanması (reflü) ve mide ekşimesi gibi şikayetlerin ilaçsız, sadece diyet ile nasıl düzelebildiğini öğreneceksiniz.

    Tıpta müthiş ilerlemeler oluyor. Bir yığın modern mide ilacı keşfediliyor. Bunlara rağmen reflü giderek artıyor? Neden?

    Gastroözofagiyal reflü (GÖR) ya da kısacası reflü mide içinde bulunan yemek ve asidin yemek borusuna (Özofagus) geri tepmesine verilen isim. Göğüste yanma yaptığı için halk arasında “göğüs yanması” olarak da biliniyor.

    Reflü ülkemizde ve tüm dünyada çok sık görülmekte. Endüstriyel ülkelerde insanların en azından yüzde 20’sinde reflü olduğu, hatta bu rakamın yüzde 50’leri geçtiği söylenmekte. Zaten ilaç satışları da bunu gösteriyor. Mide asidini azaltan ilaçlar grup olarak birçok ülkede en çok satan ilaçlar arasında birinci ya da ikinci sırada. Bu ilaçların hastalığı tedavi edici bir niteliği yok, sadece günü kurtarıyorlar. Zaten tedavi edici olsa idi bu kadar satılmazlardı.

    Reflünün oluşum mekanizmasından biraz bahseder misiniz?

    yemek borusunun (özofagus) alt ucunun mide ile birleştiği yerde alt özofagus büzgeçi (sfinkter) denilen, kastan oluşmuş kapak benzeri bir yapı bulunuyor. Bu büzgeç yutma sırasında yemek mideye inerken gevşeyip açılıyor, diğer zamanlar büzüşüp kapanıyor. Normalde yemek borusu yolu ile mideye inen yiyecek nadiren mideden tekrar yukarıya, yemek borusuna çıkıyor. Olsa da bu çok kısa sürüyor.

    Reflüde yemek borusu (özofagus) alt büzgeçi kapalı olması gerektiği zaman gevşer ve mide içeriği yemek borusuna geri kaçar. Mide şişkinliği mevcut durumu azdırıyor. Geri kaçış nadiren bu büzgeçin tonusunun (belirli kasılma hali) yetersizliğine, yani gevşekliğine bağlı.

    Mide yüzeyini döşeyen hücreler midenin salgıladığı güçlü aside karşı dayanıklı. Halbuki yemek borusunun döşemesinin bu güçlü asitten korunacak bir özelliği yok. Uzun süre mide asidine maruz kalırsa burada mikropsuz bir iltihap gelişiyor; buna tıp dilinde ösofajit deniyor. Ösofajit uzun erimde yemek borusu kanserine yol açabiliyor.

    Ne gibi belirtileri ve yan etkileri var reflünün?

    Hastalar reflüyü genellikle göğüs kemiğinin altında bir “yanma” ve ”baskı” olarak hisseder, bazen de bu yanma hissi boğaza doğru yansır. Yanma ve baskı tarzında olan bu yakınmalar yemekten sonra artar ve bazen saatlerce sürebilir. Bazen ağza ekşi su da gelebilir. Astım, larenjit (ses kısıklığı), yutma güçlüğü görülebilir.

    Reflü tedavi edilmez ise yemek borusunda darlık ve kanamalara yol açabiliyor. Astımlı hastaların en az üçte birinin altında sebep olarak reflü vardır. Uzun süre reflüsü olan bir kişide yemek borusu kanseri de gelişebiliyor.

    mide

    Reflü teşhisi nasıl konuyor? Tedavisi nasıl?

    Hastanın şikayetleri iyi değerlendirilirse reflü teşhisi hiçbir laboratuar yöntemine başvurmadan genellikle rahat konuluyor. Başka şüpheli bir durum yoksa radyolojik incelemelere ve endoskopiye nadiren gerek duyuluyor.

    Klasik reflü tedavisinde üç grup ilaç kullanılıyor; anti asitler, H2 reseptör kırıcıları ve proton pompa inhibitörleri. Antiasitler mide asidini nötralize eden bikarbonat gibi alkali maddeler. Diğerleri ise mide asidini azaltan ilaçlar. Bu ilaçlar grup olarak birçok ülkede en çok satan ilaçlar arasında birinci ya da ikinci sırada.

    Her ne kadar akut devrede bu ilaçlar yemek borusundaki yanmayı azaltsa da hastalığı tedavi edici bir özellikleri yok. Uzun süre kullanılmaları halinde bir yığın ciddi yan etkileri de oluyor.

    Sanılanın aksine reflülü hastalarda midenin asit üretiminde bir fazlalık yok. Hatta birçok reflülü hastada (özellikle yaşlılarda) mide asit salgısı düşük (1). Mide asidinin çok sayıda görevi var. Bunun ilaçlarla azaltılması bir yığın yan etkilere neden oluyor.

    Biraz o yan etkilerden bahsetseniz. Çünkü o kadar çok insan bu ilaçları kullanıyor ki…

    Evet, çok haklısınız. Üstelik hekimlerin büyük çoğunluğu bu yan etkileri hastalarına açık açık anlatmıyor. Mesela o hasta belki mide ilacı yüzünden zatüre oluyor ama kendisi bunu bilmiyor. Hatta muhtemelen hekimi de.

    Mide ilacı yüzünden akciğer hastalığı geçiriyoruz yani…

    Mesela ABD’de sağlık merkezlerine başvuran 364,683 hastanın üzerinde yapılmış bir araştırmaya göre asit azaltan ilaçları kullananlarda kullanmayanlara göre 4 kat fazla zatüre (akciğer iltihabı, pnömoni) olduğu saptanmış (2).

    Çünkü mide asidinin önemli işlevlerinden biri de yiyeceklerimizle aldığımız mikropları öldürmek. Yani mide asidi bağışıklık sistemimizin en önemli üyelerinden biri. Mesela ülser hastalığına sebep olan helikopter bakterileri (helikobakterler) düşük asitli ortamlarda yaşama şansına sahip oluyorlar. Birçok mikrobik ishalin altında yatan neden de aynı.

    Mide asidinin azalmasının başka bir zararı da B12 vitamini yetersizliğine yol açması. B12 vitamini yetersizliği çok önemli çünkü kansızlığa, halsizliğe, konsantrasyon zaafına, algılama bozukluklarına ve hatta bunamaya kadar varan ağır bulgulara yol açabilir. B12 vitamini eksikliği son yıllarda müthiş bir artış göstermekte. Yüzde 20’lere 30’lara varan oranlar bildiriliyor. Bunun temel nedenleri hekimlerin hastalarına kırmızı et yeme yasağı koymaları ve reçetelerine yazdıkları mide ilaçları!(3)

    Mide asidinin B12 vitamini emilimine 2 temel faydası var. Mide asidi, diyet ile alınan B12 vitamininin diyetsel proteinlerden ayrılmasını sağlıyor. Aksi halde vitaminin bağırsaktan emilerek kana geçmesi çok zorlaşıyor. Yine B12 vitamininin emilebilmesi için midede intrinsik faktör denilen bir yapıyla birleşmesi gerekiyor ki, bu faktörün salgılanması da asit azlığında azalıyor.

    Mide ilaçlarının bir zararı da protein sindirimini bozması. Yeteri kadar sindirilmemiş protein parçacıkları kana geçer. Sonuçta bir yığın alerjik, psikiyatrik (otizm, depresyon, hiperaktivite) enflamatuvar ya da otoimmün hastalık (Haşimoto tiroidit, mültipl skleroz, romatoid artrit, lupus, ülseröz kolit, astım, vb.) gelişebiliyor.

    Mide asidinin azalması diyet ile alınan kalsiyum ve demir gibi minerallerin emilimini de azaltıyor. Mide asidini azaltan ilaçlar bu kadar çok kullanıldığına göre yemek borusu kanserlerinin de azalması gerekiyordu. Ne gezer? Tam tersine son 15-20 yemek borusu kanserleri 3-4 kat arttı .

    Beslenme alışkanlıklarımızın reflü ile bir ilişkisi var mı?

    Şişman kişilerin çoğunda reflü var. Bu nedenle fazla yağlı yiyeceklerin reflüye neden olduğu ileri sürülmüş. Fakat reflünün diyetteki yağ miktarı ile değil, şişmanlıkla ilgisi olduğu gösterilmiş (5).

    Buna karşılık rafine (hızlı kana karışan) şekerlerin diyetteki fazlalığı ise reflüye neden olmakta. Yapılan bir araştırmada reflüsü olan hastaların diyetindeki glisemik endeksi yüksek gıdalar çıkartıldığında hastalık belirtilerinin bir hafta içerisinde düzeldiği gösterilmiş (6). Hatta bu çalışmaya katılan hastalar alkol, sigara ve kahve gibi kötü alışkanlıklarına devam etmelerine rağmen reflü şikayetleri düzelmiş. Bahsi geçen hastalar mide ilaçlarının tümünü kesmişler. Maalesef bu konuda yapılan tek araştırma bu.

    Bizim gözlemlerimiz de aynı şekildedir. Düşük şekerli bir diyet olan “Taş Devri diyeti”ni uygulayan kişilerin çok büyük bir bölümünde (neredeyse hepsinde) reflü birkaç gün içinde kendiliğinden kayboluyor. Düşük şekerli diyetin reflüyü nasıl azalttığının mekanizması iyi bilinmemekte.

    Bu aşamada Dr. Batmanghelidj’in açıklamaları önemli. Daha önce de su konusunda anlattığım gibi birçoğumuzda bulanan gizli susuzluk nedeni ile (yani eğer yeterli sıvı almıyorsak) vücudunuz histamin salgısını artırıyor (zaten asit ranitidin, simetidin gibi mide ilaçları da histamin salgısını azaltıyorlar). Histamin akciğer damarlarını ve uzuvlarımızdaki damarları büzerek sıvı kaybını önlüyor. Böylece beyne daha fazla kan gitmesini sağlıyor. Fakat bunun karşılığında histamin mide asit salgısını da artırıyor.

    Midede proteinli gıdayı sindirecek olan asit, mide döşemesindeki hücrelere zarar vermiyor. Hâlbuki onikiparmak bağırsağının hücreleri aside mide hücreleri gibi dirençli değil. Normalde mide asiti arttığında sekretin denilen hormon da artarak pankreastan bikarbonat salgısını artırıyor.

    Ancak midedeki asiti nötralize edecek kadar bikarbonat salgılandığında mide kapısı (pilor) açılarak mide asiti ve yiyecekler onikiparmak bağırsağına geçebiliyor. Eğer geçerse onikiparmak bağırsağına geçen asit buradaki döşemeyi (mukoza) tahrip ederek ülser yapıyor.

    Neyse ki çoğu kez pilor spazma uğrayarak bu duruma izin vermiyor. Ama bu sefer mide içi basıncı artıyor. Sonuçta mide içeriği yemek borusuna kadar geri tepiyor. İşte reflü dediğimiz şey bu. Bu arada midenin kronik olarak şişkin olmasmide üst kapısının diyafram yarığına (hiatus) fıtıklaşmasına neden oluyor (hiatus fıtığı).

    Aslında başka bir sorun da mide asit salgısının azalması. Ülser şikayeti olan kişilerin çoğunun mide asit salgısı sanılanın aksine düşük oluyor. Midedeki proteinler asitle yeterince parçalanamayınca mide kapısı açılmıyor ve sonuçta mide içeriği yemek borusuna kadar geri tepiyor

    Bence hipoglisemide de benzer şeyler oluyor. Hipoglisemi sırasında vücudumuz kan şekerini yükseltmek için adrenalin ve kortizol gibi stres hormonlarını artırıyor. Biliyorsunuz kortizol mide asit salgısını artıran bir hormon. Pankreas kortizolün fazladan salgıladığı bu asiti nötralize edecek kadar bikarbonatı kısa zamanda salgılayamadığı için az önce anlattığım gibi pilor sıkı sıkıya kapanıyor. Mide içi basıncı artıyor, yiyecekler bağırsağa geçemiyor ve artan basınç nedeni ile yemekborusu alt büzgeçi açılıyor. Sonuçta mide içindeki yiyecekler ve kortizol yüzünden artan mide asidi yemek borusuna geri tepiyor.

    Suyun da reflü ve ülser tedavisinde çok önemli olduğu söyleniyor. Bu nasıl oluyor?

    Birçoğumuzun yeteri kadar su içmediği açık. Bu nedenle vücudumuz tam anlamı ile görevlerini yerine getirmiyor ve çeşitli kronik hastalıklar ortaya çıkıyor. İran asıllı ABD’de yaşayan Dr. Fereydoon Batmanghelidj (Feridun Batmangeliç) Su: Hasta Değil, Susuzsunuz kitabında tüm hastalıkların en önemli nedenin, vücudun susuz kalması olduğunu söylüyor . Bu bilim adamına göre yeterli su tüketimi nerdeyse bütün hastalıkların korunmasına yardımcı olabiliyor. Yeterli suyun en faydalı olduğu hastalık ise reflü ve ülserler.
    Dr. Fereydoon Batmanghelidj’in hikayesi çok ilginç. Batmanghelidj İran İslam Devrimi sırasında 1979 yılında idamla yargılanmak üzere hapiste yatıyor. Hapishanedeki ilk günlerinde şiddetli kıvrandırıcı ülser ağrısı olan bir mahkûma hapishanenin revirinde hiç ilaç olmadığı için iki bardak su veriyor. Ağrı 8 dakika içinde geçiyor. Daha sonra hastası 3 saatte bir 500 mL (1 küçük pet şişe ya da 2 büyük su bardağı) su içmeye devam ediyor. Akut dönem geçtikten sonra hastaya yemekten yarım saat önce 250mL yemekten 2.5 saat sonra 250mL ve aralarda istediği kadar su içmesini öneriyor. Hasta yıllarca mide ağrısı çekmiyor.

    Batmanghelidj ilk hastadan sonra hapisten çıktığı 1982 yılına kadar 3000’den fazla ülserli mahkûmu sadece suyla tedavi ediyor. Hapse girdiğinden bir yıl sonra ilk duruşmaya çıktığında hâkime insan sağlığı için çok önemli bir buluş yaptığını, yaptığı bu buluşun İran ve Batı tıp dergilerinde yayınlanması için bir makale yazdığını söylüyor. İdam edilmeden önce bu yazıyı kendisine teslim etmek istiyor. Hâkim duygulanıyor ve cezasını 3 yıla indiriyor. Daha sonraki aylarda ise erken tahliye kararı veriyor. Fakat Batmanghelidj araştırmalarını tamamlamak için erken tahliye teklifini kabul etmiyor, izin alarak fazladan birkaç ay daha hapishanede kalıyor (toplam 2 yıl 7 ay) ve çalışmalarını tamamlıyor (7).

    Siz reflüyü nasıl tedavi ediyorsunuz?

    Reflü ve ülseri benzer şekillerde tedavi ediyorum. İkisini birlikte anlatayım. Acil tedavinin ilk adımı hastaya 3 saatte bir 500 mL (1 küçük pet şişe ya da 2.5 büyük su bardağı) su vermek (günde toplam en az 4 litre). Akut dönem geçtikten sonra hastaya yemekten yarım saat önce 250mL yemekten 2.5 saat sonra 250mL ve aralarda istediği kadar su içmesini öneriyorum. Daha önce de anlattığımız gibi Dr. Batmanghelidj bu şekilde binlerce hasta tedavi etmiş.

    İkinci önemli adım rafine şekerlerin, un ve şekerden mamul gıdaların, belirgin bir şekilde azaltılması. Taş Devri diyeti bu amaca çok uygun.

    Zatürree-mide ilaçları

    ABD’de yapılan bir araştırmaya göre primer bakım merkezlerine başvuran 364,683 hastanın üzerinde yapılmış (6). Bu hastaların 5,551’inde primer pnömoni (zatürree) saptanmış. En az bir yıl asit salgısı azaltan ilaç kullanan kişilerde pnömoni sıklığı %2.45 iken, bu tip ilaçları kullanmayanlarda oran %0.6 olarak bulunmuş; yani dört kez daha az pnömoni olmuş.

    Mide asidinin önemli işlevlerinden biri de yiyeceklerimiz ile aldığımız mikropları öldürmektir.

    Yanı mide asidi bağışıklık sistemimizin en önemli üyelerinden biridir. Yukarıdaki sözü edilen çalışmada zatürreenin mide asidi azaltan ilaçları kullananlarda 4 kat fazla görülmesi bu konunun önemini daha da iyi vurgulamaktadır.

    B12 vitamini-mide ilaçları

    Mide asidinin azalması diyet ile alınan B12 vitamininin diyetsel proteinlerden ayrılmasını engeller. B12 vitamini eksikliği son yıllarda müthiş bir artış göstermektedir. Bunun temel nedenleri kırmızı et yeme yasağı ve mide ilaçlarıdır . B12 vitamini eksikliği kansızlığa, halsizliğe, konsantrasyon zaafına ve hatta bunamaya kadar varan ağır bulgulara yol açabilir.
    B12 yetersizliğinden korunmak için asit azaltan ilaçlar kesilmeli ve C vitamini ya da diğer doğal asitli yiyeceklerden zengin bir diyet ile beslenilmelidir.

    Mide ilaçları ve hazımsızlık

    Mide ilaçları asit salgısını azalttığından ya da var olanı etkisizliştirdiğinden protein sindirimi büyük ölçüde bozulur. Bu durum sonucunda yeteri kadar sindirilmemiş protein parçacıkları kana geçer. Sonuçta bir yığın alerjik, enflamatuvar ya da otoimmün hastalık (Hoshimoto tiroidit, mültipl skleroz, romatoid artrit, lupus, ülseröz kolit, astım vb) gelişebilir.

    Mide ilaçları ve minerallerin emilimi

    Mide asidinin azalması diyet ile alınan kalsiyum ve demir gibi minerallerin emilimini de azaltır. Örneğin antiasitler fazla kalsiyum içermesine rağmen mide asitliğini azalttığı için iyi bir kalsiyum kaynağı değillerdir.

    Kanser ve reflü ilaçları

    Mide asidini azaltan ilaçların Barett ösefagusunu azaltması lazım geldiği varsayıldığına göre, son 15-20 yıldır yemek borusu kanserlerininin de azalmasını beklerdik. Halbuki bu dönem içinde ösefagus kanserleri 3-4 kat artmıştır !!

  • Cinsel Yaşamı Korumanın Yolları

    Cinsel Yaşamı Korumanın Yolları

    Cinsel Hayatınız Sallantıda mı?

    Çiftlerin farkına varamadığı küçük sebepler ilişkinin gidişatında olumsuz etkiler yaratıyor olabilir.

    İlişkinizi Korumanın Yolları

    Bilindiği üzere uykusuzluk pek çok sağlık problemini de beraberinde getiriyor. Sevişme üzerinde de oldukça kötü etkiye sahip olan uyku düzenimize dikkat etmek çok önemli. Düzenli ve sağlıklı bir cinsel hayat için günde en az 6 saat uyumak gerekiyor.

    Depresyon, pek çok kadının cinsel isteksizliğinde büyük rol oynuyor. Kadın erkek ilişkilerinde oldukça olumsuz etkiye sahip olan depresyonun uzmanlar tarafından tedavi edilmesi şart. Burada koşul sadece cinsel hayatınız değil, eğer tedavi olmazsanız günlük hayatınızda da pek çok sorun ortaya çıkacaktır.

    Stresli bir iş yaşamı genelde erkeklerde libido düzeyini oldukça düşürmektedir. İş hayatınız stresli olabilir ama eve iş getirmeniz hem sizin hem de sevgilinizin gerilmesine sebep olacaktır.

    Kilo almak hem fiziksel hem de ruhsal anlamda özgüveni azaltan bir durumdur. Kadın ya da erkek kilo aldıkça kendine güveni azalacak ve zamanla sevişmekten de soğuyacaktır. Özgüven eksikliği sevişmenin büyük düşmanlarından biri.

    Kullanılan ilaçlara da dikkat etmek gerekiyor. Siz istemesenizde cinsel isteğiniz kullandığınız ilaçlara bağlı olarak azalabilir. Yan etkileri yorgunluk ve halsizlik olan bir ilaç, sizi cinsel ilişkiden tamamen soğutabilir.

  • Diyet ürünlerden uzak durun !

    Diyet ürünlerden uzak durun !

    Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Akif Başaran, hayat boyu sürecek olan sağlıklı beslenme düzeninin oluşturulduğu takdirde, birçok kronik hastalığın önüne geçilebileceğini ve yaşlanmanın durdurulabileceğini ifade etti.

    Dr. Akif Başaran, insanların ilerleyen yaşlarına rağmen sağlığı yerinde, dinamik, kendiyle barışık ve mutlu bir hayat için bedenlerine saygı duymaları ve yiyip içtiklerine dikkat etmeleri gerektiğini vurguladı.

    Sağlıklı beslenme için sunduğu hareket planında patates, pirinç pilavı, mısır, kraker, sütlü çikolata, şekerli atıştırma ürünleri, sofra şekeri, meyve suyu, gazlı içecekler, tahıllı gıdalar gibi, kan şekerini arttırma hızı yüksek besinlerden uzak durulması gerektiğini kaydeden Dr. Başaran, “Bu yiyeceklerin yerine glisemik indeksi düşük besinler yemeliyiz. Bu besinler içinde de özellikle kırlarda dolaşan büyük ve küçükbaş hayvan eti olmak üzere her türlü et, baklagiller, her çeşit yeşil sebze, ev yoğurdu, kefir, siyah çikolata, kuruyemiş, tereyağı, sızma zeytinyağı, 3-4 adet yumurta var” açıklamasında bulundu.

    Sağlıklı beslenmede en önemli ve en zor olan konunun egzersiz olduğunu ifade eden Dr. Başaran, egzersiz için koşmanın veya spor salonuna gitmenin gerekmediğini, her fırsatta tempolu yürüyüşün, asansör yerine merdiven kullanmanın, hafif ağırlık çalışmanın, ayakta durmanın bile işe yaradığını söyledi.

    “DİYET ÜRÜNLERDEN UZAK DURUN”

    Dr. Başaran, sağlıklı beslenmek, obeziteden korunmak ve kilo vermek için diyet ürünlerden uzak durulması gerektiğini de vurguladı. Diyet ürünlerin kalorisinin az olmasına rağmen içindeki tatlandırıcı ve katkı maddelerin aşırı insülin salgılatarak acıktırdığını belirten Dr. Başaran, kolay zayıflamayı garanti eden doğal ve kimyasal madde veya gıdalara dikkat edilmesi gerektiği konusunda uyardı.

    Her gün yenisi çıkan zayıflatma ilaçlarının veya gıdalarının birçoğunun faydadan çok zarar verdiğini ifade eden Dr. Başaran, “Doktorunuza danışmadan zayıflama ilacı kullanmayın. Her ne kadar içinde yazmıyor olsa da gıda etiketlerini dikkatle okuyun, içinde fruktoz, gıda boyası, koruyucu madde, soya varsa uzak durun” dedi.

    3 ana öğün dışında mecbur kalmadıkça bir şey yenmemesi gerektiğini dile getiren Dr. Başaran, sağlıklı beslenme konusunda şunları söyledi:

    “Açlık insülin değerinizi 5 IU/ml altında tutun, bunu başarırsanız göbek yağlarından kurtulursunuz; şeker ve kalp hastalıklarından uzak kalırsınız. En önemlisi de yaşlanmayı durdurup sağlıklı bir hayatı garantilersiniz. Üç ana öğün dışında mecbur kalmadıkça bir şey yemeyin. Eğer bir şeyler yemek zorundaysanız öncelikle bir bardak su için, hala açlık hissediyorsanız kuruyemiş, peynir, domates, ev yoğurdu gibi glisemik indeksi düşük gıdalar tüketin.

    Meyvelere dikkat edin; birçoğu günlük ihtiyacımızın çok üstünde früktoz, yani meyve şekeri içeriyor. Bir zamanlar diyet yapan insanlara bol meyve önerilmekteydi oysa fruktozun sadece 15-20 gram kadarı vücut tarafından kullanılmakta, geri kalanı hızlıca trigliseride dönüşerek göbek yağımızı artırmakta, ayrıca diyabet, koroner kalp hastalığı ve hipertansiyon için zemin oluşturmaktadır.

    Obezite ve diyabetten korunmak için mutlaka D vitamini düzeyine baktırın, gerekirse doktorunuzdan takviye isteyin. Her fırsatta yanmayacak şekilde güneşlenmeyi ihmal etmeyin. Magnezyum, insülin direncini azaltan ve obeziteden koruyan en değerli minerallerden biridir.

    En çok bulunduğu gıdalar ıspanak, marul, kereviz, pırasa gibi yeşil sebzeler, ceviz, badem, siyah çikolata (yüzde 70 kakao) ve fındıktır. Ancak gıdalarla günlük yeterli miktara (350-400 mg) ulaşmak çok zordur. O yüzden takviye olarak alınması gerekebilir.

    Son olarak omega3 takviyesi almayı unutmayın. Malesef gıdalarda artık neredeyse hiç bulunmadığı için balık yağı olarak likid veya kapsül şeklinde günlük alınması gereklidir.

    Burada en önemli konu omega3 balık yağında bulunan EPA ve DHA miktarıdır. Toplamda günlük olarak 1 gram civarında alınması, kalp damar hastalığı başta olmak üzere bizi birçok hastalığa karşı koruyacaktır. Şeker hastalığının ilk belirtisi olan reaktif hipoglisemiye dikkat edin. Yemekten kısa süre sonra halsizlik, uyuşukluk, ellerde titreme, çarpıntı, terleme şikayetleriniz varsa ve şekerli bir besine ihtiyaç duyuyorsanız, bir an önce düşük glisemik indeksi olan besinlere geçiş yapın. Gerekirse doktorunuzla görüşüp tetkiklerinizi yaptırın.”

    İHA