Etiket: antibiyotik

  • Grip hurafeleri

    Grip hurafeleri

    Bu yazımızda yanlış bilinen grip hurafelerini paylaşacağız… Genellikle soğuk algınlığı ile karıştırılan ve birçok insanın hafif ve geçici bir hastalık olarak gördüğü için hekime bile başvurma ihtiyacı hissetmediği grip, özellikle çocuklarda, kronik hastalığı olanlarda ve yaşlılarda önemli komplikasyonlara da yol açabiliyor.

    Bu nedenle gripten korunmak ya da hastalık geliştiğinde zamanında hekime başvurmak çok önemli. Ancak toplumda yayılan kulaktan dolma bilgiler gripten yeterince korunmamızı önlüyor.

    Grip hurafeleri

    Acıbadem Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Sezen Özkök grip hakkında doğru sandığımız yanlışları anlattı, önemli önerilerde bulundu.

    grip hurafeleri
    grip hurafeleri

    Yanlış: Grip basit bir hastalık.

    Soğuk algınlığı ayakta daha hafif atlatılabilirken, grip daha ağır ve ateşli olarak seyrediyor. Ayrıca çocuklarda, yaşlılarda ve akciğer hastalığı gibi kronik hastalığı olan hastalarda bronşit, sinüzit, kulak enfeksiyonu ve zatürre gibi komplikasyonlara yol açabiliyor, hatta ölümcül olabiliyor.

    Yanlış: Grip olduğumda antibiyotik fayda sağlar.

    Hem grip hem de soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotik etkili olmuyor. Ancak sinüzit, zatürree ya da kulak iltihabı gibi komplikasyon gelişmesi halinde antibiyotik doktor kontrolünde veriliyor. Gripten iyileşmenin yolu, bol sıvı alımı ve dinlenmeden geçiyor. Ayrıca doktor kontrolünde alınan ateş düşürücü ya da antiviral ilaçlar da kullanılabiliyor.

    grip hurafeleri
    grip hurafeleri

    Yanlış: Ocak ayına kadar aşı olamazsam çok geç kalmış olurum.

    Grip aşısının etkisi 2-3 hafta sonra başlıyor. Bu nedenle aşının eylül ve ekim aylarındaki grip salgınından önce yapılması öneriliyor. Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Sezen Özkök grip aşısı için en uygun zamanın sonbahar başlangıcı olduğunu belirterek, “ Ancak grip aşısı yaptırmak için hiçbir zaman çok geç değil. Çünkü şubat ayında en yüksek düzeyde görülen grip mayıs ayına kadar devam ediyor.“ diyor.

    grip_asisi_soguk_alginlik

    Yanlış: Grip olduğumda çocuğumu emziremem.

    Hemen her anne gribe yakalandığında, hastalığını çocuğuna bulaştırır düşüncesiyle emzirmekten vazgeçebiliyor. “Oysa sanılanın aksine anneler grip olduklarında çocuklarını emzirmeliler.” diyen Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Sezen Özkök bunun nedenini şöyle anlatıyor: “Sanılanın tam tersine anne sütü gribe karşı doğal antikorlar içerdiği için bebeğe doğal bağışıklık sağlıyor. Ancak emziren anneler grip veya nezle olduklarında çocuğuna hem solunum yoluyla hem de el temasıyla bu virüsü bulaştırabiliyor. Bu nedenle hasta olan annelerin maske kullanmalarının yanı sıra bebeğiyle temas öncesinde sık sık ellerini yıkamaları çok önemli.” Bir önceki konumuz olan Grip Olan Anne Emzirebilir mi? göz atmanızda fayda var…

    Yanlış: Hasta kişilerden uzak kalmak beni her zaman korur.

    Bazı hastalar gribe yakalandıkları halde henüz yakınmaları başlamaması nedeniyle virüsü bulaştırabiliyorlar. Dolayısıyla gripten korunmak için hasta kişilerden uzak kalmanın yanı sıra aşı yaptırmak ve elleri de sık sık yıkamak gerekiyor.

    Yanlış: Her yıl aşı olmam gerekmiyor.

    Influenza virüsü, yapısını değiştirebilen bir virüs. Her yıl Dünya Sağlık Örgütü’nün salgına sebep olabilecek yüksek olasılıklı virüslere uygun aşı planlaması sonucunda aşıların içeriği her yıl değişiyor. Bu nedenle her yıl aşılanmak gerekiyor.

    Yanlış: Grip ilacı alırsam hastalığı ayakta geçirebilirim.

    Grip, soğuk algınlığı ile karıştırılmamalı. Grip, soğuk algınlığından daha ağır seyrediyor. Örneğin ciddi kas ağrısı, baş ve boğaz ağrıları ile ateş gelişebiliyor. Soğuk algınlığı olan kişi hastalığı ayakta atlatabiliyor ama grip yatak istirahati gerekiyor.

    Yanlış: Maske taktığımda gripten korunurum.

    Grip virüsü havadaki damlacıkların yanı sıra ellerimizle temas yoluyla da bulaşabiliyor. Dolayısıyla hastanın kullandığı telefon, mouse ve kapı kolları gibi ortak kullanılan eşyalarla ya da tokalaşmayla kişilerin birbirlerine temas etmeleri sonucu hastalık bulaşabiliyor. Bu nedenle hasta kişilerin bu dönemde sık sık ellerini yıkamaları ayrıca önem taşıyor.

    Yanlış: Aşı yapılınca asla hastalanmam.

    Grip aşısı hastalığı yüzde 100 önleyemiyor. Aşı grip olma riskini azaltıyor ve hasta olunsa bile etkilerinin daha az hissedilmesini sağlıyor. Her yıl Dünya Sağlık Örgütü’nün önderliğinde salgın yapması beklenen virüslere karşı aşı hazırlanıyor. Dolayısıyla aşı, içerisinde bulunmayan ve diğer salgın yapan virüslere karşı etkili olmadığı için bu virüsler bulaştığı takdirde kişi hastalanabiliyor.

    Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Sezen Özkök grip aşısı olduktan sonra aşının etkisini gösterebilmesi için 2- 3 haftalık süreye ihtiyaç olduğunu belirterek, “Bu dönem içinde kişinin virüsle karşılaşması halinde antikor yanıtı oluşmaması nedeniyle hastalık gelişebiliyor. Bu yüzden aşının sonbahar döneminin başlarında, salgınlardan önce yapılması önemli.” diyor.

    Yanlış: Grip aşıları gribe yol açar.

    Toplumdaki yaygın inanışın aksine grip aşıları gribe yol açmıyor. Grip aşısı ölü aşı olduğu için enfeksiyonun gelişme riski olmuyor. Ancak aşının yapıldığı mevsim “nezle” olarak adlandırılan basit viral enfeksiyonlarının yoğun olarak yaşandığı bir dönem. Bu nedenle kişiler nezleye yakalandıklarında grip olduklarını düşündükleri için burun akıntısı ve halsizlik gibi yakınmalarına grip aşılarının neden olduğunu düşünüyor.

    İlgili Konular;

    Çocukları Gripten Nasıl Koruruz? Bitkisel Yöntemler

    Terlemek Gribe İyi Gelir Mi? Grip Hızlı Nasıl Geçer? Ne İyi Gelir? 

    Gripte hızlı iyileşme püf noktaları

  • Böcek Sokmalarında İlk Yapılması Gerekenler

    Böcek Sokmalarında İlk Yapılması Gerekenler

    BÖCEK SOKMALARI VE YAPILMASI GEREKENLER

    Özellikle bahar ve yaz aylarında toprakta çalışan işçiler yada piknik yapan kişiler böcek sokmaları ile karşılaşır. Hatta bazen evimizin balkonunda otururken yada yolda yürürken bile böcek ısırması ile yüz yüze kalabiliriz. Bu nedenle ne yapmamız gerektiğini bilmeliyiz. İlk yapmamız gereken sakin olmak ve panik yapmamaktır. Eğer çok büyük bir alerjiniz yokda böcek sokması çokta tehlikeli bir olay değildir.

    Böcek sokmalarının alerjik belirtileri:

    Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi (larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eden bulgulardır.

    Böcek sokmalarında ilk yardım bilgileri:

    Arı sokması :
    Arının iğnesinin steril bir iğne ile çıkarılması gerekir. İğne çıkarıldıktan sonra buz tatbik edilebilir.

    Akrep sokması:
    Zehirin gücü akrebin kuyruğundaki boğum sayısı ile doğru orantılıdır. Zehir sinir sistemini ve kalbi etkiler. Tükrük salgısı artar. Kaslar kasılır. İdrar kaçırma ve felç görülebilir. Sokulan bölgede ağrı, yanma ve uyuşukluk olur. Bu durumda yara kesinlikle emilmez. Ufak bir turnike ve amonyak uygulanır. Kişiye alkol verilmemeli ve yara dağlanmamalıdır.

    Örümcek sokması:
    Zehirli örümcekler kum saati şeklinde küçük ve siyah olurlar. Ayrıca kafalarında kırmızı benek olur. Isırdıklarında sinir sistemini etkilerler. Karın kısmında ağrı görülür. Yara oynatılmamalıdır. Yaranın üzeri bez veya eşarpla sıkılmalı ve buz uygulanmalıdır.

    Köpek ısırması:
    Kuduz köpeklerin ağızları salyalıdır ve göz bebeklerinde simetri yoktur. Sudan korkarlar ve kuyrukları bacaklarının arasında gezerler. Isırma durumunda yara bol su ile yıkanmalı ve kapatılarak pansuman için hemen hastahaneye gidilmelidir. Tetanoz ve kuduz aşısı olunmalıdır. Köpeğin yakalanması ve 10 gün karantinada kalması gerekir.

    Yılan ısırması:
    Yarada diş izi bırakır. Zehirli yılanlar kısa, kuyrukları yuvarlak ve kafaları üçgen şeklinde olanlardır. Üzerlerindeki pullar daha küçük ve daha fazladır. Çok parlak ve canlı renklerde olurlar. Isırma durumunda kan pıhtılaşmakta zorlanır, aşırı kan kaybı olur. Yanma hissi ve ağrı vardır. Şişlik ve morluk görülebilir. Sinir sistemini ve kalbi etkiler. Kusma, uyuklama ve bulantı görülebilir. Yara öncelikle iki dişizi arası çizilerek kanatılır, emilmez. Isırılan bölgenin üstü bir bezle sıkılır.

    Kene yapışması:
    Üzerine yağ damlatılarak, bir cımbızla saat yönünün tersine çevrilir.

    Sülük yapışması:
    Sülükler kirli kanı emdiklerinden yararlıdırlar. Sigara veya herhangi bir ısı kaynağı ile uzaklaştırılırlar.

    Böcek Sokmaları Tedavi Yönetmler:
    Lokal reaksiyon- Böcek sokması lokal bir reaksiyona neden oldukysa, yani böceğin soktuğu yerde küçük bir şişlik oluştuysa buzla kompres yapmak, sabunlu suyla yıkamak veya antihistaminik bir pomat sürmek yeterlidir.

    Genel reaksiyon- Eğer sokulan bölgenin çevresinde daha geniş bir tepki oluşursa (örneğin tüm kolun veya bacağın şişmesi gibi) ya da yaygın kaşıntı görülürse yine normal reaksiyondaki tedavi uygulanabilir. Ağızdan alınan bazı ilaçlar da şikayetleri giderebilir. Ancak bu ilaçları bir doktorun vermesi gerekir.

    Toksik reaksiyon- Sokulan bölgeden uzakta şişme, karın ağrısı, ishal, nefes alma zorluğu, göğüste sıkışma hissi, hırıltılı solunum, dilde şişme; birkaç dakika içinde ortaya çıkan ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır. Bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eder. Bu durumda bir sağlık merkezinde acil madahele yapılmalı; tedavi sonrasında ise kan tahlili ve uygun testlerle alerji saptanmalıdır. Riskli kişiler aşılanır.
    Arı sokmasına karşı aşırı duyarlılığı olan kişiler, doktorun verdiği ilaçları mutlaka yanında bulundurmalıdır.

    Böcek sokmaları için bitkisel öneriler:

    – Adaçayı yapraklarından yapılan merhem, sivrisinek, arı sokmasında acıyı dindirir, kaşıntıyı önler.

    – Andız otu yaprakları veya kökünün hayvan ısırma ve sokmalarında enfeksiyon oluşumunu önleyici etkileri vardır. Çok miktarda andız otu mide bulantısına neden olur.

    – Çalı kavağı (ezilmiş) arı sokmalarında sokulan yere sarılırsa etkili olur. Zeytinyağı ile karıştırılarak elde edilen merhem yanıklara sürülürse şifa verir.

    – Deve tabanı yaprakları ezilip merhem haline getirilerek yaraların, çıbanları, şişen ayakların ve böcek sokan yerlerin üzerine sarılırsa çabuk iyileşmelerini sağlar.

    – Maydanoz tohumlarının ve yapraklarının kaynatılması ile elde edilen saf maydanoz suyu, arı ve haşarat sokmasında, sokulan yere sürüldüğünde ağrısını geçirir.

    – Sarımsak rendelenmiş olarak yara, çıban ve zehirli hayvanların soktuğu bölgelere sarıldığında iyileştirici olur.

    İlgili Konular ;
    Sivrisinek Kaşıntısı Nasıl Geçer?

    – Hangi Böcek Isırığı Nasıl Olur? Tıklayın !

  • Buzdolabındaki Antibiyotik Gıdalar

    Buzdolabındaki Antibiyotik Gıdalar

    Doğal antibiyotikler nelerdir? Buzdolabındaki antibiyotik gıdalar ile sağlıklı kalmanız mümkün. Günlük beslenmeye eklenmesi gereken gıdalar arasında olan bu besinleri sizin için sıraladık.

    Buzdolabındaki Antibiyotik Gıdalar

    Antibiyotikleri kullandığımızda yararları kadar zararları da oluyor. Karaciğeri yorması , böbreklerde bazı yan etkiler yaratabilmesi en bilinenleri. Kullanmadığımızda ise hastalıkların iyileşme süreci oldukça uzun vadeye yayılıyor yada hayati tehlike taşıyabilen rahatsızlıklara neden olabiliyor.

    Buzdolabındaki Antibiyotik Gıdalar | 1

    En iyisi doktorunuza danışarak antibiyotik kullanmaya devam etmektir. Eğer kendinize günlük koruma sağlamak ve destekleyici besin olarak tüketmek istiyorsanız bazı doğal antibiyotiklerde var.

    Elma Sirkesi,
    Bal,
    Kefir,
    Kivi,
    Nar,
    Ispanak,
    Kırmızı biber,
    Lahana,
    Soğan – Sarımsak,
    Kekik yağı,
    Pırasa,
    Turp,
    Brokoli,
    Zencefil
    Bu besinleri dengeli ve düzenli olarak tükettiğinizde vücudunuzda doğal antibiyotik etkisi görür. Antibiyotikleri ise doktorunuza danışmadan kullanmayın ve doktorunuzun verdiği kullanım süresine uymayı ihmal etmeyin.

  • İşte mutfağınızdaki 10 doğal antibiyotik

    İşte mutfağınızdaki 10 doğal antibiyotik

    Antibiyotik kullanmadan bağışıklık sisteminizi doğal formüllerle güçlendirmek mümkün. İşte kış aylarında tüketilmesi gereken 10 doğal antibiyotik…

    Bilimsel çalışmalar gereksiz antibiyotik kullanımı durumunda vücudun mikroplarla savaşma yeteneğinin azalmaya başladığını, bağışıklık sisteminin zayıfladığını, birçok ciddi hastalığa yol açabildiğini hatta vücutta bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç kazanması sonucu ölümcül tabloya bile neden olabildiğini ortaya koyuyor.

    Nezle ve grip gibi hastalıkların yoğun olarak görüldüğü bugünlerde en iyisi hasta olmadan önlem almak ve bunun için de doğanın şifalı besinlerine soframızda yer vererek bağışıklık sistemini güçlendirmek!

    Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fitoterapi, Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili “Bağışıklık sistemi insan vücudunu hastalıklara karşı koruyan, zararlı mikropları fark edip yok etmeye çalışan bir sistemdir. Antibiyotik kullanmadan bağışıklık sisteminizi doğal formüllerle güçlendirmeniz mümkün” derken, sonbahar ve kış aylarında tüketilmesi gereken 10 doğal antibiyotiği anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

    Sarımsak, soğan

    Binlerce yıldır birçok tıbbi amaçla kullanılagelen mucizevi besin sarımsağın bakteri, mantar ve virüsleri yok etme kapasitesi 19. Yüzyılda Louis Pasteur’ün araştırmalarıyla da doğrulanmış. Özellikle çiğ tüketildiğinde içeriğindeki sülfürlü bileşikler sayesinde bağışıklık sistemini güçlendiren, kansere karşı koruyan sarımsak hücre onarımını kolaylaştırıyor ayrıca helikobakter pilori gibi bazı bakterilerin çoğalmasını önlüyor. Ancak aşırı tüketimi vücutta kanamalara yol açabiliyor. Kokusundan dolayı pek çok kişinin tüketiminden kaçındığı sarımsağa her gün iki diş sofrada yer vermek çok faydalı. Aynı aileden olan soğan da hücre hasarına karşı koruyan ve bağışıklığı kuvvetlendiren çok güçlü bir antioksidan.

    Süt ve süt ürünleri

    Süt, hele de mikropların kol gezdiği bugünlerde vücut direncini artırmada birebir. Son yıllarda yapılan tüm çalışmalar, düzenli tüketildiğinde sütün üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu olduğunu ortaya koyuyor. Süt ve süt ürünleri, gribal enfeksiyonlara karşı korurken, bağırsakta kanser oluşturan etkenleri engelliyor, probiyotik özelliği sayesinde sindirim sistemine yararlı oluyor. Ayrıca sinirsel rahatsızlıklara, iştahsızlık ve uykusuzluğa karşı da fayda sağlıyor. Ülser yüksek tansiyon, bronşit ve astım hastalarının tedavisinde de kullanılan süt hem çocukların hem yetişkinlerin mutlaka tüketmesi gereken bir besin.

    Ispanak

    Bağışıklık sisteminin süper besinlerinden biri olan ıspanakta A,B,C ve E vitaminleri ile kalsiyum, magnezyum, quarcetin hepsi bir arada bulunuyor. Enfeksiyonları önleyip, bağışıklığı güçlendiren ıspanağın içinde bol miktarda bulunan C vitamini ve folik asit sadece vücudu korumakla kalmıyor, aynı zamanda enfeksiyonlarla savaşıyor. Kalp dostu olan ıspanak beyin yaşlanmasını geciktirici etkiye de sahip. Sağlık vadeden ve tam da mevsimi olan doğanın bu mucizevi besinini bol bol tüketin.

    Turp

    “Turp gibi olmak” deyiminin boşuna söylenmediği aşikar. Zira içerisindeki zengin C vitamini, folik asit, fosfor ve yüksek diyet lifi sayesinde tam bir sağlık kaynağı. Çok güçlü bir antioksidan olan turp, soğuk algınlığı gibi hastalıkların tedavisinde birebir. Yüksek lifi sayesinde sindirim ve boşaltım sistemini destekliyor, öksürüğe iyi geliyor. Örneğin kış aylarında tezgahlarda rahatça bulacağınız kara turpu güzelce yıkayıp üst kısmından kesip içerisini oyun (İçinden çıkan parçaları atmayıp salatada kullanın. Oyduğunuz kısmına bal koyun). Bir su bardağının üzerine oturtun. Turpa alttan çok minik bir çizik atın ki, içerisine koyduğunuz bal turp suyu ile özdeşleşip bardağa akabilsin. Bir gece bekletip sabah- akşam içerek 2 yaş üzeri çocuklarda ve yetişkinlerde fayda sağlayabilirsiniz. Turpun en az kendisi kadar faydalı olan yapraklarını da salatalarınızda değerlendirebilirsiniz.

    Brokoli

    Fitoterapi, Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili; “Brokoli, içerdiği sulforan maddesi sayesinde antioksidan aktivite göstererek bağışıklığı destekler. C vitamini ve E vitaminini bir arada içerdiği için bağışıklık sistemini uyarır” diyor. ABD’de yapılan araştırmada, çoğunlukla sigaranın sebep olduğu ve her yıl tüm dünyada 100 binlerce insanın ölümüne yol açan Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’nın (KOAH) hasarının engellenmesinde, brokolide bulunan bu “sülforapan” maddesinin etkili olduğu ortaya çıktı.

    Zencefil

    Doğanın mucizevi besinlerinden zencefil aşırıya kaçmamak koşuluyla üst solunum yolu enfeksiyonları ve gripten kansere dek birçok fayda sağlıyor. Sindirimi ve hazmı kolaylaştırmasının yanında mide bulantısına iyi gelen, kolesterolü düşüren ve kanın pıhtılaşmasını engelleyen zencefilin ağrı kesici özelliği de bulunuyor. ABD’de Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir dizi araştırma, zencefilin yakın gelecekte kanser tedavisinde de kullanılabileceğini ortaya koydu. Mikropların kol gezdiği bu kış aylarında taze zencefili rendeleyip içine limon ve bal koyarak elde ettiğiniz karışımdan sabahları bir tatlı kaşığı yiyerek bağışıklığınızı güçlendirebilirsiniz.

    Kırmızıbiber

    Kırmızıbiber C vitamini ve potasyumdan zengin bir besin. İçerisinde bolca bulunan C vitamini bağışıklık sistemini güçlendirirken potasyum kalp krizi riskini azaltıyor. Ağrı kesici ve iltihap çözücü etkisinin yanında kolesterolü düşürüyor, mide asidini düzenliyor ve mikrop öldürücü özelliğiyle kış aylarında şifa kaynağı olarak öne çıkıyor. Gerek taze gerekse kurutulmuş kırmızıbibere sofralarınızda yer vererek hem lezzet hem sağlık açısından faydalanabilirsiniz.

    Kivi

    Antioksidan özelliği sayesinde bağışıklığı güçlendiren kivi tam bir C vitamini deposu. Öyle ki portakaldan daha fazla C vitamini içeren bir adet kivide günlük alınması gereken C vitamini ihtiyacından daha fazlası var. İçindeki pektin sayesinde vücudu toksinlerden arındırırken DNA’yı koruyor. Kan şekeri kontrolü için yararlı olan kivi, içeriğindeki lif sayesinde sindirimi kolaylaştırıyor, kolesterolü dengeliyor. İngiltere’de yapılan araştırmalar küçük çocuklarda öksürme, hapşırma, nefes darlığı gibi bazı hastalıklarda kivinin olumlu etki yaptığını ortaya koyuyor.

    Hem tokluk hissi veriyor hem de yağ yakıyor
    Hem tokluk hissi veriyor hem de yağ yakıyor

    Pırasa

    Sağlığa faydaları çok yüksek olan pırasa tam bir kalp dostu besin. İçerdiği flavonoid ve kamferol sayesinde kan damarlarında meydana gelen hasarları gidermeye yardımcı oluyor. Sülfürlü bileşikler sayesinde de özellikle kolon kanseri başta olmak üzere birçok kanser türüne karşı koruyucu etkisi bulunuyor. Ancak çok yüksek miktarda tüketildiğinde kalsiyumun vücutta kullanılmasını olumsuz etkileyebilir. Gaz yapan bir sebze olduğu için sindirim sistemi sorunları yaşayanların çok iyi pişirerek ve az miktarda tüketmesinde fayda var. Pırasayı sevmeyenler patates ile birlikte pişirerek püre haline getirilip çorbalarda tüketebilecekleri gibi, salatalara da soğan yerine doğrayabilir. Omlet ve menemene ilave ederek de kahvaltılarınızı daha sağlıklı hale getirebilirsiniz.

    Nar

    Özellikle kış aylarında artan gribal enfeksiyonlara karşı koruyan nar kalp ve damar dostu bir meyve. Fitoterapi, Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili; “1 nar günlük almamız gereken C vitamini ihtiyacımızın yarısını karşılamaktadır. İçerdiği polifenoller ve antosiyaninler sayesinde damar tıkanıklığını azaltıcı ve tansiyon düşürücü özellik göstermektedir. Kansere karşı koruyucu etkisi olan nar, fiziksel aktivite sonrası vücudun yorulmasını da geciktiriyor” diyor. Ancak bir avuç nar bir porsiyon meyveye denk geldiği için nar suyu tüketmek tansiyonu fazlaca düşürebilir ve gereksiz şeker alımına neden olabilir. O nedenle günde bir porsiyonu geçmeyecek ölçüde tüketilmesi gerekiyor.

  • Antibiyotik direnciyle ilgili bilinmesi gereken her şey

    Antibiyotik direnciyle ilgili bilinmesi gereken her şey

    Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç geliştirdiği çağda yaşam korkutucu görünüyor; ama felaketten kaçınmanın yolları da var.

    Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnci, bizim antibiyotiği bu kadar yaygın kullanmaya başlamamızdan çok daha eskilere dayanıyor. Günümüz bakterilerinin antibiyotikten korunmak için geliştirdiği genlere, kuzey kutup bölgesindeki donmuş topraklarda 30 bin yıl önce yaşamış bakterilerde de rastlandı.

    O zamanlar bakteriler açısından bu genler pek avantaj teşkil etmiyordu. Ama insanlar en küçük bir hastalık belirtisinde bile antibiyotik kullanmaya başladıktan sonra direnç genleri her bakteri açısından kaçınılmaz hale geldi.

    Antibiyotiğin atası penisilini keşfeden Alexander Fleming bile henüz 1946’da antibiyotiğe direncin yayılması tehlikesine karşı uyarıda bulunmuş, antibiyotik kullanımının yaygınlaşması ve bakterilerin daha iyi savunma sistemi geliştirmesinden söz etmişti.

    Antibiyotik krizi, BBC Future’un Kasım ayında Sidney’de düzenleyeceği Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi’nde de tartışılacak.

    Durum ne kadar ciddi?

    Tüberkülozdan örnek verecek olursak, isoniazid ve rifampicin antibiyotikleri sayesinde Mikobakterium tüberküloz adlı bakterinin yol açtığı bu hastalık, zengin batılı ülkelerde artık pek görülmediği gibi diğer ülkelerde de azalmıştı.

    Fakat şimdi yeniden yaygınlaşıyor. Üstelik Hindistan, Çin, Rusya ve Papua Yeni Gine’de rastlanan bu yeni tüberküloz vakaları bu antibiyotiklere karşı dirençli.

    Birden fazla ilaca karşı dirençli tüberküloza ‘kanatlı Ebola’ adı veriliyor. Öksürük ve hapşırma yoluyla kolayca bulaşan bu hastalıktan kurtulma şansı en iyi tıbbi bakımla bile yüzde 50 düzeyinde.

    Ama bu, antibiyotik direnci sorununun sadece küçük bir kısmı. ABD’de her yıl en az iki milyon kişi antibiyotiğe karşı dirençli bakteriyel enfeksiyona yakalanıyor ve bunların 20 bini hayatını kaybediyor.

    Kalın bağırsakta enfeksiyona neden olan koli basili ile kan zehirlenmesine yol açan ve ölümcül olabilen psödomonas aeruginosa bakterilerine hastanelerde sık rastlanıyor. Bunlar antibiyotik savunma sisteminin son kalesi olarak yorumlanan karbapenemlere karşı dirençli bakteriler.

    Ayrıca cinsel yolla bulaşan frengi, belsoğukluğu ve klamidya gibi hastalıklara da bakteriler yol açıyor. Günümüzde antibiyotik direnci nedeniyle belsoğukluğu tedavisinde zorluklarla karşılaşılıyor.

    Yeni antibiyotik bulunamaz mı?

    Ne yazık ki bu o kadar kolay değil. Büyük ilaç şirketleri kanser ve kalp hastalıkları gibi daha kârlı alanlara yatırım yaptığı için ‘antibiyotik musluğu’ bir süredir kurumakla yüz yüze. Antibiyotik tedavisi 1000 dolara mal oluyorsa kanser kemoterapisi on binlerce dolar tutuyor, ya da kolesterol düşürücü ilaçları uzun süre kullanmak gerekiyor.

    Amerikan Bulaşıcı Hastalıklar Derneği’ne göre, bugün kullanılan tüm antibiyotikler 1984’ten önce bulunmuş antibiyotiklerin bir türevi. Antibiyotikler ayrıca ilaç şirketleri için bilimsel, yasal ve ekonomik zorluklar demek. Bu nedenle bu alandan çekiliyorlar.

    Çözüm ne?

    Yapılacak en önemli şey, zaruri olanlar dışında antibiyotik kullanımına son vermek. Bu ilaçlarla ilgili yerleşmiş anlayış ve uygulamaları yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Örneğin kulak ya da idrar yolları eknfeksiyonu için ille de antibiyotik kullanmak gerekmeyebilir; hatta antibiyotik kullandıktan sonra kendinizi iyi hissetseniz bile ilaç bitene kadar kullanma tavsiyesinin bile ne kadar geçerli olduğuna bakmak gerekiyor.

    Üstelik alışkanlıklarını değiştirmesi gerekenler sadece doktorlar da değil. Hastaların da her aksırık ve tıksırık için antibiyotiğin çare olmadığını anlaması gerekiyor. Genellikle üst solunum yolu hastalıklarına virüsler neden olur ve bu durumda antibiyotik kullanılmaz; çünkü antibiyotik sadece bakterileri öldürür.

    Tarım ve hayvancılık alanında da antibiyotik kullanımına son verilmesi ya da en azından azaltılması çağrıları yapılıyor. Dünya Sağlık Örgütü, hayvanlarda enfeksiyon riskine karşı hemen antibiyotiğe baş vurulmaması, aşı, hijyen ve biyogüvenlik gibi alternatiflerin geliştirilmesi tavsiyesinde bulunuyor.

    Daha radikal çözüm var mı?

    Bakteriyofaj ya da ‘bakteri yiyen’ virüsler alternatif çözüm olabilir. Bu virüsler aslında bakterileri yemiyor, onu yuva olarak kullanıp çoğalarak başka bakterilere yayılıyor.

    Bakteriyofajlar 1915’te keşfedildi ve 2. Dünya Savaşı’nda kangren tedavisinde kullanıldı. Bugün de antibiyotik krizine çözüm amacıyla yeniden inceleniyorlar.

    Yeni antibiyotik keşfetme amacından da vazgeçmiş değiliz. Ama bu antibiyotiklerin üzerinde de Demokles’in Kılıcı sallanıyor olacak. Bakteriler bir gün bunlara karşı da direnç geliştirecek. Bunu asla kazanamayacağımız bir silahlanma yarışı olarak görebiliriz. Umuyoruz ki bu yarışın kaybedeni de olmayız.

    • Bu makalenin İngilizce aslını BBC Future sayfasında okuyabilirsiniz.

    Kaynak: bbc.com/turkce

  • Antibiyotik Tedavisi Görürken Yoğurt Yiyin!

    Antibiyotik Tedavisi Görürken Yoğurt Yiyin!

    Antibiyotikler bakteriyel enfeksiyonların tedavisi için gerekli olan ilaçlardır. Antibiyotik alırken yoğurt yenir mi? makalemizde antibiyotik tedavisi sırasında yoğurt yemenin faydalarından bahsettik. Antibiyotikler, gastrointestinal floradaki kötü bakterileri öldürerek, vücuttaki hastalığı ortadan kaldırmaya çalışırlar. Ancak, yan etki olarak barsaklardaki iyi bakterilerin bazılarını da yok ederler. Yoğurt canlı, aktif kültürler içerdiğinden, hastanın, sağlıklı ve dengeli bir bağırsak kavuşmasına yardımcı olur.

    Antibiyotikler bakteriyel enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılır. Bakteriler tüberküloz, salmonella, frengi ve menenjit gibi hastalıklara yol açabilen minik organizmalardır. Genel olarak antibiyotikler iki şekilde çalışır; Bakterileri öldürürler ve bakterilerin üremesine engel olurlar. Böylece vücuttan zararlı bakterileri yok edilmiş ve doğal denge yeniden sağlanmış olur.

    Antibiyotiklerin Yan Etkileri
    Antibiyotikler çeşitli yan etkilere sahiptir, en yaygın yan etkileri, ishal, pamukçuk, mantar enfeksiyonu, sindirim sistemi ve vajina gibi yerlerde fungal enfeksiyonlar, bağırsakları iltihabı, bulantı ve hatta kusma. Nadir yan etkileri arasında güneşe hasasiyet, kan hastalıkları, sağırlık, böbrek taşlarının oluşumu, anormal kan pıhtılaşması sayılabilir.

    Probiyotikler, insan bağırsağında bulunan yararlı mikroorganizmaların benzeri canlı mikroorganizmalardır. Bu “dost” ya da “iyi” bakteriler, yoğurt gibi bellirli gıda ve takviyelerde bulunur. Dost bakteriler bağışıklık sisteminin gelişmesi, hastalıklara sebep olan mikroorganizmalara karşı korunması, gıda ve besinlerin sindirimi ve emilimi için gereklidir. Ancak,antibiyotik bağırsaktaki kötü bakteriler ile birlikte dost bakterileri öldürdüğünden, bakteriyel denge kolaylıkla bozulabilir. Antibiyotik tedavisi sırasında yoğurt tüketmek, yararlı bakterilerin popülasyonunun temin edilmesine yardımcı olur.

    Doğal Sağlık için Bastyr Merkezi antibiyotik tedavisi sırasında yoğurt yiyen bireylerin daha az ishal vakasıyla karşılaştığını bildiriyor.
    Antibiyotikle ilişkili diyare yani ishal, antibiyotik alan hastaların yüzde 39’unu etkileyen, antibiyotik tedavisinin en sık görülen yan etkilerinden biridir. Antibiyotik kullanımı sırasında geçmeyen ishal, kolonun şiddetli enflamasyona neden olup, hayati risk bile doğurabilir
    Yoğurt çeşitli yararlı bakteriler içerdiğinden, antibiyotik tedavisi sırasında yoğurt tüketmek, antibiyotikle ilgili ishal engeller.
    Ayrıca şişkinlik ve sık bağırsak hareketlerini de azalır.

    Antibiyotik kullanırken yoğurdu ne zaman yemeli? Yoğurt antibiyotiğin etkisini azaltır mı?
    Antibiyotik tedavisi sırasında, antibiyotiğin etkisini yok etmemek için yoğurdu, antibiyotik içtikten en az 2 saat sonra tüketmelidir. Antibiyotik tedavisi tamamlandığında, yoğurt alımını 10-14 gün boyunca iki ya da üç katına çıkarmalı ki barsak bakteri dengesi tekrar sağlansın, barsaklar eski sağlığına kavuşsun.

    İlgili Konular

    En Güçlü Doğal Antibiyotikler Tıklayınız

    Antibiyotiklerin Yan Etkileri Nelerdir? Tıklayınız

    Doğal Antibiyotik Tarifi Tıklayınız

    Antibiyotikten 100 Kat Güçlü Çorba Tarifi Tıklayınız

  • Antibiyotiklerin Yan Etkileri Nelerdir?

    Antibiyotiklerin Yan Etkileri Nelerdir?

    Antibiyotiksiz enfeksiyonların, iltihapların tedavisi neredeyse imkansız. Antibiyotiklerin yan etkileri makalemizde antibiyotiklerin zararlarına yer verdik. Antibiyotiklerin iyileştirici etkileri vardır, fakat şu bir gerçek ki sağlık açısından çeşitli zararları da vardır. İşte antibiyotiğin neden olabileceği yan etkiler.

    Antibiyotiğin Zararları

    Kilo
    Antibiyotiklerin kullanımı aşırı kilo ve obezite riskini arttırır.
    Epidemiologist doktor Martin Blaser; çocukluğunda çok miktarda antibiyotik alan
    kişinin ileride yetişkin olduğunda fazla kilolu olma ihtimali arttığını bildiriyor.

    Astım
    Bu haplar bedenimizdeki yararlı yararsız pek çok bakteriyor öldürüyor bu bakterilere
    helicobacter bakterisi de dahildir.
    Helicobacter bakterisi vücudumuzun istemediği bakteri grubundandır, fakat
    bu bakterinin şaşırtıcı bazı faydaları vardır. Mesela astıma yakalanma şansını %30 düşürmesidir.

    Mide Asidi
    Antibiyotikler içeriklerinden dolayı ve helicobacter bakterisini yok ettiğinden dolayı,
    midede aside yol açar, bu durumda mide ağrıları, midenin zayıflamasıyla sonuçlanır.

    Diyabet
    Araştırmalar, çocukluğunda antibiyotik almış kişilerin, şeker hastası olma ihtimalini
    artırdığını gösteriyor.
    Antibiyotikler bağırsaklardaki yararlı mikropları öldürüyor, böylece bağışıklık sistemini bozuyorlar.
    Bunun sonucunda bağışıklığımız yanlışlıkla pankreasa saldırıyor, ve iş diyabetle sonuçlanıyor

    En Güçlü Doğal Antibiyotikler resimli makalemiz için tıklayınız

    Bağırsak Rahatsızlıkları
    Bağırsak sorunu çoğu kişinin yaşadığı midede şişkinlik, ağrı, mide sorunları
    gibi çeşitli sıkıntılara yol açan bir durumdur.
    Danimarkalı araştırmacılar bağırsak rahatsızlıklarından muzdarip kişilerin
    çocukken antibiyotik aldığını belirlemişlerdir.

    Vücut Direnci
    Sık antibiyotik kullanımı bedenin direncini düşürüyor, ve enfeksiyonlara
    vücudu açık hale getiriyor.
    Mecbur kalmadıkça, doktorunuz yazmadığı sürece antibiyotik kullanmanızı önermeyiz.

    YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan yorum yazıları veya haberlerin tüm hakları Kadınlar Kulübü’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi hiçbiri özel izin alınmadan kullanılamaz. Bu haber veya yazılar sadece Kadınlar Kulübü tarafından sağlanan RSS verileri kullanılarak alıntılanabilir.

  • Ağrı kesici ve antibiyotikler ani ölüm riskine yol açabilir

    Ağrı kesici ve antibiyotikler ani ölüm riskine yol açabilir

    Bazı ağrı kesiciler, ateş düşürücüler ve antibiyotikler, vücutta reaksiyon yaratarak, bir kaç dakika veya saat içinde ani ölümle sonuçlanabilen ciddi alerjik sorunlara yol açabiliyor.

    Çocuk Alerji Ve Astım Akademisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Alerjisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nermin Güler yaptığı açıklamada besin, ilaç veya arı zehri gibi alerjiye neden olabilen maddelerin vücuda girmesini takiben bir kaç dakika veya saat içinde aniden ortaya çıkabilen ve ölümle sonuçlanabilen çok ciddi bir hastalık olduğunu söyledi.

    Deride yaygın döküntü, kaşıntı, kızarıklık; dilde ve dudaklarda şişlik, nefes almada zorluk, bulantı, kusma ve kan basıncında ani düşme ile kendini gösteren anafilaksi durumunda hastanın hemen sağlık kuruluşuna götürülmesinin hayati önem taşıdığına dikkati çeken Prof. Dr. Güler, bunun alerjik reaksiyonların en ağırı, en hızlı gelişeni ve en dramatik sonuçlar doğurabilen hali olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Güler, ilaç ve gıdaların anafilaksiye en sık yol açan ajanlar olduğunun altını çizerek, “İlaçlardan da en sık Ağrı kesicilerin ve antibiyotiklerin anafilaksiye sebep olduğu bilinmektedir. Bunlar dışında önemli bir anafilaksi nedeni de arı ve diğer böcek sokmalarıdır” dedi.

    Prof. Dr. Güler, anafilaksi durumunda hemen tanı konularak tedavinin yapılması gerektiğini, aksi takdirde ölüm riskinin çok yüksek olduğunu ifade ederek, “Eğer klinik olarak tanınması gecikirse ve gerekli dikkat gösterilmezse kalp-damar veya solunum sistemi yetmezliğinden ölüm gerçekleşebilir. Doktorların çoğu, meslek hayatlarının bir noktasında bu en korkutucu tıbbi acil durum ile karşılaşırlar” diye konuştu.

    ANAFİLAKSİ ÇOCUKLARDA BESİNLERE BAĞLI NEDENLERLE GELİŞEBİLİYOR
    Anafilaksi sıklığının gittikçe arttığını kaydeden Prof. Dr. Güler, şöyle konuştu: “Yanlış tanılar, yetersiz bildirimler ve yanlış klinik kodlamalar nedeni ile değişik toplumlarda farklı sonuç elde edilmektedir. Elimizde bulunan bilgilere baktığımızda ömür boyu görülme hızı yüzde 0,5 ile 3 arasındadır. Sıklık artışının nedenleri bilinmemektedir. Küçük çocuklarda, özellikle besinlere bağlı anafilaksinin beklenenden çok fazla artmakta olduğu görülmüştür. Bu arada maalesef ölümcül anafilaksi vakalarının da artmakta olduğuna inanılmaktadır. Çocuklarda en sık neden genellikle besinler iken, erişkinlerde daha çok ilaçlar sorumlu olmaktadır. Hangi gıdanın en sık anafilaksi nedeni olduğu daha çok bölgeye göre değişmektedir, tüketilen gıdalar farklı olabilmektedir. Böcek ısırıkları içinde ülkemizdeki en önemli etkenler bal arıları ve eşek arılarıdır. Böcek ısırıkları ile gelişen sistemik alerjik reaksiyonların sıklığı çocuklarda yüzde 1 civarındadır ve bu tip anafilaksiler çok erken başlangıç gösterirler.

    ÇİFTLİK HAYATI ASTIM ve ALERJİDEN KORUYOR
    Çiftlik hayatının alerjiden koruduğunu, bunun çok sayıda yapılan araştırmalar sonucu edinilmiş bir bilgi olduğunu belirten, Prof. Dr. Güler, büyükbaş hayvanların bulunduğu çiftliklerde Yaşayan çocukların astım alerjiden korunduğunu geçirdiklerini söyledi. Küçük çocuklarda, özellikle besinlere bağlı anafilaksinin beklenenden çok fazla arttığını, bunun nedeninin her ne kadar çeşitlilik gösterse de, sıklığının yaşa göre değiştiğini belirtti.

    KÖY HAYATI BİR ÜMİT IŞIĞI OLABİLİR
    Büyükbaş hayvanların bulunduğu çiftliklerde yaşayan çocukların astım ve alerjiden korunduğunu belirten Prof. Dr. Güler, sözlerine şöyle devam etti: “Çiftlik hayatı alerjiden koruyor. Bu çok sayıda yapılan araştırmalar sonucu edinilmiş bir bilgidir. Bütün araştırmalar da çiftliklerin koruyucu etkisinden bahsediliyor. Hiçbir araştırma hayır korumuyor dememiştir. Ama bu çiftliklerde büyükbaş hayvan yoksa koruyucu etki pek yok. Büyükbaş hayvanların olduğu çiftliklerde onların dışkılarında çıkan o mikroplar çocukların vücutlarına adeta bir antrenman verir ve o zayıf mikroplar insanı hasta edici mikrop değildir ama milyonlarca mikrobun içinde vücut savaşmayı öğrenir ve bağışıklık sistemi alerji yerine doğal ortamla savaşacak bir statü geliştirir ve gelecekteki astımlar alerjiler çiftliklerde büyüyen çocuklarda çok daha az buna gayret etmemiz lazım. Çocuklarımızın yaz tatillerinde ayakları toprağa basacak çiftlik hayvanlarının olduğu yerlere götürülecek. Yeni bir hayat böyle kurulacak yavaş yavaş. Kaybetmekte olduğumuz bazı şeyleri yeniden kazanmaya gayret edeceğiz. Demek ki köy hayatı bir ümit ışığı olabilir.”

  • Grip için en iyi tedavi nedir? Antibiyotik almam gerekir mi?

    Grip için en iyi tedavi nedir? Antibiyotik almam gerekir mi?

    Griple sürekli karıştırılan soğuk algınlığı arasındaki farkları ve griple ilgili merak edilenler…

    1. Soğuk algınlığı ve grip arasındaki fark nedir?

    Her ikisi de solunum yolu hastalığıdır; ancak bunlara farklı virüsler neden olur. Grip burun, boğaz, bronş ve muhtemelen akciğerler dahil solunum sistemini bozar. Soğuk algınlığı ise sadece üst solunum yolunu etkiler. Bu nedenle gribin ateş, vücut ağrıları, yorgunluk gibi belirtileri soğuk algınlığına göre daha şiddetlidir. Gribin başlıca belirtileri ateş, yorgunluk, vücut ağrıları, titreme, baş ağrısı, boğaz ağrısı ve öksürüktür. Öksürük bronşları tahriş edecek kadar yoğun değildir. Hastalığın en kötü günleri ilk 3-4 gündür. İstirahat ile 7-10 gün arasında geçer. Ancak hastalığın ardından birkaç hafta boyunca yorgunluk hissedebilirsiniz. Grip ilk 24-72 saat arasında bulaşıcı hale gelir. Bu nedenle hasta olsanız bile fark edemeyerek virüsü diğer sağlıklı kişilere de bulaştırabilirsiniz. Grip olduğunuzda lütfen hekiminize başvurmadan ateş düşürücü ilaçlar ya da antibiyotikler kullanmayın. Ateşlendiğinizde mutlaka istirahat edin; böylece daha hızlı toparlanabilirsiniz.

    2. Grip için en iyi tedavi nedir? Antibiyotik almam gerekir mi?

    Grip için tek bir “en iyi” tedavi yoktur, ancak semptomları azaltabilir birçok yolu vardır. Reçeteli ilaçlar grip belirtileri ilk ortaya çıktığı zaman alındığında hastalık süresini kısaltabilir. İlaçlar özellikle ilk 48 saat içerisinde alındığında hastalığın ilerlemesini engeller. Soğuk algınlığı ve grip ilaçları ateş, ağrı, burun tıkanıklığı, öksürüğü azaltma gibi konularda size yardım edebilir; ancak onlar gribi tamamen tedavi etmez; sadece bu süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olabilir. Dekonjestanlar burnun şişmiş mukozalarını küçülterek nefes almanıza yardımcı olur. Ayrıca tuzlu burun spreyleri de açık solunum yollarına yardımcı olabilir. Öksürük preparatları, su ve meyve suları ile birlikte, öksürük yatıştırmaya yardımcı olabilir. 4 yaş altındaki çocuklarda mecbur kalmadıkça öksürük ve soğuk algınlığı ilaçları kullanılmamalıdır. Çocuğunuz 4 ve 6 yaş arasında ise, herhangi bir ilaç vermeden önce doktorunuza danışın. 6 yaş üzeri çocuklarda semptomları hafifletmek için hekiminizin önerdiği ilaçları kullanabilirsiniz. Vücudunuzdan su kaybını önlemek için bol bol sıvı tüketin. Bu aynı zamanda burun mukozanızı da rahatlatır. Kahve, çay, kola gibi kafein içeren içecekleri sınırlayın. İştahınızın durumuna göre hareket edin. Eğer gerçekten aç değilseniz, beyaz pirinç ya da et suyu gibi basit yiyecekleri yemeyi deneyin. Antibiyotikler grip ya da soğuk algınlığı tedavisine yardımcı olmayacaktır. Antibiyotikler bakterileri öldürür, ancak grip veya soğuk algınlığına neden olan virüsler üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Grip bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir ve bakteriyel enfeksiyonlar için kapıyı açabilir. Bu nedenle gribiniz giderek kötüleşiyorsa bir hekime başvurun. Bakteriyel bir enfeksiyon geçiriyor olabilirsiniz. Bu durumda antibiyotik tedavisi gerekli olabilir.

    3. Ne zaman doktora gitmeliyim?

    Belirtiler şiddetliyse, toparlanacağınıza daha da kötüye gidiyorsanız, ateşiniz düşmüyorsa mutlaka hekime başvurun. Grip gibi başlayan ve başka bir hastalığa dönüşen bir duruma girmiş olabilirsiniz. Eğer bu belirtilerden herhangi biri varsa, hemen bir doktora görünün:

    * Nefes alma zorluğu
    * Kalıcı ateş
    * KusmaAğrılı yutma
    * Kalıcı öksürük
    * Kalıcı tıkanıklık ve baş ağrısı

    4. Grip aşısı gribe neden olabilir mi?

    Grip aşısı ölü virüslerden yapılır ve sizi grip yapmaz. Ancak, aşı vücudun bağışıklık yanıtı tetikleyebilir, böylece kas ağrısı ya da düşük dereceli ateş gibi birkaç hafif belirtileri olabilir.

    5. Neden insanlar grip hakkında bu kadar endişeli? Gribi önlemek için ne yapabiliriz?

    Grip virüsü akciğerler bulaşabilir ve zatürre gibi ciddi bir enfeksiyona neden olabilir. Grip zatürreye dönüşmeye başlarsa, bu hastanede tedavi gerekebilir. Alerjisi olanların gribe yatkınlığı yoktur. Ancak alerjiler, gribin astım, zatürre gibi hastalıklara dönüşmesini tetikleyebilir. Bu nedenle özellikle yaşlılar, hamileler, bebekler ve kronik sağlık problemleri olanların daha dikkatli hareket etmeleri gerekir. Grip ve soğuk algınlığına neden olan virüsler virüslü kişinin öksürmesi ya da hapşırmasıyla ortaya çıkan damlacıklar yoluyla yayılır. Grip ve soğuk algınlığından korunmak istiyorsanız;

    Öksürürken ya da hapşırırken yüzünüzü kolunuzun içiyle kapatın.Hapşırırken ya da öksürürken ağzınızı elinizle değil; kağıt bir mendille kapatın ve mendili hemen çöpe atın.Ellerinizi gözlerinize, burnunuza ve ağzına götürmeyin. Bu vücuda giren mikropları önler.Ellerinizi sık sık yıkayın. Eğer suya erişiminiz yoksa alkol bazlı bir dezenfektan kullanın.Çevrenizdekilere doğru öksürmeyin, kafanızı başka bir yöne çevirin.Telefon, klavye gibi ortak kullandığınız yüzeyleri dezenfekte edin. Virüsler bu yüzeylerde 8 saat yaşayabilirler.Soğuk algınlığı ve grip sezonunda kalabalıktan uzak durun.Her yıl grip aşısı olsun. Aşılar size % 100 koruma vermez; ancak hastalığı önlemenin en iyi yoludur.Bağışıklık sistemini besleyen koyu yeşil, kırmızı, sarı sebze ve meyveler tüketin.Düzenli egzersiz yapın. Egzersiz yaptığınız halde hasta olabilirsiniz; ancak hastalık daha az şiddetli belirtiler gösterir ve daha çabuk iyileşir. Aerobik, yürüyüş gibi düzenli egzersizler bağışıklık sistemini güçlendirir.

  • Hamilelikte İlaç Kullanımı

    Hamilelikte İlaç Kullanımı

    Hamilelikte doktorlara danışmadan ilaç kullanımı çok sakıncalı olabilir.

    1) Hamilelikte ilaç kullanımı sakıncalı mıdır?

    Bazı ilaçlar bebeklerde doğuşsal anormalliklere yol açabilir, bazıları erken doğuma sebebiyet verebilir.

    Bunun için gebeliği planlayan kadınlar dahi yumurtladıktan sonra adet oluncaya kadar geçen iki haftaya kadarki sürede muhtemelen gebe olduklarını düşünerek doktorlarına danışmadan ilaç kullanmamalıdırlar. Gebelikte ise kadın-doğum uzmanını her ilaç kullanımında aramalıdırlar. İlaç kullanımı sadece gebeliğin ilk üç ayında değil daha önceki haftalar ve aylarda da bebeklere zarar verebilir ve erken doğuma da yol açabilir.

    2) Hamilelikte ilaç kullanımı nasıl olmalıdır?

    Hamile, doktoruna danıştığı sürece gebelik boyunca pek çok ilacı kullanabilir. Gebeliğin her gününde, her ayında ve hemen her hastalıkta kullanılacak ilaç mevcuttur. Gebelikte ilaç kullanılamaz ön yargısı yanlıştır. 9 aylık bir süre insan hayatında uzun bir dönemdir ve bu dönemde gebeler elbette ki değişik hastalıklara yakalanacaklar, grip olacaklar, dengelerini kaybedip düşecekler, kollarını bacaklarını zedeleyecekler, değişik iltihaplar kapacaklar, mideleri bozulacak, idrar iltihabı geçirebilecekler, kabız olabilecekler ve ishal olabileceklerdir. Dolayısıyla bir gebenin 9 ay boyunca ilaçsız yaşaması olası değildir. Yeter ki hekimlere danışarak en doğru ilacı kullansınlar.

    3) Hamilelik sırasında kullanılan ilaçların doğacak bebeğe geçişi söz konusu mudur?

    Gebelikte kullanılan ilaçların önemli bir kısmı bebeğe geçer. Ancak çok büyük molekülü olan ilaçlar plasentadan geçmez ve dolayısıyla bebeğe de etkisi olmaz ama ilaçların çoğunluğu plansetayı geçecek, bebeğe de gidecektir. Bu demek değildir ki plasentayı geçip, bebeğe gidebilen hiçbir ilaç kullanılmamalıdır. Çünkü bu durumda daha önce de belirttiğimiz gibi pek çok hastalığın gebelikte tedavisinin yapılmaması gibi bir durum doğurucaktır ki, bu da hem anneye hem de bebeğe daha çok zarar verir.

    4) Bebeğin anne karnında ilaçların yan etkilerine en hassas olduğu dönem sadece hamileliğin ilk üç ayı mıdır?

    Gebeliğin ilk üç ayında bebeğin organları gelişmekte olduğu için verilen bazı ilaçlar bu gelişimi durdurur ve bebeklerde bazı anormalliklere yol açabilir. Ama bebek devamlı gelişen bir organizma olduğu için üçüncü aydan sonra hiçbir zararı yoktur denemez, çünkü gelişim devam etmektedir ve bazı ilaçlar belirli gebelik haftalarında bebeğe yine zarar verebilirler, örneğin bazı hormon ilaçları ve kortizon gibi ama belli dozlarda kalındığı, doktor tarafından verildiği sürece gebeliğin hemen her haftasında ilaç kullanılabilir.

    5) İlaç prospektüslerinin hemen hepsinde hamilelikte kullanılması uygun değildir, ibareleri mevcuttur, gerçekten birçoğu hamilelikte kullanılmaz mı?

    Bütün ilaçların prospektüslerinde bu tür ibarelerin yazılması gebeleri uyarmak içindir. Pek çok ilacın prospektüsünde kullanılmaz yazmaktadır. Bu, gebelikte kontrolsüz ilaç kullanımını önlemek için yapılan bir uyarıdır.

    6) Doz alımı gebelik sürecine göre değişir mi?

    Evet. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında ve doğuma çok yakın zamanlarda bazı ilaçları kullanmamak veya dozu azaltmak gereklidir. Bebeğin doğuma çok yakın bir zamanda uzun etkili olan ve vücuttan atılamayan bazı ilaçlar bebeğe geçtiklerinden doğumdan sonra bebek üzerinde etkilerini gösterir ki, bu tarz bazı ilaçlar bebekte nefes alamama, dolaşımı bozma gibi şikâyetlere yol açar. Dolayısıyla bu ilaçları doğumdan bir süre önce kesmek gereklidir.

    7) Hamilelikte antibiyotik kullanımı bebek için sakıncalı mıdır?

    Bazı antibiyotikler gebelikte kullanılmaz. Çünkü bunlar bazen bebeğin kemik gelişimini olumsuz etkiler veya dişlerini sarı yapar vs. Ama pek çok antibiyotik de gebelikte emniyetle kullanılabilir ve kullanılmaktadır.

    8) Doktor gözetimi almadan ilaç kullanımı bebekte ne gibi sağlık sorunlarına yol açar?

    Özellikle bebeğin organ gelişimi süresinde yani ilk üç ayda alınan bazı ilaçlarda bebekte kemik gelişiminin olmadığı, bazı kalp anomalileri olduğu, cinsel organlarının gelişiminde bir takım duraklamalar ve bozukluklar olduğu gözlemlenmiştir. Yine alınan bazı ilaçlar bebekte işitme kaybına, böbrek anomalilerine, hatta kol ve bacak eksikliklerine neden olabilir. Bazı ilaçlar ise bebekte zekâ gelişimine engel olabilir, bebeğin kilo almasını engeller ve rahim içi gelişme geriliği dediğimiz sorunları yaratırlar.

    Bazı ilaçlar bebekte kanamalara yol açabilir ve gerek rahim içinde gerekse doğumdan hemen sonra beyinde kanamalara yol açarak, bebeğin ölümüne neden olabilir.

    9) Bitkisel ilaç kullanmak zararlı mıdır?

    Doktor denetiminde olmak, ilacın temiz koşullarda hazırlandığından emin olmak ve içindeki maddeleri iyi bilmek şartıyla bazı bitkisel ilaçlar gebelikte kullanılabilir. Örneğin kabızlık ilaçları gibi.

    10) Aspirin gebelik sürecinde kullanılmaması gereken bir ilaç mıdır?

    Aspirinin normal 500 mg.lık tabletlerini gebelikte kullanılmasını önermiyoruz. Bu tabletler hem bebekte bazı damar hastalıkları anomalilerine yol açabilmekte hem de her gün kullanıldığı takdirde kanamalara sebebiyet vermektedir.

    Ama düşük doz aspirin gebelikte yaygın olarak kullanılmaktadır. Kılcal damarlardaki pıhtılaşmayı engelleyerek bazı düşük vakalarında, gelişme geriliği olan bebeklerde gelişmeyi hızlandırmak için kullanılmasını önerenler vardır. Özellikle tüp bebek hastalarında bebek aspirini kullanmak yaygın bir gelenektir.

    11) Aşı hamile bir bayana uygulanabilir mi? Aşı çeşitlerine göre farklılık gösterir mi?

    Gebelikte bazı aşılar uygulanabilir. Ancak canlı aşı dediğimiz canlı virüsün vücuda verilerek bağışıklık yaratıldığı aşılarda virüs bebeğe de geçerek onda da hastalıklara yol açabildiği için kullanılmaz.

    Gebelikte sadece ölü aşılar veya mikrobun ancak protein kısmına karşı geliştirilen aşılar rahatlıkla kullanılabilir. Örneğin gebelikte grip aşısı kullanılabilir, ama kızamıkçık aşısı kullanılmaz çünkü bebeğe kızamık geçebilir ve çok ağır anomalilere yol açabilir.

    Yine gebelikte tetanos aşısı ölü aşısı ölü aşı olduğu için kullanılabilir. Biz bütün gebelerin gribe karşı daha hassas olduğunu düşünerek grip aşısının gebelik sırasında vurulmasını özellikle öneriyoruz. Yine son yıllarda çıkan ve salgın halini alan HPV (insan siğil virüsü) gebelikte de bulaşabilir ve rahim ağzı kanserine yol açabilir. Bu yüzden HPV aşısı gebelik öncesi yapılmalı ve bitirilmelidir. Bu aşının gebelik sırasında kullanılmasının şu ana kadar sakıncası olmadığı düşünülse de tavsiye edilmemektedir.

    Gebelik hakkında merak ettikleriniz için tıklayın !