Etiket: çoçuk

  • Leylek Masalı Çok Eskide Kaldı

    Leylek Masalı Çok Eskide Kaldı

    Uzay çağını yaşadığımız ve kitle iletişim araçlarının en yüksek kullanımda olduğu bu dönemde, çiftlerin ve dolayısıyla çocukların en büyük sorunu cinsel eğitim olmaya devam ediyor. Çiftlerin henüz kendilerine bile söyleyemedikleri cinsel arzuları ve iletişimsizlikten ortaya çıkan cinsel sorunları, çocukların cinselliği doğru bir şekilde algılayamamasına neden olmaktadır. Kitle iletişim araçlarında ayıp ve yasak olmaktan çıkan cinsel yaşam, ebeveynlerin kendi iç dünyalarında hala aynı kalmaya devam ediyor. Ancak çocukları leylek masallarıyla kandırmak artık pek mümkün görülmüyor.

    ARTIK DEVİR DEĞİŞTİ…

    “Biz küçükken hiç böyle şeyler konuşulmazdı. Biz cinsellikle ilgili her şeyi evlendikten sonra kendi kendimize öğrendik. TV kanallarında öpüşme sahnesi çıktığı zaman babam hep değiştirirdi. Biz de, elimizle gözümüzü kaptırdık…” gibi yaşanmışlıkların ardından çocuklara cinsel bilgi vermek ebeveynler için hiç de kolay olmuyor. Fakat artık, 3–4 yaşındaki çocuklar; “Anne neden benim pipim yok?”, “Babamla öpüşünce karnında bebek olacak mı?”, “Bebekler nereden doğar?” tarzındaki soruları rahatlıkla sorabiliyor ve bu soruları sormaları çok doğal. Ebeveynler çocuklarının sordukları sorulara anlayabilecekleri bir şekilde doğru cevapları vermezse, onlar TV kanallarından, arkadaşlarından ya da internetten görüp öğrendikleri yalan yanlış bilgilerle büyüyecekler. Her şeyin gözler önüne serildiği bu çağda yapılabilecek en büyük hata saklamak, geçiştirmek ve örtbas etmektir. Öğrenme çağında olan çocuklar ebeveynler istemese de cinsellikle hakkında yanlış bilgiler edinecek ve belki de, bu yanlış bilgiler ileride karşılarına cinsel sorunlar olarak çıkacaktır.

    3–4 YAŞ CİNSEL MERAK YAŞI…

    Doğumla başlayan cinsel eğitim çocukluk döneminde de devam ediyor. Çocuklarda 3 yaşa kadar temeli atılan cinsel kimlikle, kız ya da erkek olduklarının bilincine varıyorlar ve cinsiyetlerine özgü davranışlarını toplumun belirlediği örneklerle öğrenmeye başlıyorlar. Dolayısıyla, meraklarını giderebilmek için cinsellik hakkında birbiri ardına sorular sormaya devam ediyorlar.

    SORUNUN YÖNELTİLDİĞİ EBEVEYN CEVAP VERMELİ…

    Özellikle kız çocuklarının babalarıyla cinsellik hakkında konuşmaları toplumumuzca hoş karşılanmaması ya da zor olması nedeniyle çoğunlukla cevaplar aynı cinsten gelmektedir. Bazen ise prensip olarak, ailede çocuğa en yakın olan birey cinsellik hakkında bilgi vermektedir. Bu yanlış olmamakla birlikte aslında yapılması gereken en doğru davranış, çocuğun soru yönelttiği bireyin direk cevap vermesi olacaktır. Tek ebeveynli çocuklardaysa, çocuğun birlikte kaldığı ebeveyn bilgi vermelidir. Sorunun yöneltildiği ebeveynin çocuğunu diğer ebeveyne ya da ailenin başka bir ferdine yönlendirmesi çocuğun cinsellikle ilgili algılarını olumsuz yönde değiştireceğinden cinselliğin ebeveynlerin sadece biriyle konuşulacak, yasak, kötü ya da gizli bir şey olduğunu düşünmesine neden olacaktır. Çocuklukta edinilmiş bu bilgi, çocukta cinselliğin gizli bir şey olduğu imajını yaratacak ve belki de, ileride cinsel sorunlara neden olacaktır. Şayet, anne ve babanın cinsellik konusundaki bilgileri yetersiz ya da bu konu hakkında konuşmakta kendini rahatsız hissediyorsa konu ile ilgili bir uzmandan yardım alarak çocuğu bilgilendirmesi gerekmektedir.

    SORU DOĞRU ALGILANMALI VE ÇOCUĞUN ANLAYACAĞI DİLDE YANIT VERİLMELİ…

    Cinsel bilgi, çocuğun bu yaşta öğrenmesi gereken bir kuralmış gibi ebeveynlerin karşısına alıp ders verirmişçesine anlatması gereken bir konu değildir. Çocuğun soru sormasını beklemek bilgi aktarımı ve gelişimi için oldukça önemlidir. Ancak önemli olan çocuğun soru sorabileceği sevgi dolu bir aile ortamını yaratmaktır. Ayrıca cevap verirken sormadığı konuyla ilgili ya da sorduğundan daha fazla bilgi verilmemelidir. Ayrıca bilgi vermeden önce çocuğun ne sorduğunu yani tam olarak ne öğrenmek istediğinin anlaşılıp anlaşılmadığından emin olmak gerekmektedir.

    ÇOCUĞA MAHREMİYET ÖĞRETİLMELİ…

    Cinsel kimlik gelişiminde mahremiyet duygusunun aşılanması gerekmektedir. Mahremiyet duygusu çocuğun kendini tacizden korumasına da yardımcı olacaktır. Bu duyguyu edinebilmeleri için çocuklar 2 yaşından itibaren evde çıplak dolaştırılmamalıdır.

  • Genç yaşta doğru evlilik kararı alınır mı?

    Genç yaşta doğru evlilik kararı alınır mı?

    Kimileri gençken çocuk sahibi olmanın daha iyi olduğunu iddia etse de genç yaşta aile kurmamak için pek çok iyi sebep var. Herkes kendisi için doğru olan zamana kendi karar vermeli.

    1. Duygusal istikrar
    Çok genç yaşta aile kurmamak için en önemli sebeplerden biri yaşanabilecek duygusal istikrarsızlıklar. Çoğumuz çocuklarımızı beraber büyüteceğimiz doğru insanı bulmadan önce farklı ilişkiler yaşamalıyız. Üstelik ebeveyn olacak kadar yetişkin hissetmek sanıldığı kadar kolay değil.

    2. Finans
    Çocukların oyuncakları ya da giysileri için bir servete ihtiyacınız olmayabilir ama bir aile sahibi olmanın pahalıya mal olduğunu inkâr etmek de anlamsız olur. Ayrıca çocuk bakımı sadece oyuncak, giysi, yiyecek gibi ihtiyaçlardan oluşmuyor, farkındasınız değil mi?

    3. Acele etme
    Bazıları bir aile sahibi olmak için asla ‘doğru zaman’ olmadığını söyler ve eğer öyle bir anın gelmesini beklerseniz muhtemelen çok uzun süre bekleyeceğinizi… Peki, acele etmenin manası ne? En azından 20′li yaşlarınızın sonuna gelmeli ve hatta 30′larınıza girmiş olmalısınız ki kendinizden emin olun ve pişmanlık hissetmeyin.

    4. Kariyer
    Kariyer sahibi olmak iki ana sebepten dolayı önemlidir. Birincisi, çocuğunuz için gerekli finansal olgunlukta olacaksınız. İkincisi, gelecekte size yardımcı olacaktır. Önce kendi düzeninizi oturtmalısınız ki yeni bir hayata yön verebilmeye başlayın.

    5. Eğlence
    Bir aile kurmadan önce yeterince eğlenceli vakit geçirdiğinize emin olmalısınız. Genç yaşta çocuk sahibi olmak demek yaşıtlarınız, arkadaşlarınız istedikleri her şeyi yaparken sizin kendinize hâkim olmanız demektir. Çocuğunuz yokken hayat çok daha esnektir, öyleyse hala fırsatınız varken içinizden gelenleri yapmalısınız.

    6. Doğru insanı bulmak
    Eğer bir aile kurmak için gereğinden fazla hevesli iseniz, kendinizi yanlış adaylardan biriyle eşleşmiş bulabilirsiniz. Üstelik bu hatayı sadece siz değil, dünyaya getireceğiniz çocuklar da hazmetmek zorunda kalabilir. Öyleyse acele etmeyi bir kenara bırakın ve her şeyden önce sizin için doğru olacağını düşündüğünüz insanı bekleyin; sizin için doğru sevgili, çocuklarınız için doğru ebeveyn…

    7. Doğurganlıkla ilgili endişeler
    Azalan doğurganlıkla ilgili medyada oldukça fazla içerik var. Bu bazı kadınları yeterince hazır olmadıkları halde bir aile kurmaya itiyor olabilir. Elbette en iyisi denemeye başlamayı geciktirmek değil ama sırf bu yüzden de kendi ve çocuklarınız geleceği ile kumar oynamamalısınız.

    8. Baskı
    Artık toplum evlilik konusunda genç yaştaki insanlar üzerinde eskisi kadar çok baskı uygulamıyor. Yine de bazı durumlarda bu hala yaşanabiliyor, mesela yaşlı büyük anne ve babaların torun ısrarı gibi. Ama bunların hiçbirinin önemli olmadığını unutmamalısınız. Mühim olan sizin bir aile kurmaya ve çocuk sahibi olmaya hazır olup olmadığınız!

  • Kadınlar ağrılara daha dirençli

    Kadınlar ağrılara daha dirençli

    Ergenlikle başlayan adet ağrıları, sonrasında gebelik ve doğum… Hemen her kadın, yaşamı boyunca şiddetli ağrılara maruz kalıyor.

    Sanılanın aksine kadınlar ağrıya daha dayanıksız değil, onlar sadece sosyolojik rolleri gereği erkeklerden farklı olarak ağrılarını gizlemiyor… Adet sancısı, gebelik ve doğum ağrısı başta olmak üzere her kadın yaşamı boyunca şiddetli ağrılarla karşı karşıya kalıyor.

    Kadına özel bu ağrıların dışında, karın, baş ve eklem ağrılarını da kadınlar erkeklerden daha fazla yaşıyor. Ağrı kişisel bir kavram. Her birey bu sözcüğün anlamını yaşamı boyunca edindiği deneyimlerle kavrıyor. Ancak her iki cinsiyette de farklı biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörler değişik ağrı deneyimlerine neden oluyor.

    Acıbadem Ağrı Tedavi Merkezi’nden Prof. Dr. Süleyman Özyalçın “Ağrı vücudun belirli bir bölgesinden kaynaklanan, bir doku hasarına bağlı olan veya olmayan, insanın geçmişteki deneyimleri ile ilgili hoş olmayan, duyusal bir histir” diye ağrıyı tanımlayarak şunları söyledi:

    “Tekrarlayıcı ağrı yakınmaları bakımından kadın ve erkek cinsleri arasındaki farklılıklar ergenlik çağı döneminde başlar ve erken yetişkinlik döneminde sürer. Çocukluk çağında da cinsiyet farklılıklarına bağlı ağrı şikayetleri olabilir. Genellikle kız çocukları, ailenin ilk çocukları ve alt sosyo-ekonomik sınıfların çocuklarında ağrı yakınmaları daha fazladır ve bu psikolojik bir olaydır. Erkek çocuklar ise ağrı yakınmalarını daha iyi kontrol altına alırlar.”

  • Mutlu bir ailenin püf noktaları

    Mutlu bir ailenin püf noktaları

    İYİ BİR AİLE OLABİLMEK

    Bir aileye ait olmak, temel duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak, paylaşmak, kendimizi güvende hissetmek, gelişmek ve tamamlanmak için gereklidir.
    Ancak aile, sadece bireysel varoluşun ve gelişimin değil sağlıklı ve gelişmiş bir toplum olabilmenin de gereğidir.

    Çünkü “Aile, toplumun en küçük birimi” dir. Henüz ilkokulda öğrendiğimiz bu tanım, toplum olabilmenin temel gereğini açık biçimde tanımlar. Yani aile, toplumun temelidir. Temeli sağlam olmayan binalar nasıl en küçük sarsıntıda yerle bir olursa, temel aile değerlerine sahip olmayan toplumlar da en küçük krizlerde dağılmaya mahkumdur.

    Türk aile yapısı ve ailevi değerler son yıllarda büyük değişlere uğramaktadır. Geçmişteki dede-nine, anne-baba ve çocuklardan oluşan büyük, kalabalık aileler değişen şartların etkisiyle iyice küçülmeye başladı. Sadece küçülmekle kalınsa pek bir sorun olmayacak ama dağılmalarda başladı.

    Evlilik danışmanlığı alan bir çiftle birkaç seans çalıştıktan sonra çocuklarını da seansa katmak istedim, bir seansa 18 yaşındaki kızları ve 14 yaşındaki oğulları ile geldiler. Algıladıkları aile yaşamlarını göstermeleri amacıyla yaptığım çalışma çok can alıcıydı. Birçok ailede olduğunu bildiğim durumu açıkça sergilediler. Yaşanan aile ilişkisi aynen şöyleydi; çocuklar, çalışan anne ve baba önce eve gelerek buzdolabından aldıkları atıştırmalıklarla odalarına çekiliyor. Daha sonra eve gelen anne-baba ve karnı acıkan birey annenin bir gün önce hazırladığı yemeklerden bir tabak koyarak istediği bir yerde, istediği zamanda akşam yemeğini yiyor. Hiçbir şekilde sorumluluk paylaşımı ve işbirliğinin olmadığı ailede, anne gecenin geç saatlerine kadar birikmiş ev işleri ile cebelleşirken, baba televizyon karşısındaki koltukta yatarak uyukluyor. Kız odasında cetleşirken, oğlan geç saatlere kadar bilgisayar oyununda skor yapmaya çalışıyor. Yaşanan bu manzarayı kızımız; “biz bir aile değil, bir evi paylaşan dört kişiyiz” diyerek açıklamıştı.
    Bir aile olmasalar bile bir evi paylaşabilmek için insanlar arasında sevgi, güven, paylaşım ve işbirliği gibi temel değerler olmalıdır. Bir aile olabilmek için ise bunlar olmazsa olmaz gerekliliklerdir. Aksi durumda çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır.
    İyi bir aile olmak demek; aile üyelerinin temel fiziksel, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, mutlu ve huzurlu bir ortamda sağlıklı ilişkilerin yaşanmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için şu gereklere özen gösterilmelidir;

    Sevgi, Saygı ve Önemseme:

    Bir ailenin oluşumunda sevgi temel şarttır. Sevgisiz bir ilişkiden aile oluşturmak mümkün olamaz. Bazı evliliklerde ilk başta çiftler arasında (görücü usulü evlilikler gibi) derin bir sevgi bağı olmasa da birlikteliğin sağlıklı devamı için zaman içinde bunun geliştirilmiş olması gereklidir ki çocuklarına da bu sevgiyi aktarabilsinler. Anne ve babaların çocuklarına karşı sevgisi normalde koşulsuz ve neredeyse sonsuz bir sevgidir. Birbirini seven ve bunu gösterebilen bir aile içinde yetişen çocuk, en temel ihtiyacı olan sevgi gereksinimine karşılık bulur.

    Aynı derecede saygı da aile bireylerinin temel bir gereksinimidir. Büyük küçük demeden birbirinin düşünce ve görüşlerine, duygularına önem veren, özel ihtiyaçlarını anlayışla karşılayıp, hoşgörülü davranan aile bireyleri kişisel sınırların farkında olup, birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğini bilirler. İlişkiler korkuya, ezmeye, sömürmeye dayalı değildir. Fiziksel ya da duygusal şiddet kullanılmaz. Böyle bir aile ortamında aile üyeleri kendilerini değerli, onurlu ve anlamlı bulur, birbirlerinin özel yaşamlarına saygı gösterirler. Birbirleriyle ilgilidirler, her biri diğerinin sorunlarını, beklenti ve isteklerini fark eder; onu değerli bulup, önemsediğini göstermeye çalışırlar.

    Güven;

    Ailede çiftlerin birbirlerine her anlamda güvenmesi kaygı ve endişeden uzak davranmalarını sağlar. Gerek kadın gerekse erkek, eşine hem maddi hem de manevi anlamda güven duymalıdır ki aradaki sevgi ve saygı ilişkisi devam edebilsin. Bunun sağlanabilmesi için çiftlerin birbirine karşı dürüst davranmaları, saklı gizli şeyler yaşamamaları ve tüm çabalarının ailenin birlikteliği doğrultusunda olduğunu gösterebilmeleri gerekir. Ayrıca çocuklar kendilerini aile içinde güvende hissedebilmelidir. Tüm fiziksel, duygusal ve sosyal gereksinimlerinin anne ve babaları tarafından şartlar dâhilinde karşılanabileceğine, dış dünyanın zararlı etkilerinden ve tehlikelerinden korunabileceklerine inanmalıdırlar.

    İletişim:

    Sağlıklı bir ailede, iletişim dolaysız, açık, net, ayrıntılı ve dürüstçe olmalıdır. Kişiler birbirlerine değer verdikleri ve güvendikleri için iç dünyalarını, deneyimlerini, algılamalarını, duygu ve düşüncelerini herhangi bir kaygı duymadan, tüm ayrıntılarıyla paylaşmak isterler. Dürüst ve açıkça ifade edilen duygu ve düşünceler, diğerleri tarafından hor görülüp, yargılanmadan kabul ve ilgi görür. Gerekirse üzerinde tartışılarak uzlaşmaya gidilebilir. Bu da cesaretle fikirlerin açıklanıp konuşulmasını, uygarca tartışılmasını sağlar.

    Sağlıklı bir iletişimin olmadığı ailelerde bireyler, birbirlerine gerçekte değer vermedikleri ve birbirlerine güvenemedikleri için, iç dünyalarını rahatlıkla paylaşamazlar. Yanlış anlaşılma, kabul görmeme endişesi, bireyleri içe kapanık olmaya ya da bu ihtiyaçlarını aile dışından kişilerle gidermeye iter. Bu ailelerde iletişim dolaylı, belirsizdir, saklı-gizli ve dürüst değildir, yalan çoktur. Savunucu iletişim yaygındır, en basit bir soru veya sohbet girişimi, saldırı, eleştiri, yargılama ve karşı düşünce olarak algılanır ve fikirler açıklığa kavuşmadan savunmalar başlar. Sonuçta kimse kimsenin gerçekte hangi duygu ve düşüncelere sahip olduğunu bilmeden, bireyler kendi yanlış algı ve kararları ile birlikte yaşamaya çalışırlar.

    Değerler ve Kurallar:

    Her ailenin yaşadığı toplumla uyumlu insani değerlere ve kurallara sahip olması aile içindeki karmaşayı önleyip, ilişkilerin sağlıklı yürümesini sağlar.

    Çiftler kendi ailelerinden taşıdıkları değerleri ve kuralları, yeni ailelerinde de uygulamak isterler. Bu durumda bazen kültürel farklılıklardan kaynaklanan çatışmalar yaşanabilir. Önemli olan her iki tarafı da memnun edecek tarzda ortak değer ve kurallar üzerinde uzlaşıya gidilebilmesidir. Taraflar kendi alıştıkları tarzda bir aile düzenini sürdürmek için eşini zorlamamalı, her ikisi için de uygun olabilecek yeni bir değerler ve kurallar sistemini yeni kurdukları ailelerinde uygulamak üzere uzlaşabilmelidirler. Aksi takdirde eşlerden birinin kendini rahatsız hissetmesine rağmen güçlü tarafın ağırlığını koyarak uygulanan zoraki aile kurallarıyla çatışma ve sıkıntıların yaşanılması kaçınılmazdır.

    Aile kuralları, açık seçik ifade edilmiş, belirgin ve esnek olmalıdır. Yani durum ve şartlara göre yorumlanarak, gerekirse esnetilerek uygulanabilmeli, akla yatkın, üyeleri zorlamayacak biçimde uygulanabilir olmalıdır. Bu kurallar tartışma konusu yapılabilir ve gerekiyorsa değiştirebilirler. Çocuklar aile değer ve kurallarını anlayabilecekleri yaşa geldiklerinde onlara açık ve net biçimde bunlar anlatılmalı, gerekçeleri açıklanmalı, sahiplenme ve benimsemeleri sağlanmalıdır. Çocukların aile değerleri ve kurallarını benimsemeleri ve uygulamalarında ebeveynlerin model olabilmesi önemlidir. Anne ve babaların önemsemedikleri değerleri ve uymadıkları kuralları çocuklarına benimsetip, uygulatabilmeleri mümkün olmayacaktır.

    Ailede davranışları düzenleyen kurallar açık seçik ifade edilmiş olmalı; gizli, belirsiz, katı, insafsızca, tartışılamaz ve değiştirilemez olmamalıdır. Otorite durumunda olan kişinin keyfine göre tanımlanıp ve uygulanır değil, tüm üyelerin çıkarlarını gözetebilecek biçimde ve birlikte alınan kararlar doğrultusunda olmalıdır.

    Sorumluluk, Paylaşım ve İşbirliği:

    Evliliğin temel amacı, yaşamın acı tatlı getirilerini birlikte paylaşarak hayatta güçlü kalabilmektir. Birbirinden her yönüyle farklı iki bireyin zamanla ortak beğeni ve zevkler oluşturarak hayatın yükünü ve mutluluğunu paylaştıkları bir birlikteliktir. Bu birliktelik her iki tarafı da destekleyici, yapıcı ve geliştirici bir yapıda olmalıdır ki bireyler bu ilişkiden tatmin olabilsinler. Evlilikteki birliktelik, bireyin kendinden başka bireylerin sorumluluğunu da üstlenmesini gerektirir. Kadın ve erkek toplumsal ve cinsel rolleri doğrultusunda ailenin sorumluluklarını paylaşır. Sorumluluk ve rol paylaşımı; bireylerin cinsel kimliklerine, kişisel özelliklerine ve yeteneklerine uygun ve adil olmalıdır. Bencillikten uzak, sorumlulukların farkında, eşinin yüklerini azaltmada destek olup, gerektiğinde özveride bulunabilen çiftler arasındaki sevgi bağı her gün daha da güçlenir.

    Aynı zamanda yaş ve yetenekleri doğrultusunda çocuklara da sorumluluklar verilmeli, paylaşım ve işbirliğinin öğretilmesinde model olunmalıdır.

    Aile içi ilişki, paylaşım ve işbirliğinin geliştirilmesi için mümkün olduğu kadar tüm üyelerin birlikte olabileceği zamanlar belirlenerek ortak etkinlikler planlanmalıdır. Örneğin akşam yemeklerine tüm ailenin birlikte oturması, birlikte televizyon seyretmek, bazı akşamlar televizyonsuz oyun ve sohbet saatleri planlamak, hafta sonlarını ve tatillerini birlikte geçirmek gibi ortak paylaşım ve etkinlikler, aile bağlarını güçlendirir. Ancak plan ve kurallara uyumun, tüm aile üyelerinin ortak kararları doğrultusunda belirlenip, kişisel ihtiyaç ve beklentileri karşılayacak biçimde düzenlenmesiyle mümkün olacağı göz ardı edilmemelidir.

    NİHAL ARAPTARLI

    Uzman Psikolog, Terapist

  • Sevişmeli mi, sevişmemeli mi?

    Sevişmeli mi, sevişmemeli mi?

    Seks bir ilişki için belki de en önemli şey ama ne zaman olması gerektiği çok ince bir ayar gerektiriyor. İyi bir ilişki ya da evlilikse hedefiniz, size doğru zamanı açıklayayım!

    Şu an saat gecenin ikisi… Müthiş bir şimşek fırtınası odayı aydınlatıyor. Bense yatak yorgan 39 derece ateşle ne entrikalar düşünüyorum! Genelde böyle havalarda insanlar duygusallaşır, sevgilisine/eşine sarılıp uyumak ister falan değil mi? Peki, ben ne yapıyorum; tutmuş ilk tanıştığınız gece o erkekle birlikte olmalı mı, olmamalı mı sorusunun cevabını arıyorum. Beynim; düşünmekten, üretmekten, yazmaktan dinlenemiyor. Hatta şu an hasta olmamın sebebini dahi, bu lobların fazla mesai yapmasına bağlıyorum!

    Bu soru kafana nereden takıldı diye sorarsanız; evvelsi gün çok sevdiğim bir arkadaşım beni aradı. Kısa bir n’aber, nasılsının ardından konu döndü dolaştı tabii ki erkeklere geldi. Anlattığı hikâye çok ilginçti. Bundan iki ay önce barda bir çocukla tanışmıştı ve o gece yatmıştı arkadaşım. Hatta çocukla ben de tanıştım ilerleyen günlerde. Gayet şirin, işi gücü olan, akıllı, ülkemizin nadide üniversitelerinden mezun olmuş, entelektüel bir arkadaş.

    Gel gelelim bu ilişkiyi sarsan bir durum patlak veriyor. Çocuk ilk tanıştıkları günden itibaren evlenmek istemediğini, çocuk sahibi olmanın erken olduğunu düşündüğünü, kırklı yaşların ortalarında belki düzenli bir hayatı seçeceğini arkadaşıma anlatmış; arkadaşım da böyle bir durumun normal olduğunu, kendisinin de evliliği istemediğini belirtmesiyle ilişkileri ortak bir fikre ulaşmıştı. Ama telefondaki ses kunduzların istilasına uğramış gibiydi! Nedenine gelince, bu evliliği düşünmediğini söyleyen arkadaş üç gün önce sözlenmiş, hem de ailesinin ‘uygun gördüğü’ bir kızla! Dikkatinizi çekerim uygun gördüğü diyorum. Hayatımızda böyle bir terim var…

    Sonuna kadar dinledim kunduz istilasına uğramış arkadaşımı ve bir soru sordum. Dedim ki; sen bu çocuğun ailesinin ‘uygun gördüğü’ bir kızla evlenme kararı almasına mı sinirlendin, yoksa sana yalan söylemesine mi? Evet, bence asıl meselemiz buydu. Hangisine sinirlenmişti?

    Neden böyle bir soru sordum biliyor musunuz, birçok insanda gördüğüm ve hayretler içerisinde izlediğim bir şey var. Herkes kendini farklı lanse etme peşinde… Evlenmemeyi entelektüel bir girişim olarak görenler çoğunlukta, ilk gece tanıştığı adamla yatan kadınlar sarmış etrafımızı! Hayır, ilk gece tanıştığınız bir adamla yatmayın demiyorum kimseye, ama ileriye dönük bir ‘yatırım’ (koca bulma operasyonu) düşünüyorsanız ya da adamın size âşık olmasını istiyorsanız ilk gece sevişmeyeceksiniz arkadaş! Bu kadar basit işte… Erkekler istediklerini alma (ne olduğunu açıklamama gerek yok sanırım) derdindeler, ha şu da var sizden almasalar başkasından rahatlıkla temin edebiliyorlar. Ama nedense siz o adamla yatmadıkça değeriniz artıyor gözünde. A tipi fon hesabı, uzun sürede kazanç sağlayan bir yatırım olup çıkıyorsunuz.

    Arkadaşıma da aynı şeyi söyledim. İstediği kadar entelektüel olsun, dünyadaki bütün üniversiteleri bitirmiş olsun, o da yetmesin kıçına çip takılmış gibi sekiz dil konuşsun, erkek erkektir. İlk gecede onunla birlikte olan kadın, başka erkeklerle de rahatlıkla birlikte olabilir diye düşünür erkek… Kadın gibi ince detayları düşünmez ki! Arkadaşımın da hatası büyük; göğsünü gere gere ben evliliği düşünmüyorum, çoluk çocuk da yapmayacağım, biz dünyayı gezeceğiz, hayatımızı yaşayacağız derken iyiydi her şey! Adam yanındayken atıp tutuyorsun, gidince de kızıyorsun! Her kadın evlenmek ister, çocuk ister, sabah uyandığında yanında bir adam ister. Sen de yalan söylemişsin işte, adama neden kızalım şimdi?

    İnsanların kendilerini farklı lanse etmelerinden ötürü çok büyük iletişim hataları doğuyor, emin olun. Kadınlar gereğinden fazla özgüven gösterisinde bulunuyorlar, erkekler sadrazamların uzvundan düşmüşçesine takılıyorlar, ilişkiler yalanlar üzerine kuruluyor ve kimse gerçeği öğrenmek istemiyor.

    Hepimiz hata yapabiliriz, hatta yapmalıyız da… Kendimizi ve isteklerimizi ancak böyle keşfedebiliriz. Ben de böyle hatalar yaptım. Anlatmadan duramayacağım. Sanırım bundan iki-üç ay önceydi. Biriyle tanıştım. Buluşmalar, muhabbetler falan, her şey çok güzel. Her konuda fikir paylaşımı yaşanıyor, her sabah güzel aşk mesajlarıyla uyanıyorum. Kendimce mutluyum. Bir taraftan da bir açık yakalamaya çalışıyorum, ne yalan söyleyeyim. O kadar yalancı ve riyakâr tipler gördüm ki, insanlara/erkeklere güvenmem zaman alıyor.

    Ve bingo! Araştırmacı gazeteci ruhum rahat duramadı işte, öyle büyük bir yalan keşfettim ki inanamazsınız. Sanırım erkekler en çok statü konusunda yalan söylüyor, bunu da böylece anlamış oldum. Arkadaşıma sorduğum soruyu kendime de sordum; sana yalan söylediği için mi kızgınsın, yoksa gerçekten bu statüye sahip olmadığı için mi? Cevabım kısa ve netti; yalan söylediği için sinirliydim. Bundan önce borderline bir adamla birlikte olduğumu göz önünde bulundurursak bu adamın yaptığı az bile ama artık bünye böyle durumları kaldıramıyor. Erkeklerin statü, küçük dağları ben yarattım, bekâret mi ahaha o ne demek havaları; kadınların ah ben ne modern kadınım seninle de şuracıkta yatarım, çocuk mu ne gereksiz bir girişim tavırları ortalığı karıştırıyor.

    Bu yazıdan da şu sonuç çıkıyor. Eğer bir ilişki istiyorsanız, ilk gece o erkekle yatmayacaksınız. Ha maksat eğlenmek, hayatınıza yeni pozisyonlar kazandırmaksa istediğinizi yapın. Ama sakın sabah adamın gözlerinin içine bakıp birlikte olsak nasıl olur acaba diye düşünmeyin. Mümkünse savaş alanını terk edin, benden size tavsiye!

  • Gebelik reflüsü

    Gebelik reflüsü

    Gebelik sırasında yaşanan reflü semptomlarının zamanında ve doğru tedavisi yapılmazsa yaşam konforu bozulabilir, süreç keyifsiz bir deneyim haline gelebilir.

    Gebelik döneminde en çok şikayet edilen yakınmalardan biri de reflü. Peki yaşanan bu şikayetin kaynağı ne, kalıcı mı ve nasıl tedavi edilir? Bu soruların yanıtlarını Anadolu sağlık Merkezi’nden iç hastalıkları ve gastroenteroloji uzmanı Prof. Dr. Melih Özel verdi.

    Gebelik reflüsünün belirti ve bulguları neler?
    yemek borusunda, göğüs kemiğinin hemen arkasında mideden boğaza kadar uzanan bölümde yanma, ağıza acı-ekşi tatta bir sıvının gelmesi tipik belirtileri. Bunların dışında inatçı öksürük ve nefes alıp verirken hışırtılı solunumun varlığı gibi tipik olmayan bulgular da gözlenebilir. Gebelerin yüzde 50-80’inde yeni başlayan reflü semptomları veya var olan reflü belirtilerinin şiddetlendiği görülür.

    Hangi anne adayları risk altında ?
    Çok sayıda gebelik öyküsü olan kadınlarda ve ileri yaşta gebeliklerde daha sık ortaya çıkar. Reflünün oluşma mekanizması; özofagus adalesinin hareket fonksiyonları, yemek borusu alt ucunda bulunan ve kapak görevi gören adalenin kasılma gücü ve midenin boşalma işlevleriyle yakından ilişkili. Genişleyen rahim hacminin yarattığı karın içi basınç artışı ve mideye yarattığı baskı da unutulmamalı.

    Tanı için özel bir tetkike ihtiyaç var mı?
    Hastalığın tanısında kullanılan endoskopik tetkik, son derece nadir durumlarda gerekir. Reflü tanısında kullanılan diğer bir yöntem de yemekborusu içinden yapılan pH takibi. yemek borusunun ilaçlı filminin çekilmesi radyasyon etkisi nedeniyle kullanılmaz. Dolayısyla gebe bir kadında reflünün değerlendirilmesi hekimin klinik deneyimlerine dayanır.

    Reflü belirtileri ortaya çıktığında gebe ne yapmalı?
    Hafif reflü belirtileri ve bulguları hastanın diyetini, yaşam tarzını gözden geçirmesiyle kontrol altına alınabilir. Bulantıyı ve kusmayı tetikleyebilecek, kötü kokulu, rahatsız edici gıdalardan uzak kalmak, acı, baharatlı, ekşi gıdaları sınırlamak; soğan- sarımsak ve baharatlı sebzelerden kaçınmak, çay ve kahve tüketimini azaltmak, gazlı ve karbonatlı içeceklerden, meyve sularından uzak durmak, alınabilecek diyetönlemleri.

    Anne adaylarına neler tavsiye edersiniz?
    Akıldan hiç çıkarılmaması gereken önemli unsurlardan biri, hastalar arasında çok önemli farklılıklar olabileceği. Bir gebe kadına çok dokunan yiyecek bir başkasını rahatsız etmeyebilir. Dolayısıyla reflü semptomları olanların kendilerine dokunan yiyecek ve içeceklerle ilgili gözlemde bulunması, not tutması, saptadıkları gıdaları doktoruyla paylaşarak tavsiye istemesinde büyük yarar var.

    Gece yatarken ayakların 20 cm. kadar kaldırılması, sıkı ve karın içi basıncını artırabilecek giysiler giyilmemesi, yemek yedikten hemen sonra yatılmaması gibi önlemler de önem taşır. Hastalığının diyet ve yaşam tarzı düzenlemeleriyle kontrol edilememesi durumunda hekiminiz tarafından gebelikte güvenle kullanılabilecek ilaç tavsiyesi alabilirsiniz.

  • Rahimiçi hasarlanması ve Gebelik

    Rahimiçi hasarlanması ve Gebelik

    Tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında rahim içi dokusunun hasarlanmasının gebelik şansını artırır mı? Yapılan çalışmalar rahimiçi dokusuna hafifçe hasar verilerek gebelik için daha uygun hale getirilmesine yönelik çalışmalar; yaranın iyileşme döneminde verdiği cevabın bir sonraki dönemde embriyonun tutunma şansını arttırdığını ortaya koydu.

    Op.Dr. Güvenç Karlıkaya Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı

    Çocuk sahibi olamayan çiftlerde tekrarlayan başarısızlıklar hem maddi hem de moral açısından sıkıntı verici bir durum. Şimdilerde gündeme gelen yeni bir soru var: Rahimiçi hasarlanması gebelik şansını artırır mı?

    Yapılan çalışma sonuçlarına göre tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında rahimiçi dokusunun hasarlanması gebelik şansını artırıyor…

    Özellikle tüp bebekte kullanılan ilaçlara iyi cevap veren yumurta kapasitesi yeterli, oluşturulan embriyoları kaliteli, rahminde belirgin bir problemi olmayan kadınlarda, tekrarlayan uygulamaların başarısızlıkla sonuçlanması hekim hasta ilişkilerini de olumsuz etkilemektedir.

    Son yıllarda yapılan çalışmalar, bu tür durumlarda gebelik oluşmamasının bir nedeni olarak da embriyonun yerleşeceği rahim içi dokusunun gebelik için yeterli olmamasını göstermektedir. Bilindiği gibi bir embriyonun rahim duvarına yerleşmesi her zaman gerçekleşmez. Bu olay adet döngüsü içerisinde belirli ve kısıtlı bir dönem içerisinde olmaktadır.

    Bilimsel araştırmalar, bu dönemde rahim içinin yapısının, başka dönemde olmadığı kadar yoğun, büyüme ve gelişmeyi sağlayan faktörlerle aktif olduğunu göstermiştir. Tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan kadınların bazılarında, sorunun belki de bu olabileceği düşünülmüş ve bu durumu düzeltmeye yönelik bir takım yöntem ve tedaviler üzerinde çalışılmıştır.

    Amerika’da yayınlanan RBM online dergisinin son sayısında yayınlanan araştırma sonuçlarına göre; rahim içi hasarlama işleminin açıklanamayan tüp bebek başarısızlıkları olgularında başarı şansını ciddi biçimde arttırdığı açıklandı. Tedavi öncesi rahim içi problemleri saptamaya ve gidermeye yönelik operasyonlar, rahim-içi duvarının kan akımını arttırmaya yönelik vitamin ve ilaç takviyeleri, rahim-içi dokusunun daha normale yakın büyümesine yönelik tüp bebek tedavileri, tüp bebek tedavilerinde oluşan embriyoların dondurulup daha sonra nakledilmesi hep bu durumu iyileştirmeye yönelik girişimlerdir. Rahim-içi dokusunun gebelik için daha uygun hale getirilmesine yönelik çalışmalardan birisi de endometriumun yaralanması işlemidir.

    Genellikle tüp bebek işlemine başlanacak adet döneminden bir önce yapılan bu işlemde histeroskopi veya basitçe bir biopsi aletleri kullanılmakta ve rahim-içi dokusuna hafifçe hasar verilmektedir. Bütün vücut dokularının, yaralanmaya verdiği cevabı rahim-içi dokusuda vermekte ve hemen kendisini iyileştirmeye çalışmaktadır. İşte bu iyileştirme döneminde dokuda açığa çıkan büyüme, iyileştirme ve yapıştırma faktörlerinin, bir sonraki dönemde embriyonun tutunma şansını arttırdığı ileri sürülmektedir.

  • Lazerli Diş Beyazlatma

    Lazerli Diş Beyazlatma

    Evde diş beyazlatma nedir, Diş nasıl beyazlatılır, Diş beyazlatmanın zararı var mı, Diş beyazlatma nedir, Ofis tipi diş beyazlatma nasıl yapılır, Kimler diş beyazlatma uygulamasından yararlanabilir, Diş beyazlatma işlemi nerede yaptırılmalıdır ?

    Fototermal Diş Beyazlatma

    Bu yöntemde de yine bir miktar özel bir jel kullanılır. Ancak kimyasal malzemelerle yapılan diş beyazlatmadan farklı olarak

    yüksek enerjili özel bir ışın demeti uygulanır. Işık kaynağı bir seri LED veya diyot-lazer den oluşabilir. Mutlaka

    dişhekimi gözetiminde yapılmalıdır.

    Fotokimyasal Diş Beyazlatma

    Bu diş beyazlatma tekniğinde, beyazlatma jeli bir UV-lamba (mavi ışık) veya bir KTP lazeri (yeşil ışık) kullanılarakharekete geçirilir. Bu metodu diğerlerinden ayıran özellik ise kullanılan ışık kaynağının da ayrıca dişi beyazlatıcıetkisinin olmasıdır (foto oksidasyon). Bu yöntem, dişler üzerinde daha derin bir beyazlatma sağlar. UV-Işık kullanırkençevre dokular (dudaklar, dişetleri, dil vb.) muhtemel yanık yaralanmalarına karşı iyi korunmalıdır. KTP lazeri kullanırkenise yanma riski yoktur, ancak dişetlerinin beyazlatma jelinin sızıntılarına karşı korunması gerekir (gingiva block). KTPlazeri ile beyazlatmanın büyük bir avantajı da; yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda diş minesi üzerinde yan etkileriningözlenmemiş olmasıdır. Diş beyazlatma işlemi sonrasında yapılacak florid uygulanması diş minelerini güçlendirir veçürümeleri önler.

    Ağız – Diş Sağlığı ve Bakımı Konuları için tıklayın !

    Lazer nedir ve nasıl elde edilir?

    Lazerler tek renkli, düz, yoğun, tek fazlı monokromik ışık üreten cihazlardır. Renkli olduğu gibi renksizde olabilir. Budurum görünürlük dalga boyu ile ilgilidir. Bu dalga boyu ve gücü tıptaki kullanım alanını belirler.

    Lazer yardımıyla, elektromanyetik dalgalar güçlenir ve hizalanır. Böylece, tedavi yapılacak bölgede kesici ve yakıcı etkiyesahip, yüksek enerjili bir ışık demeti elde edilir. Lazerlerin kullanım alanları, lazerin dalgaboyuna göre değişmektedir.

    Dışarıdan ışık verme, elektrik akımı geçirmek suretiyle veya kimyasal bir yolla elde edilenenerji, ortamdaki atomlara ulaşır. Bunların bazıları bu enerjiyi emerler. Fazla enerji, atomları kararsız hale getirir.

    Lazerin çalışma prensibi:

    Kendisine bir foton çarpan, uyarılmış ve kararsız atom, fazla enerjiyi foton yayınlayarak verir. Fotonlar, benzer şekildediğer fotonların yayılmasını sağlar. Uyarmalarla ortamdaki fotonlar daha da artar. Atomların hemen hemen hepsi, fotonyaymaya başlayınca kuvvetlenen ışın demeti oluşur. Bu, laser ışınıdır. Laser ışınları yüksek frekanslı olduklarından güneş ışını özelliklerine sahiptir. Ancak laser ışınları tek frekanslıdır.

    Beyazlatılan dişler ne kadar süre beyaz kalır?

    Farklı diş beyazlatma (bleaching) metotlarıyla beyazlatılan dişler bir kaç yıl beyaz kalır. Fakat bu süre kişiden kişiye değişir. Yeme-içme alışkanlıkları, sigara ve fırçalama alışkanlığı dişlerin beyaz kalma süresini etkiler. Şu unutulmamalıdır ki, bleaching her zaman istediğiniz beyazlığı sağlamayabilir. Beyazlama oranı dişlerinizin beyazlatma işlemi uygulanmadan önceki tonuna bağlıdır ve kişiden kişiye değişir. Bu yüzden diş hekiminiz ile beklentilerinizi önceden konuşmalısınız.

    Diş Beyazlatma veya diş ağartma, genel dişhekimliğinde çokça uygulanan bir işlem olmasına rağmen aslına Estetik/Kozmetik Dişhekimliğinin alanıdır. Çok kimse beyaz dişlerle yapılan bir gülüşü çok çekici bulur. Genelde süt dişleri, erişkinlik dişlerinden daha beyazdır. Kişi yaşlandıkça dişlerinin rengi de zamanla daha koyulaşır. Bu koyulaşma diş minelerinin mineral yapısındaki değişimden kaynaklanır. Dişler ayrıca, bakteri pigmentleri ve tütün kullanımından kaynaklanan renklenmelere de maruz kalabilir.

    Beyaz dişler gençlikle özdeşleştirildiğinden estetik görünümlü olmak isteyen kişiler tarafından oldukça arzulanırlar. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, abartılı bir beyazlık çoğu durumda estetik olmayabilir. Her zaman için yüz ve ağız yapınıza uygundüşen doğal ton daha estetik olacaktır.

    Klinikte Diş Beyazlatma (Office Bleaching)

    Bu diş beyazlatma yöntemi; dişhekimi tarafından klinikte ve genellikle 40-50 dk kadar süren tek seanslık bir işlemle uygulanır. Yöntem hidrojen peroksitin ısı yada ışık ile aktive edilemesi temeline dayanır.
    Dişe sürülen beyazlatıcı maddenin üzerine beyazlatmayı hızlandıran bir ışın uygulanır.

    Klinik Diş Beyazlatmanın (Office bleaching) Avantajları
    • Bir saatlik tek seans sonrası ortalama 8 -12 ton beyazlama
    • İşlem sonrası hassasiyet hissi çok düşüktür
    • Elde edilen renk uzun süre korunur
    • Dişhekimi tarafından uygulandığından ağız dokularının korunması
    • Günlük alışkanlıklardan vazgeçmeden iyi sonuç (sigara, çay, kahve vb.)

    Evde Diş Beyazlatma (Home Bleaching)

    Ev diş beyazlatması veya matris beyazlatma olarak da bilinmektedir. Uygulaması oldukça kolay, güvenli ve etkin bir diş beyazlatma yöntemidir. Evde Diş Beyazlatma Yönteminin

    Avantajları

    Bu yöntemin tek avantajı diğer yönteme göre daha ucuz olmasıdır.

    Etkili Olduğu Durumlar
    • Sarı, turuncu ve açık kahverengi renklenmeler.
    • Kahverengi fluoroz renklenmeleri.
    • Mine opasiteleri. Aslında mine opasitesine etki etmemesine rağmen, minenin diğer bölümleri beyazladığı için opasite daha az dikkat çekici hale gelir.
    • Ön dişlerin çoklu renklenmeleri.
    • Travma geçirmiş canlı dişlerdeki renklenmeler.

    Evde diş beyazlatma yöntemleri için tıklayın !

  • “Hamile kaldım dişlerim gitti” demeyin!

    “Hamile kaldım dişlerim gitti” demeyin!

    Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zeynep Yeşil Duymuş, halk arasında yaygın olan ‘gebe kaldım, dişlerim gitti, bir çocuk, bir diş’ söyleminin kesinlikle doğru olmadığını belirterek, ”Hamile kalmak isteyen kadınlar, hamilelik öncesi ağız ve diş sağlığı yönünden kontrollerini yaptırmalı” dedi.

    Duymuş, Türkiye’de koruyucu hekimliğin henüz istenilen seviyede olmadığını, insanların bıçak kemiğe dayanmadan, dişi ağrımadan doktora gelmediğini, bunun da diş kayıplarına neden olduğunu anlattı.

    Belli aralıklarla yapılacak kontrollerin dişlerde ağrı aşamasına geçilmeden tedavi olanağı sağladığını ve çok daha başarılı sonuçların elde edildiğini vurgulayan Duymuş, ”Ağızdaki bir bozukluk, iltihap, bütün vücudu, mideyi, hatta kalbi etkileyecek kadar etkin olabiliyor. Bu yönü ile ihmal etmeden kesinlikle tedavi edilmesi gerekiyor. Tedavi kesinlikle antibiyotik, ağrı kesici olarak değerlendirilemez. Uzman hekimler aracılığıyla sebepler ortadan kaldırılmalı. Koruyucu tedbirler en başta uygulamaya konulmalı” ifadelerini kullandı.

    Hamilelik öncesi kadınlara önerilerde bulunan Duymuş, ”Hamile kalmak isteyen kadınlar, hamilelik öncesi ağız ve diş sağlığı yönünden kontrollerini yaptırmalı. Hanımların ağızlarındaki bütün problemleri giderdikten sonra hamile kalmaları gerek. Hamilelik süreçlerinde de kesinlikle ağız sağlığını ihmal etmemeleri, dişlerine bakmaları, fırçalama ve ağız sağlığına çok dikkat etmeleri gerek” diye konuştu.

    Hamile kaldıktan sonra müdahalenin zor olduğunu ifade eden Duymuş, ”Halk arasında yaygın olan ‘gebe kaldım, dişlerim gitti, bir çocuk, bir diş’ söylemi kesinlikle doğru değil. Problem annenin ağız sağlığını ihmal etmesi. Hamilelikle ilgilenirken ağız sağlığı ihmal edilince bu sorunlar ortaya çıkıyor. Hamilelik sürecinde müdahale biraz daha güç olduğu için bu süreçte diş kayıpları yaşanabiliyor. Bunun önüne geçmenin en kolay yolu hamilelik öncesi alınacak tedbirler ve hamilelik sürecindeki bakım” dedi.

    ”SÜT VERDİKTEN SONRA BEBEĞİN AĞZI BOL SUYLA TEMİZLENMELİ”

    Duymuş, bebeklerde de doğumdan itibaren ağız sağlığının önemli olduğunu belirterek, şunları söyledi:
    ”Süt verdikten sonra bebeğin ağzı bol suyla temizlenmeli. Bebekler besledikten sonra bol su içmeli. Ağızdaki kalıntılar temizlenmeli. Çocukların dişleri temizlenmediği zaman diş çürükleri oluşuyor. Erken yaşta diş çürüğü olduğu zaman tedavisi çok zor. Çocuk tedaviyi kabullenemiyor. Bu nedenle süt içen çocukların bol su ile ağız temizliği yapılırken, belli bir yaşa gelmeden dış fırçalama alışkanlığının geliştirilmesi gerekiyor. Aileler bu yönde en etkin rolü oynuyor. Çocukların ağız sağlığı için koruyucu tedbirleri aileler almalı.”

    Prof. Dr. Duymuş, dil fırçalamanın da ağız kokusu için önemli olduğunu ifade ederek, sadece dış fırçalayıp dili temizlememenin ağızda koku oluşturacağını, dolaylı olarak diş çürüklerine de yol açabileceğini kaydetti.

    AA

  • Gebelikte diş ve dişeti tedavisi

    Gebelikte diş ve dişeti tedavisi

    Diş Hekimi Semra Güler Beşer, ağız ve diş sağlığının devamlılığını sağlamak için yaşam boyu etkili ve yeterli bakım gerektiğini söyledi. Hamilelikte ise diş bakımının bir kat daha önem kazandığına işaret eden Beşer, bebeğin diş gelişiminin anne karnında başladığını kaydetti.

    Özel Bursa Bahar Hastanesi’nden Diş Hekimi Semra Güler Beşer, hamilelik döneminde annenin hem kendi sağlığı hem bebeğinin diş gelişimi için dengeli beslenmeye dikkat etmesi gerektiğini vurguladı. Beşer, diş sağlığı için protein, A vitamini (et, süt, yumurta, sarı sebze ve meyveler), C vitamini (narenciye, domates, çilek), D vitamini (et, süt, yumurta, balık) ve kalsiyumdan (süt ve süt ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler) zengin gıdaların yeterince alınması gerektiğini açıkladı. Beşer, şöyle dedi:

    “Bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılmalıdır. Kullanılan ilaçlar bebeğin diş sağlığının yanı sıra genel vücut gelişimini de olumsuz yönde etkileyebilecektir. Bebeğin diş sağlığı konusunda bilgili olmak, çocuğunuzun ömür boyu sağlıklı dişlere sahip olmasında ilk basamaktır. Hamilelik, tüm vücudun fiziksel ve psikolojik yönden pek çok değişikliklere uğradığı bir dönemdir. Ağzımız ise vücudun bu tür değişikliklerine karşı çok hassas olan bir bölgesidir. Anne adayı hamilelik süresince ister istemez devamlı bebeğini düşündüğü için kendi kişisel bakımını ihmal edebilir. Mide bulantıları ve kusmalar ağız içinde zararlı etkilere neden olur. Bazı yiyecek ve içeceklere karşı aşırı ilgi veya aşırı tiksinme duyulması sonucu ağız da bundan etkilenir.”

    “HAMİLELİKTE ANNE DİŞLERİNDEN KALSİYUM ÇEKİLMEZ”
    Hormonal etkiler sonucunda ağız içinde bazı değişimler olduğunu belirten Dt. Semra Güler Beşer, kandaki ve tükürükteki asit miktarı arttığı için dişlerin çürümesinin kolaylaştığını söyledi.

    Dişin çürümesinin, bakterilerin salgıladığı asitlerle dişin yumuşaması anlamına geldiğine işaret eden Beşer, hamileliğin erken safhalarında diş etlerinde şişlikler, kızarıklıklar gözlenebildiğini, bu şekildeki diş etinin oldukça hassas ve kolayca kanadığını dile getirdi. Halk arasındaki, ‘Hamilelik döneminde annenin dişlerinden kalsiyum çekildiği ve bu nedenle her bebeğin anneye bir diş kaybettireceği’ anlayışının yanlış olduğuna dikkat çeken Dt. Beşer, hamilelik döneminde vücuttaki dengenin bozulmasının dişlerin çabuk çürümesine uygun bir ortam oluşturduğunu kaydetti.

    Beşer, hamilelikte dişlerin daha çabuk çürümesinin sebeplerini şöyle sıraladı: “Bebek beklenen dönemde tatlıya, abur cubura aşırı istek belirir ve bunlar yendikten sonra diş fırçalama ihmal edilmesi, ilk aylarda görülen kusmalardan sonra annenin ağız bakımına yeterince özen göstermemesi, gebelik hormonlarının (östrojen, progesteron) etkisi ile dişetleri daha çabuk kanayan annenin, dişlerini fırçalamaktan kaçınması sayılabilir. Bu nedenlerden dolayı, bu dönemde diş sağlığına daha fazla özen göstermek gerekir.”

    GEBELİKTE DİŞ VE DİŞETİ TEDAVİSİ
    Hamilelik süresince rutin muayene ve diştaşı temizliği yapılabildiğini anlatan Beşer, acil olmayan tedavilerin yalnızca gebeliğin ikinci trimesterinde (hamileliğin her üç aylık bölümü) yapıldığını kaydetti. Acil tedavilerin hamileliğin her trimesterinde yapılabildiğini belirten Dt. Semra Güler Beşer, “Herhangi bir anestezi ve ilaç kullanımı söz konusu olduğunda kadın doğum uzmanı ile istişare yapılmalıdır. Diş röntgen filmleri ise ancak çok acil olan durumlarda anne adayına kurşun önlük giydirilerek alınabilir.

    Hamile olmayı düşünen veya hamile olan her kadın, mutlaka bir diş hekimi kontrolünden geçmeli, ağız sağlığı için neler yapması veya yapmaması gerektiğini öğrenmeli ve gereken tedavilerini yaptırmalıdır. Bu, hem annenin hem de çocuğunun sağlığı için çok önemlidir. Genellikle acil olmayan işlemler hamilelik sürecinde yapılabilir. Ancak herhangi bir diş tedavisi için en uygun zaman 4. ve 6. aylar arasıdır. Şiddetli ağrının eşlik ettiği acil durumlarda tedavi hamileliğin herhangi bir döneminde yapılabilir. Anestezi ve ilaç verilmesini gerektiren durumlarda jinekolog ile irtibat kurulmalıdır. Ertelenebilecek işlemler doğumdan sonraya bırakılmalıdır. Eğer dişlerde derin diştaşı birikimi varsa diş hekimi tarafından elimine edilmelidir. Diğer diş tedavilerinde olduğu gibi diştaşı temizliği de özellikle hamileliğin ikinci üç ayında yapılmalıdır.” diye konuştu.

    İyi bir beslenme ile beraber yeterli ağız diş bakımı yapılırsa, hamilelik döneminde normal dönemden farklı bir diş sorunu ile karşılaşılmayacağının altını çizen Dt. Beşer, hamilelik sırasında beslenme, hem annenin hem de bebeğin genel sağlığı ve ağız diş sağlığı için önemli olduğunu vurguladı. Beşer, hamilelikte bebeğin diş gelişiminin 5. ve 6. haftalarda başladığına işaret etti.

    CİHAN