Etiket: Bacak reflüsü

  • Bacak reflüsü

    Bacak reflüsü

    Reflü deyince aklınıza yalnızca mide geliyorsa, listeye bacakları da ekleyin. Bacaklardaki toplardamar hastalıklarının nedeni bacak reflüsü olabiliyor!…

    Bacaklardaki toplardamar hastalıklarının bir kısmında neden toplardamarlardaki reflüden, yani yukarı dönmesi gereken kanın bir kısmının aşağıya doğru kaçmasından kaynaklanıyor. Bacak reflüsü basit bir varis hastalığı şeklinde olabildiği gibi, daha kapsamlı toplardamar hastalıkları olarak da karşımıza çıkabiliyor.

    Her varis hastalık habercisi değil ama…

    Herkesin bacağında birçok toplardamar (ven) bulunuyor. Sağlıklı bir bacakta atardamarlarla gelen kan toplardamarlarla kalbe geri dönüyor ve bu geri dönüş derin toplardamarlar içindeki tek yönlü çalışan kapakçıklar sayesinde gerçekleşiyor. Ancak bacaklardan aşağı doğru inen kan, kimi zaman tekrar kalbe dönemiyor. Bu da toplumda varis hastalığının sebebi olarak bilinse de, bacaklarda yer alan yüzeysel toplardamardaki reflüden kaynaklanıyor. Bacak toplardamar (venöz) reflüsü olarak bilinen hastalık da bu aksamadan ortaya çıkıyor. Hastalığı bir örnekle açıklayan İstanbul Cerrahi Hastanesi Damar Cerrahisi Merkezi Başkanı Doç. Dr. Sadettin Karacagil, bacağında kırmızı ve yeşil birtakım damarlar görülmesine rağmen herhangi bir şikayeti olmayan hastaların bir kısmının damar ultrasonuyla yapılan muayenesinde yüzeysel toplardamarlarda (derinin 1-2 cm. altında) bacak reflüsünün görülebileceğini söylüyor: “Ayakta yapılan ultrason muayenesinde hastanın derin toplardamarından kalbe doğru giden kan, yüzeysel ve derin toplardamarların birleşme yeri olan kasık veya diz arkasında yüzeysel varisler nedeniyle aşağıya doğru kaçabiliyor. Bu kaçak da genellikle diz altında büyük varislerin oluşmasına neden oluyor. Ancak benzer belirtilere sahip bir başka varis hastasının damar ultrasonunda bu kaçak, yani reflü görülmüyor. Bu tip varislerde eğer kişinin ortaya çıkan damarlara dair estetik kaygıları yoksa, durum tıbbi bir sorun yaratmıyor.”

    Belirtilere dikkat!

    Ana yüzeysel toplardamarda ortaya çıkan geri kaçak (reflü) deri altında görünen ve özellikle diz altında yoğunlaşan varislere neden olduğu için birçok hasta görüntü ve endişe nedeniyle doktora başvuruyor. Bu tip varisleri olan hastaların birçoğunda ayakta kalma sonrası yalnızca diz altında yorgunluk, dolgunluk hissi ve ağrı olabiliyor. Bu ağrı ise yürüme ile azalıyor. İleri derece varisleri olan hastaların bir kısmında ağrı oluşmadığını da belirten Doç. Dr. Karacagil, bu durumun ciddi bir hastalık olmadığı anlamına da gelmediğini söylüyor: “Ağrı dışında, ayak bileklerinde kalıcı olan renk değişiklikleri de ortaya çıkabiliyor. Uzun süre ihmal edilmiş varisler sonucu ayak bileğinde varis ülseri ve kapanmayan yaralar oluşabiliyor. Nadir de olsa, varis damarları içinde pıhtı (tromboflebit) oluşursa, o alanda aniden ortaya çıkan kızarıklık, hassasiyet, şişlik ve sertlik oluşuyor. Tromboflebitin’nin acil olarak değerlendirilmesi ve tedavisi gerekiyor.”

    Ağrı ve ödemi önemseyin

    Bacak reflüsü, gün sonuna doğru artan ağrı ve hafif ödem dışında günlük yaflantıda ciddi bir problem yaratmıyor. Ayrıca ileri derecede bacak şişliklerinden veya dayanılmaz bacak ağrılarından da sıklıkla varis hastalığı sorumlu olmuyor. Günlük hayatı ciddi şekilde etkileyen bacak problemlerinde genellikle yandafl ortopedik problemler sorumlu oluyor. Damar ultrasonu ile yüzeysel toplardamarda reflü tespit edilen, fakat ayakta kalma sonrası diz altında ağrısı olmayan veya ayak bileklerinde renk değifliklikleri bulunmayan hastaların estetik kaygıları da yoksa bu reflünün mutlaka cerrahi olarak tedavisi gerekmiyor.

    Farklı nedenler reflüye yol açıyor

    Varis hastalığında, ana yüzeysel toplardamar reflünün kaynağını oluşturuyor. Bu tip hastalarda eğer klinik olarak gerekliyse (diz altında ayakta kalma sonrası ağrı, ayak bileklerinde renk değişiklikleri veya görünen büyük varisler) basit bir ameliyatla bu reflü kaynağı ortadan kaldırılıyor ve varise bağlı reflünün uzun dönemde yaratabileceği riskler (varis ülseri ve pıhtı gibi) gideriliyor. Bu sayede hastanın varis çorabı kullanması da gerekmiyor.

    Diğer önemli bir bacak reflüsü nedeni ise, ana yüzeysel damarda değil de, derin toplardamarlarda ortaya çıkan reflüden kaynaklanıyor. Bu tip reflü halk arasında, venöz yetmezlik olarak da bilinse de doğru tanımlamanın “Derin venöz yetmezlik” olduğunu söyleyen Doç. Dr. Karacagil, “Basit varis hastalığı da bir tip venöz yetmezlik olarak karşımıza çıkıyor. Oysa aralarındaki farkı, varis hastalığındaki reflünün yüzeysel toplardamarda olması oluşturuyor” diyerek sözlerine devam ediyor.

    Varisi olmayan insanlarda birçok nedene bağlı olarak (özellikle herhangi bir ameliyat sonrası uzun süre hareketsiz yatmak) derin toplardamarlarda birden pıhtı, yani “derin ven trombozu” oluşabiliyor. Erken tanı konularak mutlaka tedavi edilmesi gereken bu ciddi hastalıkta uygun bir tedavi uygulansa da, derin toplardamarlarda kanın aşağı kaçmasını engelleyen kapakçıkları tahrip oluyor ve kan derin toplardamarlar kanalıyla aşağıya doğru kaçıyor. Doç. Dr. Sadettin Karacagil, bu hastalarda reflüye bağlı kaçağın ayak bileğinde açık yaraya neden olmaması için uygun varis çoraplarının kullanılması gerektiğini, derin ven trombozu sonrası oluşan klinik tablonun basit varis hastalığından doğal seyri ve tedavisi açısından farklılık gösterdiğini söylüyor.

    Sabah ameliyat, öğleden sonra taburcu

    Geliflen teknoloji ve tıp alanındaki yenilikler, varise bağlı reflüsü olan kişilerin tedavisini de oldukça kolaylaştırıyor. Hastanın yaşam kalitesini düşürmeden, kısa sürede günlük yaşantısına dönebileceği tedavi yöntemlerinin kullanıldığını belirten Doç. Dr. Karacagil, 15-20 yıl önce sadece klasik açık cerrahi yönteminin (klasik stripping ameliyatı) kullanıldığını, 2000’li yıllara gelindiğinde ise varisli toplardamarı çıkartmadan yerinde bırakarak içini lazer veya radyo dalgası ile kurutma tekniklerinin kullanıldığını söylüyor. Bu geliflmelerin yanı sıra modern açık cerrahinin de geliştiğini, damar içi lazer veya radyo dalgası kullanmadan çok ufak kesilerle (kasıkta 1-2 cm., bacakta 2 mm’lik kesiler) reflü kaynağı olan toplardamarların çıkarılabilmesinin mümkün olduğunu vurgulayan Doç Dr. Karacagil; “Kendi adıma, son yıllarda modern açık cerrahiyi tercih ediyorum. Çünkü ameliyat sonrası dönemde ağrılar ve geçici morartılar bu yöntemde daha az görülüyor.” diyor. Modern açık cerrahi uygulamasında çıkarılacak ana yüzeysel damar kasıktan dize kadar ameliyat öncesi damar ultrasonu ile işaretleniyor. Bu sayede yapılan kesiler çok ufak oluyor ve daha iyi estetik sonuçlar doğuruyor. Sabah ameliyat olan hastalar, öğleden sonra taburcu olabiliyor ve günlük yaşantısına dönebiliyor. Nüks riskinin az olduğu modern açık cerrahide, hasta yalnızca ameliyatı takip eden üç hafta boyunca uyku saatleri dışında varis çorabı giyiyor. Bu sayede hem hastalıktan hem de ömür boyu varis çorabı giymekten kurtuluyor. Son yıllarda tercih edilen modern açık cerrahi yönteminde, ameliyat sonrası ağrı ve geçici morartılar daha az görülüyor.

    DİPNOT

    Bazı varis hastalarında deri altında görünen damarların drene olduğu toplardamarlarda, damar ultrasonu incelemesi sonrası kaçak (reflü) olmadığı belirleniyor. Bu hastaların estetik kaygıları varsa, görünen varislerin kurutulması için skleroterapi kullanılıyor. Çok ince minik iğnelerle anestezi yapılmadan damar içine bazı ilaçlar verilerek yapılan bu yöntemde genellikle birden fazla seans; ayrıca işlem sonrası 1-2 hafta varis çorabı kullanılması da gerekiyor. Çok yoğun kılcal damar veya ufak varislerin tedavisinde çok tatminkar sonuç vermesine rağmen nadiren deride tedaviye bağlı sıklıkla geçici olan renk değişiklikleri de oluşabiliyor. Ancak kılcal damarları olan, fakat dışarıdan görünmeyen toplardamarlarda reflüsü olan hastaların skleroterapi öncesi basit bir varis ameliyatı olmaları da gerekebildiğini belirten Doç. Dr. Sadettin Karacagil, reflüsü olan hastalarda sadece skleroterapinin iyi sonuç vermediğini; estetik amaçlı skleroterapi veya deri lazeri planlanan her hastanın damar ultrasonu ile incelenmesi gerektiğini de söylüyor.

    Formsanté Dergisi

  • Reflü hakkında bilmeniz gereken herşey

    Reflü hakkında bilmeniz gereken herşey

    Reflü kelime anlamı olarak geriye kaçış demektir. Gastroözofageal reflü (GÖR); asitli mide içeriğinin mideden (Gastro) yemek borusuna (Özofagus) geri kaçışıdır.

    REFLÜ NEDİR? (GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ)

    Yediğimiz besinler yemek borusundan mideye gelir. Yani mide, yukarında yemek borusuyla bağlantılıdır. Çeşitli sebeplerden dolayı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasına reflü denir. Bu durum uzun süre devam ederse, asitli olan mide içeriği yemek borusunu tahriş eder. Yemek borusu kendini mide asidinden koruyamaz hale gelir.

    Reflülü kişilerde, genelde yemekten sonra ağza acı su ve besin gelebilir. Reflünün oluşmasında bir diğer faktör mideyle yemek borusu arasındaki kapağın görevini yerine getirememesi sonucu ortaya çıkar. Bu kapak, mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engellemektedir.

    Tüm dünyada sık görülen bir hastalık olan reflü, ülkemizde de bir hayli fazla görülmektedir. Yapılan araştırmaya göre her 5 yetişkinden birinde reflü vardır. A.B.D’ de bu oran yüzde 0.5′tir.

    REFLÜNÜN BELİRTİLERİ NELERDİR?

    Reflü görülen kişilerde şu belirtilerden bazıları vardır:

    Mide yanması en çok şikayet edilen rahatsızlıktır.
    Mide içeriğinin yukarı çıktığını hissetmek,
    Göğüs bölgesinde yanma,
    Ağza acı suyun gelmesi,
    Kalp çarpıntısı,
    Rahatsız edici mide şişkinliği, öksürme,
    Bazı durumlarda boğazda bir kaç belirti ile kendini gösterebilir;

    Boğazda bir şey varmış gibi hissetme ve boğazı temizleme hissi,
    Yutkunurken zorlanma,
    Öksürük,
    Boğaz ağrısı,

    Stres reflüyü arttırmaz. Fakat reflünün şikayetlerinin hissedilmesine neden olur. Zaten stres, gastrit ve ülser gibi mide hastalıklarına yol açacağından ve mide asidini arttıracağından şikayetlerin artmasına yol açar.

    Reflü, ağız kokusuna yol açabilir. Fakat sadece reflü değil, dişlerde meydana gelen bir enfeksiyon, bademcik iltihabı, sinüzit, salyanın azalması da ağız kokusuna yol açar. Bunları reflüden ayırmak gerekir. Bazı durumlarda hasta ağzının kötü koktuğunu söyler; fakat bu diğer kişiler tarafından farkedilmeyebilir. Bu, psikolojik bir problemdir ve tedavi edilir.

    REFLÜ TANISI

    Reflünün tanısında çok kullanılan yöntemlerden biri endoskopidir. Her hastaya uygulanır. Bu yöntemle mide kapağının durumu, yemek borusunun hasarı ve diğer mide yüzeyindeki rahatsızlıklar saptanır.

    Tanıda kullanılan bir diğer yöntemde, ilaçlı bir filmle yemek borusundan, ilacın geçişi izlenir ve herhangi bir problem varsa tedavi edilir. Diğer yöntemlerle de yemek borusundaki reflü, ph metriyle, yemek borusunun besini itme gücü ise manometri ile ölçülür.

    REFLÜ TEDAVİSİ

    Hastaların alacağı bazı önlemler, beslenme konusuna dikkat etmek ve ilaç tedavisi hastalığın kontrol altına alınmasını sağlar. Reflü tedavisinde bir kaç seçenek vardır. Hastalığın ne kadar ilerlediği belirlendikten sonra buna en uygun tedavi doktorunuz tarafından belirlenir.

    Tedavi seçeneklerinden birisi ilaç tedavisidir. Bunun için mide asidini kontrol altına alacak ya da salgısını azaltacak ilaçlar kullanılır. Böylece yemek borusuna kaçan asit miktarı azaltılır. Bir çok reflü hastasında olumlu sonuçlar alınır. Fakat ilacın bırakılmasıyla belirtiler, şikayetler tekrar ortaya çıkmaya başlar. Çünkü bu ilaç tedavisiyle mide kapağındaki sorun ortadan kaldırılamaz. Bu tedaviyle yemek borusunun tahrişi en aza indirilir fakat safra sıvısı asidik olmadığından yemek borusuna yine kaçar ve zarar verir.

    Diğer bir tedavi şekli ise cerrahi tedavidir. Alınan önlemler ve ilaçlarla hastalık kontrol altına alınamıyorsa anti-reflü cerrahisi uygulanmaktadır. Ameliyatla büyük oranda başarı sağlanır ve reflü şikayeti tamamen ortadan kaldırılır. Bu ameliyatta, mide kapağındaki bozukluk düzeltildiği için mide sıvısının, yemek borusuna geçmesi engellenmiş olur. Tercih edilmesi daha doğru bir tedavi şeklidir. İlaç kullanımına gerek yoktur. Hayat boyunca ilaç kullanmak istemiyorsanız, hastalıktan tamamen kurtulmak için ameliyat yeterlidir.

    REFLÜNÜN NEDEN OLDUĞU DİĞER PROBLEMLER NELERDİR?

    Çok sık karşılaşılan bir durum olmasa da, uzun süreli reflü hastalığı ciddi rahatsızlıklara yol açabilir. Normalde yemek borusu mekanik dalga hareketleriyle alınan besinin mideye iletilmesini sağlar. Yani yemek borusu, hiçbir hareket yapılmadan yemeğin geçtiği bir boru değildir. Bu yüzden de yutma işlemi aktif bir olaydır. Bu sayede, uzanırken bile bir şeyler yediğimizde bunlar mideye iletilir. Reflü, uzun sürdüğünde yemek borusunun sürekli tahrişi sonucu hareketliliğinde azalma meydana gelir. Hatta bu tahriş sonucu yemek borusu kısalabilir ve alt ucu daralabilir. Böylece katı besinlerin yutulması güçleşir. Günümüzde uygulanan antireflü ameliyatları bunun gibi geç kalınmış durumlarda uygulanamaz.

    REFLÜ HASTALARININ YAPMASI GEREKENLER

    Asitli içeceklerden, alkol, kahve, baharatlı yiyecekler, çikolata, soğan, sarımsak gibi besinlerden uzak durmak gerekir. Bunlar mide asidini arttırıcı yiyecek ve içeceklerdir.
    Aspirin ya da ağrı kesici ilaçların mümkün olduğunca az kullanılması gerekir.
    Yemek yedikten hemen sonra yatmayın. Çünkü mide asit miktarı yatarken çoktur. Yattığınızda ise baş-boyun bölgenizi yukarıya koyun.
    Sigara ve alkol asit dengesini bozacağından mutlaka bırakmalısınız.
    Az ama sık yemek yemek, her öğün çok fazla yemekten daha iyidir.
    İdeal kilonuzda olmanız gereklidir. Bunun için doktor kontrolünde zayıflamanızda fayda vardır.
    Kemeri çok fazla sıkmayın, dar giysilerden kaçının.
    Çok fazla güç gerektirecek işlerden uzak durun.

    Bacak reflüsü duydunuz ‘mu ?

    İSTANBUL – Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Semih Barlas, özellikle hareketsiz, sürekli oturarak ya da uzun sürekli ayakta çalışmayı gerektiren çalışma koşullarının, çalışan kadınların büyük bir bölümünü venöz reflü hastalığı açısından riskli gruba soktuğunu dile getirerek, hastalığın en belirgin belirtilerinin de bacaklarda yorgunluk, ağrı ve şişme olduğunu ifade etti.

    Bacaklarda çok sayıda ven (toplardamar) bulunduğunu ve sağlıklı bacak venlerinin içinde tek yönlü çalışan kapakçıkların açılıp kapanarak, kirli kanın ayaklardan kalbe geri taşınmasını sağladığını anlatan Barlas, ven kapakçıkları bozulduklarında, aşağıdan-yukarıya doğru olması gereken bu yolculuğun yön değiştirdiğini ve yukardan-aşağıya, ayaklara doğru bir geri-kaçırma başladığını, buna venöz reflü denildiğini belirtti.

    ”60 yaşına gelen kadınların yüzde 75’inde, erkeklerin yüzde 45’inde venöz reflü görülüyor” diyen Barlas, venöz reflünün ilk belirtisinin diz altında ve bileklerde görülen ve gün içinde artan ödem (şişlik) olduğunu kaydetti.

    Hastalık ilerledikçe bacaklarda damarların görülmeye başladığını, önce 1-3 milimetre çapında, örümcek ayağı veya ağaç kökü manzarasında mavi, yeşil, kırmızı kılcal damarların belirdiğini anlatan Barlas, tedavi edilmeden geçen sürenin, bu kılcal damarların çaplarını ve sayılarını artırırken, renklerini koyulaştırdığını ifade etti.

    Cilt altında büyük ”venöz pake” denilen ve spagetti makarnaya benzeyen damarların da zaman içinde ortaya çıktığını kaydeden Barlas, ”Hastalığın son aşamalarında ciltte renk değişiklikleri ve bilek düzeyinde gelişip aylarca iyileşmeyen yaralar belirir” ifadesine yer verdi.

    Hastalarda, sabahtan akşama doğru artan karakterde, ayak tabanından dize doğru, adeta bir çizme tarzında, yanma, yorgunluk ve ağrı hissi, diz altında, bacağın iç yanında, kaşıntı, hareketsiz kalındığında ayaklarda veya parmaklarda kramplar, akşamları uykuya dalınmadan önce geçen sürede, ayakları yorgandan dışarı uzatıp serinletme veya germe ya da altına yastık koyma arzusunun var olduğunu da kaydeden Barlas, şunları kaydetti:

    AKCİĞER DAMARLARINDA TIKANIKLIĞA NEDEN OLABİLİR
    ”Venöz reflü gelişirken, bacaklardaki toplar damarların içindeki kapakçıkların geriye kaçırması yüzünden artan basınç, bu damarları kıvrıntılı bir yapıya dönüştürür. Kıvrımlı bir damarda, kanın akışkanlığı da yavaşlar. Uzun yolculuklar, bacağa gelen darbeler, vücudun susuz kalması gibi durumlarda, toplardamar içindeki zaten yavaş olan kan akımı tamamen durur ve pıhtı oluşur. Bu pıhtı, tedavi edilmediğinde akciğer içindeki bir damarın tıkanmasına yol açabilir.”

    Hastalığın tanısının kalp damar cerrahı tarafından muayene ile konulacağını da dile getiren Barlas, 1-5 milimetre çapında gözle görünen kılcal damarların tedavisinde, çok ince iğnelerle bu damarların içine, karbondioksit ve oksijenle karıştırılıp köpüklü bir hale getirilen ilaç enjekte edildiğini, bu yöntemle damarın büzüştürülerek vücut tarafından tamamen emilip yok edilmesinin sağlandığını anlattı.

    5 milimetreden büyük olarak görünen damarların tedavisinin de lokal anestezi altında, damarın görüldüğü hat boyunca, belli aralıklarla 1 milimetre çapında yapılan minik kesiler içinden uzatılan bir alet ile venöz pake denen damarların vücuttan uzaklaştırıldığını belirten Barlas, bacağın derinlerinde yer alan ve gözle görünmeyen toplardamarların reflüsüne ilişkin tedavilerin de var olduğunu vurguladı.

    Barlas, ”Kadınların en büyük sorularından biri olan venöz reflü, tedavi edilmezse ciddi rahatsızlıklara yol açabiliyor. Venöz reflü ve bunun sonucunda ortaya çıkan varis, kozmetik değil, bir dolaşım hastalığıdır. Bu nedenle de tedavi, kalp damar cerrahisi uzmanlık alanına giriyor” ifadesini kullandı.

    [youtube id=”0-seSNwiKZw” width=”600″ height=”350″]