Yabancı Basında Türkiye ve Osmanlılar

Elif

Onur Üyesi
Pro Üye
12 Temmuz 2006
35.022
30.381
60
Dis-basinda-osmanlilar.jpg


Bu günlerde bir hikmettir yabancı basına müptela olduk, Osmanlıların ayak izlerinde, cilt cilt gazete kütükleri arasında geziniyoruz.

17. asırdan bugüne değin uzanan bir yelpazede, eski gazete sayfaları arasında dolanmak, Türkiye ve Osmanlı’ya dair haberleri kovalamak, adeta “zaman makinesina” binmek gibi. Hele ki söz konusu yabancı basın olunca, Avrupa’dan Amerika’ya hatta Avusturalya’ya Dünya coğrafyasının muhtelif yerlerine bir “eski zaman hayaleti” misali savruluyor insan.

Yazan: Burhan Çağlar
Yer yer hayrete sevk eden, hüzünlendiren, gülümseten ama mutlaka düşündüren pek çok haberler dökülüyor gazete kütükleri arasından. Hiç ummadık sayfalardan çıkan bu haberlerin kimine “kolpa” deyip geçerken, kiminin bariz dedikodulardan nasıl akıllara seza haberler çıkarıldığına hayret ediyoruz. Dedikodu, hakikat veya “martaval” işin ehline her biri tarihe açılan bir gizli geçit, eskiye dair vesika.

Hele ki fotoğraflar, karakalem çizimler, şehr-i İstanbul’un gravürleri ve bunların hemen altıda muhabirlerin, seyyahların, yolcuların Osmanlı ülkesine dair egzotik anlatıları. En sıradan olayları, vaka-ı adiye’den konuları bile tutup yakalayan bakış açıları. Okuyup göz gezdirdikçe eski dünyanın farkına daha iyi varıyor insan ve “dünya eskiden ne de büyükmüş” demekten kendini alamıyor. İşte bunlardan bazıları:

Turkish-English-Copy-2-300x107.jpg
“Türk Dili: Osmanlıca’dan İngilizce’ye Geçen Kelimeler”

(Bismarck Daily Tribune, (Bismarck, ND) 28 Eylül 1878)



En gelişmiş ulaşım vasıtalarının buharla çalıştığı, en hızlı iletişim araçlarının ise telgrafa dayandığı bir zamanda, henüz daha kimsenin ne aklında nede fikrinde “Güneş dil teorisi”nin olmadığı bir dönemde, 19 asrın sonlarında Osmanlı dünyasından çoook uzaklarda New York’da Türkçe’ye heves etmiş bir meraklı.



Bu gün bizim “yoğurt” deyip akan suları durdu addettiğimiz bir konuda, New York Times‘taki köşesinde “Osmanlıca’dan İngilizce’ye girmiş kelimeler” başlığıyla kalem oynatıyor.” Mesela onlarda ‘kedi’ bizde ‘kitty’ onlarda ‘kanun’ bizde olmuş ‘canon” diyor. Veya “chin” ile “çene”, “çok” ile “chock full” arasında bağlantı kuruyor.



O zamanda bu kadar uzaklardan Türkçe öğrenmek pek zor olsa gerek yazarımızın iyice kafası bulanmış “bol” ile “bowl”, “boş” ile “bosh” arasında benzerlikler arıyor. Fakat eklemeden de geçmiyor “kabak” ile “cabbage”, “koca” ile “codger” arasından bir şey aramayın farklı şeyler diye…


16 Nisan 1863 tarihli L’Univers illustré gazetesinin Sergi-i Umumi-i Osmani’yi duyuran ilk sayfası.

Yazı, Amazon’un ‘amma uzun’dan, Niagara’nın ‘ne yaygara’dan Iowa’nın ay-ova dan türediği (!) efsanelerinin henüz kimsenin aklına gelmediği 1887 dünyasından, uzak ülke Amerika’dan Osmanlıya bir kesit bakış.


Sergi-i Umumi-i Osmani “Türk Sergisi”



Şark Güzel Sanatlar sergisi, hünkâr hazretlerinin katılımı ile 27 Şubat Cuma günü At Meydanında (Sultanahmet) açıldı diyerek söze başlayan muhabir, sergiye yoğun ilgi gösteren Müslüman ve Hıristiyan katılımcıların muazzam bir törene şahitlik ettiklerini yazıyor.



Sadrazam, Serasker, Hariciye Nazırı, Mısır Hıdivi ve diğer saray görevlilerinin protokolde bulunduğu açılışta Saray baş imamı Hayri efendinin hünkâr hazretlerinin “lütfu ü keremine” ettiği hayır dualara herkesin yüksek sesle “Âmin” diye karşılık verdiğini belirtiyor. Sultanahmed camii, meydanı, sergi binası ve sergiye dair bazı bilgilerden sonra yazısının nihayetine varan muhabir, son kertede “Türklerin en ufak bir inkişafa ve hatta terakkiye ne kadar muhalif olduklarını” hatırlatarak ile belki de kendince bir de “gol” atıyor.



(Illustrated London News (London, England), Saturday, April 11, 1863) Gazete nüshası görmek için tıklayınız


İlk Osmanlı Parlamentosunun Toplanışı, (The Graphic Gazetesi, Londra, 7 Nisan 1877, s. 8) Orginal nüsha için tıklayınız

Osmanlı Parlamentosu

Yabancı gazetelerin sayfasında gezinirken, 1877 sonrası bir dönen için Osmanlı Parlamentosuna dair haberlere yer yer denk gelmek de pek muhtemel. Dış basına mensup muhabirlerin, parlamentonun faaliyetlerini yakından takip etmesi, hemen tüm oturumlara katılması, hatta tartışmalara ilişkin geniş özetler vermesi dikkat çekici. Hakkı Tarık Us bey’in yayınladığı Osmanlı meclis zabıtlarını birde başka bir kaynaktan veya başka bakış açısından okumak isteyen araştırmacılar için “frenk muhabirlerin” telgrafla gün be gün geçtiği bu haberler faydalı olabilir.

1876 yılında ilan edilen anayasaya göre oluşturulan Osmanlı Parlamentosu 31 Mart 1877’de çalışmalarına başlamıştı. Meclis binası olarak ise Ayasofya Camii’nin yanında bulunan Darülfünun tahsis edilmişti. Dolayısı ile ilk Osmanlı Parlamentosu faaliyetlerinin burada sürdürdü.


Çırağan yangını sonrası Avrupa ve Amerika basınında çıkan haberler

1908’da açılan ikinci Osmanlı Parlamentosu için ise 1909 yılında Çırağan Sarayı uygun görüldü ve meclis buraya taşındı. Ancak geçirilen bir yangın sırasında hem saray hem de tutanakların çoğu yandı. Daha sonra Hakkı Tarık Us Bey çeşitli kaynaklara dayanarak bu zabıtları tekrar derledi ve Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi adı ile yayınladı.

Mecliste Donanma Tartışmaları

Sultan Abdülaziz zamanında en modern gemilerle, makine ve silahlarla teçhiz edilen Osmanlı donanmasının Sultan Abdülhamid döneminde “Haliç’e demirleyerek çürümeye terkedildiği” ezelden beri anlatılagelir. Fakat kuvvet ve kudretine methiyeler dizilen Sultan Aziz zamanının donanmasının 93 harbi sırasında gösterdiği başarısızlık ise hemen herkesin malumudur.

Gelin bu konuya The Times ve The GuardianGazeteleri üzerinden kulak kabartalım.Gazetelerin “kısa zaman önce açılmış olmasına rağmen adeta bir profesyonel gibi” çalıştığını belirttiği, vekillerin şahinliğine övgüler dizdiği Osmanlı parlamentosunda, “donanma” konusunda verilen bir gensoruyu ve 93 harbi sırasında donanmanın durumunu Avrupa basınından’danokuyalım.

Karadeniz sahillerinde seyrü sefer yapan Mersin Vapuru Rus Gemileri tarafından kovalanıp ateş açıldı. Daha sonra ele geçirilen vapur, Rus gemilerine bir halatla bağlanarak yedeğe alınarak götürüldü. Rus gemilerinin Osmanlı sahillerinde aniden belirmeleri ve taarruza geçmeleri ise sanki Mersin Vapuru güzergâhının önceden Ruslara bildirildiği intibaını uyandırdı.” (The Times, 14 Ocak 1878 s. 5.)

“Sık sık arızalanan ve tamire alınan, Osmanlı Donanması’ndaki gemileri saymak için neredeyse bir elin parmakları yeterli.” (The Times, 15 Ocak 1878, s. 5.)
Donanın başarısızlıkları ile ilgili meclis tarafından hakkında gensoru verilen Bahriye Nazırı Said Paşa zor sorularla başa çıkmaya çalıştı. Said Paşa, 3 saat boyunca çapraz sorularla terletildi fakat hepsine tatminkâr cevaplar verdi.” (The Guardian,14 Ocak 1878 s. 5)
Osmanli-Bahriyesi-300x190.jpg

The Guardian haberine şöyle devam ediyor; “Hakkında meclisin gensoru verdiği Bahriye Nazırı Said Paşa 5 Ocak 1878 günü Meclis-i Mebusân’a geldi. Milletvekilleri adına soruları Nâfi Efendi yöneltti. Paşa’ya donanmanın gücü ortadayken ve Karadeniz’deki Rus sahillerinin ablukaya alındığı resmen ilân edilmişken bazı Rus gemilerinin (İstanbul) Şile’ye kadar gelerek top atışında bulunmaları ve hatta Trabzon – Sinop sahillerine tecavüze kalkışmaları soruldu.Ayrıca, Mersin Vapuru yağmalanırken Osmanlı donanmasının nerede ve neyle meşgul olduğu, Mersin Vapurunun birinci kaptanının Dalmaçyalı ikinci kaptanının Rus asıllı olduğuna dair dedikoduların döndüğü, bu halde bir hıyanetin söz konusu olup olmadığı gibi hususları cevaplaması istendi.”(The Guardian , 23 Ocak 1878, s. 6.)

Bahriye Nazırı İngiliz Said Paşa



İngiliz” Said Paşa’nın Cevabî Konuşması
Said Paşa, sorulara cevaben, abluka konusuna o kadar uzun Rus sahillerinin parmaklık gibi örülemeyeceği söyledi ve Rusya’nın birkaç tane gayet süratli gemileri olduğunu ve hızına yetişilemediğini belirtti. Ayrıca Kırım savaşı sırasında bütün müttefik donanmalarının Karadeniz’de olduğu halde Rusların yer yer fırsat bulup Osmanlı sahillerini vurduğunu hatırlattı.”



“Ardından bütün bahrî kuvvetlerin on iki bölük gemiden ibaret olduğu, bunlarla Batum’dan Venedik Körfezi’ne kadar olan bütün sahillerin muhafazaya çalışıldığı cevabını verdi. Zaman zaman bu gemilerin de tamire muhtaç olarak hizmet dışı kaldığını, yine de bu gayretleri olmasa Rusların şimdiye kadar Karadeniz’i zapt etmiş olacaklarını söyledi. Bundan başka kömür konusunda savaşın başından itibaren Zonguldak’tan 200.000 ton kömür çıkarıldığını, bunun nakliyatının da gemilerle yapıldığını ve Karadağ’a kadar gönderildiğini bildirdi. (The Guardian , 23 Ocak 1878, s. 6.)”


Seyyar Satıcılar ve Simitçi Esnafı

Yabancı gazetelerin çeşitli sayfalarında, farklı nüshalarında mütemadiyen karşımıza çıkan, doğunun “egzotik” kültüründen, Osmanlı’dan veya İstanbul’dan bahsedilirken değinilmeden geçilmeyen bir konu da sokak satıcıları. Betimlemelerle, yer yer kara kalem çizimlerle, gazete satırlarına ve sayfalarına taşınan seyyar satırcılar hakkında türlü hikayeler yer alıyor.

Dondurmacısı, şekercisi, sucusu, kâğıt helvacısı ve tabi mutlaka simitçisi vaz geçilmez sokak satıcıları. Bunlardan en ilginci karakalem çizimlerinin özene bezene yapıldığı her halinden belli olan seyyar simitçiler. Hemen her simitçi kartpostalı, resmi, çizimi altında yazan aynı açıklama; “Turkish cake-seller” –kek satıcısı– insanı ister istemez yüzyıllar öncesi ile konuşturuyor “bir lokma da olsa hiç mi tadına bakmadınız”.


Ya o devrin simitleri çok tatlıydı, ya da çizerimiz hiç tadına bakmadı. Belki de okuyucuların ağzına çok daha tanıdık bir tat çalmak için böyle isimlendirdi. “Turkish Cake” (Türk Keki): Simit. London News (Londra, İngiltere), 20 Ocak 1849, Gazetenin nüshası için tıklayınız

Yabancı Basında Sultan Hamid ve Zamanı

Herhalde son dönem Osmanlı tarihi içerisinde, Sultan II. Abdülhamid, ismiyle devri tesmiye olunan tek hükümdar; “Hamidyen dönen.” Sultan Hamid’in uzun süren saltanatı devrini dış basından okumak, mesnetli, mesnetsiz yer yer “laubali” bir cümle habere göz gezdirmek hayli girift ve meşakkatli. Gelin bu sefer Osmanlı dünyasından çok uzaklara, günler, kıtalar ve hatta mevsimler ötesine uzanalım ve Avusturalya basınında Sultan Hamid’e dair çıkan birkaç habere göz atalım.

Jurnallere ne oldu?



İbnül Emin Mahmut Kemal Bey Son Sadrazamlar adlı eserinde Jurnallerin akıbetini şöyle anlatır. Yıldız Sarayından alınan jurnal evrakının bir kısmı Babıali’deki bir komisyona gönderilerek tetkike başlanış, diğer kısmının da tasnif ve inceleme için aralarında benim de bulunduğum vekil ve nazırlardan oluşan bir komisyona havale edildi.



Bu komisyonda Sultan Abdülhamid’in yüzlerce sandık dolusu jurnalini incelerken nice hafiyelerin isimlerine, nice devletlülerin ahvaline vâkıf oldum. Evrak içinde öyle acayip arîzalar, layihalar arzuhaller gördüm ki akıllara hayret verir.



Fakat bir gün Harbiye nazırı Enver Paşa, tarihe ihanet sayılabilecek kadar münasebetsiz bir emir ile bir gece bütün evrakı Harbiye nezareti önündeki meydana yığdırarak yaktırdı. (Son Sadrazamlar, 1940:İstanbul , C.3. s. 1280, 1150, C.4., s. 2100)




Abdülhamid’in Jurnalleri: Pandora’nın Kutusu

Abdülhamid’in Arşivi: Pandora’nın Kutusu” başlıklı yazıda Sultan Hamid’e verilen jurnallerim akıbetine değiniyor: “Geçen yıl Jön Türkler Yıldız’ı ele geçirdiklerinde Abdülhamid’in elmas ve hazinelerinin yanında jurnallerine de sahip oldular. Harbiye Nezaretine nakledilen bu evrakların değerlendirilmesi için bir komisyon kuruldu fakat şimdiye kadar yarısına yakını ancak incelenebildi.

Aslına bakılırsa eski rejimin bu mirası bir noktada yeni yönetimi de tehdit ediyor. Zira Yıldız’a jurnal verenlerin arasında Nazırlar, vekiller, elçiler, hatta başvekiller var. Dolayısı ile Abdülhamid’in Jurnal arşivi şimdiden bir problem olmuş durumda.

Şimdilik hükümet bu konu hakkında pek renk vermiyor fakat konu parlamentonun gündemine düştü bile. Önceki gün bir vekil bu arşive dayanarak bir diğer vekille “djournaldji” (jurnalci) başka bir değişle gammaz ithamında bulundu. Bu ithama muhatap olan ise söz alarak bunun ispatını istedi ve sözlerine devam ederek meclisteki asıl gammaz “vekillerin” isimlerini sıralamaya başladı. Fakat sözü kesilerek konuşması engellendi.

Ardından Sultan Hamid’devrinden kalan bütün jurnallerinin yayınlanması için mecliste teklif verildi fakat meclis başkanı oturumu erteleyerek oylamayı engelledi. Görünen o ki yakın bir zamanda meclisin bu yönde bir karar alması da pek muhtemel değil.

Bu durumda genel kanaat jurnallerim hepsinin imha edilerek bu kötü geçmişe ait kayıtların yok edilmesi yönünde. İktidar partisinin bu kayıtlara dayanarak muhalifeti veya muhalefet vekillerine baskı altına almaya çalışması ise en kabul edilemez olanı.”

Jurnal_Hamid.png


Abdülhamid’in Jurnalleri: Gizli dokümanlar sınıflandırılıyor

Yıldız Sarayında ele geçirilen, Türkiye’nin eski Sultanı Abdülhamid’e ait 360 klasör gizli belge (jurnal) kurulan komisyon tarafından sınıflandırılıyor. Ancak belgelerin yayınlanması pek çok devlet memurun suçunu ifşa edeceğinden bunun korkusu şimdiden bir tedirginlik oluşturdu. Geçtiğimiz günlerde millet meclisinde bu konuda sert tartışmalar oldu ve başvekil Hakkı Paşa bu belgelerin imha edilerek bu nahoş geçmişe sünger çekilmesi lehinde konuştu. Abdul Hamid’s Espinoage, The Sydney Morning Herald, 20 Mayıs 1910, s. 6.



Abdülhamid’in Jurnallerinin Yayınlanmasına Karar Verildi

“Türk hükümeti, Abdülhamid’in jurnallerinin yayınlanmasına karar verdi. 500 kutudan oluşan belgeler Yıldız sarayında Abdülhamid’in yatak odasının yanında bulunan odada ele geçirilmişti. Belgeler 33 yıl içindeki kanunsuzlukları ve politik entrikaları oratya çıkaracak” Ex-Sultan’s Journals, Kalgoorlie Western Argus, 9 Ocak1912, s.29.

Orjinal nüshaları görmek için tıklayınız

Padişah’ın Mücevherleri

Bilindiği üzere Sultan Abdülhamid tahtan indirildikten sonra şahsi emlakı devletleştirildi. Mücevherleri ise İttihad ve Terakki’tarafından Pariste çeşitli zamanlarda müzayedeye çıkarıldı ve haraç mezat satıldı. Parası ise güyâ (!) Donanma Cemiyeti’ne bağışlandı. Yani bir zamanlar, borç karşılığı Avrupa’ya rehine verilen ve Sultan II. Abdülhamid’in parasını ödetip rehinden kurtardığı Osmanlı hanedan mücevherleri, bu sefer yine Avrupa’da, yeni iktidar tarafından satıldı. Sonradan bu mücevherlerin bazısı Amerikan National Museum of Natural History tarafından toplanarak teşhire kondu. Sultan’un mücevherlerinin satışı yabancı basınında da irili ufaklı yer tuttu. Bu konudaki gazete sayfalarına yansıyan bazısı ilginç yer yer laubali haberlerden birkaç şöyle:

Abdülhamid’in Mücevherleri

Sultan Hamid’in mücevherlerinin mezatta çıkarıldığı Paris’teki müzayedeye değerli taş komisyoncularından sermaye sahiplerine uluslararası bir katılım oldu. Müzayedede fiyatlar giderek yükseldi ve günün sonunda toplam 106.000 pound ile en yüksek seviyelere tırmandı. Sabık Sultan’ın mücevherlerinin ulaştığı bu harika fiyat ilgi ile karşılandı. Satışta olası bir hırsızlık girişimine karşı da güvenlik önemleri alınarak 40 küsur polis salona serpiştirildi.



Mezatta günün şampiyonu ise üç dizi inci ve 3 harikulade kopçalı ışıl ışıl bir gerdandık oldu ve 36.800 pounddan alıcı buldu. İncilerle bezeli armudî biçimli bir çelenk taç ise 314.914 pounda satıldı. Diğer bütün gerdanlıklar toplam 10.080 pounda yeni sahiplerini buldu. Abdul Hamid’s Jewels, Sunday Times, 14 Ocak 1912.

Abdul’ün Elmasları:
Türkiye’nin eski Sultanı Abdülhamid’in 1908’da 70.000 pound a satın aldığı meşhur Mavi Elmas Paris’te 16.000 pounda satıldı. Bu parça en harikulâde renkteki elmas olarak biliniyor. Abdülhamid’in haremindeki kadınlara ait diğer 6 parça elmas da 22.000 pounda elden çıkarıldı. Abdul’s Diamonds, The Advertiser, 26 Haziran 1909, s. 12.


Havadan çekilen ilk İstanbul fotoğrafı (The Times, 15 Nisan 1922, s.9)- Kırmızı çember içindeki bina bu gün artık olmayan “eski darülfünun” binası yada yanmadan önceki işleviyle ilk Osmanlı parlamentosu.-İşgal donanması Haliç’in ağzında Beşiktaş sahil saraylarının önünde demirlemiş.-Sahilyolu (Kennedy Caddesi) henüz yok, Yedikule, Samatya, Kumkapı, Ahırkapı, Cankurtaran’da surlar hala deniz çizgisinde.


Sultan Abdülaziz’in Hal Edilmesi (The Penny Illustrated Paper and Illustrated Times10 Haziran 1876) Tamamını indirmek için tıklayınız

“Sultan Abdülaziz’in tahtan düşürülmesinde rolu olanlar, devletin bütün buhranlardan ve belalardan kurtulacağını adediyordu. Fakat bilakis bu olay hiç bir fayda sağlamadığı gibi memleketin genel durumunu daha da ağırlaştırdı. Tahtan indirme şekil bakımından Avrupa hükümdarlarına da son derece tesir etti. -Noya Fraye Prese- gazetesinin haberine göre, Rus imparatoru Aleksandr, Sultan Aziz’in tahtan düşürülüş şeklini işitince, aynı felakete maruz kalabilme korkusuyla duyduğu derin üzüntüden düşüp bayılmıştı.

İmparator ayıldığında 10 dakika kadar sessizliğini sürdürdükten sonar ‘Sultanın talihine teessüf etmemek elimden gelmediyor’ demiştir. (Son Sadrazamlar, C.II, s.562.)

&nbsp

Sultan Abdülaziz’in bir darbe ile tahtan indirilmesi, kendinin ve eşinin ağır hakaretler görmesi ve nihayet şüpheli vefatı üzerine, sabık padişahın kayınbiraderi Çerkez Hasan Bey bu karanlık olayda parmağı olanlardan intikam almak amacıyla o gece bakanlar kurulu toplantısını bastı.Baskın sırasında hareme kaçan Mithat Paşa ve kilere saklanan Mahmud Celaleddin Paşa hariç darbede başı çeken 5 devlet adamını öldürerek 10 kişiyi yaraladı.

Özellikle Hüseyin Avni Paşa’nın ölümü ile bu kabine baskını olayının şahsından adeta Osmanlı tarihinin akışı değişti.Ertesi gün Çerkez Hasan Bey, Et meydanındaki, Yeniçerilerden kalma çınara asılarak apar topar idam edildi. Sultan Abdülhamid tahta geçtiğinde ise bu idam sebebiyle çıkarı kökünden söktürdü.Tam o günlerde Londra’da yayınlanan bir İngiliz gazetesi bu olayı ve idam hadisesini işte bu gravür ile sayfalarına taşımıştı. (Execution of Hassan Bey at the Seraskerate, Constantinople. Illustrated London News, 8 Temmuz 1876, s.32.)





Dis-basinda-osmanlilar.jpg




tarihvemedeniyet.org
 
X