Yüzyıllık Yalnızlık - Özet - Gabriel Garcia Marquez

seaBahAR

Nosce Te İpsum
Pro Üye
13 Nisan 2007
15.555
36.072

Yüzyıllık Yalnızlık / Gabriel Garcia Marquez

“Yakın akraba evliliği yüzünden ancak yüz yıl sonra soylarının tükenmesiyle bitecek olan yüzyıllık yalnızlıkla lanetlenmiş bir soyun Macondo adlı düşsel bir nehir kasabasındaki içsel yalnızlığı konu alınmıştır.
Aslen José Arcadio Buendia – Ursula Iguarán çifti, oğulları José Arcadio Buendia – Aureliano Buendia(Albay), ve kızları Amaranta Buendia olmak üzere beş kişilik bir aile konu alınmakta fakat sonra çok geniş bir kitleye yayılan soylarının yüz yıllık ömrü eserin ana temasını oluşturmaktadır. Öldürdükleri bir adamın ruhunun verdiği rahatsızlıktan ve iç huzursuzluktan kaçan; yakın akraba evliliğiyle domuz kuyruklu bir çocuğun doğması vasıtasıyla lanetlenmiş bir soydan gelen José Arcadio Buendia ve Ursula Iguarán çifti, dağları aşarak bir nehir kıyısına yerleşir ve “Macondo” ismini verdikleri bir kasaba kurarlar. Macondo Kasabası’nın yüz yıllık soylarının yalnızlık lanetine bir ömür ev sahipliği yapacağı o zamanlar hiç akıllarında yoktur. Her yıl bir çingene obasını ağırlamaya da başlayan kasabanın dış dünyayla olan tek bağlantısı bu çingeneler ve onların her yıl bir mucize gibi tanıttıkları icatlardır. José Arcadio Buendia’nın icatları takıntı haline getirip bir gün aklını tamamen yitirmesine ve bağlandığı acın altında yalnız başına ölmesine kadar sürükleyen ilham kaynağı da bu “mucize” aletlerdir. Ailenin kurucusu rolündeki Ursula ise çevresinde olup biten saçma veya sapkın her türlü olaya mantığıyla el koyabilen tek kişidir. Melquiades ise ne kadar önemli bir rolü olduğu ancak kitabın son sayfalarında tam anlamıyla ortaya çıkan ve aileyi tarihini yazacak kadar iyi tanıyan bir çingenedir. Belki yalnızlıktan tek kaçışları olarak gördükleri çingenelerin büyüsüne sonradan kendilerini kaptırıp soylarının yüksek rakamlı bir kitleye sahip olmasına yol açan ailenin gençleri üzerinde bu obanın çok önemli bir rolü olduğunu söylemek elbette yanlış olmayacaktır. Ne var ki ne kadar çoğalırlarsa çoğalsınlar Buendia soyu bir kere lanetlenmiştir ve bu çoğalma dürtüsü yüz yıllık bir laneti ortadan kaldırmaya yetmeyecek; ölüm elbet yalnız bir anında Buendiaların nefesinin önünde bitiverecektir. Hayatları boyunca yeniliklerle, iktidar çatışmalarıyla, takıntılarla ve gerçeküstü hastalıklarla savaşan Buendia ailesinde lanet gerçeği hep bir “korkulan sınır” niteliğini almıştır.
Din kavramınınsa çok da ön planda bulunmadığı bu eserde lanet kavramı o kadar ön plandadır ki; kaçarken, aslında onun gerçekleşmesine bizzat yol açtıkları düşünülürse dindeki “kader” kavramının yerine “lanet” kavramını atadıkları söylenebilir. Hayatları boyunca bu lanet korkusundan kaçıp saklanmaya çalışan Buendia ailesi her şeye rağmen bir şekilde pes etmiş, gerek kendilerini yalnızlıklarına kapattıkları bir odada, gerek yalnız yaşayan bir ağacın gölgesi altında; kimsesiz bir şekilde hayata gözlerini yumarak lanetlerine boyun eğmişler; ya da onu bizzat gerçekleştirmişlerdir.
Üç Kahraman
Kitabın ana konusunu oluşturan Albay Aureliano Buendia, dönemin liberalizm ve muhafazakârlık görüşleri ve iktidar kavgaları arasında kendisini sürekli bir gelgit içerisinde bulmuştur. Sonunda liberalizmi benimseyerek katıldığı savaşların otuz ikisini de kaybeden Albay, sinirle sarf ettiği tehditler yüzünden on yedi farklı eşten olan on yedi oğlunun on yedisinin de kurşuna dizildikleri haberiyle çareyi yalnız bir ölümde bulmuştur. Onu ölüme iten sebeplerden savaşları kaybetmesini millî bilinçle değil, sırf şahsî onuru adına katılmış olmasının bir sonucu olarak düşünmesi ve bunun suçluluğundan kendisini alamaması da hesaba katılırsa; iç huzurdan yoksunluğun yol açtığı bir “yalnız ölüm” olduğundan söz edilebilir.
Romanın en güçlü kahramanı olan Ursula, evin annesi, din kavramından oldukça uzak olan diğer kahramanların yanında; dindar, güçlü, azimli, mantıklı, özverili ve her şeyden önce bütün ailenin kurucusu rolündedir. Öyle ki yalnızlık lanetine en çok direnen de kendisidir. Yaşlılık gözlerini kör ettiğinde dahi bunu kimseye belli etmeden bir süre direnebilmiş, daha sonra o da yalnız bir şekilde ölü bulunmuş ve Marquez bu durumu “yaşlılığın aşılmaz yalnızlığı” olarak nitelendirmiştir.
Son olarak kasabaya gelip giden Melquiades, ailenin yüz yıllık geçmişine oldukça önemli katkıları olan, sihirli güçlere sahip bir çingenedir. Roman, aslında Melquiades’in ayrıntılarıyla kaleme aldığı Buendia ailesinin hayatının, soyun son ferdi tarafından okunmakta olduğu el yazmalarından başka bir şey değildir. Soyun hayatta kalan son ferdi, kardeşi olduğunu sandığı eşinin aslında teyzesi olduğunu da el yazmalarından öğrenmiştir ki bu da karışık (lanetli) soy ilişkilerinin açık bir göstergesidir. Ne var ki yüz yıllık lanetin bu son üyesinin sonu da çingenenin el yazmalarında yazmaktadır. Bir taraftan kendi sonunu okurken bir taraftan da okuduklarını saniyesi saniyesine yaşayan son üye; yüzyıllık yalnızlık lanetini, yalnız ölerek noktalamaktadır.
Kitabın İletisi
‘Kalabalıklar içerisinde yalnız kalmak’ durumunu, ‘yalnız ölüm’ gibi oldukça ürkütücü bir tasvirle okuyucuya sunan Marquez, bunun sebebi olarak da ‘iç huzurdan yoksun olma’nın her örneğinde altını çizmiştir. Ne kadar kalabalık bir toplum içerisinde yaşıyor olursak olalım, ne kadar geniş bir çevremiz olursa olsun, iç huzurumuz yoksa yalnızlık denilen “lanet” en yalnız anımızda bizi yakalayıp kaçınılmaz sonla buluşturabilir.
Büyülü Gerçekçilik
“Büyülü gerçekçilik Latin Amerika’nın otantik ifadesidir.” diyen eleştirmen Flores’in bu tespitinin Marquez’in de Latin Amerikalı olduğu gerçeğiyle sadece tesadüfen uyuştuğunu elbette söyleyemeyiz. Canan Öktemgil Turgut; Latife Tekin’in Yapıtlarında Büyülü Gerçekçilik başlıklı tezinde “Latin Amerika kökenli büyülü gerçekçilik, gerçeküstücülüğün neden olduğu değişimle ivmelenen, önceden kestirilemeyen duraklara uğrayan ve nerede biteceği bilinmeyen uzun bir yolculukta biçimlenmektedir.” sözleriyle büyülü gerçekçilik akımının temelini gözler önüne sererken; aynı zamanda Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ında benimsenmiş olan büyülü gerçekçiliğe de ışık tutmaktadır.
Geleneksel gerçekçilik sınırları içerisinde resmedilemeyecek bir Latin Amerika gerçeği hiç şüphesiz vardır ve Marquez gibi yazarlar sayesinde ancak gerçeküstü imgelerle iç içe geçirildiğinde büyülü bir anlatı dünyası içerisinde kendisini ifade edebilmiştir.
Roland Walter; büyülü gerçekçiliği Çağdaş Chiano Kurmacasında Büyülü Gerçekçilik adlı yapıtında, birbirine ters düşen fakat uyum içerisinde olan iki ayrı perspektiften büyülü gerçekçiliği tanımlamayı başarmıştır. Bunlardan biri “akılcı dünya görüşüne değinen”, diğeri ise “gerçekdışının, doğaüstü ve alışılmamış olanın kendisinde somutlaştırdığı, gerçekliğin büyüsel bir şekilde görülüşü üzerinde temellenen” iki perspektiftir. Fakat bu iki koşulun büyülü gerçekçiliği tanımlamaya yetmeyeceğini, çünkü bunların aynı zamanda ‘fantastik’ dediğimiz diğer bir anlatım tarzının da tanımlayıcı özellikleri olduğunu dile getiren Walter ‘büyülü gerçekçilik’ ve ‘fantastik’ farkının da belirli kıstaslara göre altını çizmektedir. “Büyülü gerçekçilikte anlatılanların da, karakterlerin de doğaüstünü oldukça doğal bir durummuş gibi karşıladıklarını” belirten Walter, bu eserlerde, gerçekliğin düşsellik ve gerçeklik düzeylerinin uyumlu bir bütünlüğünün sağlanmasının da büyülü gerçekçiliğin mutlak bir koşulu olduğunu söylemektedir. Çelişkili gibi görünen bu zor bütünleştirme ise Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ında sıra dışı bir beceriyle kaleme alınmış ve böylece yapıt klasikleşmiş, kendisinden sonra gelen yazarlar için ise bir yol gösterici olmuştur.
Lois Parkinson Zamora ve Wendy B. Faris’in editörlüğünde belli başlı büyülü gerçekçilik makalelerinin bir arada toplandığı Büyülü Gerçekçilik: Kuram, Tarih, Toplum isimli derlemeye göre; “zihin ve beden, ruh ve madde, yaşam ve ölüm, gerçek ve hayal, kendi ve öteki, erkek ve dişi arasındaki sınırlar silinecek, çiğnenecek, bulanıklaşacaktır.” Bu derlemede büyülü gerçekçilik; “tek sesli politik yapıtlara karşı çıkmayı cesaretlendiren” bir saldırı olarak değerlendirilmiştir.
Gerçekten, Garcia Marquez de Latin Amerika kökenli büyülü gerçekçilikle yazdığı Yüzyıllık Yalnızlık romanında o zamana kadar çok fazla dikkat çekmemiş olan bu sırrı öyle bir eskiye karşı çıkışla yansıtmıştır ki, okuyucuları gibi birçok yazar da onun büyülü gerçekçiliğinin “büyü”süne kapılmaktan kendisini alamamıştır.
Türkiye’de ilk yayımlanmasının üzerinden yirmi üç yıl geçtiği hâlde bugün hâlâ basılıyor olması, Marquez’in bu başyapıtının dünyayı saran Latin büyüsünün bir kanıtıdır. Büyülü gerçekçilik akımınınsa kimine göre yadırgatıcı olan anlatım biçimine rağmen bu kadar benimsenmesi belki yazarların marifeti; belki de insanın, iç dünyasının düşler sokağında dolaşmak için yanıp tutuştuğu bu “fazla gerçekçi” olan gerçek hayattan kaçmak isteyişinin bir sessiz çığlığıdır.

-alıntı-

1) Gabriel Garcia Marquez biyografisi için tıklayınız.
2) Romanı elektronik ortamda okumak için tıklayınız.
 
çok hoş bir kitaptı.bir aile hikayesinden bir yaşam felsefesi çıkarmaları çok etkiledi beni.kitaptaki efsunlu hava bir an olsun peşinizi bırakmıyor
bunu paylaştığın için tesekkur ederim:1rolleyes:
 
çok hoş bir kitaptı.bir aile hikayesinden bir yaşam felsefesi çıkarmaları çok etkiledi beni.kitaptaki efsunlu hava bir an olsun peşinizi bırakmıyor
bunu paylaştığın için tesekkur ederim:1rolleyes:

Marquez'in kelimelerinin görsel bir gücü de var sanki..
Güya kitap okuyorsunuz ama gözlerinizi kapattığınızda oradasınız.. Ustalık böyle bir şey herhalde..

Ben bir şey yapmadım, ikimiz de Marquez' e teşekkür edelim.. yerimseniben
 
bu kitabin bende hos bir hikayesi var
adini duydukca anilarim tazelenir..her neyse
kitap güzel..söz konusu zaten marquez olunca..

okuduktan sonra ben amaranta diye dolasmistim bir süre:)
 
X