Son yılların yükselen beslenme trendlerinden biri de alkali diyet. Vücutta hayati fonksiyonları olan enzimlerin işlevleri bulundukları ortamın pH değerine, yani asidik veya alkali olmasına göre değişiyor. Peki vücudun asit yükü artarsa ne olur? Sorunun cevabı, “Hayat daha çok asit maddelere karşı yapılan bir mücadeleden oluşur” diyen Prof. Canfeza Sezgin’de.

Çok sayıda insan hem fazla kilolarından kurtulmak hem de daha fit ve sağlıklı yaşamak için alkali diyetin peşinden gidiyor. Alkali beslenmenin kilo kontrolü dışında bazı hastalıklardan korunmada ve tedavilerinde de etkili olduğu belirtiliyor. Bu hastalıklardan biri de görülme sıklığı tüm dünyada hızla artan kanser.

Bazı kaynaklarda alkali tedavinin kanserle mücadelede etkili olduğu yönünde bilgiler mevcut. Biz de konuyu İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Canfeza Sezgin’e sorduk.

Sudaki çözeltilere hidrojen iyonu veren maddelere asit, hidroksil iyonu veren maddelere baz ismi verilir. Bir solüsyondaki hidrojen iyonu yoğunluğu pH terimi ile ifade edilir.

Prof. Sezgin, öncelikle vücuttaki asit- baz dengesinden ve bu dengenin ne anlama geldiğinden bahsetti: “Hayat daha çok asit maddelere karşı yapılan bir mücadeleden oluşur. pH değerinin sağlıklı olması hücreiçi işlevlerin sağlıklı yürütülmesi için hayati önemdedir. Hücre içi ve hücre dışı pH değerleri daima bir dengede olup, bu dengeyi iyon pompaları ve tampon sistemleri sağlar. Normal kan pHdüzeyindeki oynamalar ciddi sorunlara neden olabilir. Hücre dışı en önemli tampon sistemi bikarbonat ve karbondioksit olup, böbrek ve akciğer tarafından düzenlenir. İhtiyaç fazlası asit maddeler ise böbrek yoluyla atılır.”

ASİT – BAZ DENGESİNİ NELER ETKİLİYOR?

Böbrek veya karaciğer hastalığı, kontrol altında olmayan diyabet asidik ortama neden oluyor. Sigara, alkol, et, süt ürünleri, sorbütol ve früktoz içeren gıdaların fazla tüketilmesi de asit yükünün artmasından sorumlu. Ayrıca böbrek, karaciğer ve akciğer hastalığına genetik yatkınlık, beslenme ve çevresel faktörler bu dengede belirleyici etkiye sahip.

FAZLA ASİT YÜKÜ DNA MUTASYONUNA YOL AÇABİLİR

Hayati fonksiyonları yürüten enzimlerin, bulundukları ortamın pH değerine göre işlev değişikliğine uğradığını söyleyen Prof. Canfeza Sezgin’in, asit-baz değeri ve alkali tedaviyle ilgili ntv.com .tr’nin sorularına yanıtları şöyle:

-Vücutta asit yükünün fazla olması neden sakıncalı?

Asidik veya gereğinden fazla alkali ortamda enzimlerin işlevleri bozulur. Bu durum uzun süre devam ederse hücrelerin normal yapılarında bozulma, anormal proteinlerin yapılması ile genetik şifre olan DNA’da mutasyona neden olur. Bu süreç de kanserin başlangıç aşamasını oluşturur. Ayrıca asidik ortamda bağışıklık sistemi hücrelerinin işlevleri bozularak, anormal yapıların ortadan kaldırılması engellenir.

KANSER HÜCRELERİ ASİT Mİ SEVER?

– Son zamanlarda alkali tedavinin kanserle mücadelede etkili olduğuna dair görüşler yayılıyor. Alkali tedavi kanser tedavisiyle nasıl kombine edilir ve tedavi protokollerine girmiş midir?

Kanser hücrelerinin enerji üretimi, normal sağlıklı hücrelerden farklıdır. Kanserde daha fazla şeker tüketilirken daha az enerji üretimi olur. Yani randımanı düşük eski model bir motor gibi düşünebiliriz. Kötü randımanlı enerji üretiminin sonucu olarak da kanser hücresinin içinde laktik asit miktarı artarak asidik bir ortam oluşur. Kanser hücresi de asidik maddelerin kendi yaşamını tehdit etmesi nedeni ile bu asitleri dışarı atar. Kendi içini asidik ortamdan temizlerken, dışında da asidik bir kalkan oluşturur. Yani kanser hücresi asit sevmez ama metabolizmalarının farklılığı asit oluşturmalarına neden olur.

ALKALİ TEDAVİ KANSERDE ETKİLİ Mİ?

Kemoterapi ilaçlarının çoğunun hafif bazik yapıda olması nedeni ile kanser hücresinin dışındaki asidik zırh içinde toplanarak hücrenin içine daha az girerler. Bağışıklık sistemi hücreleri bu asidik zırh ile etkilerini yitirir. İlk laboratuvar çalışmaları kanser tedavisinde ağız ve damar yoluyla alkali madde uygulanmasının, kanser hücresinden dışarı asidik madde atılmasını sağlayan pompaları engelleyen ilaçların beraber kullanılmasının yararlı olabileceğini gösterdi. Alkali tedavi, standart kanser tedavisi olmayıp, yardımcı ve tamamlayıcı bir yaklaşımdır. Özellikle düşük doz kemoterapi protokollerinde uygulanması ile ilgili çalışmalar bildirilmektedir.

DOKTORUNUZA DANIŞMADAN ALKALİ YAPICI MADDELER KULLANMAYIN

– Daha çok hangi kanser türlerinde olumlu sonuç verir?

Alkali tedavi tek başına kanser tedavisinde etkili değildir. Kemoterapi yanında yardımcı olarak uygulandığında olumlu sonuç alınabilmektedir. Kanser hücrelerindeki asit pompalarını engelleyen ilaçlar ile bağışıklık sisteminin etkinliği de arttırılabilmektedir. İnsanlarda yararı ile ilgili az sayıda çalışma olup osteosarkom, metastaz yapmış meme kanseri ve yüzeyel mesane kanserinde yardımcı tedavi olarak yararlı olabileceği klinik çalışmalarda gösterilmiştir. Hastalar onkoloji doktorlarının önerisi olmadan alkali yapıcı maddeler kullanmamalıdır, çünkü bazı hayati kanser ilaçlarının etkisini bozabilmektedir.

AĞIZDAN ALINAN BİKARBONAT KANSERİ ETKİLER Mİ?

-Ağız yoluyla verilen bikarbonatın kanseri tedavi ettiğine yönelik söylentiler var, bu doğru mu?

Hayır, ağız yoluyla verilen bikarbonat idrarı ve kanı alkali yapabilir ama kanser çevresindeki dokuyu etkilemez. Burada asit üretimini sağlayan pompaların da engellenmesi gereklidir. Asit pompalarını engelleyen ilaçların yüksek dozlarda verilmesi, kanser hücrelerinin hayatta kalma şansını azaltmada yardımcı olmaktadır. Kanser ilaçlarının kullanıldığı tedavi olmadan bu yaklaşımların başarı şansı rastlantısal diyebileceğimiz nadir seviyede görülür. Bu nedenle tıbbi tedavinin yerini tutmaz. Uygun hastalarda yardımcı yaklaşım olarak faydalanıyoruz.

HERKES BİKARBONATI GÜVENLE KULLANABİLİR Mİ?

Sağlıklı insanlar beslenmelerine dikkat ederek vücutlarındaki asit yükünü azaltsınlar. Diyet yapmadan, alkol ve sigara gibi alışkanlıkları bırakmadan ağızdan alınan bikarbonatın ek yararı olmaz. Alkali beslenme tarzı zaten sağlıklı olanıdır, birçok hastalıktan korur. Kanser tedavisi alanların ise onkoloji doktorunun önerisi olmadan bu tür tedavileri alması sakıncalıdır, bazı kanser ilaçlarının etkisini engelleyerek ciddi sorun yaratabilir. Bazı hastalarda da bulantı, kusma ve ishal gibi ek sorunlara neden olabilir.

 

HANGİ GIDALAR ALKALİ, HANGİLERİ ASİT?

– Özelde kanser, genelde tüm hastalıklardan korunmak ve sağlıklı yaşamak için beslenme nasıl olmalı, alkali beslenme açısından hangi gıdalara ağırlık verilmeli, hangilerinden uzak durulmalı?

Gıdaların % 80’ inin alkali, % 20’ sinin asidik gıdalardan oluşması önerilmektedir. Sebze, meyve ile fasulye gurubu gıdaların hemen tamamı alkali dengeye katkıda bulunmaktadır. Tahıllardan kinoa ve karabuğday ile fındık, fıstık, ceviz, badem, kabak çekirdeği, ay çekirdeği gibi kuruyemişler alkali dengeyi destekler. Yeşil yapraklı sebzeler en faydalı gurubu oluşturur. Sebzelerin çiğ veya yarı çiğ tüketimi daha yararlıdır. Patlıcan, domates ve patates gibi gıdalar kabuklarıyla tüketilmelidir. Sebze veya buğday çimi suyu tadı iyi olmamakla birlikte çok faydalıdır. Sağlıklı protein kaynağı olarak tofu, kinoa, kestane ve badem gibi gıdalar tüketilmelidir. Tüm bitkisel baharatlar ve doğal tatlandırıcılar alkali gruptadır. Et ve süt ürünleri, yumurta, tahıl içeren çeşitli gıdalar (arpa, yulaf, buğday, mısır, pirinç, çavdar, makarna), kakao, kahve, ketçap, mısır şurubu, alkol, alkolsüz içecekler, hardal, şeker, sirke ve şarap ise asidik olup sınırlı tüketilmelidir.

‘ŞEKER EN TATLI ZEHİR’ Mİ?

– Hastaların kafasını karıştıran noktalardan biri de şeker. Çünkü doktorlar bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bazıları “kanser hastası kesinlikle şeker yemesin çünkü savaşçı T hücrelerini öldürüyor” diyor. Bazıları da “Şekerin kanseri beslediğine yönelik bilimsel bir veri yok” ifadesini kullanıyor. Görüşünüz nedir, kanser hastası şekerli besinleri tüketebilir mi?

Sorun şekerde değil şekerin vücuda alınış biçimi ve miktarında. Eğer şeker hızla kana karışan basit şeker yapısındaysa (tatlı, çörek, börek, beyaz un, mısır-früktoz şurubu, meyve suyu vb.) kan şekerinde ani yükselişe tepki olarak insülin salgısı artar. Bir diğer faktör de ihtiyaçtan fazla şekerin bol miktarda alınmasıdır. Bu tarz beslenme gün içinde sık ve sürekli olursa bir süre sonra kısır döngüye girerek kilo alımı, yağlanma, insülin direnci ve metabolik sendroma neden olur. Sonuçta kanser riskinin arttığı, kanser varlığında hastalığın ilerlemesinin arttığı tablo gelişir. Ya� hücreleri, kanser kök hücrelerinin beslenmesini sağlayan maddeler salgılar, insülin ayrıca kanser hücrelerinin çoğalmasını uyarır. Bu nedenle kanser hastaları basit şeker yerine ihtiyaçlarına göre ölçülü, meyvenin posasıyla veya tam tahıl olarak alınmasıyla şeker emiliminin daha yavaş olduğu lif içeriği yüksek gıdalardan şeker almalıdır. Ayrıca günlük düzenli egzersiz yaparak ihtiyaç fazlası kalori yakılmalı, bağışıklık sistemi desteklenmelidir.