- 14 Ağustos 2009
- 53.296
- 42.836
Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacak
Mustafa Kemal Paşa, Heyeti Temsiliye Üyesi Kansu’ya, ‘Bu notu kimseye göstermeyeceksin. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya bileceksiniz’ diye de tembihledi
Sitene Ekle
Aydın Hasan
Bugün Cumhuriyet’in 92. yılı kutlanıyor. 92 yıl önce, bugüne gelinene kadar uzun ve zor bir yol kat edildi.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Resmi görevi Ordu müfettişliği idi. Ancak Mustafa Kemal’in amacı, kurtuluş mücadelesini ve direnişi örgütlemekti. İstanbulHükümeti ve Saray ile ters düşünce görevinin yanı sıra askerlikten de istifa etti. ErzurumKongresi sürecinde, kişiliğinden ve başarılı komutanlık döneminin getirdiği prestijden kaynaklanan gücünün dışında güç alacağı resmi bir unvanı yoktu.
Hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. Kurmay ekibiyle birlikte olağanüstü maddi sıkıntılar içinde direnişi örgütlemeye çalışıyordu. Anadolu’nun işgali başlamıştı. Erzurum Kongresi toplantılarının yapıldığı günlerin birinin gecesinde Mazhar Müfit Kansu ile arasında şu konuşma geçti:
- Mazhar not defterin yanında mı?
- Hayır paşam.
- Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.
- Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya bileceksiniz, şartım bu...
- Öyleyse tarih koy.
- 8 Temmuz 1919 Sabaha karşı.
- Pekâlâ, yaz. Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
Neden Ankara’da doğdu?
Erzurum’un ardından Sivas kongresi toplandı. Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. Sivas kongresinde oluşan Temsil Heyeti, milli mücadeleyi örgütlüyordu ve mücadelenin merkezi Ankara haline gelmişti. İstanbul işgal edilip Meclis-i Mebusan dağıtılınca 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Emekli Büyükelçi ve yakın tarihin önemli araştırmacılarından Bilal Şimşir’in yıllar sonra gün ışığına çıkardığı o dönem İngiliz işgal yönetimi tarafından merkeze gönderilen istihbarat raporunda, şu ifadeler yer alıyor:
“Ankara’dan alınan bir rapor, orada kurulan hükümetin gerçekte şeklen bir cumhuriyet olduğu ama halkın Padişah hakkındaki duyguları nedeniyle bunun açıkça itiraf edilmediğini bildiriyor.” Yani İngiliz istihbaratı, milli mücadele ile birlikte yeni bir cumhuriyetin doğmakta olduğunu daha başından tespit etmişti.
Peki milli mücadelenin merkezi ve cumhuriyetin ilk tohumlarının serpildiği yer neden Ankara oldu?
Bilal Şimşir’in, “Ankara. Ankara-Bir Başkentin Doğuşu” kitabında bunun yanıtları yer alıyor. Çok kısa bir biçimde özetlemek gerekirse:
17. yüzyılda Ankara, Anadolu’nun en gelişmiş kenti, “Anadolu’nun incisiydi.” Ankara’da ticaretin gelişmesinin nedenlerinden biri de ünlü tiftik keçisi idi. Ankara’ya özgü bu keçinin yünü, ipek gibi özelliği nedeniyle çok değerliydi.
Ancak Ankara 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek yoksullaşmaya başladı. İngilizlerin Ankara’dan alıp götürdükleri tiftik keçisini Güney Afrika’da yetiştirmeleri, dünya tiftik tekelini elinde tutan Ankara ticareti için bir darbeydi. 1873 ve 1874 yıllarında Ankara’da kıtlık yaşandı. İlk sene Ankara sel altında kaldı. İkinci yıl aralıksız 2.5 ay kar yağdı. Kıtlık ve açlık baş gösterdi. Kıtlık nedeniyle 18 bin kişi hayatını kaybetti.
20 bin nüfuslu kasaba
İkinci facia 1881’de geldi. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu yıl olan 1881’de, Ankara’nın üzerine bir kâbus çökmüştü. 1881 yazında Ankara’nın ovalarına çekirge sürüleri kara bir bulut gibi çöktü. Tarladaki buğday, arpa, bağlardaki bostanlardaki ürünler çekirge istilası altında eridi. Ankara’da yine açlık ve kıtlık yaşandı. Ankara, bu faciaların ardından ticaretin sönük olduğu ortalama bir Anadolu kasabasına dönüştü. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 1919’da milli mücadeleye örgütlediği Ankara, 20 bin nüfusu olan bir kasabaydı. Yolları tozlu yoksul bir Anadolu kasabası.
Ankara o dönemlerde yolları tozlu, sadece 20 bin nüfuslu bir Anadolu kasabasıydı.
Ama bu yoksul kasaba, Mustafa Kemal daha Sivas’ta iken milli mücadelenin safında yer almıştı. Ali Fuat Paşa, 20. Kolordu’nun karargâhını Konya’dan Ankara’ya taşımıştı. Sivas Kongresi’nin toplandığı dönemde Ankara Valisi Muhittin Paşa, memurları İngiliz Muhip-leri Cemiyeti’ne üye olmaya zorlar. İstanbul’daki yönetim ve İngilizler, Ankara’nın kuvayi milliyenin merkezine dönüşmeye başladığını sezdiklerinden vali aracılığıyla bunu önlemeye yönelmişlerdi. Ancak Ankara’nın önde gelenleri Defter-dar Galip Bey’in evinde bir toplantı yapar.
Padişah’a ilk isyan
Toplantıdan sonra Atıf Efendi, telgrafhaneye giderek Padişah’ın Saray’da telgraf başına gelmesini ister. Telgrafhane Saray yerine Babıali’ye bağlanır. Atıf Efendi, Sadrazam Damat Ferid’e, “Ankaralılar Zatı Şahane ile mühim bir mesele için görüşmek istiyor” diye tel çeker telgrafın başında. Sadrazam’dan, “Halk doğrudan doğruya Zat-ı Şahane ile görüşemez, diyeceğinizi bana söyleyin ben arz ederim” yanıtı gelir. Tepki sert olur: “Senin gibi Sadrazamı tanımıyoruz.” Bu aslında o günün şartlarında sözde Sadrazam’a ama örtülü olarak özde Padişah’a karşı isyanın başladığının da işaret fişeğidir. Özeti, Mustafa Kemal geldiğinde Ankara’da milli mücadele ve cumhuriyete dönüşecek bir direnişin ruhu filizlenmeye başlamıştı.
Mustafa Kemal’in o dönemde en yakınındaki isimlerden Heyeti Temsiliye Üyesi Mazhar Müfit Kansu, milli mücadelenin ilk günlerinde yaşadıkları sıkıntıları, anılarında şöyle anlatır:
“Bir de geçinmek para meselesi bizi sıkmaya başladı. Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken bulduğum çareleri eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündükse de, para tedariki hususunda bir karar ve neticeye vasıl olamadık. Çünkü bankalardan ve müessesattan (kurumlar) ödünç bile olsa para almayı Paşa’ya bir türlü kabul ettirmedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, ‘Ocak ayı içindeyiz ne giyeceksin?’ diye ısrar ettiyse de bu ısrar ne olursa olsun kulağıma giremezdi, aç mı kalacaktık nihayet onu da sattık.
Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir çare bulamayarak, ‘hele bakalım sabah olsun yine düşünürüz’ deyip odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta kadar bizi belediye iaşe etti. Fakat bu aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde veyahut para bulmak kabil iken Paşa’nın bu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden muzdarip bir halde idik. Sabah oldu, gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeri giren zat Müftü Efendi’nin (Rifat Börekçi) geldiğini söyledi. Eyvah şimdi Müfü Efendi’ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözüne saklamıştım. Ya şekerli kahve isterse? Ya sigara da vermek lazım gelirse? Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek emri verilmişti. Fakat onu tedarik edecek kimde para vardı ki?
- Paşa’ya haber veriniz dedim.
- Paşa size gönderdi. Paşa ile görüştüler dediler.
- Peki buyursunlar.
- Müftü Efendi odama girdi. Oradaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
- Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi dedim.
- Evet içmem dedi.
- Sigara?
- Onu da kullanmam cevabını verdi.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Derhal vaziyeti anladı ve ‘içmem’ dedi tebessüm ederek.
- Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik dedi.
- Bundan bir şey anlayamadım. Yatağın karşısında duran küçük kasayı göstererek, paramız var dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile cübbesinin altından bir torba çıkardı; içindeki kâğıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
Cumhuriyet, Milli Mücadele yıllarındaki zor ve sıkıntılı yaşam şartlarından geçerek kuruldu.
‘Tam bin lira kâğıt para’
- Müfü Efendi teşekkür ederim amma önce Paşa ile bu hususta görüşmeniz iyi olur dedim.
- Görüştüm Kasa Mazhar Müfit’tedir ona veriniz dediler.
- Pekâla.
Müftü Efendi parayı birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı, yüz, iki yüz, beş yüzü geçti nihayet tam bin lira kâğıt para saydı. Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunun üzerine emirberi çağırdım ve iki şekeri uzattım; Bize birer kahve pişir emrini verdim.
Müftü Efendi’nin getirdiği bu parayı memleketin eşrafı aralarında toplamışlar, bizim parasız kaldığımızı anlamışlar.
Müftü Efendi ile göndermişler, cümlesine teşekkürlerde bulunduk.”
Ve Mustafa Kemal ilk cumhurbaşkanı seçildi
Milli Mücadele büyük fedakârlıkların ardından başarıya ulaştı. 30 Ağustos 1922’deki büyük zafer ile vatanın kurtuluşu sağlandı. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, yeni Türk devletinin devletler arenası içinde tescili oldu. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Cumhuriyet’in önündeki büyük duvar da yıkılmıştı. Ancak hâlâ yeni devletin adı yoktu.
Hükümet, ‘Meclis Hükümeti’ adını taşıyordu ve devletin bir başkanı da yoktu. Meclis Hükümeti sistemi içerisinde, Bakanlar Kurulu’nun her bir üyesi için ayrı ayrı oylama yapılması gerekiyordu. Yani her bakan Meclis’te oylanarak göreve seçiliyordu. Bu usul nedeniyle hükümet kuruluşlarında Meclis’te tıkanmalar yaşanabiliyordu. 25 Ekim 1923’te Mustafa Kemal’in isteği ile hükümet istifa etti. Yeni hükümet kurulmasında bunalım yaşanınca Mustafa Kemal, bu fırsatı artık fiilen kurulmuş olan Cumhuriyet’i resmileştirmek için fırsat olarak değerlendirdi.
28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde İsmet Paşa ile birlikte anayasa değişikliği metnini hazırladı. Muhalefet saflarına geçen Milli Mücadele’deki iki arkadaşı, Rauf Orbay ile Kazım Karabekir Ankara dışındaydı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi. Aynı günün akşamı saat 20.45’te de Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Üye sayısı 287 olan Meclis’teki salt çoğunluğu 144 milletvekili oluşturuyordu. Oylamaya katılan 158 milletvekilinin tümünün oyunu alan Mustafa Kemal, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.
http://www.milliyet.com.tr/zaferden-sonra-hukumet-bicimi-gundem-2139486/
Mustafa Kemal Paşa, Heyeti Temsiliye Üyesi Kansu’ya, ‘Bu notu kimseye göstermeyeceksin. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya bileceksiniz’ diye de tembihledi
Sitene Ekle
Aydın Hasan
Bugün Cumhuriyet’in 92. yılı kutlanıyor. 92 yıl önce, bugüne gelinene kadar uzun ve zor bir yol kat edildi.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Resmi görevi Ordu müfettişliği idi. Ancak Mustafa Kemal’in amacı, kurtuluş mücadelesini ve direnişi örgütlemekti. İstanbulHükümeti ve Saray ile ters düşünce görevinin yanı sıra askerlikten de istifa etti. ErzurumKongresi sürecinde, kişiliğinden ve başarılı komutanlık döneminin getirdiği prestijden kaynaklanan gücünün dışında güç alacağı resmi bir unvanı yoktu.
- Mazhar not defterin yanında mı?
- Hayır paşam.
- Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.
- Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya bileceksiniz, şartım bu...
- Öyleyse tarih koy.
- 8 Temmuz 1919 Sabaha karşı.
- Pekâlâ, yaz. Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
Neden Ankara’da doğdu?
Erzurum’un ardından Sivas kongresi toplandı. Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. Sivas kongresinde oluşan Temsil Heyeti, milli mücadeleyi örgütlüyordu ve mücadelenin merkezi Ankara haline gelmişti. İstanbul işgal edilip Meclis-i Mebusan dağıtılınca 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Emekli Büyükelçi ve yakın tarihin önemli araştırmacılarından Bilal Şimşir’in yıllar sonra gün ışığına çıkardığı o dönem İngiliz işgal yönetimi tarafından merkeze gönderilen istihbarat raporunda, şu ifadeler yer alıyor:
“Ankara’dan alınan bir rapor, orada kurulan hükümetin gerçekte şeklen bir cumhuriyet olduğu ama halkın Padişah hakkındaki duyguları nedeniyle bunun açıkça itiraf edilmediğini bildiriyor.” Yani İngiliz istihbaratı, milli mücadele ile birlikte yeni bir cumhuriyetin doğmakta olduğunu daha başından tespit etmişti.
Peki milli mücadelenin merkezi ve cumhuriyetin ilk tohumlarının serpildiği yer neden Ankara oldu?
Bilal Şimşir’in, “Ankara. Ankara-Bir Başkentin Doğuşu” kitabında bunun yanıtları yer alıyor. Çok kısa bir biçimde özetlemek gerekirse:
17. yüzyılda Ankara, Anadolu’nun en gelişmiş kenti, “Anadolu’nun incisiydi.” Ankara’da ticaretin gelişmesinin nedenlerinden biri de ünlü tiftik keçisi idi. Ankara’ya özgü bu keçinin yünü, ipek gibi özelliği nedeniyle çok değerliydi.
Ancak Ankara 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek yoksullaşmaya başladı. İngilizlerin Ankara’dan alıp götürdükleri tiftik keçisini Güney Afrika’da yetiştirmeleri, dünya tiftik tekelini elinde tutan Ankara ticareti için bir darbeydi. 1873 ve 1874 yıllarında Ankara’da kıtlık yaşandı. İlk sene Ankara sel altında kaldı. İkinci yıl aralıksız 2.5 ay kar yağdı. Kıtlık ve açlık baş gösterdi. Kıtlık nedeniyle 18 bin kişi hayatını kaybetti.
20 bin nüfuslu kasaba
İkinci facia 1881’de geldi. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu yıl olan 1881’de, Ankara’nın üzerine bir kâbus çökmüştü. 1881 yazında Ankara’nın ovalarına çekirge sürüleri kara bir bulut gibi çöktü. Tarladaki buğday, arpa, bağlardaki bostanlardaki ürünler çekirge istilası altında eridi. Ankara’da yine açlık ve kıtlık yaşandı. Ankara, bu faciaların ardından ticaretin sönük olduğu ortalama bir Anadolu kasabasına dönüştü. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 1919’da milli mücadeleye örgütlediği Ankara, 20 bin nüfusu olan bir kasabaydı. Yolları tozlu yoksul bir Anadolu kasabası.
Ankara o dönemlerde yolları tozlu, sadece 20 bin nüfuslu bir Anadolu kasabasıydı.
Ama bu yoksul kasaba, Mustafa Kemal daha Sivas’ta iken milli mücadelenin safında yer almıştı. Ali Fuat Paşa, 20. Kolordu’nun karargâhını Konya’dan Ankara’ya taşımıştı. Sivas Kongresi’nin toplandığı dönemde Ankara Valisi Muhittin Paşa, memurları İngiliz Muhip-leri Cemiyeti’ne üye olmaya zorlar. İstanbul’daki yönetim ve İngilizler, Ankara’nın kuvayi milliyenin merkezine dönüşmeye başladığını sezdiklerinden vali aracılığıyla bunu önlemeye yönelmişlerdi. Ancak Ankara’nın önde gelenleri Defter-dar Galip Bey’in evinde bir toplantı yapar.
Padişah’a ilk isyan
Toplantıdan sonra Atıf Efendi, telgrafhaneye giderek Padişah’ın Saray’da telgraf başına gelmesini ister. Telgrafhane Saray yerine Babıali’ye bağlanır. Atıf Efendi, Sadrazam Damat Ferid’e, “Ankaralılar Zatı Şahane ile mühim bir mesele için görüşmek istiyor” diye tel çeker telgrafın başında. Sadrazam’dan, “Halk doğrudan doğruya Zat-ı Şahane ile görüşemez, diyeceğinizi bana söyleyin ben arz ederim” yanıtı gelir. Tepki sert olur: “Senin gibi Sadrazamı tanımıyoruz.” Bu aslında o günün şartlarında sözde Sadrazam’a ama örtülü olarak özde Padişah’a karşı isyanın başladığının da işaret fişeğidir. Özeti, Mustafa Kemal geldiğinde Ankara’da milli mücadele ve cumhuriyete dönüşecek bir direnişin ruhu filizlenmeye başlamıştı.
Mustafa Kemal’in o dönemde en yakınındaki isimlerden Heyeti Temsiliye Üyesi Mazhar Müfit Kansu, milli mücadelenin ilk günlerinde yaşadıkları sıkıntıları, anılarında şöyle anlatır:
“Bir de geçinmek para meselesi bizi sıkmaya başladı. Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken bulduğum çareleri eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündükse de, para tedariki hususunda bir karar ve neticeye vasıl olamadık. Çünkü bankalardan ve müessesattan (kurumlar) ödünç bile olsa para almayı Paşa’ya bir türlü kabul ettirmedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, ‘Ocak ayı içindeyiz ne giyeceksin?’ diye ısrar ettiyse de bu ısrar ne olursa olsun kulağıma giremezdi, aç mı kalacaktık nihayet onu da sattık.
Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir çare bulamayarak, ‘hele bakalım sabah olsun yine düşünürüz’ deyip odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta kadar bizi belediye iaşe etti. Fakat bu aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde veyahut para bulmak kabil iken Paşa’nın bu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden muzdarip bir halde idik. Sabah oldu, gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeri giren zat Müftü Efendi’nin (Rifat Börekçi) geldiğini söyledi. Eyvah şimdi Müfü Efendi’ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözüne saklamıştım. Ya şekerli kahve isterse? Ya sigara da vermek lazım gelirse? Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek emri verilmişti. Fakat onu tedarik edecek kimde para vardı ki?
- Paşa’ya haber veriniz dedim.
- Paşa size gönderdi. Paşa ile görüştüler dediler.
- Peki buyursunlar.
- Müftü Efendi odama girdi. Oradaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
- Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi dedim.
- Evet içmem dedi.
- Sigara?
- Onu da kullanmam cevabını verdi.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Derhal vaziyeti anladı ve ‘içmem’ dedi tebessüm ederek.
- Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik dedi.
- Bundan bir şey anlayamadım. Yatağın karşısında duran küçük kasayı göstererek, paramız var dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile cübbesinin altından bir torba çıkardı; içindeki kâğıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
Cumhuriyet, Milli Mücadele yıllarındaki zor ve sıkıntılı yaşam şartlarından geçerek kuruldu.
‘Tam bin lira kâğıt para’
- Müfü Efendi teşekkür ederim amma önce Paşa ile bu hususta görüşmeniz iyi olur dedim.
- Görüştüm Kasa Mazhar Müfit’tedir ona veriniz dediler.
- Pekâla.
Müftü Efendi parayı birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı, yüz, iki yüz, beş yüzü geçti nihayet tam bin lira kâğıt para saydı. Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunun üzerine emirberi çağırdım ve iki şekeri uzattım; Bize birer kahve pişir emrini verdim.
Müftü Efendi’nin getirdiği bu parayı memleketin eşrafı aralarında toplamışlar, bizim parasız kaldığımızı anlamışlar.
Müftü Efendi ile göndermişler, cümlesine teşekkürlerde bulunduk.”
Ve Mustafa Kemal ilk cumhurbaşkanı seçildi
Milli Mücadele büyük fedakârlıkların ardından başarıya ulaştı. 30 Ağustos 1922’deki büyük zafer ile vatanın kurtuluşu sağlandı. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, yeni Türk devletinin devletler arenası içinde tescili oldu. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Cumhuriyet’in önündeki büyük duvar da yıkılmıştı. Ancak hâlâ yeni devletin adı yoktu.
Hükümet, ‘Meclis Hükümeti’ adını taşıyordu ve devletin bir başkanı da yoktu. Meclis Hükümeti sistemi içerisinde, Bakanlar Kurulu’nun her bir üyesi için ayrı ayrı oylama yapılması gerekiyordu. Yani her bakan Meclis’te oylanarak göreve seçiliyordu. Bu usul nedeniyle hükümet kuruluşlarında Meclis’te tıkanmalar yaşanabiliyordu. 25 Ekim 1923’te Mustafa Kemal’in isteği ile hükümet istifa etti. Yeni hükümet kurulmasında bunalım yaşanınca Mustafa Kemal, bu fırsatı artık fiilen kurulmuş olan Cumhuriyet’i resmileştirmek için fırsat olarak değerlendirdi.
28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde İsmet Paşa ile birlikte anayasa değişikliği metnini hazırladı. Muhalefet saflarına geçen Milli Mücadele’deki iki arkadaşı, Rauf Orbay ile Kazım Karabekir Ankara dışındaydı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi. Aynı günün akşamı saat 20.45’te de Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Üye sayısı 287 olan Meclis’teki salt çoğunluğu 144 milletvekili oluşturuyordu. Oylamaya katılan 158 milletvekilinin tümünün oyunu alan Mustafa Kemal, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.
http://www.milliyet.com.tr/zaferden-sonra-hukumet-bicimi-gundem-2139486/