Etiket: anne olmak

  • Meşgul Anneler İçin Kişisel Bakım: Zaman Yönetimi ve Sağlıklı Yaşam

    Meşgul Anneler İçin Kişisel Bakım: Zaman Yönetimi ve Sağlıklı Yaşam

    Meşgul anneler için kişisel bakım, zaman yönetimi ve sağlıklı yaşam ipuçları! Sağlığınızı korurken programınızı düzenlemenin yollarını keşfedin. Pratik kişisel bakım önerilerine göz atın.

    Meşgul Anneler İçin Kişisel Bakım: Zaman Yönetimi ve Sağlıklı Yaşam

    Gün içinde işleri halletmek, çocuklarıyla ilgilenmek ve evi düzenlemek arasında meşgul bir anne olmak, kişisel bakımı ihmal etmek anlamına gelmemeli. Çünkü sağlıklı bir anne, sağlıklı bir aile demektir. Eczacı ile yapılan bir görüşme, meşgul annelerin programlarını düzenleyerek sağlıklarını nasıl koruyabilecekleri konusunda önemli ipuçları sunuyor.

    Meşgul Anneler İçin Kişisel Bakım
    Meşgul Anneler İçin Kişisel Bakım

    Meşgul Annelerin Zaman Yönetimi:

    Günün saatleri hiçbir zaman yeterli gelmeyebilir, ancak eczacı’ya göre, kendimize zaman ayırmak önemli. Anneler genellikle başkalarına odaklanırken kendi ihtiyaçlarını göz ardı eder. Zaman yönetimi, sağlıklı bir yaşam tarzının temelidir. İşte meşgul annelerin zamanlarını daha etkili bir şekilde yönetmelerine yardımcı olacak bazı ipuçları:

    • Yardım İstemek: Sorumlulukları devretmek, suçluluk duygusunu bir kenara bırakmak ve küçük molalar almak önemlidir. Bebek bakımıyla uğraşan anneler için, bebeklerine kısa molalar vermek enerjiyi geri kazanmalarına yardımcı olabilir.
    • Sessiz Zamanı Planlamak: Meşgul anneler için sessiz zaman kritiktir. Telefon, televizyon ve ev işleri olmadan geçirilen bu zaman, sinir sistemini onarabilir ve enerjiyi yeniden kazanmalarına yardımcı olabilir.

    Bir Anne Olarak Öz Bakım:

    Anne olmak hem heyecan verici hem de yorucu bir deneyimdir. Tam zamanlı bir iş gibi, kesinti süresini nasıl değerlendirdiğiniz önemlidir. İşte meşgul bir anne olarak öz bakımı uygulamanın bazı yolları:

    • Yardım İstemek: Sorumlulukları paylaşmak, annelerin kendilerine zaman ayırmasına yardımcı olabilir. Küçük çocuklarla ilgilenirken bile, destek almak önemlidir.
    • Sessiz Zamanı Planlamak: Kişisel bakım için sessiz zaman planlamak, fiziksel ve duygusal sağlığı destekleyebilir. Bu, annenin kendini dinlemesi ve dinlenmesi için önemlidir.

    Yoğun Programda Kişisel Bakım:

    Yoğun bir programla başa çıkarken kişisel bakımı ihmal etmek yaygındır. Ancak, Eczacı’nın belirttiği gibi, bu bir öncelik olmalıdır. Sağlıklı kalmak için zaman ayırmak, uzun vadede daha etkili ve mutlu bir anne olmanıza yardımcı olabilir. İşte yoğun bir programla kişisel bakım için bazı pratik ipuçları:

    • Takvimde Zaman Ayırmak: Sağlık kontrolleri, aşılar ve kişisel bakım aktivitelerini takviminize entegre etmek, bunları düzenli bir alışkanlık haline getirebilir.
    • Aşıları Güncel Tutmak: Aşılar hakkında güncel bilgilere sahip olmak önemlidir. Özellikle hepatit B aşısı gibi önleyici tedbirleri göz ardı etmemek önemlidir.

    Forum: Hayatımın İpleri ve Çok Çocuklu Hayat Tıklayın!

    Bu ipuçları, meşgul annelerin kişisel bakımlarını düzenlemelerine ve sağlıklarını korumalarına yardımcı olabilir. Unutmayın, sağlıklı bir anne, mutlu bir aile demektir.

    Meşgul Kadınlar İçin Hayat Kurtaran 10 Kişisel Bakım Uygulaması

  • Anne Olmak İçin En İdeal Yaş

    Anne Olmak İçin En İdeal Yaş

    Anne olmak için en ideal yaş 20 ila 35 arası olduğu belirtiliyor. 35 yaş sonrası kadınların yumurta sayılarında azalma olduğunu belirten uzmanlar, ileri yaşlarda yumurta kalitesinin bozulduğunu da belirtiyor.

    Normal yollardan hamile kalamayan kadınlar için 35 sonrasında genellikle tüp bebek tedavisi öneriliyor ve uygulanıyor. Fakat bu sadece yaşla alakalı olmayıp, daha erken yaşlarda da tüp bebek yapılabiliyor.

    Anne Olmak İçin En İdeal Yaş | 1

    Annelik İçin Yaş Faktörü

    Her kadın ilk doğduğunda yani henüz bir kız çocuğu iken, doğurganlık faktörü tamamlanmış şekildedir. Kız çocuklar doğduğu anda 100 ila 150 bin arasında yumurta taşır ve ileride anne olmasını sağlayacak genetik ile doğar.

    Ergenlik dönemi başlayan her kız çocuğunda, yumurtaların yaklaşık olarak 50 tanesi her ay atılır. En kalitelileri belirlenerek, vücut tarafından atılır.

    Fakat ergenliğe girilmesi her kız çocuğunun bir anne adayı olduğu anlamına gelmiyor. Bilimsel olarak tüm gelişimin sağlanması için anneliğe hazırlanma yaşının 20 olduğu belirtiliyor. Annelik sadece fiziksel olarak değil, mental olarak da hazır olunması gereken bir dönüşümdür.

    Vücuttaki bazı hormonlar mental ve duygusal değişim- dönüşümlerle yani kişiler geliştikçe sağlanır. Ergenliğin kız çocuklarda 22- 23 yaşına kadar devam ettiği bilimsel olarak sunulan bilgiler arasındadır.

    Ayrıca erken yaş gebeliklerinde çeşitli riskler bulunmaktadır. Erken anne olmak ve geç anne olmak, ideal yaşta bebeği kucağa almanın keyfini farklı kılabilir.

    Anket: Anne Olmak İçin İdeal Yaş Tıklayın !

    Genç Yaşta Anne Olmanın Avantajları Tıklayın !

    Yeni anne baba olmak Tıklayın !

    İdeal evlilik yaşı ve ideal doğum yaşı Tıklayın !

    Anne olmanın en uygun yaşı Tıklayın !

     

     

     

  • Yeni anne baba olmak

    Yeni anne baba olmak

    Yeni evli çiftler hemen bebek yapma düşüncesinde olmamalarına rağmen yakın çevre baskısı, kazalar! erken hamilelikleri getirmektedir.

    Hamilelik dokuz aylık oldukça zor bir süreç olmakla birlikte kadını psikolojik açıdan en güçlü gördüğümüz zaman dilimidir de aslında. Kadın için karnındaki bebeği her şeyidir, hormonlardaki değişiklikler kadını her türlü travmaya karşı korur.

    Doğumla birlikte yeni evlilerin tüm yaşamı değişir. Kadına düşen yük çok ağırdır. Anne, şaşkın, yorgun ve farklı hisler içindedir. Bu bebeğe nasıl bakacaktır, acaba sütü yetecek midir, ölmeden bu bebeği büyütecek, hastalıklardan koruyup, sağlıklı olgunlaşmasını sağlayacak mıdır?

    Bu durumda eşinden haklı beklentiler içindedir, onun da bu sürece katılmasını, ona yardım etmesini, anlayışlı, koruyucu ve kollayıcı davranmasını beklemektedir.

    Evin içi komşu akınındadır, kayınvalideler, anneler hepsi bir ağızdan kendi tecrübelerini aktarmakta, akıl öğretmekte, yeni anneyi belki bilmeden, istemeden yaralamaktadır. Evde ısı yükselir, bebek üşütülmemeli, annenin sütü arttırılmalı, varsa yardımcılar eğitilmelidir. Kesif bir süt, sabun ve anne kokusu eve hakimdir,genç baba bu duruma uyum sağlamaya çalışır, baba içinde zor bir dönem başlar, yapısı gereği sıkılabilir, evden kaçmanın yollarını arayabilir. Çalışmak, çalışmak, çalışmak, kocanın bu dönem arttırdığı tempo göz kamaştırıcıdır!

    Yeni anne eşinin kendisinden uzaklaştığını hisseder, kendisini ya da eşini yargılamaya başlar. Genç anne kilosuna, değişmiş beden ölçülerine üzülür, bir yandan bebeği için yemesi, içmesi gerekmekte diğer yandan da bir an önce eski görüntüsüne dönmeye çalışmaktadır. Bu dönem karı – koca arasında sıklıkla kıskançlıklara, şüphelenmelere neden olur.

    Kadın kayınvalidesi ya da annesi ile 24 saat sıcak bir evde terler dökerek bebeğini büyütmeye çalışmaktadır, 3 saatte bir uyanan bebek bazen dinmek bilmeyen ağlama nöbetleri ile annesini de ağlatmakta ve anne akşam saatlerinde gelen kocasından anlayış beklemektedir.

    Anne bu bebeği eşi içinde doğurmuştur, eşinin gözlerinde bunu hissetmek ister, bu bebek için 15-20 kg almış, bedenini zorlamış, çalışma hayatını durdurmuş, kariyerini ertelemiş, kendisini eve hapsetmiş, tamamen bebeğine endekslediği güncel hayatı ile kendisine boş vermiştir.

    Koca eve gelir, evde belki kayınvalidesinin ya da annesinin mevcudiyeti onu rahatsız edecektir, evde olup bitenlerin kendisine anlatılması hiç de çekici değildir, bir an önce sabah olmasını, işine gitmeyi ister. Bu aslında bebeği sevmediği ya da baba olmaktan rahatsız olduğu için değil, olup bitene uyum sağlamakta çektiği güçlük, anlayamadığı duygular sebebiyledir. Eşi ile arası hiç iyi değildir, üstelik cinsel yaşantıları da ciddi bir engelle karşı karşıyadır. Kocasını seven, ondan ilgisini esirgemeyen kadın tüm enerjisini yeni doğan bebeğine yönlendirmiştir.

    Günler akar gider, yeni kurulan ailenin iç dinamikleri birçok etkenle sarsılmaktadır, rutin yaşamları değişmiştir, sinema – televizyon, yemek keyifleri ertelenir.

    Kadın artık eşi tarafından beğenilmediğini düşünüp, bebeğine bağlanır, anne – babanın arası açıldıkça açılır, hatta baba başka odalarda uyuya kalır, anne 4-5 günde bir değiştirdiği gecelik ile kocasının sinirine gitmekte, koca da sıktığı sabah parfümleri ile yeni anneyi küplere bindirmektedir.

    Bu dönem maalesef boşanmaları da beraberinde getirmekte, oysa kadın bu bebeği ailenin mutluluğu adına dokuz ay acı çekerek eşine hediye etmiştir, hissettiklerinin kocası tarafından algılanamadığını düşündükçe üzülmekte, boşanmayı bile aklına getirmektedir.

    Kadının en hassas olduğu bu dönem doğum sonu depresyonları ya da akıl hastalıklarını da beraberinde getirebilir.

    Koca, karısına yabancılaşabilir, onu anne ya da bebeğinin sahibi bir kadın olarak görerek ilgisini değiştirebilir. Kaynanalar ya da kayınpederler mevcut düzeni gerip, aile içinde çatışmaların oluşmasına neden olabilir.

    Oysa o bebek, 2-3 yıl sonra tüm ailenin hayata bakışını, evliliğin değerinin değiştirip inanılmaz güzel şeyler katacaktır. Bebek ile geçen ilk 4 yıl evliliğin en çetin dönemidir. Karı – koca bu sürecin zorluğunu önceden bilmeli ve evliliğe zarar vermeden atlatmak için planlarını yapmalıdır.

    Bebeğin ilk 4 yıl zaman kavramı yoktur, anne yada baba bebeği ile 24 saat geçirmek zorunda da değildir. Amaç birlikte geçirilecek sürenin “kalitesindedir”. Anne – baba oflayarak zaman geçirdiğinde olan evliliğe olacak, tükenmişlik içindeki karı – koca birbirini suçlayacak, ev içi gerilimi artıracaktır. Bebeğin bir an önce büyümesini hedeflemek yerine o sürecin keyfine varmak asıl hedef olmalıdır.

    Prof. Dr. Özkan PEKTAŞ

  • Anne olmanın güzellikleri

    Anne olmanın güzellikleri

    Bebeğini kucağına aldığı anda bir kadının yaşadığı mucizevi duyguları en iyi anneler bilir. Bebek sahibi olunca insanların hayatı muhakkak değişir, mutluluğun yanısıra yaşam şartlarıyla değişen pek çok zorluğu da vardır. Ancak bugün anne olmanın hoş taraflarından, hayatınıza kattığı olumlu şeylerden söz edeceğiz.

     Erkenden uyurlar

     Doğumdan hemen sonraki aylarda birkaç saat aralıklarla ve gece emzirmeleri sizi bezdirebilir, artık hiç kendinize ait zamanınız olmayacak, akşamları program yapamayacaksınız sanırsınız. Oysa dört ayın sonunda pek çok bebek erkenden uyuduğu gibi gece uyanmalarını da bırakır ve siz de eşinizle birlikte yemek hazırlar, film seyreder, konuk bile ağırlamaya başlarsınız.

    Seyahat edebilirsiniz

     Bebeğiniz oldu diye uzun bir süre seyahat edemeyeceğinizi, tatile çıkamayacağınızı düşünmeyin sakın. Güzel organize olur ve bebekle gezmeyi kafanızda büyütmezseniz kısa hafta sonu tatilleri ile işe başlayabilirsiniz. Hatta uçakla seyahat edeceğiniz tatilinizde, iki yaşına kadar bebek için koltuk almanıza da gerek yok, çok küçük bir ücret ödemek yeterli olur.

    Anne olmanın güzellikleri
    Anne olmanın güzellikleri

     Hızla forma girersiniz

     Doğum sonrası vücudunuzu lime lime edilmiş gibi hissedebilirsiniz, emzirmek ise bazı kadınlar için işkenceye dönüşür. Unutmayın ki bu durum en fazla bir iki haftada son bulur, vücudunuz çabucak toparlandığı gibi hamileliğin hücreleri yenileme özelliği ile kendinizi eskisinden de iyi hissedersiniz.

    Yeni arkadaşlar edinirsiniz

     Çocuğunuz sayesinde, aynı dönemde doğum yapmış kadınlardan yeni bir çevreniz oluşur. Bunun sıkıcı olacağını, her zaman sadece bebeklerden ve aynı konulardan konuşacağınızı zannetmeyin, tabii ki ortak konunuz çocuklardır, ancak başka bir sürü şeyi paylaşır, birbirinize destek olur ve ömür boyu sürecek dostluklar kurabilirsiniz.

    Uykunuz düzene girer

     Erken yatıp erken kalkanlar için sorun yok ama geceleri oturmayı, sabah ise uyumayı sevenlerdenseniz, bebeğiniz olunca mecburen vaktinde yatarsınız. Sabahları da normal insanlar gibi uyanır ve metabolizmanız için doğru olan saatlerde uyumaya başlar, yani disipline girersiniz.

    Olgunlaşırsınız

     Hamile kaldığınız zaman bir sürü kitap okursunuz, aile büyüklerinin, doktorunuzun, daha önce doğum yapmış arkadaşlarınızın bilgi bombardımanına uğrarsınız. Çok şey de öğrenirsiniz ama bebeğinize kavuştuktan sonra o ve siz, yaşadıklarınızla, sevginizle, şefkatinizle sadece çocuk bakımında değil hayata bakışınızda da ne kadar olgunlaştığınıza  inanamazsınız.

     

    Kaynak: hthayat.com/anne-ve-cocuk

  • Mutlu bir ailenin püf noktaları

    Mutlu bir ailenin püf noktaları

    İYİ BİR AİLE OLABİLMEK

    Bir aileye ait olmak, temel duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak, paylaşmak, kendimizi güvende hissetmek, gelişmek ve tamamlanmak için gereklidir.
    Ancak aile, sadece bireysel varoluşun ve gelişimin değil sağlıklı ve gelişmiş bir toplum olabilmenin de gereğidir.

    Çünkü “Aile, toplumun en küçük birimi” dir. Henüz ilkokulda öğrendiğimiz bu tanım, toplum olabilmenin temel gereğini açık biçimde tanımlar. Yani aile, toplumun temelidir. Temeli sağlam olmayan binalar nasıl en küçük sarsıntıda yerle bir olursa, temel aile değerlerine sahip olmayan toplumlar da en küçük krizlerde dağılmaya mahkumdur.

    Türk aile yapısı ve ailevi değerler son yıllarda büyük değişlere uğramaktadır. Geçmişteki dede-nine, anne-baba ve çocuklardan oluşan büyük, kalabalık aileler değişen şartların etkisiyle iyice küçülmeye başladı. Sadece küçülmekle kalınsa pek bir sorun olmayacak ama dağılmalarda başladı.

    Evlilik danışmanlığı alan bir çiftle birkaç seans çalıştıktan sonra çocuklarını da seansa katmak istedim, bir seansa 18 yaşındaki kızları ve 14 yaşındaki oğulları ile geldiler. Algıladıkları aile yaşamlarını göstermeleri amacıyla yaptığım çalışma çok can alıcıydı. Birçok ailede olduğunu bildiğim durumu açıkça sergilediler. Yaşanan aile ilişkisi aynen şöyleydi; çocuklar, çalışan anne ve baba önce eve gelerek buzdolabından aldıkları atıştırmalıklarla odalarına çekiliyor. Daha sonra eve gelen anne-baba ve karnı acıkan birey annenin bir gün önce hazırladığı yemeklerden bir tabak koyarak istediği bir yerde, istediği zamanda akşam yemeğini yiyor. Hiçbir şekilde sorumluluk paylaşımı ve işbirliğinin olmadığı ailede, anne gecenin geç saatlerine kadar birikmiş ev işleri ile cebelleşirken, baba televizyon karşısındaki koltukta yatarak uyukluyor. Kız odasında cetleşirken, oğlan geç saatlere kadar bilgisayar oyununda skor yapmaya çalışıyor. Yaşanan bu manzarayı kızımız; “biz bir aile değil, bir evi paylaşan dört kişiyiz” diyerek açıklamıştı.
    Bir aile olmasalar bile bir evi paylaşabilmek için insanlar arasında sevgi, güven, paylaşım ve işbirliği gibi temel değerler olmalıdır. Bir aile olabilmek için ise bunlar olmazsa olmaz gerekliliklerdir. Aksi durumda çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır.
    İyi bir aile olmak demek; aile üyelerinin temel fiziksel, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, mutlu ve huzurlu bir ortamda sağlıklı ilişkilerin yaşanmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için şu gereklere özen gösterilmelidir;

    Sevgi, Saygı ve Önemseme:

    Bir ailenin oluşumunda sevgi temel şarttır. Sevgisiz bir ilişkiden aile oluşturmak mümkün olamaz. Bazı evliliklerde ilk başta çiftler arasında (görücü usulü evlilikler gibi) derin bir sevgi bağı olmasa da birlikteliğin sağlıklı devamı için zaman içinde bunun geliştirilmiş olması gereklidir ki çocuklarına da bu sevgiyi aktarabilsinler. Anne ve babaların çocuklarına karşı sevgisi normalde koşulsuz ve neredeyse sonsuz bir sevgidir. Birbirini seven ve bunu gösterebilen bir aile içinde yetişen çocuk, en temel ihtiyacı olan sevgi gereksinimine karşılık bulur.

    Aynı derecede saygı da aile bireylerinin temel bir gereksinimidir. Büyük küçük demeden birbirinin düşünce ve görüşlerine, duygularına önem veren, özel ihtiyaçlarını anlayışla karşılayıp, hoşgörülü davranan aile bireyleri kişisel sınırların farkında olup, birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğini bilirler. İlişkiler korkuya, ezmeye, sömürmeye dayalı değildir. Fiziksel ya da duygusal şiddet kullanılmaz. Böyle bir aile ortamında aile üyeleri kendilerini değerli, onurlu ve anlamlı bulur, birbirlerinin özel yaşamlarına saygı gösterirler. Birbirleriyle ilgilidirler, her biri diğerinin sorunlarını, beklenti ve isteklerini fark eder; onu değerli bulup, önemsediğini göstermeye çalışırlar.

    Güven;

    Ailede çiftlerin birbirlerine her anlamda güvenmesi kaygı ve endişeden uzak davranmalarını sağlar. Gerek kadın gerekse erkek, eşine hem maddi hem de manevi anlamda güven duymalıdır ki aradaki sevgi ve saygı ilişkisi devam edebilsin. Bunun sağlanabilmesi için çiftlerin birbirine karşı dürüst davranmaları, saklı gizli şeyler yaşamamaları ve tüm çabalarının ailenin birlikteliği doğrultusunda olduğunu gösterebilmeleri gerekir. Ayrıca çocuklar kendilerini aile içinde güvende hissedebilmelidir. Tüm fiziksel, duygusal ve sosyal gereksinimlerinin anne ve babaları tarafından şartlar dâhilinde karşılanabileceğine, dış dünyanın zararlı etkilerinden ve tehlikelerinden korunabileceklerine inanmalıdırlar.

    İletişim:

    Sağlıklı bir ailede, iletişim dolaysız, açık, net, ayrıntılı ve dürüstçe olmalıdır. Kişiler birbirlerine değer verdikleri ve güvendikleri için iç dünyalarını, deneyimlerini, algılamalarını, duygu ve düşüncelerini herhangi bir kaygı duymadan, tüm ayrıntılarıyla paylaşmak isterler. Dürüst ve açıkça ifade edilen duygu ve düşünceler, diğerleri tarafından hor görülüp, yargılanmadan kabul ve ilgi görür. Gerekirse üzerinde tartışılarak uzlaşmaya gidilebilir. Bu da cesaretle fikirlerin açıklanıp konuşulmasını, uygarca tartışılmasını sağlar.

    Sağlıklı bir iletişimin olmadığı ailelerde bireyler, birbirlerine gerçekte değer vermedikleri ve birbirlerine güvenemedikleri için, iç dünyalarını rahatlıkla paylaşamazlar. Yanlış anlaşılma, kabul görmeme endişesi, bireyleri içe kapanık olmaya ya da bu ihtiyaçlarını aile dışından kişilerle gidermeye iter. Bu ailelerde iletişim dolaylı, belirsizdir, saklı-gizli ve dürüst değildir, yalan çoktur. Savunucu iletişim yaygındır, en basit bir soru veya sohbet girişimi, saldırı, eleştiri, yargılama ve karşı düşünce olarak algılanır ve fikirler açıklığa kavuşmadan savunmalar başlar. Sonuçta kimse kimsenin gerçekte hangi duygu ve düşüncelere sahip olduğunu bilmeden, bireyler kendi yanlış algı ve kararları ile birlikte yaşamaya çalışırlar.

    Değerler ve Kurallar:

    Her ailenin yaşadığı toplumla uyumlu insani değerlere ve kurallara sahip olması aile içindeki karmaşayı önleyip, ilişkilerin sağlıklı yürümesini sağlar.

    Çiftler kendi ailelerinden taşıdıkları değerleri ve kuralları, yeni ailelerinde de uygulamak isterler. Bu durumda bazen kültürel farklılıklardan kaynaklanan çatışmalar yaşanabilir. Önemli olan her iki tarafı da memnun edecek tarzda ortak değer ve kurallar üzerinde uzlaşıya gidilebilmesidir. Taraflar kendi alıştıkları tarzda bir aile düzenini sürdürmek için eşini zorlamamalı, her ikisi için de uygun olabilecek yeni bir değerler ve kurallar sistemini yeni kurdukları ailelerinde uygulamak üzere uzlaşabilmelidirler. Aksi takdirde eşlerden birinin kendini rahatsız hissetmesine rağmen güçlü tarafın ağırlığını koyarak uygulanan zoraki aile kurallarıyla çatışma ve sıkıntıların yaşanılması kaçınılmazdır.

    Aile kuralları, açık seçik ifade edilmiş, belirgin ve esnek olmalıdır. Yani durum ve şartlara göre yorumlanarak, gerekirse esnetilerek uygulanabilmeli, akla yatkın, üyeleri zorlamayacak biçimde uygulanabilir olmalıdır. Bu kurallar tartışma konusu yapılabilir ve gerekiyorsa değiştirebilirler. Çocuklar aile değer ve kurallarını anlayabilecekleri yaşa geldiklerinde onlara açık ve net biçimde bunlar anlatılmalı, gerekçeleri açıklanmalı, sahiplenme ve benimsemeleri sağlanmalıdır. Çocukların aile değerleri ve kurallarını benimsemeleri ve uygulamalarında ebeveynlerin model olabilmesi önemlidir. Anne ve babaların önemsemedikleri değerleri ve uymadıkları kuralları çocuklarına benimsetip, uygulatabilmeleri mümkün olmayacaktır.

    Ailede davranışları düzenleyen kurallar açık seçik ifade edilmiş olmalı; gizli, belirsiz, katı, insafsızca, tartışılamaz ve değiştirilemez olmamalıdır. Otorite durumunda olan kişinin keyfine göre tanımlanıp ve uygulanır değil, tüm üyelerin çıkarlarını gözetebilecek biçimde ve birlikte alınan kararlar doğrultusunda olmalıdır.

    Sorumluluk, Paylaşım ve İşbirliği:

    Evliliğin temel amacı, yaşamın acı tatlı getirilerini birlikte paylaşarak hayatta güçlü kalabilmektir. Birbirinden her yönüyle farklı iki bireyin zamanla ortak beğeni ve zevkler oluşturarak hayatın yükünü ve mutluluğunu paylaştıkları bir birlikteliktir. Bu birliktelik her iki tarafı da destekleyici, yapıcı ve geliştirici bir yapıda olmalıdır ki bireyler bu ilişkiden tatmin olabilsinler. Evlilikteki birliktelik, bireyin kendinden başka bireylerin sorumluluğunu da üstlenmesini gerektirir. Kadın ve erkek toplumsal ve cinsel rolleri doğrultusunda ailenin sorumluluklarını paylaşır. Sorumluluk ve rol paylaşımı; bireylerin cinsel kimliklerine, kişisel özelliklerine ve yeteneklerine uygun ve adil olmalıdır. Bencillikten uzak, sorumlulukların farkında, eşinin yüklerini azaltmada destek olup, gerektiğinde özveride bulunabilen çiftler arasındaki sevgi bağı her gün daha da güçlenir.

    Aynı zamanda yaş ve yetenekleri doğrultusunda çocuklara da sorumluluklar verilmeli, paylaşım ve işbirliğinin öğretilmesinde model olunmalıdır.

    Aile içi ilişki, paylaşım ve işbirliğinin geliştirilmesi için mümkün olduğu kadar tüm üyelerin birlikte olabileceği zamanlar belirlenerek ortak etkinlikler planlanmalıdır. Örneğin akşam yemeklerine tüm ailenin birlikte oturması, birlikte televizyon seyretmek, bazı akşamlar televizyonsuz oyun ve sohbet saatleri planlamak, hafta sonlarını ve tatillerini birlikte geçirmek gibi ortak paylaşım ve etkinlikler, aile bağlarını güçlendirir. Ancak plan ve kurallara uyumun, tüm aile üyelerinin ortak kararları doğrultusunda belirlenip, kişisel ihtiyaç ve beklentileri karşılayacak biçimde düzenlenmesiyle mümkün olacağı göz ardı edilmemelidir.

    NİHAL ARAPTARLI

    Uzman Psikolog, Terapist

  • Doğum Korkusu Tokofobi

    Doğum Korkusu Tokofobi

    Tokofobi sözcüğünü hiç duydunuz mu? Bu soruya yanıtınız “hayır” olsa bile Türkçe karşılığı olan, “doğum yapma korkusu”na aşina olduğunuzu tahmin ediyoruz…

    Her ne kadar hamilelik ve doğum, insan doğasın bir parçası olsa da kişisel deneyimlere, karaktere ve cinselliği algılayış biçimine göre bazı kadınlar bu durumu doğalarına aykırı bir durummuş gibi algılayabiliyorlar. Dolayısıyla çoğu kadın, özellikle ilk hamileliğinde doğum yapma korkusu (tokofobi) taşıyabiliyor.

    Yapılan araştırmalar kadınların yaklaşık yüzde 20’sinin doğumdan korktuğunu ortaya koyuyor.

    Dr. Harika Bodur Öztürk, tokofobi ile ilgili şu bilgileri veriyor…

    Siz hangi tip tokobofiksiniz?

    Tokofobiyi birincil, ikincil ve depresif hastalık zemininde gelişen doğum korkusu olmak üzere üç kategoride inceleyebiliriz.

    Birincil tokofobiye sahip kadınlar, hamilelik oluşumundan önce bu korkuya sahiptir ve genellikle bu süreç çocuklukla erişkinlik arasındaki dönemde başlar.

    Etyolojide (hastalık etkenlerini inceleyen bilim dalı) sosyal, psikolojik ve psikodinamik etkenler bulunur.

    İkincil olgularda ise tokofobi, travmatik doğum sonrası gelişebildiği gibi ikinci evrenin uzadığı normal doğum, düşük, ölü doğum veya hamilelik sonlandırması sonrası da gelişebilir.

    İkincil tokofobi posttravmatik stres bozukluğuyla da ilişkilendirilir. Gece kabusları nedeniyle ciddi uyku bozuklukları da şikayetler arasındadır.

    Tokofobikler sezaryen sever

    Tokofobi, doğum öncesi depresyonun belirtisi olabildiği gibi, günümüzde tıbbi neden olmaksızın annenin isteğine bağlı sezaryen doğum oranlarını artırdığı da bir gerçek. Buna karşın tıbbi neden olmaksızın yapılan sezaryen doğumların yararlı olduğuna dair veri de mevcut değil.

    Doğum korkusu nasıl geçer?

    Doğum korkusunu azaltmaya yönelik araştırmalar 1920’li yıllardan itibaren yapılıyor. 1950’li yıllarda psikoproflaksi (olağandışı davranış biçimlerini önlemek ve kişinin çevreye uyum sağlaması için psikolojik yöntemler kullanılarak yapılan koruma yöntemi), 1990’lı yıllardaysa hipnozun etkileri, değerlendirilen yöntemler oldu.

    Ancak psikoproflaktik hazırlık kurslarının doğum süreci üzerine olumlu etki göstermediği anlaşılmış.

    Ryding’in yaptığı bir araştırmada doğum korkusu nedeniyle tıbbi gerekçesiz sezaryen doğum isteyen hamilelere, doğum öncesi kısa dönem psikoterapi uygulanmış ve daha sonra bu hamilelerin yüzde 50’sinin normal doğum gerçekleştirebildiği görülmüş. Dolayısıyla doğum korkusu yaşayan anne adaylarına psikoterapi uygulanması, bir tedavi yöntemi olarak düşünülebilir.