YAĞMUR YAĞAR SEL ALIR GURBETE GİDENİN SEVDİĞİNİ EL ALIR
YAĞMUr yAĞAR SEL ALIR GUBETE
GİDENİN SEVDİĞİNİ EL ALIR"devamı"
ekrem güneşli
Gök gürledi..Şimşek çakmaya başladı. Osman
"yağmur indirmeden köye varabilseydik !"dedi..
Ahmet, "Az bir yolumuz kaldı karındaş..şu tepenin
ardında Hüseyin ağanın köyü !" dedi..
İlk damlalar toprağa düştü. Yağmur kokusuna
yazılarda biten ,kekik ,peryavşanı, daha birçok
yabani ot kokusu karıştı...Yağmur, giderek hızını
artırmıştı, aşağıda bir yere, yeri göğü inleten çok
kuvvetli bir patlama, ile birlikte, gözü kör eden bir
ışık süzüldü, açıkta oldukları için , her an yıldırım
düşebilirdi...Atlar, yağmurdan, sucuk gibi ıslanmıştı
Birden kesildi yağmur, güneş açtı.
Osman, " Biraz önce ortalık sel sele gidiyordu
şimdi güneş açtı, Allah'ın hikmeti !" diye söylendi.
"Yaz yağmuru !"dedi Ahmet. Çocukluğumda,
yağmur yağarken bir tekerleme söylerdik, dur
bakıyım, neydi, hah, hatırladım, yağ yağ yağmur
teknede hamur, ver Allah'ım ver selli sulu yağmur.
Osman güldü. "Yahu Ahmet ? Nereden
bulursun bu antika lafları "dedi...
Ahmet, atı dizginledikten sonra, güldü.
"Bende daha ne gün görmemiş laflar var..."
Yağmurdan otlar daha bir yeşil görünüyordu.
Tepenin üstünde, sarı, kırmızı, mavi, mor yeşil
renlerden oluşan " ebem kuşağı" doğmuştu.
"Bak karındaş, tepenin üstüne bak, bu ebem
kuşağı bize uğur getirecek !" dedi..
Hüseyin ağa, iyice öfkelenmişti."Nerde kaldı
bu adamlar ? Millet, güreş görmek istiyor...Bunlar
dan da güreşçi olacak !" diye ağzına geleni
söylüyordu ki, iki atlı uzaktan göründü. Atlılar
yaklaşınca, "Nuri Ahmet pehlivanın yanındaki
şu delikanlı kim ?"dedi..
"Osman pehlivan ! Yaman pehlivandır !"
Gelenler ,atlardan indi. Hüseyin ağa, demin ağ-
zına geleni söyleyen o değilmiş gibi şimdi sırıtarak
"hoş geldiniz pehlivanlar !" dedi..
Ahmet , "Hoş bulduk Hüseyin ağa...Bu
karındaşım Osman pehlivandır...!"dedi.
"Pehlivanlar, size masa hazırlansın da, uzak
yoldan geldiniz, yimek yiyin !" dedi..Sonra,
"Nuri, aşçı kadına söyle, misafir geldi, yimek çıkar
sın !" diye talimat verdi.
"Şöyle buyurun ağalar !" diye boş bir masayı
gösterdi. Ahmet, ile Osman, oturdu. Nuri, masaya
yemek getirdi, koydu.
"Başka bir emrin var mı ağalar ?" dedi.
"Yok...Sağol Nuri efendi "
Osman, bir yandan yemek yerken bir
yandan da, masada yemek yiyen bir adama gözü
takıldı. Bu, , göbekli, siyah gözlüklü, badem bıyıklı
çil yüzlü bir adamdı.
"Şu adamı görüyor musun ? Milletvekili, bu
adama bir işim düştü, yüzüme bile bakmadı, ama
seçim zamanı gelip Milleti kandırırlar...!"
"Kabahat bizde karındaş, onları tepemize
çıkaran biziz...Adam gibi bir adam seçsek
Zübükzadeler zor çıkar ....!"
"Haklısın..." dedi Osman
Adam, kasılıyordu. Karşısında oturan eşraftan
bir adamla birşeyler konuşuyor, arada bir kasıkla
rını tuta tuta gülüyordu.
Osman, sinirlendi, kalktı milletvekilinin masa
sına gitti. " Beni tanıdın mı ?" dedi.."Hani meclise
gelmiştim...Adım Osman ! Benim oyumla seçilirsin
millete hava atarsın !" Ahmet, araya girdi, tatsız
bir olayı önledi. "Kusura bakma, arkadaş çok
sarhoş ta !" dedi..Sonra, Osman'ın koluna girdi
"Ne yapıyorsun yahu ! O adamın dokunulmazlığı
var ! Suçlu sen olursun !" diye uzaklaştırdı.
" Kusura bakma, kendimi tutamadım karındaş
Nuri geldi, " ağa, yorgunlardır, yataklarını yaptı
rıyım da yatsın !" dedi..
" Eyi olur ..."dedi Ahmet
* * *
Hüseyin ağanın kızı, Dilruba,ile amcasının
kızı Mihrican, pencereden, dışarı bakıyordu,
konağa yaklaşan, Osman ile Ahmet 'i gördüler
Dilruba, " Amca kızı, babamın söylediği pehlian-
lar ,bunlar olmasın sakın ?"dedi."Çok yakışıklılar,
şu, uzun boylu, esmer ,geniş omuzlu, tam bir erkek
"Gız, o Osman Pehlivan ! Bir düğünde
gördüm ..."
Osman,başını kaldırınca, iki kızın pencereden
kendilerine baktığını gördü. Gülümsedi.
Ağanın kızı olduğunu bilmediği Dilrubaya
gönlü akmıştı. "Karındaş, çaktırmadan bak...karşı
konakta iki kız bize bakıyor...Sarı saçlı, mor
kadife işlemeli olanı benim, yanındaki de senin
Nuri, onları karşıladı. Koca konak, kale gibi
korunuyordu. Etrafı yüksek duvarla çevrili konağın
demir kapısından girdiler...Sanki bir cennete gel-
mişlerdi. Bahçede her çeşit meyve ağaçları, süs
bitkileri, ve çam ,ladin ağaçları ile ortada büyük
bir havuz vardı. Havuzun etrafı, damarlı yeşil mer-
merden yapılmıştı, Hüseyin ağanın sabahları dinlen
diği çardak, ve çardağı geçince, yeşil çimenlerle
kaplı bir alan çıktı önlerine.
Osman, "Hüseyin ağa, çok zengin galiba !"
dedi.
Nuri, gülümsedi" Zengindir, ama fakir fukara
babasıdır da...!" dedi..
Osman, "ağanı öğme, nasıl bir adam olduğu
H... yerinde biliniyor !" diye içinden geçirdi.
YAĞMUr yAĞAR SEL ALIR GUBETE
GİDENİN SEVDİĞİNİ EL ALIR"devamı"
ekrem güneşli
Gök gürledi..Şimşek çakmaya başladı. Osman
"yağmur indirmeden köye varabilseydik !"dedi..
Ahmet, "Az bir yolumuz kaldı karındaş..şu tepenin
ardında Hüseyin ağanın köyü !" dedi..
İlk damlalar toprağa düştü. Yağmur kokusuna
yazılarda biten ,kekik ,peryavşanı, daha birçok
yabani ot kokusu karıştı...Yağmur, giderek hızını
artırmıştı, aşağıda bir yere, yeri göğü inleten çok
kuvvetli bir patlama, ile birlikte, gözü kör eden bir
ışık süzüldü, açıkta oldukları için , her an yıldırım
düşebilirdi...Atlar, yağmurdan, sucuk gibi ıslanmıştı
Birden kesildi yağmur, güneş açtı.
Osman, " Biraz önce ortalık sel sele gidiyordu
şimdi güneş açtı, Allah'ın hikmeti !" diye söylendi.
"Yaz yağmuru !"dedi Ahmet. Çocukluğumda,
yağmur yağarken bir tekerleme söylerdik, dur
bakıyım, neydi, hah, hatırladım, yağ yağ yağmur
teknede hamur, ver Allah'ım ver selli sulu yağmur.
Osman güldü. "Yahu Ahmet ? Nereden
bulursun bu antika lafları "dedi...
Ahmet, atı dizginledikten sonra, güldü.
"Bende daha ne gün görmemiş laflar var..."
Yağmurdan otlar daha bir yeşil görünüyordu.
Tepenin üstünde, sarı, kırmızı, mavi, mor yeşil
renlerden oluşan " ebem kuşağı" doğmuştu.
"Bak karındaş, tepenin üstüne bak, bu ebem
kuşağı bize uğur getirecek !" dedi..
Hüseyin ağa, iyice öfkelenmişti."Nerde kaldı
bu adamlar ? Millet, güreş görmek istiyor...Bunlar
dan da güreşçi olacak !" diye ağzına geleni
söylüyordu ki, iki atlı uzaktan göründü. Atlılar
yaklaşınca, "Nuri Ahmet pehlivanın yanındaki
şu delikanlı kim ?"dedi..
"Osman pehlivan ! Yaman pehlivandır !"
Gelenler ,atlardan indi. Hüseyin ağa, demin ağ-
zına geleni söyleyen o değilmiş gibi şimdi sırıtarak
"hoş geldiniz pehlivanlar !" dedi..
Ahmet , "Hoş bulduk Hüseyin ağa...Bu
karındaşım Osman pehlivandır...!"dedi.
"Pehlivanlar, size masa hazırlansın da, uzak
yoldan geldiniz, yimek yiyin !" dedi..Sonra,
"Nuri, aşçı kadına söyle, misafir geldi, yimek çıkar
sın !" diye talimat verdi.
"Şöyle buyurun ağalar !" diye boş bir masayı
gösterdi. Ahmet, ile Osman, oturdu. Nuri, masaya
yemek getirdi, koydu.
"Başka bir emrin var mı ağalar ?" dedi.
"Yok...Sağol Nuri efendi "
Osman, bir yandan yemek yerken bir
yandan da, masada yemek yiyen bir adama gözü
takıldı. Bu, , göbekli, siyah gözlüklü, badem bıyıklı
çil yüzlü bir adamdı.
"Şu adamı görüyor musun ? Milletvekili, bu
adama bir işim düştü, yüzüme bile bakmadı, ama
seçim zamanı gelip Milleti kandırırlar...!"
"Kabahat bizde karındaş, onları tepemize
çıkaran biziz...Adam gibi bir adam seçsek
Zübükzadeler zor çıkar ....!"
"Haklısın..." dedi Osman
Adam, kasılıyordu. Karşısında oturan eşraftan
bir adamla birşeyler konuşuyor, arada bir kasıkla
rını tuta tuta gülüyordu.
Osman, sinirlendi, kalktı milletvekilinin masa
sına gitti. " Beni tanıdın mı ?" dedi.."Hani meclise
gelmiştim...Adım Osman ! Benim oyumla seçilirsin
millete hava atarsın !" Ahmet, araya girdi, tatsız
bir olayı önledi. "Kusura bakma, arkadaş çok
sarhoş ta !" dedi..Sonra, Osman'ın koluna girdi
"Ne yapıyorsun yahu ! O adamın dokunulmazlığı
var ! Suçlu sen olursun !" diye uzaklaştırdı.
" Kusura bakma, kendimi tutamadım karındaş
Nuri geldi, " ağa, yorgunlardır, yataklarını yaptı
rıyım da yatsın !" dedi..
" Eyi olur ..."dedi Ahmet
* * *
Hüseyin ağanın kızı, Dilruba,ile amcasının
kızı Mihrican, pencereden, dışarı bakıyordu,
konağa yaklaşan, Osman ile Ahmet 'i gördüler
Dilruba, " Amca kızı, babamın söylediği pehlian-
lar ,bunlar olmasın sakın ?"dedi."Çok yakışıklılar,
şu, uzun boylu, esmer ,geniş omuzlu, tam bir erkek
"Gız, o Osman Pehlivan ! Bir düğünde
gördüm ..."
Osman,başını kaldırınca, iki kızın pencereden
kendilerine baktığını gördü. Gülümsedi.
Ağanın kızı olduğunu bilmediği Dilrubaya
gönlü akmıştı. "Karındaş, çaktırmadan bak...karşı
konakta iki kız bize bakıyor...Sarı saçlı, mor
kadife işlemeli olanı benim, yanındaki de senin
Nuri, onları karşıladı. Koca konak, kale gibi
korunuyordu. Etrafı yüksek duvarla çevrili konağın
demir kapısından girdiler...Sanki bir cennete gel-
mişlerdi. Bahçede her çeşit meyve ağaçları, süs
bitkileri, ve çam ,ladin ağaçları ile ortada büyük
bir havuz vardı. Havuzun etrafı, damarlı yeşil mer-
merden yapılmıştı, Hüseyin ağanın sabahları dinlen
diği çardak, ve çardağı geçince, yeşil çimenlerle
kaplı bir alan çıktı önlerine.
Osman, "Hüseyin ağa, çok zengin galiba !"
dedi.
Nuri, gülümsedi" Zengindir, ama fakir fukara
babasıdır da...!" dedi..
Osman, "ağanı öğme, nasıl bir adam olduğu
H... yerinde biliniyor !" diye içinden geçirdi.