Her yıl ekim ayı tüm dünyada ve Türkiye’de meme kanseri farkındalık ayı olarak biliniyor. Bu çabanın tek bir amacı var: Kadınları en sık karşılaşılan bu kanser türüne karşı bilinçlendirmek. Çünkü meme kanserinin tedavisinde başarıyı hastalığın evresi belirliyor.
Araştırmalar her sekiz kadından birinin hayatının belli bir zamanında meme kanserine yakalanacağını söylüyor. Erken teşhis ve erken tedavi ile kontrol altına alınabilen meme kanserinin görülme sıklığı her yıl artıyor. Durum böyle olunca bilinçlenmek, farkında olmak ve gerekli önlemleri almak kaçınılmaz oluyor.
Koç Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Fatih Selçukbiricik, meme kanserinin risk faktörlerini anlattı: “Hastalığın sıklığı yaşla beraber yükseliyor; 20 yaşın altındaki kadınlarda meme kanserine çok nadir rastlanıyor, 40 ile 50 yaş arasında meme kanseri riski 68’de bir, 50 ile 60 yaş arasında 35’de bir, 60 ile 70 yaş arasında ise 28’de bir görülüyor.”
CİNSİYET VE YAŞ: Meme kanseri için en önemli iki risk faktörü cinsiyet ve yaş. Hastalık kadınlarda erkeklerden 100 kat daha sık görülüyor. Oran yaşla beraber artıyor.
AİLE ÖYKÜSÜ: Meme kanseri için iyi bilinen bir risk faktörü olmasına karşın hastaların sadece yüzde 5-10’unda aile öyküsü mevcut. Birinci derece akrabasında meme kanseri öyküsü olan kadınlarda aile öyküsü bulunmayanlara göre hayat boyu meme kanseri riski 1,5-3 kat daha yüksek.
GENETİK FAKTÖRLER: Tüm meme kanserlerinin yüzde 5-10’unda genetik eğilim görülüyor. Meme kanseri ile güçlü genetik ilişkisi gösterilmiş ilk genler BRCA-1 ve BRCA-2. Bu genlere ait mutasyonlar ailesel meme kanserlerinin çoğundan sorumlu. Obezite, hormonal faktörler, geç yaşta anne olmak, çevresel faktörler, sigara kullanımı, fiziksel aktivitenin azlığı diğer risk faktörleri olarak sıralanıyor. Bu faktörlerin meme kanseri üzerindeki etkisini ölçmek ve kanıtlamak için bilimsel çalışmalar yapılmaya devam ediyor.
MEMENİN TAMAMI ALINMALI MI?
Meme kanserinin tedavisinde ameliyat yaygın olarak kullanılan bir seçenek. Özellikle erken evre tümörlerde tek başına yeterli olabiliyor. Koç Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Orhan Ağcaoğlu, meme kanserinde cerrahi tedavinin planlamasını anlattı: “Tüm kanserlerde olduğu gibi ‘Hastalık yoktur, hasta vardır’ kavramı önemli ve hastanın bireysel özellikleri dikkate alınarak cerrahi tekniğin, ameliyat zamanlamasının ve gerekirse onkolojik tedavinin doğru belirlenmesi hastanın kanserle olan savaşında kilit rol oynuyor. Bu kararlar, ileri düzey kanser merkezlerinde multidisipliner konseyler ile bu dalda uzmanlaşmış farklı branş doktorlarının değerlendirmesiyle özenle veriliyor. Meme kanseri tedavisinde birçok ameliyat çeşidi var. Günümüzde en sık meme koruyucu cerrahi yani kanserli dokunun çıkarıldığı ancak memenin bütünlüğünün korunduğu teknik uygulanıyor. Bu tekniğe ek olarak aynı ameliyatta eş seanslı olarak koltuk altı lenf bezlerine herhangi bir sıçrama olup olmadığı kontrol edilip gerekirse koltuk altındaki lenf bezlerinin cerrahi olarak çıkarılması gerekebiliyor. İleri evre, büyük boyutlu, birden fazla odaklı kanserlerde ya da memenin korunmasına engel teşkil eden başka tıbbi sebeplerden ötürü memenin korunamadığı durumlarda memenin tamamının alınması gerekebiliyor. Bu teknikte meme başı ve derisi ile tüm meme çıkarılabileceği gibi, onkoplastik cerrahi teknikleriyle memenin sadece kansere sebebiyet veren iç dokusu çıkarılarak, meme başı ve derisi korunabiliyor ve rekonstrüksiyon ile başarılı kozmetik sonuçlar sağlanabiliyor.”
Meme kanseri, gerek kanser hastalığının kendisi gerekse de ameliyat sonrası memenin kaybına yol açabilmesi nedeniyle kadınların psikolojileri üzerinde olumsuz sonuçlara neden olabiliyor. Op. Dr. Orhan Ağcaoğlu, bu sebepten ötürü, hastaya uygun olarak planlanan onkolojik cerrahi ile birlikte memede daha iyi bir estetik sonuca ulaşmak için kozmetik girişimlerin beraber uygulanabileceğini söylüyor: “Onkoplastik cerrahide rekonstrüksiyon, meme kanseri sebebiyle yapılan ameliyat ile eş zamanlı olarak aynı ameliyatta yapılabileceği gibi, diğer onkolojik tedavileri takiben başka bir seansta da yapılabilir. Rekonstrüksiyon amaçlı sentetik implantlar ile hastanın kendi dokuları kullanılabileceği gibi, hem implantların hem de hastanın kendi dokusunun aynı anda kullanılabileceği teknikler de mevcut.”
Bu belirtileri dikkate alın!
Memede kitle
Memede ağrı
Cilt değiklikleri (Çukurlaşma, kalınlaşma, çekinti, ülserleşme, kızarıklık
Meme başı değişiklikleri (Düzleşme, ters dönme, çekilme, kanama, akıntı, pullanma ve egzama benzeri lezyonlar)
Lenf bezlerinin tutulumuna bağlı değişiklikler (Koltuk altında kitle, kolda ödem)
“Klinik muayene, görüntüleme yöntemleri ile inceleme ve biyopsi değerlendirmesi meme kanseri şüphesi olan hastaların yüzde 95’inde güvenli bir tanı sağlıyor. Meme kanseri tanısında en sık kullanılan görüntüleme yöntemleri mamografi, ultrasonografi (USG) ve manyetik rezonans (MR) olarak sıralanıyor.”
RADYOTERAPİ NASIL PLANLANIYOR?
Radyoterapi; yüksek enerjili X ışınlarının ya da diğer radyasyon türlerinin kanser tedavisinde kullanılması olarak tanımlanıyor. Koç Üniversitesi Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü’nden Uzm. Dr. Duygu Sezen, radyoterapinin meme kanserinin multidisipliner yaklaşımı içinde önemli bir yer tuttuğunu anlattı: “Uygulanan cerrahi prosedüre, hastalığın klinik ve patolojik özelliklerine göre her hasta için uygulanacak radyasyon dozu ve tedavi günü sayısı farklılık göstermekte olup üç ile altı hafta arasında değişiyor. Eksternal radyoterapi, günlük küçük dozlarda, haftanın beş günü pazartesiden cumaya kadar olacak şekilde uygulanıyor. Tedavi planlaması öncelikle simülasyon olarak adlandırılan ve tedavi pozisyonunda çekilen bir tomografi ile başlıyor. Bilgisayarlı planlama eşliğinde hedef alanlar ve korunması amaçlanan normal dokular için doz hesaplaması tamamlandıktan sonra tedavi aşamasına geçiliyor. Tedavi aşamasında kullanılan cihazlar genellikle lineer akseleratör cihazları olup, radyoterapi cihazları ne kadar gelişirse gelişsin, tedaviyi doktorunuzun kılavuzluğunda, medikal fizik uzmanı, hemşire ve radyoterapi teknikerinden oluşan bir ekip yönlendiriyor. Hastalar radyoterapi uygulaması sırasında ağrı hissetmiyor. Tedavi sadece birkaç dakika sürüyor. Ancak hastalarımızın her gün aynı şekilde tedavisinin uygulanabilmesi amacıyla pozisyonlandırılması ve kontrol görüntülemelerinin gerçekleştirilmesi nedeniyle tedavi odasında 15-20 dakika kalması gerekebiliyor. Tedaviden sonra üzerlerinde herhangi bir radyasyon taşımazlar ve bu aşamadan sonra günlük aktivitelerine devam edebilirler.”
Radyoterapi sırasında nelere dikkat etmeli?
Tedavi alanı içerisindeki ciltte kızarıklık, kuruluk ve hassasiyet gözlenebilir. Bu nedenle tedavi alanını nemlendirmek amacıyla tedaviden sonra krem kullanılması öneriliyor. Özellikle radyoterapi alanının temizliği ılık su ve nemlendirici sabun ile gerçekleştirilmeli, cildin yıkanması ve kurulanması sırasında yumuşak dokunuşlar yapılmalı, keseleme kullanılmamalı.
Tedavi alanında sürtünme yaratarak hassasiyeti arttıracak giysilerden kaçınılmalı. Pamuklu ve rahat iç çamaşırı kullanılmalı. Cilt direkt güneş ışınlarından korunmalı. Radyasyon tedavisi bittikten sonra, tedavi gören bölgeye 30 veya daha yüksek SPF (güneşten korunma faktörü) dereceli güneş kremi sürülmeli. Bol bol su içilmeli.
Özellikle tedavinin son haftalarında ve radyoterapi bitimini izleyen birkaç hafta boyunca yorgunluk gözlenebilir. Tedavi sırasında çalışan hastalar iş temposunu hafifletmeli. Hafif düzeyde yürüyüşler, egzersiz yorgunlukla baş etmede katkı sağlayabilir. Radyoterapi, tedavi alanında saç ve tüylerin kaybına yol açabilir.
Tedavi süresinde seksüel aktiviteye, doktor aksini belirtmediği sürece devam edilebilir. Bu dönemde güvenilir bir doğum kontrol yöntemi kullanılması önemli. Kanser tanısı alan kişi ile ailesinde bazı endişeler ve negatif düşünceler gözlenmesi doğal. Herkesin strese vereceği yanıt farklı olmakla birlikte, bu endişe günlük yaşantıyı etkileyebilir. Destek almak bu dönemin daha kolay geçirilmesine yardımcı oluyor.
GENETİK RİSKİNİZİ KONTROL EDİN
Kanserden korunmak için genetik yatkınlığınızı kontrol ettirmeniz öneriliyor. Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Bölümü’nden Prof. Dr. Hülya Kayserili, genetik faktörlerin kanser oluşumundaki etkisini anlattı: “Kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanserdir ve 70 yaşına ulaşan her kadının meme kanseri tanısı alma riski sekizde birdir. Tüm kanserlerin oluşum mekanizması genetik kökenli olmakla birlikte, küçük bir bölümü kalıtsaldır. Meme kanserlerinin yüzde 15’i ailevi yığılım gösterirken, yüzde 10’u baskın şekilde genlerle kalıtılmaktadır.”
Kimlerde genetik yatkınlığın araştırılması gerekiyor?
Aynı ailede üç kuşakta veya en az üç kişide meme kanseri tanısı varsa,
Aile bireylerinden birinde menopoz öncesi (50 yaş öncesi) meme kanseri tanısı varsa,
Ailede meme ve yumurtalık kanserinin varlığı söz konusu ise,
Aynı bireyde iki memede kanser gelişmesi varsa,
Ailede, erkek bireyde meme kanseri veya erken yaşta prostat kanseri tanısı ile pankreas, mide, melanom, uterus, kolon, tiroid, sarkom tanısı varsa araştırılma yapılması tavsiye ediliyor.
Eğer kişi risk kriterlerine uyuyorsa, tıbbi genetik uzmanına başvurmalı. Prof. Dr. Kayserili test yaptıracak kişilere uyarılarda bulundu: “Genetik uzmanı ile görüşmeye giderken bireysel tıbbi dosya ile kanser tanılı aile yakınlarının tıbbi raporları da bulundurulmalı. Genetik uzmanı en az üç kuşağı içeren çok detaylı aile ağacı çizecek, tıbbi dosyaları inceleyecek ve başvuruda bulunan kişi ile aile yakınlarını kanser yatkınlığı ile ilişkilendirilmiş özgün fizik muayene bulguları açısından değerlendirecektir. Tıbbi genetik uzmanı tüm veriler ışığında, hangi gen veya gen paneli ile çalışmaya başlanacağı konusunda bilgi vererek, yazılı onam ile DNA eldesi için örneklem planlayacaktır. İdeal olan ailede kanser tanısı almış bireyde genetik testlerin yapılmasıdır. Kanser tanılı kişide mutasyon tanımlandıktan sonra, mutasyonu kalıtma riski olan tüm bireylere daha hızlı, kolay ve güvenilir tanı testi uygulanabilir. Aile öyküsü genetik tanıya ulaşmada tek parametre değildir, ek fizik muayene bulguları özgün bir gende mutasyon taramasına genetik uzmanını yönlendirebilir. Örneğin, ağız mukozasında koyu kahverengi lekeleri olan bireyde STK11 gen taramasının öncelikle planlanması gibi. Testler kan örneğinde veya DNA elde edilebilen farklı doku (tükrük, bukal sürüntü vb.) örneklerinde gerçekleştirilebilir. Test sonuçlarının yorumları ile hastaya sunulabilir şekilde raporlandırılması testin içeriği ile ilintili olarak 2-8 hafta arasında değişiyor. Bu testlerin sonucunda hastaların ve ailedeki diğer bireylerin nasıl izleneceği belirlenerek, koruyucu cerrahi ve tedaviler ile kanserlerin ortaya çıkması önlenebildiği gibi, kanser tanısı en erken evrede konularak tedavi etkinliği artırılabiliyor. Genetik danışmada bir sonraki aşamada, riski olan diğer aile bireyleri mutasyon taraması için kliniğe yönlendiriliyor.”
Kaynak: formsante.com.tr/saglik
Kadınlar Kulübü Son Yorumlar