Fazla kilolarınızdan evinizde hazırlayacağınız doğal ve basit kilo verdiren kürlerle kurtulabilirsiniz. işte kolayca kilo verdiren kürler.
Kilo verdiren kürler

Fazla kilolarınızdan evinizde hazırlayacağınız doğal ve basit kilo verdiren kürlerle kurtulabilirsiniz. işte kolayca kilo verdiren kürler.
Karbonhidrat tüketimine son verdiğiniz takdirde istediğinize ulaşıcaksınız… 2 günde 4 kilo verdiren diyet ! Haftada iki gün karbonhidrat tüketmeyerek kilo verebilirsiniz.
İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nde yürütülen araştırmalarda, haftada iki gün karbonhidrat tüketmeyerek kilo vermenin daha sağlıklı bir yol olduğu ortaya kondu.
2 GÜN EKMEK YEME 4 KİLO VER
115 kadın katılımcı üç gruba ayrıldı, her gruba farklı beslenme düzeni uygulandı. Bir grup, haftanın iki günü 650 kaloriyi geçmeyecek şekilde tüm karbonhidratlardan uzak, kalan beş gün ise miktar fark etmeksizin sağlıklı besinler tüketerek beslendi. Üç ayın sonunda, ilk iki gruptaki katılımcıların dört kilo verdikleri; klasik diyet uygulayanların 2.4 kilo verdikleri görüldü. Uzmanlar, haftanın iki günü karbonhidrat tüketmemenin doğal olarak az yemeyi sağladığını açıkladı.
Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, diyet sendromu dikkat çekti. Tutar, kilo almanın temelinde çoğu zaman psikolojik etmenlerin yattığını belirterek şu bilgilere verdi:
“Mutsuz olduğunuz dönemde seratonin adı verilen mutluluk hormonunun vücutta salgılanma seviyesi düşer. Bu durumda sizi çok mutsuz eder ve besin tüketmeye yöneltir. Sonuç ise istenmeyen bir vücuda sahip olmaktır. Fazla yemenize neden olan sendromları incelediğimizde.
KARBONHİDRAT AÇLIĞI SENDROMU
Evet, toplum olarak karbonhidrat çılgınlığımız olduğu kesin. Mutfağımız oldukça zengin olmasının yanı sıra temelini karbonhidratlar oluşturmaktadır. Hepimiz tatlı, kısır, börek, mantı, poğaça, patates ile hazırlanan kızartma ve salataları tüketmekten keyif alırız. Bunun temel nedeni vücudunuzu mutlu eden besinlerin temelini bunlar oluşturur. Son yapılan bilimsel çalışmalar karbonhidrat içeriği yüksek olan (%80’i) diyetlerin mutluluk hormonu seviyesini %447 oranında arttırdığını göstermiştir. Şimdi mutsuz olan birinin karbonhidrat tüketmemesi mümkün mü?
Karbonhidrat gün içerisinde alınan kalori içeriğinin %50’sini içermektedir. Yani siz günde 2000 kalori alıyorsanız bunun 1000 kalorisinin karbonhidrat içeriği olan besinlerden gelmesi istenir. Karbonhidrat sendromu ise bir anda almanız gereken karbonhidratın 1-2 öğünde tamamının alınması anlamına gelmektedir.
Kişilerin karbonhidrat sendromunu yaşamasının diğer bir nedeni de uzun süre karbonhidratlı besinleri diyetlerinde bulundurmamalarıdır. Eğer siz beslenme programınızda ekmek, çorba, pilav, makarna, meyve, kuru meyve gibi besinleri bulundurmazsanız bir noktadan sonra vücudunuz buna isyan eder ve kendinizi şuursuzca karbonhidratlı besin tüketirken bulursunuz.
KONTROLSÜZ YEME SENDROMU
Kontrolsüz yemenin birçok nedeni vardır. Yoğun çalışan bireylerin uzun süre aç kalması sonucu bir anda yemeğe saldırma durumu söz konusu olur. Ayrıca bu bireyler yemeği çok hızlı yerler ve midede reflü gibi sağlık problemlerini de tetiklerler. Gün içerisinde önemli olan tek nokta kan şekerinizin düşmemesidir. Eğer açlık hissettiğinizde birşeyler hala tüketmiyorsanız her geçen gün durum daha da sağlıksız bir noktaya gittiğini unutmayın. Kontrolsüz yemek yemeği engellemenin en basit yolu gün içerisinde ara öğünler yapmaktır. Bu sayede hem bir sonraki öğünde daha az besin tüketirsiniz hem de kan şekeriniz dengede kaldığı için yemeğe saldırmazsınız.
GECE YEME SENDROMU
Genelde psikolojinizin bozuk olduğu bir dönemde başlar. Dikkat edin hep aynı saatte saat kurulmuş gibi uyanırsınız ve besin tüketirsiniz. Bunu genelde beslenme bozukluğu olarak düşünülse de aslında psikolojinin bozulmasının gece yemek yeme olarak yansımasıdır. Nasıl geçer peki diyorsanız biraz sabretmelisiniz. Gece uyandığınızda yatağınızdan kalkmayacaksınız. Bir avuç leblebi yiyorum, bir meyve ile geçiştiriyorum diyorsanız sıkıntıyı sadece geçiştirmeye çalışıyorsunuz demektir. Başınıza su koyup uyuyun ve gece kalkmayın, zaten vücudunuzda bir hafta sonrasında size karşı direnç göstermeyecektir.”
İHA
Diyette kas kaybetmek neden tehlikelidir ve nasıl önlenir? Zayıflamak isteyen herkesin diyet veya spor yaparken aklında ki en önemli sorudur bu; Kas mı kaybetmişim yağ mı? Kilo verme süreçlerinin doğal sonucudur aslında kas kaybı. Ancak bunu en aza indirmek veya engellemek tamamen bizim elimizdedir. Doğru diyet ve doğru sporla birlikte kas kütlesini korumak veya arttırmak mümkündür.
Son zamanlarda oldukça yaygınlaşan, diyet yapmayan kişilerin bile merak ettiği bir şey var ki o da metabolizma hızıdır. Metabolizmamızın hızını etkileyen bir çok etmen var ama bunların en önemlisi tabiki hareket ve beslenmedir. Vücutta kas kütlesi ne derece ideal veya ideale yakınsa metabolizma o kadar hızlı çalışır. Kas kütlesinin istenen düzeyde olması ve korunması için de haliyle düzenli bir egzersiz ve beslenme hayatının sürdürülmesi gerekir.
Öncelikle popüler diyetler diye adlandırılan onlarca farklı ve bilimsel altyapısı olmayan diyet uygulamaları kas ve su kaybının en büyük sebebidir. Kişi tamamen hareketsiz bir yaşamla birlikte uyguladığı bu diyetler sonucunda kas kaybı sağlayıp yalancı zayıflamayla bir özgüven kazanıyor ancak bu özgüven çok kısa sürüyor. Çünkü giden kaslar metabolizmanın yavaşlamasına haliyle yağlanma sürecinin hızlanmasına neden oluyor. Doğru bir beslenme alışkanlığı kazanılmadığı için de kontrol edilemeyen bir iştah bedeni tekrar ele geçiriyor.
Bunun en büyük sebebi ise diyetlerde olması gerekenden çok daha fazla azaltılan karbonhidrat miktarıdır. Unutmayın ki yağlar en çok kaslar tarafından yakılır ve kasların yağları yakabilmesi için ortamda yeterli miktarda karbonhidratın olması gerekir. Eğer biz ona yeterli karbonhidratı vermezsek vücut aslında hiç istemediği bir yola başvurur o da kasları yakarak enerji sağlamaya başlamaktır. Sorun sadece kas kaybetmekle kalmıyor elbette devamında ortaya çıkan zehirli atıklar kanda yükselerek hem böbreğin hem de karaciğerin kapasitesinin üstünde çalışmasına ve yorulmasına sebep oluyor.
İdeal bir diyetin karbonhidrat oranı ortalama %50-60 arasında değişmesi gerekirken düşük karbonhidratlı yüksek proteinli diyetlerde bu oran %20 lere kadar düşmektedir. Verilen kiloların korunamamasının en büyük sebeplerinden biri de budur aslında. Maddeler halinde özetleyecek olursak;
Vücudun kas yapılanması ve korunabilmesi için yeterli düzeyde insülin hormonuna ihtiyacı vardır.
İnsülin hormonunun istenen ölçüde salgılanabilmesi için de gereken miktarlarda doğru karbonhidratın alınması gerekir.
Sadece protein alınarak kas kütlesi artmaz, alınan proteinin miktarı kadar kalitesi ve kullanılabilirliliği de önemlidir.
Kaslar ancak yeterli karbonhidrat varlığında gelişir ve yağ yakımını gerçekleştirir.
Egzersiz ve sporla birlikte artan enerji ihtiyacı sonucunda yeterli karbonhidrat alınmaz ise kaslar yıkıma uğrar, güçsüzleşir ve yağlanma surecine girer.
Bu süreçte su tüketimi de çok önemli yer kaplıyor. Yeterli su tüketiminin olmadığı bir ortamda ne diyetin ne egzersizin önemi kalmıyor. O yüzden gün içinde dikkat ettiğiniz kadar spor sırası ve sonrasında da suyu mutlaka tüketmeye özen göstermelisiniz. Kaybolan vitamin ve mineral ihtiyacınızı günlük düzenli tüketilen sebze ve meyvelerle karşılamanız mümkün.
Sonuç olarak vücutta kaslarla yağlar bir savaş halindedir. Bu savaşı kimin kazanacağı da tamamen bizim elimizdedir.
Unutmayın diyet bir futbol maçı değildir; alınan sonuçlar kadar bu sonuçların nasıl alındığı da önemlidir.
Dyt. Mustafa TİLEKLİ
Son yılların yükselen beslenme trendlerinden biri de alkali diyet. Vücutta hayati fonksiyonları olan enzimlerin işlevleri bulundukları ortamın pH değerine, yani asidik veya alkali olmasına göre değişiyor. Peki vücudun asit yükü artarsa ne olur? Sorunun cevabı, “Hayat daha çok asit maddelere karşı yapılan bir mücadeleden oluşur” diyen Prof. Canfeza Sezgin’de.
Çok sayıda insan hem fazla kilolarından kurtulmak hem de daha fit ve sağlıklı yaşamak için alkali diyetin peşinden gidiyor. Alkali beslenmenin kilo kontrolü dışında bazı hastalıklardan korunmada ve tedavilerinde de etkili olduğu belirtiliyor. Bu hastalıklardan biri de görülme sıklığı tüm dünyada hızla artan kanser.
Bazı kaynaklarda alkali tedavinin kanserle mücadelede etkili olduğu yönünde bilgiler mevcut. Biz de konuyu İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Canfeza Sezgin’e sorduk.
Sudaki çözeltilere hidrojen iyonu veren maddelere asit, hidroksil iyonu veren maddelere baz ismi verilir. Bir solüsyondaki hidrojen iyonu yoğunluğu pH terimi ile ifade edilir.
Prof. Sezgin, öncelikle vücuttaki asit- baz dengesinden ve bu dengenin ne anlama geldiğinden bahsetti: “Hayat daha çok asit maddelere karşı yapılan bir mücadeleden oluşur. pH değerinin sağlıklı olması hücreiçi işlevlerin sağlıklı yürütülmesi için hayati önemdedir. Hücre içi ve hücre dışı pH değerleri daima bir dengede olup, bu dengeyi iyon pompaları ve tampon sistemleri sağlar. Normal kan pHdüzeyindeki oynamalar ciddi sorunlara neden olabilir. Hücre dışı en önemli tampon sistemi bikarbonat ve karbondioksit olup, böbrek ve akciğer tarafından düzenlenir. İhtiyaç fazlası asit maddeler ise böbrek yoluyla atılır.”
ASİT – BAZ DENGESİNİ NELER ETKİLİYOR?
Böbrek veya karaciğer hastalığı, kontrol altında olmayan diyabet asidik ortama neden oluyor. Sigara, alkol, et, süt ürünleri, sorbütol ve früktoz içeren gıdaların fazla tüketilmesi de asit yükünün artmasından sorumlu. Ayrıca böbrek, karaciğer ve akciğer hastalığına genetik yatkınlık, beslenme ve çevresel faktörler bu dengede belirleyici etkiye sahip.
FAZLA ASİT YÜKÜ DNA MUTASYONUNA YOL AÇABİLİR
Hayati fonksiyonları yürüten enzimlerin, bulundukları ortamın pH değerine göre işlev değişikliğine uğradığını söyleyen Prof. Canfeza Sezgin’in, asit-baz değeri ve alkali tedaviyle ilgili ntv.com .tr’nin sorularına yanıtları şöyle:
-Vücutta asit yükünün fazla olması neden sakıncalı?
“Asidik veya gereğinden fazla alkali ortamda enzimlerin işlevleri bozulur. Bu durum uzun süre devam ederse hücrelerin normal yapılarında bozulma, anormal proteinlerin yapılması ile genetik şifre olan DNA’da mutasyona neden olur. Bu süreç de kanserin başlangıç aşamasını oluşturur. Ayrıca asidik ortamda bağışıklık sistemi hücrelerinin işlevleri bozularak, anormal yapıların ortadan kaldırılması engellenir.
KANSER HÜCRELERİ ASİT Mİ SEVER?
– Son zamanlarda alkali tedavinin kanserle mücadelede etkili olduğuna dair görüşler yayılıyor. Alkali tedavi kanser tedavisiyle nasıl kombine edilir ve tedavi protokollerine girmiş midir?
Kanser hücrelerinin enerji üretimi, normal sağlıklı hücrelerden farklıdır. Kanserde daha fazla şeker tüketilirken daha az enerji üretimi olur. Yani randımanı düşük eski model bir motor gibi düşünebiliriz. Kötü randımanlı enerji üretiminin sonucu olarak da kanser hücresinin içinde laktik asit miktarı artarak asidik bir ortam oluşur. Kanser hücresi de asidik maddelerin kendi yaşamını tehdit etmesi nedeni ile bu asitleri dışarı atar. Kendi içini asidik ortamdan temizlerken, dışında da asidik bir kalkan oluşturur. Yani kanser hücresi asit sevmez ama metabolizmalarının farklılığı asit oluşturmalarına neden olur.
Kemoterapi ilaçlarının çoğunun hafif bazik yapıda olması nedeni ile kanser hücresinin dışındaki asidik zırh içinde toplanarak hücrenin içine daha az girerler. Bağışıklık sistemi hücreleri bu asidik zırh ile etkilerini yitirir. İlk laboratuvar çalışmaları kanser tedavisinde ağız ve damar yoluyla alkali madde uygulanmasının, kanser hücresinden dışarı asidik madde atılmasını sağlayan pompaları engelleyen ilaçların beraber kullanılmasının yararlı olabileceğini gösterdi. Alkali tedavi, standart kanser tedavisi olmayıp, yardımcı ve tamamlayıcı bir yaklaşımdır. Özellikle düşük doz kemoterapi protokollerinde uygulanması ile ilgili çalışmalar bildirilmektedir.
DOKTORUNUZA DANIŞMADAN ALKALİ YAPICI MADDELER KULLANMAYIN
– Daha çok hangi kanser türlerinde olumlu sonuç verir?
Alkali tedavi tek başına kanser tedavisinde etkili değildir. Kemoterapi yanında yardımcı olarak uygulandığında olumlu sonuç alınabilmektedir. Kanser hücrelerindeki asit pompalarını engelleyen ilaçlar ile bağışıklık sisteminin etkinliği de arttırılabilmektedir. İnsanlarda yararı ile ilgili az sayıda çalışma olup osteosarkom, metastaz yapmış meme kanseri ve yüzeyel mesane kanserinde yardımcı tedavi olarak yararlı olabileceği klinik çalışmalarda gösterilmiştir. Hastalar onkoloji doktorlarının önerisi olmadan alkali yapıcı maddeler kullanmamalıdır, çünkü bazı hayati kanser ilaçlarının etkisini bozabilmektedir.
AĞIZDAN ALINAN BİKARBONAT KANSERİ ETKİLER Mİ?
-Ağız yoluyla verilen bikarbonatın kanseri tedavi ettiğine yönelik söylentiler var, bu doğru mu?
Hayır, ağız yoluyla verilen bikarbonat idrarı ve kanı alkali yapabilir ama kanser çevresindeki dokuyu etkilemez. Burada asit üretimini sağlayan pompaların da engellenmesi gereklidir. Asit pompalarını engelleyen ilaçların yüksek dozlarda verilmesi, kanser hücrelerinin hayatta kalma şansını azaltmada yardımcı olmaktadır. Kanser ilaçlarının kullanıldığı tedavi olmadan bu yaklaşımların başarı şansı rastlantısal diyebileceğimiz nadir seviyede görülür. Bu nedenle tıbbi tedavinin yerini tutmaz. Uygun hastalarda yardımcı yaklaşım olarak faydalanıyoruz.
HERKES BİKARBONATI GÜVENLE KULLANABİLİR Mİ?
Sağlıklı insanlar beslenmelerine dikkat ederek vücutlarındaki asit yükünü azaltsınlar. Diyet yapmadan, alkol ve sigara gibi alışkanlıkları bırakmadan ağızdan alınan bikarbonatın ek yararı olmaz. Alkali beslenme tarzı zaten sağlıklı olanıdır, birçok hastalıktan korur. Kanser tedavisi alanların ise onkoloji doktorunun önerisi olmadan bu tür tedavileri alması sakıncalıdır, bazı kanser ilaçlarının etkisini engelleyerek ciddi sorun yaratabilir. Bazı hastalarda da bulantı, kusma ve ishal gibi ek sorunlara neden olabilir.
HANGİ GIDALAR ALKALİ, HANGİLERİ ASİT?
– Özelde kanser, genelde tüm hastalıklardan korunmak ve sağlıklı yaşamak için beslenme nasıl olmalı, alkali beslenme açısından hangi gıdalara ağırlık verilmeli, hangilerinden uzak durulmalı?
Gıdaların % 80’ inin alkali, % 20’ sinin asidik gıdalardan oluşması önerilmektedir. Sebze, meyve ile fasulye gurubu gıdaların hemen tamamı alkali dengeye katkıda bulunmaktadır. Tahıllardan kinoa ve karabuğday ile fındık, fıstık, ceviz, badem, kabak çekirdeği, ay çekirdeği gibi kuruyemişler alkali dengeyi destekler. Yeşil yapraklı sebzeler en faydalı gurubu oluşturur. Sebzelerin çiğ veya yarı çiğ tüketimi daha yararlıdır. Patlıcan, domates ve patates gibi gıdalar kabuklarıyla tüketilmelidir. Sebze veya buğday çimi suyu tadı iyi olmamakla birlikte çok faydalıdır. Sağlıklı protein kaynağı olarak tofu, kinoa, kestane ve badem gibi gıdalar tüketilmelidir. Tüm bitkisel baharatlar ve doğal tatlandırıcılar alkali gruptadır. Et ve süt ürünleri, yumurta, tahıl içeren çeşitli gıdalar (arpa, yulaf, buğday, mısır, pirinç, çavdar, makarna), kakao, kahve, ketçap, mısır şurubu, alkol, alkolsüz içecekler, hardal, şeker, sirke ve şarap ise asidik olup sınırlı tüketilmelidir.
‘ŞEKER EN TATLI ZEHİR’ Mİ?
– Hastaların kafasını karıştıran noktalardan biri de şeker. Çünkü doktorlar bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bazıları “kanser hastası kesinlikle şeker yemesin çünkü savaşçı T hücrelerini öldürüyor” diyor. Bazıları da “Şekerin kanseri beslediğine yönelik bilimsel bir veri yok” ifadesini kullanıyor. Görüşünüz nedir, kanser hastası şekerli besinleri tüketebilir mi?
Sorun şekerde değil şekerin vücuda alınış biçimi ve miktarında. Eğer şeker hızla kana karışan basit şeker yapısındaysa (tatlı, çörek, börek, beyaz un, mısır-früktoz şurubu, meyve suyu vb.) kan şekerinde ani yükselişe tepki olarak insülin salgısı artar. Bir diğer faktör de ihtiyaçtan fazla şekerin bol miktarda alınmasıdır. Bu tarz beslenme gün içinde sık ve sürekli olursa bir süre sonra kısır döngüye girerek kilo alımı, yağlanma, insülin direnci ve metabolik sendroma neden olur. Sonuçta kanser riskinin arttığı, kanser varlığında hastalığın ilerlemesinin arttığı tablo gelişir. Ya� hücreleri, kanser kök hücrelerinin beslenmesini sağlayan maddeler salgılar, insülin ayrıca kanser hücrelerinin çoğalmasını uyarır. Bu nedenle kanser hastaları basit şeker yerine ihtiyaçlarına göre ölçülü, meyvenin posasıyla veya tam tahıl olarak alınmasıyla şeker emiliminin daha yavaş olduğu lif içeriği yüksek gıdalardan şeker almalıdır. Ayrıca günlük düzenli egzersiz yaparak ihtiyaç fazlası kalori yakılmalı, bağışıklık sistemi desteklenmelidir.
Leblebiyle zayıflama mümkünmüdür? Leblebi tüketimi ile aklımıza gelen sorulardan birisi kuru yemiş olduğundan kilo aldırır mı? Toplam vücut yağını artırır mı? Kaç kaloridir? Tok tutar mı? Bu sorular aklımıza sık takılan sorulardan değil mi?
Kabuklarının ayrılması, kaynatma, kavurma, ayıklama ve öğütme gibi işlemlerden geçirilen bir baklagil olan nohutun ticari olarak bize sunulduğu bir üründür. Esasen nohut kısa bir süre yüksek sıcaklığa maruz bırakılır ve kavrulur. Bu tür ürünler arasında leblebi olarak adlandırılan kavrulmuş nohut, en popüler olanıdır.
Nohut taze sebze olarak tüketildiği gibi kavrulmuş haliyle de karşımıza çıkar. Bir kurubaklagil olması sebebiyle protein, mineral maddeler, vitaminler özelikle posa ve liflerden zengindir.
Tok tutma nedenleri arasında tanelerinin kendi ağırlıklarının %18-31 oranında protein içermeleridir. Protein içeriğinin yüksek olması sebebiyle de mide geçişi uzundur kana yavaş karışarak tokluğu uzun süre sağlaması nedeniyle zayıflama diyetlerinin müdavimlerindendir.
Leblebide bulunan diyet lifleri enerji yoğunluğu düşük olduğundan ve su çekici özelliklerinden dolayı mide içeriğinin viskozitesini arttırarak midenin boşalmasını geciktirirler. Böylece açlık hissinizin oluşmasını engellerler. Diyet lifleri ince bağırsakta sindirilemediğinden besin değerleri yoktur. Bu durum kilo vermek isteyen bireylerin daha uzun süre tok kalmasını sağlayarak olumlu etki göstermektedir
İçinde bulundurduğu pektin ve gam gibi çözünür lif bileşeni sayesinde kandaki kolesterolün düşürülmesinde ve glikozun bağırsaktaki emiliminin azaltılmasında da etkilidir. Ayrıca mide leblebiyi sindirme esnasında daha fazla enerji harcadığından, gün içerisinde toplam harcanan enerji miktarını da artırmış oluruz. Leblebi kilo aldırmaz aksine leblebi zayıflatır. Leblebiyi bol su ile almakta yarar var, suyla birleştiğinde sizi daha uzun süre tok tutar ve zayıflamanıza yardımcı olur. Böylece istediğimiz kiloya kavuşmamızı sağlar.
100 gram yani 1 çay bardağı leblebide 180 gram kalori bulunmasına bağlı, kalorisi de çok düşüktür. Düşük kalorisi nedeniyle diyetinize leblebi eklemeniz tokluk oluşturması ve tokluğu sürdürmesi nedeniyle zayıflamanıza yardımcı olacaktır.
Posa içeriği yüksek besinler sırasında leblebi üst sıralarda yer alır. Zayıflama diyetinizde posanın artırılması kan şekerinin aşırı düşmesi ve yükselmesini önleyerek iştah kontrolünü ve uzun süre tok kalmayı sağlayarak da aşırı kalori alımını engeller. Özellikle kabızlığı önleyerek, bağırsak faaliyetlerinin düzenlerken kilo vermeyi daha kolay hale getirir.
Sarı leblebi yerine beyaz leblebi tercih etmek daha yararlıdır. Çünkü nohutun işlenmesi esnasında kabuğunun çıkarılması, birtakım besin bileşenleri ile birlikte özellikle lif miktarında bir azalmaya da neden olur. Bu nedenle daha düşük enerjiye, daha yüksek proteine ve daha yüksek lif oranına sahip olması nedeniyle beyaz leblebi tercih edilmesi daha doğru olacaktır. Yine üzerinde tatlı, şekerleme ve diğer katkı maddeleri olanları tüketmemeniz daha sağlıklıdır.
Zararları var mıdır?
Beyaz leblebi üretiminde kullanılan nohut yapısından kaynaklı beyazlaşır, bazı üreticiler bu beyazlığı daha keskin hale getirmek için titanyum dioksit kullanmaktalar.Titanyum dioksitin herhangi bir zararı tespit edilmemiştir ve Türk Gıda Kodeksi de bu katkı maddesinin kullanımına herhangi bir limit koymamıştır. Bilinen başka bir zararı yoktur.
Leblebi ara öğünlerimizde bizi bir şeyler atıştırmaktan kurtararak kısa zamanda kilo vermemizi sağlar. Aralarda abur cubur atıştırmaktan kendimi alamıyorum diyenler için birebir kullanılabilir. Diyetinizde ara öğünlere ekleyeceğiniz bir kase sarı leblebi veya beyaz leblebi yanına kuru üzüm, kuru kayısı, hurma ve kuru erik gibi kurutulmuş meyveler ile hem tatlı ihtiyacınızı hem de uzun süre tok kalmanızı sağlarsınız.
Dyt. Atilla Zeyrek
Yağ yakımını sağlayan önemli tüyolar makalemizde sizlerle… Sağlıklı olmak sadece ama sadece sağlıklı bir hayat tarzını ve beslenme alışkanlıklarını benimsemekle mümkün olabilir.
Sağlıklı zayıflamada önemli kural yaygın olarak uygulanan çok düşük kalorili diyetleri değil, sağlıklı besinleri tercih etmektir. İşte sağlıklı ve kalıcı yağ yakımını sağlayacak öneriler:
1.Porsiyonlarınızı doğru ayarlayın: Son yıllarda evlerde ve dışarıda tabak boyları gittikçe büyümektedir. Büyüyen tabak boyları ile birlikte porsiyonlarda artmaktadır. Porsiyonlar büyüdükçe alınan kalori artmakta ve mide genişlemektedir. Zayıflamanın en önemli kuralı porsiyonları doğru ayarlamaktır. Örneğin; bir dilim ekmek avuçiçi büyüklüğünüzü geçmemelidir veya bir porsiyon et bir oyun kartı büyüklüğünü geçmemelidir. Salatalara konulan yağlar 1 tatlı kaşığını geçmemelidir.
2.Tekli doymamış yağ tüketin: Son dönemde yapılan araştırmalara göre tekli doymamış yağ asitlerinden zengin beslenme ile karın bölgesindeki fazlalıklarınızdan kurtulabilirsiniz. Örnek olarak; gün içerisinde ara öğün olarak 5 adet fındık veya salatanıza ekleyeceğiniz 1 tatlı kaşığı fındık yağı ve yarım avokado ile bel ve karın bölgesindeki yağlardan uzak durabilirsiniz.
3.Vitamin ve minerallerden zengin beslenin: Vitamin ve mineraller günlük önerilen miktarlarda alınmalıdır. Ancak düşük kalorili beslenme programlarında özellikle B grubu vitaminleri, demir ve kalsiyum yönünde yetersizlikler söz konusu olabilmektedir. Yeterli ve dengeli beslenmenin önemi burada daha çok ortaya çıkmaktadır.
4.Posa tüketin: Posa; açlık hissini geciktirir, midenin boşalma hızını yavaşlatır ve bağırsak hareketlerini artırır. Böylece zayıflamayı destekler. Bu nedenle; sebze ve meyve miktarları yeterli olmalı, kabuklu yenebilen besinler kabuklu olarak tüketilmeli, meyve suyu yerine meyvenin kendisi tercih edilmeli, beyaz ekmek yerine tam tahıllı, çavdar, kepekli veya yulaf ekmeği tercih edilmeli, ve haftada en az 1-2 porsiyon kurubaklagil tüketilmelidir. Diyet posası 25-35 g/gün olmalıdır.
5.Yapay tatlandırıcılardan uzak durun: İşlem görmüş şekerler olarak düşünülebilir. Kalori içermedikleri için şekerden vazgeçemeyenler için alternatif olarak geliştirilmiştir. Fakat son yıllarda yapılan çalışmalar, yapay tatlandırıcıların kilo alımına sebep olduğunu göstermektedir. Her besin tüketiminde vücut kalori aldığını düşünür, yapay tatlandırıcı kullandığınızda gerekli kalori gelmediği için daha çok yeme ihtiyacı duyarız ve tokluk hissi oluşmaz. Yapay tatlandırıcı yerine doğal şekerleri örneğin meyveyi tercih edin.
6.Bol su için: Günde 2-2,5 litre (10-12 bardak) su tüketilmelidir. Özellikle her öğünde yemeğe başlamadan önce su içilmelidir.
7.Harekete Geçin:Zayıflamak ve sağlıklı bir yaşam için hareket ve egzersiz şarttır. Haftanın 5 günü minimum 30 dk/gün orta şiddette aktivite veya haftanın 3 günü minimum 20 dk/gün yüksek şiddette aktivite yapılması uygundur. Örneğin; haftanın 2 günü 30 dk yürüyüş ile haftanın diğer 2 günü 20 dk bisiklet egzersizleri yapılabilir.
8.Omega-3 takviyesi kullanın: Birçok yararının yanında omega-3 zayıflamaya da yardımcıdır. Omega-3 uzun süre tok kalmamızı sağlar, iştahı azaltır. Yağların yakılmasını kolaylaştırır, bir günde yakılan enerji miktarını (kalori) arttırır, kan şekeri ve insülin seviyesinin azalmasını sağlar. Özellikle egzersiz ile birlikte kullanıldığında zayıflamada daha etkilidir. Haftada en az iki kez buğulama veya ızgara olarak balık tüketilmelidir. Balık tüketilemiyorsa günde 1000 mg’lık omega-3 (balık yağı) takviyesi alınmalıdır.
9.İştahınızı kontrol edin: İştahınızı kontrol edebilmek içindoygunluk hissinizin oluşması gerekir. Bunun için protein grubundan zengin beslenmelisiniz. Süt grubunu özellikle yoğurdu iştahınızı kontrol etmek adına tüketebilirsiniz.
Kaynak: Dyt. Deniz BERKSOY
Arınma diyeti Gerek evde gerek dışarıda kutlanan yılbaşı akşamının ertesi günü baş ağrısı, yorgunluk, mide bulantıları, kusma, vücutta şişlik problemleri yaşanabilir. Bu tür şikayetleri daha az yaşamak istiyorsanız İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya’nın yılbaşı sonrası arınma diyetini uygulayın…
Yılbaşı akşamı bir çoğumuz için çok özel bir gündür. Yeni yılı karşılarken içimizde hep bir sevinç ve umut olur. Yılbaşı gecesini dostlarımızla arkadaşlarımızla geçirmek isteriz. O gece için çok özel yemekler yaparız ve o gece günlük yeme-içme alışkanlığımızın çok dışına çıkarız. Bazılarımız da yılbaşı akşamını dışarda geçirir. Bu durumda hem çok uzun süre uykusuz kalınır hem yüksek sesli ortamlara maruz kalınır hem de çok yağlı ve çok çeşitli yemeklerle birlikte alkollü içkiler de tüketilebilir.
YILBAŞI SONRASI İÇİN ÖNERİLER
Yılbaşı akşamı çok geç uyunduğu için ve ertesi gün de tatil olduğu için sabah geç kalkacak şekilde önleminizi alın. Gece yatarken odanızın kalın perdelerini çekin ve mutlak sessizlik sağlayın.
Sabah uyandığınızda ilk iş kendinize içimi hafif bir bitki çayı (papatya, ıhlamur, melisa..) hazırlayın. Aç karnına bir bardak bu hazırladığınız bitki çayını için. Bitki çayınızın içine 1 tatlı kaşığı bal ve yarım limon suyu ilave etmeyi unutmayın. Özellikle alkol çok alındı ise ertesi günü kişi yoğun bir başağrısı yaşayabilir. Bu durumda alkol nedeni ile kan şekeri dalgalanması olabilir. Bal ve limon birlikte ihtiyaç duyulan şekeri vücuda verir. Baş ağrısının geçmesine yardım eder.
Sabah ağır bir kahvaltı yapmaktan kesinlikle kaçının. Akşam yenen ağır yemeklerin etkisini yok edebilmek için sütlü yulaflı bir kahvaltı her zaman daha iyi bir seçimdir.
Kahvaltıdan sonra açık havada mutlaka en az yarım saatlik bir yürüyüş yapmaya çalışın.
Bir gece önce yenilen yağlı, tuzlu yüksek kalorili yemekler ve alkol kişinin su ihtiyacını çok artırır. Vücut susuzluğunu önleyebilmek için ertesi gün 8 bardak oda sıcaklığında su için. Eğer tansiyon ve kalp probleminiz yoksa ayrıca 2 şişe de maden suyu içebilirsiniz.
Günlük beslenmenizde o gün için daha çok sebze, meyve, çorba, yoğurt gibi hafif yiyecekleri tercih edebilirsiniz. Hazır yiyeceklerden ve pastane ürünlerinden özellikle uzak durun.
Gün içinde ve akşamında teknolojiden kendinizi koruyun. Bilgisayar, televizyon, i-pad ve cep telefonu kullanımınızı kısıtlayın. Hafif müzikleri tercih edebilirsiniz.
SABAH: 1 bardak ılık günlük süt içine 2 yemek kaşığı yulaf ezmesi ve 1 tane küçük muz.
ARA: 1 fincan vücut dinlendirici çay
ÖĞLEN: 1 kase ertesi günü çorbası, haşlanmış sebzeler (brokoli, karnabahar, havuç, pancar) salata ve yoğurt.
ARA: 1 Bardak arındırıcı limonata , 2 grisini.
AKŞAM: 1 kase ertesi günü çorbası, haşlanmış sebzeler (karnabahar, brokoli, pancar, havuç), bol limonlu salata ve 1 kase yoğurt yenir.
ARA: 1 fincan vücut dinlendirici çay içilir.
ERTESİ GÜNÜ ÇORBASI
MALZEMELER: 1 patates, 1 havuç, 1 kuru soğan, 1 ince dilim balkabağı, bir tutam ıspanak, 1 çay bardağı kırmızı mercimek, bir tutam maydonoz, az taze zencefil, pulbiber, karabiber, limon, az tuz.
YAPILIŞI: Soğan, mercimek, patates, kabak ve havuç 5-6 bardak su ile haşlanır. Pişmeye yakın ıspanak içine koyulur. Bir taşım kaynatılır ve blendırdan geçirilir. İnce kıyılmış maydanoz, az zencefil, pul biber, karabiber ve limonla servis yapılır.
Tamamen bir sebze şöleni olan bu çorba tam bir lif deposu. Yüksek lif nedeni ile bağırsaklarda süpürge etkisi gösterir ve toksinlerden vücudu temizler. Kırmızı mercimeğin yüksek protein değeri nedeni ile de kişiyi tok tutar.
ARINDIRICI LİMONATA
MALZEMELER: 1 şişe maden suyu, yarım limon, 1 havuç, 1 yeşil elma, 1 kivi
YAPILIŞI: Havuç, elma ve kivi katı meyve sıkacağı ile sıkılır. 1 şişe maden suyu ile karıştırılır, yarım limon suyu ilave edilir. İstenirse üzerine taze nane eklenir.
Dengeli bir elektrolit kaynağı olan maden suyunun içine koyacağınız yeşil elma, kivi ve limon yüksek C Vitamini le hücrelerinizi temizleyecek, metabolizmanızı canlandıracaktır. Havucun içerdiği Beta karoten ve şeker de hem hücresel onarım yaparken hem de vücudun ihtiyacı olan şekeri vererek kendinizi daha canlı hissetmenizi sağlayacaktır.
VÜCUT DİNLENDİRİCİ ÇAY TARİFİ
MALZEMELER: 1 tutam ıhlamur, 3 dilim yeşil elma, ½ limon suyu, bir parça rulo tarçın,1 tatlı kaşığı bal.
YAPILIŞI: Elmalar ve rulo tarçın birlikte 5 dakika kaynatılır, son 1 dakika da ıhlamur atılır kapatılır, içerken içine 1tatlı kaşığı bal ilave edilir.
Türkiye’de bir yıl içinde 8 bin kişinin tüp mide küçültme ameliyatı olduğunu aktaran uzmanlar, herkesin bu ameliyatı olamayacağını söyledi.
‘Mide küçültme ameliyatıyla bir yılda 50 kilo verdi’, ‘Mide ameliyatından sonra hayatını kaybetti’ gibi haberlerin hızla artış göstermesi uzmanları harekete geçirdi. Uzmanlar, bu ameliyatın risklerinin yeterince anlatılmadığını belirtti. 2014’te 8 bin kişinin tüp mide ameliyatı olduğunu söyleyen Türkiye Obezite Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Taşkın, zayıflamak isteyen herkesin ameliyat olamayacağını belirtti. Prof. Dr. Taşkın, özellikle özel ameliyat merkezlerin denetlenmesi gerektiğini vurguladı.
Mide Küçültme Ameliyatı Hakkında Herşey için tıklayınız!
“ÖNÜNE GELEN HASTAYI AMELİYAT ETMİYORLAR”
Türkiye genelinde 300 cerrahın, şişmanlık ya da metabolik hastalıkların ameliyatlarını yaptığını aktaran Taşkın, şunları söyledi:
Toplam 30 büyük sağlık merkezi bu ameliyatlarla uğraşıyor. Bu büyük merkezler ameliyatlarla ilgili organize olmuş yerler. İçinde psikiyatristi, dahiliyecisi, kalp damar cerrahı olan yerler. Önüne gelen hastayı ameliyat etmiyorlar. Bir sağlık kurulundan geçirilerek ameliyatlar yapılıyor. Devletin para vermediği, yani kendi parasıyla gelip ameliyat olan hastaları denetlemek de zor.
50’DEN FAZLA YÖNTEM
Fazla kilosundan kurtulmak isteyen herkesin ameliyat olamayacağını vurgulayan Prof. Dr. Taşkın, şöyle devam etti:
Tüp mide ameliyatı bir yöntem ama, bununla ilgili 50’den fazla yöntem var. Sadece tüp mide ameliyatı yapılacak diye bir kural yok. Ameliyatın şekline bilimsel kurullar karar verir. Tek çare ameliyat değildir ve herkes ameliyat olamaz. Vücut kitle endeksi 40’ın üzerinde olanlar ameliyat edilir. Bunun dışındakilerin diyetisyene, dahiliyeciye gitmeleri önerilir.
Çikolata yiyerek antioksidan kazancınızı artırmak kalbinizi, beyninizi güçlendirip gençleştirmek, cinsel iştahınızı artırmak ya da moralinizi düzeltmek, hele hele yüksek LDL kolesterolü çikolata ile düşürmek hiç de akılcı bir yaklaşım gibi görünmüyor.
Batı Afrika ile Orta ve Güney Amerika’da yetişen kakao ağaçlarının meyvesi olan kakao çekirdeklerinden elde edilir. Hemen hemen tüm insanlar tarafından zevkle tüketilen çikolatanın içerdiği biyoaktif maddeler nedeniyle sağlık üzerine olumlu, yüksek yağ ve enerji içeriği nedeniyle de olumsuz etkileri günümüzde çok konuşulan konulardandır. İsterseniz hep birlikte çikolatayı geniş olarak ele alalım…
Çikolata şaraptan daha güçlü bir antioksidandır ve bu özelliğiyle bağışıklık sistemini artırır ve kanserden korur. Yapılan çalışmalar çikolatadaki antioksidan moleküllerin beyindeki kan akışını artırıp sinir hücrelerine olumlu etkilerinin olduğunu ve kan akışının artmasıyla kan basıncının düştüğünü göstermektedir. Ayrıca kakaodaki antioksidanların Alzheimer hastalığına yakalanma riskini azalttığı açıklanmıştır.
Çikolata ruh sağlığını etkiler.
Birçok çalışma göstermiştir ki çikolata tüketimi mutluluk etkisi olan bazı hormonların salınımını artırarak stresi azaltmaktadır. Duygusal stres ve kötü ruh halinde olan bireylerin çikolata tüketmeye karşı olan istekleri buradan gelir.
Çikolata kalp ve damar sağlığını korur.
İçerdiği antioksidanlar sayesinde hücrelerin yıpranmasını önler. Bu etkisiyle yaşlanmayı yavaşlatır. LDL kolesterolün –halk arasında kötü kolesterol olarak bilinir- oksidasyonunu azaltarak damar sertliğinin oluşmasını önler ve kanın pıhtılaşmasında ve kalp hastalıklarında önemli rol oynayan trombositlerin etkinliğini azaltarak kalp sağlığını korur.
Çikolata saf şekere oranla çinko, magnezyum potasyum, fosfor gibi minerallerden zengindir.
Yararlarını öğrendikçe insanın çikolata yiyesi geliyor değil mi? Bu noktada eklemek istediğim bir şey var. Lütfen çikolatanın içerdiği yüksek kaloriyi göz önüne alalım ve etiket okumaya özen gösterelim.
Bitter çikolata diğer çikolatalara göre daha az kaloriye sahiptir. Canınız çok çikolata istediğinde tercihinizi bitter çikolatadan yana kullanırsanız daha az kalori ancak daha fazla antioksidan almış olursunuz…