Etiket: evlilik

  • Evlilikteki cinsel sorunlar

    Evlilikteki cinsel sorunlar

    Bir kadın bir erkek… Bir ömür boyu, aynı yastıkta zor iş… Ekonomik kaygılar, monotonluk, çoluk çocuk derken, bir bakmışsın hayatınızın aşkı bir yabancıya dönüşmüş. Cinsellikse çoktan bir lüks olmuş. Oysa sizi bir arada tutan en önemli bağ “seks”. Cinsel hayatınıza gereken özeni göstermek daha mutlu bir aile hayatını da beraberinde getiriyor.

    Ten uyumsuzluğu
    Araştırma sonuçları bize her bedenin bir kimyası olduğunu gösteriyor. Ve kadın ile erkeğin vücut sıvılarının, ter dahil, birbirleriyle uyumlu olması gerekiyor. Ten uyumunda sorun olmayan çiftler, birbirlerini arzular, gün içinde özler ve “cinsel aşk” diye tanımladığımız tutkulu duyguyu yaşarlar. Eğer çiftler arasında cinsel aşk varsa en sorunlu evliliği bile kurtarmak mümkün olabiliyor. Ama bakıyorsunuz evlilikte çok büyük sorunlar yok ama cinsel aşk da yok, yani ten uyumları sıfır, o zaman evliliği kurtarmak ne yazık ki imkansız oluyor.
    Çiftlerin Seks Hayatında Vücut Saatlerinin Uyumsuzluğu: Erkeklerin büyük çoğunluğunun sabah saatlerinde seksi seçtiklerini biliyoruz. Erkeğin sabahları erekte olarak uyanmış olması bunun en etkin sebeplerinden biri. Kadınlarsa daha romantik olduklarından ötürü akşam saatlerinde eşleriyle sevişmeyi arzu ediyor. Kadın danışanların şikayetleri genelde şöyle oluyor: “Eşim sabahları benimle sevişmek istiyor. Onun için hava hoş tabii. Duşunu alıp çıkacak. Oysa ben banyoya gireceğim, saçımı kurutucağım, ardından kahvaltı hazırlayacağım, çocukları okula göndereceğim ve sonunda ben de işe gideceğim. Oysa akşam el ayak çekildikten sonra seks yapmak benim için çok daha zahmetsiz ve duygu dolu.” Erkeğin mantığıyla kadının duygusallığının çatıştığı nokta burası oluyor genelde. Yirmi küsur yıllık terapi deneyimimde yalnızca bir ya da iki kadın sabahları sevişmek istediğini söylemiştir.

    Çiftlerden birinin cinsel isteksizliği
    On çiftten ikisinde görülen cinsel isteksizlik, elbetteki çiftlerin cinsel yaşamını oldukça olumsuz etkiliyor. Kimi zaman kadın, kimi zamansa erkekte görülen cinsel isteksizliğin birden fazla sebebi olabiliyor. Takıntılı kişiliklerde cinsel isteksizliğe daha fazla rastlıyoruz. Eşinin ağız kokusu, diş yapısı, bedenindeki kusurlar, göbekli olması, fazla tüylü olması, vücuttaki bir leke ya da biçimsizlik cinsel isteksizliği tetikleyen nedenlerin başında geliyor. Ayrıca kadınların en büyük şikayetlerinden biri, eşlerinin vücut temizliklerine dikkat etmemesi. Kesilmemiş, içi kirli tırnaklar, ter kokusu, fırçalanmamış dişler ve ağız kokusu kadınlarda isteksizlik yaratabiliyor. Kadınların Cinsel Cezaya Başvurmaları: Kadınlar öfkelendikleri zaman bu öfkelerini biriktirme özelliğine sahiptir. Kadının detaycı ve analizci bir beyne sahip olması ve geçmişte yaşanan olayları, söylenen sözleri ve davranışları unutmaması, evlilikte sıkıntı yaratan sebeplerin başında geliyor. Kadının eşini değiştirmek istemesi ve erkek değişmedikçe öfkelenmesi de etkin nedenlerden biri. Kadın özellikle de Türk kadını eşini cezalandırmak için cinsel yasağa başvuruyor. Hele ki eşinin libidosu yani cinsel enerjisi yüksekse, kadın eşini cinsellikten uzak tutarak cezalandırdığını düşünüyor ama hiç kuşkusuz bu, doğru bir yol değil. Çiftler arasında zamanla cinsel soğukluk oluşabiliyor ve aldatmaya kadar giden daha büyük sorunlar oluşabiliyor.

    Kadınlarda vajinismus
    Bu, kadının cinsel ilişki sırasında vajinasındaki kasların kasılıp eşinin girişine izin vermemesidir. Çoğunlukla korkudan, özellikle de ilk gece korkusundan oluşan bir rahatsızlıktır. Genç kızlarımızın cinsel tabularla baskılanması, cinselliğin ayıp günah olarak gösterilmesi, bekaret sendromu ve cinselliğin zevk almak değil de acı çekmek olarak yüklenmesi vajinismusun nedenlerinin başında geliyor. Yıllarca evli olup da eşiyle cinsel ilişkiye giremeyen pek çok kadınımızın olması, çok ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Psikoterapi ve gerekiyorsa ilaç tedavisiyle başarılı sonuçlar alınabiliyor.

    Erkeklerde erken boşalma
    Eğer fiziksel bir sorundan kaynaklanmıyorsa, erken boşalmanın sebeplerinde de yine psikolojik baskıyı görüyoruz. Toplumun ve ailenin damat adayından, eşini mutlu etme beklentisi ve baskısı, mutlaka “İlk gecede kızlık zarını bozacaksın” yüklemeleri, zaten heyecan içinde olan erkeğin sinir sisteminde yıpranma yarattığından, “ya başaramazsam kaygısı” yüksek olur ve erken boşalma gerçekleşir. Bir kez erken boşalan erkek, yine başarısız olacağım kaygısını oldukça yoğun yaşar ve eşiyle cinsellikten adeta kaçar. Erkekliğinin onuruna yediremediği için de bunu kimseye söylemez ve doktora gitmez. Tıpkı vajinimusta olduğu gibi evli olup da senelerce eşine dokunmayan, ayrı yataklarda yatan erkekler vardır. Günümüz tıp dünyasında tedavisi çok basit olan erken boşalmayla ilgili yine psikoterapi ve ilaç işbirliğine başvuruyoruz.

    Birinci adım sorunların üzerini örtmek değil çözmeye karar vermek
    Eşler arasında sorunların olması, özellikle de evlilikteki cinsel yaşantıda sorun yaşanması dünyanın sonu değildir. Ten uyumsuzluğu haricinde tüm cinsel sıkıntıların çözümü vardır. Yeter ki çiftler bu sorunlarına sahip çıksın. Burada birkaç altın öğüt verebiliriz:
    Sorundan kaçmayın, üzerini örtmeyin ve çözümü ertelemeyin. Unutmayın ki üzerini örttüğünüz ve çözümünü ertelediğiniz sorunlarınız kısa bir süre sonra size iki veya üç katı sıkıntıyla geri dönecektir.
    Eşinizle birlikte yaşadığınız sorununuzdan dolayı, sadece eşinizi suçlamayın. Tüm suçu eşinize yükler ve çözümü ondan beklerseniz, haksızlık etmiş olursunuz ve çözüme de ulaşamazsınız. Karşı tarafı suçlama davranışınızdan vazgeçin.
    Sorununuza sahip çıkın. Unutmayın ki evlilik ve cinsellik iki kişiliktir. Her ikiniz de bu sorundan sorumlusunuz, suçlu değil.
    Birlikte çözüm üretmeye çaba gösterin. Eğer çözümsüz kalıyorsanız bir uzmana ya da evlilik terapistine başvurun. Yardım almaktan çekinmeyin.

    Birbirinizi suçlamayı değil, konuşmayı seçin
    Kavga ve suçlama da bir iletişim yoludur, çiftler birbirlerine duygu ve düşüncelerini bu şekilde de iletebilirler. Ancak bu yol, yıkıcı ve evliliği zedeleyici, sevgiyi örseleyici bir yoldur. Sağlıklı iletişim için;
    Birbirinizi dinleyin, karşı tarafın sözünü kesmeyin. • Birbirinizle empati kurun, eşinizin yerine geçip onu anlamaya çalışın.
    Birbirinizden beklentilerinizi gözden geçirin ve ne kadar gerçekçi olup olmadığını değerlendirin.
    Eşinize karşı önyargılarınızı törpüleyin.
    İletişimin sadece konuşmak değil dinlemek olduğu gerçeğine gözden kaçırmayın.
    Eşinizle tartışmalarınız olacaktır ama asla aşağılayıcı, kırıcı konuşmayın, küfürleri lugatınızdan çıkarın.

    Kadınlar duygularının, erkekler iç güdülerinin doyurulmasından yana
    Cinsellik en temel içgüdümüz ancak bu içgüdünün duygularla süslenmesi gerekiyor. Erkekler eşlerinin işveli cilveli olmamasından, soğuk olmasından şikayet eder en çok. Kadınlarsa eşlerinin kendilerine duygusal yaklaşmadığından yakınır ve bu yüzden soğuk davrandıklarını söyler. Kadın danışanlarımın biri şöyle demişti: “Eşim normal zamanda benimle ilgilenmez. Gün içinde aramaz. Eve gelince ne yaptın bugün, diye sormaz. Ama ben mutfaktayken gelir arkamdan sarılır. İşte o an kendimi çok kötü hissederim. Sadece şimdi mi aklına geliyorum diye itelerim çoğu zaman.” Bu anlamda kadınlar haklı. Erkekler cinselliği sadece içgüdü yani hayvansı yanlarıyla yaşamasalar da duygularını işin içine katsalar, cinsel hayatları daha keyifli olacak ve eşleri soğuk kadın olmaktan çıkacak. Tabii burada kişilik yapıları da etkin rol oynuyor. Evlenmeden önce o kadın çok sıcakkanlı ve istekliydi de, evlenince mi öyle oldu? Çiftler birbirlerinin kişilik yapılarını da iyi değerlendirmeliler.

    Tutukusuzluk ve monotonluk cinsel hayatı öldürür
    Evliliklerde %70 gibi önemli bir oranı kaplıyor cinsel hayat. Çiftlerin birbirine tutkularının bitmesi ve monotonluk cinsel hayatın iki güçlü katili. Çiftler cinsel hayatlarını renklendirmek için neler yapmalı?
    Tutkularınızı öldürmeyin. Tutku kendiliğinden yaşamaz, onu beslemeli ve özen göstermelisiniz. Birlikteliğinize özel zamanlar ayırmalısınız.
    Cinselliği sadece yatak odanıza hapsetmeyin. Evinizin her köşesi cinselliğe açıktır. Monotonluk cinsel hayatınızın en büyük düşmanıdır.
    Birbirinizle cinselliği konuşmaktan utanmayın. Hoşunuza giden ve gitmeyenleri eşinize söyleyerek onu yönlendirin. Kimse kimsenin beynini okuyamaz!
    Eşinize gücenebilir hatta kırılabilirsiniz ama yatağa asla küsmeyin. Eşinizi cinsel yasakla cezalandırmayın.
    Anne baba rollerinizi bir kenara bırakıp eşinizle baş başa hafta sonu tatilleri yapın.
    Renkli bir cinsel yaşam için yaratıcılık gerekir. Bu konuda hayal gücünüzü harekete geçirin.
    Her şeyi karşı taraftan beklemeyin, siz de planlar yapın. Özellikle kadınlar cinselliği başlatmaya utanır. Bu önyargınızdan vazgeçin.

  • Doğumla ‘Cicim Ayları’ Biter mi?

    Doğumla ‘Cicim Ayları’ Biter mi?

    Yapılan tüm araştırmalar bebekten sonra evliliğin özellikle doğumdan bir sene sonra kesinlikle etkilendiğini ortaya koyuyor.

    Aile ve çift terapisi üzerine kırk senelik birikimi olan, bu konuda kitaplar ve makaleler yayınlamış Amerikalı psikolog William Hiebert kendisine gelen çiftlere ilk olarak nasıl tanıştıklarını soruyor. Ve ‘aşk hikayelerini’ anlatmalarını istiyor. Sebebi, şu andaki mutluluk düzeyleri ne olursa olsun bir zamanlar birbirlerine aşık olduklarını hatırlatmak. Evet, bizde de öyle değil midir? Sürekli ‘koklaşan’ yeni evli çiftlere genelde şu söylenir: “Bunlar cicim ayları, hele birkaç sene geçsin o zaman görürüz sizi”. Sonra da eklenir: “Hele bir de çocuğunuz olsun, işte o zaman başlıyor her şey!”

    Farkında mısınız?

    Yapılan tüm araştırmalar bebekten sonra evliliğin özellikle doğumdan bir sene sonra kesinlikle etkilendiğini ve bunun üstesinden gelmenin en etkili yolunun farkındalık olduğunu destekliyor. Dolayısıyla, çiftlerin hangi konularda zorluk yaşayabileceklerini önceden olabildiğince tespit etmeleri, ileride yaşayabilecekleri sorunlar karşısında daha donanımlı olmalarını sağlıyor.

    Gelelim değişikliğe!

    Doğumdan birkaç gün önce ‘geleceğe bir mektup’ yazın birlikte! Bu mektupta bebek sahibi olacağınızı öğrenmeden önceki yaşantınızı, sadece siz ve eşiniz varken nasıl bir hayatınız olduğunu, daha sonra da tabii ki bu güzel haberle birlikte neler hissettiğinizi, duygularınızı, beklentilerinizi, bebeğinizle ilgili hislerinizi yazıya dökün. Yukarıda önerdiğim gibi konuları konuşurken anne-babalıkla ve eş olmakla ilgili neler hissettiğinizi yazın. Ve sizi bekleyen bu anne-babalık yolculuğunda yazdıklarınızı zaman zaman hatırlayın. Günün sonunda, ortalık sakinlediğinde eşinizle bebekten önceki ve şimdiki hislerinizi paylaşın. Beklentilerinizin değişip değişmediğini konuşun ve tabii ki olabildiğince sık birbirinize ‘aşk hikayenizi’ hatırlatın!

    Devir iletişim devri!

    Bebeğinizi beklemeye başladıktan itibaren eşinizle konuşabileceğiniz konulardan birkaçı şunlar olabilir:

    • Bebeğiniz dünyaya geldikten sonra düzeninizin (uyku, seyahat, sosyal hayat, iş gibi) nasıl değişeceğini konuşun.

    • Her iki tarafın geniş aileleri ‘mutlu haberinizi’ öğrendikten sonra ne kadar hayatınızın içinde olacak? Genelde ne sıklıkla görüşüyorsunuz; habersiz evinize geliyorlar mı; tatillerinize birlikte çıkar mısınız? Bebekten sonra bunların nasıl değişeceğini öngörüyorsunuz? Ne kadar destek, ne kadar yalnız bırakılmak istiyorsunuz?

    • Bebek bakımı, düzeni, ileride disiplini gibi konularda kimden ya da kimlerden fikir ve bilgi almayı planlayın. (Çocuk doktoru, bebek hemşiresi, pedagoglar, ailedeki büyükler, kitaplar, arkadaşlarınız gibi)

    • Bebeğinizin yetiştirilmesi konusunda fikir ayrılığı yaşarsanız kimin yöntemleriyle yola devam edeceğinizi kararlaştırın.

  • İlk gece seks yok

    İlk gece seks yok

    İlk akşam seks yapılmamasının nedenleri araştırıldı. Bakın o nedenler neymiş?

    İngiltere’de indirim kuponu dağıtmasıyla ünlü Voucher Codes Pro adlı internet sitesinin son üç yıl içinde evlenen 2128 çiftle yaptığı ankete göre, evlenenlerin yüzde 52’si düğün gecesinde seks yapmıyor; yüzde 17’si seks için üç gün bekliyor. İlk akşamda seks yapılmamasının birinci nedeni damatların düğün sonrasında çok sarhoş olmaları.

    İşte nedenler ve yüzdeleri:

    1. Damat çok sarhoştu (yüzde 24)

    2. Gelin çok yorgundu ve uyuya kaldı (yüzde 16)

    3. Gelin çok sarhoştu (yüzde 13)

    4. Çocuklara bakmak gerekti (yüzde 11)

    5. Düğünde kavga ettiler (yüzde 9)

    6. Balayı için yola çıkmaları gerekti (yüzde 9)

    7. Bütün gece misafirlerle eğlendikleri için uyanıktılar (yüzde 7)

    8. Damat çok yorgundu ve uyuya kaldı (yüzde 4)

    9. Gelin de damat da seks yapma isteği duymadı (yüzde 4)

    10. Diğer nedenler (yüzde 3)

  • “Evet” derken…

    “Evet” derken…

    Hayatınızın en özel “evet”i olmasını umduğumuz cevabı verirken kafanızda hiç soru işareti olmaması dileğiyle…

    Minik heyecanların yaşandığı evlilik sürecine gelmeden önce, etraftan gelen yüksek sesle yüzünden kendi içsel sesinize kulak vermeyi ihmal etmeyin. Ne kadar hazırsınız? Kendi kendimize sorup geçiştirdiğimiz önemli soruların cevabı için Klinik Psikolog Derya Utku Gazel’in kapısını çaldık.

    Evlilik için ideal bir yaştan söz edilebilir mi?
    Batıda yapılan çalışmalar, 28 yaş ve üstünde yapılan evliliklerin daha dengeli, uzun ve sağlıklı olduğuna kanaat getirmiştir. 20’li yaşların başında veya daha erken yapılan evliliklerin boşanma ile sonuçlanma oranı ise %80-85 arası. Nedenine bakıldığında kişinin benliğini keşfi, kim olduğunu idrak etmesi ve sınırlarını iyi tespit etmesi ve bu konulara akıl yürütmesi için 25 yaş üstünün daha elverişli olduğu söylenebilir.

    Kadının evliliğe hazır olup olmadığına dair kendine ne gibi sorular sorması gerekir?
    Evlilik, beraberinde ev düzeni, çocuk, para, tarafların aileleri, cinsellik gibi konuları da getirir. Bu sebeple, kişinin evlenmeden önce olayları gözden geçirmesi ve değerlendirmesinde fayda var. Çiftlerin kendilerine sorması gereken en önemli soru, evlilikten ne bekledikleri ve nasıl bir yaşamın hayalini kurdukları. 20-30 sene kendilerini nerede ve ne olarak görmek istiyorlar? Çocuk sahibi olma konusunda tarafların fikirleri nedir; buna sıcak mı bakıyorlar, bunu çok mu istiyorlar, yoksa hiç mi düşünmüyorlar? Karşı tarafın ailesi ile sınırlarını nasıl koruyacaklar? Kişisel sınırları iyi belirlemek ve korumak, sağlıklı bir evlilik için olmazsa olmazdır.

    İlişkinin, nişanlılık süresinin uzun ya da kısa olması evlilik kararını nasıl etkiliyor? Güven kavramı zaman ile doğru oranda mı ilerler?
    Nişanlılık süresi kişilerin birbirini tanıması için bir fırsattır. Sağlıklı bir ilişkinin temelinde iletişim ve etkileşim yatar. Bunu yaratmak ve olgunlaştırmak için çiftlerin birbirleri ile zaman geçirmeleri, çatışmaları çözümlemeleri, duygu alışverişinde bulunmaları önemlidir. Böylece karşılıklı güvenin, birbirini yargısızca kabul etmenin temellerini atmış olurlar. Evlilik öncesi dönem, bu anlamda tarafların işine yarayabilir. Sürenin de dengeli olması gerekir. Senelerce süren nişanlılık dönemi, ilişkinin ilerleyemediğinin, bir sonraki aşamaya geçemediğinin, tıkanıp kaldığının bir göstergesi olabilir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, “nasıl olsa evlenince değişir” diye adım atılan evlilikler, soru işaretlerinin, kızgınlıkların ve huzursuzlukların yeterince ifade edilmediği anlamına gelmekte ve ilerde daha büyük güven sorunlarına yol açmaktadır.

    Evlilik uzlaşma mıdır? İki farklı bireyin iki ayrı yolu olması gerektiğine mi inanmalı, yoksa tek yolda birlikte yürünmesi gerektiğine mi?
    Kısaca iki yaşam biçiminin buluşma noktasıdır evlilik. Tek yolda yürümesi gereken zamanlar olduğu gibi, iki ayrı yolun varlığı da kaçınılmazdır. Örnek olarak, sağlıklı ilişkilerin temelinde, tarafların kendilerine ait yaşam alanları ve etkinlik olanakları vardır. Tarafların kendilerini diledikleri gibi ortaya koydukları bir iş ya da hobi, kişiyi kendine güvenli ve üretken kılar. Bu özel yaşam alanları, tarafların birbirlerine müdahalede bulunmadıkları bir alan olmalıdır. Bunun dışındaki zamanlar sıklıkla ortaktır. Yaşanılan ev, çocuk sahibi olma, maddi konular ortak kararlar dahilindedir. Bu anlamda, iki ayrı yaşam biçiminin bir araya gelmesi, fikir ayrılıklarını, zaman zaman tartışmaları kaçınılmaz kılar. Genel anlamda uzlaşmacı ve problem çözmeye yönelik bir bakış açısı, ilişkiyi dengeli ve sağlıklı kılar. Önemli olan fikir farklılıklarına rağmen karşılıklı sevgi, şefkat ve güvendir. Ancak yaşadığımız toplumda, özellikle kadınlar yanlış inançlar ve kurallarla büyütülürler. Örnek olarak “kadın erkeğin tamamlayıcısıdır” veya “erkek evin müdürü, kadın ise onun yardımcısıdır” gibi. Bunlar günümüz ilişkilerinde geçerliliği olmayan kurallardır. Sağlıklı evlilik ilişkisi, iki tarafın eşit hak ve emeği ile gerçekleşir.

    Gelin adaylarının işi ve özel hayatı dengeyle yürütebilmesi adına neler önerirsiniz?
    Evliliğe verilen anlamlar, zaman zaman kişilerin endişelerini arttırmakta, “bilinmeyene bir yolculuk” gibi algılamalarını tetiklemektedir. Evlilik çoğu zaman bir “son” gibi algılanmaktadır. Halbuki yaşamı bir partnerle paylaşmak, hayatın yükünü hafifletmek ve andan keyif almak için eğlenceli bir yol da olabilir. Öncelikle, tarafların birbirleri ile arkadaşça bir ilişki kurmaları önemlidir. Evlilik taraflardan birinin kontrolünde değil, iki kişinin işbirliğinde yürütülmelidir. İşi ve özel hayatı dengede tutmak adına kendilerinden yüksek beklentiler içinde olmaları, her şeyi mükemmel yapmaya çalışmaları bir işe yaramadığı gibi, zamanla huzursuzluk, kızgınlık ve çöküntüye sebep olacaktır. Ellerinden geleni yaptıklarını kendilerine hatırlatmaları gerekir. Buna ek olarak, çatışmalar, her ilişkinin parçasıdır ve olması gerekir, “ilişkim iyi gitmiyor, her şey çok kötü” gibi sonuçlara varmak güven kırıcı ve yanıltıcı olabilir. Bunun yerine çatışmalardan kaçınmamak, ne olduğuna birlikte bakmak ve çözüm aramak gerekmektedir.

  • Evliliklerde peri masalı biterse…

    Evliliklerde peri masalı biterse…

    Günümüzde mutlu başlayan ancak sonu boşanmayla biten evlilikler hızla artıyor. Peki ama peri masalı hikayesini andıran evlilikler neden yürümüyor? Evlilik ve Aile Terapisti İlkim Öz Tan, günümüz evliliklerini ve mutlu bir evlilik için çiftlere düşen görevleri kaleme aldı.

    Son yıllarda zar-zor yürüyen evliliklere ve boşanma avukatında soluğu alan eşlere sık sık rastlıyoruz. Üstüne üstlük, bu evlilikten canı yanan insanların, kendilerine hiç ayna tutmadan ikinci hatta üçüncü evliliklere imza attıklarını görüyoruz. Elbette ki bu durum sadece bir sonuç… Eşleri, kadını ve erkeği bu olumsuz sonuca vardıran nedenler çözülmedikçe, aynı sonuç tekrar edip durur. Evlilik terapisine gelen eşlere, sonuca değil de onları bu sonuca getiren nedenlere bakmamız gerektiğini söylediğimde, eşler huzursuzlaşıyor. Çünkü insan, kendi hatasıyla yüzleşmek istemiyor.

    Evlilik, hayata iki kişilik bir başlangıç ve bir yaşam biçimidir

    Birbirine deli divane aşık iki kişi, hayatlarını birleştirmeye karar verip evleniyorlar. Göz göze, diz dize, el ele, yürek yüreğe yapılan başlangıç, zamanla kavga-gürültü, hakaret, aşağılama ve en sonunda da ayrılığa kadar gidebiliyor. Bunun birincil nedenlerinin başında, eşlerin evliliğin yapısına ilişkin yanlış algılamalarını görüyorum. Evliliği, “Benim dediğim, benim istediğim olacak” diye gören kişiler ne yazık ki kaybediyor. Çünkü evliliğin temelinde paylaşım var. Hiç kuşkusuz farklı kişilikler beraberinde, farklı zevkleri, farklı uğraşıları ve hayata farklı bakış açısını da getiriyor ancak, farklılıklarda buluşamamak evliliği bitiriyor ya da sancılı gitmesine neden oluyor.

    Zıt kutuplar flörtte birbirini çeker ama evlilikte iter

    Sevgiliniz dışa dönük, neşeli ve coşkulu dolu biriyken, siz de tam tersi içe dönük, durgun bir yapıya sahipseniz, birbirinize doyamazsınız. Siz onda coşkuyu, hareketi, o sizde dinginliği bulur. Flört ederken eğlenceli olur bu durum. Ama bir de evliliği düşünün… Evlendiniz ve eşiniz sürekli gezmek istiyor, yerinde duramıyor, dışarıya programlar düzenliyor. Siz ise evde onunla baş başa olmak istiyorsunuz. Evlilik terapilerinde en sık rastladığım sıkıntı budur. Çok farklı kişiliklerin, aynı evde sıkıntı yaşaması. Farklı kişilikler, birbirleriyle empati kuramazlar dolayısıyla birbirlerini anlayamazlar. Bir süre sonra karşılıklı memnuniyetsizlikler, suçlamalar, cinsel ceza ve eşlerin birbirinden uzaklaşma süreci başlar. Evliliğin yıpranmasına ve eşlerin birbirlerini zedelemesine neden olan “suçlama”, “eleştirme” davranışları arttıkça, öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Bu sebepledir ki, birbirine benzer kişilik yapılarının evlilikleri daha sağlıklı ve uzun ömürlü olur.

    Günümüz insanı bencil

    Artık eskinin paylaşımcı insanı çok az. Özellikle genç nesilde, bencillik ön planda. Daha “ben merkezciler”. Sıkıntıya gelemiyorlar. Maddi çıkarları ön planda yer alıyor. İş, kariyer, para gibi maddesel gereçler, genç neslin olmazsa olmazları arasında. Liste başında bunlar olunca, sevgi, aşk, hoşgörü, karşı tarafa saygı duyma, sadakat gibi manevi kavramların içi boş kalıyor. Bu yüzdendir ki, günümüz insanı doyumsuz ve mutsuz. Maddi zenginlikleri mutlu olmak için bir araç değil de, amaç olarak gördükleri sürece kadınlar da, erkekler de mutsuzluklarıyla baş başa kalacaklar.

    İşkolik insanların sayısı gitgide artıyor. Kadın ya da erkek evliliğine ve eşine ayıracağı zamanın ve enerjinin tümünü işinde harcayınca, geriye o insanın posası kalıyor. Evlilik ise, posaları istemiyor.

    Evlilik birbirine zaman ve sevgi yatırımı yapmaktır

    Bu dünyada hiçbir ilişki yoktur ki, zaman ayırmadan, sevgi göstermeden ve emek harcamadan büyüsün. Evlilikte de böyle bir gerçeklik var. Gün boyu işlerinde olan eşler, eve yorgun gelir ve hiçbir paylaşım olmadan karınlarını doyurup, yatıp uyurlarsa, bunun sadece adı evlilik oluyor, içeriği değil. Gün içinde ne kadar yorulursanız yorulun, eşinize ve ilişkinize zaman ayırmalısınız. Evet bazen geceyi televizyon karşısında pinkleyerek geçirebilisiniz ama çoğu zaman, eşinizle paylaşımlarınız olmalı. Artık eşlerin televizyonları ve izledikleri programlar bile ayrı. Aynı evde ayrı hayatlar… “Televizyon izlerken el ele oturun” önerilerini bile yapamaz olduk çünkü dediğim gibi, eşlerin televizyon izledikleri odaları bile ayrı. Oysa aynı filmi izleyip, sonrasında yorumlamak bile bir paylaşımı getirir.

    Monotonlaşan evliliklere, en azından hafta sonları şehir dışına çıkma planları yapmalısınız, evliliğinize renk katmalısınız derim. Çoğunun verdiği yanıt şöyledir: “Aman gitmeyelim çünkü eşime yol boyunca katlanamam”.

    Sevginin paylaşımına gelince, evlilik sevgiyle beslenir. Sevgi dolu dokunuşlar, sevgiyle yapılan davranışlar, sevgi sözcükleri eşlerin mutlu olmasına neden olur. Öyle eşler biliyorum ki, bu konuda inatlaşıyorlar. “Neden hep ben yapıyorum, biraz da o yapsın.” “Sevgi dolu yaklaşırsam, tepeme çıkar.” Sevgiyi ifadede ve sevgiyi karşı tarafa aktarmadaki anlayış böyle olduğu sürece, kişilik çatışması yaşayan eşlerin, evliliklerinde sevgiyi yaşamaları çok zor.

    Artık bir yastıkta yaşlanılmıyor

    “Bir yastıkta kocayın…” temennileri günümüz insanında gerçekliğini yitirmiş gibi. Yeni evlilere, bir yastıkta yaşlanın iyi dilekleri söylenmiyor. Sadece mutluluklar dileniyor. Üstüne üstlük, yeni evlilerin de böyle bir niyeti olmuyor. “Olmazsa boşanırım…” mantığı ön planda şimdilerde. Çünkü kimse, kendisini değiştirmek istemiyor. Kendi hatalarını görüp, yüzleşmek ve bir de bu hataları onarmak yani değiştirmek, insana zor geliyor. İşin kolayını seçiyor çoğu; “Karşı tarafı değiştirmek” ya da “evliliği bitirmek”. Emek vermediğiniz bir ilişkiyi bitirmek her zaman kolaydır, emek verilmeyenden vazgeçmek zor değildir. Karşı tarafın davranışlarını ve kişiliğini eğip bükmek, kolunu kanadını kırmak daha kolaydır. Kendi kusurlarımıza neden olan yönlerimizi değiştirmek ise, çok daha zordur. Bencil, narsist, hiperaktif kişilik yapıları ise kendilerini değiştirmekten korkarlar. Çünkü değişim sancılıdır. Ve onlar acı çekmek istemezler, karşı tarafı acıtırlar.

    Ninelerimizin, dedelerimizin evliliklerine baktığımızda ve şimdilerdeki sağlıklı evlilikleri gözlemlediğimizde, eşlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı dolu olduklarını, ilişkilerine önem verdiklerini, maddenin değil de, duyguların ön planda olduğunu ve mutlu olmak için çaba gösterdiklerini görüyoruz.

    Değişim cesaret ister, eşler birbirlerine değil de kendilerine ayna tutmalılar

    Evliliklerinde mutlu olmak isteyen eşler, birbirlerini değil de, kendilerini irdelemeliler. Karşı tarafın eksiğini, gediğini değil de kendi eksik gediklerine bakarak evliliklerine çeki düzen vermeliler. Sorunlar karşısında mücadele vermeli, hemen pes etmemeliler. Tıpkı kartalların hayat öykülerinde olduğu gibi. Biliyorsunuz kartallar seksen yıl yaşarlar. İlk kırk yılın sonunda ya kendisini yenileyip, değişecektir ya da yok olup ölecektir. Yok olmayı seçen kartal, bir tepeye tüner ve yok olmayı bekleyerek ölür. Değişimi seçen kartal ise, tünediği tepede önce gagasını kırar yeni ve sağlam gagasının çıkması için, sonra eskimiş tırnaklarını kırarak yenilenmesini bekler. Daha sonra da kırlaşan tüylerinin dökülüp, yenilerinin çıkması için sabreder. Uzun bir sürecin, acı ve sancılı bir dönemin ardından, kartal kendisini yenilemiş, olumlu yönde değişmiş olarak hayata devam eder.

    Hiç birimiz acı çekmek istemeyiz ve acıdan kaçarız ancak bu bizim korkak yanımızdır ve rotası mutsuzluktur. İlişkilerimizdeki sorunlardan kaçmak, ilişkiyi yok etmek demektir. İlk evlilikleri boşanmayla biten kişiler, kişiliklerindeki hatalı yönleri törpülemezlerse, ikinci hatta üçüncü evlilikleri de mutsuz sonla biter.

    Evlilik terapileri, hastalanmış evliliklerin hastanesidir. Hasta erken teşhisle bize getirilirse, sonuç olumlu oluyor ama ölmüş bir evlilik geldiği zaman, terapinin ve terapistin de elinden bir şey gelmiyor. Evlenmeden önce kendinizi ve karşı tarafı olabildiğince objektif değerlendirmelisiniz. Onu olduğu gibi kabul edecekseniz evliliğe adım atın. Ve sorunlar karşısında fare değil de, kartal olun. Mutluluğu seçmeyi de sakın ola unutmayın.

  • Ten uyumu olmazsa aşk olur mu?

    Ten uyumu olmazsa aşk olur mu?

    Mükemmel ilişkide uyum; hem cinsel, hem ruhsal, hem de fiziksel olmalıdır. Bu üçünün toplamı ise ten uyumudur. Bu üçlüden biri eksik olduğunda ise uyum tam olarak yaşanmaz ve ilişki topallamaya başlar.

    Dokunmaya karşı koyamaz hale getiren ve karşındakinin cinsel anlayışına hitap eden bir iletişim şekli olarak tanımlanabilir ten uyumu. Özellikle bazı erkekler için sadece cinsellik olarak nitelendirilebilen ten uyumu, farklı öğelerin bir araya gelmesiyle oluşan bir etkileşim durumudur. Çekicilik, büyü, hayal, tutku, zevk alma ve verme, gözlerdeki hayat ışığı, hayattan soyutlanma gibi…

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı-Cinsel Terapist Op. Dr. Gökçen Erdoğan konuyla ilgili “Bir ud taksimi yapar gibi düşünün; aşk peşrevine başlanılır, girişi ten uyumu ile yapılır. Ten uyumu bir ilişkinin olmazsa olmazı değil ama mükemmel bir ilişki için önemli bir girizgah.”

    Ten uyumunu hissetmek…
    “Başrolde ten, yardımcıları renk, tat, koku, his ve dokudur.’’ Film başladığında ruhunuz ya da içiniz bir tuhaf olur, tüm damarlarınızın attığını hissedersiniz genital bölgenizde bir hareketlenme olur, kalbiniz çarpar, dudaklar kurur ve kelimeler aklınızla saklambaç oynar, onları yakalayamazsınız. Dokunmak istersiniz, onu yaşamak istersiniz. Zamanı durdurup, kelimeleri kullanmadan, ona bakışlarla bir şeyleri ifade etmek istesiniz. Bu aşama ten uyumu aşamasıdır. Cinsel ilişkinin öncesinde ya da onunla eş zamanlı da yaşanabilir. Ten uyumu olan kişilerde vücuttan salgılanan çeşitli maddeler bulunur. Bu maddeler hava yoluyla alınıp beyne iletilir. Bu da kişinin duygusunu, davranışını, ruhi tavrını belirler. Bir sonraki hamle artık etkileşimin olmasıdır. Bu maddelerin birçok görevi vardır. Kadınların tam olarak gebe kalma dönemlerinde de yaydıkları bu maddeler erkekler tarafından algılanır ve erkekler kadını daha çekici hisseder.

    Yakalandığı takdirde insanın aklını başından alır…
    Uyum beyindedir, uyum yaşamdadır, uyum cildimizin altındaki damarlardan geçen kanda ve sinirlerdedir. Bunu yakalayabilirsek ne mutlu. Bu kombinasyonların bir araya gelmesi zor görünebilir fakat geldiği zaman tepeden tırnağa her bir hücrenizi yerinden oynatacak kadar güçlü, aklınızı başınızdan alacak kadar sarsıcı olur.

    Ten uyuşmazlığı çözülebilir mi?
    Ten uyumun yakalanmasıyla beynimizin salgıladığı maddeyi istediğimiz anda ortaya çıkaramayız ancak, nitelikli bir beraberlik yaşanması için çaba sarf ederek, yol aldığımız hastalarımız var. İkiliye aşk ve ilişki konusunda aynı kelimelerle konuşmayı, duygulara aynı anlamı yüklemeyi öğretiyoruz ve ilişkilerini yeniden keşfetmeleri konusunda katkıda bulunuyoruz.

  • Evlilik mi,Kariyer mi?

    Evlilik mi,Kariyer mi?

    Bu iki kelime arasında kararsız mı kalıyorsunuz? Bunların ikisi de önemli mi diyorsunuz? Gelgitler mi yaşıyorsunuz; bunun için mutlaka iyi düşünmelisiniz…

    Kariyer hayatınızın bir dönüm noktasıdır; çocukluk, eğitim, tecrübeler derken hayat akıp gitmeye ve yoğunlukları da beraberinde getirmeye devam eder. Hayatınızdaki tüm dönüm noktaları sizi gelecekte yapacaklarınızla karşılaştırır; eğer kariyer sahibi olmak istiyorsanız işkolik olmaktan geçtiğine inanırsınız, aslında kariyer sahibi olmakla işkolik olmanın hiç de alakası olmadığını belirtmek isterim. Aslında her yaptığınız şeyi kararında yaparsanız hayatın tüm mutluluk veren nimetlerinden yararlanabilirsiniz.

    Bunun için yapmanız gereken her şeyi kararında uygulamak; örneğin; iş için ayırdığınız zamanı iş için ayırın, eve iş getirmeyin eve geldiğinizde artık işten bahsetmeyin, sizi mutlu eden şeylerle meşgul olun. Evlilik kararı kolay verilecek bir karar asla değildir. Bunun için iyi düşünün karşınızdaki kişinin size ne kadar değer verdiğini, onun hayatında nerede olduğunuzu iyi bilin.

    Uzun süreli ilişkiler evlilik için en doğru adımı oluşturur. Bunu göz önünde bulundurarak ilişkiye başlayın. Sürekli kendinizi ön plana atmayın unutmayın ki karşıdaki kişinin de kendine ait bir hayatı var. Bunun için ikisi arasında seçim yapmaktan vazgeçin siz sadece hayatınızdaki şeyleri sıraya koyun ve planlı yaşayın, eğer bunu uygularsanız asla pişman olacak şeyler yaşamazsınız.

  • Boşanacak çiftler baştan bellidir

    Boşanacak çiftler baştan bellidir

    Eğer evliliğinizle ilgili sorunları çok ciddi buluyor, bunlardan söz etmeyi yararsız görüyor ve yalnızlık çekiyorsanız sonun başlangıcındasınız.

    Hayatın her alanında olduğu gibi evlilikte de konuşmak, anlaşmak anahtar sözcükler. Çiftler bunu kendileri başaramıyorlarsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Psikolog Emre Konuk, bazen insanların evlenecekleri insanla nerede oturacaklarından çocuk doğurup doğurmayacaklarına kadar pek çok konuyu ‘konuşmadıklarını’ söylüyor. Psikolog Emre Konuk anlattı:

    Geçmişte travma yaşayanların evlilikleri kötü mü gidiyor?
    Bu çok önemli bir risk. Eğer kişinin geçmişinde çözülmemiş ve hâlâ etkili travmatik olaylar varsa evlilik kalitesinin düşmesi olası. Mesela kişi şiddete maruz kalmışsa, ailesinde şiddet gözlemişse ya da cinsel taciz, ihmal edilme gibi sorunlarla karşılaşmışsa bu durum evliliği olumsuz etkileyebilir. Bir başka gözlemlediğimiz şey de şu: Eğer evli çiftler geçmişlerinden söz ederken iyi ve güzel şeyleri anlatıyorlarsa sorunları çözmek daha kolay. Buna karşılık evlilikleri çıkmaza girenler hep kötü anları hatırlıyor. Ya zamanında hatırlanacak yoğunlukta ve sıklıkta güzel bir an yaşamamışlar, ya da kötü anılar yüzünden iyiler de artık hatırlanmayacak hale gelmiş. Bir de bozuk aile ilişkileri evliliği riske sokar.

    Biraz açar mısınız? Bozuk aile ilişkilerinden neyi kastediyorsunuz?
    Bazılarının ortalama bir aileden farklı yaşam tarzları olabiliyor. Mesela eve ne zaman gelineceği, gidileceği, ne zaman yemek yenileceği, televizyonda hangi programın seyredileceği, giyim kuşamını nasıl olması gerektiği gibi bazı aile kuralları yerine oturmamış, herkes tarafından benimsenmemiş olabilir. Birçok aile, yaşamı içinde bu meseleleri halleder. Uzun boylu konuşmazlar bile! Akşam aile oturur televizyonda bir şeyler seyreder, birileri mızmız eder ama ciddi bir sorun çıkmaz. Akşamları yedi-sekiz arasında sofraya oturulur, yemek yenilir. Evin gençleri ne zaman sokağa çıkabileceğini, hangi koşullar altında izin alması gerektiğini bilir. Bütün aileler bu kuralları oturtmak zorundadır. Sofra kurulmasından bulaşıkların yıkanmasına kadar birçok şey, bazı ailelerde hiç halledilmeyen sorunlara dönüşebilir. Ve bozuk aile ilişkileri ortaya çıkar.

    Peki bu durum nasıl düzelir?
    Konuşmak ve anlaşmak anahtar sözcükler. Eğer kendileri bunu beceremiyorsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekir. Aslında kritik nokta şu: Evlenirken insanlar nerede oturacaklarını, nerede yaşayacaklarını, hatta çocuk doğurup doğurmayacaklarını konuşmuyorlar. Çocuk doğduktan sonra ne yapacaklar? Kim kalkacak, kim bebeğin mamasını hazırlayacak? Anne çocukla uğraştığına göre alışverişi kim yapacak?

    Hangi sorunlar kalıcı olma ihtimali var?
    Biriyle berabersiniz ama dikkatinizi çekecek kadar alkol ya da bir madde kullanımı var. Akşam yemeklerine çıktığınızda sıkça sarhoş oluyor. Bu çok ciddi bir durum. Çünkü bağımlılık bugünden yarına kolay değişen bir şey değil. Dolayısıyla birinin alkol, kumar, at yarışı, televizyon gibi bağımlılıkları varsa bilin ki bu sorun evlendikten sonra da devam edecek.

    Evlenince düzelme ihtimali hiç mi yok?
    Genellikle bu çok küçük bir olasılık. Evliliğinde problem yaşayanlara soruyoruz: “Peki siz nişanlıyken şikâyet ettiğiniz bu sorunları görmüyor muydunuz?” Çok sık aldığımız yanıtsa şu oluyor: “Vardı! O zamanda böyle beni ihmal eder, çabuk öfkelenirdi ama düzelteceğimi sanıyordum.” Maalesef birçok kişi kendini Saba melikesi ya da Büyük İskender olarak gördüğü için her şeyi düzeltebileceğini sanıyor. Bir evlilikte en zararlı düşünce bu. Çünkü evlilik eğlencelik bir alan değil. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak, başka doyumlar almak için evlenilir, eğlenmek için değil!

    Evliliklerinden doyum almayanlarla konuştuğumuz zaman niye evlendiklerini sorarız. Birçok çift eşinin saygı duyduğu nitelikleri konusunda bir şey söyleyemez. Ama birbirlerini çok sevdiklerini, âşık olduklarını kolayca anlatırlar. “Peki ama eşinin neyini beğeniyordun?” diye sorunca “Beni çok seviyordu, ben de çok âşıktım” diye yanıtlayabiliyorlar. Halbuki evliliği iyi gidenlere bu soruyu sorduğumuzda çiftler saygı duyduğu birkaç özellikten söz edebiliyor.

    Aşk bir evlilik için yeterli değil mi yani?
    Aynen öyle. Hatta bu açıdan bakarsak görücü usulüyle evlenmek daha garanti. Çünkü saydığımız bütün risk faktörlerini anne-baba eliyor. Eğitim farkı var mı, dürüst mü, ahlaklı mı, kötü alışkanlığı var mı? Bu risk faktörlerini eledikten sonra geriye bir tek iki insanın birbirine yakınlık duyması kalıyor. O da oluyorsa evleniyorlar. Oysa aşk dediğin zaman bu kriterlere bakmazsın bile. Bir başka tehlikeli durum da, seksin ilişkinin ana motoru haline gelmesi. Eğer ortak beğeniler, paylaşım yok, bir tek seks varsa ilişki tehlikede anlamına gelir. Evlenmeden önce cinselliği yaşayanların birçoğu sanıyorlar ki iyi seks evlendikten sonra da hep böyle mükemmel devam edecek. Böyle bir şey olmuyor tabii!

    Eşlerden biri evlilikteki sorunu anneye ya da babaya bağlıyorsa çözüm ne olmalı?
    Evliliklerde maalesef bu çok yapılır. Eğer bir sorun var ve bu aileye bağlanıyorsa o evlilikten hiç hayır gelmez. Sizi rahatsız eden şeyi ilişki problemi olarak algılamıyorsanız kaynanayı ne yapabilirsiniz ki? Kaynanayla uğraşamazsın. İlişkiyle uğraşabilir, onu değiştirebilirsin.

    İşin sonuna geldiğimizi nasıl anlarız?
    Birçok çift terapiye geldiğinde aralarında iletişim problemleri olduğunu, çocukla ilgili konularda anlaşmazlık olduğunu söyler. “Peki evliliğinizde ciddi bir sorun var mı?” diye sorduğumuzda “Hayır, yok” derler. Mesela nasır çok acıtır, bağırtacak kadar acıtır, ama öldürmez. Migren krizi bir hafta sonu evinde kapalı kalmanıza yol açabilir. Kendini yerden yere atarsınız, ama hayati bir sorununuz yoktur. İşte ne zaman “Evliliğimizde ciddi sorunlar var” cümlesi söylenirse anlayın ki o evlilik tehlikede. Taraflardan biri artık bir noktaya gelip, sorunları paylaşmak istemiyor. Ona göre artık sorunlardan söz etmek yararsızdır. Hele sorunlardan söz etmeyen kadınsa, anlayalım ki kadın o evliliğin ipini çekmiş.

    Neden kadın daha belirleyici?
    Erkekler çoğunlukla “Bunları paylaşmak, konuşmak bir işe yaramıyor. Daha çok kavga ediyoruz” diyor. Yani kavga çıkmaması için susabiliyor. Ama “Eşini seviyor musun?” diye sorduğumuzda “Çok seviyorum, çok iyi annedir. Bir tek dırdırı var” diyor. Bu konuşmadan anlıyoruz ki, erkek konuşmayı yararsız görüyor. Ama kadının konuşmayı yararsız görmesi artık o kocayı yararsız görmesi anlamına gelir. Boşanmadan az önce ya da aldatmaya doğru süreçte bir başka tehlikeli nokta da eşlerden birinin sorunları tek başına çözmeye çalışması. Mesela daha önce kadın eve geldiğinde çocuğunun okuldaki sorunlarını, kendi problemlerini anlatıyor ama bir zaman sonra bunlardan hiç bahsetmiyorsa kritik bir süreç başlamıştır. Kadın artık okulda bir problem varsa kocasına söylemez, okula gider, öğretmenle konuşur, kendi çözmeye çalışır. Veya kendiyle ilgili sorunları için arkadaşlarından destek alır. İşte bunlar artık evliliğin sonuna doğru gözlemlediklerimiz. Bir de bütün bunlar sırasında evlilikte paralel bir yaşam olur. Yani aynı ev paylaşılır ama kimse kimseyle konuşmaz, herkes kendi işine bakıp ihtiyaçlarını karşılar. Kronik olarak kendini yalnız hissetme depresif bir halin de belirtisi olabilir ama değilse o evlilikte ciddi bir sorun vardır.

    Aldatılan biri neler hisseder?
    İnsan canlısının yaşayabileceği en büyük acının sevdiği birinin ölümüyle yaşandığı söylenir. Bu yüzden de matem tutulur. Matem de makul bir sürede biter. Ama ihanete uğramış biri ömrünün sonuna kadar daha büyük bir acı yaşamaz. Aldatmada yaşanan tek bir duygu değildir. Çoğu zaman birçok duygu ve düşünce çelişir: Kızgınlık, öfke, çaresizlik, dışlanma, utanç, intikam, beğenilmeme, kendine olan güvenin sarsılması, ayrılmayı istemek ama aynı zamanda kazanmaya çalışmak, zarar vermeyi istemek, yalnız kalmaktan korku, başkaları ne diyecek, insanlar bana acıyarak bakacaklar ve daha bir sürü son derece yıpratıcı duygu ve düşünce. Bunlar aldatılan kadın veya erkeklerin ortak yaşantısı. Dışavurumu farklılık gösteriyor.

    Peki eşler neden aldatır?
    Konuyla ilgili çalışmalardan değil, yıllar içinde bana anlatılanlar, terapiye gelenler ve gözlemlerinden bir şeyler aktarabilirim. Aldatma konusunda kadınları ve erkekleri birbirinden ayırmak gerekiyor. Türk erkeği evlilik dışı ilişkiyi, kendisi için ahlaki bir sorun olarak görmez ve doğal karşılar. Bu erkekleri yoldan çıkmaya ciddi biçimde özendirir. Eğitim çok erken başlar. Anne baba ve diğer aile büyükleri oğullarının karşı cinse olan düşkünlüğünü, biçimini sorgulamadan alabildiğine destekler. Kız arkadaşıyla çıkarken başka bir kızla ilişki kurarsa, bu onun doğal hakkı olarak görülür. Aldatan Türk erkeğini sınıflandırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Şeytana uyanlar, aldatmadan duramayanlar, romantikler ve eşiyle sorunu olduğunu söyleyenler.

    Kimlerin ‘şeytana uyma’ potansiyeli yüksek?
    Eşini aldatanların büyük bir kısmı biraz önce söylediğimiz bir eğitim sürecinden geçenlerden çıkar. Çevresindeki yetişkinler durmadan zamparalık hikâyeleri anlatırlar ve bununla övünürler. Önüne çıkan fırsatları değerlendirmeyenler, ‘anasının kuzusu’, ya da ‘light erkek’dir. Bir halt edip de yakalanırsa beyninin oyulacağını, çocuklarının hesap soracağını düşünenler uzun süre eşlerini aldatmadan işi götürürler. Yaklaşık bir istatistikle evliliğin ilk birkaç yılından sonra kader ağlarını örer ve olan olur. İşin cinsel yanı genellikle ön plandadır. Yakalanana kadar da böyle gider. Eşini aldatması için evliliğiyle ilgili önemli bir sorunu olması da gerekmez. İyi bir aile babası olarak, dersini de almışsa bir daha yaramazlık yapmadan önce 36 defa düşünür. Bu türün yarattığı tahribat, uslu çocuk olup denilenleri yaparsa nispeten kolay giderilir. Bu grupta boşanma oranı düşüktür. Ancak evliliğin kalitesi dikkat edilmezse ciddi biçimde etkilenir.

  • İyi aşık olmak evliliğe yetmez!

    İyi aşık olmak evliliğe yetmez!

    Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aşk su gibidir fazla kaynarsa buharlaşır diyor ve ekliyor: “Aşkın formülü H20’dur. Oksijen ve hidrojen atmosferde özgürdür. Birleşince yaşam kaynağı su olurlar. Özgürce akan bir su, yolunu bulur ama onu fazla kaynatırsanız sonunda buhar olur.”

    Aşk iyi ilişkinin sebebi değil, aşk iyi ilişkinin sonucudur

    Bu söz ezber bozucu bir sözdür. Çünkü iyi aşık olmak iyi evlilik için yeterli değildir. Bu nedenle iyi aşıklar birbirlerine bakan ve sarılanlar değil aynı yöne benzer biçimde bakanlardır.

    Aşkın düşmanları: İnatçılık en büyük düşmandır

    – Pozitif iletişim kurulamazsa aşk buhar olup uçar.

    – Erkek romans verir seks ister, kadın seks verir romans ister. Taraflar bunu bilmelidir.

    – Aşık olmak H2O olmaktır. Oksijen ve hidrojen atmosferde özgürdür. Birleştiklerinde yaşam kaynağı olurlar ama özgürlükleri sınırlanmıştır artık. Hem özgür hem de iyi aşık olunamaz.

    – İyi aşık önce sevdiğini anlamaya çalışır sonra kendini bilmeye ve değiştirmeye çalışır daha sonra eşini değiştirmeye çalışır. Bu sıra bozulursa aşk zarar görür.

    – İyi aşıklar sıkıntılı durumlarda kişiliklerinin bir bölümüne tampon görevi verirler. Olayları yumuşatıp daha sonra tepki verirler. Düşünce katılığından vazgeçip düşünce esnekliği gösterirler. Yani inatçılık Aşkın en büyük düşmanıdır.

    – İyi aşıklar günlük ve anlık ihtiyaçları ile uzun vadeli amaçları arasında denge kurmayı başarırlar.

    – Aşkın en büyük düşmanı bencil bir vericiliktir. Bencil verici verdikten sonra karşılık bekler. Aşık olduğu kişiyi kendisinin parçası gibi görür.

    Yanan ateşi canlı tutun

    Aşk uzun bir yolculuğa çıkmak veya yanan bir ateşi seyretmek gibidir. Ateşe aşkla bakanlar onu canlı tutmak için çalışmazlarsa ateş söner. Aşkın kısa sürmesinin sebebi aşıkların ateşin içine atılıp yanmanın gerektiğini düşünmeleridir. Beslenemeyen bakılmayan ateş söndüğü gibi bakımsız ilişki kolay söner.

    Bu tuzaklara düşmeyin

    Aşkın birinci tuzağı, aşkın “Bir insanın diğer insan içinde kaybolması” olarak anlaşılmasıdır. Karşı tarafın özgürlüğünü yok ettiği için aşk devam etmez. Aşk yolculuğunda fırtınalı dönemlerde hemen gemiyi terk etmek güveni zayıflatır ve aşka zarar verir.

    “Aşkın gözü kördür, kaynanalar olmasaydı” sözü olumsuzu ve olumluyu aynı zamanda görüp olumluyu bekleyen aşıklar tuzağa düşmezler. Yanlış anlaşılmış bir feminizmdir. Kadın ve erkek ilişkisini kadın erkek savaşlarına dönüştüren feminizm aileyi ve aşkı kurban ediyor. Kadın erkek birbirini tamamlamayı asıl, çatışmayı istisna yapan ilişkilerde aşk uzun ömürlü olur.

    Aşk acısı nasıl unutulur?

    Adamın birisi Nasrettin hocaya soruyor eşeğimi kaybettim ne yapayım diye. Nasrettin hoca topluluğa soruyor aranızda hiç aşık olmayan var mı? Diye. Bir kişi çıkıyor. Sonra Hoca eşeğini kaybeden adama dönüyor “Aradığın eşek bulunmuştur” diye. Aşkı tatmayan çok insani bir tadı tatmamış demektir.

    Aşk acısını unutmanın kısa yolu ikinci bir aşk aramaktır. Ancak öç alma duygusu ile hareket edilirse yeni bir maceraya girilir. Amaca yönelik aşk, içinde bilgelik olan aşktır ve devamlıdır.Yaşam amacını unutmadan aşık olmayı başarmak emek ve yatırım gerektirir.

    Erkeğin aldatması cinsel, kadınınki romantiktir

    Biyolojik olarak erkeklerin cinsel aldatma riski kadınların romantik aldatma riskleri eşittir. Cinsel aldatma ve poligami eğilimi erkekte yüksektir. Cinsel aldatma romantizme ciddi zararlar verdiği ve kontrolü zor olduğu için erkekler daha çok aldatıyor gözüküyorlar. Namus kadın ve erkek için aynıdır.

  • Evliliği neler yıpratır?

    Evliliği neler yıpratır?

    Aklını okumak
    Evlilikte ilişki bozulmaya ve mutsuzluk ortaya çıkmaya başlayınca araya mesafeler girer. Sürekli kavga, üzüntü, bir noktada çiftleri sessizliğe ve kendi dünyalarına iter. Fakat burada sözlü iletişim yerine sözsüz iletişim, yani davranışlardan anlamlar çıkarıp, eşi yargılama süreci başlar. “Hah! Yine kızdın. Bakışlarından anladım. Sen öyle demek istemedin. Senin kafanın içinde neler var, çok iyi biliyorum… ” tarzındaki yaklaşımlar, eşin jest ve mimiklerinden, hal ve hareketlerinden anlamlar çıkarmaya yöneliktir.

    Eleştiri
    “Sen hep böylesin. Zaten bir gün bile olsun beni dinlemedin, hep bağırıyorsun, beceriksizsin, filanın eşini örnek al, beni üzmekten zevk alıyorsun…” tarzındaki ifadeler, eşi suçlayıcı, yargılayıcı ve kırıcı eleştirilerdir. Oysa iletişimde “ben” dilini kullandığımızda eşimize şöyle diyebiliriz: “Ben bu sözünden veya davranışından dolayı çok üzüldüm, hayal kırıklığı yaşadım.” Bu ifade daha yumuşak olduğundan, ayrıca kişide oluşturduğu duyguyu da olaya yansıttığından eşi olumlu yönde etkileyebilir ve buna göre olumlu karşılık verebilir.

    Genelleme
    “Hep böylesin. Böyle yaparsın. Bencilsin. Hiç değişmiyorsun. Bu huyunu annenden / babandan kapmışsın. Bir gün de iyi yanını göremeyecek miyim?” tarzındaki ifadeler, eşi bir kalıba sokan ve damgalayan ifadelerdir. Mantıksal olarak düşündüğümüzde, madem ki eşiniz söylediğiniz gibi “hep öyle”, yıllardır değişmiyor; peki siz ne oranda değiştiniz? İşe kendinizi değiştirmekle başlayın.

    İşi yokuşa sürmek

    Zamanla eşlerden birinde olumlu bir değişiklik olmuştur veya gittikleri doktor dinlenilmiş ve kişi olumsuz bir davranışından vazgeçmiştir; diğer eşin: “10 yıldır sana söyledim, ama beni dinlemedin; sonunda dediğime geldin. Başkası deyince daha mı kıymetli oluyor?” biçimindeki konuşmaları, eşi üzen ve geriye döndürebilecek tarzdadır. Oysa ; “Bu değişiklikten dolayı çok mutluyum, sevinçliyim. Gel birlikte plan yapalım; başka nelerimizi değiştirebiliriz, onları konuşalım” tarzında bir diyalog kurulursa olumlu değişiklik pekişir ve devamı için de teşvik edilmiş olunur.

    Geçmişi hatırlatmak
    Herkesin evliliğinde, geçmişte yaşadığı olumsuz bir anısı vardır. Aile kavgaları, kırgınlıklar, ihanetler, küçük düşürmeler ve hayal kırıklıklarıdır. Geçmişte yaşanan kötü anıyı sürekli gündeme getirmek sıkıntı doğurur ve sorunları pekiştirir.

    Hep haklı olmak
    Hatalar, yanlışlıklar iki taraftan da kaynaklandığı halde “Kim daha haklı?” diye adeta “mahkeme” kurulur. “Evliliğimiz boyunca kavgaları hiç ben başlatmadım. Sen hep bana kötü davrandın, beni aşağıladın. Bütün sorunlar senden kaynaklanıyor!” gibi kalıp sözler, tıkanan evliliklerin klasik sözleridir. Oysa önce kendimize bakmamız ve “Ben nerede hata yapıyorum, yanlışım ne olabilir?” diye düşünmek gerekir. Sürekli karşı tarafı haksız görmek işin kolaycı yönüdür.

    Sorumluluk
    Aile yükünün tek tarafa yüklenmesi kişiyi aşırı strese sokup gergin ve öfkeli yapabilir. Bu yüzden hiçbir cinsiyet ayırımı gözetmeksizin yapılacak işleri ortaklaşa yapmaya gayret etmek gerekir. Diğer yandan, ilişkideki bozulmadan dolayı “Sen beni zorluyorsun, çıldırtıyorsun; bu yüzden öfkeleniyorum” yerine, “Seninle ilişkimde zorlanıyor ve bazen öfkemi kontrol edemiyorum” tarzında konuşulsa, kişi kendisini de ortaya koyuyor ve sorumluluğu paylaşmış oluyor; böylece eşi suçlamıyor, soruna dikkat çekip, üzerinde düşünülmesi gerektiği mesajını veriyor.

    Mantıksal yaklaşım
    “Ya bana iyi bir neden göster, söylediklerimi çürüt, ya da beni kabul et!” yaklaşımı evlilikle iş ilişkisini karıştırma yaklaşımıdır. Evlilikte roller, duygular, cinsellik ve birçok değişken rol oynar. Kendimizi “temize çıkarma”da mantık olayını ileri sürmek kendi kendimizi aldatmaktan ibarettir.

    Sözünü kesmek
    İletişimde en önemli husus, konuşan insanı sonuna kadar dinlemek, çok gerekliyse aralarda girmektir. Dinlememiz, anlamamız ve kendimizi anlatmamız gerekiyor. Bunun yolu da saygıyla dinlemek ve ses tonunu yükseltmemektir.

    Terapist yaklaşımı
    Eş, ne kadar ilgili ve tecrübeli olursa olsun, kendisini doktor yerine koymamalı; çünkü bir şey değişmez, eşi kendisini dinlemez ve dirençle karşılaşır. Bu yüzden “iyi bir eş, arkadaş, sevgili” nasıl olursa, ona öyle davranmalıdır.