Etiket: evlilik

  • İlişkileri yıpratan 3 durum

    İlişkileri yıpratan 3 durum

    Her ilişkinin kendine has sorunları olduğu bir gerçek. Fakat bir genelleme yapmaya kalkarsak çoğu ilişkinin güzel gidişatını sekteye uğratan ortak davranış biçimleriyle karşılaşırız.

    Her şeyi sizin bildiğinize inanmak
    Belki bütün soruların cevaplarına sahip olan sizsinizdir fakat düzenli olarak eşinizin hatalarına dikkat çekip düzeltmeye çalışmak onun sinirini bozmaktan başka bir işe yaramaz. Sürekli hata düzeltici konumda olmak sizi itici bir profilin içine sokar.

    Ama biraz kendinizi tutmayı ilişkinin ‘çok bileni’ olmamayı deneyin. Üstelik şunu da göz ardı etmeyin ki devamlı hatası düzeltilen ya da fikirleri için uyarılan onaylanmayan kişi zamanla fikirlerini beyan etmekten kaçabilir. Bu da zaman içinde gerilim ve iletişimsizlik sorununu getirir ilişkiye.

    İletişim kuramamak
    İlişkinizin yürümesini istiyorsanız partnerinizle iletişim kurmak zorundasınız. Bir şey canınızı sıkıyorsa onu içinize atmaktan ya da partnerinizin kendiliğinden tahmin etmesini beklemektense partnerinize sizi üzen şeyi açıkça anlatın. Aynı şey onun için de geçerli. Eğer onun üzgün ve mutsuz olduğunu seziyorsanız mutlaka neler olduğunu sorun.

    Unutmayın sorunları paylaşmak sizi birbirinize daha da yakınlaştırır. Karşılıklı olarak dertlerinizi içinizde saklamaksa sizi birbirinizden uzaklaştırır.

    Sürekli kendini savunmak
    Bu çoğu zaman yapan kişiler tarafından fark edilmeden sergilenen bir davranıştır. Eşlerin karşı tarafı anlamaya çalışmadan sürekli kendilerini savunması ayrılığı getiren davranış biçimlerindendir. Her davranışa bahane bulmak kendi davranışlarını sürekli rasyonelleştirmek karşı taraf sizinle ilgili bir olumsuzluktan şikayet ettiğinde “Sen bunu daha çok yapıyorsun” deyip oku ona çevirmek onu dinlemeden kendi fikrini söylemek ilişkiyi olumsuz etkiler. Savunma odaklı değil anlama odaklı bir ilişki kurmak gerekir.

  • Mevsimsel Boşanma Olur mu?

    Mevsimsel Boşanma Olur mu?

    Yaşadığımız dünyada hiçbir şeyin nedensiz olmadığını bu yazıyla bir kez daha anlamış olacağız.

    Boşanmayla ilgili ortaya çıkan bu gerçek bizi olduğu gibi sizi de şaşırtacak.  Washington Üniversitesi araştırmacıları Julie Brines ve Brian Serafini boşanmanın sezonluk, dönemlik olduğunu tespit etti.

    Yapılan detaylı araştırmalara göre boşanmalar kesinlikle mevsimsel. Uzmanlara göre boşanma en çok Mart ve Ağustos aylarında yaşanıyor. Yani kış mevsimi ve yaz sonuna denk geliyor.

    Evliliği kötü giden çiftler yaz ve kış aylarında yaptıkları tatillerde evliliklerini gözden geçirme imkânı buluyor ve bir şeylerin yolunda gitmediği kanısına varıyor.

    Bu konuya daha detaylı bakalım isterseniz?

    bosanmanin-yeni-nedeni-2

    Evliliklerinde çatırdamalar yaşayan çiftler tatile gittiklerinde herkese karşı mutlu aile tablosu çizmeye çalışır. Ve sonrasında çizdikleri bu tablonun doğal olarak yaşanmadığının bilincine varır. Diğer bir sonuç ise tatiller evli çiftlerde geçmişe sünger çekmek adına biçilmiş bir kaftan modeli görüyor.

    Yeni bir başlangıç ve düzelme eğilimi tatil fırsatlarıyla şans buluyor. Ancak tatil süresince evliliklerinde hiçbir pozitif evre bulamayan çift zorla mutlu imajı vermeye çalıştığının bilincine varıyor ve tatil dönüşü ayrılmaya karar alıyor.

    Mart ve Ağustos aylarında boşanmaların en yoğun dönem olmasının bir başka nedeni ise taşınma ve işsizlik gibi nedenler etkili.

  • Evliliklerde çocuk istismarı

    Evliliklerde çocuk istismarı

    Çocuk istismarı hakkında hepimiz az ya da çok fikir sahibiyiz ama evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı dediğimizde başlık biraz farklı gelebilir. Evet başlık farklı ama aslında birçok evde yaşanan olayı anlatmak için bundan daha uygun bir başlık olamazdı.

    Evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı

    Evliliklerde çocuk, evliliği zenginleştiren bir unsurdur ancak maalesef hala sorunlu giden evlilikleri kurtarmak üzere bir can simidi gibi görüldüğünü vurgulamak isterim. Oysa çocuk sorunsuz evliliklerde bile evliliği, getirdiği sorumlulukla ciddi bir sorunlar odağı haline getirebilir.

    Evliliklerde çocuk istismarı
    Evliliklerde çocuk istismarı

    Düşünün, henüz birbirine yeni ısınan, birlikte bir hayat düzenine alışmaya çalışan kadın ve erkek yeni kazanmış oldukları eş statüsüne uyum göstermeye çalışırlarken, beklenmedik bir anda, hiç hazır olmadıkları zamanda gelişen bir hamilelik sonrasında dünyaya gelen bebekle bir anda anne baba statüsüne geçmek zorunda kalıyorlar. Bu durum birçok insan için ‘aa ne şirin’ şeklinde karşılanabilir ancak gerçek hayatta durum bu kadar şirin olmayacaktır. Eşlerin birlikte gezip tozmak ve yeni hayatlarına alışmak üzere yaptıkları tüm planlar kalkacak ve gece uykusuzlukları, doktor kontrolleri, çocuk hastalıkları, eve kapanmalar, artan masraflar, ağlamalar ve yoğun stres hayatın akışını değiştirecek. Bu noktada durum kadın ve erkek için ayrı ayrı yön değiştirmeye başlayacak. Örneğin erkek, eşinin sadece bebekle ilgilendiğini ve kendisine zaman ayıramadığını düşünerek içine kapanacak, kadın ise doğumla beraber bedeninin bozulduğunu düşünerek, eşinin kendisinden uzaklaşmasını da çekiciliğini kaybetmesine bağlayacaktır. Ek olarak annenin hamilelik ve doğum sonrası depresyonu yaşayabileceğini de düşünürsek bebek hiç hazırlıklı olunmayan pek çok soruna yol açacaktır. Sorun evliliğin ilk yıllarında çocuk sahibi olmak değildir, sorun çocuk sahibi olmaya hazır olmamaktır. Ya da taraflardan birinin istememesine rağmen diğer eşin çocuk konusundaki ısrarı evliliği sorunlu aşamaya getirecektir.

    Evliliklerde çocuk istismarı dediğimizde iki kişi aynı anda hazır olmadan çocuk sahibi olmak ve evlilikle ilgili tüm sorunları o çocuk üzerinden karşı tarafa yansıtmak çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür.
    Özellikle çocuğun yanında ‘çocuğunla ilgilenmiyorsun’, ‘ben bu çocuğu annemin evinden getirmedim’, ‘artık dayanamıyorum, çekip gideceğim bu evden’, şeklinde sözler çocuk için çok yaralayıcıdır.
    Aynı şekilde diğer eşi hedef gösteren ve çocuğa hitaben söylenen; ‘ o annene söyle, biraz ev kadınlığı öğrensin’, ‘baban baba olsaydı seninle ilgilenir, alıp dolaştırırdı’, ‘sen olmasan ben bu adama / kadına bir dakika bile tahammül edemem’, ‘kimbilir gene kimlerle beraber, bu saat oldu hala ortalarda yok’ şeklindeki diğer eşi suçlayan cümleler, uğruna her şeyi feda edeceğiniz çocuğunuza bilmeden verdiğiniz zararlardan.

    İki yetişkinin kendi aralarındaki sorunlarını konuşarak çözmek yerine çocuk üzerinden birbirine yönelik saldırı başlatmak ve sürdürmek hem evlilik için hem de çocuk için hakikaten çok büyük hasarlara yol açıyor. Sorunlarla konuşarak başa çıkamıyorsanız hem birbirinize hem de çocuklarınıza daha fazla zarar vermeden evliliği bitirmek ve tarafların eş olarak sorumluluklarını sonlandırıp, ebeveyn olarak bir ilişkiyi yürütmelerini sağlamak en doğrusu.

    Ancak bazen aslı sorun evlilik bittikten sonra da devam ediyor hatta daha da şiddetleniyor. Bu defa eşler ayrılmış olmalarına rağmen birbirlerine olan öfkelerini çocukları üzerinden devam ettiriyorlar ve bu süreçte çocuklarına tahmin edemeyecekleri kadar büyük zarar veriyorlar. Öncelikle her iki eş de sahip oldukları her gücü ve ilişkiyi kullanarak birbirlerini çocukların göstermemek ya da velayetini almak şeklinde tehdit ediyorlar. Son derece medenice eski eşler arasında konuşarak halledilecek olay mahkemelere çok çekişmeli ve tartışmalı bir biçimde yansıyor ve ne yazık ki çocuk bunların neredeyse tamamına tanık oluyor. Olmasa da anne ya da baba diğerinin canını daha çok yakmak adına çocuğuna gerekli gereksiz her ayrıntıyı anlatıyor. Çocuk annesine gittiğinde babası hakkında, babasına gittiğinde annesi hakkında olumsuz sözler duyarak tıpkı bir tenis topu iki sözde yetişkinin(!) arasında oradan oraya savruluyor. Oysa ayrılıklar nasıl gerçekleşmiş olursa olsun tek kelimeyle Travmadır ve zararları olabilecek en az hasarla atlatılmaya çalışılmalıdır. Yani eşler isteyerek ve anlaşmalı da ayrılsa, çatışmalı bir ayrılma da olsa sonuç olarak acı vericidir ve bir an önce bu süreç atlatılmaya çalışılmalıdır. Bu dönemde bir psikolog desteği çok önemli faydalar sağlar. Bireylerin tek başına atlatmaya çalışması kolay değildir. Özellikle yakın aile üyelerinin olur olmaz olaylara dahil olmaya çalışmaları, hemen her konuda fikir verme çabaları iyi niyetli olsa dahi tarafları çok üzecek sonuçlara kadar gidebilir. Eşler istemedikçe olaya çok dahil olmamaya çalışmak ve özellikle eşler arasında laf getirip götürmek evlilik bitse bile sonrası için çok olumsuz sonuçlara yol açabilir. Eşlerin sadece eş olarak bir ilişkiyi sonlandırdığını ama sonraki hayatlarında belki de daha fazla bir ebeveyn sorumluluğu taşıyacaklarını, bu nedenle de birbirilerinin yüzüne bakacak hatırlarının ve iyi niyetlerinin kalması gerektiğini lütfen unutmayın. İyilik yapmak isterken daha fazla zarar veriyor olabilirsiniz. Ayrılık anlarında eşlerin yakınları olarak biraz daha sakin ve serinkanlı kalabilmek çok önemlidir.
    Özellikle çocuklarla anne babaların ilişkileri yeni bir sürece gireceği için daha dikkatli olunması gerekir. Ne yazık ki eğitim almış olsa da olmasa da çok fazla anne babanın ayrılıkların acısını çocuklarına yükleyip çocuğun diğer ebeveynle olan ilişkisine ciddi anlamda zarar verdiklerini görüyoruz. Kişisel kırgınlıklarını, eşine söyleyemediklerini, içine attıklarını çocuğuna yansıtan anne ya da baba bu davranışıyla ayrıldığı eşini değil, aslında doğrudan doğruya çocuğunu mahvettiğini maalesef fark edemiyor. Oysa bir çocuğun dünyaya gelmesinde biyolojik olarak eşit hak sahibi olduğunuzu unutmayın. İkiniz aynı anda olmadan o çocuk olamazdı.

    Eski eşinize çok kızgın olabilirsiniz, pek çok hayaliniz yarım kalmış olabilir, terk edilmiş, aldatılmış, hakarete uğramış, aşağılanmış olabilirsiniz. Bütün bunların sorumlusu ya da suçlusu yavrunuz değil. Ona annesi ya da babası hakkında söylediğiniz her söz katlanarak size geri dönecek. Nasıl mı?

    Senin annen/ senin baban…… diye başlayıp içinizdeki öfkeyle doldurduğunuz cümleler çocuğunuzun beyninde ‘demek ki ben çok kötü bir kadının / adamın çocuğuyum. Peki benim annem / babam bu kadar kötü bir insanla neden evlendi, neden ben oldum? Benim annem / babam iyi insan olsaydı bu kadar kötü bir insanla beraber olmazdı, o zaman her ikisi de kötü mü? O zaman ben de kötü bir çocuğum. Her şey benim suçum.’ Şeklinde algılanabilir ve bu duygularla büyüyen çocuğunuz ilerleyen yıllarda durumun böyle olmadığını görüp, sizin diğer ebeveyniyle görüşmesin diye söylediğiniz cümleler olduğunu öğrendiğinde asıl uzaklaştığı kişi siz olacaksınız. Üstelik o süre boyunca uzak büyüdüğü diğer ebeveyniyle de sağlıklı ilişki kuramadığı için size karşı inanılmaz büyük öfke duyacaktır. Bu durumu hiçbir gerekçeyle haklı gösteremez, kendinizi affettiremezsiniz.

    Eski eşinize karşı ne hissediyorsanız lütfen gidip yüzüne söyleyin:
    Sana aşığım deyin, seni unutamadım deyin, sana çok öfkeliyim deyin, seni affedemiyorum, seni kıskanıyorum, bana dönmeni istiyorum deyin…
    Ne derseniz deyin ama bunu ona söyleyin, çocuğunuzun yanında ya da çocuğunuza onu kötülemek için söylemeyin. Çünkü bu tip söylemler çocuklar üzerinde çok olumsuz sonuçlar doğurur. Örneğin çocuk kendisini her iki ebeveyninin yanında da güvensiz hisseder, bir yere ait olma duygusu, sevme ve sevildiğini hissetme duygusu ağır hasar alır, her an terk edileceğini, yalnız kalabileceğini düşünür.
    İlerleyen yaşlarda akranlarıyla ya da karşı cinsle olan ilişkilerinde çok ciddi sorunlar yaşar. Uzun süreli sağlıklı ilişkiler kuramaz, başka insanların duygularına karşı kayıtsızlaşabilir, onay görmek, kabul edilmek ihtiyacı ile kendisinden istenen her şeyi yerine getirme, başkalarının yönetimine kolaylıkla girme davranışları ortaya çıkabilir. Karar almakta ve kendi hayatını yönetmekte önemli sıkıntılar yaşayabilir.

    Ebeveynlerinin birbirilerini kötülediği bir ayrılıkta çocuk en az zarar görme duygusuna yönelerek dış dünyaya karşı kayıtsız kalmaya başlayacaktır. Bir anlamda duyarsızlaşma olarak tanımlayacağımız bu davranış aslında bir tür savunma tutumudur. Çocuk kendisini güvende hissetmediği için zarar görme ihtimali gördüğü her ortamda dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara karşı tepkisiz ve duyarsız kalma davranışına yönelebilir. Empati duygusu yeteri kadar gelişmeyebilir, başka insanların acılarına duyarsız kalabilir. Anlayış ve algılama duyguları hasar görebilir.
    Çocukluğunda tutarlı ve sağlıklı sevgi ve ilgi görmeyen, annesi ve babası tarafından onaylanmayan çocuklar yaşadıkları güvensizlikleri ve içine düştükleri boşlukları başka şekilde doldurmaya çalışırken, madde kullanımından farklı grup ve örgütlere katılmaya kadar giden çok uç davranış bozuklukları gösterebilirler. Özellikle kendini değersiz hissetme ve bir yere ait olma duygusundaki hasarlar bireyin şimdiye ait zaman ve gerçeklik algısını bozarak başka bir yolla bu duyguyu temin etme ihtiyacına yöneltebilir.

    Sevgili anne babalar, bir evlilik bitebilir. Elbette ki bu üzücü sonuçlara yol açacaktır. Ancak bu sonuçları gelecek yıllara yansıtıp yansıtmamak sizin elinizde. Özellikle yaşadığınız hayal kırıklıkları ve öfkeyi eşinize yansıtmak isterken asıl zarar görenin çocuklarınız olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Zira ileride geri alamayacağınız tek şey geçen zamandır ve çocuğunuza çocukluğunda yaşattığınız sevgi ve ilgi eksikliğini bir daha tamir etme şansınız olmayabileceğini de lütfen unutmayın. Zor zamanlarda psikolojik destek almak sizin güçsüz ve çaresiz olduğunuzu değil, aksine güçlü olduğunuzu ve sorunlarla mücadele ettiğinizi gösterir. Destek almaktan çekinmeyin.

    Psk. Serap DUYGULU

  • Yeni anne baba olmak

    Yeni anne baba olmak

    Yeni evli çiftler hemen bebek yapma düşüncesinde olmamalarına rağmen yakın çevre baskısı, kazalar! erken hamilelikleri getirmektedir.

    Hamilelik dokuz aylık oldukça zor bir süreç olmakla birlikte kadını psikolojik açıdan en güçlü gördüğümüz zaman dilimidir de aslında. Kadın için karnındaki bebeği her şeyidir, hormonlardaki değişiklikler kadını her türlü travmaya karşı korur.

    Doğumla birlikte yeni evlilerin tüm yaşamı değişir. Kadına düşen yük çok ağırdır. Anne, şaşkın, yorgun ve farklı hisler içindedir. Bu bebeğe nasıl bakacaktır, acaba sütü yetecek midir, ölmeden bu bebeği büyütecek, hastalıklardan koruyup, sağlıklı olgunlaşmasını sağlayacak mıdır?

    Bu durumda eşinden haklı beklentiler içindedir, onun da bu sürece katılmasını, ona yardım etmesini, anlayışlı, koruyucu ve kollayıcı davranmasını beklemektedir.

    Evin içi komşu akınındadır, kayınvalideler, anneler hepsi bir ağızdan kendi tecrübelerini aktarmakta, akıl öğretmekte, yeni anneyi belki bilmeden, istemeden yaralamaktadır. Evde ısı yükselir, bebek üşütülmemeli, annenin sütü arttırılmalı, varsa yardımcılar eğitilmelidir. Kesif bir süt, sabun ve anne kokusu eve hakimdir,genç baba bu duruma uyum sağlamaya çalışır, baba içinde zor bir dönem başlar, yapısı gereği sıkılabilir, evden kaçmanın yollarını arayabilir. Çalışmak, çalışmak, çalışmak, kocanın bu dönem arttırdığı tempo göz kamaştırıcıdır!

    Yeni anne eşinin kendisinden uzaklaştığını hisseder, kendisini ya da eşini yargılamaya başlar. Genç anne kilosuna, değişmiş beden ölçülerine üzülür, bir yandan bebeği için yemesi, içmesi gerekmekte diğer yandan da bir an önce eski görüntüsüne dönmeye çalışmaktadır. Bu dönem karı – koca arasında sıklıkla kıskançlıklara, şüphelenmelere neden olur.

    Kadın kayınvalidesi ya da annesi ile 24 saat sıcak bir evde terler dökerek bebeğini büyütmeye çalışmaktadır, 3 saatte bir uyanan bebek bazen dinmek bilmeyen ağlama nöbetleri ile annesini de ağlatmakta ve anne akşam saatlerinde gelen kocasından anlayış beklemektedir.

    Anne bu bebeği eşi içinde doğurmuştur, eşinin gözlerinde bunu hissetmek ister, bu bebek için 15-20 kg almış, bedenini zorlamış, çalışma hayatını durdurmuş, kariyerini ertelemiş, kendisini eve hapsetmiş, tamamen bebeğine endekslediği güncel hayatı ile kendisine boş vermiştir.

    Koca eve gelir, evde belki kayınvalidesinin ya da annesinin mevcudiyeti onu rahatsız edecektir, evde olup bitenlerin kendisine anlatılması hiç de çekici değildir, bir an önce sabah olmasını, işine gitmeyi ister. Bu aslında bebeği sevmediği ya da baba olmaktan rahatsız olduğu için değil, olup bitene uyum sağlamakta çektiği güçlük, anlayamadığı duygular sebebiyledir. Eşi ile arası hiç iyi değildir, üstelik cinsel yaşantıları da ciddi bir engelle karşı karşıyadır. Kocasını seven, ondan ilgisini esirgemeyen kadın tüm enerjisini yeni doğan bebeğine yönlendirmiştir.

    Günler akar gider, yeni kurulan ailenin iç dinamikleri birçok etkenle sarsılmaktadır, rutin yaşamları değişmiştir, sinema – televizyon, yemek keyifleri ertelenir.

    Kadın artık eşi tarafından beğenilmediğini düşünüp, bebeğine bağlanır, anne – babanın arası açıldıkça açılır, hatta baba başka odalarda uyuya kalır, anne 4-5 günde bir değiştirdiği gecelik ile kocasının sinirine gitmekte, koca da sıktığı sabah parfümleri ile yeni anneyi küplere bindirmektedir.

    Bu dönem maalesef boşanmaları da beraberinde getirmekte, oysa kadın bu bebeği ailenin mutluluğu adına dokuz ay acı çekerek eşine hediye etmiştir, hissettiklerinin kocası tarafından algılanamadığını düşündükçe üzülmekte, boşanmayı bile aklına getirmektedir.

    Kadının en hassas olduğu bu dönem doğum sonu depresyonları ya da akıl hastalıklarını da beraberinde getirebilir.

    Koca, karısına yabancılaşabilir, onu anne ya da bebeğinin sahibi bir kadın olarak görerek ilgisini değiştirebilir. Kaynanalar ya da kayınpederler mevcut düzeni gerip, aile içinde çatışmaların oluşmasına neden olabilir.

    Oysa o bebek, 2-3 yıl sonra tüm ailenin hayata bakışını, evliliğin değerinin değiştirip inanılmaz güzel şeyler katacaktır. Bebek ile geçen ilk 4 yıl evliliğin en çetin dönemidir. Karı – koca bu sürecin zorluğunu önceden bilmeli ve evliliğe zarar vermeden atlatmak için planlarını yapmalıdır.

    Bebeğin ilk 4 yıl zaman kavramı yoktur, anne yada baba bebeği ile 24 saat geçirmek zorunda da değildir. Amaç birlikte geçirilecek sürenin “kalitesindedir”. Anne – baba oflayarak zaman geçirdiğinde olan evliliğe olacak, tükenmişlik içindeki karı – koca birbirini suçlayacak, ev içi gerilimi artıracaktır. Bebeğin bir an önce büyümesini hedeflemek yerine o sürecin keyfine varmak asıl hedef olmalıdır.

    Prof. Dr. Özkan PEKTAŞ

  • Aldatma hakkında sorular ve cevapları

    Aldatma hakkında sorular ve cevapları

    Aldatma hakkında sorular ve cevapları… Aldatma hakkında sorulmuş ve sorulmamış sorular

    SORU: Kişiyi aldatmaya iten sebepler nelerdir? Aldatma dürtüsünün altında yatan sebep nedir?
    Bu bir çok çeşitlilik göstermektedir. Değinecek olursak ;
    -merak -depresyonla başa çıkma -kızgınlık
    -intikam -meydan okumak -sıkıcı evlilik
    -eşi incitmek -bağlanma başarısızlığı -yeni bir bedeni keşfetme
    -kaçış -yetersizlikle başa çıkmak -sosyal statü kazanma
    -evliliği koruma -nevrotik olma
    -kıskançlık yaratıp ilgi çekmek
    -klasik standartlardan özgürleşme vs.olarak sebep gösterebiliriz.

    SORU: Aldatmak altında yatan sebepler nelerdir?
    Evlilikler de ve ilişkilerde aldatmaya sebebiyet veren durumlar mutlak bulunmaktadır ki, aldatmak bunun gün yüzüne çıkmış halidir. Birazdan bahsedeceğim başlıklar aldatma için sinyal niteliğindedir.

    -Genel evlilik ilişkilerinin kalitesi
    -Çiftlerin cinsel ilişkisinini kalitesi ve miktarı
    -Herhangi bir cinsel işlev bozukluğunun varlığı
    -İki eşinde duygusal ve akıl sağlığı , bedensel sağlığı; genel olarak aldatmaya iten sebepler olarak gösterilebilir.

    aldatma

    SORU: Kadınlar mı daha çok partnerini aldatıyor yoksa erkekler mi? Ve bu dürtünün altında gösterilen sebeplerde bir farklılık var mı?
    Tabii ki toplumsal cinsiyet rollerinin büyük etkisi vardır.Toplumun erkeğin aldatmasını anlaşılır görmesi nedeniyle kadınların eşlerinin aldatmalarını daha rahat kabulleniyor olmasının erkeğe verdiği rahatlık,erkeklerin aldatmaya sebep gösteriliyor.Hal böyle olunca erkeklerde aldatma bayanlara oranlara daha fazla olmakta.Daha yakın tarihte sadakatsizlik üzerine yapılan bir araştırmada erkeklerin aldatma oranı %60,kadınlarınsa %40 olarak göze çarpmaktadır (Block 2008), kadının çalışma hayatına girmesiyle bu oranın daha birbirine yaklaştığı düşünülmektedir.

    Bayan ilerleyen evliliklerinde yoksun bırakılan duygusal boşluğunu heyecan arayışı,romantizm için,erkeklerde daha çok anlık tatmin duygusu cinsellik için aldattığı görülüyor.

    SORU: İnsan, ilişkisinde %100 doyuma ulaşmışsa; aşk varsa, saygı sevgi, ruhen, bedenen,fiziksel, cinsel olarak da bir uyum varsa yine neden aldatıyor ?Biz çift ve evlilik terapilerinde , çiftlere bireysel,etkileşimsel,nesillerarası sistemik yapıyla yaklaşırız. Bu durumda bireysel sistemik çift terapisiyle eşgüdümlü bireysel psikoterapi devreye girmeli,ancak bu şekilde sonuç alınacak bir durumdur.

    % 100 doyum varsa bireysel durumundan dolayı aldatabilir. Tabiki psikiyatrik sorunlar ; Madde,alkol ve sex bozuklukları ,Depresyon ,anksiyete ,Bipolar bozukluk ve kişilik bozuklukları vs. gibi durumlar, her şey yolunda giderse gitsin ilişki de aldatmaya sebebiyet verebilir durumlardır.

    Başka bir neden de cinsel yönelimdir. Eşlerden biri cinsel yönelimi ile ilgili çelişkiler yaşıyor, normal görünmek için sex yapıyor olabilir. Bir süre sonra yönelimi ortaya çıkabilir ve farklı şekillerde aldatma olabilir.

    Kronik hastalığa yakalanmış olabilir,tekrar genç ve sağlıklı hissetmek için yapabilir.

    SORU: Aldatılma sonrası ve partnerin bunu öğrenmesinden sonra başlayan o zor süreç nasıl geçiyor?
    Aldatan erkek olduğunda boşanma oranı %10
    Aldatan kadın olduğunda boşanma oranı %17
    Aldatan erkek olduğunda çiftlerin ayrılma oranı %45
    Aldatan kadın olduğunda çiftlerin ayrılma oranı %31
    gibi bir istatistik aldatmanın sıklığı, ne kadar süre kimle olduğu,nerde olduğu bunlar önemli bir faktördür. Biz son olarak ilişkilerine şans vermelerini tavsiye ederiz.Bunun içinde bireye varsa uzun süredir devam eden evlilik dışı ilişkiye 6 ay ara vermesini gerçekleşmediği taktirde sağlıklı boşanmanın alternatiflerini sunarız.

    Aldatılan eşin,aldatma olayında üzerindeki etkisinin farkında olmak ve gerekli duyarlılığı göstermek çok önemlidir. Aynı zamanda yaşanan olayı ilişkinin altında yatan çok daha önemli bir sorunun semptomu olduğu ve bu sorunun ele alınması gerektiğini vurgularız. Aldatılan eş bu durumu anladığı zaman ilerlemesi ve semptoma takılıp kalmaması daha kolay olur.

    Aldatmadan sonraki süreç
    1-Duygusal bir tahteravalli ile başlıyor. (Travma sonrası Stres Bozukluğu vs. )
    2-Moratoryum evresi : Daha az duygusal tepkiler ,kabullenme , anlamaya çalışma
    3-Yeniden güven inşa etme çabaları

    SORU: Peki aldatılan kişiyi, aldatılmak nasıl etkiliyor?
    Aldatmanın duygusal etkileri yıkıcı ve dayanılmaz olabilir. Gözlemlerimize göre benlik saygısı ve özgüvende hasarlar,terk edilmişlik hissi,güvenin kötüye kullanılması,dışlanmışlık ve reddedilmişlik duygusu,hırs ve eşini terk etme konusunda gerekçeleme bilinci gözleniyor.’’Ben terk edilecek biriyim.’’

    İlk reaksiyonlar Evli Erkek Aldattığında kadında 1-Şok 2-Öfke
    Evli Kadın Aldattığında erkekte 1-Öfke 2-Şok , %7-8 de inkarda bulunur.

    SORU: Erkeklerin eşlerini aldatmalarının altında yatan sebeplerden birinin de stres olduğuna ilişkin bir araştırma sonucu var İngiltere’de. Bununla ilgili düşünceler ?
    Evlilik dışı olarak, bu ilişkiler kişinin günlük hayattaki sorunlardan kaçmasını , gerginlikten uzaklaşmasını sağlar. Yine gerçekten kaçış şeklinde, eşin evlilikteki gerginlikten uzaklaşmasına fırsat verir.
    Çünkü evde ;
    – Çocuklar
    – Maddi sorunlar
    – Duygusal sorunlar konuşulacaktır.

    aldatma_sebepleri

    SORU: Kişiler aldatıldığını öğrendiklerinde affedici olabilir mi? Yani, itiraf kalp kırıklığını hafifletir mi?
    Kalp kırıklığını hafifleten eşin bundan sonra ne yaptığıdır. Sorumluluk alıp dürüst davranıyor mu ?
    Yine eşlerine söylemek konusunda da farklılık gösteriyor.Genelde kadınlar aldatmadan dolayı çok suçluluk duydukları ve eşlerine onlar sorduğu için,bilmeyi istedikleri için söylüyorlar. İlişkiyi bitirmek yada dürüst olmak için haberdar etmektedirler. Erkekler ise var olan ilişkilerini/eşlerini kaybetmemek ve eşlerinin bunu bilmesine gerek olmadığı inancıyla söylememe eğiliminde oldukları görülüyor.

    SORU: Ve bir de şu algı türk toplumunda maalesef “erkektir, elinin kiridir yapar ama sonra yine evine döner” böyle bir algı var. Kadınlar bu düşünceyi kabullenebiliyorlar mı? Erkekler aldatma sebeplerine bunu gösteriyor mu?
    Aldatılan kişilerin çoğunluğu,eşlerinin davranışlarına karşı çıktıklarını bilinçli bir şekilde iddia etselerde farkında olmadan onlarla danışıklı dövüş içindeler.

    Eşlerin sadece %10’unun samimi ve aktif olarak eşlerinin ilişkisine karşı çıktıklarına inanmaktadır.Bir çok eş durumla yüzleştikten sonra ortaya çıkabilecek duygusal , evlilikle ilgili,ailesel ve ekonomik sonuçlardan ötürü böyle bir durumun varlığını (aldatmayı) reddetmeyi tercih eder.’’Bilen fakat bilmeyeni seçen’’ gibi ilginç bir problem ortaya koyar.
    Aldatan eşe, eşi tarafından örtülü bir onay verilirse,bu gerçekten aldatmanın meydana geldiğini geçersiz kılar mı?

    SORU: Aldatmaya rağmen süren evlilikler ,yaralar gerçekten sarılmış oluyor mu zaman içinde?
    Aldatma ilişkideki güven duygusunu son derece zedeler.Aldatılan kişi sadece bu ilişki yönünden değil,buna eşlik eden kandırmacalar ve yalanlardan dolayı da incinir. Güveni yeniden inşa etmek kolay değildir.Aldatan eşin basit bir özrü ve tekrar güvenilir biri olacağını söylemesi yeterli değildir.Güven iletişim ve deneyimler yoluyla yavaş yavaş oluşur.

    Aldatan eşler bu ilişkiyi yaşayarak sebep oldukları durumlar için sorumluluk almalıdır.Onların hareketleri güveni yıktı ve eşlerinde sürekli tetikte olma durumu,şüphe duygusu yarattı.

    Bu şüpheleri yatıştırmak ve sorumluluk göstermek için,aldatan eş geliş gidişlerini açıklamada titiz davranmalıdır.Seyahata çıktığında evi aramalı,kendilerine ulaşabilecekleri bir telefon numarası bırakmalıdır.

    Mutlak dürüstlük çok önemlidir.Eş,diğer partnerle olan en ufak iletişimden haberdar edilmelidir.Genelde evlilik dışı partner telefon eder,mektup yollar,sokaktaki masum bir karşılaşmayı bile anlatmalıdır. Bazen aldatan eş sözünü tutmayacak ve eski partnerini arayacaktır. Bu durumlar çift seansında açığa vurulmalıdır.
    Güven ve sadakat duygusu tazelemek ne olursa olsun yalnızca dürüstlük yoluyla başarılabilir..

    SORU: Bir kez aldatıldıktan sonra başka ilişkilerde de baş gösteren aldatılma kaygısı… Sürekli aldatılacağından endişe duyma hali ile ilgili düşünceler?
    Bazen aldatılan eş Obsesif Kompülsif Kişilik Bozukluğuna veya Obsesif Kompülsif Kişilik özelliğine sahip olabilir. Aldatılma onlar için saplantı (obsesyon) olacaktır. Eğer duygular hala mantığı aşan düzeydeyse ilaçlı tedaviye başlanması gerekir.
    Bu endişe hali depresyon ve anksiyete de içerebilir.Bazı duumlarda ,bu beklentilerin aldatılma olayının öncesinde de bulunduğu ve tedavi edilmediği görülür. Bu durumlarda mutlak psikiyatr yönlendirmesi sağlıklı olur.

    Yine aldatılan eş yatışmayan duygularda yaşayabilir. Bunların kaynağı da daha derinlere veya başka şeylere dayanır.
    Örneğin : Daha önceki bütün ilişkileri, eşlerinin onu aldatmasıyla son bulmuştur.Elbette aynı şeyleri tekrar yaşabileceğini düşünür. Biz bunu kendini gerçekleştiren kehanet diyoruz.

    SORU: Aldatma için sadece fiziksel midir ?
    Tabii ki aldatmayı sadece fiziksel olarak adlandırmak yanlış olur. Genel olarak aldatmayı 3’e ayırırız.
    -Duygusal olarak aldatmalar ; işiyle,telefonuyla,sporla vs. yani eşi ile ilgilenmesi,vakit geçirmesi gerekirken genellikle yoğunluğu başka kişi veya nesnelere yöneltmesi
    -Fiziksel olarak aldatmalar ; evlilik veya ilişkidışı cinsel birleşme şeklinde oluşan aldatmalar.
    -Hem duygusal hem cinsel olarak aldatmalar, ki en üzerinde durulması gereken aldatma şekli budur.

    SORU: Aldatmanın insanlık tarihi kadar eski olduğu söyleniyor. Teknolojinin gelişmesi ile aldatma arasında paralel bir ivme var mı?
    Yurtdışında ABD’de yapılan bir araştırmada 3 boşanmadan 2’sinin internet kaynaklı olduğu söyleniyor.
    İnternet ortamı,sosyal medya insanların birtakım boşlukları doldurduğu mecralar.

    Eşlerin çok masumane bir şekilde amaçları olsa bile ,dikkatlerinin kayması çok olası. Sağlıklı bir ilişkisi olan çiftlerin ,risk faktörlerinden kaçınmaları için facebook şifrelerini birbirlerine vermelerini veya ortak hesap açmalarını tavsiye ediyoruz. Bunu her çift için tavsiye değil tabii ki, farklı şekillerde yorumlanması olası bir tavsiyedir,örneğin aşk içinde olan çiftler bunu dikkate alabilirler.

    SORU: Erkeğin aldatmasında ve bunu meşrulaştırmasında Türkiye’deki geleneksel aile modelinin rolü nedir? Kadının aldatılmasına rağmen ilişkiyi bitirememesinde kendi ekonomik özgürlüğünü sağlayamaması sebep olarak yer alıyor mu?

    Toplumsal cinsiyet rollerinin büyük etkisi vardır. Toplumun erkeğin aldatmasını anlaşılır görmesi nedeniyle kadınların eşlerinin aldatmalarını daha rahat kabulleniyor olmasının erkeğe verdiği rahatlık,erkeklerin için aldatmaya sebep gösteriliyor.

    Kadın ; daha çok çatışmayı kavuşturmada,erkeğe göre daha fazla çözüme kavuşturmalı,evdeki ortamı uyum içerisinde olmasını sağlama,evi dişi kuş yaparı oynamaya çalışması mutsuz ilişkilere neden oluyor. Bu da tek kişinin işine geliyor,diğeri için külfet oluyor.

    Tabii ki ekonomik özgürlüğü almamış olmakta kadın için aldatmayı görmezden gelmeye neden olabiliyor.Bir çok eş aldatmayla yüzleştikten sonra ortaya çıkabilecek duygusal , evlilikle ilgili,ailesel ve ekonomik sonuçlardan ötürü böyle bir durumun varlığını (aldatmayı) reddetmeyi tercih eder.

    SORU: Duygusal boşlukta olmak aldatmaya iten bir sebep mi?
    Kesinlikle. Kadınların aldatmalarının en büyük sebebi duygusal ihtiyaçlarının eşleri tarafından yeteri kadar tatmin edilmemesi sebebiyle aldatmaktadır. Romantizm ihtiyaçlarını karşılama isteği,heyecan arayışı gibi sebeplerde gösterilebilir.

    SORU: Eşini partnerini aldattıktan sonra hiçbir şey hissetmeden aynı rutin hayata devam edenler olduğu gibi bir de aldatma sonrası kendi kendine vicdan azabı çekenler de var. Bu iç sıkıntısının sebebi nedir? Neyin eksikliğinin sonucu olabilir?
    Aldatma aslında her iki eş içinde travmatik bir olaydır.Her ikisi de acı veren duygular yaşar,ilişkiyi kaybetme korkusu duyar ve daha önce keyif aldıkları ve normal karşıladıkları güven ve kesinlik duygusunu büyük ölçüde kaybederler. Gizli bir kayıpta her birerinin evliliğin başlarında sahip olduğu hayal ve izlenimlerin kaybıdır. Herkes bir ilişkiye başladığında,eşinin neredeyse mükemmel biri olduğunu ve hayal gibi evlilikleri olacağını düşünür. Aldatma çirkin bir gerçeklikle bu fanteziyi paramparça eder.

    SORU: Evlilikte eşlerin bir zaman sonra, özellikle kadın anne olduktan sonra eşin karısına eskisi gibi cinsel bir istek duymaması sonucu eşini aldatmaya yöneldikleriyle ilgili benzer vakalar var. Bu aşamada çiftlerin birlikte terapi almaları neden önemli?
    Kadın anne olduktan sonra kocasını ihmal etmiş olabilir ve erkek eşini ‘’Kutsal Anne’’ gibi görüp başkasıyla cinselliği yaşayabilir.İhmal edilme ve yine aşırı derecede işgal edilme de aldatmayı tetikler. Yakınlaşma ve ayrışma problemi yaşayan kişiler de (annesi çok yakındır) aldatarak bir mesafe koyarlar , bir nevi balans ayarı çekerler. Çiftler arasında oluşan Cinsel İstek Bozukluğu için cinsel terapi almaları , varsa bağlanma problemleri,yakınlık korkusu gibi durumların tespiti için de psikoterapi desteği almasını mutlak tavsiye ediyoruz.

    SORU: Denir ya yas sadece ölünün ardından tutulan bir süreç değildir, ayrılıkların ardından da insan bir yastaymış gibi davranabilir. Haz almaz, zevk duymaz ve giderek yalnızlaşır. Özellikle aldatılma sonrası baş gösteren yalnızlık nasll olur? Kişi bu ruh haline girmemek için neler yapmalı?
    İnsanoğlu doğası gereği bir şeylere bağlanma ihtiyacı taşır ve bağlandığı nesne veya kişilerle aradaki bağın kuvvetine göre kolay kolay vazgeçmeyebilir.
    Öncelikle kişinin bu ruh halinden kaçmaktan ziyade sağlıklı bir yas süreci yaşamasına izin verilmesi , sağlıklı bir kapanış yapabilmemiz açısından önemlidir.
    İlişki bittiğinde özellikle karşı taraf ayrılmaya karar verdiğinde,bilinçaltımızda terk edilmiş,ihanete uğramış ve yalnız bırakılmış hissedebilir. Bu hisler ve ayrılık sürecimiz önceden yaşadığımız ayrılıklar, terk edişler yada kayıplarla tetiklenebilir.

    Her kaybın sonunda keder yaşamak normaldir. Bu süreci inkar etmek yada görmezden gelmek kolunuzdaki açık bir yarayı görmezden gelmeye benzer.

    SORU: Aldatıldıktan sonra ilişkiye girmekten, birini sevmekten kaçınan insanlarda ne tür bir terapi uygulanır? Sıklıkla arkasına saklanılan “yalnız daha mutluyum” önermesi ne kadar doğru ?
    Yalnız daha mutluyum,sorunların üzerindeki bir battaniye gibi düşünün. Bu durumun inkarı çocukluk travmaları,kendini gerçekleştiren kehanet,savunma mekanizmaları ile bağlantılı olabilir. Bunlar bireysel terapilerle ortaya açığa çıkabilecek durumlardır.

    Son olarak ;
    Eşin sadakatsizliğinde evliliği,ilişkiyi bitirmek yerine ‘’ Eşim beni sevmediği için mi yoksa insani bir zaaftan dolayı mı aldattı? ’’ sorusuna yanıt arayarak, kar ve zarar analizi yapmalı ve sevgiyi, saygıyı ve güveni arttırıcı çözümler bularak, ilişkilerine şans vermelerini tavsiye ediyorum..

     

    Uzm. Psk. Dan. Eyüp SARI

  • Mutlu bir ilişki için

    Mutlu bir ilişki için

    Mutlu bir ilişki için… Kim olursa olsun herkesin istediği, mutlu ve huzurlu bir ilişki içersinde olmaktır. Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir ilişki içerisinde olmak, kişinin tüm hayat alanlarını, yaşam enerjisi ve sevincini, yaşam kalitesini, hatta beden sağlıgını bile direkt olarak etkileyen en önemli konulardan biridir.

    Mutlu bir ilişki için

    Mutlu bir ilişki kurabilmek ve sürdürebilmek sadece karşımızdaki insanla ya da şanslı, şanssız olmakla bağlantılı değildir. Mutlu bir ilişki kurup bunu sürdürebilmek bizim kendi içimizde ne kadar mutlu olduğumuz, beklentilerimizin ne kadar farkında olduğumuz, hayattan ve bir ilişkiden ne istedigimizi ne kadar bildiğimiz ile bağlantılıdır.

    Kendi içerisinde dengesini, ne istediğini, beklentilerini oturtmus, sağlıklı bir bakiş açisina ve gercekci hedeflere sahip her insan, beraberinde mutlu bir ilişki yaşayabilir.

    Kişi, bir ilişki kurmada ve sürdürmede zorlanıyorsa, ilişkilerinde surekli hüsran ve hayal kırıklıklarına uğruyorsa, haksızlıklara uğradıgını, bunları haketmediğini ve doğru insana bir türlü denk gelemediğinden yakınıyorsa herkesin aynı oldugunu düşünüyor ve mutlu bir ilişki yasamak kendisi için bir hayalse, etrafını ve insanları suçlamayı bırakıp kendi içine dönmelidir.

    mutlu_iliski

    Kişinin mutlu bir ilişkiyi kurup sürdürememesinin sebebi, genellikle kişinin kendi icindeki özgüven, bağlanma ve güven sorunlarından, içsel çatışmalarından, korkularından kaynaklı olabilir.

    Bu sorunlar, kişinin çocukluk, ergenlik ya da geçmis ilişkilerinde yaşadığı bazı durumlar neticesinde oluşmus olabilir ve kesinlikle çözümlenmesi gerekir.

    Kişide geçmişinden edindiği korkular, güvensizlikler var ise kişinin sağlıklı bir ilişki kurması ve sürdürmesi neredeyse imkansızdır.

    Mutlu ve sağlıklı bir ilişki için ilk gereken kişinin kendi iç memnuniyetini, dengesini sağlamaktır.

    Kişinin kendi içindeki dengesi kurulduğunda, özgüven, güvensizlik ya da bağlanma sorunları çözümlendiğinde kişi, bir insandan, ilişkiden, hayattan ne beklediğini keşfeder ve daha sağlıklı, dogru adımlar atarak, doğru kişilerle uyumu yakalayarak, mutlu bir ilişki sürdürebilir.

    Kişinin içsel catışmaları, korkuları, güvensizlikleri ya da gecmişinden kaynaklı hayal kırıklıkları, travmalar vs gibi sorunlar, psikolog ya da psikolojik danışman ile birlikte birebir sürdürülen psikoterapi seansları ile irdelenip çözümlenebilir.

    Psikolog ile birlikte calışılan bu terapilerle, kişinin tüm ilişkilerinde sağlıklı bir iletişim kurabilmesi sağlanmakla birlikte, romantik ilişkilerinde ya da evliliğinde de uyumu yakalamasına, mutlu bir ilişki sürdürebilmesine yardımcı olunur.

    Bu psikoterapiler, bireysel psikoterapi olarak yapilabilecegi gibi, cift, aile, evlilik veya iliski terapisi olarak da yapılabilir.

    Psk.Berna incekara

  • Evlilikte kıskançlık

    Evlilikte kıskançlık

    Bay S ve Bayan E çifti karşımda oturuyorlardı. Benden eş terapisi için randevu almışlardı. İkisi de oldukça depresif ve çökkün görünüyordu. Onları buraya getiren sebebin ne olduğunu sorduğumda Bayan E tek kelimeyle cevap verdi. KISKANÇLIK! Bu kelime dudaklarından dökülür dökülmez de hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış ve konuşamamıştı. Onu bu hale getiren şey, eşinin bitmek bilmeyen ve sınır tanımayan kıskançlık krizleriydi. Bayan E’nin ifadesine göre Bay S, bana gelmiş olmalarından bile rahatsız olabilecek ve “neden bayan bir psikolog bulmadın?” diye bir kriz çıkarabilecek bir yapıya sahipti. Nitekim Bay S, bu olağanüstü kıskançlığı sayesinde, hem kendisinin hem de eşinin tükenme noktasına gelmesine vesile olmuştu. Kıskançlık denilen şeyin, dozu iyi ayarlanmadığında, insan hayatını nasıl felç edebileceğini bir kez daha müşahede etmiş oldum.

    Peki kıskançlık nedir ve nasıl olur? Bunu insandaki ruhsal olgunlaşma süreçlerine atıfla irdelemek istiyorum. Bir sabah otomobilinize binmek üzere otoparka indiğinizde komşunuzun aldığı son model, pahalı otomobili gördünüz. Sizinkinin yanında oldukça ihtişamlı duran bu otomobil sizde bir duygu tetikleyecektir. İşte bu otomobile hissedilen duygu, insanın ruhsal olgunluk seviyesinin turnusol kağıdıdır.

    Bu duyguları ilkelden olguna bir spektrum üzerinde düşünürsek, en ilkel duygu haset duygusudur. Haset insan, güzelliğin başkasında olmasına tahammül edemez. Hemen oracıkta o otomobili tahrip etmek, çizmek ister.

    Haseti geçip bir basamak olgunlaşan kişinin hissettiği duygu açgözlülüktür. Güzel, ancak ondaysa iyi ve güzeldir. Bu kişi otomobili tahrip etmez ama o otomobili ele geçirmenin yollarını arar.

    Açgözlülüğü de aşan birey, bir basamak daha olgun olan kıskançlık seviyesine gelir. Komşunun otomobili güzeldir fakat daha güzeli onda olmalıdır. Komşunun otomobiline herhangi bir zarar vermez, ele geçirmeye de çalışmaz. Kendini gece gündüz çalışıp daha iyisini almak gibi bir amacın içinde buluverir.

    Kıskançlık duygusunu da aşan birey, en olgun ruhsal gelişim mertebesi olan “şükran” duygusuna ulaşır. O artık “komşum çalışmış, çabalamış, kendine güzel bir otomobil almış, umarım güzel günlerde kullanır” diyebilen, başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilen, başkalarının huzurundan huzur bulan bir seviyeye gelmiş demektir. Buraya çok az insan gelebilmektedir.

    Kıskançlığın spektrumdaki yerine dikkat edelim. Aslında kıskançlık haset ve açgözlülük duygusuyla kıyaslanamayacak kadar sağlıklı görünmektedir. Kaldı ki; bugün üzerinde oturduğumuz medeniyet bir yönüyle aslında bir kıskançlığın sonucudur. Çünkü medeniyet dediğimiz şey, hep “daha iyi”yi amaçlamayı öngören bir rekabetin ürünüdür. Rekabet dediğimiz şeyi tetikleyen ise kıskançlıktır. Buna bir de şükran duygusuna çok az insanın ulaşabildiği bilgisini eklersek, aslında optimal bir kıskançlığın medeniyetin devamı için gerekli olduğu bile söylenebilir.

    Rekabet duygusunun insanda oluşması, insanın zihinsel olarak üçlü ilişkiler kurabilmesiyle başlamaktadır. Bebek, hayatla ilk anlamlı ilişkisini kurduğu andan itibaren yaklaşık 3 yaşına kadar hep ikili ilişkiler kurmaktadır. Bebeğin imge dünyasında, “annem ve ben”, “babam ve ben” diye ikili ilişki kalıpları vardır. Zihinsel kapasite yetmediği için “annem, babam ve ben” diye bir üçlü sistemde düşünemez. Üç yaş civarında ise bir zihinsel sıçrama ile adeta bir level üste geçilir ve artık iki kişi ilişki halindeyken zihinsel olarak, bu iki kişinin ilişkisinden bir üçüncünün de etkilenmeye başladığına dair bir tasarım gelişir. İşte rekabet duygusu kökenlerini tam da buradan almaktadır.

    Bizim anladığımız manada kıskançlığa baktığımızda, yukarıda sözünü ettiğimiz bir üçlü ilişki döngüsü karşımıza çıkmaktadır. Bir kıskanan vardır, bir kıskanılan vardır, bir de rakip olarak görülen vardır. Peki acaba ne olmuştur da bu medeniyeti doğuran üçlü ilişki döngüsü, bir canavara dönüşmüş ve patolojik boyutlara gelerek Bay S ve Bayan E’yi perişan halde bizim karşımıza getirmiştir? Şimdi bunun üzerinde biraz daha derinlemesine durmak istiyorum.

    Bizim için bunu irdelememize yardımcı olacak birkaç can alıcı soru vardır. Kıskanan ne hissetmektedir ve neyi kıskanmaktadır? Burada elimizdeki en kesin bilgi, kıskananın kıskandığı şeyi kaybetmekten korkuyor oluşudur. Yani ortada bir rakip vardır ve sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir şeyi ona kaptırma endişeniz vardır. Burada öne çıkan detay şudur: Aşırı kıskançlık problemi olan bireyler, genelde özgüvenleri ve özsaygıları düşük, rekabete dayanamayan kişilerdir. Yani ortada –gerçek veya sanal- bir rakip varsa, en garantili yol, mücadele etmek yerine kıskanmak ve kıskanılan şeye esir muamelesi yapmaktır. Bunun sonucunda da her iki taraf, daha derin içsel çatışmaların tam da içinde bulurlar kendilerini. Tarafların birbirleriyle de çatışmaya başlamaları sonucu, her ikisinde de depresyon, panik bozukluk, takıntılar ve muhtelif kaygı bozuklukları gelişme ihtimali oldukça yüksektir.

    Kıskanan kişinin kıskanma hikayesinin arkasında nesnel bir hikayenin olup olmadığının doğru anlaşılması sorunun çözümünde en çok işimize yarayacak bilgilerden bir tanesidir. Söz gelimi Bay S ve Bayan E’nin hikayesinde hiçbir nesnel durum yaşanmamıştı. Fısıltıyla yapılan bir telefon konuşması, bir çok anlama gelebilecek bir mesaj ya da buna benzer herhangi bir bilgi kırıntısı yoktu. Yani Bay S aslında kafasında yarattığı sanal bir rakibe karşı canhıraş bir şekilde eşini koruyordu. Bu kıskançlığın arkasında hiçbir yaşanmışlığın olmaması, şüphesiz işimizi zorlaştırıyordu. Böyle bir hikayenin varlığı elbette ki bize dedektiflik yapma görevi vermiyor. Ama böyle bir hikaye söz konusu olduğunda, bireylerin hangi yorum hatalarını yaptıklarını, hangi bilgi çarpıtmalarını kullandıklarını görmeleri kolay olmaktadır.

    Arka planda böyle bir hikaye kırıntısının olmaması, bizi sorunun daha derin katmanlarda olduğu bilgisine götürmektedir. Ancak buraya geçmeden bir de kıskanılan kişinin ruh halini irdelemek istiyorum. Böyle bir aşırı kıskanılma durumu, hayatı o kişiye adeta zehir etmektedir. Kendisini sürekli gözetleniyormuş gibi hissetmekte, her türlü ilişkisini “gereksiz” bir dikkatle sürdürmektedir. Sürekli olarak eşini aldatmadığını ona ispat etme gayretkeşliğine düşen kişi; sonunda, tıpkı Bayan E’de olduğu gibi depresyona girmektedir. Bazı durumlarda ise, bu durumdan sıkılan kişi, bir süre sonra mutluluğu ve huzuru dışarıda aramaya başlamakta ve böylece kehanet kendini doğrulamaktadır. Arkasında nesnel bir hikaye olsun veya olmasın, öncelikle kişinin bu duygusuna saygı duyulmalıdır. Kişinin problemi öncelikle bebeklik yaşantılarında, anne ve babayla kurulan ilişkideki (psikolojide buna “ilk nesne ilişkileri” diyoruz) güven eksikliğidir. Kişi içselleştirdiği ilk nesne ilişkilerini hayatın her yerine taşımaktadır. Yapılacak iş öncelikle, geçmişle bugün arasındaki bu duygu linklerini kişiye göstermek ve bu linkleri nasıl kıracağıyla ilgili stratejiler geliştirmektir.

    Bir başka önemli detay da, kişinin yine ilk nesne ilişkilerinden getirdiği sevgi ve onay eksikliğidir. Kişi, ötekilerde var olan bir miktar sevgiyi alabilmek için çılgınca bir çaba sarf etmekte ancak her seferinde aldığı sevgi ona yetersiz gelmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da bu sevgiyi zorla, dayatmayla ve baskıyla alacağına dair bir hatalı tasarım gelişmektedir. Kişi, bu sevgiyi nasıl alabileceğiyle ilgili doğru bir yöntem kullanmaya teşvik edildiğinde bu yöntemi bulabildiği ve kıskançlığın pençesinden kurtulabildiği mükerrer defalar müşahede ettiğimiz bir durumdur.

    Kıskançlıkla ilgili bir çalışma sürdürülürken, yalnızca kıskanan tarafa odaklanılmamalıdır. Kıskanılan kişinin de sağduyulu ve anlayışlı olması son derece önemlidir. Kıskanılan taraf mümkün olduğunca şeffaf ve açık olmalı, eşine güvendiğini her fırsatta göstermelidir. Ancak bu her zaman mümkün olamamaktadır. Çünkü genellikle kıskanılan kişi, bu süreç içerisinde bir tükenmişliğin içine sürüklenmekte ve yaşadığı bu olumsuzluktan dolayı duygularını kontrol etmekte zorlanmaktadır. Bu nedenle kıskançlığa maruz kalan kişide öfke patlamaları sıklıkla karşımıza çıkan bir durumdur. Sonuç olarak kıskançlık, azı karar çoğu zarar olan bir duygudur. Makul ve sağlıklı bir kıskançlık ilişkiyi diri tutmak adına önemli bir görevi yerine getirirken, makul ölçülerde olmayanı bireylerin yaşam kalitesini felç edebilmektedir. Bu nedenle bir kıskançlık makul sınırların dışına çıkmaya başladıysa ve taraflar bunu hissediyorsa, arkasında nesnel bir gerçeklik olsun veya olmasın hayat kalitesini sıfıra düşürmesi beklenmeden mutlaka bir uzman yardımı alınmalıdır.

    Psk. Ali Rıza TUNUR

  • Vajinismus evlilik ilişkisini nasıl etkiler

    Vajinismus evlilik ilişkisini nasıl etkiler

    Vajinismus cinsel ilişki denemesi sırasında vajina kaslarının cinsel ilişkiye izin vermeyecek şekilde istemsiz olarak kasılmasıdır. Vajinismus, İlk gece korkusu cinsel ilişkiye girememe olarak ta tanınmaktadır.

    Vajinismus (cinsel ilişkiye girememe) cinsel birleşmeyi çoğu zaman tamamen engeller. Bu nedenle diğer evlilik sorunları ve cinsel sorunlar gibi göz ardı edilemeyecek bir sorundur.

    Vajinismus hem çiftin evlilik ilişkilerini hem de çiftin ebeveynlerini etkiler. Çünkü evlilik birliğini tehdit edici olarak algılanır ve çiftin bebek sahibi olmalarını engeller.

    İlk cinsel deneyim başarısızlıkla sonuçlandığında çift bunu düğün yorgunluğuna yorar ve balayında olur diye düşünürler balayı hayalleri kurmaya başlarlar ancak balayında da aynı şey olur. Cinsel ilişki gerçekleşmez. Bu seferde evimize gidince daha rahat oluruz diye diye düşünürler denerler ancak yine cinsel ilişki gerçekleşmez. Bu kez çift şaşırır, karışık duygular yaşamaya başlar ve giderek bir sorunla karşı karşıya olduklarını anlarlar. Her denemenin başarısızlıkla sonuçlanması giderek umutlarını ve cesaretlerini kırar, zaman geçtikçe öz güvenleri sarsılmaya ve başaramama korkusunu yaşamaya başlarlar.

    Kadın cinsel birleşmede acı duyacağı, kanama olacağı ya da kötü bir şeyler olacağı korkularına ilaveten başarısız birleşme girişimlerinden sonra suçluluk, yetersiz hissetme, aşağılanma ve ümitsizlik duygularına kapılabilir. Giderek işe yaramazlık ve yetersizlik duygularını derinden deneyimlemeye başlar.

    Kadın eşi kaybetme korkusu, eşin kendini aldatabileceği düşüncesi, hatta sorunun uzun süre devam etmesi halinde evliliğini kaybedeceği korkusu yaşamaya başlayabilir.

    Kadın kendi içinde bu sorunlarla boğuşurken erkek eşte bundan nasibini alır. Erkek eş kendisinin istenmediğini, reddedildiğini, sevilmediğini düşünerek eşe öfke duyabilir. Kendi içinde bu sorun sürekli bir anlam bulma çabası içerisindedir. Eşinin fiziksel bir rahatsızlığı olduğunu ya da kendisinin yanlış bir şeyler yaptığını ya da tekrar yanlış yapma korkusu yaşayabilir Hatta bazı vajinismus kocalarının kafası öylesine karışır ki kendisinde bir problem olduğunu düşünerek bir üroloğa gider. Bu kafa karışıklığının etkisi ile ne yazık ki alkolle deneme lokal anesteziler kullanma gibi yanlış vajinismus tedavilerine yönelerek vakit kaybedenler olur.

    Bu karmaşa içinde çift huzursuzlanmaya başlar ve dolayısıyla cinselliğe karşı ilgileri giderek azalma eğilimine girer. Ve evlilik ilişkileri de bozulmaya başlar. Evin içinde herkes havadan nem kapar bir konuma gelir. Birbirlerine karşı hoşgörü ve anlayışları zayıflar.

    Bazı vajinismus çiftleri sorunu hiç konuşmazlar. Sanki böyle bir sorun yokmuş gibi hayatlarına devam ederler. Ancak hayatlarında bir eksiklik olduğunu her iki eşte pek ala bilir ve bunun burukluğunu kendi içinde yaşar. Çoğu çiftte koca kadının problemin çözümü için atılımda bulunmasını tedavi arayışı için bir girişimde bulunmasını bekler. Ancak işin en ilginç yanı kadın da kendi içinde kocadan bu problemin çözümü için bir destek ve yardım bekler. Ancak kocadan bu destek bir türlü gelmeyince daha da üzülür ve kendi içine kapanır. Kocanın bunu umursamadığını hatta kendisini pek de istemediğini bile düşünmeye başlayabilir. Aynı şekilde adam da eşinin kendisini istemediğini ve çözüm konusunda pek de istekli olmadığını düşünür.

    Bazen çift böyle bir problemin başlarına gelmesini kabul edemez. Neden benim başıma geldi? diye sürekli sorgular. Kabullenmeleri zaman alır. Erkek kadını kadında erkeği suçlar. Her biri sorunun diğerinden kaynaklandığını düşünür.

    Diğer bir gurup çiftte vajinismusa inat eder gibi daha da bir birlerine yaklaşıp yaşadıkları bu sorunun evlilik ilişkilerini olumsuz yönde etkilemesine hiç izin vermezler. Böylece ileriye yönelik ortak kararlar alırlar.

    Çiftin ailelerinin bu durumu bilmesi durumu daha da karmaşık bir hale getirir. Ne yazık ki halen kültürümüzde ilk geceye ait çarşaf beklentileri vardır. Ayrıca yakın akraba, arkadaş çevrelerinden çocuğunuz olmuyor mu? ya da ne zaman olacak? beklentileri çifti daha da izole bir hayat yaşamaya mahkum eder. Ailelerde baskı, sürekli sorgulama gündemdedir. Genellikle kadının ailesi erkeği, erkeğin ailesi kadını suçlar. Ailelerden biri evliliğin bitirilmesi gerektiği yönünde görüş bildirebilir. Ya da her iki eşin ailesi gidilecek yer alınacak tedavi konusunda çifti sıkboğaz edebilir Sanki çiftin sorunları kendine yetmiyormuş gibi birde aileleri ile uğraşmak zorunda kalırlar

    İlk cinsel ilişki deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması genellikle yorgunluğa, düğün stresine ve gerginliğine bağlanır. Bir sorun olarak algılanmaz. Ancak her denemenin başarısızlıkla sonuçlanması çiftleri bir sorunla karşı karşıya oldukları ile yüz yüze getirir.

    Vajinismus bir çiftin evlilik ilişkisinin gündemine bir kez oturduktan sonra çiftin mahremiyet sınırlarını zorlamaya başlar. Bu konuyu aile büyüklerine açma ya da saklama konusunda bir gidip gelme ve dolayısı ile gerilim yaşarlar. Diğer taraftan bu konu çiftin mahremiyet sınırlarında kalması gereken bir konudur. Bazı çiftler tepkisel olarak aile üyelerinden birine bu konuyu açarken diğer bir grup çift her şey yolundaymış gibi bir yaşam sürdürmek zorunda kalırlar. Ancak evliliklerinde/ilişkilerinde bir şeylerin eksik olduğu düşüncesi içlerini kemirir.

    vajinismus_evlilik

    Her başarısız cinsel ilişki deneyiminden sonra çiftin morali daha da bozulur. Bazıları bu yüzden sürekli tartışırken diğer bir gurup çift bu konuyu hiç dile getirmez. Her bir eş bunu kendi içinde yaşamaya başlar. Zaman geçtikçe cinsel ilişki denemelerinin arası açılmaya başlar. Bunun arkasından denemeler tamamen kesilebilir. Artık her denemelerinin sonunda neyle karşılaşacaklarını deneyimlemişlerdir. Belli bir aşamadan sonra bu sorunun hiç çözülmeyeceğine bile inanmaya başlarlar.

    Bütün bunların sonucunda çift üyelerinden birinde ya da her ikisinde cinsel ilgi ve isteklerinde azalma, erkekte sertleşme ve erken boşalma görülebilir. Birbirlerine uygun olmadıklarını düşünebilirler.

    İlk başlarda bazı vajinismus kocaları sorunun çözümünü eşinden bekler. Daha doğrusu eşinin kafasında halledebileceği bir problem olarak görür. Çözüm olmadıkça eşine gücenmeye başlar. Ancak zaman geçtikçe bunun eşinin elinde olamadığını fark eder ve bu aşamadan sonra tedavi arayışlarına girişir. İlk başlarda kocanın sorunun doğasını anlayamamasından kaynaklanan bu tutumu kadını gücendirir ve üzer, anlaşılmadığını hisseder ve daha da içine kapanabilir.

    Diğer bir gurup erkek eşini daha da üzmemek için her şey yolundaymış gibi davranır. Hatta bazı kocalar tedavi sürecinde daha da utanacağını düşünerek adeta eşini koruyan bir tavır sergileyerek işi zamana bırakmanın en iyi yol olduğunu düşünürler. Bu yaklaşım zaman kaybetmelerine neden olduğu gibi çifttin problem yokmuş gibi davranmalarına hizmet eder. Sonuçta bu durum aralarında konuşamadıkları önemli bir problem olduğu için bir birbirlerine yönelik duygu geçişini yavaşlatabilir veya engelleyebilir.

    Vajinismus uzun süre devam ederse evlilik problemlerine yol açabilir. Çiftin evlilik duygusu çift olama duygusu geliştirmelerini zora sokar. Eğer kriz iyi yönetilmezse ailelerde bu işe müdahil olursa bazen boşanmaya kadar varabilir

    Diğer taraftan evliliklerde bir evlilik güveni, ilişki duygusu çift için ne kadar önemliyse, çift arasında aynı derecede önemli olan cinsel güven duygusu diye bir şey de vardır. Cinsel güven duygusu bir çift ilişkisinin sağlıklı yürütülebilmesi için en az evlilikte ki güven duygusu kadar önemlidir.

    Vajinismus (cinsel ilişkiye girememe) sorunu yaşayan çiftlerde ne yazık ki cinsel güven duygusunun gelişmesi zora girer. Bu nedenle vajinismus terapisi çiftin cinsel güven duygularının gelişmesi için aynı zamanda çok önemli bir fırsattır.

    Vajinismus çözümsüz değildir. Vajinismus konuya hakim deneyimli bir cinsel terapist rehberliğinde cinsel terapi ile kesinlikle çözülebilen bir kadın cinsel fonksiyon bozukluğudur. Çiftlere sorunu açıkça konuşmalarını birbirlerinin duygularını anlamaya çalışmalarını ve sorunun çözümü için birbirlerini desteleyerek ileriye yönelik kararlar almalarını, üzülmemelerini, ilişkilerini hırpalamamalarını vajinismusun tedavisi olduğunu bilmelerini özellikle belirtmek isterim.

    Çift vajinismus sorunu yaşarken ne kadar zorlanmış olursa olsun vajinismus terapisi sonucunda çiftlerden “biz asıl şimdi evlendik “ demelerini duymak ve çiftin gözlerindeki o pırıltıyı görmek bir cinsel terapist için değeri dünyada hiçbir şey ile ölçülemeyecek kadar kıymetli, son derece ödüllendirici ve keyif vericidir.

    Shu.Güldane KAVGACI
    Aile ve Evlilik Terapisti & Cinsel Terapist

  • Evlilikte nasıl kavga ediyorsunuz?

    Evlilikte nasıl kavga ediyorsunuz?

    Sizin Çatışma Stiliniz Hangisi?

    Çift problemlerinin büyük bir çoğunluğunu çiftler arasındaki farklılıklar sonucu ortaya çıkan çatışmalar oluşturur. Bu farklılıkların kaynağı eşlerin hedeflerinde, inançlarında, fikirlerinde ve davranışlarındaki farklılıklardır. Tabi ki iki insanın farklı düşünmesi her zaman çatışmaya yol açmaz. Çatışmaya yol açan kritik faktör eşlerden birinin arzusunun veya davranışının diğerine engel olması ya da onu değiştirmeye çalışmasıdır.

    Bir çiftin algısı, düşünceleri, değerleri ve duyguları çatışmanın konusundan bağımsız olarak çiftin nasıl tartıştığını ve tartışmanın sonucunu şekillendirir. Kısacası çiftin çatışma stili ya da yaklaşımı çatışmanın yapıcı ya da yıkıcı olup olmayacağını belirler.

    Çiftlerin Çatışmasında 4 Farklı Stil

    John Gottman’ın (1994) çiftlerle yaptığı kapsamlı araştırmaya göre mutlu ve sağlıklı ilişkilerde çiftlerin çatışma esnasında gösterdiği 3 farklı problem çözme yaklaşımı var. Bu yaklaşıma göre çiftler Tutkulular, Onaylayanlar ve Çatışmadan Kaçınanlar olarak değişiyor. Bu stillerin hepsi uzun ve sağlıklı ilişkilerde görülüyor. Dördüncü stil “Düşmanca yaklaşanlar” ise genellikle sağlıklı ilişkilerde görünmeyen ve çifti boşanmaya götüren bir yaklaşım. Şimdi bunların özelliklerini görelim. Bakalım sizin eşinizle çatışma stiliniz bunlardan hangisi?

    Tutkulular

    Tutkulu stilde olan çiftler için çatışma bir anda patlar ve o an kendilerini saflarına ayrılmış bir kavganın ortasında bulurlar. Ancak bu çatışmayı onarma ve telafi etme konusunda da kavgada oldukları kadar iyidirler. Bu çiftler sık ve gerçekten tutku ile kavga ederler.

    Kavgaları volkanik bir patlamaya benzemesine rağmen, çatışma sırasında bile zekice espriler yapar ve birbirlerine olan ilgi ve beğenilerini gösterirler. Hatalarını telafi etmek yani gönül almak için epeyce uğraşırlar. Bu tartışmalar onların sıcak ve sevgi dolu ilişkisinin küçük bir parçasıdır. Bu tartışmaların asla fiziksel şiddet içermediğini de belirtmeden geçmeyelim.

    Burada tutku ve çatışma iyi bir ilişkiye yol açmaktadır. Sık ve tutkulu tartışmalarına rağmen bu çiftler aralarındaki farklılıklarla baş ederler.
    Bu çiftler birbirlerini eşit görürler. Biri diğerinden daha üstün değildir. Kişisel farklılıklarını ve kendilerini ifade etmeye ihtiyaç duyarlar. Birbirlerinin pozitif ve negatif duygularına açık oldukları gibi ilişkileri de mutlu ve heyecan vericidir.

    Onaylayanlar

    Bu çiftler oldukça nazik kavga ederler. Çatışma sırasında oldukça sakindirler ve sanki bir problem üzerinde beraber çalışan iki iş arkadaşı gibidirler. Birbirlerine gösterdikleri karşılıklı saygı, tartışmanın miktarını ve düzeyini sınırlar.

    Çok ateşli konularda bile önem verdikleri şey iletişim ve uzlaşmadır. Bunu birbirlerinin bakış açısını anlamaya çalışarak yani empati kurarak yaparlar. En ateşli konularda bile ilgi, sakinlik ve kendilerini kontrol etme becerisi gösterirler.

    Onaylayan çiftler de birbirlerini etkilemeye ve ikna etmeye çalışır ve en sonunda mutlaka ortak bir nokta bulurlar. Çatışma sırasında karşı tarafın fikrine katılmayabilirler ancak değer verdiklerini mutlaka gösterirler. Çatışmada, eşlerinin duygularını önemsediklerini ve dikkate aldıklarını belirtirler.

    Çatışmadan Kaçınanlar

    Çatışmadan kaçınan çiftler nadiren tartışırlar. Çatışmanın ortaya çıkaracağı zıtlık ve farklılıkla yüzleşmek istemezler. Tartışırken çok dikkatlidirler birbirlerine açık olarak öfkelerini göstermelerinin onlara bir şey kazandırmayacağını düşünürler.

    Bu çiftler anlaşmazlıkları konusunda hemfikirdir. Farklılıklarını nadiren gündeme getirir bu konuların bir çıkmaza girmesine izin vermezler. Ortak özelliklerinin ve ortak değerlerinin farklılıklarından daha fazla olduğuna inanırlar. Dolayısıyla bu farklılıkları önemsemez ya da kolayca kabul ederler.

    Çatışmadan kaçınan çiftlerin anlaşmazlık yaşadıkları bir konu söz konusu olduğunda genellikle eşlerden biri bunu kendi başına çözmeye çalışır ya da yaşadıkları bu problemi kendi akışına bırakarak problemin hallolmasını dilerler.

    Çatışma Stiliniz Her Ne Olursa Olsun!

    İlişkide çatışma stiliniz her ne olursa olsun araştırmalar, çatışma sırasında yaşanan olumlu şeylerin olumsuz şeylerden daha fazla olduğunda sağlıklı ve mutlu evliliğe ulaşabileceğinizi gösteriyor. Örneğin eşinizle bir çatışma yaşıyorsunuz olumlu ne olur diye düşünelim: Eşinizin sizinle aynı fikirde olmadığını nazik bir şekilde belirtmesi, konu ile ilgili bir espri yaparak ortamı yumuşatması, sizin fikrinizi ilgi ile dinlemesi olumlu davranışlardır. Bağırarak ve sizi eleştirerek cümleye başlaması, asla sizi dinlememesi ve sizi aşağılaması olumsuz davranışlardır. İşte çatışma stiliniz ne olursa olsun mutlu ve uzun süreli ilişkilerde çatışma sırasındaki olumlu etkileşimlerin olumsuzlara oranı 5/1 ise; yani çatışma sırasında 5 olumlu 1 olumsuz etkileşim yaşanıyorsa ne kadar sık çatışırsanız çatışın ya da çatışmadan kaçınan bir stile sahip olun evliliğiniz bozulmayacak demektir.

    Son olarak bu oranların darmadağın olduğu ve çoğunlukla kötü giden ilişkilerde gördüğümüz çatışmada “Düşmanca yaklaşım’ stilini de bir görelim.

    Düşmanca Yaklaşanlar

    Düşmanca yaklaşım stiline sahip çiftler de çok sık ve ateşli tartışmalara girerler. Çatışmaları kaotik ve zarar vericidir. Onlar tartışırken hakaret, küçümseme, alaycı ve aşağılayıcı espriler havada uçuşur. 5/1 oranını asla tutturamazlar. Tıpkı çatışmaları gibi ilişkilerinde de olumsuzluklar olumlu durumlardan daha fazladır.

    Düşmanca yaklaşım stiline sahip çiftlerin tartışmaları fazlasıyla bizim mahşerin 4 atlısı dediğimiz eleştiri, aşağılama, savunma ve duvar örme davranışları ile karakterize olmuştur. İletişimleri sağlıksızdır. Birbirlerinin söylediklerini dinlemezler ve bu çatışmalar ilişkilerini olumsuz etkiler.

    Çatışma sırasında tutkulu, onaylayan ya da çatışmadan kaçınan çiftler. Hepsi birbirinden son derece farklıdır. Fakat çatışma sırasındaki olumlu ve olumsuz davranışları arasındaki oran 5/1 olduğu sürece ilişkileri mutlu mesut devam eder.

    Tutkulu çiftler bu dengeyi eşlerine karşı gösterdikleri ilgi ve espri anlayışı ile kurarlar. Çatışmadan kaçınanlar ise bunun tam tersine duygularını ifşa etmezler. Ancak çatışma ile baş etmek için olumsuz duygulara sahip değildirler. Onaylayanlar ise kendilerini kontrol etme becerisine sahiptirler ve birbirlerinin duygularını önemserler.

    Bu çiftler için 5/1 oranı önemli iken düşmanca yaklaşan çiftler için bu geçerli değildir. Çatışmadaki aşağılayıcı yaklaşımları ile pozitif negatif dengesini kurma konusunda başarısız olurlar.

    Uzm. Psk. Emel DENİZCİ tarafından yazılmıştır.

  • Boşanma danışmanlığı nedir?

    Boşanma danışmanlığı nedir?

    Boşanma danışmanlığı nedir? Evliliklerin bir kısmı boşanma ile sonuçlanmaktadır. Kimse boşanmak için evlenmemektedir, evliliklerde temel amaç her zaman sevgiyi ve hayatı paylaşmaktadır. Ancak bazen bu amaç gerçekleşmemekte, yaşanan problemler nedeniyle evlilik birlikteliği bozulmaktadır. Eğer evlilik birlikteliği çekilmez hal aldıysa ve ilişki taraflara, varsa çocuklarına zarar veriyorsa sağlıklı olan boşanmaktır. Geçimsizliğin çözülemediği durumlarda boşanma aslında olumsuzluk değil başvurulması gereken, sağlıklı ve doğru olan bir yoldur. Artık evlilik zorluklarla yürüyorsa, tarafların her ikisi veya birisi için mutluluk yerine mutsuzluk getiriyorsa ve aile danışmanlığı hizmeti sürecinde boşanmanın daha yararlı olacağı anlaşıldıysa bu kararı alıp uygulamak kişi mutluluğu ve sağlığı için en doğru yol olacaktır. Toplumlar geliştikçe ve bilinçlendikçe boşanmaya bakış açısı farklılaşmakta, çatışmalı bir evliliğin sonlandırılmasının daha doğru olacağı inancı yaygınlaşmaktadır. Boşanmaya soğuk bakan ve kişileri problemli bir evlilikle yaşamaya mecbur bırakan geleneksel anlayışın yerine artık boşanmanın aslında sağlıklı bir yöntem olduğu ve gerekliyse boşanmanın evlenmek kadar doğal bir süreç olduğu düşüncesi yaygınlaşmaktadır.

    Boşanma yine de çiftler için kolay olmamaktadır. Kendimizin, aile-akraba ve çevremizin boşanmaya yönelik bakış açıları bu süreci güçleştirmekte ve problem yaşayan pek çok çift boşanma kararı almakta zorlanmaktadır. Burada önemli olan önce eşlerin kendisidir. Çözülmesi mümkün olmayan sorunlarla devam eden evlilik birlikteliği çiftlere ve varsa çocuklarına mutluluk yerine mutsuzluk getirmektedir. Evlilikte çekilen acılar, sıkıntılar ve problemler kişilerin yaşam kalitesini bozmaktadır. Problemli bir evlilik her halükarda kişilerin fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığını olumsuz etkilemekte, çok kıymetli olan hayatını üzüntü, sıkıntı ve acılar içerisinde geçirerek gerçek mutluluğu yaşayamamasına neden olmaktadır.

    Çiftlerin boşanma kararı almasından sonra bu süreci daha sağlıklı ve kolay atlatabilmesi, kendilerinin ve varsa çocuklarının bu süreçten en az kayıpla çıkmasının sağlanabilmesi için boşanma danışmanlığı almaları gerekmektedir. Boşanma Danışmanlığı boşanma öncesi, boşanma sırası ve boşanma sonrası dönemleri kapsayan süreçleri kapsamaktadır. Boşanma Danışmanlığı çatışmasız bir boşanma süreci yaşanması, hem kendileri ve hem de varsa çocukları için sonraki yaşamlarını daha konforlu bir biçimde sürdürebilmeleri için kişilere yardımcı olabilecek profesyonel bir hizmet türüdür. Boşanma sürecinde bu hizmeti almak sizin, çocuklarınızın ve çevrenizin bu süreci daha az üzüntü ve rahatsızlıkla atlatmasına yardımcı olacaktır.

    Mutlu ve sağlıklı günler…

    Psk. Murat HALİSÇELİK tarafından yazılmıştır.