Etiket: enerji

  • Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri

    Ev aletleri çalışmasalar bile enerji harcayabilir. Kapalı olduğunda bile elektrik harcayan ev aletleri nelerdir? Çok yüksek gelen elektrik faturalarınızı bu eşyaları daha dikkatli kullanarak düşürebilirsiniz.

    Kapalı Durumda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri

    Yüksek gelen elektrik faturaları aileler için can sıkıcı bir durumdur. Aslında bu kadar harcamadık diye düşünüyor olabilirsiniz. Siz o sırada kullanmadığınız televizyonunuzun elektrik harcadığını biliyor muydunuz?

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri | 1

    Telefonunuzu Şarj Etmediğinizde Prizde Kalması
    Sokette kalan bir şarj cihazı, bağlı herhangi bir cihaza bağlı olmadığında dahi enerjiyi kullanmaya devam ediyor. Kullandığı güç yüksek değildir.

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri | 2

    Tv Alıcısı
    Çoğu insan televiyonu kapatmanın yeterli olduğunu düşünse bile digital televizyon alıcıları enerji harcamaya devam eder. Televizyonu kapattığınızda tv alıcınızıda kapatın.

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri | 3

    Televizyon
    Kapatma düğmesine basarak kapanan ekran aslında televizyonu bekleme modunda bırakır. Elektrik harcamaması için fişten çekin.

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri | 4

    Bilgisayarlar
    Kapatsanız bile televizyon ile benzer bir durum göstererek fişte olduğu için çok yüksek olmasa bile enerji harcamaya devam eder.

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri | 5

    Zamanlayıcıya Sahip Cihazlar
    Mutfak fırınları bu sıralamada başta yer alır. Fişini çekmediğiniz sürece zamanlayıcı çalıştığı için enerji harcamaya devam eder.

    Kapalı Olduğunda Bile Elektrik Harcayan Ev Aletleri | 6

    Prize Takılı Tutmayın
    Ev aletlerinin bir çoğu prize takılı olduğu süre boyunca aktif çalışmasa dahi enerji harcar. Kullanmadığınız aletleri prizden çıkarmayı alışkanlık edinmelisiniz.

  • Renklerin anlamları ve terapisi

    Renklerin anlamları ve terapisi

    Renklerin anlamları ve terapisi , Renklerin anlamı , renklerin terapisi , Çakralar için renk terapisi , çakralarınıza enerji kazandırmak için…

    KIRMIZI: Dolaşım ve üreme sistemlerine bağlı alt (temel) çakrayı temsil eden kırmızı , canlandırıcı bir renktir. Sahip olduğu yoğun enerji sebebiyle, kişilerin fiziksel ögelerini uyandırıp daha etkin bir biçimde faaliyete sokar. Bu renk, üşütmelerde, dolaşım bozukluklarında ve tükürük bezi rahatsızlıklarında tedavi amacıyla kullanılabilir.

    Ancak intikam, kin, mantıksız bir cesaret, ask ve seks duygularını harekete geçirebileceği için dikkatli kullanılması gerekmektedir. Aşırı dozda uygulanan kirmizi renk, duygusal düzensizliklere ve depresyona yol açabilir. Yüksek tansiyon, bu rengin yogun olarak varolduğunun göstergesidir.

    TURUNCU: Ikinci, yani dalak çakrasini etkisi altina alan turuncu, nesenin ve bilgeligin rengidir. Sosyallesme duygulari, turuncu yardimiyla harekete geçer. Rengin vücut içinde en etkin oldugu yer adale sistemidir. Asiri turuncu kullanimi, sinir sistemini olumsuz etkiler, bu yüzden bu rengi yesil ve mavinin tonlariyla birlikte kullanmak gerekir. Turuncu renk enerjisi tedavi amaciyla, dalak, pankreas, mide, bagirsak ve böbrek rahatsizliklarinda kullanilmaktadir. Duygusal dengesizlik durumlarinda da turuncu kullanilabilir.

    SARI: Göbek bölgesi ile göğüs kafesi arasında yer alan güneş sinir-ağı çakrası, sarinin etkin olduğu bölgedir. Bu rengin enerjisi, kisinin zihinsel faaliyetlerini her yönüyle harekete geçirir. Depresyon durumunu ortadan kaldırabileceği gibi, kişiye yasama sevinci ve gücü aşılayabilir, iyimserlik ve kendine güven duyguları artar. Sindirim, mide, bağırsak ve mesane rahatsızlıklarında sari renk enerjisinden yararlanılabilir.
    YEŞİL: Yeşilin en etkin olduğu bölge kalp çakrasıdır. Bu nedenle kalp rahatsızlıklarında, yüksek tansiyonda ve bitkinlik hallerinde tedavi amaçlı kullanılır. Yeşil renk sakinleştirici bir özellik taşıdığı için enerjimizi dengeler ve şefkat duygularımızı arttırır. Sinir sistemini dengeleyici ve ateş düşürücü etkiler gösterir.

    MAVİ: Boğaz (tiroid) çakrasını temsil eden mavi, solunum sisteminin düzene sokmak, yüksek tansiyonu düşürmek ve çeşitli boğaz sorunlarını gidermek, astım, suçiçeği, sarılık, romatizma ve çeşitli çocuk hastalıklarını engellemek için kullanılabilir. Ayrıca sezgilerin güçlendirilmesi ve üzüntü duygusunun giderilmesi için mavi uygun bir renktir. Mavi enerjisini daha fazla aktive etmek için bu rengi sıcak renklerle, kırmızı ve turuncu tonlarıyla kullanmak gerekmektedir.

    LACİVERT(Çivit mavi): Bu rengin etki alanı kas çakrasıdır. Mavi gibi lacivert de ruhsal ve fiziksel rahatsızlıkların giderilmesinde oldukça etkindir. Lenf ve salgı bezleriyle birlikte vücuttaki bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar. Bu renk enerjisi iyi bir kan temizleyicidir, dolayısıyla vücudun toksinlerden arınmasını kolaylaştırır. Beynin her iki yarım küresi arasındaki uyum, lacivertin oluşturduğu olumlu etkilerdendir. Bu renk, göz, kulak, burun, ağız sinüsler gibi yüz ile ilgili tüm rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır.

    MOR:Beyin epifizini, yani taç çakrayı temsil eden mor, diğer renklerden farklı olarak vücudun iskelet yapısını etkiler. Ruhsal ve fiziksel açıdan vücudu toksinlerden arındırıcı, antiseptik bir özellik taşır. Eklem iltihabi hastalıkları da maviye yakin mor renkli bir ışıkla iyileştirilebilir. Bazı sindirim sistemi sorunlarının giderilmesi ve çeşitli minerallerin vücut tarafından kullanımı, bu renk ile ayarlanabilmektedir. Ayrıca mor renk, kişide rüya aktivitelerini geliştirmektedir.

    Boncuklarla renk terapisine göre, boncuğun rengi harekete geçer ve yaydığı renk çevreye yayılır. Bu sırada da yakin çevrede bulunan kisiler bu rengin etkisi altına girer. Yeşil renk boncuk, büyümenin ve hareketin sembolüdür.Ayni işlemi renkli mumlarla da yapabilirsiniz.

    Çakralar için renk terapisi
    Kisinin renk duyarlılığını artırmayla baslayan renk terapisi, hem bazı rahatsızlıkları gidermek hem de çakraları dengeye kavuşturmak, enerjik bir yapıya sahip olmak için bazı tekniklerden yararlanmaktadır. Doğru ve ritmik renk soluması, renkli sularla terapi, dokunarak renk enerjisini aktarma, ışık projeksiyonu, boncuk, kumaş, kristal, tas,renkli su ve mumlarla renk tedavisi, bunlardan bazılarıdır.

    Renkli boncukları kullanarak çakralarınıza enerji kazandırmak için şunları yapmalısınız:
    -10-15 dakikalık bir süre için hiçbir şekilde rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortam seçin.
    -Yanınıza kırmızı, turuncu, sari, yeşil, mavi, lacivert ve mor olmak üzere yedi ayrı renkte boncuk taneleri alarak sırtüstü yere veya yatağa uzanın.
    -Gözlerinizi kapatıp kendinizi rahat bırakın. Asama asama geriye giderek o gün yaşadığınız olayları anımsamaya çalışın.
    -Gün içinde sizi en çok etkileyen olayların üzerinde durun. Yaşadığınız ya da maruz kaldığınız duygu ve durumları anımsayın. Hangi çakraların bu olaylardan daha fazla etkilenmiş olabileceğini düşünün.
    -Çakraların renkli boncuklardaki enerjileri emdiğini ve sağlıklı bir dengeye kavuştuklarını düşünün. Her çakra üzerinde 3-5 dakika zihinsel olarak yogunlaşıp derin derin nefes alıp verin. Bunu kendinizi rahatlamış hissedene kadar sürdürün.
    -Son olarak boncukları (kumaş parçaları da olabilir) tüm çakraların üzerine tek tek yerleştirin. Sahip olduğunuz enerji merkezlerinin enerjiyle dolduğunu ve bedeninizin fizyolojik olarak sağlığa kavuştuğunu düşünün. Bunu enerjiyle iyice dolduğunuzu hissedene kadar sürdürün.

  • Kilo vermenin sihirli formülü

    Kilo vermenin sihirli formülü

    Sağlıklı bir diyetin, tahıl, sebze ve meyveler yönünden zengin, sağlıklı yağları içeren, basit şeker içeriği düşük besinlerden oluşması gerekiyor.

    Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülgün Ersoy, yaptığı açıklamada, sağlıklı bir diyetin, vücut ağırlığını istenen düzeyde tutması, enerji ve besin ögelerini de doğru bileşim ve miktarda içermesiyle mümkün olabileceğini söyledi.

    Sağlıklı diyet için kişilerin sevdikleri yiyeceklerden vazgeçmesi gerekmediğine işaret eden Ersoy, şunları kaydetti:

    ”Diyette çeşitlilik önemlidir. Çünkü değişik yiyecek ve içecekler vücudun gereksinimi olan farklı besin ögelerini sağlamaktadır. Örneğin, çilek C vitamininin zengin kaynağıdır ama kalsiyumun iyi bir kaynağı değildir. Süt ve süt ürünleri ise kalsiyumun en zengin besinsel kaynakları olmasına karşın, C vitamininden zengin değildir. Diyette besin değeri düşük yiyeceklerle besin değeri yüksek yiyecekler dengelenmelidir. Bir öğün hamburger, patates kızartması ve gazlı içecekten oluşuyorsa, diğer öğünde salata, tam tahıllı ekmek, pilav, makarna ile haşlanmış ya da fırında kızarmış tavuk eti tüketilebilir.”

    Orta düzey yağ ve şeker içeren bir diyet tüketen kişilerin, besin ögesi gereksinimlerini yeterli şekilde karşılayabildiğini vurgulayan Ersoy, ”Sınırlı besin seçeneği bulunan kişiler için zenginleştirilmiş yiyecekler iyi bir seçim olabilir. Kalsiyumla zenginleştirilmiş portakal suyu veya demirle zenginleştirilmiş kahvaltılık gevrekler bu zenginleştirmelere örnektir” ifadesini kullandı.

    Ersoy, bazı durumlarda diyete ek vitamin ve mineral desteği kullanmanın diyeti desteklediğini ancak bunların dikkatli kullanılması gerektiğini kaydetti.

    SİHİRLİ FORMÜL: EGZERSİZ VE DİYET
    Egzersizin vücut ağırlığı ve yağının azalmasını sağladığına işaret eden Ersoy, ”Sağlıklı kişilerde yaşla birlikte oluşan vücut ağırlığı artışını önler, hipertansiyonun kontrol altına alınmasına yardımcı olur, inme riskini azaltır. Kansere yakalanma riskini de azaltan egzersiz, bağışıklığı ve akciğer fonksiyonlarını artırır. Denge ve koordinasyonu geliştirir, yaşam süresini uzatır. Stresi ve depresyonu, vücut imajını beğenmeme duygusu ve yeme davranışı bozukluklarını da minimize eder. Sağlıklı bir yaşam tarzının en önemli bileşenleri, sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersiz yapmaktır” diye konuştu.

    Ersoy, egzersizin şekli, şiddeti ve süresinin beslenme gereksinmelerini de etkilediğini ifade ederek, şöyle devam etti:

    ”Yoğun şiddetteki egzersizler enerji gereksinimini artırmaktadır. Erkeklerin kas dokusu ve vücut cüssesi kadınlardan daha fazla olduğu için enerji gereksinimleri de daha fazladır. Sıklete göre yapılan güreş, vücut geliştirme gibi sporlar ile görünümün ön planda olduğu dans, jimnastik gibi estetik sporlarda yetersiz enerji ve besin ögesi alım riski olmaktadır. Aktif kişilerin karbonhidrat gereksinmesi artmaktadır”

    Düzenli egzersizin sıvı gereksinimini de çoğalttığını vurgulayan Ersoy, ”Sıvılar, vücut ısısının düzenlenmesinde kritik bir öneme sahiptir ve ısıya bağlı hastalık risklerini önlemektedir” dedi.

    Sıcak ve nemli hava koşullarında, vücuttan su kaybı oluştuğuna dikkati çeken Ersoy, ”Düzenli egzersiz yapan kişiler, egzersiz öncesi, sırası ve sonrası, optimal performans ve sağlık için yeterli sıvı tüketmelidir. Sıvı tüketimi için susama duygusu beklenmemeli, özellikle sıcak ve nemli havalarda egzersiz öncesi sırası ve sonrası sıvı tüketimi artırılmalıdır” görüşünü dile getirdi.

    AA

  • Anoreksiya Nervoza Hastalığı Nedir

    Anoreksiya Nervoza Hastalığı Nedir

    Anoreksiya Nervoza bir psikolojik hastalıktır. Genelde genç yaştaki ve zayıflama tutkunu bayanlardan görülen Anoreksiya Nervoza hastalığı tedavi edilmemesi durumunda ölümle sonuçlanabilir. Anoreksiya Nervoza hastalığına yakalananlar yemek yemezler, uyku sorunları vardır ve bunlara rağmen sürekli enerjik dururlar. Bu durum metabolizmanın çalışmasını tamamıyla etkileyen bir durumdur. Anoreksiya Nervoza hastalığına yakalanan bir kaşı istediği kadar zayıf ve ideal kiloda olsun mevcut kilosunu asla kabul etmez ve sürekli zayıflamak ister. Bir deri bir kemik dahi kalsa bu kilosunun hala çok olduğunu düşünür ve bu duruma kendini inandırır. Eğer sizlerinde bu tarz sorunlarınız varsa hiç vakit kaybetmeden uzman bir doktorla görüşünüz. Hepinize sağlık kokan uzun bir yaşam dileriz.

    Anoreksiya Nervoza Belirtileri Nelerdir

    Anoreksiya Nervoza hastalığına yakalananlarda görülen başlıca belirtileri siz değerli takipçilerimizle paylaşmak istiyoruz. Bu belirtileri kendinizde de gözlemliyorsanız en kısa zaman içerisinde uzman bir doktora görününüz.

    Anoreksiya Nervoza Hastalık Belirtileri ;

    – Aşırı derecede ve fiziki olarak da kendisini gösteren kilo kayıpları yaşanır.
    – Kişi içine kapanık hale gelir ve sosyal çevresinden kopar.
    – Kendisini spora verir ve hiç yorulmuyormuş gibi egzersiz yapar.
    – Şişmanlamaktan korkar ve bu bir psikolojik sorun haline gelir.
    – Kişi aşırı derecede yorgunluk çeker ama bunu belli etmemeye çalışır.
    – Kişi sürekli üşür
    – Kendisini herkül gibi güçlü zanneder fakat kaslarda güçsüzlük görülür.
    – Yemek yememek için sürekli bahane bulur ve bu bahanelere kendisini inandırır.
    – Kişi çok zayıftır fakat sürekli çok şişmanladım der.
    – Başkaları için yemek pişirir ama kendisi asla yemez.
    – Kişi yemek yediği için utanır ve kendisini suçlu hisseder.
    – Bu hastalığa yakalanan kişi bayansa düzensiz adet görür.
    – Ten rengi beyazlaşır ve soluk bir hal alır.
    Hepinize sağlık kokan uzun bir yaşam dileriz. Bu belirtiler sizde varsa en kısa zaman içerisinde uzman bir doktora görününüz.

    “Eğer hastalık tedavi edilmezse kansızlık, vücut sıvı ve elektrolit dengesizlikleri, saç dökülmesi, kemik erimesi, bağırsak tıkanması, kalp hastalıkları, böbrek yetmezliği ve sonuçta ölüm görülebilir. Unutmayalım ki A.N. psikiyatrinin tek ölümcül hastalığıdır. Bu hastalığa tutulan her 100 hastadan 5’i ne yazık ki kaybedilmektedir.”

  • NIVEA Q10 Kırışık Karşıtı Göz Roll-On

    NIVEA Q10 Kırışık Karşıtı Göz Roll-On | 7Yeni NIVEA Q10 Kırışık Karşıtı Göz Roll-On pratik kullanımıyla şişkinlikleri gideriyor.

    NIVEA Visage, yeni ürünü Q10 Plus Kırışık Karşıtı Şişkinlik Giderici Göz Roll-on ile göz çevresi anti-age bakımı için pratik bir kullanım sunuyor.

    Q10 serisinin yeni ürünü, göz çevresini anında serinleterek şişkinlikleri gideriyor, göz altı morluklarını azaltıyor.

    Cildin doğal yapısında bulunan koenzim Q10 seviyesini destekleyip cildin derinliklerinde savaşarak, göz çevresindeki kırışıkları gideriyor.

    Göz altı morluklarını azaltıcı etkisiyle, yorgun görünümü ortadan kaldırıyor.

    Pratik bir kullanıma sahip Q10 Plus Kırışık Karşıtı Şişkinlik Giderici Göz Roll-on, nikel içermeyen bilyesi sayesinde kolayca sürülüyor ve göz çevresine masaj yapıyor.

    Fiyatı: 36,90 TL

  • Nivea Visage Q10 Plus kırışıklara şimdi 2 kat güçle savaşıyor !

    Nivea Visage Q10 Plus kırışıklara şimdi 2 kat güçle savaşıyor !

    42-19381050NIVEA VISAGE Q10 Plus Kırışık Karşıtı Bakım Serisi, 2 kat Q10 içeren formülüyle, kırışıklarla 2 kat güçle savaşıyor, ince çizgilerin görümünü birkaç saat içinde azaltıyor. Dünyanın en çok satan kırışık karşıtı serisi* NIVEA VISAGE Q10 Plus, içeriğindeki koenzim Q10 sayesinde cildin enerji metabolizmasını harekete geçiriyor. Q10 Plus, cildin derinliklerindeki kırışıklarla savaşarak, 3 hafta içinde mimik kırışıklarını, 4 hafta içinde ise derin kırışıkları azaltıyor. İçerdiği GKF 15, güneşin zararlı etkilerinden koruyor.

    42-17511462Q10 Plus serisine; gündüz, gece, göz çevresi kremleri ve temizleme sütünden sonra, karma ciltler için kolay emilen yeni bir gündüz kremi daha eklendi: Q10 Plus Light.

    www.NIVEA.com.tr

    * 2004-2007 yılları arası Nielsen Trade Panel / IRI datası

  • Hangisi daha kötü : Şeker mi ? Yapay tadlandırıcılar mı ?

    tatlandiricilarBiz diyetisyenler, danışanlarımızdan kilo verme sürecinde harcadıkları enerjiden daha düşük enerji almalarını sağlamaktayız. Bu bağlamda diyetteki yağ ve şeker alımını biraz kısıtlarız. Genel olarak danışanlar, yağlı yiyeceklerin ve kızartılmış ürünlerin tüketimini sınırlandırabilse de; şekerin eksikliğini hissetmekte, doğal karbonhidrat kaynağı olan (tahıllar, kurubaklagiller, peynir dışındaki süt ürünleri, sebze ve meyve gibi) besinlerden aldıkları şeker ile yetinememekte. Zaten çocukluk çağındaki ödüllendirici beslenme alışkanlığında sürekli tatlı verilmesi, kişide yetişkinlik döneminde tatlı yenildiğinde pişmanlık hissinin oluşmamasına, hatta “iyi bir şey yapmış” gibi tatlıyı yerken mutluluk duymasına sebebiyet vermektedir.

    Vücudumuzun Gerçekten Şekere İhtiyacı Var mıdır ?

    Beyin, sinir sistemi ve alyuvarlar normal koşullarda enerji ihtiyaçlarını mutlak surette karbonhidratlardan karşılamak durumundadır. Bazı karbonhidratlar besinlerde doğal olarak bulunurlar (meyvelerde fruktoz, sütte laktoz, tahıllarda nişasta gibi). Bazıları ise sonradan ilave edilirler (sofra şekeri ve şeker içeren besinler). Kaynağı ne olursa olsun, vücut gerçekte bu farkı anlamaz. Karbonhidratlar büyük oranda bitkisel kaynaklı besinlerden alınmaktadır. Bu karbonhidratlar vücudumuzda yapıtaşı olan glikoza dönüşür ve kan şekerinin esas kaynağını oluştururlar. O nedenle Dünya Sağlık Örgütü günlük enerjimizin %55-60’ının karbonhidratlardan karşılanması gerektiğini vurgulamaktadır.

    Fazla Karbonhidrat Tüketiminin Zararları Nelerdir ?

    42-15666011Vücut, kan şekerinin tümünü aynı anda enerjiye çevirememektedir. Kan şekeri düzeyi normalin üzerine çıktığında; pankreastan salınan insülin hormonu fazla şekerin depolanması için karaciğer, kas ve diğer hücreleri uyarır. Glikozun bir kısmı, kas ve karaciğerde glikojen şeklinde depolanır. İhtiyacından fazla enerji tüketimi durumunda vücut, bir kısım glikozu vücut yağına çevirir. Dolayısıyla obezite ve beraberindeki 40’ı aşkın hastalık için davetiye çıkartılmış olmaktadır. Bu nedenle karbonhidratları azı karar çoğu zarar mantığı ile değerlendirmekte yarar vardır. Son zamanlarda şeker kullanımının hızla artmasıyla birlikte kalp – damar hastalıkları, diyabet, kanser, sindirim sistemi hastalıkları ve romatizmal hastalıkların görülme sıklıklarında artışlar olmaktadır.

    Hiç Şeker Tüketmemek Vücutta Bir Eksiklik Yaratmaz mı ?

    Rafine edilmiş haliyle şeker 200 – 300 yıllık kısa bir geçmişe sahiptir. Peki şekerin keşfinden önce insanlar bu ihtiyaçlarını nasıl karşılıyordu, acaba vücutlarında bir eksiklik olmuyor muydu? Nasıl ki arabanın hareket edebilmesi için deposunda benzin olması gerekiyorsa, vücudumuz için de temel enerji kaynağı glikozun bulunması gerekir. Ancak bu glikoz, çayın içerisine atılan ve tatlıların yapımında kullanılan rafine haliyle sofra şekeri olarak görülmemelidir. Yukarıda da belirtildiği gibi doğal besinlerden de bu şekerin elde edilmesi söz konusu olmaktadır. Eğer ki sofra şekerinin eksikliği durumunda metabolizmamız sıkıntı oluştursaydı; sağlık personeli diyabeti olan bireylere de her gün tatlı yemelerini önerirdi. Yoğun olarak 1900’lü yılların başından itibaren beslenmemizde yer alan şeker, daha öncesinde saraylarda kullanılan lüks bir besin maddesi olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde şekerin girmediği bir yer yok gibi. O nedenle bebeklikten itibaren şekerli besinlere alıştırılan bir insana sağlık problemlerinden ötürü “artık şekeri hayatınızdan çıkarmalısınız” demek çok zor.

    Şeker Vücutta Nasıl Bir Sıkıntı Yaratmaktadır ?

    Hızla ve hemen kana karışan, saflaştırılmış ve rafine şeker içeren besinler kan şekerinde ani bir dalgalanmaya neden olurlar. Çok kısa sürede yükselen kan şekeri yaklaşık yarım saat sonra aynı hızda düşmeye başlar. Her çıkışın bir inişi vardır. İşin kötü tarafı; tatlı yenildikten bir süre sonra artan ve azalmaya başlayan kan şekeri seviyesi eski seviyesinin de altına düşmektedir. Dolayısıyla kan şekerinde aniden bir pik yaşanması tekrardan tatlı yeme isteği doğurmaktadır. Bu nedenle kimse bir parça tatlı yiyerek “dur” diyememektedir.

    Peki Şekerin Yerini Nasıl Doldurabiliriz ?

    42-18468401Her zaman için besinlerin doğalını tercih etmekte yarar vardır. Ama bu demek değildir ki: Hiç tatlı yenilmemelidir. Elbette tatlı yenilmemesini gerektiren şeker hastalığı gibi bir durum söz konusu değilse bazen tatlı yenilebilir. Ancak tatlıların tüketim sıklığına ve miktarına dikkat etmek, ayrıca lokma, tulumba gibi şerbetli tatlılar yerine; sütlaç, muhallebi, puding, komposto, hoşaf, kabak tatlısı gibi hafif tatlıları tercih etmek gerekir. İşte bu tatlıların yapımında – enerji alımını azaltmak adına – toz tatlandırıcılardan yararlanılabilir.

    Diyabetliler başta olmak üzere, şeker tadından vazgeçemeyen, iştahını baskılamakta güçlük çeken, formuna önem veren bireyler ve aileleri için çok iyi bir alternatif olarak yapay tatlandırıcıların şeker yerine kullanılması daha uygun görülmektedir. Gerek içeceklerde tablet olarak, gerekse tatlıların yapımı esnasında toz formları ile güvenle kullanılabilen bu tatlandırıcıların enerji değeri yok veya göz ardı edilecek kadar düşüktür. Kan şekeri üzerinde de olumsuz etki yaratmamaları nedeniyle saflaştırılmış ve rafine şeker yerine tercih edilmeleri daha sağlıklı olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; bazı yapay tatlandırıcıların ocağı kapattıktan (besin pişirildikten) sonra ilave edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde topaklanma ve metalik bir tat oluşturabilmektedir.

    Yapay Tatlandırıcılara Geçiş

    Yapay tatlandırıcılar ilk olarak 1900’lü yılların başında ortaya çıkmış, 1940’lardan beri tüm dünyada hem şeker hastaları hem de sağlığına özen gösterenler tarafından yoğun olarak kullanılmaktadırlar. Günümüzde en fazla kullanılan yapay tatlandırıcılardan biri olan aspartam üzerinde 200’ü aşkın bilimsel çalışma yapılmış, yüksek dozlarda kullanımında dahi zararlı bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Aspartam kullanımı Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmıştır.

    Yapay Tatlandırıcılar Kanser Yapar mı ?

    1939 yılında yapılan küçük çapta bir araştırmada sakarin içeren yapay tatlandırıcıların sıçanlarda mesane kanserine yol açtığı saptanmıştır. Ancak bunu izleyen çalışmaların hiçbirinde benzer bir etkiye rastlanmamıştır. Zaten bilim dünyasında “hayvan modelinde karşılaşılan bir durum insanlarda da aynen gerçekleşir” diye bir durum söz konusu değildir. Yaklaşık 70 yıldır yapılan çalışmalarda çok daha yüksek dozlarda insanlara verilen bu yapay tatlandırıcılarda benzer bir yan etkinin görülmemesi üzerine, bugün bizler danışanlarımıza Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği bu yapay tatlandırıcıları önermekte ve kullanımlarında bir sakınca görmemekteyiz. Bu şekilde bir kanının oluşmasında 20. yüzyılın sonlarına doğru bulunan aspartamın rolü büyüktür. Aspartam piyasada sakarinin önüne geçmiştir. Sonraları sakarinin aspartama “çamur at izi kalsın” mantığı ile misilleme olarak unutkanlık yaptığına dair demeçlerin verilmesi sonucu her 2 grup yapay tatlandırıcı da “kötü” olarak hafızalara kazınmıştır. Ancak tüm tatlandırıcılar gerek diyabetliler gerekse formuna dikkat edenler ve aileleri tarafından rahatlıkla kullanılabilirler. Formda kalmak, şekerin zararlı etkilerine maruz kalmamak ve ağız tadından vazgeçmemek için yapay tatlandırıcılar güvenle kullanılabilir. Özetle; yapay tatlandırıcılar iyi, rafine şeker kötü olarak tanımlanabilir.

    Uzman Diyetisyen
    M. Turgay KÖSE

    1977 İstanbul doğumlu Köse, ilk ve ortaöğrenimini aynı şehirde tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden 2001 yılında derece ile mezun oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda yedek subay Diyetisyen olarak askerlik görevini tamamladı. Sonrasında Florence Nightingale Hastanesi Diyabet, Obezite ve Metabolizma Hastalıkları Merkezi bünyesinde Diyetisyen olarak çalıştı. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisans programını tamamlayarak “Toplu Beslenme Sistemleri Bilim Uzmanlığı” aldı.

    Türkiye Diyetisyenler Derneği, Obezite Derneği ile Diyabet, Obezite ve Beslenme Derneği ve Yeni Çınar Lions Kulübü’ne üye olan Köse, hem bireysel hem de kurumsal anlamda beslenme danışmanlığı ve eğitimi çalışmalarını 2004’ten beri kurucusu olduğu Etik Diyet Danışmanlık’ta sürdürmektedir. Uzman Diyetisyen Turgay Köse fuar, kongre, seminer, internet TV, radyo ve televizyon programlarında konuşmacı; çeşitli gazete, dergi ve web sayfalarında köşe yazarı olarak yer almaktadır. Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse’nin beslenme alanındaki ilk kitabı “Beslenme ve Diyetetik” Ekim – 2007’de piyasaya çıkmıştır.

  • 1 Haftada 5 kilo “NASIL” verilir ?

    Çok basit: VERİLEMEZ !

    Öte yandan her gün kitle iletişim araçlarında onlarca “mucize diyet” ile karşılaşılmakta. “İsveç Diyeti, Ayırma Diyeti, Hollywood Diyeti, Manken Diyeti, Lahana Çorbası Diyeti, Burçlara Göre Diyet, Uzman Diyeti, Kan Grubu Diyeti, Renk Diyeti, Amerikan Kalp Vakfı Diyeti, Atkins Diyeti, Son Şans Diyeti” ve daha yüzlerce değişik isimli veya isimsiz diyet. Peki bu kadar çok diyet listesi ortalarda dolaşırken neden hala insanların kilo problemi var ? Çünkü bu tip diyetlerin çoğu başlangıçta hızlı kilo kaybı sağlasa da, kısa bir süre sonra bu kilolar fazlasıyla geri alınmaktadır. Bu tip diyetler sağlığa zarar vermenin ve metabolizmanın bozulmasını sağlayarak ömrü kısaltmanın yanı sıra, kişinin “ben bu işi başaramıyorum” diyerek umutsuzluğa kapılmasına neden olmaktadır. Zaten yaşam tarzı haline getirilemeyen hiçbir yönteme başlamamak gerekir.
    diyet_tarti
    Gerçek ağırlık kaybı vücuttaki yağ kitlesinin azalması ile mümkündür. Kas ve su kitlesindeki kayıplar hem sağlık açısından risklidir, hem de kalıcı ağırlık kaybına neden olmamaktadır. Ağırlık kaybının hızlı olması öncelikle su, sonrasında kas kitlesindeki azalma ile ilişkilidir.

    Genel ilkeleri benzer olmakla birlikte diyet mutlaka “kişiye özel” olarak hazırlanmalıdır. Çünkü herkesin metabolizması birbirinden farklılık gösterir, tıpkı parmak izi gibi. Multifaktöriyel bir hastalık olan şişmanlığın tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım gerekir. Dahiliye uzmanı veya endokrinolog, diyetisyen, fizyoterapist ve psikolog ile ekip halinde tedavi edilmesi durumunda daha sağlıklı sonuçlar alınabilir. Günümüzde birçok kronik hastalığın temel nedenini oluşturan şişmanlığın tedavisinde diyetisyen en yetkili ve etkin meslek mensubudur. Sağlık ekibinin temel direği olan hekim hastanın gerekli muayenesini yapar, tahlillerini yaptırır ve diyetisyen, kişinin özelliklerine uygun beslenme modelleriyle normal ağırlığa iniş sürecini başlatır. Diyetisyenler aldıkları eğitimin gereği olarak beslenme programını kişiye göre ayarlayabilen, aynı zamanda zayıflama diyetlerini yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı sağlayabilecek şekilde düzenleyebilen kişilerdir.

    Zayıflama programlarının, kişinin (yaş, cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, fiziksel aktivite düzeyi, beslenme alışkanlıkları vb.) özelliklerine göre enerji ve besin öğesi içermesi; yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırabilmesi ve yavaş (0,5 – 1 kg / hafta) ağırlık kaybı ile bireyin yeni beslenme programını yaşam tarzı haline getirmesini sağlayabilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki; ayda 6 kg üzerinde ağırlık kaybı metabolik olarak başka sağlık problemlerine zemin hazırlamaktadır. Sabırlı olmak şart. Kişi, seneler içerisinde aldığı kiloları birkaç haftada vermeye çalışmamalı. Bu uğurda aç karına greyfurt veya limon suyu içmenin, kabak çekirdeği yemenin, sürekli maden suyu içmenin, yosun tabletlerinden, kekik sularından ve form çaylarından medet ummanın hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı gibi; faydadan çok zarar verdiği aşikardır.
    diyet_her_kadin_guzeldir
    Ağırlık kaybının geçmişine bakıldığında; midede hacim oluşturan posa tabletlerinin sindirim sisteminde tıkanmalara, kafein ve amfetaminlerin bağımlılığa, çok düşük kalorili diyetlerin ve sindirim sistemine yapılan cerrahi müdahalelerin besin öğesi yetersizliklerine, protein diyetlerinin böbrek ve kalp problemlerine, kalp yetmezliği sonucu ölümlere neden olduğu görülmektedir.

    Dünya Sağlık Örgütü aylık ağırlık kaybını 2 – 4 kg arasında olması gerektiğini vurgulamaktadır. Kişi çok şişmansa ve ameliyata hazırlanacaksa, anestezi riskini azaltmak için doktor ve diyetisyen gözetiminde ayda 6 kg verdirilebilir. Yoksa kimse 20 senede aldığı kiloları 20 günde vermeye kalkışmamalı, sabırla tedavinin üzerine gitmelidir. Zayıflamanın temelinde eğitim yer almaktadır. Dahiliye uzmanı veya endokrinolog kontrolünde yapılacak klinik muayenenin ardından elde edilen kan tahlil sonuçları yorumlanarak, kişi diyetisyen eşliğinde tıbbi beslenme tedavisine alınmalıdır. Egzersiz ve davranış değişikliği tedavisinin yerleştirilmesi ile hedefe ulaşılmalı ve kişi koruma programına alınmalıdır. 3 ay süresinde diyet, egzersiz ve davranış değişikliği tedavisi uygulanmadan kimseye ilaç tedavisi ve/veya cerrahi tedavi uygulanmamalıdır.

    Sonuç olarak; zayıflama programı kişiye özel, bireyin benimseyip, yaşam tarzı haline getirerek uygulayabileceği, yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırabilecek özellikte olmalıdır. Ayrıca obezitenin tedavisinde tek başına diyet tedavisi yeterli olmamakta, beraberinde egzersiz programı ve davranış değişikliği tedavisi de gerekmektedir.

    Uzman Diyetisyen
    M. Turgay KÖSE

    1977 İstanbul doğumlu Köse, ilk ve ortaöğrenimini aynı şehirde tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden 2001 yılında derece ile mezun oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda yedek subay Diyetisyen olarak askerlik görevini tamamladı. Sonrasında Florence Nightingale Hastanesi Diyabet, Obezite ve Metabolizma Hastalıkları Merkezi bünyesinde Diyetisyen olarak çalıştı. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisans programını tamamlayarak “Toplu Beslenme Sistemleri Bilim Uzmanlığı” aldı.

    Türkiye Diyetisyenler Derneği, Obezite Derneği ile Diyabet, Obezite ve Beslenme Derneği ve Yeni Çınar Lions Kulübü’ne üye olan Köse, hem bireysel hem de kurumsal anlamda beslenme danışmanlığı ve eğitimi çalışmalarını 2004’ten beri kurucusu olduğu Etik Diyet Danışmanlık’ta sürdürmektedir. Uzman Diyetisyen Turgay Köse fuar, kongre, seminer, internet TV, radyo ve televizyon programlarında konuşmacı; çeşitli gazete, dergi ve web sayfalarında köşe yazarı olarak yer almaktadır. Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse’nin beslenme alanındaki ilk kitabı “Beslenme ve Diyetetik” Ekim – 2007’de piyasaya çıkmıştır.