Czeslaw Milosz (1911-)
Hukuk öğrenimi gördü. "Zagary" grubunun kurucularındandır. Savaş sırasında Romanya'da, Vilno'da ve pek çok gizli kültürel örgüt etkinliklerine katıldığı Varşova'da bulundu. Savaş sonrasında diplomat olarak New York, Washington ve Paris'te görev yaptı. 1951 yılında sığınma hakkını kullanarak, ülkesine dönmedi.1960'da Amerika Birleşik Devletlerine yerleşti. Berkeley Üniversitesinde Rus ve Polonya edebiyatı dersleri verdi.
1980 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü aldı. Ancak eserleri çok uzun yıllar Polonya Halk Cumhuriyetinde yasaklanmıştı.
Poemat o czasie zastyglym (1933) ile başlayan sanat yaşamı,hemen sonra yazdığı Trzy zimy (1936)adlı şiir kitabı ile belacı bir yaklaşıma bürünmüştü. Üçüncü şiir kitabı Wiersze (1940) adını taşıyordu. Savaş sırasında yazdığı bu şiirleri Jan Syruc adı ile yayınladı. Daha sonra Ocalenie (1945) adlı eserini yazdı. Washington'da bulunduğu sırada Traktat moralny (1947) adlı şiir kitabını yazdı. Bunu Swiatlo dzienne (1953) izledi.Şiir sanatında en olgun dönemini, Traktat poetycki (1957), Król Popiel inne wiersze (1962), Gucio zaczarowany (1965), Miasto bez imenia (1969), Gdzie wschodzi slonce i kedy zapada (1974), Utwory poetytckie (1976) ile ulaştı. Hymn o Perle (1982), Kroniki (1988),Dalsze okolice (1991), Na brzegu rzeki (1994), Piesek przydrozny (1997) ile şiir sanatında varolduğunu ve her zaman var olacağını göstermiştir.
Milosz'un denemeleri çoktur. Ancak bunlardan bir kaç tanesini şöyle saymak mümkün: Zniewolny umysl (1953), Rodzinna Europa (1959), Widzenia nad Zatoka San Francisko (1969), Ziemia Ulro (1977), Swiadectwo poezji (1983), Metafizyczna pauza (1989), Rok mysliwego (1990), Szukanie Ojczyzny (1992), Abecadlo Milosza (1997) Zycie na wyspach (1997), Inne abecadlo (1998)
Dolina Issy adlı 1955 de yazdığı otobiyografik romanın yanı sıra, 1969 da hazırladığı, The History of Polish Literature adlı edebiyat tarihi kitabı 1993'de Leh diline çevrilmiştir.
Zbigniew Herbert başta olmak üzere, pek çok Polonyalı şairi İngilizce'ye çeviren Czeslaw Milosz kışın Kalifornia'da yazın ise ancak 1990'dan sonra dönebildiği ülkesinde (Krakov'da) yaşamını sürdürüyor.
Campo Dı Fiori
Roma, Campo Dı Fiori;
Zeytin ve limon sepetleri,
Şarapla yıkanmış,
Çiçeklerle bezenmiş kaldırımlar,
Masalara saçıyor satıcılar
Pembe ürünlerini denizin,
Siyah üzüm salkımlarını,
Tüyleri üzerine düşen şeftalilerin.
İşte tam bu meydanda
Yakıldı Giordano Bruno;
Tutuşturdu cellat,
Bakışları altında, meraklı serserilerin
Ve daha sönmemişti alevler,
Doluverdiğinde tavernalar;
Başlarında zeytin ve limon sepetleri,
Ortalıkta dolaşırken satıcılar.
Varşova, güzel bir bahar akşamı;
Anımsadım Campo di Fiori'yi,
Atlı karıncaların yanı başında;
Neredeyse sıçrayıverecekti
Parlak gökyüzüne genç çiftler,
Gizlerken kıvrak bir ezgi,
Getto'nun duvarları ardında
Patlayan silah seslerini.
Ve havada yakalıyordu
Atlı karıncalarda eğlenenler,
Rüzgarın yanan binalardan getirdiği
Siyah kurum tanelerini.
Ve yangınlardan gelen rüzgar,
Savuruyordu genç kızların eteklerini.
Varşova'da güzel bir pazar günü
Neşeyle gülüyordu insanlar.
Anlayan çıkar mı dersiniz bu tarih dersini,
Varşovalıların ya da Romalıların
Odun yığınlarını görmezden gelerek,
Alışveriş yapmalarını, eğlenmelerini ve sevmelerini.
Belki de başka biçimde yorumlar birisi;
Çabucak unutmasını insanların,
Ve daha sönmeden alevler,
Her şeyin silinip gitmesini.
Daha o zamanlar düşünürdüm
Ölenlerin yalnızlığını,
Ve sehpaya çıktığında
Bulamadığını tek bir sözcük,
Giordano'nun veda edebilmek için
Geride kalanlara.
Koşup gidivermişlerdi şarap içmeye,
Neşeyle söyleşerek,
Beyaz deniz yıldızlarını,
Zeytinlerini ve limonlarını satmaya.
Artık çok uzaklardaydı Giordano,
Yüzyıllar geçmişçesine aradan;
Oysa yok olup gitmesini izlemek,
Yalnızca sürmüştü bir an.
Çoktan unuttu dünya,
Sahipsiz ölüp gidenleri;
Uzak gezegenlerden gelmişçesine,
Yabancı kaldı bize sözcükleri.
Artık bir söylence olacak tüm bunlar,
Ama bir başka Campo di Fiori'de
Sözcükleriyle bir başkaldırı başlatacak ozan,
Yıllar geçince aradan.
Ocalenie 1945
Porselene Ağıt
Dere kenarında yayılıp kalan,
Pembe tabakçıklarım benim,
Çiçekli fincancıklarım,
Tanklar geçerken oradan.
Küçük bir yel üzerinizden uçuyor,
Yağıyor kuştüyü yorganın tüyleri.
Kara izlerin üzerine, üzerine vuruyor
Kırılmış elma ağacının gölgeleri.
Baktığın toprak kaplanmış da
Kırıntı köpükleriyle dalga, dalga
Efendim ,hiçbir şeye yanmam ya
Çok acıyorum porselen takımlara
Ucu ucuna kalkıyor sabah
Ufuk çizgisi üzerinde
Duyuluyor toprağın inlediği yerde
Küçük tabakçıkların çıtırtıları ah.
Ustaların paha biçilmez düşleri
Donmuş kuğuların tüyleri
Yerin dibine giriyor
Bırakmadan geriye hiçbir anı izleri.
Ben de zar zor kalkıyorum sabah
Dolaşıyorum dalgınım da
Efendim hiçbir şeye yanmam ya
Çok acıyorum porselen takımlara.
Düzlük, hani ta uzanan Güneşin kıyılarına
Kaplı porselen kırıklarıyla
Kepir köpür kalın katmanlarıysa
Çatırdıyor botlarımın altında
O sizin yalancı parıltılarınız
O sevinçli boyalarınız
Şimdi lekelendi ha
Pıhtılaşmış o korkunç boyayla.
Yatıyorlar taşsız mezarlarda
Kulpçuklar, ibrikler fincanlarla
Efendim hiçbir şeye yanmam ya
Çok acıyorum porselen takımlara.
Swiatlo dzienne-1953