Çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak ve başarılı bir kariyer grafiği yakalamasını sağlamak birçok anne-babanın ortak hedefi. Ancak göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri de çocuğun mutlu ve özgüvenli bir birey olarak büyümesi.
Mutlu, ne istediğini bilen ve özgüvenli çocuklar yetiştirmede rol model olarak görülen anne-babalara önemli sorumluluklar düşüyor. Çünkü çocuk dünyaya gözünü açtığı andan itibaren karşısında anne-babasını görüyor ve hayata onlarla birlikte hazırlanıyor.
“Günümüzde artık hangi anneye sorsanız, ‘çocuğum şöyle akademik kariyer yapsın, böyle başarılı olsun’ demek yerine, ‘çocuğum mutlu ve özgüvenli olsun’ diyor” diye konuşan Aile Koçu Saadet Demir Algan, çocuklarda özgüven yaratmanın inceliklerine değindi, özellikle bu konuda annelere düşen sorumluluklar hakkında şunları söyledi:
“Biz yeni nesil anneler, insan psikolojisi gelişimi, araştırmalar ve yaşadığımız tecrübeler sonucu artık biliyoruz ki, hiçbir mevki, hiçbir başarı, mutluluk kadar tatmin edici değil. Hiçbir başarı, sağlıklı düşünen, özgüven sahibi kişi kadar uzun vadeli değil.
Bunun bilicinde olan anneler olarak; çocuklarımız mutlu olsun istiyoruz ve bunun için de yapılacak şey; ne istediğini bilen, özgüvenli bireyler yetiştirebilmek.
Bugüne kadar, bu konuyla alakalı görüştüğüm tüm pedagog ve çocuk gelişim uzmanlarının genel kanaati; ‘Siz aile olarak, çocuklarınızın aynasısınız. Eğer siz kaygılı ve kontrol edici tavırlarınızla sürekli çocuğunuzu yönetmek isterseniz bu ona yansır ve siz hangi okula gönderirseniz gönderin, hangi eğitim sistemini uygun görürseniz görün çocuk özgüven konusunda eksik kalır” şeklinde.
“ÇOCUK, ‘BENİM YERİME HER ŞEYİ ANNEM DÜŞÜNÜR” DEMEMELİ”
Ben, anne olarak çocuğuma kaygılarımı; vücut dilim ya da cümle içinde ‘ben senin yerine yaparım’ alt mesajı ile verirsem, çocuğun özgüveni yerle bir oluyor. Çocuğum; ‘nasılsa benim yerime her şeyi düşünen bir annem var’ diyor.
Sözün özü; biraz rahat olmak gerek bu ortamda, ama nasıl? Her gün yaşanan kötü olaylar hepimizi ister istemez kaygılı hale getiriyor. Bu konudaki genel görüşü ise şöyle özetleyebiliriz: Çocuk kontrol alanınızda olsun, en azından bilinçlenene ve size her şeyi anlatacak yaşa gelene kadar. Ancak bu dönemde bile sizin gözetiminizde olduğunu fark etmesin. Bu durumda yine bize çok iş düşüyor.
ÖZGÜVENLİ ÇOCUK YETİŞTİRMENİN PÜF NOKTALARI
Peki çocuğun özgüvenini geliştirmek için başka neler yapmalıyız? İşte cevaplar:
– Odasına kapıyı vurmadan ve izin almadan girmeyin.
-Odasını toplamayın, bırakın sorumluluk alsın. Kendisi toplayıncaya kadar odasında hiçbir şeyin yerini değiştirmeyin, sabırlı olun.
– Ev içinde ona ufak tefek sorumluluklar verin.
– Onu dinleyin, sözünü kesmeyin, sıkılsanız bile belli etmeyin ve siz konuşurken onun da sizi bölmeden dinlemesini rica edin.
– Çocuğunuza karşısındakine saygılı olmayı öğretin ve onunla ‘ben’ diliyle konuşun.
‘Ben’ dili ne diye soracak olursanız, bir sonraki yazıyı beklemenizi öneririm.”
Hoşgörülü ve sağlıklı psikolojiye sahip çocuklar büyütmede anne-babanın öğretileri kadar, davranışları da son derece önemli. Çünkü “kriz” anlarında verecekleri tepki ve sergileyecekleri davranışlar, çocuğun hem algılarını hem de kişiliğini belirleyen önemli etkenler arasında.
Tepkilerini ve davranışlarını pekiştirme çağındaki çocuklara verilecek eğitim kadar, onlara örnek olacak davranış kalıpları da önem taşıyor. Çocuğun kişiliğinin ve algılarının gelişmesinde etkili olan bu konuda en büyük rol ise aile bireylerine, özellikle de anne ve babalara düşüyor.
Aile Koçu Saadet Demir Algan da bu noktaya dikkat çekiyor ve stres oranının arttığı durumlarda çocuğa yaklaşımın ipuçlarını şöyle aktarıyor:
“Bu zamanda çocuklarımızı sağlıklı psikolojik yapıya sahip olarak büyütmeye çalışmak bazen tabiri-i caizse ‘iğne ile kuyu kazmak’ gibi geliyor bana.
Bir sürü şeyden ve hatta kendi insani duygularımızdan (öfkemizi, üzüntümüzü onlara yansıtmamak için) bile vazgeçerek, ‘aman etkilenmesinler, aman sinirlenmeyeyim, yorulsam da belli etmeyeyim’ diyoruz ama annelik bu kadar zor olmamalı aslında.
“MUTLU VE HOŞGÖRÜLÜ ANNEYE SAHİP OLMAK ÇOCUK İÇİN ÇOK ÖNEMLİ”
Biz mi bu kadar zorlaştırıyoruz fazlaca araştırıp, irdeleyerek yoksa aslında doğruyu yaparken bu karmaşık hayat mı bizi yoran bilemiyorum.
Kendi adıma söylüyorum; uzun süre çocuklarımın yanından hiç ayrılmamayı, onları hep yanımda tutmayı, iyi anne olmak sanıyordum ama anladım ki; aslında çocuklarım için doğru olan şey; mutlu ve hoşgörüsü yüksek bir anneye sahip olduklarını anlamaları, bunun farkına varmaları.
Aslında bunun farkında olan, annelerin hepsi çocuğuna sesini yükseltmiş bile sayılamayacak desibelde kalmış olsa bile yine de annelik vicdan azabı ile birleşince bizleri fena halde üzüyor, kalp ağrısına dönüyor…
Bu yazdıklarım, şu an çocukları 3 yaşın altındakiler için pek bir şey ifade etmese de 3 yaşından sonra fazlaca ‘erken ergen’ olan çağımız çocuklarına, bazen bazı şeyleri hele ki bu yorgun beden ve beyinlerle anlatmak oldukça zorlaşıyor.
SİZ BAĞIRIRSANIZ, ÇOCUK DA BAĞIRIR
Peki, çocuklarımıza zamansızlıktan, yorgunluktan, tahammülsüzlükten veya artık sabırsızlıktan sesimizi az da olsa yükselttiğimizde ne yapmalıyız?
Her anne dönem dönem kendini yorgun, tahammülsüz ve sabırsız süreçlerin içinde bulabilir. Eğer yaşamımızda gelişen rutinimizin dışında bir değişim yoksa, bu başa çıkma becerilerimizin zayıfladığı ya da yetersiz kaldığı anlamına gelebilir. Tam da bu noktada becerilerimizi tekrar güçlendirmek ve süreci yeniden yapılandırmak gerekir.
Çocuğa agresif şekilde yaklaştığınızda size tepkisi, aynı agresif davranış tarzıyla cevap vermek olacaktır. Ve bu bir kısır döngü içerisinde sürüp gidebilir, ta ki taraflardan biri değişim gösterene kadar.
Bu değişimi de kendini ve davranışlarını kontrol edebilme becerisi daha gelişkin olan biz yetişkinler başlatmalıyız. Sınırlarını net koyan, seçenekleri ve sorumlulukları hatırlatan, kişiliğe değil davranışa odaklanan ve her şeyden önce çocuğunu anlamaya çalışan anne babalar olmaya çalışmak, çocuklarımızla olan ilişkilerimizi yapılandırırken önemsememiz gereken konulardır.
Bağırmak yerine davranışsal tepkiler her zaman daha etkilidir. Sadece bu dönemlerde değil çocuğunuzu yetiştirdiğiniz her dönem ona seçenekler sunun ve seçiminin sonucu her ne olursa olsun ona katlanmasını sağlayın. Ancak bu sayede duygu ve davranışlarının sorumluluğunu alan bireyler yetiştirebiliriz.
TAHAMMÜLÜNÜZ AZALDIĞINDA NE YAPMALISINIZ?
Peki tahammülümüz azaldığında ve başa çıkma becerilerimiz zayıfladığında kendimize yönelik ne yapmamız gerekir?
En önemlisi birey olarak kendi sınırlarımız dahilinde özel alanlar yaratmalıyız. Bu alanlar kişinin kendini mutlu hissettiği ve kendine ait olarak tanımladığı aktiviteler olmalıdır. Hayat, aile ve iş arasında gidip geldiğinde sıkışmışlık hissi yoğunlaşır ve kronikleşir. Bu yüzden kişinin kendine ait alanlar yaratması çok önemlidir. Çocuğunuzu yetiştirirken kendinizi asla ihmal etmeyin…”
En iyi ebeveynler bile çocuğa disiplin verirken zorluk çekebiliyor ki bu fazlasıyla normal. Peki, sorunun asıl nelerden kaynaklandığını hiç düşündünüz mü? Çoğu zaman ebeveynler, çocuklarına davranışlarında kendi çocukluk problemlerini de masaya taşıyabiliyor. Çocuklarla birlikte geçmişimizden taşıdığımız ve unuttuğumuzu sandığımız duygular tetiklenerek su yüzüne çıkabiliyor.
Çocuğunuzun yaptığı bir davranış sizi derinden etkiliyor, sinirlendiriyor ya da görmezden gelinmiş hissettiriyor olabilir. Bu duygularla mücadele ederken çocuğunuza karşı sakin ve mantıklı kalmak, en doğru adımları atmanızı sağlayabilir. Peki, çocuğa disiplin aşılarken sakin kalmak için ne yapmak lazım?
1. Öncelikle sakin kalın
Kendinize sinirlendiğinizde davranışlarınız tutarsız hale gelir. Şöyle ki çocuğunuz koltukların üzerinde zıplıyor ve siz onu görmezden geliyorsunuz. Ancak son anda en sevdiğiniz vazoyu kırıyor ve siz birden sinirleniyorsunuz. İşte tam da bu noktada vereceğiniz tepki, çocuğunuzun bir daha yapmasını engellemek yerine onu korkutabiliyor. Bu yüzden birkaç derin nefesle önce kendiniz sakinleşmeli, sonra çocuğunuzla bu davranışı üzerine konuşmalısınız.
2. Sonuca odaklanın
Kendi sinirinizi dışa vurduğunuzda disiplin etkili hale gelmiyor ve çocuğa bağırmak, onu mantıklı düşünebilmeye teşvik etmiyor. Böyle bir durumda varmak istediğiniz sonuca odaklanmak en doğrusu. Çocuğun, anne babayla olan ilişkisinde onlara güvenebileceğini ama her zaman kendi istediklerinin olmayacağını bilmesi gerekir. Eğer çocuğunuzla ilişkinize bu şekilde bakarsanız daha bilinçli ve etkili adımlar atabilirsiniz.
3. Duygusal bağlantı kurun
Bir çocuk stres altındaysa ya da farklı davranıyorsa onunla aranızda duygusal bir bağ kurmayı deneyin. Bu çoğu zaman fiziksel temasa geçmek, onun görüş seviyesine inmek ve gözlerinin içine bakmakla gerçekleşir. Onları sakinleştirmek için akıl ve mantık kullanmadan önce duygularına hitap edin. Çocuk sakinleştikten sonra probleme çözüm bulabilirsiniz. Örneğin çocuğun stres altında hissetme sebebi bir ödevse ona bunu yapmamasını söyleyemezsiniz ama öncesinde onu mutlu edecek bir aktivite önerebilirsiniz. Ayrıca çocukları derse motive etmek için Çocukları Ders Çalışmaya Motive Etmenin 8 Yolu yazımız da size fikir verebilir.
4. Yalnız bırakmayın
Çocuğu yalnız bırakarak cezalandırmak onu uslu davranmaya teşvik etmez. Yalnız bırakılan çocuk, gelişimi için öğrenmesi gereken derslerden mahrum kalır. Herkes çocuğunun zor koşullarda bile iletişim kurabilmesini ister. Gerçek hayatta söz konusu sosyalleşme ve diğer insanlarla iletişim kurmaya gelince bir çocuğun mola veremeyeceğini ya da bir yere kaçıp saklanamayacağını öğrenmesi için sorunlarla yüzleşmesi en doğrusu.
5. Empati kurmayı öğretin
Çocuğa, yaşadığı bir olaydan ders verebilmek için karşısındaki kişinin ne hissettiğini sorgulamasını anlatmak çok önemlidir. “Başka birisi izin istemeden senin oyuncağını alsaydı nasıl hissederdin?” gibi bir soru, ona bağlantı kurmayı ve empati kurmayı öğretir. Bu yöntem sayesinde çocuk, içi boş özürler dilemek yerine karşısındaki insanın hissettiklerini ve yaşadıklarını anlamaya başlar.
6. Örneklerle yol gösterin
Anne-baba olarak çocuklarımıza nasıl yetişkin olunacağını öğretmek bizim sorumluluğumuz. Çocukları şımartmak, onlara yapay bir önemlilik hissi kazandırır ve bu durum, büyüdüklerinde hayal kırıklığına uğramalarına neden olabilir. En doğru yöntem, çocuğa iyi örnek olmaktır. Eğer siz merhamet, sabır, dürüstlük, cömertlik gibi duygularla yaklaşırsanız çocuğunuz da ileride aynı özelliklere sahip olacaktır. Her zaman nazik, destekleyici ve sevgi dolu olmalı, onlara güven duygusu vermelisiniz.
Ayrıca unutmayın ki çocuğunuz bu hayatta sizin yansımanız değil, kendi başına bir birey olmalı. Bu yüzden kendi dünyalarını ve kişiliklerini keşfetmelerine, birey olma duygusunu hissetmelerine izin verin.
Çocuklarda görülen ısırma davranışın altında çevresel ve psikolojik nedenler olabileceğini söyleyen Psikolog Levent Erdem, “Çocuğunuz arkadaşlarını ısırıyorsa sebebi dikkat çekme isteği olabilir. Çocuklar özellikle arkadaş ortamında, anne babanın başka çocuklarla ilgilenmesini kıskanıp dikkatini kendi üzerine çekmek için arkadaşlarını ısırabilir” dedi.
Psikolog Levent Erdem, anne babalara uyarılarda bulundu:
– Önce sakin olun ve sinirlenmeyin, bağırmayın tepkilerinizi kontrol edin. Bu sırada çocuğu da sakinleştirin. Ona sarılmak iyi bir yaklaşım olabilir.
– Sonuçla yüzleştirin. Davranışın güzel ve uygun bir davranış olmadığını söyleyin. Davranışın sonucunu söyleyin. Örneğin, ‘Isırdığın arkadaşının canı çok acır, senin de canın acıdığında nasıl olduğunu hatırla. Arkadaşlarının canını acıtmak güzel bir davranış değil’ gibi bir cümle söyleyebilirsiniz.
– Ceza vermek yerine anladığınızı hissettirin. Çocuğu özellikle arkadaşlarının içinde rencide edecek doğrudan cezalardan uzak durun. Örneğin ‘Bu kadar sinirlenecek durumu bana da söyler misin? Sana yardım etmek istiyorum.’ gibi bir cümle söyleyebilirsiniz.
– Konuşturun ve çözüm üretin. Anlatmasını isteyin neler olduğunu ve neden sinirlenip ısırdığını. Bunu kısaca anlatmasını sağlayın. Arkadaşını “oyuncağını aldı diye” ısırdıysa ona çözüm önerisi sunun. Örneğin ‘Mehmet bu durumda arkadaşını ısırmak yerine oyuncağını vermek istemediğini söylesen daha iyi olur.’ Önlem alın.
– Çocuğunuzun enerjisini harcamasına izin verin, çok sıkıldığı ortamlara uzun süre maruz bırakmayın, küçük ve basit konularda kendi seçimini yapmasına fırsat tanıyın. Çocuğunuzun ısırma davranışını durduramıyorsanız bir gelişim psikoloji uzmanına başvurmanızda yarar vardır, unutmayın.
Yeni doğan çocuğun başetmesi gereken en önemli problem yaşadığı dünyayı öğrenmesi anlamasıdır. Bu problem yetişkinlere kolay görünebilir. Yetişkin dünyanın kapsamı hakkında ayrıntılı bilgi edinmiştir. Çocuk dünyanın kapsamında olan sayısız şeyi öğrenmekle karşı karşıyadır.
Bireyin, çevresindeki dünyayı anlamasını ve öğrenmesini sağlayan aktif zihinsel faaliyetlerde gelişime BİLİŞSEL GELİŞİM adı verilmektedir. Bilişsel gelişim; bebeklikten yetişkinliğe kadar bireyin çevreyi, dünyayı anlama, düşünme yollarının daha kompleks ve etkili hale gelme sürecidir.
Piaget, Bruner ve Vygotsky çocuğun çevresindeki dünyayı değişik yaşlarda nasıl ve niçin böyle gördüğünü ve algıladığını belirlemeye çalışmışlardır.
PLAGET’YE GÖRE GELİŞİM DÖNEMLERİ
Plaget, bilişsel gelişimi dört temel evreye ayırmıştır. Bunlar sırasıyla; duyusal motor, işlem öncesi, somut işlemler, soyut işlemler dönemleridir. Plaget’ekibi göre çocuk bir dönemde kazanması gereken tüm şema ailesine sahip olup gerekli biliş yapılarını oluşturduğunda o dönemdeki gelişimini tamamlamaktadır.
Plaget tüm çocukların bu gelişim aşamalarının sırasıyla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Bir gelişim dönemini atlayarak diğerine geçemez. Ancak çocukların gelişim dönemlerine girme ve tamamlama yaşları birbirinden faklılık gösterebilir.
Çocuklarda bilişsel gelişim, genetik ve çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Çocuklarda bilişsel gelişim potansiyelinin genetik olduğu, fakat yeterli beslenme ve zengin uyarıcıların da bilişsel gelişim üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.
Yeterli ve dengeli beslenmenin toplum sağlığı üzerindeki olumlu etkileri kanıtlanmış bir ger- çektir. İnsan vücudu bir makine gibidir ve çalışmak için enerjiye ihtiyaç duyar, bu enerjinin sağlanması için, yeterli ve dengeli beslenmek gerekmektedir.
Beslenme, karın doyurmak değil, vücutta yeni dokuların yapılması, eskiyen hücrelerin onarılması, hastalıklara karşı vücut direncinin sağlanması, kısaca büyüme, gelişme ve sağlıklı olarak yaşamın devamı için, besinlerin vücuda alınması ve kullanılması olarak tanımlanmaktadır.
Dünyada her yıl, bir milyon dört yüz bin bebek sinir sisteminin gelişimiyle ilgili yaşam boyu olumsuz sonuçlar yaratacak olan ağır bir hastalıkla birlikte doğmaktadır. Bu hastalıkların nedenleri büyük ölçüde bilinmemektedir. Ancak doğum ağırlığının düşük olmasıyla zeka geriliği, görme fonksiyonlarında bozukluk, beyin felci, retinopati, körlük ve otizm arasında bağlantı bulunması önemli bir ip ucudur.
Ayrıca, bu hastalıkların sıklığı doğum ağırlığı 3.5-4.5 kilogram arasındaki bebeklerde % 0.6-0.8 iken, doğum ağırlığı 1.5 kilogramın altında olan bebeklerde bu oran % 20’ye çıkmaktadır. Görünürde birbirinden farklı olan bu hastalıkların ortak yönü beynin gelişme aşamasında ortaya çıkmalarıdır. Fetus ( anne karnındaki bebek ) beyninin gelişiminde, en önemli etmenlerden biri de annenin nasıl beslendiğidir.Çünkü, beyin hücrelerinin bölünmelerinin % 70 kadarı doğum öncesinde tamamlanmaktadır. Bu aşamada plasenta henüz gelişmediği için, embriyonun beslenmesi tamamen annenin sağlığı ve beslenmesine bağlıdır . Bilişsel gelişim üzerinde etkisi bilinen beslenme ile ilgili pek çok faktör olduğu pek çok bilimsel çalışma sonucunda günışığına çıkarılmıştır.
BESİN ÖĞELERİNİN BİLİŞSEL GELİŞİM ÜZERİNE ETKİLERİ VAR MIDIR?
Yağ asitlerine bakacak olursak öncelikle yağın, insan yaşamı için gerekli olan temel besin öğelerinden biri olduğunu görürüz. Yağlar, bazı besinlerin doğal bileşiminde bulunur ve insan vücudunda yapılamayan çoklu doymamış yağ asitlerinin vücuda alımını sağlar. Çoklu doymamış yağ asitleri n-3 ve n-6 yağ asitleri olmak üzere 2 grup altında toplanmaktadır. Vücutta yapılamayan ve özel işlevlerinden dolayı elzem olarak kabul edilen bu çoklu doymamış yağ asitlerinin (n-3 ve n-6) miktarları, özellikle anne sütünde inek sütüne göre daha fazladır. Ayrıca, anne sütünde beyin gelişiminde etkin role sahip olan n-3 yağ asitlerinden alfa-linolenik asit (ALA) ve bundan sentezlenen eikosapentoenoik asit (EPA) ve dekosahekzoenoik asit (DHA) bulunmasına karşın, inek sütünün bileşiminde bu yağ asitleri bulunmadığı yapılan pek çok bilimsel çalışmada gösterilmiştir.
Beyin gelişiminin hızlı olduğu gebeliğin son üç ayında, anne plasenta aracılığıyla fetusa n-6 yağ asitlerinden AA (Araşidonik Asit) ve n-3 yağ asitlerinden DHA’yı sağlamaktadır. Diyetle DHA’nın yetersiz alınmasının da öğrenmeyi olumsuz yönde etkilediği pek çok çalışmada görülmüştür.. Merkezi sinir sisteminin gelişimi doğumöncesi(prenatal) yaşamın son ve postnatal ( doğumsonrası )yaşamın ilk aylarında tüketilen yağların kalitesine ve miktarına bağlı olduğu unutulmamalıdır.. Doğumöncesi ve doğumsonrası dönemde bebeklere bu yağları, plasenta aracılığıyla doğum öncesi ve sonra da anne sütü sağlamaktadır . Anne sütü immatür ( olgunlaşmamış ) beyin gelişimi için gerekli olan tüm besin öğelerini içerdiği için nörolojik fonksiyonların mükemmel ve hızlı gelişimini sağlamaktadır. Anne sütünün yapısında bulunan çoklu doymamış yağ asitleri, özellikle de DHA ve AA nörolojik gelişimi olumlu yönde etkilemektedir.
Beynin %60’ı lipitlerden( yağlardan ) oluşmuştur. DHA ve AA beyin yapısını oluşturan en önemli lipit bileşenlerindendir.
Bir çalışmada anne sütüyle beslenen bebeklerin kan DHA konsantrasyonlarının formüla mamalar ile beslenenlere kıyasla daha yüksek olduğunu saptarken, yapılan bir başka çalışmada, anne sütü alma süresinin uzamasıyla beyin korteksi DHA içeriğinin önemli düzeyde arttığı bulunmuştur .
Buna ek olarak, eritrosit DHA düzeyi ile beyin korteksi DHA düzeyi arasında önemli korelasyonlar bulunmuştur. Farklı bir çalışmada da serum DHA konsantrasyonu ile Bayley mental ve psikomotor gelişim testleri sonuçları arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptamışlardır. Bazı çalışmalarda serum ve eritrosit DHA düzeylerinin formüla mama ile beslenen bebeklerde anne sütü ile beslenenlere kıyasla daha düşük olduğu, primatlar ve insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda da anne sütüyle beslenen bebeklerin görüntü keskinliği testi puanlarının formüla ile beslenenlere kıyasla daha yüksek olduğu ve bu performansın eritrosit DHA konsantrasyonu ile ilişkili olduğu belirtilmiştir.
Sonuç olarak, anne sütünde bulunan besin öğelerinin prematüre ve normal zamanda doğan bebeklerin nörolojik gelişimleri üzerinde önemli etkilere sahip olduğu saptanmıştır
Elzem yağ asitlerinden n-3 ve n-6 yağ asitleri, organizmada bazı desatürasyon( doymuş bileşiği doymamış hale çevirilmesi ) enzimleri için yarışırlar. Bu nedenle diyette n-6/n-3 oranı metabolik açıdan önemlidir. Hayvanlarda da büyüme sırasında n-3 yağ asitlerinin diyetle yetersiz alımının beyin ve retina DHA düzeyini azalttığı, bu durumunda, görme fonksiyonlarını ve öğrenme performanslarını etkilediği bulunmuştur.
Gün geçmiyor ki konu ile ilgil bu sonuçları destekleyen bir çalışma olmasın, örneğin,yapılan bir diğer çalışmada gebe ve emzikli ratlar 5 gruba ayrılarak, n-6/n-3 oranı en düşük 0.32, en fazla 49 olan farklı diyetler verilmiştir. n-6/n-3 oranı düşük diyet alımının ilk günlerde rat yavrularının doğum ağırlıklarını etkilemediği, 15. günün sonunda ise ağırlıklarında %12 oranında azalma olduğu kaydedilmiştir.
Büyümede görülen bu olumsuzlukların, linoleik asidin AA’in yerine geçemediği sürelerde devam ettiği görülmüştür. Diyetin beyin yağ asidi örüntüsünü açıkça etkilediği, diyet DHA düzeyinin artmasıyla, beyin DHA düzeyinin de arttığı ancak AA düzeyinin azaldığı görülmüştür. Diyete AA ilavesi beyin AA düzeyini artırırken, DHA düzeyini azaltmıştır. Diyetin n-6/n-3 oranındaki deği- şiklikler ratların gizlenmiş yerleri öğrenmelerini etkilemezken, düşük n-6/n-3 oranına sahip diyetle beslenen ratların daha yavaş yüzdüğü görülmüştür.
Preterm ( zamanından önce doğan )bebeklere EPA ve DHA’dan zengin balık yağı içeren formül mamaların verildiği bir çalışmada, bebeklerin görme fonksiyonlarında gelişme saptanırken, ilk yıllardaki büyümelerinde azalma kaydedilmiştir. Azalan büyümelerinin psikomotor gelişim skorunun düşüklüğü ile ilişkili bulunmuştur .Diyetin n-6/n-3 oranının 5/1-15/1 arasında olması gerektiği önerilse de Amerikan Pediatri Akademisinin elzem yağ asitlerinin gereksinimi konusunda halihazırda fikir birliği net değildir.
Çoğu araştırmada bebeklerin özellikle görme ve nöral fonksiyonlarının gelişiminde, çoklu doymamış yağ asitlerinin olumlu etkileri olduğu belirlendiği görülmektedir.
Anne sütü bebeklere elzem yağ asitlerini sağlayan çok önemli bir kaynaktır. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler, çoklu doymamış yağ asitlerinin klinik uygulama alanlarında da kullanımına olanak sağlamıştır.
1990’lardan önce pek çok bebek formülalarının ALA konsantrasyonu düşük bulunmuştur. Fakat şimdilerde gelişmiş ülkelerde tüm bebek formülalarına ALA ilavesi yapılmaktadır. Avrupa ve Japonya’da bazı üretici firmalar DHA, DHA ile birlikte AA veya 18:3 n-6 yağ asitlerini preterm (zamanından önce doğan) ve term (zamanında doğan) bebek formülalarına eklemektedirler.
Memelilerin beyninin gri maddesi ve retinadaki lipit içeriğini AA ve DHA oluşturmaktadır. Bu çoklu doymamış yağ asitleri linoleik asit ve ALA gibi diyetle alınan yağ asidi öncülerinden, bir seri desatürasyon ve elengasyonlarla türetilmektedir. AA ve DHA, erken postnatal dönemde beynin büyüme hızının maksimum düzeyde olduğu ve besin öğesi yetersizliklerine daha hassas olan 3. trimesterde beyinde hızla çoğalmaktadır.
Gelişme döneminde n-3 yağ asitlerinden yetersiz bir diyetin, beyin yağ asidi bileşiminde DHA düzeyinin azalması, n-6 yağ asidi düzeyinin artması gibi karakteristik değişiklikler oluş- turduğu belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarında n-3 yağ asidi yetersizliğinin görme fonksiyonları üzerine etkisini saptamada kullanılan elektroretinogramda DHA’nın uyarırlılık potansiyeli olan membranlarda eşsiz rol oynadığı belirlenmiştir
Görsel tanıma üzerinde hiçbir etkisi olmadığı halde, DHA eklenmiş diyetle beslenen preterm bebeklerde daha kısa bakma süresi olduğu bildirilmiştir. Bu etki rhesus maymunlarında görülmüş ve daha uzun bakma süresinin düşük DHA konsantrasyonu ile ilgili olduğu bulunmuştur. Bunun nedeninin ise, dikkatini görsel bir uyarıcı- dan değiştirme yeteneksizliği ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür.
Son zamanlarda yapılan bir çalışmada AA ve DHA eklenen bir diyetle beslenen on aylık bebeklerin, n-3 yağ asidi içeriği çok düşük olan kontrol maması ile beslenen bebeklerle kıyaslandığında problem çözme becerilerinin geliştiği gözlenmiştir .
Başka bir çalışmada ise, bu sonucun tersine DHA eklenen mama ile beslenen ondört aylık bebeklerin dil puanlarının düşük olduğu belirlenmiştir. Ancak bu etkilerin geçici olduğu görülmüştür. Hayvanlarda diyette yer alan kronik LNA eksikliğinin yalnızca retinal ve görsel fonksiyonlarda değişikliğe yol açmadığı, çeşitli öğrenme ve bellek testlerindeki performansta da değişikliklere neden olduğu saptanmıştır. İnsan zekasının gelişiminde beslenmeyle ilgili faktörleri belirleme isteği bağlamında öğrenme üzerindeki vurgu anlaşılabilir olmasına rağmen, bu bakış açısı ile ilgili sorunlar yaratan değişik yöntemsel nedenler bulunmaktadır .
Diyetin yağ asidi bileşimi bilişsel fonksiyonlarla yakından ilişkilidir. Bu nedenle bebeklere ilk 6 ay tek başına anne sütü verilmeli, anne gerek kendisinin gerekse çocuğunun yeterli ve dengeli beslenmesine özen göstermelidir,Annelerin bebeklerini altı ay sadece anne sütü ile sonrasında ek besine geçiş dahil iki yıl emzırmeyi sürdürmeleri konusunda bilgilenmeleri gerçeği kabul edilmelidir.
Çocuk istismarı hakkında hepimiz az ya da çok fikir sahibiyiz ama evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı dediğimizde başlık biraz farklı gelebilir. Evet başlık farklı ama aslında birçok evde yaşanan olayı anlatmak için bundan daha uygun bir başlık olamazdı.
Evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı
Evliliklerde çocuk, evliliği zenginleştiren bir unsurdur ancak maalesef hala sorunlu giden evlilikleri kurtarmak üzere bir can simidi gibi görüldüğünü vurgulamak isterim. Oysa çocuk sorunsuz evliliklerde bile evliliği, getirdiği sorumlulukla ciddi bir sorunlar odağı haline getirebilir.
Evliliklerde çocuk istismarı
Düşünün, henüz birbirine yeni ısınan, birlikte bir hayat düzenine alışmaya çalışan kadın ve erkek yeni kazanmış oldukları eş statüsüne uyum göstermeye çalışırlarken, beklenmedik bir anda, hiç hazır olmadıkları zamanda gelişen bir hamilelik sonrasında dünyaya gelen bebekle bir anda anne baba statüsüne geçmek zorunda kalıyorlar. Bu durum birçok insan için ‘aa ne şirin’ şeklinde karşılanabilir ancak gerçek hayatta durum bu kadar şirin olmayacaktır. Eşlerin birlikte gezip tozmak ve yeni hayatlarına alışmak üzere yaptıkları tüm planlar kalkacak ve gece uykusuzlukları, doktor kontrolleri, çocuk hastalıkları, eve kapanmalar, artan masraflar, ağlamalar ve yoğun stres hayatın akışını değiştirecek. Bu noktada durum kadın ve erkek için ayrı ayrı yön değiştirmeye başlayacak. Örneğin erkek, eşinin sadece bebekle ilgilendiğini ve kendisine zaman ayıramadığını düşünerek içine kapanacak, kadın ise doğumla beraber bedeninin bozulduğunu düşünerek, eşinin kendisinden uzaklaşmasını da çekiciliğini kaybetmesine bağlayacaktır. Ek olarak annenin hamilelik ve doğum sonrası depresyonu yaşayabileceğini de düşünürsek bebek hiç hazırlıklı olunmayan pek çok soruna yol açacaktır. Sorun evliliğin ilk yıllarında çocuk sahibi olmak değildir, sorun çocuk sahibi olmaya hazır olmamaktır. Ya da taraflardan birinin istememesine rağmen diğer eşin çocuk konusundaki ısrarı evliliği sorunlu aşamaya getirecektir.
Evliliklerde çocuk istismarı dediğimizde iki kişi aynı anda hazır olmadan çocuk sahibi olmak ve evlilikle ilgili tüm sorunları o çocuk üzerinden karşı tarafa yansıtmak çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür.
Özellikle çocuğun yanında ‘çocuğunla ilgilenmiyorsun’, ‘ben bu çocuğu annemin evinden getirmedim’, ‘artık dayanamıyorum, çekip gideceğim bu evden’, şeklinde sözler çocuk için çok yaralayıcıdır.
Aynı şekilde diğer eşi hedef gösteren ve çocuğa hitaben söylenen; ‘ o annene söyle, biraz ev kadınlığı öğrensin’, ‘baban baba olsaydı seninle ilgilenir, alıp dolaştırırdı’, ‘sen olmasan ben bu adama / kadına bir dakika bile tahammül edemem’, ‘kimbilir gene kimlerle beraber, bu saat oldu hala ortalarda yok’ şeklindeki diğer eşi suçlayan cümleler, uğruna her şeyi feda edeceğiniz çocuğunuza bilmeden verdiğiniz zararlardan.
İki yetişkinin kendi aralarındaki sorunlarını konuşarak çözmek yerine çocuk üzerinden birbirine yönelik saldırı başlatmak ve sürdürmek hem evlilik için hem de çocuk için hakikaten çok büyük hasarlara yol açıyor. Sorunlarla konuşarak başa çıkamıyorsanız hem birbirinize hem de çocuklarınıza daha fazla zarar vermeden evliliği bitirmek ve tarafların eş olarak sorumluluklarını sonlandırıp, ebeveyn olarak bir ilişkiyi yürütmelerini sağlamak en doğrusu.
Ancak bazen aslı sorun evlilik bittikten sonra da devam ediyor hatta daha da şiddetleniyor. Bu defa eşler ayrılmış olmalarına rağmen birbirlerine olan öfkelerini çocukları üzerinden devam ettiriyorlar ve bu süreçte çocuklarına tahmin edemeyecekleri kadar büyük zarar veriyorlar. Öncelikle her iki eş de sahip oldukları her gücü ve ilişkiyi kullanarak birbirlerini çocukların göstermemek ya da velayetini almak şeklinde tehdit ediyorlar. Son derece medenice eski eşler arasında konuşarak halledilecek olay mahkemelere çok çekişmeli ve tartışmalı bir biçimde yansıyor ve ne yazık ki çocuk bunların neredeyse tamamına tanık oluyor. Olmasa da anne ya da baba diğerinin canını daha çok yakmak adına çocuğuna gerekli gereksiz her ayrıntıyı anlatıyor. Çocuk annesine gittiğinde babası hakkında, babasına gittiğinde annesi hakkında olumsuz sözler duyarak tıpkı bir tenis topu iki sözde yetişkinin(!) arasında oradan oraya savruluyor. Oysa ayrılıklar nasıl gerçekleşmiş olursa olsun tek kelimeyle Travmadır ve zararları olabilecek en az hasarla atlatılmaya çalışılmalıdır. Yani eşler isteyerek ve anlaşmalı da ayrılsa, çatışmalı bir ayrılma da olsa sonuç olarak acı vericidir ve bir an önce bu süreç atlatılmaya çalışılmalıdır. Bu dönemde bir psikolog desteği çok önemli faydalar sağlar. Bireylerin tek başına atlatmaya çalışması kolay değildir. Özellikle yakın aile üyelerinin olur olmaz olaylara dahil olmaya çalışmaları, hemen her konuda fikir verme çabaları iyi niyetli olsa dahi tarafları çok üzecek sonuçlara kadar gidebilir. Eşler istemedikçe olaya çok dahil olmamaya çalışmak ve özellikle eşler arasında laf getirip götürmek evlilik bitse bile sonrası için çok olumsuz sonuçlara yol açabilir. Eşlerin sadece eş olarak bir ilişkiyi sonlandırdığını ama sonraki hayatlarında belki de daha fazla bir ebeveyn sorumluluğu taşıyacaklarını, bu nedenle de birbirilerinin yüzüne bakacak hatırlarının ve iyi niyetlerinin kalması gerektiğini lütfen unutmayın. İyilik yapmak isterken daha fazla zarar veriyor olabilirsiniz. Ayrılık anlarında eşlerin yakınları olarak biraz daha sakin ve serinkanlı kalabilmek çok önemlidir.
Özellikle çocuklarla anne babaların ilişkileri yeni bir sürece gireceği için daha dikkatli olunması gerekir. Ne yazık ki eğitim almış olsa da olmasa da çok fazla anne babanın ayrılıkların acısını çocuklarına yükleyip çocuğun diğer ebeveynle olan ilişkisine ciddi anlamda zarar verdiklerini görüyoruz. Kişisel kırgınlıklarını, eşine söyleyemediklerini, içine attıklarını çocuğuna yansıtan anne ya da baba bu davranışıyla ayrıldığı eşini değil, aslında doğrudan doğruya çocuğunu mahvettiğini maalesef fark edemiyor. Oysa bir çocuğun dünyaya gelmesinde biyolojik olarak eşit hak sahibi olduğunuzu unutmayın. İkiniz aynı anda olmadan o çocuk olamazdı.
Eski eşinize çok kızgın olabilirsiniz, pek çok hayaliniz yarım kalmış olabilir, terk edilmiş, aldatılmış, hakarete uğramış, aşağılanmış olabilirsiniz. Bütün bunların sorumlusu ya da suçlusu yavrunuz değil. Ona annesi ya da babası hakkında söylediğiniz her söz katlanarak size geri dönecek. Nasıl mı?
Senin annen/ senin baban…… diye başlayıp içinizdeki öfkeyle doldurduğunuz cümleler çocuğunuzun beyninde ‘demek ki ben çok kötü bir kadının / adamın çocuğuyum. Peki benim annem / babam bu kadar kötü bir insanla neden evlendi, neden ben oldum? Benim annem / babam iyi insan olsaydı bu kadar kötü bir insanla beraber olmazdı, o zaman her ikisi de kötü mü? O zaman ben de kötü bir çocuğum. Her şey benim suçum.’ Şeklinde algılanabilir ve bu duygularla büyüyen çocuğunuz ilerleyen yıllarda durumun böyle olmadığını görüp, sizin diğer ebeveyniyle görüşmesin diye söylediğiniz cümleler olduğunu öğrendiğinde asıl uzaklaştığı kişi siz olacaksınız. Üstelik o süre boyunca uzak büyüdüğü diğer ebeveyniyle de sağlıklı ilişki kuramadığı için size karşı inanılmaz büyük öfke duyacaktır. Bu durumu hiçbir gerekçeyle haklı gösteremez, kendinizi affettiremezsiniz.
Eski eşinize karşı ne hissediyorsanız lütfen gidip yüzüne söyleyin:
Sana aşığım deyin, seni unutamadım deyin, sana çok öfkeliyim deyin, seni affedemiyorum, seni kıskanıyorum, bana dönmeni istiyorum deyin…
Ne derseniz deyin ama bunu ona söyleyin, çocuğunuzun yanında ya da çocuğunuza onu kötülemek için söylemeyin. Çünkü bu tip söylemler çocuklar üzerinde çok olumsuz sonuçlar doğurur. Örneğin çocuk kendisini her iki ebeveyninin yanında da güvensiz hisseder, bir yere ait olma duygusu, sevme ve sevildiğini hissetme duygusu ağır hasar alır, her an terk edileceğini, yalnız kalabileceğini düşünür.
İlerleyen yaşlarda akranlarıyla ya da karşı cinsle olan ilişkilerinde çok ciddi sorunlar yaşar. Uzun süreli sağlıklı ilişkiler kuramaz, başka insanların duygularına karşı kayıtsızlaşabilir, onay görmek, kabul edilmek ihtiyacı ile kendisinden istenen her şeyi yerine getirme, başkalarının yönetimine kolaylıkla girme davranışları ortaya çıkabilir. Karar almakta ve kendi hayatını yönetmekte önemli sıkıntılar yaşayabilir.
Ebeveynlerinin birbirilerini kötülediği bir ayrılıkta çocuk en az zarar görme duygusuna yönelerek dış dünyaya karşı kayıtsız kalmaya başlayacaktır. Bir anlamda duyarsızlaşma olarak tanımlayacağımız bu davranış aslında bir tür savunma tutumudur. Çocuk kendisini güvende hissetmediği için zarar görme ihtimali gördüğü her ortamda dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara karşı tepkisiz ve duyarsız kalma davranışına yönelebilir. Empati duygusu yeteri kadar gelişmeyebilir, başka insanların acılarına duyarsız kalabilir. Anlayış ve algılama duyguları hasar görebilir.
Çocukluğunda tutarlı ve sağlıklı sevgi ve ilgi görmeyen, annesi ve babası tarafından onaylanmayan çocuklar yaşadıkları güvensizlikleri ve içine düştükleri boşlukları başka şekilde doldurmaya çalışırken, madde kullanımından farklı grup ve örgütlere katılmaya kadar giden çok uç davranış bozuklukları gösterebilirler. Özellikle kendini değersiz hissetme ve bir yere ait olma duygusundaki hasarlar bireyin şimdiye ait zaman ve gerçeklik algısını bozarak başka bir yolla bu duyguyu temin etme ihtiyacına yöneltebilir.
Sevgili anne babalar, bir evlilik bitebilir. Elbette ki bu üzücü sonuçlara yol açacaktır. Ancak bu sonuçları gelecek yıllara yansıtıp yansıtmamak sizin elinizde. Özellikle yaşadığınız hayal kırıklıkları ve öfkeyi eşinize yansıtmak isterken asıl zarar görenin çocuklarınız olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Zira ileride geri alamayacağınız tek şey geçen zamandır ve çocuğunuza çocukluğunda yaşattığınız sevgi ve ilgi eksikliğini bir daha tamir etme şansınız olmayabileceğini de lütfen unutmayın. Zor zamanlarda psikolojik destek almak sizin güçsüz ve çaresiz olduğunuzu değil, aksine güçlü olduğunuzu ve sorunlarla mücadele ettiğinizi gösterir. Destek almaktan çekinmeyin.
Bebeğin doğumundan itibaren kullanabileceğiniz, eğlenceli ve geliştirici ürünler arıyorsanız ilk seçiminizi oyun halısından yana yapabilirsiniz. Yumuşak tabanı ve üzerindeki çeşitli şekillerdeki oyuncakları ile bebeklerin ilgisini her an canlı tutan oyun halıları 8 aylık bebeklere kadar kullanılabiliyor. Peki, bebeklere oyun halısı seçerken nelere dikkat etmek gerekiyor?
1. Ürün özellikleri
Bebeğinizin yalnız başına da keyifli vakit geçirmesini sağlayan oyun halılarını satın alırken dikkat etmeniz gereken özelliklerin başında, ürünün nasıl bir materyalden yapıldığı geliyor. Bebeğiniz için her şeyin en sağlıklısını seçmek birinci önceliğiniz olduğundan, tercih edeceğiniz oyun halısının zararlı bileşenleriçermediğinden emin olmalısınız.
2. Gelişime katkısı
Oyun halıları bebekleriniz için eğlenceli bir alternatif olmasının yanı sıra, gelişime de birçok katkı sağlar. Örneğin sarkan oyuncakları yakalama aktivitesi sunan oyun halıları, yattığı yerden uzanan bebeklerin kas gelişimine katkıda bulunur. Sesli ve ışıklı oyuncakların nasıl çalıştığını keşfetmek, sebep-sonuç ilişkisinin öğrenilmesini kolaylaştırır. Yuvarlanma, emekleme ve oturma gibi becerileri de geliştiren bu oyuncaklar, bebeklerde el-göz koordinasyonu ve kavramlar arasında bağlantı kurma gibi yetenekleri de pekiştirir.
3. Konforlu ve hijyenik tasarım
Bebeğinizin kendi başına eğlenmesini sağlayan oyun halılarını tercih ederken alta denk gelen kumaşın yumuşacık olmasına özen göstermelisiniz. İçerisindeki oyuncakların takılıp çıkarılabilir olması, bebeklerin dilediklerinde sevdikleri oyuncaklarla oynayabilmeleri açısından da önemlidir. Ayrıca oyun halısını saran kumaşların anti bakteriyel ve yıkanabilir özellikte oluşu, bebeğin hijyeni açısından önemlidir. Unutmayın ki bebeğiniz buradaki oyuncaklarla dişlerini kaşımak isteyebilir. Dolayısıyla parçaların yutulabilir büyüklükte olmaması da bir diğer dikkat edilmesi gereken noktadır.
Bebeklerin sesli, ışıklı ve renkli oyuncaklara çok daha tepkisel yaklaştığını biliyoruz. Bu nedenle seçeceğiniz oyun halısındaki oyuncakların böyle olmasına özen gösterebilirsiniz. Özellikle bebekler aynalara bayılır. Ayrıca unutmayın; bebeğiniz bu oyuncaklara en başta biraz çekingen ve korku dolu gözlerle yaklaşabilir. Bunun için ona biraz zaman tanıyabilir, oyun halısındaki oyuncakları keşfetme aşamasında onun yanında olabilirsiniz.
Anne babaların çocuklarını yetiştirirlerken yaşadıkları sorunlardan kendilerini en çok zorlayanlarından biri; çocuklarının evdeki kuralları hiç önemsemeyen, laf-söz dinlemeyen, başına buyruk hareket eden inatçı davranışlarıdır. Acaba bu inatçı davranışlar, normal gelişim dönemine mi ait, yoksa bir davranış problemi haline dönüşmüş hali midir? Öncelikle belirtmek gerekir ki; inatçılık, duygusal gelişimin bir sonucudur. Elbette normal gelişim dönemlerinde yaşanan inatçı davranışlar da, yanlış tutumlar nedeniyle, bir davranış problemi haline gelebilmektedir. Peki, normal inatçı davranışlarla, bir davranış bozukluğu olarak inatçılığı nasıl ayırt edebiliriz? Bunun için öncelikle gelişim dönemlerinin nasıl yaşandığına bakalım.
İlk kritik dönem “birinci yaş dönemi”dir. Çocuk bir yaşından sonra yani yürümeye başladıktan ve yavaş yavaş konuşmaya başladıktan sonra, inatçı davranışlar göstermeye başlar. Anne babanın dediğinin tersini yapmaktan ve kuralları çiğnemekten zevk alır gibidir. Anne “Yapma!” dedikçe, çocuk inadına istenmeyen davranışı tekrarlar. Gözünün içine baka baka hem de.
İstenmeyen davranışları tekrarlayan bir çocuğun amacı, sizi kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir. Niyeti, koyduğunuz kuralın veya istemediğiniz davranışın ne kadar önemli olduğunu test etmektir. Siz aynı olumsuz davranışa aynı tepkiyi gösterdikçe ve bundan taviz vermedikçe gerçeği kabullenir ve sınırları daha fazla zorlamaz.
Anne-baba bu süreçte çocuğun üzerine çok fazla giderse, çocukla inatlaşırsa, cezalar verirse hem bu kritik dönem sağlıklı bir şekilde atlatılamamış olur, hem de davranış problemi haline dönüşebilir.
İkinci kritik dönem “2,5 yaş dönemi”dir. Kas, kemik ve sinir sistemi yönünden yani fizyolojik olarak hızlı bir gelişme gösterdiğinden, uyum sağlamakta zorlanır. Dengesiz, kararsız, olumsuz, her şeye ‘Hayır!’ diyen isyancı bir kişilik sergiler. Psikolojik yönden de “bağımsızlık çabası” içindedir. Yardım istemez, her şeyi kendi başına yapmak ister. Bir yandan da her istediğini kendisi yapamadığının da farkındadır. Bu nedenle engellenmişliğin gerginliğini yaşar.. Aslında bu davranışlarıyla “ben de varım, benim düşüncelerim de değerli ve geçerli” demektedir.
Çocuk, yavaş yavaş kendi varlığını keşfeder ve kendini kabul ettirmek için çaba gösterir. Pek çok dengesiz davranış gösterir. Çok istediği bir şeyi, aniden “ben artık onu sevmiyorum” diyebilir. Bu dönemde anne ile çocuk arasında en sık çatışmalar tuvalet ve temizlik konusunda yaşanır. Anne babanın yapacağı en iyi şey, bir yıldan fazla sürmeyecek olan bu dönemde, çocuktan sevgisini esirgememek ve zor da olsa sabretmektir. Dönem sağlıklı bir şekilde atlatılırsa, çocuk kendiliğinden sakinleşir ve rahatlar.
Üçüncü kritik dönem “4 yaş dönemi”dir. Bu dönemde çocuk kendi başına buyruk, kafasına estiği gibi hareket eden, sağda solda dolaşan, çok konuşan, istekleri hiç bitmeyen, durmadan soru soran ancak cevabını dinleme sabrı göstermeyen, başladığı işi yarım bırakan sabırsız bir çocuktur. Ancak bununla beraber 2,5 yaş çocuğu kadar inatçı değildir. Sabırla soruları cevaplanmalı, istekleri kurallar ve imkânlar dâhilinde karşılanmalıdır.
Dördüncü kritik dönem “6 yaş dönemi”dir. İnatçı ve olumsuz davranışlarıyla sanki 2,5 yaş çocuğu geri gelmiş gibidir. Anne babalar 5 yaşındaki o uyumlu ve uzlaşmacı çocuğun nasıl olup da böyle zıt bir kişilik sergilediğine anlam veremezler. “Bu çocuğa ne oldu, birden huyu çok değişti?” derler. Çocuğun kritik dönemde olduğu unutulmazsa, okula başlama sürecine sağlıklı ve başarılı bir geçilecektir.
Beşinci ve son kritik dönem “ergenliğe geçiş dönemi”dir. Çocuk 12-13 yaşlarında hızlı bir cinsiyet hormonları salgısına maruz kaldığından, bu hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanır. Küçük şeyleri problem yapar, hemen ağlar, çabuk kızar, eleştiriye ve nasihate sert tepki verir. Sizler daha uyarılara ve nasihate başladığınız anda, sıkılmaya ve sizi dinlememeye başlar. Fiziki görünümünü aşırı önemser. Tek bir sivilce bile onu hayata küstürebilir. Okul başarısında düşme görülebilir. Odası dağınık, genellikle duvarları posterlerle kaplıdır. Yüksek sesle müzik dinler. Verilen harçlığı beğenmez. Modaya göre giyinme, erkeklerde saç uzatma ve marka takıntısı başlar. Bu dönemde de genç ergen, kişiliğinin kabul edilmesi için çevresindekilerle inatlaşır ve çatışır.
Little Girl Covering Ears ca. 2000
Unutulmamalıdır ki; bundan önceki kritik dönemleri sağlıklı bir şekilde atlatan, kurallar içinde özgür kalan, anne babanın hoşgörü ve sabrıyla büyüyen, sevildiğinden ve değer verildiğinden emin, özgüven duygusu gelişmiş çocuklar ergenliğe geçişi kolay atlatırlar.
Şimdi kritik dönemlerle sınırlı kalmayan, davranış problemine dönüşmüş olan İnatçılığı inceleyelim. Davranış Bozukluğu Olarak İnatçılık
İnatçılığın davranış bozukluğu olarak kabul edilmesi için, sözü edilen yaşların dışında da çocuğun inatçı davranışlarının yoğun olarak sürüyor olması gerekmektedir. İnatçı çocuk, öfkesini sağlıklı bir şekilde yaşayamayan, kendisini ifade edemeyen çocuktur. Şimdi bir davranış bozukluğu olarak inatçılığın nedenlerini inceleyelim.
İnatçılığın Bazı Nedenleri:
Bedensel rahatsızlıklar, geçirilen ateşli hastalıklar,
Çocuğun normal inatçılık dönemlerinde (kritik dönemler) çok üzerine gidilmesi,
Tuvalet eğitimi sırasında zorlu bir süreç geçirilmesi,
Yemek yemesi konusunda çocuğun çok fazla üzerine gidilmesi,
Aşırı titiz ve ayrıntılara önem veren anne modelleri,
Çocuğun isteklerini yerine getirme konusunda dengeli ve tutarlı olmayan tutumlar,
Çocuğu “inatçı” olarak etiketlemek,
Anne babaya kızan çocuk, gizli bir öç alma duygusuyla inatçılık yapabilir.
Kardeş kıskançlığı, kardeşinin kendisinden daha fazla sevildiği düşüncesi,
Baskıcı anne-baba tutumu,
Çocuğu inatçılık davranışına iten sebeplerden biri, çoğu zaman anne-babanın da onunla birlikte aynı dili kullanarak inatlaşmasıdır. İnatlaşmakla, kararlı tutum birbirinden farklıdır. Kararlı tutum geliştirmek, istemediğiniz bir davranış yaptığında tutumunuzun hep aynı olmasıdır. İnatlaşmak ise, karşılıklılık gütmektir. Sen yatağını toplamadın, ben de sana yemek hazırlamayacağım gibi.
Şimdi anne-babaların çocuğundaki inatçı davranışları olabildiğince azaltmak için neler yapabileceğine bir bakalım:
Çocuk gelişimi ve psikolojisi ile ilgili doğru bilgilere sahip olmak, anne babaların işini kolaylaştıracaktır. Bunun için kitaplardan, eğitim seminerlerinden, anne-baba okullarından ya da bir uzmandan yardım alabilirsiniz.
Çocuk yetiştirirken olabildiğince esnek, hoşgörülü, sabırlı ve paylaşımcı olunmalıdır.
Tuvalet ve beslenme eğitimi dönemlerinde baskıcı ve ısrarcı olunmamalıdır. Annenin tuvalet eğitimi veya yemek konusunda çok katı ve ısrarcı oluşu, çocuğu pasif direnmeye götürür. Çok karışan, çok söylenen, ayrıntılar üzerinde çok duran, mükemmeliyetçi bir anne, çocuğunu böyle bir savunma yoluna kolayca itebilir.
Çocuğunuz sizinle inatlaşırken, onu cezalandırmak yerine inatlaşma nedenleri bulunmalı ve çözüm yolu bulma yönünde çaba gösterilmelidir.
Aile, sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için kabul edilmiş uygun davranış biçimlerini içeren birer model oluşturmalıdır; çocuğuna örnek olmalıdır.
Aileler, çocuğun haklı istek ve ihtiyaçlarına duyarsız kalırken, huysuzlandığında onu başından savmak için yerli yersiz beklentilerini karşılayarak inatçı olmasına davetiye çıkarabilmektedirler. Oysaki çocuğa belli kurallar koyularak, haklı istekleri karşılanırken, yerli yersiz isteklerini karşılamama konusunda kararlı olunmalıdır.
“Hayır” diyen çocukla alay edilmemeli, ceza ile korkutulmamalı, kimin güçlü olduğunu ispatlamak için zor kullanılmamalıdır. Bazen çocuk sizin sevginizi, sabrınızı, kendisine ne kadar katlanabildiğinizi denemek için “Hayır” diyerek inatlaşabilir. Yerli yersiz sinirlenir, bağırıp çağırır ve hele ceza verirseniz “Haklıymışım, beni sevmiyorlar” diye düşünebilir.
İnadını fazla önemsediğimiz, kızdığımız veya üzüldüğümüz zaman çocuğunuz, inadı size karşı bir silah olarak kullanabilir.
Sabah kahvaltısına kalkmak istemeyen bir çocuğun tepesine dikilip “Haydi kalk çayın soğuyor” diye ısrar etmeye gerek yoktur. “Sen bilirsin, eğer kahvaltıya gelmezsen ayrıca senin için kahvaltı hazırlayamam, öğleye kadar aç kalırsın” diyerek seçimi ona bırakabiliriz. Bir veya iki saat sonra kalkıp kahvaltı istediğinde “Hayır, öğle yemeğine kadar aç kalmayı kendin seçtin, sana kahvaltı hazırlamayacağım” diyerek inadın da bir bedeli olduğunu öğretmiş olursunuz.
Zaten çocuk eğitiminde, cezalara yer verilmemelidir. Çocuk sadece yaptığının bedelini ödemeli. Ancak bu bedel ödeme, yaşına ve gelişimine uygun şekilde olmalıdır. Doğada ceza değil, bedel vardır. Acele etmezseniz, uçağı kaçırırsınız.
Aile büyükleri, çocuk terbiyesine fazla müdahale ederek anne ve babanın işini zorlaştırmamalıdır. Çocuğu dilediği gibi eğitmek, öncelikle anne ve babanın hakkıdır. Bunun olması bizim toplumumuzda gerçekleştirmek biraz zordur; “Anne-babanın yanında çocuk terbiye edilmez” düşüncesi hâkimdir. İş birliğine giren aile büyükleri ile bu iş çok daha kolay oluyor elbette.
Çocuğa isteklerini olumlu bir dille ifade etmesi hatırlatılmalı, haklı istekleri yerine getirilmelidir. Yerine getirilmeyen haksız ve zamansız isteklerin sebepleri açıklanmalı; bazı isteklere kavuşmak için hak etmesi, beklemesi ve sabretmesi gerektiği öğretilmelidir.
Çocuğa isteklerini ertelemesi ve bu istekleri kontrol altına alması konusunda destek olunmalıdır.
Arkadaşları ve diğer yetişkinlerle nasıl sağlıklı iletişim kurabileceği konusunda yardımcı olunmalıdır.
İnatçı olan bir çocuğun inatçılık davranışını pekiştirebilecek ve devamına yol açacak her türlü tutum ve davranıştan kaçınılmalıdır.
Kuralları belirlemede ve uygulamada, aile üyeleri arasında uyum ve söz birliği olmalıdır; bunda kararlı ve tutarlı olunmalıdır. Babanın kızdığı bir davranışı anne gülerek karşılar veya “çocuğun üstüne gitme” diyerek korumaya kalkarsa çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemez, ancak fırsatları kollamayı öğrenir.
Kurallar; gerekli, anlaşılır ve mümkün mertebe az olmalıdır. Gereksiz konularda ve ayrıntılarda fazla kural ve yasaklama getirirseniz bir süre sonra çocuğunuza çok fazla “Hayır” demek zorunda kalırsınız. Bu da çocuğunuzda, kendisine güvenilmediği ve her şeyi yanlış yaptığı duygusu uyandıracak ve sizinle daha fazla inatlaşacaktır.
Çocuğa ne kadar çok “Hayır” derseniz onun inatçılığını körüklemiş, size “Hayır” demesine zemin hazırlamış olursunuz. Bir şey yapmasını istediğimizde veya sınır koyduğumuzda, sözlerimizi “Hayır” cevabı almayacağımız şekilde ayarlamamız gerekir. Bunu söyleme tarzımız, beden dilimiz, ses tonumuz, kararlı yüz ifademiz önemlidir. Sürekli, gerekli-gereksiz, sırf biz öyle istiyoruz diye, açıklama yapmadan “Hayır” dersek, “Hayır” demeyi öğretiriz.
Bir kez “Hayır” dediğiniz şeye, zorlanınca “Evet” deme yanlışına düşmeyiniz.
Çocuğu hırpalamak ve yıpratmak, çok daha kötü sonuçlar doğurabilir ve çocuğunuzu asi konumuna getirebilir. Bundan kaçınmalısınız.
Her tür davranışta olduğu gibi, bu konuda da çocukları etiketlemek yanlıştır. Başkalarının yanında adeta o yokmuşçasına, “Bu çocuk çok inatçı” şeklinde konuşulursa, çocuk da bu etiket üzerinden hareket edip, inatçı davranışlarıyla gurur duymaya başlayabilir. Olumsuz davranışlarla ilgi çekmeye alışan çocuk, zamanla bu davranışı yaşam tarzı şekline getirebilir ve inatçılık kişiliğinin bir parçası olabilir.
Kendi kişiliğinizin inatçı yönlerini bulup, kabullenip, buna çözüm bulmaya çalışır ve çocuğunuza olumsuz model olmaktan vazgeçerseniz, hem kendiniz hem de çocuğunuz için önemli bir adım atmış olursunuz.
Çocuk, terbiyesini internetten değil anne babasından almalıdır..
Çocuğunuz internet bağımlısı mı?
Günümüzde internet kullanımı, neredeyse kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ancak her şeyde olduğu gibi, bu konuda da dikkatli olunmaz ve aşırılığa kaçılırsa sorunlar ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde sosyal yaşamı etkilemeye başlayan internetin, başta çocuklar ve gençler olmak üzere nüfusun büyük çoğunluğunu etkisi altına aldığı görülmektedir.
Bir yandan internet ve bilgisayar oyunları çocuk ve gençlerin bilgiye ulaşmalarını, araştırma yapmalarını, problem çözme, yaratıcılık, kritik düşünme gibi kişisel gelişimlerini destekleyen teknolojik bir mucize olarak değerlendirilirken; diğer yandan aşırı, kontrolsüz, amacı dışında ve bilinçsiz kullanım yönü ile de kaygılara ve korkulara neden olarak, kişisel becerilerin gelişmesini negatif etkilediği düşünülmektedir
Holman ve ark. (20) tarafından yapılan çalışmada, yaygın internet kullanan ve bilgisayar oyunları ile zamanını geçiren çocukların,sosyal gelişimlerinin önemli ölçüde gerilediği, bu çocukların özgüvenlerinin düşük, sosyal kaygı düzeylerinin ve saldırganlık davranışlarının yüksek olduğu bulunmuştur.
Anne babalar bilgisayar oyunlarını; çocuğun evde yaramazlık yapmaması, kendilerini rahatsız etmemesi ve onları oyalaması için gerekli bir araç olarak görerek çok büyük bir yanlış yapmaktadırlar.
Çocuğunuz internet bağımlısı mı?
İnternetin çocuklarda yaratabileceği fiziksel ve sosyal etkiler nelerdir?
Yoğun internet/bilgisayar kullanımı, göz bozukluğu, postur/duruş bozuklukları gibi fiziksel etkilere sebep olabilir.
Yoğun ve kontrolsüz internet kullanımı sosyal anlamda ise;
-Hazır olmadan ulaştığı bilgi, görüntü ve videolardan dolayı , bunların yorumlanmasında zorluk çekerek travma yaşamasına,
-Gelişim olarak erken dönemde bazı sakıncalı deneyimler yaşamasına,
-Dış/gerçek dünyadan uzaklaşmasına,
-Daha bireysel ve ben merkezci olmasına,
-Arkadaşlık ve diğer sosyal becerilerin olumsuz etkilenmesine,
-Giderek farkında olmadan yalnızlaşmasına ve bundan rahatsız olmamasına,
-Ailevi ilişkilerin zayıflamasına,
-Problem çözme becerilerinin gelişmemesine neden olabilir.
İnternet bağımlısı çocuk
Çocuklarımızın daha bilinçli ve güvenli Internet kullanıcıları olmalarına yardımcı olacak bazı öneriler aşağıda sıralanmaktadır:
1- Her şeyden önce çocuğunuzla iyi bir iletişim içinde olunuz. Çocuğunuzun arkadaşları, zevkleri, korkuları, sevdikleri ve sevmedikleri konular hakkında bilgi sahibi olunuz. Çocuğunuza, her konuyu sizinle paylaşabileceği güvenini veriniz. Sizin yetersiz kaldığınız konularda bir uzmandan yardım alınız.
2- Çocuğunuzun internete girdiği bilgisayarın çocuğun odasında olmamasına, evinizin ortak kullanım alanı içinde olmasına dikkat ediniz.
3- Çocuğunuzun internette kalma süresine ve bilgisayar kullanma süresine mutlaka sınırlama getiriniz. Çocuğunuzun yaşına uygun olacak kullanma süresini belirleyiniz. Unutmayınız ki, uzun süre bilgisayar veya internet kullanımı çocuğunuzun sosyalleşmesine olumsuz etki yapabileceği gibi hareketsiz kalmasına, bazı fiziksel rahatsızlıklara neden olabilecektir. Çocuğunuzun oyuna, kitap okumaya, spor yapmaya ve sanata vakit ayırmasını sağlayınız.
4- Her konuda olduğu gibi, bu konuda da ebeveyn olarak çocuklarınıza iyi birer örnek olunuz. Bilinçli ve güvenli internet kullanım kurallarını öğreniniz ve uygulayınız.
5- Çocuğunuzla bilinçli ve güvenli internet kullanımı kuralları konusunda konuşunuz. Bu kuralların neler olduğunu anlaşılır bir şekilde açıklayınız ve kuralları kesin olarak koyunuz. Koyduğunuz kurallar ve konuşmalarınızda pozitif tutum sergileyiniz. Olumsuz söylemlerin çocuğunuzla kuracağınız iletişimde çatışmayı artırıcı unsur olabileceğini aklınızdan çıkarmayınız.
6- Çocuğunuzla ve öğretmenleriyle birlikte çocuğunuzun yaşına uygun ve güvenli olan internet sitelerinin adreslerini belirleyiniz. Belirlediğiniz sitelerin adreslerini bilgisayarınızın “sık kullanılanlar” bölümüne kaydediniz. Böylece bu sitelere giriş işlemi daha kolay olacaktır.
7- İnternette mümkünse çocuğunuzla birlikte gezininiz. Eğer çocuğunuz bu konuda isteksiz ise, sadece sizin ve öğretmenlerinin onayladığı siteleri ziyaret etmesi konusunda çocuğunuzu uyarınız ve takip ediniz.
8- Çocuğunuzun internet kullanımını sık sık denetleyiniz. Hangi sitelere girdiği, hangi sohbet ortamlarında bulunduğu konusunda fikir sahibi olunuz. Mümkünse sohbet ortamlarındaki arkadaşlarını tanımaya çalışınız.
9- Çocuğunuzun internet ortamında güvenliğini sağlamak ve zararlı içeriklerden korumak amacıyla gerekli güvenlik ve filtreleme programlarını edininiz.
10- Çocuğunuza internet ortamında tanımadığı kişilerle sohbet etmemesini, iletişim kurmamasını öğretiniz.
11- Çocuğunuzun, ziyaret ettiği sitenin “güvenlikle ilgili sorularını” dikkatlice okumasını, sitenin istenilen bilgileri ne amaçla istediğini öğrenmesini ve gerektiği takdirde velilerine danışarak istenilen bilgileri vermesi belirtiniz. Sizin onayınız olmaksızın kendi ve aile resimlerinizi, adresinizi, telefon numaranızı, okul adını vermemesini sağlayınız.
12- Çocuğunuza sizin izniniz olmaksızın, kendi adresini, okulunun adını, telefon numaranızı, ebeveyninin iş adresleri ve iş yeri telefon numaraları gibi kişisel bilgileri internet sohbet ortamında kimseye vermemesi gerektiğini öğretiniz.
13- Çocuğunuz, internet kullanıcı adını ve şifresini sizin dışında hiç kimseye vermemesi gerektiğini anlatınız.
14- İnternet ortamında, sohbetlerde çocuğunuzu rahatsız eden görüntü, ses ve yazılar yer aldığı takdirde hemen bulunduğu internet ortamından çıkmasını ve size haber vermesini isteyiniz.
15- Çocuğunuzun, bir sitede yer alan oyunlara, aktivitelere, yarışmalara katılmadan önce bunların yaşına uygun olup olmadığı konusunda mutlaka size ve öğretmenine danışması gerektiğini belirtiniz.
16- Çocuğunuza, internet ortamında yeni tanışılan kişilerin her zaman kendileri ile ilgili doğru bilgiler vermeyebileceği, kimlikleri ve yaşlarıyla ilgili yanıltıcı bilgiler verebileceği gerçeğini anlatınız. İnternet sohbet alanlarında ve haber gruplarında ilk defa karşılaşılan yeni mesaj ve kişileri mutlaka velilerine göstermelerini isteyiniz.
18- Çocuğunuzun, internet sohbetlerinde onlardan yapmamaları gereken, ya da onları rahatsız eden bir davranışta bulunmalarını isteyenler olduğu takdirde, sohbeti bırakarak hemen size haber vermesini ve olayı anlatmasını isteyiniz.
19- Çocuğunuzdan, internet sitelerinden bilgisayara yükleyecekleri veya indirecekleri programlar ve içerikler hakkında size haber vermesini, sizin izniniz olmaksızın bu işlemleri yapmamasını isteyiniz.
20- Çocuklara, internet ortamında başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmamalarını öğretiniz.
21- Şaka yapmak amacıyla dahi arkadaşlarıyla hatta hiç kimseyle korkutmak amacıyla tehdit edici bir üslupla iletişim kurmamalarını anlatınız. Günlük hayatta olduğu gibi, internette de kötü ve kaba kelimeler kullanmamalarını, kibar ve güzel bir dil kullanmalarını isteyiniz.
22- Çocuğunuzun, internet ortamında kaba dil kullanan, onları rahatsız ve tehdit eden kişileri size haber vermesini isteyiniz. Bu davranışlarda ısrarcı olanları emniyetin ilgili birimlerine ve servis sağlayıcınıza bildiriniz.
23- İnternet ve bilgisayar evinizde ya da çocuğunuzun okulunda yoksa ve çocuğunuz interneti başka bir yerde kullanmak zorunda ise bu yerin neresi olduğu hakkında bilgi sahibi olunuz. Sizin izniniz olmaksızın bu yerlere gitmemesi gerektiği konusunda çocuklarınızı uyarınız. Çocuklarınız için uygun olmayan (sigara içilen, filtreleme kullanmayan işletmelerde) ortamlarda bulunmamaları konusunda çocuklarınıza bilgi veriniz. Bunu yaptığınızda sözünüzün geçerli olabilmesi için, sizin çocuğunuzla güven temelli bir ilişkiniz olması gerektiğini unutmayınız.
24- Unutmayınız ki yanlarında velisi olmayan 12 yaşın altındaki çocukların internet kafelere alınmaması gerekir. Yaşları tutmadığı halde çocukları kabul eden işletmeler aslında kanuna aykırı işlem yapıyor demektir. Lütfen onlar dikkat etmese bile bu kurala sizler dikkat ediniz ve gerekli ise çocuğunuzla birlikte bu yerlerde bulununuz.
Tüm bunları yaparken; Çocuğunuzun size güvenmesini sağlayınız. Çocuğunuza kızmayınız, korkutmayınız. Çocuğunuza her konuda destek vereceğinizi hissettiriniz. Eğer siz çocuğunuzun eğitiminde, ilişkinizde boşluklar oluşmasına izin verdiyseniz, çocuğunuz, bu boşluğu sizin uygun bulmayacağınız şekilde doldurmaya çalışacaktır.
Ailelerin kaç çocuk sahibi olmaları gerektiği ve çocuklar arasında yaş farkının belirlenmesi tamamıyla annenin doğurma veya doğurmama özgürlüğünün önceliğinde aile bireylerine bağlıdır.
Çocuk sayısının belirlenmesi konusunda devletlerin de politik müdahaleleri olabilmektedir. Örneğin, cumhuriyetimizin ilk yıllarında altı çocuk sahibi olan kadınların para veya madalya ile ödüllendirilmesinin yanı sıra, 1923’ten 1950’ye kadar “bekârlık vergisi” gündeme gelmiştir. Bunun aksi durumu ise şu andaki Çin hükümetinin nüfus artışını engelleyici politikalarında görülebilir.
Bu denli annenin doğurma hürriyetinin en önemli unsur olduğu doğum fenomeninde devletin veya diğer erklerin tasarrufunun olması tartışmaya ne kadar açıksa, ailelerin kaç yaş arayla kaç çocuğa sahip olmaları da o kadar tartışmaya açıktır. Burada ailelerin öncelikli tercihi yaş farkının az olduğu arka arkaya doğumlar olabilmektedir. Böylelikle aile, hayatlarından çocuk yetiştirmek için daha az zaman harcarlar. Bu durum, özellikle de annenin yeniden çalışma veya sosyal yaşantısına geri dönmesi açısından önem teşkil eder. Buna ek olarak da çocuklar birlikte büyürken birbirilerine daha arkadaşça yaklaşabilirler. Ancak buradaki en önemli unsur, annenin ikinci doğuma karar vermeden önce bedeninin yeni bir çocukla paylaşılmasına hazır olup olmadığıdır. Bunun için en az iki yıllık bir sürecin gerekliliğinin yanı sıra, ilgili uzman hekimin kontrolünde de güvenli bir anne-çocuk sağlığı elde edilir.
Öte yandan, dil gelişiminin ve benlik kavramının henüz oluşmaya başladığı yaşta olan büyük çocuğun yaşam ortamına yeni doğanın gelmesi tüm bu gelişimlerde bir engelleyici etki yaratabilir. Aynı zamanda ailelerin küçük çocuklarının sorumluluğunun kendileri ve büyük çocukla aralarında paylaşmaları, henüz zayıf olan omuzları üzerinde ağır bir yük yaratır. En basit örnekle, önce doğmuş olan çocuk, annelik, babalık, abilik, ablalık, bakıcılık gibi misyonları taşımak zorunda kalır ve bundan aile bireylerine karşı tepkiler gerçekleştirebilir. Bu tepkilere örnek olarak, kıskançlık, ilgi çekme davranışları (farazi hastalıklar, sosyal davranışlarda yıkıcılık, ebeveyn ile yoğun temasa girme vb.) olabilmektedir.
Yaş aralığının fazla olduğu zamanlarda bu tür davranışlarda daha sık karşılaşılabilir. Örneğin, ilk çocukla ikinci çocuk arasında yedi yaş fark olduğunu düşünürsek, çocuk yedi yıl boyunca tek çocuk olarak yetişmiş ve ailenin tüm odağı kendisi olmuştur. Ardından gelecek olan çocuğun varlığı, ilk çocuğun kurduğu otoriteyi ve ilgi yoğunluğunu kardeşiyle bölüşmek zorunda bırakacaktır. Burada yaşanacak sorunlar kaçınılmazdır, ancak bu muhtemel sorunların en sağlıklı ve güven içinde geçirilmesi anne ve babanın çocuklarına olan yaklaşımlarıyla aşılabilmektedir. Büyük çocuğun kendi çekirdek ailesinden aldığı ilgi ve sevgiye ek olarak geniş ailesinden de (anneanne, dede, amca vs.) aldığı duygusal yoğunluğun bölünmesi, çocukta yeni aile şartlarına uyum konusunda zorluk yaşatabilmektedir. Tüm bunların yanı sıra, her çocukta böyle bir şeylerin görünmesi şartı yoktur.
Unutulmamalıdır ki, çocuklar ve bireyle bir fabrikadan çıkmış sanayi ürünleri değillerdir. Şartlar her ne olursa olsun, yaşanan sorunların veya yaşam dinamiklerinin sirayeti bireyden bireye, çocuktan çocuğa değişmektedir. Araştırmalar ve alan pratikleri gösteriyor ki büyük çocuklar sık sık kardeş isteme eğilimindedirler. Bu onların yalnızlıklarıyla mücadelelerine, sorumluluk alma becerilerinin gelişmesine ve paylaşma davranışlarını pekiştirmelerine yardımcı olacaktır. Çocuk gelişimindeki bu gri alanın muğlak kalmasının en büyük sebeplerinden biri öznel bir varlık olarak insanın karmaşık yapıya sahip olmasıyla birlikte, aile olarak adlandırılan öznel varlıkların bir arada oluşturduğu ilişkiler dinamizminin göreceli ve değişken olmasıdır. Christensen (1977), ana babanın taleplerinin ve beklentilerinin ne kadar doyurulup doyurulmadığı ve çocuk yetiştirme konusunda ne kadar yetenekli olduklarıyla ilişkilidir demektedir.
Bu süreç içinde ise kişinin çocuğundaki değişimleri en iyi gözlemleme yolu, ebeveynlerin kendi çocukluklarına bakmaları ve kendilerini çocuklarının yerine koymaları olacaktır. Bu basit pratik, uzmanlarla yaptığınız çalışmalarla birlikte çocuklarınızı anlamanızda ve en uygun çözüme ulaşmanızda yardımcı olacaktır.