Etiket: anne ve çocuk

  • Tüp Bebek İşlemlerinde SGK Devlet Katkısı 2020

    Tüp Bebek İşlemlerinde SGK Devlet Katkısı 2020

    2020 SGK tüp bebek tedavisinin ne kadarını karşılar? Tüp bebek tedavisinde kullanılan ilaçlar katılım payından muaf değildir. Devlet Desteği ilaçları karşılıyor mu?

    SGK Tüp Bebek Şartları 2019-2020

    2019-2020 SGK tüp bebek şartları üç deneme ile sınırlı olmak üzere uygulanan IVF tedavi giderlerinin devlet desteği ile karşılanması için gerekli olan şartlar şunlardır;

    Sağlık kurulu raporu düzenlenmiş olmalıdır. Düzenlenen sağlık kurulu raporunun içeriğinde yapılan tıbbı tedaviler sonrasında ebeveynin normal yöntemlerle çocuk sahibi olamayacağının belirtilmesi gerekir. Rapor içeriğinde ayrıca yardımcı üreme yöntemlerinin gerekliliği bulunmalıdır.

    Devlet desteğinden faydalanmak için 43 yaşından gün almamış ve 23 yaşını doldurmuş olmak gerekir.
    3 yıllık evli olma şartı bulunur ve üç yıl evlilikleri olan çiftlerin en az iki kez aşılama yapmaları zorunluluğu vardır.
    İstisna durumlarda 3 yıllık evlilik şartı aranmamaktadır. Bu istisnalar ise; sperm sayısı 5 milyondan az olanlar, tüpleri kapalı olanlar ve yumurta rezervleri düşük olanlar şeklindedir.

    Tüp bebek uygulaması yapılacak olan merkezin SGK ile sözleşmesi bulunması gerekir.

    Son üç yıl içerisinde tedavi yöntemlerini deneyerek sonuç alamamış olmak gerekir. Bu durumun sağlık hizmeti veren kurum tarafından belgelenmesi zorunludur.

    En az beş yıllık süreyi kapsayan sağlık sigortası prim gün sayısının tamamlanmış olması ve eşlerden herhangi birisinin bu koşulu yerine getirmesi gerekir.

    Tüp Bebek İşlemlerinde SGK Devlet Katkısı 2020 | 1

    Tüp Bebek Devlet Desteği 2020

    Tüp bebek tedavi desteği almak için belirtilen şartlar hakkında bilgi sahibi olan kişiler şartları tam olması durumunda rapor alarak ilaç desteklerini de kurum tarafından sağlamaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumunu 3 denemeye kadar destek sağladığı tedavi yönteminde kişinin daha önce evliliğinden çocuk sahibi olması kurum desteğini etkilememektedir.

    Doğal yollarla çocuk sahibi olamayan çiftler devlet desteği ile 3 deneme hakkına sahip olarak tüp bebek yönteminden ücretsiz olarak faydalanmaktadır. Devlet desteğine engel olmayan diğer bir durum ise evlat edinmektir. Daha önce çocuk evlat edinmiş olan çiftleri için bu durum kurum desteği almalarına engel teşkil etmemektedir.

    Tüp bebek devlet desteği almak isteyen çiftler şartları taşımaları durumunda sadece katkı payı ödemesi yaparak tüp bebek desteğinden faydalanma şansına sahip olmaktadır.

    Tedavilerde Yaş Sınırı

    Tedaviye başlamış olan kadının yaşı 40 yaşın üzerinde ise tedavi bedelleri kurum tarafından karşılanmamaktadır. SGK tarafından tedavi giderlerinin karşılanması için tedaviye başlayan kadının 40 yaşından gün aldığı tarih öncesinde düzenlenmiş olan sağlık raporuna ihtiyaç bulunur. Rapor tarihi itibarı ile 30 gün içerisinde embriyo transferi gerçekleşmiş olursa tedaviye ilişkin giderler kurum tarafından karşılanmaktadır.

    Tüp Bebek Tedavisi SGK Raporu Nedir?

    Tüp bebek tedavi raporu alınarak devlet desteğinden yararlanmak mümkün olmaktadır. Tüp bebek raporu nedir ve almak için yapılması gerekenler şunlardır;

    Tüp bebek raporu almak için tüp bebek ünitesinin bulunduğu üniversite hastanelerine ya da devlet hastanelerine başvurmak gerekir.

    Tüp bebek tedavi raporunda istenen tahliller FSH, AMH değerleri, rahim filmi ve en az üç farklı zamanda verilmesi gereken sperm tahlilleri olmaktadır.

    İlaç ve tedavi raporu adı ilaç ve tedavi raporları olarak 2 ayrı şekilde çıkmaktadır. İlaç raporlarını süresi 1 ay geçerdir. Tedavi rapor süresi 6 ay geçerli olacak şekilde düzenlenmektedir.

    Her uygulamada yeni rapor çıkarılması gerekir.

    Düzenlenen raporların SGK şartlarına uygun olması gerekir.

    Rapor çıkarma süreleri başvuruda bulunulan hastaneye göre değişmektedir.

  • Tüp Bebek Başarısı Nasıl Artar?

    Tüp Bebek Başarısı Nasıl Artar?

    Tüp bebek normal şartlar altında bebek sahibi olmayan çiftlerin başvurmuş olduğu, uzun soluklu ve sabır isteyen, bazı zaman başarıya ulaşılan bazı zamanda başarısızlıkla sonuçlanan bir metottur. Hem kadının hem de erkeğin bir takım hususlar neticesinde tüp bebek tedavisi ile anne ve baba olma isteğinin gerçekleşmesinde tüp bebek yönteminin başarılı geçmesi oldukça mühimdir. Peki hem kadın hem de erkek tüp bebek başarısını arttırmak için nelere dikkat etmeli, hangi hususlar tüp bebek başarısını arttırmaya yararlıdır, buyurun yazımızdan öğrenelim…

    Tüp bebek başarısının artmasında ki en önemli husus, kadının yaşıdır. Kadının yaşı ne kadar genç olursa tüp bebek tedavisinin başarılı geçme olasılığı da o kadar yüksek olur. Yaş hususunun yanı sıra kadının yumurta sayısı, erkeğin sperm kalitesi ve miktarı da tüp bebek şansını arttırmada rol oynar.

    Tüp bebek tedavisinin başarısının artmasında tedavi boyunca uygulanan bir takım tekniklerinde rolü bulunur. Seçilen tüp bebek merkezinin labarotuvarının yeterli donanımda olması ve yeterli tekniklerin kullanılması başarıoranını arttırır. Burada en önemli faktör ise, kişiye özel tedavi seçeneğinin uygulanmasına dikkat edilmesidir. Bu sebeple tercih ettiğiniz tüp bebek merkezlerinin tam teşekkürlü olmasına dikkat edin.

    Tüp bebek tedavisinin başarısını arttırmak istiyorsanız tedavi boyunca hem anne hem de baba kesinlikle alkol ve sigara kullanmamalı, sağlıklı ve düzenli beslenmeye dikkat etmeli, hekimlerinin önerilerine kulak vererek üzerlerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmelidirler.

  • Normal doğum mu sezeryan mı ?

    Normal doğum mu sezeryan mı ?

    Riskli gebeliklerin ve normal doğum sırasında ve sonrasında oluşan problemlerin olması nedeniyle zorunluluktan doğmuş olan Sezeryan doğum rutin olarak kullanılmadan önce doğum şekli olarak bir başlık açılmıyordu, ancak bazı tıbbi gereklilikler dışında sezeryan doğumun aşırı yaygınlaşması beraberinde komplikasyonları ve beklenmedik sıkıntıları da getirdi..

    Öncelikle pratik anlamda doğum şekilleri 2 ana başlığa ayrılır ;

    1- Vaginal Doğum ( Ağrısız normal doğum – Naturel normal doğum )2- Abdominal Doğum ( Sezeryan )Gelişmiş ülkelerde sezeryan oranının toplam doğumlara oranının yaklaşık olarak % 15 civarında olması, bizim ülkemizde ise bu oaranın %70 lere hatta bazı illerde % 90 lara kadar çıkmış olması beraberinde de her operasyonda olduğu gibi hem annede hem de bebekte bu kadar sıklıkta görmeyi beklemediğimiz sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır..BunlarHocamın da hep söylediği gibi ‘’içinde NORMAL sözü geçen yöntem iyidir, çünkü doğaldır‘’ yani her ne sebeple yaparsanız yapın Sezeryan ile doğal olmayan bir durum oluşturuyoruz.

    1- Normal doğum yapmış bir annenin Sezeryan olmuş bir anneye göre ‘’ANNE SÜTÜ‘’ daha erken ve bol miktarda gelmektedir.Bu durumun nedeni bebeğin doğum yolunda ilerlerken annede prolaktin ve oksitonin denilen hormonların salınımıyla ilgili olmasıdır.

    2- Sezeryanın cerrahi bir müdahele olması nedeniyle oluşabilecek ‘’KOMPLİKASYONLAR‘’ ; Kanama miktarında fazlalık , yara yeri ve karın içi enfeksiyonlar , karın içi yapışıklıklar (adezyonlar), süt için alması gereken gıdaların alımında gecikme vb. ‘’HASTANEDE KALIŞ SÜRESİ ‘’ de önemli farkalar gösterir, Normal doğum yapmış bir anne 8 saat sonra taburcu olabilirken ,Sezeryan olmuş bir anne en kısa 24 saat kadar hastane de gözetim altında tutulmalıdır.

    3- Anne doğum yaptıktan sonra yeni ‘’YÜKLENİLECEK SORUMLULUKLAR ‘’ a da hazır olmalıdır (emzirme,bebeğiyle ilgilenme, vb ) Normal doğumda herhangi bir ameliyat yeri olmadığı için kolaylıkla ve hemen anne emzirebilir,bebeğinin altını alabilir ..Sezeryan da ise operasyona bağlı ağrı,belli süre beslenememe ,gaz çıkarma problemi , kesi yeri sağlığı için hareketsizlik oluşması gibi durumlardan ötürü bebekle ilgilenme ve emzirme süreci negatif etkilenebilmektedir..

    4- Yapılan araştırmalara göre Normal doğum yapan anne bebeklerinde ‘’YENİDOĞAN SARILIĞI ‘’ nın da daha az görüldüğü tıbbi makalelerde yazılmaktadır.

    5- Normal doğum yapan anne bebeklerinde ‘’SOLUNUM SIKINTISI (Respiratuar Distress ) çok daha nadir görülmektedir.Bu durumun sebebinin doğum kanalı içinde bebek ilerlerken salgıladığı steroidler olduğu bilinmektedir.

    6- Normal Doğumun tam bir ‘’TÖREN OLMA NİTELİĞİ ‘’. İlk çağlardan beri doğum anne adayının ve o ailenin geçmişindeki en önemli törenlerden biri olmuştur, bu özelliği anne adayının ‘’BAŞARISI , CESARETİ ve FEDAKARLIĞI ‘’ temasının bir örneği olarak görülmektedir. Normal doğum yapmış anneler doğuma aktif katıldıkları için bu duyguları hiç yaşamadıkları kadar derinden yaşamaktadırlar

    7- ‘’ANNE BEBEK İLETİŞİMİ ‘’ yönünden de Normal Doğum yapmış anneler avantajlı durumdadırlar, Kişisel olarak Dr. ÖZGÜR ATLI olarak ben doğumunu yaptırdığım bebeği göbek kordonu kesilir kesilmez anne karnına yatırmak suretiyle ilk anne – bebek iletişimini başlatırım, bu durumu yaşamış annenin Plasentası ( bebeği besleyen organ ) daha erken ayrılır ve anne sütü çok daha erken gelir. Sezeryan doğumda böyle bir iletişim bu seviyede gerçekleşmez..

    ‘’EN SON ÖZET OLARAK‘’ : Sezeryan gerekli hallerde hem anne hem de bebeğin hayatını kurtarabilecek bir operasyondur, bir çok nedenle ( fetal distress , iri bebekler , bebek geliş anomalileri vb.) yapıldığında bir çok sıkıntıdan korur, ancak artık günümüzde her anne adayına bir bahaneyle veya korkutularak uygulanan rutin bir uygulama olmuştur.. Hastalarım bilir Ben bunu ‘’apandisit ameliyatına ‘’benzetiyorum, yani apandisit operasyonu da çok hayat kurtarmıştır ancak her karşımıza çıkan sağlıklı kişiyi de apandisit ameliyatı mı yapalım ?

    Şu bir gerçek ki her anne istediği yöntemle doğum yapmalıdır, ancak yöntemlerin artıları ve eksilerini anlatma görevini biz hekimlerin layıkıyla yerine getirmesi gerektiğini düşünmekteyim….

    AĞRISIZ NORMAL DOĞUM ( EPİDURAL DOĞUM )

    Hastalarımla doğum öncesi konuşmalarımızda Normal doğumdan korkulan ve Sezeryanı tercih ettiren en büyük unsurun Normal Doğum sırasında çekilen ağrı olduğunu saptadım, hastalarımız doğal olarak aile büyüklerinden ya da teşekküllü olmayan yerlerde yaptıkları doğumlardan dolayı çok ağrı çekmiş olan yakınlarından doğumu sormakta , öğrenmekte ve bu ağrıyı çekmemek için Normal Doğum istememektedirler. Ancak uzun zamandan beri aktif ve başarıyla uygulanan ‘’EPİDURAL ANESTEZİ ‘’ ile doğumun korkulan ağrısı % 95 oranında engellenebilmekte ve kolaylıkla dayanılabilir bir seviyeye inmektedir.

    Sorulan diğer bir soru bu anestezi şeklinde felç olma riski olduğudur, bu TAMAMİYLE bir şehir efsanesidir, ehil ellerde ( anestezi uzmanı doktor ) böyle bir risk yoktur , diğer bir soru ise kalıcı Baş ağrısı ve Bel ağrısı oluşturma ihtimalidir, Burada ki önemli nüans Sezeryan da yapılan belden anestezi ( SPİNAL ) ile Normal Doğumda belden anestezinin ( EPİDURAL ) farklarıdır.. Spinal anestezide alt vücüt bölümü tamamiyle hareketsiz olurken Epidural anestezide hasta yürüyebilir , rahatça tuvalete gidebilir sadece ağrı hissi duymaz ve baş ağrısı ile bel ağrısı riski Epidural anestezide çok düşük oranlardadır ( % 1 den az ).

  • Hamilelik sorunları ve çözümleri

    Hamilelik sorunları ve çözümleri

    Bir canlıyı içinizde büyütmek ve onu dünyaya getirmek mucizevi bir olgudur. Hatta doğum doğanın kadınlara bir hediyesidir. Bu süreç anne adayları için unutulmayacak hatıralara ve yepyeni bir hayata açılan kapıdır. Bazı anne adayları salgılanan hormonlar nedeniyle hamileliklerinde kimi zaman mutlu mesut dönemler geçirirken kimi zaman da birtakım sağlık sorunlarıyla karşılaşabilirler. Bu süreçte anne adaylarının yaşayabileceği sorunları ve çözüm önerilerini İstanbul Cerrahi Hastanesi’nden Kadın Hastalıkları-Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Serdar Koç’tan öğrendik.

    Baş ağrısı ve ateş

    Normal düzeyde asetaminofen içeren ilaçlarla yetinmelisiniz. Bununla beraber ibuprofen ve naproksen etken maddeleriyle üretilen her türlü antienflamatuar’dan uzak durmalısınız. Çünkü bunlar bebeğinizde kalp problemlerine sebebiyet verebilir ya da özellikle hamileliğinizin üçüncü 3 aylık döneminde amniyotik sıvının azalmasına neden olabilir.

    Hamilelik süresinde diyete dikkat edilmeli aşırı yemekten kaçınmalı kilo alımı kontrollü olmalıdır. Düzenli egzersizlerle bel kasları kuvvetlendirilmelidir.

    Öksürük

    Bal yemeyi ya da pastil kullanmayı deneyin. Bunlar boğazınızı bir tabaka ile kaplayarak rahatsızlığı yatıştırmaya yardımcı olurlar. Çoğu öksürük şurubu C kategorisi ilaçlar olarak değerlendirilir. Bu ilaçlar insanlar üzerinde denenmemiştir ve hayvan testlerinde de fetüs için riskler taşıdığına dair bulgulara rastlanmıştır.

    Bel ağrısı

    Hamilelik süresince diyete dikkat edilmeli aşırı yemekten kaçınılmalı kilo alımı kontrollü yapılmalıdır. Düzenli egzersizlerle bel kasları kuvvetlendirilmelidir. Ayrıca hamileliğin son dönemlerine kadar aynı zamanda bel ağrısı nedeniyle uyku problemleri de yaşanabilir. Bu gibi durumlarda da rahat ve kaliteli bir uyku uyuyabilmeniz için özel olarak tasarlanmış hamile yastıkları kullanabilirsiniz (Örneğin; Shuma Hamile Yastıkları). Hamile yastıkları hamilelik döneminde anne adaylarının daha konforlu ve rahat uyku uyuyabilmesini sağlar.

    Bakteriyel enfeksiyonlar

    Eğer vücudunuzda kendi kendine geçmeyen bir enfeksiyon varsa doktorunuz size B kategorisinde bulunan penilisin eritromisin amoksisilin ya da azitromisin gibi antibiyotikler reçete edebilir. Ancak tetrasiklin doksisiklin ve minosiklin almamaya özen göstermelisiniz çünkü bunlar bebeğinizin dişlerinde renk değişimine sebebiyet verebilir.

    Bulantılar

    Hamilelik bulantıları 4-8. haftalarda başlar10. haftada pik yapar ve 14. haftaya kadar devam eder. Bulantıyı arttırıcı (Örneğin; aşırı gürültü ışık

    Mide yanmaları

    Mide yanması şikayeti “saç çıkarma” diye adlandırılan 20-25. haftalarda ortaya çıkar. Bu durumda yemek öğün sayısı artırılmalı çok miktarda yemek yenmeli gaz yapabilecek yağlı ve baharatlı yiyeceklerden uzak durulmalı yatmadan hemen önce yemek yenmemelidir. Doktorun önerdiği asit giderici ilaçlar da alınabilir.

    Kabızlık ve hemoroit

    Bol sıvı alınması ve posalı gıdaların tüketilmesi şikayetleri azaltır. Lifli gıdalar kepekli ekmek yulaf ezmesi barbunya kepekli makarna kayısı incir üzüm bezelye pırasapirinç gibi gıdalar hastayı rahatlatır. Sabah kahvaltısından önce ılık su alınması ve egzersizi arttırmak faydalıdır.
    Daha ileri durumlarda doktora başvurmak gerekir. Hemoroit durumunda; kabızlığı önlemek lokal anestezik pomatlar kullanmak uzun süre ayakta durmamak aşırı ıkınmamak gerekir.

    El ve ayaklarda uyuşma

    Bu durum genellikle sinir baskısına bağlı olabileceği gibi vücut kan seviyesinde kalsiyum ve çeşitli minerallerin azalmasına da bağlı olabilir. B1 B2 vitamin ve demir içeren ilaçlar faydalı olabilir.

    İdrar yolu enfeksiyonu

    Bol su içmek idrarı uzun süre tutmamak tuvalette genital bölgeyi önden arkaya doğru temizlemek ve cinsel ilişkide hijyene dikkat etmek idrar yolu enfeksiyonunu önler.

    Ödem

    Özellikle hamileliğin son dönemlerinde belirginleşen ödemleri azaltmak için uzun süreli hareketsiz bir şekilde ayakta kalmamak tuz tüketiminde aşırıya kaçmamak ve dinlenirken ayakların altına bir yastık koyup yükseltmek gerekir. Bacaktaki ödemlere el ve yüzlerdeki şişliklerin de eklenmesi preeklampsinin (hamilelik hipertansiyonu) bir işareti olabilir. Bu durumda mutlaka doktorunuza başvurmanız gerekir.

    Mantar enfeksiyonu

    Hamilelikte vücut direnci düştüğü için bazı enfeksiyonlara yatkınlık olabilir. Özellikle genital bölgenin sıcak havalarda nemli kalması mantar enfeksiyonu için zemin hazırlar. Bu yüzden anne adayları pamuklu iç çamaşırı tercih etmelidirler.

    Göğüs sarkması

    İlk yapacağınız kendinize uygun bir sütyen almaktır. Genellikle hamilelik sütyenleri daha kalın askılı olup daha kavrayıcı özelliklere sahiptirler. Böylece göğüslerinizdeki büyüme nedeniyle ortaya çıkan sarkma riskine karşı onları koruyabilirsiniz. Tabii bazı egzersizlerde bu sarkmaya karşı göğüslerinizi korur. İki elinizin avuç içlerini birbirine değdirip kollarınızı kaldırmak ve ellerinizi birbirine itmek bunlardan biridir.

    Bacak krampları

    Uzun süre oturmaktan ya da uzun süre yürümekten kaçının. Kalça kaslarınızı gerecek egzersizler yapın. Doktorunuza danışarak magnezyum ya da kalsiyum tabletleri kullanın.

    Op. Dr. Serdar Koç: “Hamileliğinizde mutlaka spor yapın”

    Hamilelikte en çok önerilen spor yüzmedir. Yüzme sporu sayesinde hem sır kasları gelişir hem nefes egzersizlerine alışılmış olunur. Eğer yüzme sporu için imkanlar el vermiyorsa bir diğer spor ise aşırıya kaçmamak şartıyla yapılacak yürüyüş egzersizleridir.

  • Gebelikte Nişan Gelmesi

    Gebelikte Nişan Gelmesi

    Nişan, nişan gelmesi, su gelmesi nedir? Nişan gelmesi, su gelmesi durumunda ve doğum sancılarında ne yapmak gerekir? Bu soru, özellikle ilk gebelikte anne adayının en çok sorduğu soruların başında gelir. Doğumun başladığının en önemli belirtileri sancı, nişan ve suyun gelmesidir. Nişan, kasılmalarla birlikte olan sancı ve/veya suyun gelmesi bize doğum eyleminin başladığını gösterir. Bu üç belirti sıra ile değildir. Her kadında ve bir kadının her doğumda farklı sıralarla bu belirtiler gerçekleşebilir.

    Gebelikte Nişan Gelmesi

    Gebeliğin erken dönemlerinden itibaren rahim ağzından olan salgılar burada birikmeye başlar ve bu rahim ağzının içindeki kanalı tıkar. Sümüğümsü bir yapı olan bu birikmiş salgılar mukus tıkç olarak adlandırılır. Mukus tıkaçın işlevi rahim içinde gelişmekte olan bebeği dış etkenlere karşı korumaktır. Bir başka deyişle mukus tıkaç enfeksiyon etkenlerine karşı bariyer görevi görür

    Hamileliğin sonlarına doğru doğum zamanı yaklaştıkça rahim ağzında bir takım değişimler başlar. Servikal olgunlaşma adı verilen bu değişimler sırasında serviks yumuşar, öne doğru döner ve hafifçe açılmaya başlar. Bu açılma sırasında kanalın içinde bulunan mukus yani sümüğümsü yapı düşer. Nişan gelmesi olarak adlandırılan durum mukus tıkaçın düşmesidir. Kişi bunu çamaşırında bulabilir ya da tuvalete gittiğinde fark edebilir. Çoğu zaman nişan ile birlikte koyu kahverengiden açık kırmızıya ve pembeye kadar değişen renkte bir miktar akıntı da görülür.

    Doğum ne zaman başlar?

    Nişan gelmesi yaklaşan doğumun belirtlerinden biri olmakla birlikte doğumun ne zaman başlayacağı konusunda net bir bilgi vermez.Bazı kadınlarda 36. hafta civarında gelebileceği gibi son ana kadar görülmeyebilir. Hatta bazı kadınlarda olay çok yavaş ve uzun sürede gerçekleştiğinden anne adayın olayın farkında bile olmayabilir. Mukus tıkaç hamilelik sırasında sıkça görülen akıntıların içinde fark edilmeyebilir.

    36 haftadan küçük gebeliklerde böyle kanlı sümüğümsü bir yapı geldiğinde mutlaka doktorunuza haber vermelisiniz. Eğer hamileliğiniz 36 haftadan büyük ise endişe etmenize gerek yoktur. Nişan gelmesi doğumun ilk belirtilerinden biri olmakla birlikte bazen sancıların başlaması günler hatta haftalar alabilir. Böyle bir durumda olayı doğal seyrine bırakmak en uygun yaklaşımdır.

    Öte yandan akıntı aniden açık kırmızı renge dönerse ve miktarı artarsa zaman kaybetmeden doktorunuzu aramanız gereklidir.

  • Tekrarlayan Gebelik Kayıplarında Kan Testi ‘Rehber’ midir ?

    Tekrarlayan Gebelik Kayıplarında Kan Testi ‘Rehber’ midir ?

    Klinik saptamalara göre gebeliklerin %10-15’i düşükle sonuçlanıyor. Erken gebelik kayıplarının tahmini sıklığı saat başı 114 vaka, tekrarlayan gebelik kaybı oranı ise %3-5 oranında. Peki erken gebelik kayıpları neden yaşanır, önlemek mümkün, kan testi ne derece bilgi verir? Tüm bu soruları Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ümit Göktolga çocuk sahibi olma çalışan çiftler için cevaplandırdı.

    Çocuk sahibi olmaya çalışan milyonlarca çift için müjdeli haber –hamilesiniz-den sonra alınan kötü haber –bebeğiniz düştü-açıklamasıdır. Çiftleri daha da derinden üzen, umutlarını kıran ise tekrarlayan düşük olayıdır. Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ümit Göktolga 20. gebelik haftasından önce ve 500 gr. ağırlığın altında 3 veya daha fazla gebelik kaybının “Tekrarlayan Gebelik Kaybı” olarak tanımlanabileceğini belirterek şunları söyledi: “ Maalesef günümüzde tekrarlayan gebelik oranlarında bir artış yaşanıyor. Buna etken birçok faktör olabilir ama ilk sırada geç yaşta anne-baba olmak sayılabilir. Çiftlerde kadınların 35 yaş ve üstü, erkeklerin 40 yaş ve üstü olduklarında düşük riski artıyor. Burada en önemli risk genetik bozukluklar olarak karşımıza çıkıyor. Bir kez gebelik kaybı yaşayan kadının 2. kez düşük yapma oranı %15, 2 kez düşük yapanın 3. kez düşük yapma oranı %25, 3 kez düşük yapanın 4. kez düşük yapma oranı ise %30-45’e çıkmaktadır. Dolayısıyla peş peşe yaşanan her gebelik kaybı bir sonraki gebeliğin kaybedilme oranını da artırmaktadır. Tekrarlayan gebelik kayıpları genetik, bağışıklık sistemi, endokrinolojik, hematolojik, enfeksiyonlar, çevresel faktörler ile rahim yapısı bozukluklarına bağlı olarak ortaya çıkabilir.”

    Kan Testi ‘Rehber’ midir?

    Tekrarlayan gebelik kayıpların nedeninin bulunması için; hasta öyküsünün detaylı bir şekilde bilinmesi ve iyi bir muayene gerekir. Kan testinin de rehber olabileceğini belirten Doç. Dr. Ümit Gökdalga “Burada nedene ulaşmak için bütüncül bir tedavi süreci gerekir. Yani hormon tahlilleri, şeker, pıhtılaşma testleri, enfeksiyon nedenini araştırmaya yönelik testler, anne ve babanın kromozom tetkiki, bağışıklık sistemine yönelik immünolojik testlerin sonuçları derlenip toparlandıktan sonra ancak yorum yapılabilir. Sadece kan tahlili ile nedenin belirlenme oranı ancak %10 olabilir. Rahim yapısı bozukluğu ve çevresel faktörler tekrarlayan gebelik kayıplarında önemli faktörlerdir. Tedavi ve bir sonraki gebeliğin takip planı elde edilen bulgular göre yapılmaktadır.” dedi.

    Tedavi Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar

    Tekrarlayan gebelik kayıplarında düzeltilebilecek nedenlere yönelik güncel tıbbi uygulamalar, uygun tedavi şekliyle çiftleri mutlu sona ulaştırabilir. Doç. Dr. Ümit Gökdalga çiftlere şu önerilerde bulunuyor: “ Tedaviye tekrar başlamadan önce çiftlerin çok iyi araştırma yapması gerekir. Deneyim, donanım ve teknik açıdan dünyadaki gelişmeleri takip eden, uygulayan merkezler tercih edilmelidir. Tekrarlayan gebelik kayıplarında takiple başarılı gebelik ve canlı doğum yapma oranı % 60-70 arasında değişebilir. Ayrıca stres, kafein ve sigaradan uzak bir yaşam, sağlıklı beslenme şarttır. Obezite varsa diyetle kilonun uygun seviyeye gelmesi sağlanmalıdır.”

    Tüp Bebek Tedavisi Ne Zaman Başvurulur ?

    Doç. Dr. Ümit Gökdalga tüp bebek tedavisine başvurulması gereken durumları şöyle özetledi: “Düşük materyalinden ya da anne ve babadan yapılan genetik araştırmalarda ailesel geçişli ya da tekrarlayıcı özellikte bir genetik problem tespit edilirse, sağlam embriyoları seçmek (PGD- Preimplantasyon Genetik Tanı) ve onları transfer etmek amacıyla tüp bebek tedavisi uygulanabilir.”

    Tüp Bebek ile İlgili Sık Sorulanlar
    – Aşılama nasıl bir üremeye yardımcı tedavi tekniğidir?
    – Tüp bebek tedavisinde embriyo seçimi neye göre yapılır?
    – Tüp bebek tedavisinde transfer edilen embriyoların gelişimi nasıl takip edilir?
    – Tüp bebek ile yaşanan hamileliklerde düşük riski daha mı fazla?
    – Tüp bebek tedavisinde genetik tanı testi kimlere önerilir?
    – Tüp bebek tedavisinde akupunktur ve nöral terapiden nasıl yararlanılır?

  • Polikistik Over Sendromu Nedir ?

    Polikistik Over Sendromu Nedir ?

    Polikistik Over Sendromu Nedir ? | 2Polikistik Over Sendromu (PCOS); merkezi sinir sistemi, hipofiz bezi, yumurtalıklar, böbreküstü bezleri ve diğer dokular arasındaki etkileşimşerin bozulmasına bağlı olarak üretkenlik döneminin herhangi bir bölümünde ortaya çıkabilen karmaşık bir hastalıktır. Hastalar genellikle adet düzensizliği(adet gecikmesi, az adet görme veya hiç adet görememe), aşırı tüylenme, sivilcelenme ve kısırlık gibi şikayetlerle doktora başvururlar. Hastalığın oluşmasında genetik faktörlerin yanında beslenme ve egzersiz gibi çevresel faktörlerin de rolü olduğu düşünülmektedir. Özetle Polikistik Over Sendromu tanısı alan kişilerde adet düzensizliği ve buna bağlı yumurtlama bozuklukları, aşırı tüylenme ve sivilcelenme gibi kozmetik sorunlar, kısırlık problemi ile artmış rahim ve meme kanseri, diyabet ve kalp- damar hastalığı riski bulunmaktadır.

    PCOS olan kadının ailesinde de aynı risklere sahip olduğu ve bazı genlerin sorumlu olduğu sanılmaktadır. Polikistik over sendromunun kadının hayatının hangi döneminde başladığı bilinmemektedir. Bazı araştırmalarda anne karnında bazı araştırmalarda ergenlik döneminde başladığı savunulmuştur.

    Normalde adet döngüsünün ilk gününden itibaren olgunlaşmaya başlayan yumurta hücresinin gelişiminin yarıda kalması, yeterli büyüklüğe erişip çatlayamayarak her defasında yumurtalıklardan birinde milimetrik boyutlarda bir kistin oluşmasıyla sonuçlanmaktadır. Yumurtanın çatlayamaması adet görmek için gerekli hormon seviyesinin tamamlanamayarak adetin gecikmesine ve bir dizi hormonal bozukluğun oluşmasına neden olmaktadır. Hastalığın belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olan esas olay kadınlarda hakim olması gereken östrojen hormonu yerine erkeklere özgü karakterlerin gelişmesini sağlayan androjen hormonunun fazla salgılanmasıdır.

    Polikistik Over Sendromu Nedir ? | 3

    Polikistik Over Sendromlu hastaların %90’ında aşırı kilo, adet düzensizliği(adet gecikmesi, az adet görme veya hiç adet görememe), aşırı tüylenme, sivilcelenme gibi problemler vardır. %10 hasta ise zayıf olup yumurtalıkarı ilaçla tedavi edildiğinde aşırı uyarılmaya bağlı ‘aşırı uyarılmış yumurtalık sendromu’, çoğul gebelik veya düşük riski ile karşılaşmaktadır.

    Polikistik Over Sendromlu hastalara yaklaşırken hastalar aşağıda belirtilen 4 gruba ayrılarak incelenirler:

    1.GRUP: Adolesan (ergenlik döneminde olan) Polikistik Over Sendromlu hastalar

    Bu gruptaki hastalar çocukluktan veya ergenlik döneminden itibaren kilo almaya başlayan, adet düzensizliği, aşırı tüylenme, sivilcelenme gibi problemleri olan hastalardır. Bu hastalar tanısı konulduktan sonra uygun bir egzersiz ve diyet programına alınır. Tüylenme, saç dökülmesi, ciltte aşırı yağlanma ve sivilcelenme gibi kozmetik problemler için gerekli tıbbı tedavinin yanında lazer gibi kozmetik yöntemler birlikte uygulanmalıdır. Ayrıca hormon bozukluğu ve adet düzensizliği varsa uygun hormon tedavileri başlanabilir.

    2.GRUP: Cinsel olgunluk döneminde olup bekar veya çocuk problemi olmayan Polikistik Over Sendromlu hastalar

    Bu hastalarda ilk önce hasta aşırı kilolu ise Beden Kitle indexi (BKİ= Kilo/(Boy²)) 25 kg/m² değerine ulaşılması hedeflenerek uygun bir egzersiz ve diyet programına alınmalıdır. Tüylenme, saç dökülmesi, ciltte aşırı yağlanma ve sivilcelenme gibi kozmetik problemler için gerekli tıbbı tedavinin yanında lazer gibi kozmetik yöntemler birlikte uygulanmalıdır.
    Bu gruptaki zayıf hastalarda ise tanı aşamasında belirtilerin karışması riski olduğu için erkeklik hormonu (androjen) salgılayan tümörler ve Cushing Sendromu ve Konjenital adrenal hiperplazi gibi hastalıklar dışlanmalıdır.

    3.GRUP: Cinsel olgunluk döneminde olup çocuk sahibi olamayan Polikistik Over Sendromlu hastalar

    Bu gruptaki hastalar hekimleri tedavi konusunda en çok zorlayan hastalardır. 1yıllık korunmasız ilişkiye rağmen gebelik elde edilemeyen hastalarda öncelikle erkek faktörü değerlendirilip gerekli tedaviler yapılır. Daha sonra tüplerin açık olup olmadığını anlamak için rahim filmi çektirilir. Soruna yönelik tedavi planlanır. Eğer çiftlerde sperm testi normal, rahim filminde de tüpler açıksa birinci basamak tedavi hastanın mevcut kilosunun en az %5’inin verdirilmesidir. Bu şekilde hastaların %30-40’ı gebe kalmaktadır.

    Bu gruptaki zayıf ya da kilo verip de gebe kalamayan aşırı kilolu hastalarda ikinci basamak tedaviye geçilerek Klomifen Sitrat ya da Aromataz İnhibitörleri denilen ilaçlarla yumurtlama tedavisi yapılır. Bu yöntemlerle hastaların %60-70’inde yumurtlama oluşurken %20-30’unda tedaviye direnç gelişmektedir.

    Yumurtlama olmuşsa %40-50 gebelik gerçekleşmektedir. İşte tedaviye dirençli bu hastalara ya iğne ile yumurtlama tedavisi yapılmakta ( çoğunlukla aşılama tedavisi ile desteklenerek) ya da laparaskopik (kapalı) yöntemle yumurtalara 4-5 adet pencere açılmasıyla yapılan Laparaskopik Ovaryan Drilling yöntemi uygulanmaktadır. Burada tedaviyi belirleyen ana noktalar hastanın kilosu, erkeklik hormon düzeyleri ve kullanılan ilacın miktarıdır.

    Günümüzde bu grup hastalarda AMH (Antimüllerian Hormon) isimli hormon tedaviyi belirlemede oldukça etkin bir rol oynamaktadır. AMH hormonu 3.8 değerinin üzerinde ise bu hastalara Laparaskopik Ovaryan Drilling operasyonu yapılmalıdır. Eğer AMH 3.8’in altında ise aşılama ve tüp bebek yöntemleri bu hastalarda daha etkili olabilir.

    Bir kez daha altını çizelim ki iğneyle yapılan tedaviler aşılama ile birleştirilmezse tedaviye yanıt azalır.

    İğne ile yapılan tedavilerde düşük, çoğul gebelik ve yumurtalıkların aşırı uyarılması beklenen riskler olup, çok deneyimli endokrin bilgi ve becerisine sahip jinekologlar tarafından yapılmalıdır.

    Ayrıca klomifen sitrat tedavisine 6 aydan uzun süre devam edilirse yumurtalık kanserine başlangıç olan gelişmelerin artacağı konusunda da kuvvetli kanıtlar bulunmaktadır.

    3 defa aşılama tedavisine yanıt vermeyen çocuksuz hastalarda bundan sonraki basamak tüp bebek tedavisi olmalıdır. Tüp bebek tedavisinde yumurtalar uyarılırken çok dikkatli bir tedavi rejimi uygulanmalı, tedavi sonucu yumurtalıkların aşırı uyarılması sendromundan kaçınılmalıdır.

    Polikistik over sendromlu hastalarda tüp bebek tedavisi uygulanması gereken durumlar aşağıda sıralanmıştır:

    – Gebelik elde edilemeyen ilaç( klomifen sitrat) veya iğne(FSH) tedavileri
    – Tüplerin yapışık veya tıkalı olduğu durumlar
    – Evre 3-4 endometriozsis(Çikolata kisti)
    – Genetik tanı yapmayı gerektiren hastalık geçirme öyküsü
    – Erkek kaynaklı kısırlık
    – İleri anne yaşı

    Bu aşamada Laparaskopik Ovaryan Drilling operasyonu ve İn vitro-matürasyon (IVM) denilen ilaçsız tüp bebek tedavileri de diğer seçenekler olarak göz önünde bulundurulmalıdır. IVM, yumurta toplama işleminden sonra olgunlaşmamış yumurtaların laboratuvar ortamında olgunlaştırılarak mikroenjeksiyon uygulamasının yapılmasıdır. Olgunlaşmamış oositlerin laboratuar ortamında olgunlaştırılması işlemine in vitro matürasyon (IVM) adı verilmektedir. Bu yöntem ile hormon preparatlarının kullanımına bağlı kilo alma, karında şişlik, göğüslerde gerginlik, sinirlilik, bulantı, kusma gibi istenmeyen yan etkiler görülmemektedir. Ayrıca maliyeti çok yüksek olan hormon preparatları kullanılmadığından tedavi daha ucuza mal olmaktadır. Laparoskop ile yumurtalıklara 4-5 adet pencere açılması daha önce aşırı yumurtalık uyarılması, olgun olmayan yumurta elde edilmesi, AMH’nın 4’ün üzerinde olması durumlarında düşünülmesi gereken bir tedavi yöntemidir.

    4.GRUP: İleri yaştaki çocuk sahibi olmuş veya çocuk problemi olmayan Polikistik Over Sendromlu hastalar

    Bu gruptaki hastalarda karşılaşılan sorunlar aşağıdaki başlıklarda toplanmıştır:

    1. Şeker hastalığına yatkınlık (İnsülin direnci)

    Polikistik Over Sendromlu kadınlar şeker hastalığı(diyabet) gelişimi yönünden artmış risk altındadır. Yaş, beden kitle indeksi, artmış bel çevresi, bel/kalça oranı ve birinci dereceden yakınlarında diyabet öyküsü PCOS’ta diyabet risk faktörleri arasındadır. Polikistik over sendromunda insülin direnci temel rol oynamaktadır. İnsülin direnci yumurtlama fonksiyonunun bozulmasına neden olarak polikistik over sendromlu hastaların çocuk sahibi olmalarını zorlaştırmaktadır.

    İnsülin direncini hesaplamak için geliştirilmiş pek çok formül bulunmaktadır. En basit hesaplama yolu açlık kan şekerinin açlık insülinine bölünmesidir. Bu değer 4.5’in altında ise hastada insülin direnci mevcut demektir, derhal insülin duyarlılığını artıran metformin gibi ilaçlara başlanmalıdır.

    2.Yüksek tansiyon ve kalp krizi riski

    Polikistik over sendromlu kadınlarda görülen obezite, şeker hastalığı,yüksek tansiyon ve yüksek kan yağlarının olması kalp krizi riskini arttırmaktadır.

    Bunlar arasında obezite en önemli risk faktörlerinden biridir. Obezite, kalbin yapısında ve fonksiyonunda çeşitli değişikliklere yol açabilir. Obezite ve hipertansiyonun birlikte bulunması kalbin yapısı ve fonksiyonu üzerine olan etkinin çok daha şiddetli olmasına neden olur. Beden ağırlığı olması gerekenin %20 üzerinde olanlarda hipertansiyon sıklığı normal ağırlıktakilerin 2 katıdır. Özellikle bel/kalça oranı artmış hastalarda kan basıncı yüksekliği ile yakından ilişkilidir.

    PCOS’lu kadınlarda artmış insülin direnci kan yağlarının yükselmesine sebep olmaktadır. Kanda kötü kolesterolde(LDL) iyi kolesterole (HDL) oranla artış olması polikistik over sendromlu kadınlarda damarlarda sertleşme (ateroskleroz) riskini ortaya çıkarır. Bu durumda kadınlarda felç ve kalp krizi riski oluşmaktadır. Özellikle insülin direnci mekanizması genel olarak kanda pıhtılaşma eğilimi yaratmakta ve damar tıkanıklığı oluşma riskini artırmaktadır.

    3.Rahim kanseri riski

    Polikistik over sendromlu kadınlar rahim kanseri riski taşımaktadırlar. Endometrium (Rahim iç tabakası ) kanseri kadınlarda görülen kanserler arasında ikinci sıradadır. Obezite, düzenli olarak rahim iç tabakasının adet kanaması ile dökülememesi ve çocuk doğurmamak kanser riskini arttırmaktadır.

    PCOS’de rahim iç tabakasının yüksek östrojen düzeyine maruz kalınması ve yumurtlama olmadığı için progesteron hormonunun koruyucu etkisinin ortadan kalkması nedeni ile kanser riski artmaktadır. Polikistik over sendromu olan kadınların adet kanaması olması için ilaç kullanmaları bu riski azaltmaktadır. Hormon tedavisi almak istemeyen kadınlarda belirli aralıklarla endometrial kalınlık değerlendirmesi için ultrason yapılmalıdır. Endometrial kalınlığın adet sonrası azalmaması durumunda endometrial biyopsi (rahim iç zarından parça alınması) yapılmalıdır.

    SONUÇ:

    PCOS hastaları asla hastalıklı bir insan psikolojisine kapılarak hayatı kendilerine yaşanmaz hale getirmemelidirler. Görme sorunu olan bir insan gözlük takarak yaşama nasıl uyum sağlıyor ise PCOS hastaları da diyet ve egzersizle kilo kontrolü yaparak, zamanında doktora başvurup problemine çözüm üreterek istediği sayıda çocuk sahibi olup tamamen normal bir yaşam standardı yakalayabilirler

    Prof.Dr.Recai PABUÇCU

  • Kanser İlacı Tüp Bebek İçin Umut mu ?

    Kanser İlacı Tüp Bebek İçin Umut mu ?

    Meme kanseri tedavisinde kullanılan ilaçlar, özelikle yumurtalık rezervi azalmış hastaların tüp bebek tedavisinde başarı şansını artırıyor. Bahçeci Umut Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ulun Uluğ, ‘’ Meme kanseri tedavisinde amaç yükselen östrojen hormonu değerinin düşürülmesidir. Çünkü bu hormon kanseri tetikler. Östrojen hormonu üretimi frenlendiğinde beyinde yumurtlama hormonu harekete geçer, bu da gebe kalma şansını artırır.’ dedi.

    Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların tüp bebek tedavisinde gebe kalma şansını artırdığını biliyor musunuz? Nasıl mı? Bahçeci Umut Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ulun Uluğ konuya şöyle açıklık getirdi:

    Meme kanseri, halk arasında kadınlık hormonu olarak bilinen östrojen hormonuna hassastır. Çünkü östrojen hormonu meme kanserinin gelişimini tetikleyebilir. Bu amaçla meme kanseri tedavisinde vücuttaki östrojen hormonu azaltılmaya çalışılır. Kadınlarda östrojen, erkeklik hormonu androjenlerden üretilir. Son 15 yılda popüler olan östrojen hormonun androjenlerden üremesini engelleyen ilaçlar meme kanseri tedavisinde de başarıyla uygulanmaktadır. Östrojen hormonun bir diğer etkisi; kadında seviyesi yükseldikçe yumurtalıkların gelişmesini engellemesidir. Başka bir deyişle östrojen hormonunun üretilmesine azaltacak olursak beyinde yumurtaları uyarmak için daha fazla faktör salgılanır. Tüp bebek tedavisine başvuran hastaların yüzde %30’unda yumurtalık rezervi azalmış olduğu dikkate alındığında bu tedavi umut vericidir. ‘’

    Tedavi Masraflarını Düşürüyor, Gebelik Şansını Artırıyor !

    Doç. Dr. Ulun Uluğ, meme kanseri kullanılan ilaçların tüp bebek tedavisinde masrafları düşürürken başarıyı artırdığını söyledi. Uluğ, ‘’Meme kanseri menopoz çağındaki kadınlarda daha yaygın görülür. Bu tip ilaçlar menopoz çağındaki kadınlarda kullanıldığında yeniden yumurtladıkları gözlemlenmiştir. Buradan yola çıkarak özellikle 1990’lı yılların sonunda Kanada’da tüp bebek tedavisi için meme kanseri tedavisinde kullanılan ilaçlar uygulanmış ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Son yıllarda gerek tedavi maliyetlerini düşürmek gerek yumurtalık rezervi azalmış hastalarda başarı şansını artırmak amacıyla tüp bebek tedavilerinde biz de bu ilaçları kullanılıyoruz. İlk çocuk doğurma yaşının artığı dönemde yaşadığımız için özellikle ileri yaş ve yumurtalık rezervi azalmış kadınların tüp bebek tedavisine başvurma oranları artmıştır. Bu grup hastalarda alternatif tedavi olarak bu yol izlenebilir. Bir haftadan daha kısa uygulandığı için hastalarda herhangi bir yan etki veya kanser geliştirme etkisi olmamaktadır. Ayrıca daha önce geçirilmiş kanser hikayesi olan örneğin; rahim veya meme kanseri hastalarda tüp bebek tedavisi uygulanmak istediğinde vücutta östrojen hormonun yükselmemesi için bu ilaç rahatlıkla kullanılmakta ve hastalarda kanser tekrarlama riskini ortadan kaldırmaktadır. “ dedi.

  • Erkek Kısırlığında Mucizevi Yöntem: Mikro TESE

    Erkek Kısırlığında Mucizevi Yöntem: Mikro TESE

    Mikro TESE operasyonu; sperm üretim bozukluğu olan ve ilaçla tedavi edilemeyen erkeklerin çocuk sahibi olmaları için günümüzde geçerli olan tek çözüm. Bahçeci Sağlık Grubu Üroloji Uzmanı Op.Dr. Emre Bakırcıoğlu operasyonla ilgili olarak; “Mikro TESE ile testis dokularından elde edilen spermler mikroenjeksiyon yoluyla eşlerinin yumurtalarına aktarılarak başarılı bir şekilde embriyo gelişimi ve gebelik sağlanabilir.” dedi.

    Çocuk sahibi olamayan çiftlerin yaklaşık yarısında erkek ile ilgili sorunlar görülmektedir. Sperm sayısı veya kalitesiyle ilgili sorunların çoğunun ‘neden’ kaynaklandığı konusunda hala net bilgi yoktur. Bahçeci Sağlık Grubu Üroloji Uzmanı Op.Dr. Emre Bakırcıoğlu çocuk sahibi olamayan erkeklerde en sık rastlanan sorunlar, tedavi yöntemleri, TESE ve Mikro TESE hakkında soruları cevaplandırdı.

    Erkek kısırlığının nedenleri nedir ?

    Erkek kısırlığının nedenleri; erkeğin çocuk yaşta geçirdiği hastalıklar, inmemiş testis hikâyesi, anatomik bozukluk olan ‘varikosel’ adı verilen testise giden damarlardaki genişlemelere bağlı olan rahatsızlıklardır. Daha az oranda da sperm yapımından sorumlu olan hormonlardaki bozukluklar (düşüklükler) ve genetik yapıyla ilgili problemlere rastlanır. Genetik yapı bozukluklarından ‘Klinefelter Sendromu’ en sık görülen kromozom bozukluğudur.

    Erkek kısırlığının ilaçla tedavisi mümkün mü ?

    Kısırlık problemi olan erkeklerin yalnızca bir kısmını oluşturan ‘Hipogonadism’ hasta grubunda ilaç tedavisiyle sperm çıkışı sağlanabilir. Bu erkeklerde ‘Azoospermi’ adı verilen sperm çıkışının hiç olmaması durumu söz konusu iken ilaç tedavisiyle sperm çıkışı sağlanabilir. Bu durum doğuştan veya sonradan gelişmiş olabilir, hormon salınımının azlığı sperm üretimini etkiler. Bu gruptaki azoospermik erkekler ilaçla tedavi edilebilen ve yüz güldürücü sonuçlar alınan yegane çocuk sahibi olamama durumudur.

    İlaç tedavisi yeni bir uygulama mıdır ?

    İlaç tedavisi geçmişten günümüze uygulanan bir yöntemdir. Ancak yeterli doz ve sürede uygulanmadığı zaman olumlu sonuç almak mümkün değildir. Bu hastaların en az bir yıl süreyle ilaç tedavisine devam etmesi gerekir. Geçmişte 3- 4 ay ilaç kullandırılan ve iyi takip edilmeyen bu gruptaki erkeklerin çocuk sahibi olmaları neredeyse imkânsız olduğu düşünülürken bu süre en az 1 yıla çıkartıldığında büyük bir kısmında menide sperm çıkışı sağlanmıştır. Bu gruptaki hastaların bir kısmı doğal yoldan bile gebe kalmayı başarabilir. Bu çiftler tedavi sürecinde desteklenmezlerse ve kısa süreli tedavi nedeniyle başarısızlığa uğrarlarsa; ümitleri kırılır, tedavi olamayacaklarına inanır. Burada önemli olan hastalara güven aşılamak ve ilaçlarını uygun dozlarda ayarlayıp, düzenli olarak kontrollerini yapmaktır.

    Tedavi sonunda doğal yoldan gebe kalamayanlar nasıl çocuk sahibi olabilir ?

    Tedavi sonunda bir kısım hasta doğal yoldan çocuk sahibi olurken bazılarının sperm sayısı ve kalitesi doğal yoldan çocuk sahibi olmaya yeterli düzeylere ulaşmaz. Bu durumda beklemek yerine mikroenjeksiyon tedavisi önerilir. Mikroenjeksiyon sonucunda da gebelik sağlanabilir.

    Diğer nedenlere bağlı sperm çıkışı olmayan erkeklerde ilaç tedavisi etkili olabilir mi?

    Özellikle ameliyatla (TESE) sperm araştırması yapılan ve sperm çıkışı olmayan bir grup erkek daha vardır. Bu guruptaki erkeklerde mikro TESE denilen operasyon tekniği ile yaklaşık yarı yarıya ameliyatla sperm bulma şansı vardır. Hormon düzeyleri normal ve çoğu zaman normalin üzerinde olduğundan bu erkeklerde ilaçlarla sperm üretimini arttırmak mümkün değildir. Mikro TESE operasyonu ile testis dokusunda sperm bulanamayan erkeklerde sperm elde etmek için henüz yeni bir yöntem gelişmedi. Bazı erkeklerde testosteron seviyelerinde düşük ise operasyondan 2-3 ay öncesinde yükseltmek için ilaç tedavisi kullanılabilir.

    Azoospermi durumu sık karşılaşılan bir durum mudur? Ne sıklıkla Mikro TESE yöntemi uygulanır ?

    Azoospermia yani sperm çıkışının olmaması durumu erkek kısırlığında %10-15 oranında karşılaşılan bir durumdur. Tıkanıklığa veya üretim bozukluğuna bağlı olabilir. Mikro TESE operasyonu sperm üretim bozukluğu olan ve ilaçla tedavi edilemeyen erkeklerde bugün için çocuk sahibi olmalarında tek çözüm. Çünkü bu yolla testis dokularından elde edilen spermler mikroenjeksiyon yoluyla eşlerinin yumurtalarına aktarılarak başarılı bir şekilde embriyo gelişimi ve gebelik sağlanabilir. Mikro TESE yöntemi 1999 yılında ilk kez ABD’de uygulanmaya başlandı. 2002 yılından beri ülkemizde bu operasyon üretim bozukluğuna bağlı erkeklerde sperm bulmak için uygulanmaktadır.

    En fazla şansı ve en az şansı olan azoospermik erkekler nasıl ayırt edilir ?

    Genel olarak sperm bulma başarısı %50 civarındadır. Açıklamak gerekirse; örneğin inmemiş testisi olan erkekler buluğ çağından önce operasyon geçirirse ve testis boyutları iyi düzeylerde ise % 65-70 oranlarında sperm bulma şansı vardır. Geçmişte hiç şans tanınmayan, kromozom yapı bozukluğu olan erkeklerde bile bu yeni teknikle sperm elde etme oranı yükseldi. ‘Klinefelter Sendromu’ olarak adlandırılan ve doğuştan kromozom yapı bozukluğu olan erkeklerde yapılan çalışmada sperm bulma olasılığının yaşla ilgili olduğu tespit edildi. Bu yüzden Mikro TESE yönteminin Klinefelter sendromlu erkeklerde genç yaşlarda yapıldığında sperm bulma şansı arttığı tespit edildi. Ayrıca sperm bulma ve gebelik oranları normal kromozom yapısı olan erkeklerle aynı seviyede olduğunu görüldü. Bu nedenle azoospermik erkeklerin tetkiklerinin tam olarak yapılması ve değerlendirilmeleri gerekir. Ayrıca ameliyatta mikroskop kullanılması bazı azoospermik erkeklerin testis dokusunda sperm bulma şanslarını önemli oranda arttırmakta ve tüp bebek yöntemleriyle çocuk sahibi olma şanslarını da devam ettirmektedir.

  • Tüp Bebek Tedavisinde Bilinmesi Gereken 10 Detay

    Tüp Bebek Tedavisinde Bilinmesi Gereken 10 Detay

    Gerek yazılı, gerek görsel, gerekse sosyal medyada hemen hemen hergün tüp bebek tedavisiyle ilgili haberler yayınlanıyor. Çocuk sahibi olmak isteyen milyonlarca çift bu haberleri; hayallerini gerçekleştirecek ‘mucize’ gibi takip edip, deniyor. Ülkemizde tüp bebek uygulamalarının öncülerinden olan Prof. Dr. Mustafa Bahçeci ailelerin mutlak ve mutlak bilmesi gereken detayları açıklayarak, şu uyarıda bulundu: “Tüp bebek tedavi yöntem ve uygulamaları baş döndürücü hızla gelişiyor. IMSI, Embriyoscope, dondurma teknikleri bunlardan bazıları. Önemli olan yeni tekniklerin hangi çiftlere, ne zaman, nasıl uygulanacağıdır. Ailenin yenilikleri takip ederken tedavide güvenilir kurum, deneyimli ekip, merkeze ait ‘’eve canlı çocuk götürme’’ oranına mutlaka dikkat etmesi gerekir.’’

    Ülkemizde tüp bebek uygulamalarının öncülerinden olan Prof. Dr. Mustafa Bahçeci dünyada ve toplumumuzda artan infertilite (kısırlık) sorununa dikkat çekerek, aileleri tedavi için merkez seçiminde ve medyada yer alan haberler konusunda uyardı. Bahçeci, ‘Medyada yer alan haberlere infertilite sorunu yaşayan ailelerin yaklaşımı bir nevi ‘mucize çözüm’ gibi oluyor. İyice araştırmadan bunları denemeye karar veriyorlar. Çoğu kez de sonuç başarısızlık oluyor. Şu bir gerçek; tüp bebek tedavi yöntem ve uygulamaları baş döndürücü hızla gelişiyor. IMSI, Embriyoscope, dondurma teknikleri bunlardan bazıları. Burada önemli olan yeni tekniklerin hangi çiftlere, ne zaman, nasıl uygulanacağıdır. Ailenin yenilikleri takip ederken tedavide güvenilir kurum, deneyimli ekip, merkeze ait ‘’eve canlı çocuk götürme’’ oranına mutlaka dikkat etmesi gerekir.’’

    Tüp Bebek Tedavisinde ’Bilinmesi Gereken 10 Detay’

    Prof. Dr. Mustafa Bahçeci tüp bebek tedavisinde ailelerin mutlak ve mutlak bilmesi, bu doğrultuda karar vermesi gereken detayları açıkladı.

    1.Çocuğu olmayan bir çift ne zaman doktora gitmelidir ?

    Kadının yaşı burada çok önemlidir. 35’in altında, çiftin özgeçmişleri ve aile öykülerinde bu konuyla ilgili risk yoksa korunmasız-düzenli bir yıllık cinsel ilişki sonrası gebelik elde edilemiyorsa doktora başvurulmalıdır. Aynı koşullarda kadın 35 yaş üstünde ise 6 ay, 38’in üzerinde ve yumurtalıklarını olumsuz etkileyebilecek kemoterapi veya yumurtalıkla ilgili bir ameliyat geçirmişse, erkek de de sperm değerlerini kötü yönde etkileyecek kemoterapi veya ameliyat öyküsü varsa çiftler derhal doktora gitmelidir.

    2-Aşılama denenmeden tüp bebeğe tedavisi doğru mudur ?

    İnfertilite (kısırlık) nedenine bağlı olarak bazı hastalarda aşılama öncesi yumurtlama uyarısı veya aşılama gibi üremeye yardımcı yöntemler uygulanmalıdır. Bu grup hastalarda ancak bu yöntemlerin başarısızlığı durumunda tüp bebek tedavisine geçilir. Ancak belirli bir grup hastada ise diğer yöntemlerin başarı ihtimali ya hiç yoktur ya da çok düşüktür. Bu hasta gurubunda tüp bebek ilk seçenek olmalıdır.

    – Her iki tuba uterinası ( tüpleri) tıkalı olan kadınlar,
    – Azospermi olguları (erkekte sperm olmaması)
    – İleri kadın yaşı ( örn.: 38 yaş üstü kadınlar) doğrudan tüp bebek uygulanması gereken çiftlerdir.

    3.Tüp bebek tedavisinde hangi sırayla hangi testler yapılır ?

    Kısırlık araştırması çiftlere eş zamanlı olarak yapılmalıdır. Başlangıç aşamasında yapılan temel testler şunlardır:

    – Erkeğe sperm testi,
    – Kadının yumurtlamasının araştırılmasına yönelik kan (hormon) testleri ,
    – Kadının tüplerinin açık ve rahim içerisinin normal olup olmadığının araştırılmasına yönelik testler. Bu amaçla en sık ilaçlı rahim röntgen filmi ( Histero-salpinga-grafi, HSG) çekilmektedir.

    4. Tüp bebekte başarı oranı nedir?

    Tüp bebekte başarı oranı birden fazla ölçütle değerlendirilmektedir.

    – Fertilizasyon ( Laboratuvarda Döllenme) Oranı: Bu oran iyi laboratuvarı olan merkezlerde %80’ in üzerinde olmalıdır.
    – Biokimyasal Gebelik (Kanda gebelik testinin pozitif çıkması): Bu oran %50 civarındadır.
    – Ultrasonografi İle Görüntülenebilen Ve Takip Edilen Gebelik Oranı: Bu oran %40 civarındadır.
    – ‘’Eve Canlı Çocuk Götürme’’ Oranı: Bu oran ise %30 civarındadır. Hastaları ilgilendiren temel değerin de sonuncusu olması gerekir.

    Üç başarısız deneme sonrası aileler için gebelik elde etme oranını maalesef çok arttırmamaktadır. Preimplantasyon genetik tanı (embriyo transferi öncesi genetik araştırma), co-culture ( laboratuar ortamında suni ana rahimi oluşturulması) , sperm seçim yöntemlerinin değiştirilmesi gibi ek uygulamalar yapılmaktadır. Ancak bu yöntemlerin de başarıyı anlamlı oranda artırdığına dair yeterli kanıt henüz yoktur. Benim şahsi tecrübelerime göre bu hastalara blastosist transferi önerilmeli ve bu hastalarda eğer embriyoları blastosiste gitmiyorsa transfer yapılmamalıdır. Böylece hastanın, transfer sonrası boşu boşuna büyük ümitlerle beklemesinin önüne geçilmiş olur.

    5.Blastosist transferi nedir? Hangi durumlarda bu yönteme başvuruluyor ?

    Günler boyunca gelişip hücre sayılarını artıran embriyolar beşinci günden itibaren iki ayrı hücre tipine ayrılarak aralarında bir sıvı biriktirir. Bu embriyolara ‘Blastosist’ denir. Ne yazık ki her embriyo bu aşamaya kadar gelişimini devam ettiremez, daha erken bir dönemde gelişimini durdurur. Sadece o embriyoyu oluşturan sperm ve yumurta kaliteleri fazla düşük değilse embriyo gelişimine devam eder, aksi halde vücut savunma mekanizmasının bir sonucu olarak düşük kaliteli hücrelerin birleşmesiyle oluşan embriyoların gelişimlerini daha erken bir dönemde durdurur. Yapılan çalışmalar, blastosist evresine ulaşmış embriyoların dahi bir bölümünün gebelik oluşumuna ya da gebeliğin devamına izin vermeyecek kadar düşük kaliteli hücreler içerdiğini göstermiştir. Ancak bu oran erken dönemde gelişimini durduranlara oranla çok daha düşüktür. Sonuç olarak; hastaya blastosist transfer etmek gebelik şansını artırmak anlamına gelir. Hastaya ne kadar az embriyo transfer edilirse blastosist transfer ederek gebelik şansı o kadar artırılmış olur. Bu nedenle, transfer sayısının kısıtlandığı durumlarda blastosist transferi uygulaması başarıyı artırıcı bir etki yapar.

    Örnek olarak ülkemizde iki yıl önce uygulamaya giren yönetmelik transfer edilen embriyo sayısına kısıtlama getirmiştir. Bu uygulama sonucu tüp bebek sonucu oluşan çoğul gebelikler ki bunlar çok riskli gebelikler idi, anlamlı olarak azalmıştır. Bu yeni durum bizim merkezlerimiz de dahil olmak üzere bazı kliniklerin daha fazla blastosist transferine yönelmelerine neden olmuştur. Bizim merkezlerimizde artık tüm transferlerin yaklaşık yarısına yakını beşinci günde yapılmaktadır. Hastadan yeterli miktarda ve kalitede blastosist elde edilmesi durumunda, tedavilerin başarısız kalma nedeni olarak embriyo dışı nedenlere yönelmek faydalı olacaktır. Neden tüm embriyolar blastosist aşamasına kadar bekletilip ondan sonra transfer edilmiyor? Bu sorunun yanıtında da blastosist transferlerinin dezavantajlarından söz etmemiz gerekir. Bugün tüp bebek uygulama teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin unutmamalıyız ki insan vücudunun sofistike ve mükemmel mekanizmasını bire bir taklit edebildiğimizi söylemek çok güçtür. Zira insan vücudu ve biyolojisiyle ilgili bilgimiz ne kadar artarsa, bilmediklerimizin ve yeni soruların farkına varmaya devam ediyoruz.

    Sonuç olarak embriyoları laboratuar şartlarında uzun süre bekleterek blastosist evresine ulaşmalarını beklerken onları daha erken bir dönemde vücudun doğal ortamına bırakarak orada gelişmelerini sağlamalarına göre ne kadar ödün verdiğimizi bilmiyoruz. Özetle kendimize su soruyu soruyoruz: bu embriyo blastosist oluşturmadı, acaba ben bu embriyoyu gelişiminin daha erken bir döneminde rahme vermiş olsaydım acaba orada blastosiste ulaşacak mıydı? İşte blastosist transferinin riski budur, bu nedenle her vakada uygulanmaz. Elimizde bu riski karşılayacak sayıda embriyo olması ya da dediğim gibi, ne olursa olsun embriyoların uzun dönem gelişimlerini izlememizi gerektirecek gerçek sebepler olması lazımdır.

    6.Sperm seçiminde yenilikler nelerdir ?

    Günümüzde sperm kalitesi dendiğinde artık eskiden olduğu gibi sperm sayısı, hareketliliği, şekli gibi parametreleri düşünmüyoruz. Biliyoruz ki, spermin gerçek kalitesi yukarıdaki soruda da anlattığım gibi onun kalıtsal yapısı ve bu yapının çevresel faktörlerden ne kadar etkilendiğidir. Çünkü embriyo gelişimine spermin asil katkısı bunlardır. Geleneksel sperm tetkik parametreleri ile bahsettiğim kalıtsal özelliklerin durumu arasında direk bir ilişki gösterilmemiştir. Artık sperm analizi yaparken embriyo gelişimine etki edecek gerçek kalitelerinin durumunu anlamaya çalışıyoruz. Önemli olan kalıtsal özellikleri en az hasar görmüş, mümkünse hiç görmemiş spermleri seçebilmek ve yumurta hücresi ile bunların birleşmesini sağlayabilmektir. Sperm hücresinin yüksek büyütmede seçilmesi (IMSI), bazı moleküllere bas kısmının bağlanması ya da bağlanmaması yoluyla seçimleri (PICSI ya da MACS benzeri yöntemler) bu amaçla kullanıma girmiştir. Ne yazık ki, bu seçim yöntemlerinin geçerliliği tam anlamıyla ve en doğru bilimsel yöntemlerle henüz kanıtlanmamıştır. Bunun için daha zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Gene de bizim laboratuarlarımız da dahil olmak üzere bu tip yenilikleri kullanıp hastaların gebe kalma olasılıklarını artırmaya çalışan çok sayıda merkez bulunmaktadır.

    7-Genetik incelemelere ne zaman ihtiyaç duyulur ?

    Genetik incelemelere kesin ihtiyaç duyulan durumlardan ilki; ailede kalıtsal yolla geçen, doğacak bebeğe intikal edebilecek ve sorumlu kromozom ya da gen bölgesinin bilindiği durumlardır. Bu bölge ya da kromozomlar embriyolar üzerinde incelenip hastalıksız embriyolar transfer edilebilir. Bir diğer durum tekrarlayan gebelik kayıpları, yani ard arda düşük yapma ya da tam tersi tekrarlayan başarısızlıklardır. Her iki durumda da bazen embriyoların genetik olarak problemli olmaları sorunun kaynağı olabilir. Dolayısıyla çiftlere tüp bebek tedavisine başlamadan önce detaylı olarak tetkik yapılmalı ve embriyoların genetik problemi dışında aynı soruna neden olabilecek diğer nedenler ayıklanmalıdır. Bundan birkaç yıl önce bayanın ileri yaşı, ileri sperm problemleri (çok kısıtlı sayıda sperm bulunması ya da hiç olmaması) gibi durumlarda da embriyo üzerinde genetik incelemelere ihtiyaç duyulur denirdi. Günümüzde bu bakış acısı biraz daha gevşemiş gibi duruyor.

    8.Tüp bebek tedavi yöntemlerindeki yenilikler nelerdir ?

    Tüp bebek tedavi yöntemleri ve uygulamaları baş döndürücü bir hızla gelişiyor. En güncel tekniklerden biri embriyoların dinamik takibidir. (Embriyoscope) Bu tekniği Türkiye’ye ilk defa bizim ekibimiz getirdi ve en çok da bizim laboratuarlarımızda uygulanıyor. Artık embriyolar takipleri süresince çok kısıtlı bir zaman dilimindeki görüntüleri ile değil, her 15-20 dakikada bir yedi bölgeden alınan görüntülerinin birleşmeleri ile oluşan videolar ile inceleniyor, kaliteleri bu verilere göre saptanıyor. Bu demektir ki artık embriyoların gelişimleri hakkında çok daha fazla elimizde bilgi birikiyor.

    Tüp bebek uygulamalarının başladığı yıllardan bu yana ilk kez embriyo gelişimi hakkında bu kadar fazla veri toplayabildik ve elimizdeki bu bilgiler çok değerli. Şu anda Türkiye’den bizim dahil olduğumuz uluslararası bir bilim grubu bu veriler üzerinde çalışmalarına devam ediyor. Yeniliklerle başarı şansı ne kadar artıyor? Bu sorunun cevabı için biraz daha beklememiz gerekiyor. Ancak embriyo secimi için sunulan dinamik izleme tekniği gerçekten başarı sansını artırıyor. Ancak burada dikkatli olunması gereken nokta; birkaç farklı şekilde dinamik embriyo takibi yapılabiliyor ve bunların hepsi aynı sonucu vermiyor. Bizim kullandığımız sistem şu anda dünyada bulunan en sofistike dinamik takip sistemidir. Biz ve bizim kullandığımız sistemi kullanan diğer merkezler (şu anda dünyada 100 dolayında var) başarı oranlarının arttığını gösterdiler. Umudum, bu sistemin diğerleri ile bilimsel karsılaştırmasını yapan bilimsel çalışmaların bir an önce yayınlanması ve farkın kanıtlanmasıdır.

    9.Dondurma tekniğinde son aşama nedir ?

    Günümüzde iki farklı dondurma tekniği var; yavaş ve hızlı. Beş yıl öncesine kadar yavaş dondurma daha çok uygulanırken günümüzde hızlı dondurma tekniği tercih ediliyor. Çünkü bu teknikle embriyoların tamamının, yani tüm hücrelerinin hiç hasarsız canlıklarını devam ettirmeleri ihtimali daha yüksek. Bu da doğal olarak başarı oranlarına yansıyor. Burada dikkatinizi çekmek isteyeceğim nokta; bize başvuran çiftlerimizden aldığımız izlenim dondurma-çözdürme işlemlerine biraz çekingen yaklaştıklarıdır. Oysa tüp bebeğin geleceği dondurma-çözdürme işlemlerinde. Çünkü; artık uluslararası anlamda başarı bir çifte uygulanan birkaç tedavi sonrası elde edilen gebelik oranı olarak ölçülüyor. Doğal olarak bu birkaç tedavinin içinde dondurma-çözdürme sikluslarının olması istenen bir durum, zira her tedavide kadına yeni baştan hormon vererek yumurtalıkları uyarmak yerine bir seferinde elde edilen birkaç kaliteli embriyonun saklanarak sonraki uygulamalarda bunların çözdürülerek transferi daha çok istenen bir durum. Üstelik dondurma-çözdürme tedavilerinin bir avantajı daha var; bazen yumurtalıkların uyarıldığı tedavilerde kullanılan ilaçlar yumurtaları büyütürken rahim dokusunun embriyoyu kabul etme mekanizmasına zarar verebiliyor. Oysa dondurma-çözdürme tedavilerinde rahim dokusu diğer duruma göre çok daha doğal bir halinde ve embriyoyu kabul etme mekanizması zarar görmemiş. Bugün dünyada birçok merkez (bizim merkezlerimiz de dahil) rahimim bu durumunu transfer öncesinde değerlendirip, çiftin gebelik şansını artırabilmek adına, elde ettiğimiz tüm embriyoları donduruyor ve bir sonraki ay rahimim doğal haline kavuştuğunda çözdürüp transfer ediyoruz. Bu uygulamanın geçerliliği ve çifte faydası artık bilimsel yayınlarla ispat edilmiştir. Kısaca özetlemem gerekirse, dondurma-çözdürme teknikleri merkezlerin toplam başarılarında önemli bir yer tutar. Hastalar bu parametreyi çok iyi incelemelidir diyorum.

    10.Tüp bebek denemesi kaç kez tekrarlanmalıdır ?

    Bu soruyu şöyle yanıtlayacağım; ortalama üç! Ama bunu da açıklamam gerekir. İstatistiksel olarak tüp bebek tedavisine başvuran çiftlerin %95’i üç kez tekrarlamalıdır. Geri kalan %5’i içinse bir sınır yoktur. Bize başvuran bir hasta gebe kaldığında önceden dışarıda on altı deneme yapmıştı. Bu çift yüzde beş’lik dilimde idi. Ama bilimsel yayınlar göstermektedir ki, tüp bebek tedavisine giren çiftlerin yüzde doksan beşi ilk üç denemeden sonra gebelik şanslarını anlamlı olarak artıramamaktadır.