Vücudumuzu Tanıyalım Bilgi Ve Paylaşım Alanı

Nevreste

Yeniden ☀
Yönetici
Editor
16 Ağustos 2010
293.893
604.809
43
Duyu Organlarımız (Göz,Kulak,Burun,Dil ve Deri) DUYU ORGANLARI :



Çevreden gelen uyarıları (ışık, ses, koku, tat, sıcaklık, soğukluk, dokunma) algılayan organlara duyu organı denir. İnsanlarda göz (görme duyu organı), kulak (işitme duyu organı), burun (koku alma duyu organı), dil (tat alma duyu organı) ve deri (dokunma, hissetme duyu organı) olarak beş duyu organı bulunur. Duyu organları, çevreden gelen uyarılara göre özelleşmiş (farklı özelliklere sahip) hücrelerden yapılmıştır. Duyu organlarında bulunan ve çevreden gelen uyarıları algılayabilen hücrelere duyu hücreleri veya duyu almaçları veya reseptör denir.


Duyu organları tarafından algılanan uyarılar duyu sinirleri ile beyindeki duyu merkezlerine (görme duyu merkezi, işitme duyu merkezi, koku alma duyu merkezi, tat alma duyu merkezi, dokunma, hissetme merkezi) iletilir. Beyindeki duyu merkezleri, duyu organlarından gelen uyarıları değerlendirir ve cevabını hareket (motor) sinirleri ile ilgili organa gönderir. Böylece çevreden gelen uyarılar (duyular) algılanmış olur.


1- GÖZ (GÖRME DUYU ORGANI) : Göz, görme duyu organıdır. Göz, kafatasının önündeki göz çukuru (yuvarlağı) içinde bulunur. Gözde görme olayını sağlayan görme duyu hücreleri ile görüntüyü beyne iletebilen görme duyu sinirleri bulunur. Gözdeki görme duyu hücreleri tarafından alınan uyarılar (duyular = görüntüler), görme duyu sinirleri ile beynin görme duyu merkezine iletilir ve gelen uyarılar (duyular) burada değerlendirilerek görme olayı gerçekleştirilir.


a) Gözün Bölümleri : Göz, dıştan içe doğru sert tabaka (göz akı), damar tabaka ve ağ tabaka (retina) olmak üzere üç kısımdan oluşur.


1- Sert Tabaka


(Göz Akı) : Gözün en dış kısmındaki gözü dıştan saran, gözü dış etkilerden koruyan beyaz renkli koruyucu tabakadır. Sert tabakada kan damarları bulunmaz. Sert tabaka gözün ön kısmında küreselleşerek saydam tabakayı oluşturur.


• Saydam Tabaka (Kornea) : Sert tabakanın gözün ön kısmında küreselleşmesiyle oluşan tabakaya saydam tabaka denir. Saydam tabaka göze ışığın ilk geldiği yerdir. Saydam tabaka göze gelen ışığı kırarak göz bebeğine düşürür.

2- Damar Tabaka :


Sert tabaka ile ağ tabaka arasında bulunan tabakadır. Damar tabakanın yapısında çok sayıda kılcal kan damarı ve siyah renk pigmentleri (tanecikleri) bulunur. Damar tabakadaki kan damarları göz hücrelerini besler, siyah renk pigmentleri ise gözünün içinin karanlık olmasını, yansıma olmamasını ve net görüntü elde edilmesini sağlar. Damar tabaka gözün ön kısmında iris ve göz bebeğini oluşturur.


• İris : Gözün ön kısmında, düz kaslardan yapılan renkli (siyah, kahverengi, mavi, yeşil, ela) tabakadır. İris dışarıdan gelen ışığın miktarına göre büyüyüp küçülerek göz bebeğinin büyüyüp küçülmesini sağlar.


• Göz Bebeği : Gözün ön kısmında ve irisin ortasında bulunan açıklıktır. Göz bebeği, göze gelen ışığın gözün iç kısmına ilk girdiği yerdir. Göz bebeği, iris sayesinde büyüyüp küçülerek göze giren ışık miktarını ayarlar. Göze fazla ışık gelirse iris incelir, uzar, genişler ve bu sayede göz bebeğini küçülterek göze az ışık girmesini (ve yansıma olmayıp net görüntü oluşmasını) sağlar. Göze az ışık gelirse iris kısalır, daralır, küçülür ve bu sayede göz bebeğini büyülterek göze fazla ışık girmesini (net görüntü oluşmasını) sağlar.


3- Ağ Tabaka (Retina) :

Gözün en iç tabakasıdır. Gözdeki görme duyu hücreleri bu tabakada bulunur, görme duyu sinirleri bu tabakadan çıkar ve görme olayı bu tabakada gerçekleşir. Görme duyu hücreleri ağ tabakanın her yerinde bulunabilir ve bu nedenle görüntü ağ tabakada herhangi yerde oluşabilir. Fakat en net görüntü sarı benekte oluşur. Ağ tabakada bulunan görme duyu hücreleri çubuk (çomak) ve koni şeklinde olabilir. Çubuk şeklindeki görme duyu hücreleri az ışıkta (karanlıkta) siyah ve beyaz renklerin görülmesini, koni şeklindeki görme duyu hücreleri fazla ışıkta (aydınlıkta) diğer renklerin görülmesini sağlar. Ağ tabaka gözün ön kısmında göz merceğini oluşturur. Sarı benek ve kör nokta da ağ tabakada bulunur.

• Sarı Benek (Sarı Leke) : Ağ tabakada en net görüntünün oluştuğu yerdir ve göz bebeğinin tam karşısında bulunur. Görüntü sarı benekte ters olarak oluşur.

• Kör Nokta : Sarı beneğin altında bulunan, görme duyu sinirlerinin gözden çıktığı yerdir. Kör noktada görme duyu hücreleri bulunmaz ve burada görüntü oluşmaz.

• Göz Merceği (Lens) : Ağ tabakanın gözün ön kısmındaki bölümüdür. Göz merceği, göz bebeği ve irisin arkasında yer alan ince kenarlı bir mercektir. Göz merceği ağ ve damar tabakaya (kirpiksi) kaslar sayesinde bağlanmıştır. Göz merceği, göz bebeğinden gelen ışınları, (kirpiksi) kaslar sayesinde incelip şişkinleşerek kırar ve sarı benek üzerine düşürür. Bu sayede göz uyumunu gerçekleştirir.

b) Göz Uyumu :

Bakılan cismin uzaklık ya da yakınlığına göre göz merceğinin kaslar sayesinde incelip şişkinleşerek (kalınlaşarak) cismin görüntüsünü sarı benek üzerine düşürmesine göz uyumu denir. Yakındaki cisimlere bakıldığında göz merceği kasılarak şişkinleşir ve görüntüyü sarı benek üzerine düşürür. (Göz merceğinin şişkinleşmesi için kirpiksi kaslar gevşer. Göz merceği şişkinleşince yarıçapı küçülür, odak uzaklığı küçülür, kırıcılığı artar ve ışınları daha çok kırar). Uzaktaki cisimlere bakıldığında göz merceği gevşeyerek incelir, uzar ve görüntüyü sarı benek üzerine düşürür. (Göz merceğinin incelmesi için kirpiksi kaslar kasılır. Göz merceği incelince yarıçapı büyür, odak uzaklığı büyür, kırıcılığı azalır ve ışınları daha az kırar). Göz merceği her uzaklıktaki cisimler için göz uyumunu gerçekleştiremez. Göz merceği göze 25 cm ile 13 m uzaklıkta bulunan cisimler için göz uyumunu gerçekleştirebilir.

c) Gözün Yardımcı Organları (Bölümleri) :

1- Göz Kapakları : Gözü dış etkilerden korur ve (göz kırpma sayesinde) gözün nemli kalmasını sağlar.
2- Kaşlar : Alından gelen teri tutarak göz inmesini önler. 3- Kirpikler : Göze gelen tozları tutarak göze girmesini önler.
4- Gözyaşı Bezleri : Salgıladığı gözyaşı salgısı ile gözün temizlenmesini ve nemli olmasını sağlar.
5- Göz Kasları : Gözün her yöne kolayca hareket etmesini sağlar (6 tanedir).
6- Yağ (Çapak) Bezleri : Salgıladığı yağ salgısı ile gözün göz çukuru içinde kolay hareket etmesini ve göz çukurunun kaygan olmasını sağlar. Yağ bezleri göz kapaklarının kenarında bulunur.


d) Görme Olayı : Bir cismin görülebilmesi için o cismin ya ışık kaynağı olması ya da ışık kaynağı tarafından aydınlatılmış olması gerekir. Cisme bakıldığında cisimden çıkan veya yansıyan ışınlar önce saydam tabakada kırılarak göz bebeğine gelir. Göz bebeği gelen ışığın miktarını (şiddetini) iris sayesinde ayarlar ve ışınlar göz bebeğinden geçerek göz merceğine gelir. (Ön odadan geçerek göz bebeğine düşer). Işınlar göz merceğinde kırılarak (göz uyumu gerçekleştirilerek) ağ tabakadaki sarı benek üzerine düşer. (Göz bebeğinden sonra arka odadan geçer ve göz merceğine gelir). Sarı benek üzerine düşen ışınlar ters görüntü oluşturur ve burada oluşan görüntü görme duyu hücreleri (almaçları = reseptörleri) tarafından alınarak görme duyu sinirlerine aktarılır. Görme duyu sinirleri görüntüyü beynin görme duyu merkezine iletir. Görme duyu merkezinde görüntü ile ilgili bilgiler değerlendirilir, ters olan görüntü düzeltilir ve görme olayı gerçekleşir.



e) Göz Kusurları ve Göz Hastalıkları :

Göz kusurları, gözün yapısında meydana gelen bozukluklar sonucu doğuştan veya sonradan oluşabilir. Göz hastalıkları ise anne ve babadan çocuklarına (kalıtsal olarak) geçe hastalıklardır.

1- Miyopluk :
• Yakını iyi (net) görür, uzağı iyi (net) göremez.
• Görüntü ağ tabakanın (retinanın) önünde oluşur.
• Göz yuvarlağının normalden uzun veya göz merceğinin normalden şişkin olması durumunda ortaya çıkar.
• Kalın kenarlı (ıraksak) merceklerden yapılan gözlük veya lens kullanılarak görüntü ağ tabaka üzerine düşürülür ve net görüntü görülür.





2- Hipermetropluk :

• Uzağı iyi (net) görür, yakını iyi (net) göremez.
• Görüntü ağ tabakanın (retinanın) arkasında oluşur.
• Göz yuvarlağının normalden kısa veya göz merceğinin normalden ince olması durumunda ortaya çıkar. • İnce kenarlı (yakınsak) merceklerden yapılan gözlük veya lens kullanılarak görüntü ağ tabaka üzerine düşürülür ve net görüntü görülür.





3- Astigmatlık :
.Cisimler bulanık görülür.
• Ağ tabaka üzerinde birkaç tane görüntü oluşur.
• Saydam tabakanın (korneanın) veya göz merceğinin küresel olmaması (küreselliğinin bozulması) durumunda ortaya çıkar.
• İnce ve kalın kenarlı merceklerden oluşan silindirik merceklerden yapılan gözlük veya lens kullanılarak düzeltilir.

4- Presbitlik :

Yaşlılarda yakını iyi görememe kusurudur.
• Göz merceğinin esnekliğini kaybetmesi (yitirmesi), incelip kalınlaşamaması yani göz uyumu yapamaması durumunda ortaya çıkar.
• İnce kenarlı merceklerden yapılan gözlük veya lens kullanılarak düzeltilir.
• (Göze 40 cm’ den daha yakın cisimleri göremezler ve cisimleri geriye doğru atarak görürler).

5- Katarakt :

• Genelde yaşlılarda cisimlerin net görülememesi (bulanık görülmesi) kusurudur.

• Göz merceğinin esnekliğinin ve saydamlığının (berraklığının) bozulması sonucu oluşur.

• Ameliyatla düzeltilir.

• İleri düzeyde ise körlüğe yol açar, tedavi edilemez.

• (Göz merceğinde iyon ve madensel tuzlar birikerek göz merceğinin saydamlığını bozar. Kirli pencereden az ışığın girmesine benzetilebilir).

• (Ameliyatla ya göz merceği temizlenir ya da yeni göz merceği takılır).

6- Şaşılık :

• Gözü hareket ettiren kasların normalden uzun ya da kısa olması sonucu oluşur.
• Ameliyatla düzeltilir.
• (Gözü sağa, sola, yukarıya, aşağıya, ileriye, geriye hareket ettiren 6 tane göz kası vardır).
• (Sol kas uzunsa sağa, sağ kas uzunsa sola doğru şaşılık oluşur).

7- Renk Körlüğü (Daltonizm) :

• Kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edememe hastalığıdır.
• Anne ve babadan çocuklara geçer, kalıtsal hastalıktır.
• Tedavisi yoktur.
• (Renk körü hastalarına ehliyet verilmez).


f) Göz Sağlığı ve Korunması :

Göz sağlığını korumak için;

1- Göz temiz tutulmalıdır.
2- Başkalarına ait havlu, mendil gibi eşyalar kullanılmamalıdır.
3- Yakından uzun süre televizyon izlenmemelidir. (3 – 4 m uzaklıktan bakılmalıdır).
4- Okuma veya yazma sırasında göz ile cisimler arasındaki uzaklık 25 – 30 cm olmalıdır.
5- Göz aşırı ışıktan korunmalıdır. (Güneşli günlerde gözlük kullanılmalıdır).
6- Okuma veya yazma sırasında az veya fazla ışık engellenmelidir. (Beyaz kağıtlı kitap ile saman kağıtlı kitap arasındaki ışığı emme ve yansıtma farkı nedeniyle saman kağıtlı kitap daha rahat okunur).
7- Görme olayını güçlendirmek için A vitamini içeren besinler (havuç, yumurta, yeşil sebzeler) alınmalıdır.
8- Uzun süre televizyon ya da bilgisayara bakılması halinde veya sürekli uzağa ya da yakına bakılması halinde göz dinlendirilmelidir.
9- Rahatsızlıklarda doktora başvurulmalıdır.


NOT :

1- Bir cismin görülebilmesi için o cismin ya ışık kaynağı ya da ışık kaynağı tarafından aydınlatılmış olması ve cisimden çıkan veya yansıyan ışınların göze (saydam tabakaya) gelmesi gerekir.

2- Görüntü ağ tabakada her yerde oluşabilir. Fakat en net görüntü sarı benekte oluşur.

3- Kör noktada görme duyu hücreleri bulunmadığı için burada hiç görüntü oluşmaz.

4- Saydam tabaka ile iris arasındaki boşluğa (arasını dolduran sıvının olduğu yere) ön oda, iris ile göz merceği arasındaki boşluğa (arasını dolduran sıvının olduğu yere) arka oda denir. Ön ve arka odaların içi sıvı ile doludur.

5- Gözün içini dolduran sıvıya camsı cisim denir.

6- Duyu organlarında bulunan ve çevreden gelen uyarıları algılayabilen hücrelere duyu hücreleri veya duyu almaçları veya reseptör denir.

7- Görüntü sarı benekte ters (ve renksiz) olarak oluşur. Bu görüntü beyin tarafından düzeltilir (ve renklendirilir).

8- Göz kırpma, gözü dinlendirir ve gözün içinin nemli olmasını sağlar.

9- Göz;

• Kendisine 13 m’den daha uzaktaki cisimleri, göz merceğini hareket ettirmeden yani göz uyumunu gerçekleştirmeden net olarak görür.
• Kendisine 13 m ile 25 cm arasındaki uzaklıklarda bulunan cisimleri, göz merceğini inceltip şişkinleştirerek yani göz uyumunu gerçekleştirerek net olarak görür.
• Kendisine 25 cm’den daha yakındaki cisimleri net olarak göremez.

10- Dürbün, fotoğraf makinesi, teleskop, mikroskop, kamera gibi araçların çalışma prensibi göz ile aynıdır.
 
DERİ


Deride yer alan ve sıcaklık hissini ayırt eden alıcılar vardır. Sıcaklık ve soğukluk duyusunu alan alıcılar çabuk yorulurlar. Mesela bir elimizi sıcak diğerini soğuk suya sokar,bir süre sonra ikisini birden ılık suya batırırsak soğuk sudan çıkan elimiz ,ılık suyu sıcak, sıcak sudan çıkan elimiz ise soğuk hisseder. Deri altında ter salgılamaya yarayan ter bezleri ile cildin nemini sağlayan yağ bezleri bulunur.

Kıl ile kıl kökündeki sinir teli, bir tip dokunma alıcısıdır. Bir kılıfın hafif hareketi kıl kökünü saran sinir telini uyarır. Sahip olduğu reseptörlerle vücudun en geniş genel duyu organı olan deri, aynı zamanda vücudun en büyük ve en ağır organıdır. Yaklaşık 5 kg ağırlığında olan deri, ortalama kalınlığı 1-2 mmdir. Ancak vücudun bazı bölgelerinde daha ince (göz kapakları: 0.5 mm), bazı bölgelerinde ise daha kalındır (sırtın üst tarafı: 5 mm).

Deri duyu organı olmasının yanında başka işlevler de üstlenmiştir. Bunların en başında ise vücudu mekanik, kimyasal, ışın ve termal zararlara karşı koruması gelir. Deri aynı zamanda vücut ısısının dengelenmesinde önemli rol oynar.
Ter ile yağ bezleri ile de vücudun artık maddeleri uzaklaştırmasında rol oynar. Yaşa bağlı olarak deri, dehidrate olarak genellikle kuruyup kırışmaya başlar. Cildin kırışması genellikle yirmili yaşların ortalarında ve yüzde başlar. Deri elastikiyetini yitirir ve derinin ter ve yağ bezlerinin aktivitesi azalmaya başlar.



Derinin yapısı

Deri dıştan içe doğru üç katmandan oluşur.

Bunlar; epidermis, dermis ve hipodermistir.

Epidermis:

Derinin en dış tabakası olup, keratinleşmiş örtü epitelinden oluşmuştur. Keratin tabakası ile deriyi mekanik, kimyasal ve mikrobik etkilerden koruyan epidermiste kan damarları bulunmaz. Altında bulunan bağ dokusundan diffüzyonla beslenirler. Avuç içi, ve ayak tabanı epidermisin en kalın olduğu yerlerdir.

Dermis:

En kalın deri katmanıdır. Proteinden meydana gelmiş kollagen iplikler, elastik ve retiküler bağ dokusundan oluşmuştur.

Hipodermis:

gevşek bir katman olup fibröz bağ dokusundan meydana gelmiştir. Bu gevşeklik sayesinde deri katmanı serbestçe hareket ettirilebilir. Yağ dokusu bu katmanda bulunur. Bu doku sayesinde vücudun şekli, yani dış görünümü ortaya çıkar.

Deri Bezleri:

1- Ter bezleri:

Hemen hemen vücudun her bölgesinde bulunurlar. Dudak kenarı, vulvanın iç dudakları, tırnak yatakları, klitoris ve penis başında bulunmazlar. Ter bezleri vücut ısısının düşürülmesinde rol oynarlar. Ter bezleri strese de cevap verirler. Ayrıca seksuel aktivitede de salgı yaparlar.

2- Yağ bezleri :

Dermiste bulunan yağ bezleri ayak tabanı ve avuç içi hariç tüm vücuttabulunurlar. Sebun-m denilen salgılarını direk kıl foliküllerine veya deriye verirler. Sebum derinin geçirgenliğini ayarlar ve bakteri ile mantarlara karşı koruyuculuk yapar. Ergenlik dönemine girişte hormonal değişiklikler sonucu sebum salgısı artar. Bunun sonucunda akneler oluşur.

Kıllar

Avuç içi, ayak tabanı, dudaklar, vulvanın iç dudakları ve meme uçları hariç tüm vücutta bulunurlar. Kıllar gündüze nazaran gece, soğuğa nazaran sıcakta daha hızlı büyürler. Ergenlik döneminde başlayan vücut kıllanması 50 yaşlarına kadar devam eder. En hızlı büyüme kadınlarda 16-24 yaşları arasındadır. Erkeklerde kadınlara nazaran daha çok kıl var gibi görünse de her iki cinste de tüm vücutta yaklaşık 10 milyon kıl vardır. Saçların bazı koruyuculuk görevleri vardır. Saçların dökülmesinde genetik yatkınlık ve hormonal etki büyük yere sahiptir. Testesteron fazlalığı ya da östrojen azlığı kelliğe yol açabilmektedir. Ayrıca stres, yetersiz beslenme, çeşitli hastalıklar ve bazı dış faktörler de dökülmelere neden olabilir. Kılların gelişimi fetal evrenin 3. ayında başlar. 5. aydan sonra saçlar ve kaşlar belirmeye başlar.


Eşeye göre farklılık gösteren vücut kılları 3 grupta incelenir

Her iki eşeyde de oluşan ve pubertede oluşan kıllar:

koltukaltı kılları, pubis kılları, baş kılları ve genital kıllar

Erkeklerde androjenlerin etkisi ile oluşan kıllar: Sakal, dış kulak kılları, burun kılları, omuz, sırt, göğüs, karın ve kol kılları.

Her iki eşeyde de bulunan ve puberte ile ilgili olmayan kıllar: Kaşlar, kirpikler ve bacak kılları Tırnaklar Tırnaklar da tıpkı kıllar gibi epidermisin modifikasyonlarıdır. Keratin tabakası oldukça yoğundur. Aslında şeffaf görünüme sahip olan tırnaklar, altındaki vasküler doku yüzünden pembe görünürler. El tırnakları ayak tırnaklarından daha hızlı bir şekilde, haftada yaklaşık 0.5 mm kadar uzarlar. Bazen tırnaklarda meydana gelen değişiklikler bazı hastalıkların habercisi sayılabilir. İlerleyen yıllara bağlı olarak kıl ve tırnak büyüme hızı yavaşlar.


Derinin Rengi

Derinin rengi melanin ve karoten denen renk pigmentleri ile meydana gelir. Melanin pigmenti, melanosit denilen özelleşmiş hücrelerden sentezlenir. Melanositler epidermiste yer alırlar. Tüm deride bulunan melanositler özellikle genital organların etrafında ve meme uçlarında daha fazla bulunurlar. Melanin deri haricinde kılda ve gözün retine ile iris kısmında da vardır. Melanin nükleus ve çekirdeğigüneşin zararlı ultraviyole ışınlarına karşı korur ve kanserin ortaya çıkmasını önler.

Hangi deri rengine sahip olursa olsun tüm insanların derisinde melanin vardır fakat miktarları farklıdır. Bazı insanlarda melanin birikerek koyu bölgelerin, yani çillerin oluşmasına neden olurken bazı insanlarda da bu durumun tam tersi olur. Yani vücudun bazı bölgelerinde melanin eksikliği sonucu beyaz lekeler ortaya çıkar. Vücut derisinde milimetre karede yaklaşık bin kadar malanosit bulunur. Bu sayı vücudun koyu bölgelerinde iki katına çıkar. Karoten ise deriye sarımsı bir renk verir. Karoten derinin her tabakasında bulunur. Tüm insanlarda karoten vardır fakat rengi açık olduğu için deri renginin oluşmasındakietkisi melanin ile anlam kazanır. Deri renginin oluşumunda bu pigmentlerin yanı sıra oksijenlenmiş kanın kırmızı rengi de etkilidir.
 
Bağışıklık sistemi

Bağışıklık sistemi, insan vücudunun hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan karmaşık bir sistemdir, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden korur. Bu sistem vücudumuza giren milyonlarca bakteri, mikrop, virüs, toksin ve parazitlere karşı korunmak için düzenlenmiştir. İnsan vücudu, hastalıklara karşı bir savunma sistemiyle donatılmıştır ve bu yüzden de kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Hastalığa yol açan maddeler tarafından uyarıldığında, bağışıklık sistemi harekete geçer.
Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar. Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanıyan sistem ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir. Buna kazanılmış bağışıklık denir. Bu sistemin çalışmasının en güzel ve basit örneği mikropların vücudumuza girdiğinde onlara karşı antikorların oluşması ve bunlarla savaşılmasıdır. Aynı mikropla tekrar karşılaşıldığında bu antikorlar bizi hastalanmaktan korur. Antikor vücuda giren yabancı maddelere karşı savunma hücrelerinin verdiği yanıttır.
Farklı şekillerde faaliyet gösteren bu sistem, faaliyetlerini oldukça sessiz yürütmektedir. Bağışıklık sisteminin çeşitliliği ancak bu sistemin bir sebepten ötürü aksadığı zaman anlaşılabilir. Bir sivri sinek vücudu ısırdığı zaman, ısırılan bölge kırmızılaşır ve şişer. Bu olay bağışıklık sisteminin çalıştığını gösterir. Mesela nefes aldığımızda havada bulunan binlerce bakteri ve virüsü akciğerlerimize taşınır.
Bağışıklık sistemi bunların hepsini elimine eder ancak bazı durumlarda bazılarını geçirir ve soğuk algınlığı yada grip adını verdiğimiz rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bağışıklık tipleri Kalıtsal (doğal) ve kazanılmış bağışıklık olmak üzere, iki bağışıklık tipi mevcuttur.

Bağışıklık mekanizmalarından T ve B lenfositleri ile antikorlar kazanılmış bağışıklıkta, diğer bağışıklık mekanizmaları ise, kalıtsal bağışıklıkla rol oynarlar.

1- Kalıtsal (doğal) bağışıklık: Genetik yapıda mevcuttur. Doğumla birlikte kazanılıp, ölünceye kadar varlığını sürdürür.

2- Kazanılmış bağışıklık: Doğumda olmayan, daha sonraki zamanlarda spesifik antijenlere karşı kazanılmış bağışıklık tipidir. Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar. Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanır ve ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir. Buna kazanılmış bağışıklık denir. Aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır. Aktif bağışıklık, antijenlere maruz kaldıktan sonra ortaya çıkan bağışıklıktır.

Doğal kazanılmış bağışıklık çevredeki antijenlere maruz kaldıktan sonra gelişir. Yapay kazanılmış bağışıklık ise aşılarla sağlanan bağışıklık tipidir.



Aşılanma:

Aşılama, bağışıklık kazanmanın yapay şeklidir. Aşılar ölü veya zayıflatılmış mikroorganizma içeren (bakteri veya virüs) ve enfeksiyon hastalıklarının tedavi ve korumasında kullanılan biyolojik ürünlerdir. Mikroorganizma zaten işlemden geçirildiği ya da ölü olduğu için hastalık kapma tehlikesi yoktur. Aşıların etki mekanizması doğal hastalığa benzerdir; her ikisi de bağışıklık sistemini uyarır ve vücuda girmiş olan mikrobu tanır ve hafıza oluşturur. Daha sonra aynı mikrop vücuda yeniden girdiğinde bağışıklık sistemi onu tanır ve hastalık yapmasına fırsat vermeden onunla savaşır ve gerekli antikorları üreterek onu yok eder. Böylece, kişi aynı tip bir aktif canlı organizmayla karşılaştığında bağışıklık sistemi zaten nasıl tepki vereceğinin bilincinde olarak ve yabancı organizma hastalığa yol açma şansı bulamadan antikor hazırlamak için hiç vakit kaybetmeyecektir.

Pasif bağışıklık Başka bir insan veya hayvan tarafından oluşturulmuş koruyucu antikorların diğer bir insana aktarılmasıdır (genellikle enjeksiyon yoluyla). Bu yolla koruma etkindir ancak kısa sürelidir ve haftalar veya aylar içinde kaybolur.
Doğal pasif bağışıklık annenin ürettiği antikorların anne karnında plasenta yoluyla, doğumdan sonra ise süt yoluyla çocuğa sağladığı bağışıklıktır. Yapay pasif bağışıklık ise hastalığı önlemek için daha önce antikor hazırlanmış olanlardan alınan immun serum ile kazanılan bağışıklıktır.

Bağışıklık sisteminde yer alan organ, yapı ve hücreler ayrıntılı bir etkileşim içindedir. Bu sistemin temel bileşenleri olan timus bezi, kemik iliği, dalak, lenf sistemi akyuvarlar (lökositler) hormonlar ve bazı proteinler hepsi birlikte birbirlerini tamamlayıcı bir işbölümü içinde çalışırlar.


Lenf düğümleri

Vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunmakla beraber en çok karın ve kasık bölgesinde, boyunda, koltuk altında ve göğüste yer alır. Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesindeki düğümler elle hissedilebilir. Lenf düğümlerinin başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da geciktirmektir.
Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya çalışmaktadırlar. Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da gözle fark edilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir.

Lenf düğümleri her gün yaklaşık 10 milyar lenfosit üretirler. Bademcikler de birer lenf düğümüdür. Bakteriler ya da virüslerle yoğun bir biçimde savaştığında, bademciklerimiz şişer ve iltihaplanır.


Timus

Göğüs boşluğunun ön üst kısmında, akciğerlerin ortasında yer alan ve iki parçadan oluşan bir organdır. Lenfosit, T lenfosit veya sadece "T hücreleri" timus'ta büyür, olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar. Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük olan bu organ 20 yaşından sonra giderek küçülür.

Dalak

Karın boşluğunun sol üst tarafında diyaframın altında yer alır. En önemli fonksiyonu kanı süzmek yani fonksiyon dışı kalmış kan hücrelerini kandan filtre etmek ve bağışıklık sisteminde rol oynayan antibadi üreten hücrelerin gelişmesini sağlamaktır.

Kemik İliği

Kemiklerin ortasında bulunan yağlı ve gözeli bir dokudur. Bağışıklık sisteminde çok önemli işlevleri olan akyuvarlar da dahil olmak üzere bütün kan hücrelerinin yapım yeridir.

Akyuvarlar (Lökositler)

Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir. Lökositler damar içinde dolanır iken, tehlike sinyallerini aldıkları bölgelerde damardan ayrılıp bakteri ve ölü doku gibi yabancı cisimlerin etrafını sarabilirler. Lokositler plazma kaynaklı kan proteinleri birlikte organizmanın bütünlüğünü sağlamakta askeri güç gibi görev yaparlar. Bu savaşçıların da bakteri ve virüslerin yok edilmesinde çalışan farklı çeşitleri vardır.

BAĞIŞIKLIK MEKANİZMALARI

İnsanda bağışıklığı oluşturan savunma mekanizmaları spesifik ve nonspesifik savunmalar olmak üzere ikiye ayrılır.

Spesifik savunmalar, sadece belirli bir mikroorganizma türüne etki edip diğerlerine etki etmektedir. Doğumdan sonra gelişmeye başlar.

Nonspesifik savunmalar; vücuda zarar veren unsurların hepsine karşı direnç gösteren savunma tipidir.

A. Vücudun dış ve iç yüzeylerini örten tabakalar:

Dokuları örterek koruma vazifesi yapan vücut yapılarıdır. Deri ve ağız mukozası sağlam olduğu takdirde hiçbir mikroorganizma vücudumuza ve buradan da kana giremez.

B. Flora bakterileri (faydalı bakteriler):

İdrar ve üreme kanallarında, deri, boğaz, bağırsaklar ve gözde sürekli bulunan ve normal şartlarda hastalığa sebep olmayan bakteriler vardır. Bu faydalı bakteriler, bizim için çalışırlar ve hastalık yapıcı bakterilerin bu bölgelerde yerleşmelerini engellerler. Anne karnındaki bebekte bu bakteriler bulunmaz. Doğumdan hemen sonra bu korumayı yapacak faydalı bakteriler buralara kısa sürede yerleştirilir.

C. Mekanik temizlik

Salgılar ve silyalarla geçekleşir. Salgılar, tükürük salgısı kulak arkası, çene altı ve dil altındaki bezlerden sürekli salgılanan tükürük, ağzımızı yıkamak suretiyle, dışarıdan giren zararlı bakterilerin uzaklaştırılmasına sebep olur. Ayrıca bakterilerin, gıda kaynağı olan yemek artıklarının da temizlenmesine neden olmasıyla diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplarının önüne geçilmiş olur.

Gözyaşı, konjunktivanın (gözün beyaz dış yüzeyini ve göz kapaklarının iç kısmını kaplayan tabaka) ve korneanın (gözün saydam tabakası) yıkanarak temizlenmesini sağlar. Silyalar, mikroskobik büyüklükte tüycük şeklindeki hücre uzantılarıdır. Burundaki silyalar; burun mukozasının üzerini kaplayan mukus (sümüksü madde) isimli koyu kıvamlı yapışkan bir sıvı, havadaki toz parçacıklarını ve mikropları tutar. Alt solunum yollarındaki yapıları (nefes borusu, bronşlar ve bronşiyoller) döşeyen epitelin üst yüzeyi de mukus ile kaplıdır. Buradaki epitel hücrelerinin de silyaları vardır. Bu silyalar da, yukarı doğru kamçı vuruşu şeklinde salınmalar yaparak, mukusu ve içindeki partikülleri ve mikroorganizmaları yutağa doğru ilerletirler. Bunlar da yutulur veya öksürerek dışarı atılır.

D. Salgılarda bulunan enzim, asit ve antikorlar:

Lizozim:

Vücut salgılarında (tükürük, ter, gözyaşı, genital organ salgısı vb) bulunan ve bakterileri öldüren bir maddedir. Mide asidi (hidroklorik asit, HCl): Mide bezlerinden salgılanan HCl, besinlerle mideye gelebilen bakterileri parçalayan kuvvetli bir asittir.

Antikorlar:

Hem kanda hem de vücut salgılarında bulunan antikorlar, mikroorganizmalara karşı savunmada rol alırlar. Anne sütünde bulunan antikorlar ise, annenin kanından süte geçirildiğinden, yeni doğan bebeğin enfeksiyonlardan korunmasında önemli bir rol oynarlar.

E. Akyuvarlar (Lökositler)

Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir. Akyuvarlarların % 50-60'ı granülositlerdir. Bunlar da, nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller olarak üç sınıfa ayrılırlar:

• Granülositler Nötrofiller:

Akyuvarların en yüksek oranda bulunan (% 60-70) tipidir. Kemik iliğimiz hergün trilyonlarca nötröfil üreterek kan dolaşımına bırakır ama yaşam süreleri kısadır ki bu genelde birgünden azdır. Nötrofiller kan dolaşımına girdikten sonra hızla dokuların kapiller duvarlarına doğru hareket ederler. Elimize kıymık battığında ya da elimiz kesildiğinde nötrofiller hızla bu bölgeye göç ederler ve salgıladıkları enzimler, deterjan ve çamaşır suyu etkilerine benzer hidrojen peroksit veya diğer kimyasal maddelerle, karşılaştıkları bakterileri veya yabancı molekülleri öldürürler.

Eozinofiller:

Deride ve akciğerde bulunan parazitlere öldürebilen lökosit türüdür. Parazitlere tutunarak sitoplazmalarının ihtiva ettiği granülleri (kesecikleri) parazitin içine boşaltırlar. Bu granüllerin içinde parazitleri parçalayan enzimler bulunur.

Bazofiller:

Histamin denilen özel proteinler taşıdıklarından enflamasyona (iltihap) sebeb olmalarından ötürü önemlidirler. Bu hücreler allerjik hastalıkların gelişmesinden sorumludurlar.

• Lenfositler
Bağışıklık sisteminin en karmaşık organizasyonuna ve stratejilerine sahip hücreleridir. Bağışıklık mekanizmalarının en önemlisi ve en güçlüsü bu hücreler, kandaki akyuvarların % 20-30 kadarını teşkil ederler. Tüm lenfositler kemik iliğindeki ana hücrelerden kaynaklanır. Karşılaştığımız çoğu bakteri ve virüsü yok edebilen bu hücreler, T ve B lenfositleri şeklinde ikiye ayrılırlar.

Bunlar diğer mekanizmaların baş edemediği mikroplara karşı son savunma hattını oluştururlar.


a- T lenfositleri:

Kemik iliğindeki kök hücrelerinden salındıktan sonra T hücresi oluşturmak üzere yönlendirilmiş olan hücreler timus'a göç ederler ve orada olgunlaşırlar.
T-lenfosit adı da buradan gelir. T-lenfositler daha sonra timusdan ayrılarak kanda ve lenf sisteminde dolaşmaya başlarlar.
T lenfositlerinin de farklı işlevlerini yerine getiren farklı çeşitleri vardır. Bunlardan öldürücü T lenfositler diye adlandırılanlar bakterilere ve özellikle virüslerle enfekte olmuş vücut hücrelerine saldırırlar. Virüs taşıyan hücreleri saptayıp bu hücreleri öldürürler. Diğer T lenfosit çeşitleri de öldürücü lenfositleri destekleyen işlevleri yerine getirirler. Yardımcı T hücreleri olmazsa kazanılmış bağışıklık sistemi çöker.
T lenfositleri makrofajlar tarafından uyarıldıkları zaman, T lenfositlerinin bir çeşidi olan yardımcı T hücreleri lenfokin denen maddeyi salgılarlar.

Lenfokinler; hem bir diğer T lenfosit türü olan sitotoksik (mikropları öldüren) T hücrelerini, hem de B lenfositlerini uyararak çoğalmalarını sağlarlar.

b- B lenfositleri:

Lenfositler de kemik iliğinde üretilirler. Bu hücreler doğrudan doğruya mikroplar tarafından uyarılırlar. Ancak tam uyarılıp harekete geçebilmeleri için, yardımcı T hücrelerinden salgılanan lenfokinlere ihtiyaç vardır. Lenfokinler, B lenfositlerinin çoğalmasını ve plâzma hücrelerine (plazmositlere) dönüşmesine sebep olacak özelliktedirler. Plâzmositler de kana antikor salgılarlar.

Antikor sentezi yapan lenfositler doğrudan doğruya kemik iliğinde üretilir. B lenfositler, her antijene (vücuda yabancı olan ve antikor üretimine neden olan maddeler ya da canlılar) özgü antikor üretirler. Vücuda herhangi bir antijen girdiğinde, B lenfositler çoğalır ve milyonlarca antikor üretirler. 6 aylık bebekken vücudumuz antikor üretmeye başlar. O zamana kadar anneden bebeğe geçen antikorlar iş görür. Antikorlar, antijen niteliği taşıyan bakteri virüs ya da zehirli maddelere tepki veren Y biçiminde protein molekülleridir.

Y biçimindeki antikorların kısa kollarının uç kısmında antijenlere bağlanabilmelerini sağlayan özel bölgeler bulunur. Herhangi bir antijene bağlanmış olan antikorlar, ya onların hareketine engel olur ya da bağışıklık sisteminde rol alan başka proteinlerin, hormonların ve makrofajların devreye girmesi için işaret verirler. Bu antikorlar kişiyi ikinci kez aynı mikrop ile hasta olmaktan korurlar. "Immünoglobülinler" de denilen antikorların Ig G, Ig A, Ig M, Ig D, Ig E olmak üzere beş çeşidi vardır. Ayrıca karaciğerde yapılarak kana geçen bazı özel proteinlerin de, antikorların işlevlerini tamamlayıcı farklı rolleri vardır.

B lenfositlerinin antikor oluşturmak dışında iki önemli görevi daha vardır. Bunlardan birisi T lenfositlerine antijen sunma görevi; diğeri de saldıkları kimyasal maddelerle (sitokinler, lenfokinler) başka immunolojik hücreleri etkilemektir.

c- Doğal Öldürücü

Hücreler (Katil hücreler) Doğal Öldürücü Hücreler de kemik iliğinde yapılmaktadır Bu hücreler kan kemik iliği ve dalakta bulunurlar. Doğal bağışıklıkta rol alırlar, yani T ve B lenfositleri gibi önceden uyarılmalarına ihtiyaç yoktur. Bilhassa virüslerle enfekte olmuş veya kanserleşme eğilimi gösteren vücut hücrelerine saldırırlar. Böylece virüslere karşı önemli bir ilk savunma hattı oluşturur ve kanserin gelişmesine mâni olurlar. Bunlar büyük görünümlü lenfositlerdir En önemli görevleri, tumor hücrelerini ve virus taşıyan hücreleri öldürmektir. Virüs taşıyan hücreleri öldürdükleri halde normal hücrelere zarar vermezler

Monositler ve Makrofajlar:

Akyuvarların %7 kadarını Monositler oluşturur. Kemik iliğinde yapılıp kan dolaşımına geçen monositler 12 saat içinde dokulara girerler ve makrofajlara dönüşürler.

Monosit ve makrofaj gibi büyük lökositler bağışıklık sistemimizin en önemli hücreleridir. Her dokunun kendine özgü makrofajları vardır. Makrofajlar, büyük botutlu hücrelerdir. En önemli becerisi sindirme ve hazmetme yani fagositoz yapabilmesidir. Fagositoz, bağışıklığın en önemli öğelerinden biridir. Çünkü enfeksiyona karşı çabuk ve çoğunlukla da kesin bir koruma sağlar.

Makrofajların önemli bir görevi de; ölmüş nötrofilleri temizlemektir. Kandaki bir akyuvar çeşidi olan monositler, kılcal damarlardan dokulara geçerek burada doku makrofajları denen çok güçlü fagositoz yapan (mikropları yutan) dev hücrelere dönüşürler. Makrofajlar vücuda giren her türlü bakteri ve virüsü yutarak parçalarlar. Bu hücreler, vücudun birinci savunma hattını oluştururlar, yani bunlar hazır öncü kuvvetlerdir. Bu hücreler, ayrıca T lenfositleri adı verilen çok özel hücreleri uyararak onların çoğalmalarını sağlarlar.

F. Plâzmadaki (kan sıvısındaki) faktörler

Ø Antikorlar: Plâzma hücreleri tarafından kana salgılanırlar. Hangi mikrop tarafından uyarılmışlarsa, ona karşı savunmada rol alırlar. Antikorlar tesirlerini ya doğrudan (bakteri zehirlerini nötralize ederek veya bakterileri kümeleştirip çöktürerek, virüsleri nötralize ederek, mikroorganizmaları parçalayarak) yahut kompleman ismi verilen çok özel bir sistemi harekete geçirerek gösterirler.

Ø Kompleman proteinleri: Plâzmada inaktif olarak bulunan kompleman proteinleri, antijen ve ona karşı meydana gelmiş antikor kompleksi tarafından uyarıldığında, aktif kompleman bileşikleri oluşur. Bu bileşikler çeşitli tesirlere sahiptirler (kemotaksis, opsonizasyon, mast hücreleri ve bazofillerin uyarılması sonucu inflamasyon gelişmesi, mikroorganizmaların parçalanması).

Ø İnterferonlar: Virüsler vücut hücrelerine girip, hücrelerde çoğalmalarını sağlayan proteinlerin sentezlenmesine sebep olurlar. Lenfositler ve diğer lökositler tarafından salgılanan interferonlar, virüslerle tanışmış vücut hücrelerine bağlanarak bu proteinlerin yapımına engel olacak şekildedirler. Böylece virüsler çoğalamaz.

Ø Properdin: Plâzmada bulunan bir proteindir. Bazı virüsleri nötralize ettiği, bazı bakterileri de parçaladığı bildirilmiştir.

Ø Akut faz proteinleri: Karaciğer tarafından hızla sentezlenen çok sayıda serum proteinleri (C-reaktif protein, fıbronektin, vb) enfeksiyon sırasındaki müdafaada rol alırlar.

Ø Beta-lizin: Bazı bakterileri parçalayan bir maddedir.


- Enfeksiyonun sebep olduğu olaylar

Ø İnflamasyon (iltihap): İnflamasyon, enfeksiyonlar veya konumuz dışındaki travma ve sıcak gibi faktörlere bağlı olarak doku harabiyetine karşı, dokuda yaratılan korumaya verilen cevaptır. Mikroorganizmalar tarafından istila edilen doku, harap olmaya başlayınca, parçalanan doku hücrelerinden (mast hücreleri gibi) açığa çıkan bazı maddeler (histamin gibi) bölgede bazı reaksiyonlara sebep olur. Dokuya kan getiren küçük damarların genişletilmesiyle o bölgeye kan akımı artar ve dokuya daha çok nötrofil gelir. Bu arada o bölgede kızarma olur. Kılcal damarların geçirgenliğinde artışa bağlı olarak, nötrofîller dokuya daha rahat geçerler. Sonuç olarak; inflamasyon (iltihaplanma); mikroorganizmaları o bölgede hapsederek vücuda yayılmalarını önlemiş olur.

Ø Ateş: Vücut ısısındaki artış olan ateş inflamasyonundoğal sonucudur. Bazı bakterilerden çıkan toksinler ve mikropları fagosite eden hücrelerden salgılanan bir kısım maddeler, vücut sıcaklığının yükselmesine sebep olurlar. Ateş, mikroorganizmaların üremelerini durdurur ve yapılarını bozarak ölümlerine yol açar. Dolayısıyla hastalıkta ateşin yükselmesi faydalıdır. Çünkü vücudun direnç gösterdiğini ve mikropları öldürmek için savaş verdiğini göstermektedir. Bu sebepten ateş çok yüksek olmadığı beyne zarar vermediği sürece düşürülmemelidir.

Ø Öksürük: Solunum yollarındaki mikropların dışarı atılmasını sağlar. Bu sebepten öksürük kesici ilâçlar hemen kullanılmamalıdır.

Ø İshal (Diyare): İshal, dışkının hızlı bir şekilde dışarı atılmasına sebep olur. Dolayısıyla ishali durdurucu ilâçlar da kullanılmamalıdır. Ancak gerek öksürük ve ateş, gerekse de ishal durumunda kişinin kendini iyi tanıması ve bağışıklık sisteminin gücünü bilip ona göre direnmesi gerekir.


Bağışıklık sistemine yönelik risk faktörleri

Bağışıklık sistemimiz yaşamımız boyunca bizi desteklemektedir. Ancak vücudumuzun normal yapısını ve çalışmasını bozan etkenler vücudumuzun direncini de azaltmakta dolayısıyla bağışıklık sistemimiz içinde risk oluşturmaktadır. Bu etkenlerin başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:

Stres; Uzun süreli strese maruz kalma, kişilerin üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını artırmaktadır. Stres vücudumuzdaki bazı hormonların aşırı miktarda salgılanmasına ve buna bağlı olarak da belleği ve öğrenme - algılama yeteneğini zedelemekte, öfke, yorgunluk, depresyona neden olmakta ve bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Kronik streste, hastalıkla savaşan hücrelerin sık sık bastırılması sonucu vücudun enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır.

Kötü Beslenme; Beslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir. Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücünü zayıflatır. Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir.

Oksijen; Oksijen kullanan her canlı, "serbest radikaller" olarak bilinen şeyleri üretir. Serbest radikaller, hücreler oksijen tüketirken oluşurlar. Yani serbest radikaller değişen oksijen molekülleridir. Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Bu serbest radikaller kontrolsüz bırakılırlarsa, bağışıklık sistemimize zarar verme ve kronik hastalıklar gelişme riski ortaya çıkabilir.

Radyasyon; Bağışıklık sistemi, UV ışınları gibi çevresel faktörlerden kaynaklanan değişimlerden zarar görür. Bilim adamları, güneş yanıklarının insanlarda güneşe maruz kaldıktan sonra 24 saat ve daha fazla süre içerisinde kandaki beyaz kan hücrelerinin hastalıkla savaşım fonksiyonunda bir azalma görüldüğünü belirtmişlerdir. UV radyasyonuna sürekli maruz kalma vücudun bağışıklık sistemini etkileyen zararlara neden olabilir. Hafif güneş yanıkları insanlarda ki bütün cilt tiplerinin bağışıklık fonksiyonlarını baskı altına alabilir.

Yüksek gerilim hatlarının yaydığı radyasyon da insan sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu etkileşim, insanın bağışıklık sistemi bozup, hastalıkların başlamasına yol açabilmektedir. Yüksek gerilim altında yerleşik insanlar, başta kanser olmak üzere birçok hastalıK açısından risk altındadır.

Alkol ve sigara; Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının ve sigaranın organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır.

Uykusuzluk; Uyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez. Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar. Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir. Bu etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir.
 
Endokrin sistem

Endokrin sistem, vücudun kontrol ve düzenleme görevini sinir sistemi ile birlikte yürüten sistemdir. Endokrin sistem sinir sistemi birlikte çalışarak organizmanın bütünlüğünü sağlar. Endokrin sistemin başlıca üç işlevi vardır.


Büyüme, gelişme ve üremeyle ilgili olayların başlıca düzenleyicisidir.
Metabolik aktivite ve vücut sıvılarındaki kimyasalların yoğunluğunu ayarlayarak homeostazın korunmasını sağlar. Sinir sistemi ile birlikte strese karşı dayanıklılığı arttırır.

Endokrin sistem endokrin bezlerden oluşur. Bu bezler hormon denen salgıyı salgılar.

Ürettikleri salgıları kana veren bezlere iç salgı bezi bu salgılara da hormon denir. Ürettikleri salgıları kanala veren bezlere ise dış salgı bezi denir. Bu salgılara da enzim denir. İç salgı bezleri sistemi ( endokrin sistem ) birbirleriyle iletişim halindeki farklı bezlerden meydana gelir. İç salgı bezleri insan vücudunu kontrol eden bir sistemdir. Bu sistem sinir sistemiyle birlikte vücudun çalışmasını düzenler. Vücudun olağan ve olağan dışı olaylara tepkisini ayarlar. İç salgı bezleri bu işlevini salgıladıkları hormonlar vasıtasıyla sağlar. Değişik bezlerden salgılanan çeşitli hormonlar kan yoluyla ilgili organlara ulaşırlar ve bu organlara çeşitli emirler taşırlar.


Hormon

Canlıların vücudunda bulunan bezler tarafından üretilip, kan ile taşınan maddelerdir. Her hormonun etki edeceği hücre, doku veya organ farklıdır. Az miktarda üretilip, protein ve yağ yapısındadırlar. Vücutta hormon üreten bezler; hipofiz, tiroid, paratiroid, adrenal, pankreas ve eşey bezleridir.

Hormonlar etki yerlerine göre 3 tiptir
Genel etkili hormonlar: Kan yoluyla ulaştıkları, vücudun br çok yerinde etkili olan hormonlardır,
örneğin büyüme hormonu
Hedef yapılara etkili hormonlar: Sadece belli doku ve organlara etkili olan hormonlardır.
Lokal etkili hormonlar: Sadece salgılandıkları alanda etkili olan hormonlardır.


Hormon Üreten Bezler
a. Hipofiz Bezi Beynin tabanında hipotalamusun altında yer alır. Merkezi sinir sisteminin hipotalamus kısmı ile olan bağlantısı sayesinde diğer bezleri kontrol eden ana bezdir.

İki kısma ayrılır.
Ön lobuna adenohipofiz, arka lobuna ise nörohipofiz adı verilir.
Adenohipofiz, hipofizin gerçek endokrin bölümüdür. Hipotalamusta üretilen hormonlar taşıyıcı damarlar vasıtası ile adenohipofize gelir ve hipofiz hormonlarının salınmasını ya da baskılanmasını sağlar.
Nörohipofiz ile ile hipotalamus arasında sinir bağlantıları vardır.


Hipofiz bezinde üretilen hormonlar ve görevleri

Büyüme hormonu (growt hormon, GH) : Büyüme ve gelişmeyi sağlar. Özellikle kemik ve kas dokusunun gelişmesinde etkilidir. Metabolizmayı doğrudan etkiler. Büyüme döneminde fazla salgılanması devliğe az salgılanması cüceliğe sebep olur.

Tiroid stimüle edici hormon (TSH): Tiroid bezini uyararak tiroid hormonlarının sentezlenmesi ve salgılanmasını sağlar. Prolaktin: Dişilerde gebelik döneminde memedeki süt bezlerinin çalışarak süt üretmesini ve enjeksiyonunu sağlayan hormonu salgılar.

Folikül stimüle edici hormon (FSH) : Folikül stimüle edici hormon kadınlarda her bir menstrual siklus sırasında ovaryumda folikül hücrelerinin büyümesini ve östrojen salgılanmasını, erkeklerde ise sperm üretimini sağlar.

Melanosit stimüle edici hormon (MSH) : Deriye renk verici maddeleri uyaran hormondur.

Lüteinleştirici horman (LH) : Kadınlarda ovulasyonu (yumurtlamayı), progesteron ve östrojen salgılanmasını, erkeklerde ise testesteron salgılanmasını sağlar.

b. Tiroid bezi

Tiroid bezi, boynun ön kısmına yerleşmiş olan, salgıladığı hormonlarla vücut metabolizmamızı düzenleyen ve yaklaşık 25-40 g kadar olan bir bezdir. Tam olarak yutak ve gırtlak arasında yer alır. Gırtlağın ön tarafında bulunan tiroid bezi salgıladığı hormonlarla, vücuttaki tüm organların işleyişini ve metabolizmasını etkiler.

İki çeşit hormon üretir.

Tiroksin : Vücut metabolizmasını hızlandırır. Tiroksin hormonu iyot varlığında sentezlenir. Alınan yiyeceklerde iyot eksikse tiroksin salgılanamaz ve tiroit bezi büyür. Buna guatr denir. Tiroksin hormonu az salındığında hücreler arası sıvıda sodyum ve suyun, kanda ise kolesterolün yükselmesine yol açar.

Kalsitonin : Kandaki kalsiyum ve fosfatın kemiklere geçmesini sağlar. Kanın kalsiyum ve fosfor konsantrasyonunun ayarlanmasında düşürücü etkiye sahiptir.

Paratiroid bezi : Tiroid bezinin arkasında yer alan dört küçük bezdir. Salgıladığı parathormon, kemikten kalsiyum serbestleşmesini, kemikte kalsiyum depolanmasını sağlayan osteoblastları inhibasyonunu, kalsiyumun böbrekten atılmasını azaltıp fosfor atılımını arttırmak gibi fonksiyonları yerine getirir.

c. Böbrek üstü bezleri (adrenal bezler)

İki böbreğin üst kısmına yerleşmiş bir çift bezdir. Dışta yer alan kabuk (korteks) ve içte yer alan öz (medulla) olmak üzere iki kısımdan oluşur.

Kabuk (korteks) kısmından salınan hormonlar: Adrenal korteks hormonlar steroid yapıdadırlar. Su ve iyon dengesini sağlayan hormonlardır, En önemlisi aldosterondur. Aldosteron böbreklerde iyonların (sodyum ve klor) emilimini arttırır.

Öz Bölgesinden (medulla) Salınan Hormonlar: Adrenalin ve noradrenalin hormonlarını üretir. Bu hormonlar, kavga veya kaçış durumları için gereken ani bedensel tepkileri oluşturur ve desteklerler. Adrenalin korku, heyecan, öfke anında salınır. Kan basıncını yükseltir, kalp atışlarını hızlandırır, damarları daraltır, göz bebeklerini büyütür, kılları dikleştirir.

d. Pankreas

Bezi Pankreas bezi karma bir bezdir. Ürettiği enzimleri özel bir kanalla on iki parmak bağırsağına gönderir. Pankreas bezi salgıladığı iki çeşit hormon ile kandaki şeker dengesini ayarlar. İnsülin, kanda şeker miktarı arttığı zaman salınır. Kandaki şekerin {glikozun} fazlasının karaciğerde glikojen şeklinde depolanmasını sağlar. İnsülin yeterli salgılanmazsa kandaki şeker oranı yükselir.bu da şeker hastalığına sebep olur. Şeker hastalığı olan kişilerin idrarında glikoza rastlanır Glukagon ise kandaki glikoz miktarı azaldığı zaman salınır. Karaciğerde depolanmış glikojende'" gereken miktarını glikoza dönüştürerek kana geçmesini sağlar.


e. Böbrekler Böbrekler

iki değişik yapıda hormon salgılarlar.

Kalsitriol : Steroid yapıda olan bir hormondur. Vücutta kalsiyum iyonunu destekler. D vitaminin aktif şeklidir. Eritropoietin : Kırmızı kemik iliğinden eritrosit yapımını uyarır. Böbreklerdeki düşük oksijen oranına cevap olarak salınır. Böylelikle artan eritrosit yapımı sonucunda oksijen taşıma kapasitesi de artar.


f. Eşey Bezleri

Üreme sistemi hormonlarını kadınlarda ovaryum ( yumurtalık), erkeklerde ise testisler üretirler. Eşey bezleri ergenlik çağına girildikten sonra hipofiz bezinin etkisiyle faaliyet gösterir.
Testislerde erkeklik hormonları olan androjenler üretilir. Bunlardan testosteron hormonu fonksiyonel sperm yapımını ve olgunlaşmasını ikincil cinsiyet özelliklerinin (sakal ve bıyık çıkması,kılların büyümesi,sesin kalınlaşması,kemiklerin gelişmesi erkek tipi kaslı bir vücut yapısının oluşması) ortaya çıkmasını sağlar.
Yumurtalık dişilerde bulunan bir çift bezdir. Ergenlik dönemine ulaşıldığında bu bezden östrojen ve progesteron hormonları salgılanır . Östrojen dişilikle ilgili ikincil cinsiyet özelliklerini (dişilere özgü ince ses gelişimi,üreme organlarını gelişimi,dişiye ait vücut yapısının oluşması) sağlar.
Progesteron hormonu ise gebeliğe hazırlanmada önemli rol oynar. Embriyonun gelişmesi için rahmi hazırlar, embriyonun uterin tüpü boynuna iletilmesini sağlar ve meme bezlerinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir.
 
Üreme sistemi

Üreme sistemi canlılığın devamını sağlayan sistemdir. Türün devamlılığı iki ayrı cins tarafından gerçekleştirilir. Erkek ve kadın üreme sistemi anatomisi ve fizyolojisi birbirinden oldukça farklı yapılardan oluşmuştur. Ayrıca erkeğin üremedeki rolü kadına göre daha basittir.

Kadın üreme sistemi

Kadın üreme sistemi, erkek üreme sistemine göre daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Dişi üreme sistemi dişi üreme hücresi olan yumurta üretimini, döllenmeden sonra zigotun taşınması, beslenmesi ve gelişen embriyonunun korunmasını sağlar. Ayrıca meme bezleri salgısı ile doğumdan sonra bebeğin beslenmesi sağlanır. Organizasyonu Dişi üreme sistemini meydana getiren organlar dış ve iç üreme organları olarak iki kısımda incelenir. Dış üreme organlarının tümüne birden vulva adı verilir.

Bunlar; büyük ve küçük dudaklar, klitoris, kızlık zarı ve vajina girişidir.

İç üreme organları;

vajina,

rahim (uterus), yumurtalıklar (overler) ve fallop tüpleri, İç üreme organları Vajina Üretra ve mesanenin arkasında ve rektumun önünde yer alır. Rahim ile dış ortam arasındaki bağlantıyı sağlayan boru şeklinde, esnek ve 8-10 cm kadar olan bir organdır. Vajinal duvar düz kaslardan ve fibroelastik bağ dokusundan oluşur.

Cinsel birleşmenin olduğu yerdir. Cinsel birleşme sırasında vajina penisin girişini kolaylaştırmak için serviks bezlerinden gelen müköz salgılarla kayganlaştırılır.

Vajina asidik bir ortama sahip olması sayesinde bakteriyel infeksiyonların önlenmesinde de önemli yere sahiptir. Doğum sırasında bebek buradan geçerek dünyaya gelir.


Rahim (uterus)

Mesanenin arka kısmında ve rektumun önünde yer alan şeklinde kasl ve bağ dokusundan oluşmuş bir organdır. Yaklaşık 7-8 cm uzunluğunda, 40-50 gr ağırlığında olan bu organ tersine duran bir armut görüntüsüne benzer. Geniş olan üst kısmına fundus, alt kısmına ise serviks denir. Fundus uterin tüplerinin açıldığı, serviks ise vajinaya açılan kısımdır.

Uterus dıştan içe doğru 3 tabakadan oluşur; En dış tabaka perimetriumdur ve uterusu iki geniş ligamentle pelvisin yan duvarlarına tutturur. Orta tabaka olan miyometrium kaslı bir yapıya sahiptir. Doğum sırasında bu kaslı yapı sayesinde gerçekleşen kasılmalar bebeğin geçişini kolaylaştırır. Ayrıca miyometrium kadın orgazmında da kasılır. En iç tabaka ise endometriumdur. Bu tabaka her ay çocuğun yerleşmesi için östrojen hormonu etkisi ile kalınlaşır.

Progesteron hormonu ise zigotun alınmasını ve beslenmesi için gerekli olan hazırlıkları sağlar. Her bir siklus sonunda gebelik olmazsa aylık kanama (menstruasyon, regl, adet kanaması) şeklinde dışarı atılır. Kanam sonucunda endometrium kendisini yenilemek için yeni bir siklusa başlar. Bebeğin anne karnındaki gelişimi uterusta olur. Gebelik döneminde uterus bebeği, çevresindeki sıvıyı bebeğin büyümesine imkan sağlayacak şekilde barındırır ve büyüyerek tüm karın boşluğunu kapsar.

Fallop tüpleri (uterin tüpleri)

Uterusun iki yanından çıkıp yumurtalıklara doğru uzanan bu tüpler 10 cm uzunluğunda olup yumurtalıklardan atılan yumurtayı ovaryumdan uterusa (rahime) iletir. Bu yumurtaların erkek üreme hücresi tarafından yakalanıp döllenmesi tüplerde gerçekleşir ve döllenmiş yumurta da bu tüpler aracılığıyla uterusa iletilir.

Yumurtalıklar (ovaryum)

Rahmin her iki yanında yer alan, gri-pembe renkli, badem şekilli yassı ve oval 6-8 gr ağırlığında iki organdır. Ovaryumun başlıca fonksiyonu yumurta (ovum) ve dişi eşey hormonları olan östrojen ve progesteron üretmektir. Ayrıca hipofizin ön lobundan salgılanan folikül stimüle edici hormonu kontrol eden ihibini (baskılayıcı) salgılar.

Dış üreme organları

Dış üreme organlarının tümüne birden vulva adı verilir.

Büyük dudaklar (labia majör)

Vulvanın dışındaki en belirgin kısımdır ve ik kalın deri katlanması şeklindedir. İçlerinde ter ve yağ bezleri, kan damarları ve sinirler bulunur. Puberteden sonra burası kıllanır.

Küçük dudaklar (labia minör)

Büyük dudakların hemen altında yer alan iki küçük deri kıvrımıdır. Vajina girişini çevreleyen bu kısım kılsız, ince ve kan damarlarınca zengindir.

Klitoris

Vulvanın üst kısmında, küçük dudakların bittiği yerde bulunur. Klitorisin hemen altında idrar deliği, onun da altında vajina girişi bulunur. Kan damarlarının yoğun olarak bulunduğu klitoris, cinsel birleşme esnasında sertleşip duyarlılığı sağlayarak kadın orgazmında önemli rol üstlenir.

Kızlık zarı ( himen)

Vajina girişinden hemen sonra yer alır. Bağ dokusu ve damarlardan oluşmuş bu zarın dayanıklılığı kişiden kişiye değişmektedir. İlk vajinal cinsel ilişki sırasında zarda zedelenme ve yırtılma olur. Bu esnada bir miktar kan gelir. bazı kızlarda bu zar çok sağlamdır ve bazen doğum yapana kadar yırtılmayabilir.

Adet Döngüsü

Adet döngüsü ergenlik dönemiyle başlayıp menopoz dönemine kadar devam eden bir süreci kapsar. Ergenlik döneminde beyinden gelen uyarılarla yumurtalıklardan östrojen ve progesteron denilen ve adet döngüsünü düzenleyen hormonlar salgılanır. Ergenlikle beraber yumurtalıklarda doğuştan var olan yumurtaların her ay biri olgunlaşarak vücuttan atılır. İlk adet görme yaşı kişiden kişiye değişir ve 9 ile 16 arası herhangi bir yaşta görülebilir. Rahim iç yüzeyinde her ay olgunlaşmış yumurtanın , gelip yapışmasına ve buradan beslenmesi için damarlanmasını sağlayacak bir tabaka oluşur (endometrium) ve eğer döllenme yoksa bu duvar görevini tamamlayıp yerini alttan gelen yeni dokuya bırakarak dökülür, rahimden dışarıya atılır. Her ay aynı şekilde tekrarlanan bu işleme adet kanaması (menstrüasyon, regl, aybaşı) denir. Bileşik bir hormon grubu tarafından işareti verilen ve beyin tarafından kontrol edilen bu süreç, genellikle gebelik hariç, her ay gerçekleşir. Kadınlar, yeni bir yumurtanın oluşmasından önce adet görürler. Bir adet döngüsü ortalama 28 gündür fakat, bu kişilere göre değişebilir. Adet döngüsünün 21 ile 35 gün arasında olması normaldir. Adet döngüsü, çeşitli uzunluklarda olabilir.

Meme dokusu

Memeler ergenlik dönemi başlayana kadar kızlarda ve erkeklerde aynı büyüklüktedir. Ancak kızlarda ergenlik dönemiyle beraber salınan östrojen hormonunun etkisiyle hızla büyürler.
Meme büyüklüğü, genetik yapı, vücudun yağ oranı ve büyüklüğüyle yakın ilişkilidir. Memeler, bebeğin belli bir süreye kadar besin ihtiyacını karşılamak için süt üretir ve salgılarlar. Ayrıca memeler cinsel uyarılmada da etkilidir. İç yapısında salgı bezleri, yağ ve bağ dokusu bulunur. Meme dokusu içerisinde üretilen sütün dışarı taşınması için çok sayıda süt iletim kanalları bulundurur.
 
Erkek üreme organları


Erkek üreme sisteminin dış organları penis, skrotum ve testislerdir. İç organlar ise vas deferens, üretra, prostat bezi ve seminal veziküllerdir. Erkeğin genlerini taşıyan sperm testislerde yapılır ve seminal veziküllerde depolanır. Cinsel ilişki sırasında sperm meni adı verilen bir sıvının içinde vas deferensten sertleşmiş penise taşınır.

Penis

Penis hem cinsel birleşme, hem de idrar boşaltma organıdır. Penis başı, ince bir zarla çevrilmiş süngerimsi yapıdadır. Penis başının deri rengi koyu olup, uç kısmında idrar deliği bulunur. Penis gövdesinin büyük bir bölümü erektil (sertleşebilen) dokudan oluşan üç silindirik alandan (sinüsler) meydana gelir. Büyük olan iki alan (korpus kavernosum) yanyanadır.
Üçüncü sinüs olan korpus spongiosum (süngersi cisim) üretranın çevresini sarar. Bu alanlar kanla dolunca penis büyür, dikleşir ve sertleşir (ereksiyon).


Skrotum (Erbezi kesesi, torbalar)

Skrotum penisin alt kısmında yer alan, içerisinde yumurtalar ve sperm kanallarının bir kısmının bulunduğu ince kırışık derili kesedir . Testisleri sarar, korur, darbelerde ve sıkışmalarda yumurtaların zarar görmesini engeller. Skrotum testisler için bir ısı kontrol sistemi olarak görev yapar; spermlerin normal gelişmesi için testislerin vücut sıcaklığından biraz daha düşük ısıda (35ºC) olması gerekir. Skrotum duvarındaki kaslar gevşeyip kasılarak testisler için uygun ısıyı sağlarlar

Testisler (Erbezleri, yumurtalar)

Skrotumun içinde bulunan testisler bir kordon vasıtasıyla vücuda bağlanmışlardır. Bu kordonun içinde damarlar, sinirler ve sperm kanalı bulunur. Testisler sperm yapımı ve testosteron (başlıca erkek seks hormonu) sentezini gerçekleştirirler.


Vas deferens (Meni kanalı)

Epididimden spermi alıp taşıyan kordon benzeri bir kanaldır. Her bir testisten çıkan kanal prostatın arkasından yukarı çıkar ve üretraya girerek ejakülasyon kanallarını oluşturur. Vas deferense paralel giden kan damarları ve sinirler gibi diğer yapılar bir arada sperm kordonunu oluşturur.

Epididim

Testislere bitişik olan epididim yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir tüp yumağıdır. Testislerden spermi alır ve spermin olgunlaşmasına elverişli bir ortam yaratır. Sol testis sağdakine göre biraz daha aşağıdadır.


Prostat bezi

Pelviste mesanenin hemen altında yer alır ve üretranın orta bölümünü çevreler. Genellikle ceviz büyüklüğünde olan bu bez yaşla birlikte büyür. Prostat ve üstündeki seminal veziküllerde spermin beslenmesini sağlayan bir sıvı yapılır. Bu sıvı spermin ejakülasyon sırasında içinde bulunduğu salgı olan meninin hacminin büyük bir bölümünü oluşturur. Meninin içerdiği diğer sıvılar vas deferens ve penis başındaki müköz bezlerden gelir.

Üretra (İdrar Yolu)

Bu kanal idrarı mesaneden aşağı taşıyan idrar yolunu ve üreme sisteminde meninin dışarı atıldığı bölümü oluşturur. Erkekde cinsel işlev Cinsel aktivite sırasında penis sertleşir ve dikleşir (ereksiyon), cinsel ilişki sırasında girişe olanak verir. Ereksiyon nörolojik, damarsal, hormonal ve psikolojik eylemlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu gerçekleşir. Duyulardan kaynaklanan zevk veren uyaranlar beyinde bir reaksiyona neden olur. Beyin omurilikten aşağıya penise sinir sinyalleri gönderir.

Korpus kavernosumlar ve korpus spongiosuma kan getiren atardamarlar buna genişleyerek yanıt verir. Atardamarların genişlemesi bu alanlardaki kan akımının dramatik olarak artmasına, bu alanların kanla dolup şişmesine yol açar. Normal olarak penisten dışarı kan akımını sağlayan toplardamarların çevresindeki kaslar kasılarak dışarı kan akımını yavaşlatır. Penisteki kan basıncının yükselmesi boyu ve çapının artmasına neden olur.Cinsel heyecanın doruğunda, glans penisteki sürtünme ve diğer uyaranların beyin ve omuriliğe sinyaller göndermesiyle ejakülasyon (boşalma) meydana gelir.

Sinirler epididim ve vas deferens, seminal veziküller ve prostat çevresinde kasların kasılmasını uyarır. Bu kasılmalar meninin üretraya geçmesini sağlar. Üretranın çevresindeki kasların kasılması meniyi daha da ilerletir, penisten dışarı atılmasına neden olur. Meninin mesaneye geri dönmesini engellemek üzere mesane boynu da büzülür. Ejakülasyon gerçekleştikten (ya da uyarı durduktan) sonra atardamarlar büzüşür, toplardamarlar gevşer. Bu kan akımını azaltır, kanın dışarı akımını artırır, penis yumuşar.


Üreme fizyolojisi ve Gebeliğin oluşması

Üreme olayı sayesinde canlılığın devamı sağlanır. Türün devamlılığı iki ayrı cins tarafından gerçekleştirilir. İnsanların üreyebilmesi için cinsel ilişki sırasında vajinaya boşalan spermlerin (erkek üreme hücrelerinin) fallop tüplerinde dişi yumurta hücresini döllemesi gerekir. Gebelik erkek üreme hücresi olan sperm ile dişi yumurta hücresinin birleşmesiyle başlayan bir süreçtir.

Yumurtlama kadınlarda bir sonraki adet kanamasından iki hafta önce olur. Dişi yumurta hücresi yumurtalıklardan ayrıldıktan sonra 12-24 saat canlı kalırken, spermler rahim boynundaki kıvrımlarda ortalama 6 gün kadar canlı kalırlar.

Testislerde her gün milyonlarca sperm üretilir, ancak bunlardan sadece bir tanesi dişi yumurta hücresi ile birleşme şansına sahiptir. Cinsel ilişki esnasında erkeğin penisinden spermler rahim boynuna yakın bir alana boşaltılır daha sonra da rahimden fallop tüplerine doğru hareket ederler. İşte hareket yeteneğine sahip olan spermlerden bir tanesinin dişi yumurta hücresiyle birleştiği anda gebelik başlar. Dişi ve erkek üreme hücrelerinin çekirdeklerinin birleşerek yeni bir hücre oluşturmasına döllenme denir. Bu birleşmenin gerçekleştiği yer fallop tüpleridir.

Döllenmiş olan yumurta hücresi 8-9 gün içerisinde çoğalıp bir hücre yumağı haline gelir ve rahim içine ulaşır. Bu hücre yumağına embriyo denir. Embriyo rahim içine ulaştıktan sonra endometriyumu yani rahim duvarını eriten bir enzim salgılayarak bir kovuk oluşturur ve bu kovuğun içine yerleşir. Burada hücreler daha hızlı çoğalmaya başlar ve anne karnından plasenta adı verilen bir damar yumağı sayesinde beslenir.

Embriyo döneminde (ilk 12 hafta) gebeliğin sürdürülmesinden yumurtalıklardan salgılanan progesteron hormonu sorumludur. İlk 12 haftadan sonraki dönemde henüz doğmamış olan bebek fetus olarak adlandırılır. Bu süre içinde büyüme gerçekleşir. Bu dönemde plasentanın salgıladığı hormonlar ile gebeliğin devamlılığı sağlanır.
 
Kas Sitemi


Toplam vücut ağırlığının yaklaşık yarısını kas dokusu oluşturur. İskeletin üzerini sararak vücudumuza esas şeklini veren ve eklemlerle birlikte hareketi sağlayan yapılara kas denir. Kaslar, kasılıp gevşeyebilen liflerden oluşan yapılardır. İnsanlarda yaptıkları işe göre büyüklüğü ve şekli değişen 600’den fazla kas vardır. Kas dokusu uyaranlara tepki verebilme, uyaranları iletebilme, kasılabilme, uzayabilme ve esneyebilme gibi yeteneklere sahiptirler.





Kasların fonksiyonları

* Kaslar, çeşitli organların veya vücudun tamamının hareketini sağlar.
Duruş ve hareketten sorumlu olan iskeletin üzerindeki kaslar, kemiklere bağlıdır ve eklemlerin etrafında toplanan kaslar birbirlerine zıt yönlerde hareket ederler.

* Vücutta madde taşınmasını sağlarlar.
* Kalp kası, kan basıncını ayarlar ve kanı tüm vücuda pompalar.
* Düz kaslar, sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin hareketini sağlar.
* İskelet kası lenf akımına yardımcı olur.
* Kemiklerin etrafında bulunan iskelet kasları hareketle beraber, vücut şeklinin oluşmasını sağlarlar.
* Kaslar ısı üretiminde görev alırlar. İskelet kası bir iş yaptığı zaman aynı zamanda ısı üretir. Vücut ısısının yaklaşık %85’i kas kontraksiyonundan meydana gelir.


Kasların yapısı

Kaslar kas teli denilen çok sayıda ince kas lifinden oluşur. Kas liflerinin membranına sarkolemma, sitoplazmasına ise sarkoplazma denir. Kas hücrelerinde enerji ihtiyacı fazla olduğu için sitoplazmada kasılmayı sağlayan çok sayıda mitokondri bulunur. Kasların yapısında aktin ve miyozin denen miyofilamentler bulunur. Miyozin filamenti yaklaşık 200 miyozin molekülünden oluşmuştur. Miyozin başı kas kasılmaları sırasında önemli görevlere sahiptir. Miyozin başı ATPaz işlevine sahiptir. Aktin ise proteinlerden oluşmuştur. Kaslar kemiklere kirişlerle bağlanmıştır.


Kiriş; kırmızı kasların ucunda bulunan beyaz renkli, sağlam ve kası kemiğe bağlayan kısımdır.

Kas tipleri

3 ana tip kas vardır.; iskelet kasları, düz kaslar ve kalp kası.

İskelet kasları (çizgili kaslar,istemli kaslar)

İskelet etrafında bulunan, hareketi sağlayan ve istemli olarak hareket ettirdiğimiz kaslardır. Bu kaslar, tüm kas boyunca uzayan çok sayıda liften oluşmuştur. Bu lifler de miyofibrillerden meydana gelir. Her miyofibrilde ise yanyana uzayan aktin ve miyozin filamentleri bulunur. Bu filamentler, dizilişlerinden dolayı bir koyu bir açık bölge oluşturarak miyofibrilin enine çizgili görünmesini sağlarlar.

Yüz ve mimik kasları, gövdede bulunan kol kasları, kaburgalar arası kaslar, kol ve bacak kasları isteğimize bağlı olarak hareket ettirebildiğimiz kaslardır.

Kalp kası

Sadece kalpte bulunur. Miyofibrillerin dizilişi yönünden iskelet kasına, istemsiz kasılması açısından düz kasa benzer. Kalp kası hücrelerinde bol miktarda bulunan mitokondri, kasın devamlı çalışmasını sağlar. Kalp kas lifi dallanmış ve birbiri içine geçmiş şekildedir.


Düz Kaslar

İsteğimiz dışında, kendiliğinden çalışırlar. Çalışmaları otonomik sinir sistemine bağlıdır. Vücutta en çok sindirim, dolaşım, solunum ve ürogenital sistemler gibi içi boşluklu sistemlerde bulunur. İskelete bağlı değildir. Düz kaslar barsak duvarı, damar duvarı, rahim kasları gibi iç organlarda bulunan kaslar düz kaslardır. Uzun süre yorulmadan kasılmalarını sürdürebilirler.


Kasların kasılması

Kasların kasılmasında kalsiyum ve magnezyumun rolü vardır. Kasın kasılması, miyozin moleküllerinin başından oluşan çapraz köprülerin aktin miyofilamentini çekmesi ile ortaya çıkar. Kasılan kasın boyu kısalır ve böylece bağlı bulunduğu kemiği çekerek iş yapmış olur. Kas kasılması için gerekli enerji kaynağı ATP’dir. Enerjinin çoğu çapraz köprülerin aktin filamentlerini çekmesinde kullanılır. Kasılmada esas enerji kaynağı besinlerle alınan karbonhidrat, yağ ve proteinlerin oksidatif yıkımından elde edilen ATP’dir. ATP’yi yeniden oluşturabilmek için gerekli enerji kaynağı, kasta depolanmış olan glikojenden gelir.


Kasılma tipleri

İzometrik kasılma : Bu kasılma tipinde kasın boyunda önemli bir değişiklik olmaz.

İzotenik kasılma :

Belirli bir yüke karşı yapılan ve kas boyunda kısalmanın görüldüğü kasılma tipidir.

Tetanik kasılma :

Uyarıların hızlı bir şekilde tekrar edilmesi sonucunda kasın gevşemeden sürekli kasılması durumudur. Spazm ve kramp iskelet kasında görülen tetanik kasılmaya örnektir.





Vücut kasları

Mimik ve çiğneme kasları

Yüz mimiklerinin belirginleşmesini sağlayan kaslardır. Gülümseme, konuşma, dudak hareketleri, çiğneme sırasında gerçekleşen tüm hareketler, nefes alıp verme sırasında burun deliklerinin genişlemesini, yüzle ilgili tüm ifadelerin gelişmesini sağlayan kaslardır.

Boyun kasları

Başın sağa sola döndürülmesini, öne eğilmesini, arkaya bükülmesini, dikliğini ve boyun derisinin gerginliğini sağlayan kaslardır.

Sırt kasları

Omuzu aşağıya ve yukarıya çeken, kolun rotasyonunu (kendi ekseni etrafında dönmesini) ve addüksiyonunu (orta hatta yaklaşmasını) sağlayan kaslardır.

Göğüs kasları

M.pectoralis major, göğüsteki yüzeysel kastır, kolun addüktörü ve içe rotatörüdür. M.pectoralis minör göğsün yukarı kısmında ve derinde bulunan kastır. Diyafram, göğüs kafesini kapatan, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran ince bir kastır. Nefes alıp vermede önemli bir role sahiptir. Kasıldığında göğüs boşluğunu genişletip büyüterek nefes alınmasını sağlar.

Karın kasları

Diyaframın solunum için iniş çıkışını, işeme, ıkınma ve doğum olayı ile belin öne ve yana eğilmesi gibi görevleri yerine getiren kaslardır.

Omuz ve kol kasları

Kolun orta hatta yaklaştıran, orta hattan uzaklaştıran, kolu büken , eklem açısını azaltan ve genişleten kaslardır.

Önkol ve el kasları

Önkolda ele ve bileğe doğru uzanan çok sayıda kas vardır. Önkol, el ve parmak hareketlerini sağlayan kaslardır.

Leğen ve uyluk kasları

Uyluk kemiğini büken, eklem açısını azaltan ve arttıran, tüm hareketlerini sağlayan kaslardır.

Bacak ve ayak kasları

Diz eklemini büken, ayak ekleminin içe ve dışa döndüren, ayak ve parmakların hareketlerini sağlayan kaslardır.
 
Solunum Sistemi

Tüm canlı hücreler yaşamlarını sürdürmek için oksijene ihtiyaç duyarlar. Solunum sistemi vücut hücrelerine gerekli olan oksijeni sağlar ve karbondioksit atığını uzaklaştırır. Tüm canlı hücreler yaşamlarını sürdürmek için oksijene ihtiyaç duyarlar. Solunum sistemi vücut hücrelerine gerekli olan oksijeni sağlar ve karbondioksit atığını uzaklaştırır. İnsan oksijensizliğe en fazla 3-6 dakika dayanır. Canlılar oksijene enerji ihtiyaçlarını karşılamak için gerek duyarlar.



Dakikada 16-18 defa soluk alıp veririz. Bebeklerde bu sayı 30-40’a kadar yükselir. Solunum hızı omurilik sağındaki solunum merkezi yönetir

Solunum sisteminin fonksiyonları

Havanın akciğerlere ulaştırılması
Akciğerlerde hava ile kan arasındaki alışverişi sağlamak (oksijen ve karbondioksit değişimi)
Solunum yüzeyini sıcaklık değişimlerinden ve diğer çevresel faktörlerden korumak
Solunum sistemini ve diğer dokuları patojenlerin girişine karşı korumak
Sesin oluşumunu sağlamak
Homeostazın korunmasına yardımcı olmak
Kaslar ile idrar çıkarmada ve defekasyonda yardımcı olmak

Solunum Sistemi Organları

Solunum sistemi burun, ağız, farinks (yutak), larinks (gırtlak), trakea (soluk borusu), bronşlar, bronsioller, ve alveollerden oluşur. Trakeadan sonra ilk dallanan yapılara bronşlar, broşlardan sonraki daha dar çaplı yapılara da bronsioller denilmektedir.

Burun

Havanın akciğerlere giriş yeridir. Burun boşluğu nasal kemiklerle desteklenmiştir. Burun boşluğunun sırt, yani dış yan kısmı damarlı solunum mukozası ile kaplıdır. Bu mukozada mukus salgısı yapan özelleşmiş hücreler bulunmaktadır.
Burun yoluyla alınan hava içerisindeki toz ve partiküller öncelikle burun kılları tarafından tutulmaya çalışılır. Böylelikle akciğerlere mümkün olan en temiz hava ulaşmış olur. Ayrıca burundan alınan havayla akciğerlere giren hava ısıtılır.
Burun boşluğunun üst kısmında doku epiteli yer alır. Burun boşluğunun tabanında sert damak (palatum durum) bulunur.


Yutak (farinks)

Solunum sistemi ile sindirim sistemini birbirinden ayıran bölümdür. Farinksin üst bölümü (nazofarinks) yumuşak damakla ağız boşluğu ve burun boşluğunu birbirinden ayırır. Alt bölümü (laringofarinks) ise trake ve özofagusla bağlantı yapar.

Gırtlak (larinks)

Soluk alma sırasında, hava ağız ya da burundan farenkse geçer. Farenks hem yiyecekler hem de hava için ortak bir geçiş yoludur. Farinks 2 tüpe ayrılır, birisi özafagustur ve buradan yiyecekler mideye geçer, diğeri ise larinksdir ve bu da havayolunun bir parçasıdır. Farenks sesin çıkartıldığı yerdir. Ses telleri larinkste bulunur, geçen havanın bu telleri titretmesi ile ses oluşur. Larinks trakea denilen uzun bir tüpe açılır.


Soluk borusu ( trakea)

Trakea yaklaşık 2-5 cm genişliğinde ve 10 cm kadar uzunlukta olan boru şeklinde bir yapıdır. Trakea sağ ve sol 2 tane ana bronşa ayrılır. Bir bronş sağ akciğere bir bronş da sol akciğere girer. Ana bronşlar akciğere girdikten sonra dallanması devam eder, ve her bir dallanma daha dar, daha kısa, ve daha çok sayıda tüp oluşması ve ağaç gibi bir yapı oluşturması ile sonuçlanır. Bu küçük dallanmalar bronşiyol olarak adlandırılır. Bronşiyoller bronşlara göre daha fazla düz kas içerirler.



Akciğerler

Göğüs boşluğu içerisinde en fazla hacmi kaplayan akciğerler 2 tane olup, süngerimsi yapıda, rengi açık pembe olan organlardır. Akciğerler dıştan göğüs kafesi ve alttan da göğüs ve karın boşluğunu ayıran diyaframla çevrilmişlerdir. Sağ akciğer 3, sol akciğer 2 bölümden yapılmıştır. Bu bölümlere lob denir. Sol akciğerin 3. lobunun yerlni kalp almıştır.Sağ akciğer lobu, sol akciğere göre % 10 daha büyüktür. Akciğerlerin çok önemli olan ıki görevi vardır. Dışarıdaki havayı alıp (soluk alma), hava içindeki oksijenin alveollerin etrafındaki kılcal kan damarlarına geçmesini ve organlardan kirli kanla gelen karbondioksidi alveollere alıp dışarı atılmasını (soluk verme) sağlar.

Akciğeri örten çift katlı zara (membran) plevra adı verilir. Bu membranın akciğerin dış yüzeyini saran saran tabakasına visseral plevra, göğüs kafesinin iç yüzündeki tabakasına ise parietal plevra denir. Bu zar, akciğerleri sarma ve koruma fonksiyonunun yanında, içerdiği sıvı sayesinde akciğerlerin rahatça daralıp, gevşemesini sağlar. Akciğerlere iki grup atardamardan kan gelir. Akciğeri besleyen kan, bronkial arterden gelir. Kirli kanın temizlenmek üzere geldiği damar ise pulmoner arterdir. Bronşlar akciğerlerin içinde bronşcuklarla devam eder. Bronşcukların ucunda üzüm salkımına benzeyen alveol denilen hava keseleri bulunur. Akciğerlerin fonksiyonel birimleri olan alveoller, küçük ve içi hava dolu keseciklerdir. Her bir akciğerde 300 milyondan fazla alveol bulunur. Alveoller kılcal kan damarları ile çevrilidir.

Görünüşü üzüm salkımına benzer. Gaz değişiminin (karbondioksit-oksijen) gerçekleştiği yer olan alveoller yaklaşık 25 mikrometre çapındadır. Alveole giren havadaki oksijen kılcal kan damarlarına geçer. Kirli kandaki karbondioksit de yine alveollerde tutularak dışarı verilir. Buna hücre dışı solunum denir. Alveoller fagositik alveolar makrofajlara sahiptirler. Bu makrofajlar (savunma hücreleri) alveole giren mikroorganizma veya toz partikülleri gibi yabancı maddeleri yok ederler. Solunum olayı Alveollerin yalnız epitel dokudan yapılmış incecik duvarları vardır. Alveol duvarlarının dış yüzeyleri atar ve toplardamar kılcallarıyla bir ağ gibi sarılmıştır. Akciğer atardamarı aracılığıyla alveollerin dış yüzeylerine sürekli olarak karbon dioksit yüklü kan gelir. Buna karşın, alveollerin içine de hava borularıyla oksijen yönünden zengin hava girer ve ince duvarları aracılığıyla, içlerinde havayla kan arasında bir gaz alışverişi olur. Sayısı yaklaşık dört yüz milyon civarında olan alveollerin akciğerlerde oluşturdukları gaz alışveriş yüzeyi oldukça büyüktür.

Derin bir soluk alma sırasında alveollerin yüzeyi, yani solunum yüzeyi toplamı yüz metrekareye yükselir. Bu yüzey, bir insanın vücut yüzeyinin yaklaşık elli katı demektir. Alveollerin ince duvarlarının dış yüzeylerine gelmiş olan kandaki karbon dioksit miktarı, alveoller içindeki havaya oranla çok fazladır. Oksijen miktarı ise bunun tam tersidir. Aradaki bu gaz yoğunluğu farkı nedeniyle bir geçişme olayı olur. Kanın plazması ve alyuvarlarla getirilmiş olan karbon dioksit alveol duvarından alveollerin içine geçer. Bu sırada alveollerin içindeki oksijen de kana geçer ve kanın alyuvarlarındaki hemoglobin tarafından kimyasal olarak bağlanır. İçinde demir bulunan hemoglobin, oksihemoglobin haline dönüşür.


Alveollerin yüzeyinde oksijence zenginleşen kan, toplardamar kılcalları ağıyla toplanarak akciğer toplardamarı yoluyla kalbin. Sol kulakçığına getirilir. Kalbin pompalaması sonucu, oksijence zengin olan kan, sol karıncığa, sol karıncıktan aort ve kolları aracılığıyla tüm vücut hücrelerine yayılır. Hücrelere yanaşan alyuvarlar, akciğerlerden beri taşıdıkları oksijeni hücrelere verirler ve hücrelerdeki biyolojik yanma kalıntısı olan karbon dioksiti ve diğer artık maddeleri alırlar.


Diyafram kası

Göğüs boşluğunun alt kısmını kaplayan yassı bir kastır. Aşağı-yukarı kasılıp gevşeyerek göğüs boşluğunun hacmini değiştirir. Bu nedenle akciğerlere hava girişi ve çıkışı kolaylaşır. Ayrıca göğüs kasları kasılıp gevşeyerek kaburgaların açılıp kapanmasını ve akciğerlere havanın girip çıkmasını sağlarlar Diyafram aşağıya doğru çekilip, göğüs kasları kasıldığında kaburgalarımız yukarı kalkacağından, göğüs boşluğunun hacmi genişler. Akciğerlere hava dolar, soluk alırız. Diyafram yukarı doğru şişkin; kaburgalarımızı hareket ettiren kaslar gevşek iken göğsümü-zün hacmi küçülür. Bu durumda dışarıya hava verilir. Soluk almada ilk olarak kaburgalar arasındaki kaslar, diyafram kası kasılır. Göğüs boşluğu ve genişler akciğerler genişler. Akciğerlerdeki hava basıncı düşer ve oksijen alveollere kadar gelir. Soluk vermede ise kaburgalar arası kaslar ve diyafram kası gevşer. Göğüs boşluğu ve akciğerler daralır. Son olarak da alveollerdeki karbondioksit dışarı atılır.
 
Boşaltım sistemi

Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir. Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım sistemi, metabolizma sırasında ortaya çıkan atık maddelerin atılımından sorumludur. Vücut fonksiyonlarının devamı için hücrelerden atık maddelerin atılması lazımdır. Katı ve sıvı atıklar, kan içinde erimiş olarak taşınırlar ve böbreğe ulaştırılarak filtre edilirler (süzülürler). Bu atıklar üreterler yoluyla mesaneye geçerek, belli aralıklarla mesanede idrar olarak depolanıp, periyodik olarak vücuttan atılırlar.



Boşaltım sisteminin fonksiyonları

• Hücrelerden atık maddelerinin uzaklaştırılmasını sağlar.
• Kanın hacmini ve basıncını idrarla su kaybının düzenlenmesi yoluyla ayarlar.
• Sodyum, potasyum ve klor gibi elektrolitlerin plazma konsantrasyonlarını ayarlar.

Böbrekler

Böbrekler omurganın her iki yanında, kaburgaların hemen altında bulunup, sağ böbrek üzerinde bulunan karaciğer dolayısıyla biraz daha aşağı seviyededir. Yetişkin bir insanda her biri 130-150 gr ağırlığında olan böbrekler, yumruk büyüklüğünde, fasulyeye benzeyen bir çift idrar yapan organdır.


Fonksiyonları

Böbreklerin vücut için oldukça önemli fonksiyonları vardır. Böbreğin başlıca işlevleri vücutta su, tuz, kalsiyum dengesinin sağlanması, idrar aracılığı ile zararlı maddelerin ve ilaçların vücuttan atılması ve hormon, şeker metabolizmasına olan katkılarıdır.

• Böbrekler kanı süzerler. Böbrekler, kanı nefron adı verilen milyonlarca mikroskobik filtre aracığıyla temizleyerek idrar oluşturur. Kan atardamarlardan böbreğe doğru akarken yüksek basınçtan dolayı plazma (kanın sıvı bölümü) hücreler ve büyük proteinler hariç glomeruler kapsüle (böbreğin kabuk bölümündeki damar ve sinir yumağı) geçer. Hücreler ve büyük proteinler glomeruler kapsülde kalırlar. Bu olaya glomeruler filtrasyon adı verilir.
• Vücut için gerekli olan suyun alım ve atım dengesini yani homeostazı sağlarlar. Böbrekler vücutta bulunan suyun durumuna göre seyreltik ya da yoğun idrar çıkarırlar.
• İdrar aracılığıyla vücutta metabolizma sonucu oluşan zararlı maddelerin kandan atılmasını sağlarlar. Bu atık maddelerinden özellikle üçünün atılımı homeostazın korunmasında oldukça önemlidir. Bunlar; üre, ürik asit ve kreatinindir. Bunlarla beraber Na, K, CI gibi iyonların gerektiğinden fazlası uzaklaştırılır.
• Böbrekler vücut için gerekli bazı hormonları salgılarlar. Bunlar kemiklerde kırmızı kan hücrelerinin üretimini harekete geçiren eritropoetin; kan basıncını düzenleyen renin ve sağlıklı kemikleşme için gerekli olan D vitaminidir.
• Bunun dışında kan basıncının düzenlenmesi, kan hücrelerinin yapımının kontrolü, kemik gelişiminin sağlanması gibi başka görevleri de vardır




Yapısı

Böbrekleri saran tabakalar içten dışa doğru capsula fibrosa, capsula adiposa ve fascia renalis’dir. Böbrek çevresinde bulunan bağ dokusunun kalınlaşmasıyla oluşan tabaka fascia renalis adını alır. Fascia renalis, capsula fibrosa denilen ve böbreği çevreleyen sağlam zara sıkıca tutunmuştur. Fascia renalis arkasında yer alan yağ dokusuna corpus adiposum pararenale denilir. Fibröz kapsül ile böbrek fasyası arasında capsula adiposa (perirenal yağ dokusu) denilen bir yağ tabakası daha vardır.
Böbreğin damarlarını, sinirlerini ve pelvis renalis'i içeren kısmına hilum renale adı verilir. Hilum böbreğin iç kenarında yer alan çukur yeridir. Hilumun böbrek içinde açıldığı boşluğa sinus renalis denir. Böbrek cortex renalis (kabuk) ve medulla renalis (öz) olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Korteks homojen görünümde olup, kırmızımsı-kahverenklidir ve idrar yapan oluşumları içerir.
Medulla ise soluk ve daha koyudur ve toplayıcı kanallardan oluşur. Medulladan sinus renalise (böbrek sinirleri) doğru uzanan konik şekilli yapılara böbrek piramitleri denir. Sayıları her böbrekte 12-14 kadardır. Böbrekler, dıştan içe doğru dış korteks, santral medulla ve internal kaliksler ve pelvisten meydana gelirler. Böbreğin fonksiyonel birimi nefron adını alır.
Böbrekte idrarın yapıldığı morfolojik üniteyi oluşturan nefron, kanın süzüldüğü glomerül ve devamı olan tüplerden oluşur. Bir böbrekteki nefron sayısı 1-3 milyon arasındadır.
Nefronlar ortak açılma kanalları ile böbrek papillaları üzerindeki deliklere açılırlar. Böylece oluşan idrar ilk olarak kalikslerde ve dolayısı ile pelviste biriktirilmiş olur. Nefronlarda gerçekleşen süzme (filtrasyon), salgılama (ekskresyon) ve geri emilme (rezobsiyon) aşamalarından sonra idrar şeklinde atılan miktar 1.5 lt kadardır.


Bir nefron şu kısımlardan oluşur:
1- Renal korpüskül (Bowman kapsülü + Glomerulus)
2- Proksimal tübül (düz kısım + kıvrak kısım)
3- Henle kulpu (inen kol + yükselen kol)
4- Distal tübül kıvrık tübül 5- Toplayıcı kanal

Glomerulus

Böbreğe gelen kanın süzüldüğü filtredir. Nefronun asıl görevi kanın böbreklerden geçişi esnasında içindeki istenmeyen maddeleri temizlemektir. Atar damarlar yoluyla nefrona gelen kanın içindeki atık maddeler burada filtre edilerek süzülür.
Glomerul, kılcal damarlardan oluşmuş yumak şeklindeki bir yapıdır. Buradaki kılcal damarlar vücudu saran diğer kılcal damarlardan farklı olarak üç katmanla sarılmıştır.
Böbreğe gelen kanın içinde glikoz, bikarbonat, sodyum, klor, üre ve keratin gibi birçok madde vardır. Böbrek, bu maddelerin bazılarının tamamını, bazılarının ise bir bölümünü vücuttan atarken, bazılarını da tamamen kana gönderir. Temizlenmesi gereken maddeler özellikle üre, ürik asit, kreatinin gibi metabolizmanın son ürünleridir. Ayrıca sodyum, potasyum, klor gibi iyonların gerektiğinden fazlası uzaklaştırılır.
Glomerüllerin bu seçiciliği sıvının içindeki moleküllerin elektrik yüklerine ve büyüklüklerine bağlı olarak belirlenir. Glomerüller, sıvının içinde karışık olarak bulunan sodyum ile glikozun molekül ağırlığını hesaplama ve proteinlerin negatif elektrik yüklü olduklarını tespit edebilme yeteneğine sahiptir. Böylece vücut için hayati öneme sahip olan proteinlerin vücuttan atılmayıp, tekrar geri alınması sağlanmış olur.

Proksimal Kıvrımlı Tübül: Bowman kapsülüne yakın olan kısımdır. Glomerulusta kandan filtre edilen sıvıdan su, üre, elektrolitler, glukoz ve bazı aminoasitlerin geri emildikleri yerdir.

Henle kulpu: Proksimal tübülden sonra gelen kısımdır. İnen ve çıkan henle kulpu olarak adlandırılan iki kısımda incelenir. İnen henle kulpunda su, sodyum, klor ve ürenin geri emilimi devam eder. Çıkan henle kulpunda ise sodyum, klor ve bikarbonatın geri emilimi devam eder.

Distal kıvrımlı tübül: Tübüler yapının son bölümüdür. Çok fazla sayıda mitokondri içerir. Bu mitokondriler buradan gerçekleşen aktif taşıma için gerekli enerjiyi sağlarlar.

Toplayıcı kanallar: Distal kıvrımlı tübülden geçen filtrat toplayıcı kanallara akar. Filtrat artık bundan sonra idrar adını alır.

Böbreklerin beslenmesi

Genellikle her bir böbreği aortdan çıkan tek bir renal arter besler. Renal arter, anteriorda (ön kısım) yer alan renal ven ve posteriorda (arka kısım) yer alan renal pelvis arasından hilusa (bronş ve damarların akciğere girdiği bölge) girer. Böbreğe girmeden önce iki veya daha fazla dala ayrılabilir. Pelvis ve üreter dublikasyonunda genellikle her bir renal segmentin ayrı beslenmesi vardır. Renal arter anterior ve posterior dallara ayrılır. Posterior dal arka yüzün orta segmentini besler. Anterior dal ise üst ve alt polleri ve ön yüzü besler.

Renal venler arterlerle yan yana yer alırlar. Fakat bir dalın tıkanması durumunda başka bir dal drenajı üstlenir. Bazen klinik önemi de olabilen aksesuar dallar olabilir. Çünkü bunlar üretere baskı yapıp hidronefroza sebep olabilirler.

Üreterler

Üreterler, böbrek ile idrar torbası arasında bulunurlar. 25-30 cm uzunluğunda, 4-7 mm çapında, kas liflerinden oluşmuş boru şeklinde yapılardır. Böbreklerde oluşan idrar bu ince borucuklar vasıtasıyla idrar torbasına ulaşır. Ureter pars abdominalis ve pars pelvica olmak üzere iki kısımda incelenir. Ureterin üç yerde darlığı vardır. Birinci darlık başlangıç yerinde, ikinci darlık linea terminalis’i çaprazladığı yerde, üçüncü darlık da mesaneye girdiği yerdedir (en dar yeri burasıdır).

Mesane (İdrar Torbası)
Mesane yoğun kas liflerinden oluşmuş, idrarın depolandığı, genişleme özelliğine sahip torba şeklinde yapıdır. Mesane dolduğunda mesane duvarını oluşturan kas lifleri gerilerek idrara çıkma hissi uyandırır ve duvarındaki kasların kasılması ile mesane boşalır. Kadınlarda pelvis boşluğunun tabanında, erkeklerde rektumun önünde ve prostatın üzerindedir.

Üretra

İdrarın mesaneden alınarak, vücut dışına atıldığı son kanaldır. Kadınlarda 3-4 cm, erkeklerde yaklaşık 20 cm uzunluğundadır.

İdrar oluşumu

İdrar oluşumunda üç önemli olay yer alır.

1- Glomerüler filtrasyon
2- Tübüler reabsorpsiyon (geri emilim)
3- Tübüler sekresyon (salgılama)

Glomerüler filtrasyon idrar oluşturmada ilk basamaktır. Filtrasyon, hidrostatik ve onkotik basınçların bir sonucu olarak gerçekleşir. Oluşan ultrafiltrat nefronların tübüllerinde hacim ve kompozisyon olarak önemli değişikliklere uğrar. Bazı maddeler tamamen yada kısmen reabsorbe (geri emilim) edilirken, bazı maddeler de filtrasyona ilaveten peritübüler hücreler tarafından tüp lümenine salgılanır.


Tübüler reabsorpsiyon ve sekresyon olayları aktif ve pasif olarak gerçekleştirilir. Maddelerin tüp lümeni ile peritübüler bölme arasındaki değişimi transsellüler ve parasellüler yolla gerçekleşir.

Her iki böbrekteki nefronlardan bir dakikada meydana gelen filtrata glomerüler filtrasyon hızı denir ve bu yaklaşık 125 ml/dk.dır. Bu miktarın sade 1 ml/dk.si idrar olarak mesaneye ulaşır.

İdrarın özellikleri

İdrar, metabolizma sonucu üretilen artık maddelerin taşındığı % 95 oranında sudan oluşan sarı renkli bir sıvıdır. Normal bir insan günde 1200-1700 ml kadar idrar çıkarır. Bu miktar bazı durumlara bağlı olarak değişir. İçilen su miktarı, beslenme tarzı, diüretik kullanımı, kullanılan ilaçlar, ortamın sıcaklığı, kan basıncına bağlı olarak idrar miktarı ve niteliği değişir.
 
Hareket sistemi

Hareket sistemi vücut şeklinin ortaya çıkmasını ve hayati öneme sahip organların korunmasını sağlar.
Hareket, omurgalı hayvanlarda ve insanlarda bir iskelet ve onun etrafındaki kas dokusu yardımı ile gerçekleşir.



Hareket sistemi

iskelet ve kas sistemi olmak üzere iki kısımda incelenir.

İskelet sistemi

Kemiklerden meydana gelen, vücuda şeklini veren, iç organları koruyan ve kaslara tutunma yeri olan yapıya iskelet adı verilir. İskelet sistemi vücudu destekleyen, dış uyaranlara karşı direncini sağlayan dokular bütünüdür.
Yerçekimine karşı gelerek kasların da yardımı ile vücudun hareketini sağlar, organları korur. İnsanlarda iskelet 206 kemikten oluşur.
Kemik sürekli değişen ve pek çok fonksiyonu olan vücut dokusudur. Bütün kemikler bir araya gelerek iskeleti oluşturur.

İskeleti oluşturan kemikler genel olarak 5 grupta incelenir.
1- Uzun kemikler
2- Kısa kemikler
3- Yassı kemikler
4- Düzensiz kemikler

Kemik yapısı
Yapısında inorganik madde bulunan tek dokudur. Dıştaki sert katman büyük oranda kollajen proteinlerden ve hidroksiapatitten oluşur. Kollajen teller gerilmeye karşı direnç sağlar.
Kalsiyum ve diğer minerallerden oluşan hidroksipatit, vücudun kalsiyum deposudur ve kemiğin sağlamlığından sorumludur. Kemiğin organik yapısında kalsiyum ve fosforun yanı sıra kalsiyum sülfat, sülfat, sodyum ve magnezyum bulunur. Vücutta bulunan kalsiyumun(yaklaşık 1 kg) % 99’ u kemikte bulunur.
Yetersiz kalsiyum ve fosfor alımı kemiğin sağlamlığının azalmasına, kolay kırılabilir olmasına ve bazı kemik hastalıklarının oluşmasına sebep olur.
Kemiğin içinde bulunan kemik iliğinin yumuşak ve gözenekli bir yapısı vardır; burada kan hücrelerinin üretildiği hücreler bulunur. Damarlar kemiklerin içinden geçer ve etrafı sinirlerle çevrilmiştir.

Kemik dokusu tipleri

Kompakt kemik dokusu : kemiklerin oldukça sert olan en dış tabakasıdır.

pongioz kemik dokusu : kısa ve uzun kemiklerin metyafiz ve epifizlerinin iç kısımları ve yassı kemiklerin iç yüzeylerinde bulunur.

İskeleti oluşturan kemikler 4 grupta incelenir.

Bunlar baş kemikleri, omurga kemikleri, göğüs kemikleri, alt ve üst taraf kemikleri

Baş kemikleri (ossa cranii)

Baş kemiklerinin en temel fonksiyonu hayati önemi olan beyni korumaktır. Kafatası kemikleri baş ve yüz kemikleri olmak üzere 2 kısımda incelenir.

Baş kemikleri

Oksipital kemik (artkafa kemiği): Kafatasının alt ve arka kısmında bulunur. Sphenoid kemiği (temel kemik): Kafatasının tabanında bulunan kemiktir.

Frontal kemik (alın kemiği): Kafatasının ön yüzünde ve göz yuvalarının (orbita) üst bölümünde yer almıştır.

Parietal kemik (yan kafa, çeper kemiği): Kafa boşluğunun yan bölümlerini kaplayan, geniş yüzeyli bir çift kemiktir.

Temporal kemik (şakak kemiği): Parietal, sphenoid ve occipital kemikler arasında yer alan bir çift kemiktir. Bu kemiklerin iç tarafında işitme ve denge organları bulunur.

Etmoid kemik (kalbur kemiği) : Sfenoid kemiğin önünde ve frontal kemiğin arkasında arda bulunan kemiktir.



Yüz kemikleri

Maxilla ( üst çene kemiği) : Hareketsiz olan çene kemiğidir. Ağız boşluğunun üstünde, göz çukurunun altında bulunur.

Os lacrimale (gözyaşı kemiği) : İnce bir kemik olup, göz çukurunun iç duvarının ön parçasını oluşturur. Os palatinum (damak kemiği) : Burun boşluklarının arkasında yer alır.

Os nasale (nazal kemik, burun kemiği) : Ortada bir çizgi boyunca bağlanmıştır. Üst çene kemiğinin alın çıkıntıları arasında ve dört köşeli yassı bir kemik olup burun sırtının iskeletini yapar.

Os zygomaticum (elmacık kemiği) : Göz çukurlarının dış alt kısımlarında bulunur.

Mandibula (alt çene kemiği) : Yüz kemiklerinin en büyüğüdür. Çiğneme fonksiyonu ile sindirim sistemine yardımcı olur.

Os hyoideum (dil kemiği) : Dil kökünün aşağısında ve gırtlağın üst kısmında yer alır.

Vomer (sapan kemiği) : Burun boşluklarını birbirinden ayıran kemiğin arka ve alt parçasını yapan, ince dikdörtgen şeklindeki kemiktir.

Omurga

Vücudun dorsalinde (arkada, sırtta) omurlardan meydana gelmiş, vücudun ağırlığını taşıyan ve destekleyen iskelet bölümüdür. Boşluğunda sinir sisteminin önemli bir parçası olan omurilik (medulla spinalis) koruma altına alınmıştır.omurgayı meydana getiren omurların sayısı 33 tanedir. Bu sayı erginde 26’dır.

Omurgabeş bölümde incelenir.

Boyun bölgesi (servikal) omurlar : Boyun bölgesi 7 omurdan meydana gelmiştir.

Göğüs (torasik) omurlar : Göğüs omurları 12 tanedir.

Bel (lumbar) omurları : Bel omurları 5 tanedir. Vücut ağırlığının taşınmasında önemli role sahiptir. Diğer omurlara göre daha büyük ve enine çıkıntılara sahiptirler.

Kuyruk sokumu (sakral) omurları : Çocukta 5 ayrı omur, ergenlikte birleşerek tek omur haline gelir.

Kuyruk (koksik) omurları : Sayısı 3-5 arasında değişen kuyruk omurları erginde tek kemik haline gelir.




Göğüs iskeleti (toraks)

Göğüs iskeleti, kaburgalar (costae) ve göğüs kemiği (sternum) olmak üzere iki kısımda incelenir. Omurga dışında göğüste 25 tane kemik bulunur. Bunlardan 12 çifti kaburga bir tanesi ise göğüs kemiğidir. Sternum önde ve yassıdır. Kaburgalar sağ ve solda 12’şer tanedir. Kaburgaların hepsi arkada omurga ile bağlantılıdır. Önde ise kaburgaların ilk 7 çifti sternuma bağlanır. 8,, 9, ve 10. çift kaburgalar 7, çifte bağlanır. 11. ve 12. çiftlerin uçları boştadır. Kaburgaların sternuma birleştiği yerde kıkırdak doku yer alır. Bu sayede göğüs kafesi elastikiyet kazanır.


Üst taraf kemikleri

Köprücük kemiği (clavicula)

Sternum ve kürek kemiği ile eklem yapar. 15-17 cm uzunluğunda, 2-3 cm genişliğinde ve herhengi bir travmada kolay kırılabilir bir kemiktir.

Kürek kemiği (scapula)

Üçgen şekilli yassı iki kemiktir. Ön ve arka olmak üzere iki yüzü vardır. Ön yüzde omur kaslarının bağlandığı noktalar vardır.

Kol yada pazu kemiği (humerus)

Vücudun üst kısmına ait en uzun kemiktir. Üstte kürek kemiği, altta ise önkol kemikleri ile eklem yapar. Dirsek kemiği (ulna) Üst ucu kalın, alt ucu incedir.

Radius (önkol kemiği)

Önkolun dış yan tarafında bulunan kemiktir. Ulnaya paralel uzanır fakat daha kısadır. El kemikleri Toplam 27 kemikten oluşur. El bilek kemikleri (8), el tarak kemikleri (5) ve el parmak kemikleri (14) olmak üzere 3 grupta incelenir.

Alt taraf kemikleri Kalça kemiği (os coxae)

Kalça kemiği kanadı (os ilii), oturga kemiği (os ischii) ve çatı kemiğinin (os pubis) ergenlik çağında birleşmesi ile oluşur.


Leğen kemiği (pelvis)

Arkada sakrum ve koksik, yanlarda ise kalça kemiklerinin aralarında eklemleşmesinden meydana gelir. geniş olan üst parçasına pelvis major (büyük pelvis), alt parçasına ise pelvis minör (küçük pelvis) denir.
Pelvis çapları önemlidir. Çünkü doğum sırasında uterus ve karın kaslarının kasılması sonucu aşağıya itilen çocuğun dışarıya çıkabilmesi için önce küçük pelvisten geçmesi gerekir.erkek pelvisi ile kadın pelvisi arasında farklılıklar vardır. Kadın pelvisi daha geniş, yüksekliği daha az, sakrum daha kısa ve geniştir.


Uyluk kemiği, femur (os femoris)

İskeletin en uzun, en kalın ve en sağlam kemiği olup kalça kemiği ve tibia ile eklem yapar.

Diz kapağı kemiği (Patella)

Tabanı yukarda olan bir üçgen gibidir. Ön yüzü deri altından hissedilir.

Kaval kemiği (tibia)

Vücudun en uzun ikinci kemiğidir. Tibianın üst ucu alt uca göre daha incedir. İnce fakat çok sağlam bir kemiktir.

Baldır ,kamış kemiği (fibula)

Yaklaşık olarak tibia ile aynı boyda fakat daha ince olan bacak kemiğidir.


Ayak kemikleri

Toplam 26 tanedirler. Ayak kemikleri iki sıra halinde dizilmişlerdir. Arka sırada iki büyük kemik olan eklem kemikleri (talus),ve topuk kemiği bulunur. Ayak tarak kemikleri eldeki gibi 5 tanedirler fakat daha uzundurlar. Ayak parmak kemikleri eldeki gibi 14 tanedir.

Eklemler

İskeleti oluşturan kemikleri birbirine bağlayan anatomik oluşumlardır. Eklemlerde iki kemiğin uç noktaları, yumuşak, yoğun, koruyucu ve sürtünmeyi azaltıcı görev üstlenen kıkırdakla kaplıdır.

Eklem kıkırdağı 2-5 mm kalınlığındadır. Kemik yüzeylerini örten eklem kıkırdağının özelliklerinden biri sürtünme katsayısının çok düşük olmasıdır; bu sayede iki yüzey rahatlıkla birbirleri üzerinde kayar. Diğer özelliği baskıya karşı dayanıklılığıdır. Ne kan damarları ne de sinir uçları kıkırdağa girmez.

Kıkırdak, sinir ucu içermemesi nedeni ile ağrıya duyarsızdır. Komşu eklem yüzleri arasındaki büyüklük ve şekil farklılığı fazla ise bu yüzlerin birbirine uyumunu sağlayan iki eklem yüzü arasına sokulan menisküs ve disküs denen oluşumlar bulunur. Menisküsler, eklem yüzlerinin yan kısımlarında bulunur ve eklem yüzlerini büyütürler. Ayrıca dokuların elastikiyeti sayesinde ve hareket sırasında basıncın etkisi ile eklem yüzlerinin şekil ve durumlarını değiştirirler. Diskuslar, şekil ve durum değiştirme yeteneği daha fazla olan ve çeşitli hareketlerin meydana gelmesini sağlayan oluşumlardır.

Eklemlerin diğer parçaları stabilizasyonu ve sürekli kullanımdan oluşabilecek aşınmanın azaltılmasını sağlar. Eklemlerde ayrıca eklem kapsülünü oluşturan ince ve yumuşak bir zar (sinoviyal zar) mevcuttur. Sinoviyal dokuda bulunan hücreler eklem kapsülünü dolduran bir sıvı (sinoviyal sıvı) üretirler. Sinoviyal sıvı, proteinler, elektrolitler ve glukozdan oluşan karmaşık, çok özelleşmiş bir sıvıdır.
Eklem daha hızlı hareket ettikçe daha akışkan hale gelen bir yağ gibidir Bu sıvı sürtünmeyi azaltır, kayganlık sağlar, eklem yüzeylerinin hareketini kolaylaştırır. Eklem bağları (ligamentler) eklemleri sarar ve kemikleri birbirine bağlar. Bu bağlar belirli yönlere harekete imkan sağlayarak, eklemlerin stabilize olmasına yardım eder.
Bursalar, hareket sisteminin komşu yapıları arasında tampon işlevi gören içi sıvı dolu keselerdir. Bursalar, hareket sırasında birbirine sürtünen dokuların yıpranmasını önlerler. Bir eklemi oluşturan yapılar hareketi kolaylaştırmak için birlikte çalışırlar.

Eklemler fonksiyonlarına göre 3 sınıfta incelenir.


Oynamaz eklemler

Kafatası kemikleri arasında bulunan ve sutura adı verilen eklemler bu türdendir. Bu tip eklemler yoğun bir fibröz doku kitlesi ile birleştiklerinden, bazen fibröz eklemler adını da alırlar.


Yarı oynar eklemler

Bu tip eklemlerde hareket önemsiz seviyededir. Omurga kemikleri arasındaki eklemler bu tipe en belirgin örnektir. Kemikler arasındaki yarı gevşek eklem bir miktar harekete izin verir.


Oynar eklemler Tam oynar eklemler (sinoviyal eklemler):

Eller, ayaklar, kollar ve bacaklarda bulunurlar. Farklı anatomik tipleri vardır. Hepsinde bir eklem boşluğu, bunu örten bir sinoviyal zar ve bu boşluğun içinde sinoviyal sıvı mevcuttur. Tüm hareketli eklemler sinoviyal eklemler adını da alırlar.
 
DOLAŞIM SİSTEMİ

Canlılar yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmek için enerjiye ihtiyaç duyarlar. İhtiyaç duyulan bu enerji besinlerden sağlanır. Canlıların hücrelerinde enerjinin üretilebilmesi için gerekli olan besin ve oksijenin hücrelere taşınması gerekir. Ayrıca hücrelerde yaşamsal faaliyetler sonucu oluşan karbondioksit gazı ile zararlı atık maddelerin de boşaltım sistemi organlarına getirilerek vücut dışına atılması gerekir.


Hücreler için gerekli olan besin ve oksijenin hücrelere taşınmasını, hücrelerde yaşamsal faaliyetler sonucu oluşan karbondioksit gazı ile zararlı atık maddelerin boşaltım organlarına (akciğerlere ve böbreklere) iletilmesini sağlayan sisteme dolaşım sistemi (kalp – damar sistemi) denir.


(Hücrelerde yaşamsal faaliyetler için gerekli olan ve sindirim sisteminden kana geçen besinler ile solunum sistemi ile akciğerlerden kana geçen oksijen gazını hücrelere taşıyan, hücrelerde yaşamsal faaliyetler sonucu oluşan karbondioksit gazını akciğerlere, zararlı ve atık maddeleri böbreklere (boşaltım sistemi organına) götüren sisteme dolaşım sistemi denir).

Dolaşım sistemi kalp, damarlar ve kandan oluşur. Kalp ve damarlara dolaşım sistemi organları denir.


1- KALP (YÜREK) : Kalp, göğüs boşluğunda, diyaframın üstünde ve iki akciğer arasında, göğüs kemiğinin arkasında, sivri ucu sola yatık durumda, koni şeklinde ve herkesin yumruğu büyüklüğündeki organdır. (Yetişkin kadınlarda 230 – 280 gr, yetişkin erkeklere 280 – 340 gr arasındadır).


a) Kalbin Görevi : Kalp, kasılıp gevşeyerek kanın damarlar içinde bütün vücudu dolaşmasını sağlar. Kalp, vücutta pompa görevini görür. Kanı vücuda pompalar ve tekrar toplar.


b) Kalbin Yapısı :
• Kalp, çizgili kaslardan yapılmıştır fakat isteğimiz dışında çalışır.
• Kalp, üstte iki kulakçık, altta iki karıncık olmak üzere toplam 4 odacıktan oluşur.
• Kulakçıkların arasında ince, karıncıkların arasında kalın kas tabakası bulunur. (Bu nedenle karıncıklar, kulakçıklardan daha güçlü kasılırlar ve gevşerler).
• Karıncıklar kulakçıklara göre daha geniştir.
• Kulakçıklar ve karıncıklar arasında, kulakçıklardan karıncıklara kan geçişini sağlayan kapakçıklar bulunur. Kapakçıklar, kulakçıklar kasıldığında kanın karıncıklara inmesini sağlar, karıncıklar kasıldığında kanın karıncıklardan kulakçıklara dönmesini engeller. (Sağ kulakçık ile karıncık arasında üç parçalı, sol kulakçık ile karıncık arasında iki parçalı kapakçık bulunur).
• Kalbin sağı ve solu kaslardan yapılan duvar ile ikiye ayrılmıştır.
• Kalbin sol tarafında temiz kan, sağ tarafında kirli kan bulunur.
• Kalbe kan getiren damarlar kulakçıklara bağlıdır. Bu nedenle kalbe gelen kan kulakçıklarda toplanır.
• Kalpteki kan, karıncıklardan pompalanır, gönderilir.
• Kalbin üzerini örten kalın, esnek ve dayanıklı olan zara kalp zarı (periton) denir. Bu zar ile kalp arasında kaygan bir sıvı bulunur. Bu sıvı kalbin rahat çalışmasına yardım eder.
• Besin ve oksijen yönünde zengin olan açık renkli kana temiz kan denir.
• Besin ve oksijen yönünde fakir olan koyu renkli kana kirli kan denir.




NOT : 1- Canlılar, iskelet sisteminin bulunup bulunmamasına göre omurgalı ve omurgasız hayvanlar olarak iki grupta incelenir. Omurgasızların çoğunda dolaşım sisteminde açık dolaşım görülür. Açık dolaşımda kılcal damarlar bulunmaz. Kan, atardamarlardan doku boşluklarına bırakılır ve buradan toplardamarlara geçer. Omurgalılarda, dolaşım sisteminde kapalı dolaşım görülür ve kılcal damarlar bulunur. Kapalı dolaşımda kan doku boşluklarında atardamarlardan kılcal damarlara, kılcal damarlardan da toplardamarlara geçer. Kapalı dolaşımda kan sadece damarlar içinde dolaşır.

1- Balıklar :

• Kalpleri iki odacıklıdır. (1 karıncık, 1 kulakçık).
• Kirli kan solungaçlarda temizlenir.
• Temiz kan kalbe uğramadığı için kalpte yalnızca kirli kan bulunur.
• Vücutta temiz kan dolaşır ve küçük kan dolaşımı görülmez.

2- Kurbağalar :

• Kalpleri üç odacıklıdır. (1 karıncık, 2 kulakçık).
• Kirli kan akciğerlerde temizlenir.
• Kalpte temiz ve kirli kan birbirine karışır.
• Vücutta temiz ve kirli kan (karışık kan) birlikte dolaşır.

3- Sürüngenler :

• Kalpleri üç odacıklıdır. (1 karıncık, 2 kulakçık). (Karıncıkta yarım perde bulunur).
• Kirli kan akciğerlerde temizlenir.
• Kalpte temiz ve kirli kan birbirine karışır.
• Vücutta temiz ve kirli kan (karışık kan) birlikte dolaşır.
• Timsahlarda kal dört odacıklıdır. Karıncıkta tam perde bulunur. Kalpte kirli ve temiz kan karışmaz. Kan kalpten çıktıktan sonra panizza kanalında karışır. Vücudu temiz ve kirli kan birlikte dolaşır.

4- Kuşlar :

• Kalpleri dört odacıklıdır. (2 karıncık, 2 kulakçık).
• Kirli kan akciğerlerde temizlenir.
• Kalpte temiz ve kirli kan birbirine karışmaz.
• Vücutta temiz kan dolaşır.

5- Memeliler :

• Kalpleri dört odacıklıdır. (2 karıncık, 2 kulakçık).
• Kirli kan akciğerlerde temizlenir.
• Kalpte temiz ve kirli kan birbirine karışmaz.
• Vücutta temiz kan dolaşır.


c) Kalbin Çalışması :
Kalp, çizgili kaslardan yapılmıştır fakat isteğimiz dışında çalışır. Kalp, kasılıp gevşeyerek vücuttaki kanı toplar ve tekrar vücuda pompalar. Kalp çalışırken kulakçıklar ve karıncıklar sırayla kasılıp gevşerler. Kulakçıklar kasılırken karıncıklar gevşer, kulakçıklar gevşerken de karıncıklar kasılır. Kasılma anında odacıklardan kan gönderilir, gevşeme anında odacıklara kan dolar.







1- Kulakçıklar Gevşer, Karıncıklar Kasılır :
• Kulakçıklar Gevşerken :
• Vücuttaki hücrelerde kirlenen kan, alt ve üst ana toplardamarları ile sağ kulakçığa gelir.
• Akciğerlerde temizlenen kan, akciğer toplardamarı ile sol kulakçığa gelir.
• Karıncıklar Kasılırken : • Kapakçıklar kapanır.
• Sağ karıncıktaki kirli kan, temizlenmesi için akciğer atardamarı ile akciğerlere gönderilir.
• Sol karıncıktaki temiz kan, aort atardamarı ile vücuttaki hücrelere pompalanır.

2- Kulakçıklar Kasılır,
Karıncıklar Gevşer :
• Kulakçıklar Kasılırken :
• Kapakçıklar açılır.
• Sağ kulakçıktaki kirli kan, kapakçıklardan geçerek sağ karıncığa gelir.
• Sol kulakçıktaki temiz kan, kapakçıklardan geçerek sol karıncığa gelir.
• Karıncıklar Gevşerken :
• Sağ karıncık, sağ kulakçıktan gelen kirli kanı depolar.
• Sol karıncık, sol kulakçıktan gelen temiz kanı depolar.

d) Kanın Vücutta İzlediği Yol :
• Vücuttaki hücrelerde kirlenen kan, alt ve üst ana toplardamarları ile sağ kulakçığa gelir.
• Sağ kulakçıkta depolanan kirli kan, kapakçıklardan geçerek sağ karıncığa gelir.
• Sağ karıncıktaki kirli kan temizlenmesi için akciğer atardamarı ile akciğerlere iletilir (pompalanır).
• Akciğerlerde temizlenen kan, akciğer toplardamarı ile sol kulakçığa gelir.
• Sol kulakçıkta depolanan temiz kan, kapakçıklardan geçerek sol karıncığa gelir.
• Sol karıncıktaki temiz kan, aort atardamarı ile vücuttaki bütün hücrelere pompalanır.


2- KAN DAMARLARI :

Kanın vücutta taşınmasını sağlayan boru şeklindeki yapılara kan damarı denir. Kan damarları vücudu bir ağ gibi sararak temiz kanın vücuttaki bütün hücrelere iletilmesini ve hücrelerde kirlenen kanın tekrar toplanmasını sağlar. Kan damarları farklı kalınlıktadır ve yapı ve görevlerine göre atardamarlar, toplardamarlar ve kılcal damarlar olmak üzere üç çeşittir.

a) Atardamarlar :
• Kalbin karıncıklarından çıkarlar.
• Kalpten vücuda yani organlara kan taşırlar.
• Genellikle temiz kan taşırlar. Sadece akciğer atardamarı kirli kan taşır.
• Kalbin sol karıncığından çıkan, temiz kanı vücuda taşıyan en büyük atardamar aort atardamarıdır.
• Kalbin sağ karıncığından çıkan ve kirli kanı akciğerlere taşıyan atardamar akciğer atardamarıdır.
• Atardamarların karıncıklardan çıktığı yerlerde, kalpten gönderilen kanın tekrar kalbe geri dönmesini önleyen yarım ay kapakçıkları bulunur.
• Kan akış hızının en fazla olduğu damarlardır.
• Atardamarlardaki kan, hem karıncıkların kasılmasıyla ortaya çıkan basınç etkisi hem de kendisinin kasılıp gevşemesi sayesinde taşınır. (Duvarlarında esnek teller = lifler bulunur. Bu lifler kasılıp gevşeyince damar kasılıp gevşemiş olur.) • Atardamarların içi düzdür.

b) Toplardamarlar :

• Kalbin kulakçıklarına gelirler.
• Vücuttaki yani organlardaki kanı kalbe getirirler.
• Genellikle kirli kan taşırlar. Sadece akciğer toplardamarı temiz kan taşır.
•Kalbin sağ kulakçığına gelen ve vücutta kirlenen kanı kalbe taşıyan toplardamarlar alt ve üst ana toplardamarlarıdır. (4 tane).
• Kalbin sol kulakçığına gelen akciğerlerde temizlenen kanı kalbe taşıyan toplardamar akciğer toplardamarıdır.
• Toplardamarların içinde sadece kalp yönünde açılan kapakçıklar bulunur. Bu kapakçıklar, kanın sadece kalbe doğru akmasını sağlar, ters yöndeki hareketi önler.
•Kan akış hızı atardamarlara göre daha azdır.
• Toplardamarlardaki kan, hem kalbin emme kuvveti (kulakçıkların gevşemesiyle ortaya çıkan emme kuvveti) hem de kendisinin kasılıp gevşemesi sayesinde taşınır. (Duvarlarında esnek teller = lifler bulunur. Bu lifler kasılıp gevşeyince damar kasılıp gevşemiş olur).
• Toplardamarlar, atardamarlardan daha geniştir ve daha fazla kan taşır.



c) Kılcal Damarlar :
• Atardamarlarla toplardamarları birbirine bağlayan ve vücuttaki hücrelerin arasını ağ gibi saran (tek sıralı epitel hücrelerden oluşan) damarlardır.
• Atardamarlardan aldığı temiz kandaki besin ve oksijeni hücrelere (difüzyon ile dokulardaki ara maddeye) verir.
• Hücrelerde oluşan karbondioksit gazı ile zararlı ve atık maddeleri (difüzyon ile dokulardaki ara maddeden) alarak toplardamarlara verir.
• En ince damarlardır.
• Kan akış hızı en az olan damarlardır. (Kan akış hızı yavaş olduğu için madde alışverişi kolay olur).
• Kan ile hücreler arasında madde alışverişini sağlar.




3- KAN :

Sindirim sisteminde parçalanan besinleri yani sindirilmiş besinleri ve akciğerler sayesinde havadan alınan oksijeni hücrelere taşıyan, hücrelerde oluşan karbondioksit gazını akciğerlere, zararlı atık maddeleri böbreklere getiren ve damarların içinde dolaşan kırmızı renkli sıvıya kan denir. Kan, kan hücreleri ve kan plazmasından (serumundan = ara maddeden) oluşur. Kan hücreleri, kan plazması içinde yüzerek bütün vücudu dolaşırlar.

a) Kanın Görevleri :
1- Vücut ısısını ayarlar, düzenler.
2- Vücudu mikroplara karşı korur.
3- Dışarıdan alınan besin ve oksijeni hücrelere taşır.
4- Hücrelerde oluşan karbondioksit gazını akciğerlere, zararlı atık maddeleri böbreklere getirir.
5- Hormonları ilgili organlara taşır.


b) Kan Plazması (Serumu) :
Kanın sıvı kısmına kan plazması (serumu) denir. Kan plazmasında büyük oranda su (% 90) ile birlikte madensel tuzlar, vitaminler, hormonlar, antikorlar, kan proteinleri ve sindirilmiş besinler bulunur. Kan plazması, sindirilmiş besinleri hücrelere taşır, hücrelere oluşan zararlı ve atık maddeleri böbreklere iletir.

c) Kan Hücreleri :
Kanda, yapı ve görevlerine göre alyuvarlar, akyuvarlar ve kan pulcukları olmak üzere üç çeşit kan hücresi bulunur.


1- Alyuvarlar (Eritrositler) :
Kanda en fazla bulunan kırmızı renkli kan hücrelerine alyuvarlar denir. (1 mm3 kanda 5 milyon tane bulunur). Alyuvarların kırmızı rengini yapısındaki hemoglobin maddesi verir.
• Alyuvarlar, dışarıdan alınan oksijen gazını hücrelere, hücrelerde oluşan karbondioksit gazını akciğerlere taşır. (Oksijen ve karbondioksiti hemoglobin taşır).
• Alyuvarlar, kemiklerdeki kırmızı kemik iliğinde üretilir.
• Alyuvarların ömürleri kısadır (120 gün yaşarlar). Yaşlı alyuvarlar, karaciğer ve dalakta yok edilir.
• Alyuvarlarda başlangıçta çekirdek bulunur, hücre olgunlaşınca çekirdek kaybolur. (Çekirdek, hücre oksijeninin çoğunu kullandığı için çekirdeksizdir).
• Alyuvarlar, memeli hayvanlarda çekirdeksiz, diğer omurgalı hayvanlarda çekirdeklidir.


2- Akyuvarlar (Lökositler) :
Kanda en az sayıda bulunan, en büyük ve beyaz renkli kan hücrelerine akyuvarlar denir. (1 mm3 kanda 7 bin tane bulunur).
• Akyuvarlar, vücudu mikroplara karşı korurlar. Akyuvarlar vücuda giren mikroplara karşı antikor, toksinlere karşı antitoksin salgılarını üreterek ya da mikropların etrafını uzantıları ile sararak onları içine alıp parçalayarak savaşır. (Fagositoz yolu ile).
• Akyuvarlar, kemiklerdeki sarı kemik iliğinde ve lenf düğümlerinde üretilir.
• Alyuvarların ömürleri kısadır (2 – 3saat ile 1 – 2 hafta yaşarlar).
• Akyuvarlarda lizozom diğer hücrelerden daha fazla bulunur.
• Alyuvarlar, bütün canlı hücrelerinde çekirdeklidir.
• Mikrobik hastalıklarda sayıları artar (Normalde 1 mm3 kanda 7 bin iken mikrobik hastalıklarda sayıları 10 – 12 bine çıkar).


3- Kan Pulcukları (Trombositler) :
Kandaki en küçük ve renksiz kan hücrelerine kan pulcukları denir. (1 mm3 kanda 300 – 400 bin tane bulunur). (Gerçek kan hücreleri değillerdir).
• Kan pulcukları, kanın pıhtılaşmasını sağlar, pıhtılaşma için gerekli olan proteinleri üretir. (Pıhtılaşan kan damarı tıkar ve kan kaybını önler).
• Kan pulcukları, kemiklerdeki kırmızı kemik iliğinde üretilir. (Alyuvarlar üretilirken dev hücrelerin bölünmesi sonucu oluşan atıklardan kan pulcukları üretilir).
• Kan pulcuklarının ömürleri kısadır (Birkaç saat yaşarlar).
• Kan pulcuklarında çekirdek bulunmaz.

4- Kan Dolaşımı :

Kanın, kalpten pompalandıktan sonra kalbe geri dönmesine kan dolaşımı denir. Kan dolaşımı, küçük kan dolaşımı ve büyük kan dolaşımı olmak üzere iki çeşittir.

a) Küçük Kan Dolaşımı :
Kalbin sağ karıncığındaki kirli kanın, temizlenmesi için akciğer atardamarı ile akciğerlere gelmesi ve akciğerlerde temizlenen (yani oksijence zenginleştirilen) kanın akciğer toplardamarı ile kalbin sol kulakçığına gelmesine küçük kan dolaşımı denir. Küçük kan dolaşımı, kirli kanın temizlenmesi için yapılır.

b) Büyük Kan Dolaşımı :

Kalbin sol karıncığındaki temiz kanın (besin ve oksijence zengin kanın), aort atardamarı ile vücuttaki bütün hücrelere pompalanıp, vücutta kirlendikten sonra alt ve üst ana toplardamarları ile kalbin sağ kulakçığına getirilmesine büyük kan dolaşımı denir. Büyük kan dolaşımı, temiz kanın hücrelere iletilmesi ve hücrelerde kirlenen kanın toplanması için yapılır.


5- Kan Grupları :

İnsanların kanında hangi proteininin bulunup bulunmadığını gösteren sembollere kan grupları denir. İnsanlardaki kan grupları alyuvarlarda bulunan proteinlere göre belirlenir. İnsanlarda alyuvarlar yapısında (üzerinde) A ve B proteinlerinin bulunup bulunmamasına göre A, B, AB ve 0 (sıfır) grubu olmak üzere 4 çeşit kan grubu bulunur. Kan gruplarını belirleyen bir diğer proteinde (faktörde) Rh proteinidir (faktörüdür). Alyuvarlarda Rh proteini varsa kan grubu Rh (+), Rh proteini yoksa kan grubu Rh (–) olarak adlandırılır. (Rh proteini ilk defa Resus maymununda keşfedildiği için Rh grubu olarak adlandırılır).




a) Kan Nakli : İnsanlar, normal şartlarda ihtiyacı olan kanı kendi grubundan alır veya ihtiyaç duyulduğunda kendi grubuna kan verir. Zorunlu hallerde ise ancak bazı gruplar bazı gruplara kan verebilir ya da onlardan kan alabilir. Kan yapay olarak üretilemez ve kaynağı yalnızca insanlardır. Hastanelerde gerekli tedavilerin yapılabilmesi için kan bağışına ihtiyaç vardır.

• 0 (Sıfır) Grubu : Genel verici kan grubudur. Her gruba kan verir ama sadece kendi grubundan kan alabilir.

• AB Grubu : Genel alıcı kan grubudur. Her gruptan kan alabilir ama sadece kendi grubuna kan verir.

• A Grubu : Hem kendi grubundan hem de 0 (sıfır) grubundan kan alır. Hem kendi grubuna hem de AB grubuna kan verir.

• B Grubu : Hem kendi grubundan hem de 0 (sıfır) grubundan kan alır. Hem kendi grubuna hem de AB grubuna kan verir.

• Rh (+) Grubu : Hem kendi grubundan hem de Rh (–) grubundan kan alabilir ama sadece kendi grubuna kan verebilir.

• Rh (–) Grubu : Hem kendi grubuna hem de Rh (+) grubuna kan verebilir ama sadece kendi grubundan kan alır.






b) Kan Uyuşmazlığı : Anneni Rh (–), babanın ve çocuğun Rh (+) kan grubuna sahip olmasına kan uyuşmazlığı denir. Kan uyuşmazlığı ilk çocuklarda görülmeyebilir, ikinci çocukta görülürse ölüme yol açabilir. Çocuğun kanının değiştirilmesi gerekir.
Rh (–) kan grubunda Rh (+) kan grubuna karşı antikor (çökeltici madde = anti Rh) bulunur. Kan uyuşmazlığı olayında doğum sırasında anne ve bebeğin kanının karışması durumunda anne kanında Rh (+) kan grubunu çökelten madde (anti Rh) üretilir ve Rh (+) olan bebeğin kanını çökeltir, kandaki alyuvarlar parçalanır.

NOT : 1- Kan gruplarının nakli ile ilgili sorular çözülürken A, B, AB ve 0 grupları ile Rh (+) ve Rh (–) grupları ayrı ayrı incelenir ve gruplar arasında çarpım yapılır.


c) Kan Bağışı :
İhtiyaç duyulan kanın karşılık beklemeden ve gönüllü olarak verilmesine kan bağışı denir. Kan bağışını, bilinçli, gönüllü, karşılık beklemeyen kişilerin düzenli olarak yapması en az riskle bağışın yapılmasını sağlar. Kan bağışı; kan veren kişilerde kemik iliğinin yağlanmasını önler, kan yapımını canlı tutar, kandaki yağ oranını düşürür. Ayrıca baş ağrısı, stres, kaşıntı, tansiyon, alerjik reaksiyonlar ve yorgunluklara iyi gelir. Kan bağışından sonra vücutta yeni kan hücreleri yapıldığı için vücut canlılık kazanır.

1- Kan Bağışında Gönüllü Olmanın Faydaları :
• Kan bağışı yapan kişiler, tanımadıkları kişilerin hayatlarını kurtarmak için şartlanmışlardır.
• Düzenli kan bağışlamaya daha fazla isteklidirler.
• Acil kan ihtiyacı olduğunda yapılan çağrılara cevap verme ihtimalleri yüksektir.

2- Kan Bağışında Düzenli Olmanın Faydaları :
• Güvenli kanın önemi konusunda bilinçli ve her kan bağışında taramadan geçtikleri için güvenli kanın temin edilmesini sağlarlar.
• Sürekli güvenli kanın depolanmasını sağlarlar.

3- Kan Bağışında Karşılık Beklememenin Faydaları :
• Maddi çıkar elde etmek için şartlanmamış oldukları için her an kan verebilirler.

4- Kan Bağışında Bilinçli Olmanın Faydaları :
• Kan bağışı konusunda tedirginlik yaşanmaz.
• Kanın, bağış dışında elde edilemeyeceği bilindiği için etrafındaki diğer kişilerinde kan bağışına yönlendirilmesi sağlanır.




6- Lenf Dolaşımı :

Hücreler için gerekli olan besin ve oksijen temiz kan sayesinde atardamarlardan kılcal damarlara geçer ve kılcal damarlar sayesinde dokulardaki hücrelerin arasını dolduran ara maddeye (doku sıvısına) verilir. Hücreler besin ve oksijeni ara maddeden alır, yaşamsal faaliyetler sonucu oluşan karbondioksit gazı ile zararlı atık maddeleri tekrar ara maddeye verir. Ara maddedeki atık maddeler ve karbondioksit gazı kılcal damarlar ile alınarak toplardamarlara iletilir. Fakat ara maddedeki zararlı maddeler ve karbondioksit gazının bir kısmı kılcal damarlara geçemeyip ara maddede kalır. Ara maddede kalan bu atık maddelerin ve karbondioksit gazının tekrar kana verilmesi (kan dolaşımına katılması) gerekir. Dokulardaki hücreler arası ara maddede (doku sıvısında) kalan zararlı atık maddeleri, karbondioksit gazını ve hücrelere giremeyen besin maddeleri (proteinler) ile akyuvarlar hücrelerini toplayarak bunları tekrar kan dolaşımına katan sisteme lenf sistemi denir. Lenf sistemi, dolaşım sistemine yardımcı bir sistemidir.


• Lenf sistemi, lenf damarları ve lenf düğümlerinden oluşur.
• Lenf sisteminde yapılan dolaşıma lenf dolaşımı denir.
• Lenf damarlarının birleştiği yere lenf düğümü denir. Lenf düğümleri akyuvarlar hücrelerini üretir. Bademcikte lenf düğümüdür ve vücudu mikroplara karşı korur. (Soğuk havalarda bademciklerin şişmesi, mikroplarla savaştığını gösterir)
• Lenf sisteminde dolaşan sıvıya lenf veya ak kan denir. Lenf sıvısında kırmızı renkli alyuvarlar hücresi olmadığı için bu sıvı beyaz renklidir.
• Lenf sisteminde atardamar yoktur. Sadece toplardamar ve kılcal damar bulunur.
• Lenf sistemindeki lenf sıvısı üst ana toplardamarına verilir ve kan dolaşımına katılır. (Göğüs lenf damarları vücudun alt bölgesinin, büyük lenf damarı vücudun üst bölgesinin lenfini kana verir).

7- Dolaşım Sisteminin Sağlığı ve Korunması :

Vücuttaki organların sağlıklı bir şekilde çalışması dolaşım sistemine bağlıdır. Kalp ve damarlarda meydana gelen rahatsızlıklar, diğer doku ve organları da etkiler. Dolaşım sisteminin sağlığının korunması için;


1- Havası temiz yerlerde bulunulmalıdır (yeterli oksijen alabilmek için).
2- Yaşa uygun hareketler ve spor yapılmalıdır. (Kalbin yorulmaması için).
3- Alkol ve sigara kullanılmamalıdır. (Damar tıkanıklılığına yol açar).
4- Stresten kaçınılmalıdır. (Kalp atışının düzenini bozar).
5- Dengeli ve sağlıklı beslenilmelidir.
6- Çok da giysiler giyilmemelidir. (Kan dolaşımı engellenir).
7- Aşırı kilolardan kaçınılmalıdır. (Kalp yağlanır, çalışması önlenir).
8- Yaralanan yerler temizlenmelidir. (Mikrop girebilir).
9- Yaralanmalarda kan kaybı önlenmelidir. (Vücuttaki kanın % 20’sinin kaybı ölüme yol açar).



8- Dolaşım Sisteminde Görülen Hastalıklar :


Dolaşım sisteminde; tetanos, sıtma, kuduz, tifüs, AIDS, hepatit B ve hepatit C (sarılık) kan yoluyla bulaşan hastalıklar ile varis, bürger, hemoroit, kalp romatizması, damar sertliği, kalp yetmezliği, kalp krizi, anemi (kansızlık), lösemi (kan kanseri), tansiyon yükselmesi, hemofili, kan uyuşmazlığı, lenfoma gibi hastalıklar görülür.


• Varis : Bacaklardaki toplardamar genişlemesi.
• Hemoroit : Anüsteki toplardamar genişlemesi.
• Bürger : Kol ve bacaklardaki atardamar iltihaplanması ve tıkanması. (Kangrene yol açar).
• Kansızlık (Anemi) : Kandaki alyuvarlar sayısının azalması.
• Lösemi (Kan Kanseri) : Kandaki akyuvarlar sayısının gereğinden fazla, kontrolsüz şekilde çoğalması. (1 mm3 kanda 50 bine kadar çıkar).
• Kalp Romatizması : Kalp kapakçıklarının iltihaplanması.
• Damar Sertliği : Atardamarların yüzeyinin yağ ve tuzlarla esnekliğini yitirmesi.
• Kalp Yetmezliği : Damarların pıhtıyla tıkanması ve yeterli kanı taşıyamaması.
• Kalp Krizi : Kalbe kan getiren ve kalpten kan götüren damarların daralıp tıkanması.
• Tansiyon Yükselmesi : Kan basıncının artması. (Felçlere yol açar).
• Hepatit : Kan yoluyla bulaşarak karaciğere yerleşir.
• AIDS (HIV Virüsü) : Kan veya cinsel yolla bulaşarak bağışıklık sistemini bozar.
• Hemofili : Kanın pıhtılaşmaması hastalığı.
• Lenfoma : Lenf sistemindeki lenf düğümlerin şişmesi.
• Kan uyuşmazlığı :
• Tetanos :
• Sıtma :
• Kuduz :
• Tifüs :

NOT :

1- Dolaşım sisteminde görülen bulaşıcı hastalıklar ;
2- Dolaşım sisteminde görülen bulaşıcı olmayan hastalıklar ;
3- Kalbin her kasılıp gevşemesine kalp atışı denir. Kalp, normal şartlarda dakikada70 – 80 kez atar, kasılır ve gevşer. (Yaklaşık 0,85 sn de bir kez atar, kasılır ve gevşer). (Uyku durumunda dakikada 55 kez atar, kasılır ve gevşer).
4- Kalp atışı sırasında (sol karıncığın kasılmasıyla) damarlarda hissedilen küçük vuruş etkisine (vuruya) nabız denir.
5- Kanın damarlara (damarların çeperine) yaptığı basınca tansiyon denir.
6- Lenf düğümleri mikropları süzer ve akyuvarlar üretir. Bademcikte lenf düğümüdür.
7- Kalp, kasılma ve gevşeme sırasında, kasılma enerjisi üretmek için kısa bir süre dinlenir. 0,15 saniyede kulakçık, 0,30 saniyede karıncık kasılır. Geriye kalan 0,40 saniyede kalp dinlenir. (Bu dinlenme sırasında kasılma için gerekli enerjiyi üretir).
8- Kan basıncı, kan kalpten uzaklaştıkça azalır. Bu nedenle kan basıncının en fazla olduğu damarlar atardamarlar sonra kılcal damarlar ve kan basıncı en az olan damarlar da toplardamarlardır. Atardamarlar > Kılcal damarlar > Toplardamarlar
9- Vücuttaki lenf damarları görevini yapamazsa doku sıvısı birikir ve vücutta ödem denilen şişmeler oluşur.
10- Vücudun besin ve oksijen yani enerji ihtiyacı arttığında kan dolaşımı dolayısıyla kalp atışı hızlanır.
11- Her kan grubu ideal olarak kendi grubundan kan almalı veya kendi grubuna kan vermelidir.
12- Küçük kan dolaşımı, kanın temizlenmesi için yapılır. Büyük kan dolaşımı, temiz kanı hücrelere iletmek, hücrelerdeki yaşamsal faaliyetler sonucu kirlenen kanı toplamak için yapılır.
13- Antikor (Aglütinin) → Çökeltici madde. Antijen → Kan grubunu belirleyen protein. Antitoksin → Akyuvarların, mikropların toksinlerine karşı ürettiği salgı. Antijen → Mikrop. Antikor → Mikroplara karşı üretilen salgı. Toksin → Mikropların zehirli salgısı.
14- Karaciğer kapı toplardamarı ince bağırsaktan emilen besinleri karaciğere taşır.
15- Bütün kan damarlarının toplam uzunluğu, Dünya’nın çevresinin uzunluğunun 2 katından fazladır.
16- İnsan vücudunda yaklaşık 5 – 6 lt kan bulur. Bu kan vücut ağırlığının yaklaşık % 6 – 8’ i kadardır.
17- Kan grupları, proteinler ve çökeltici maddeler :
18- Dolaşım sistemi hastalıklarının tedavisinde teknolojik gelişmelere bağlı olarak çeşitli yöntem ve teknikler kullanılır. Bunlar; anjiyo, kalp pili, kan nakli, baypas gibi ameliyatlardır.



• Anjiyo :

Damar tıkanıklılığının belirlenmesi ve görülmesi işlemidir. • Baypas : Bazı damarların tıkanması durumunda vücudun farklı yerlerinde alınan damar, tıkanmış damarla değiştirilir.
 
Son düzenleme:
Sindirim Sistemi

Besin maddelerinin vücuda alınması, gerekli organlara ulaştırılması, bölünerek yapı taşlarına ayrılması, tüm hücrelere ulaşması, kana karışması ve atık ürünlerin vücut dışına atılması olayına sindirim denir. Canlılar, hayatlarını sürdürebilmek ve gerekli olan enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için dışardan besin maddeleri almak zorundadırlar. Bu besin maddelerinden enerji elde edilmesi, daha küçük moleküllere yani yapı taşlarına ayrılmasıyla mümkün olmaktadır. Besin maddelerinin vücuda alınması, gerekli organlara ulaştırılması, bölünerek yapı taşlarına ayrılması, tüm hücrelere ulaşması, kana karışması ve atık ürünlerin vücut dışına atılması olayına sindirim adı verilir. Sindirim olayını gerçekleştiren organ ve yapılar sindirim sistemini oluştururlar.

Sindirim sistemi ağızdan başlayıp anüsle son bulan yaklaşık 10 m uzunluğunda içi boşluklu bir sindirim kanalından meydana gelmiştir.

Sindirim kanalı dıştan içe doğru dört tabakadan oluşmuştur.


Mukoza: En içteki tabakadır. Besinlerin emildiği, lenfosit, lenf düğümleri ihtiva eder. İki ince kas tabakasından ibaret olan kısmı sinir pleksuslarına sahiptir.

Submukoza : Mukoza ile kas tabakası arasında bulunan damarlı bağ dokusudur.

Kas tabakası : Çoğunluğu düz kastan meydana gelen esas kas tabakasıdır. Besinlerin sindirim kanalı boşluğu boyunca kas kasılmaları yoluyla gerçekleşen dalgalı hareketlerine peristalsiz denir.

Seroza : sindirim organları ve yolunun bir çok yerinde bulunan, ince bağ dokusundan meydana gelmiş olan en dış tabakadır.




Sindirim olayı

Besinlerin sindirimi 6 aşamada gerçekleşir.

Yeme (ingesyon) : Sindirimin ilk aşaması olan yeme, besinlerin ağız yoluyla vücuda alınmasıdır.

Mekanik sindirim: Besin maddelerinin yutulabilmesi için, dişler aracılığı ile koparılması, parçalanması, ufalanıp öğütülmesi ve mideye yollanması işlemidir.

Sindirim (digesyon) : Moleküllerin daha küçük yapı taşlarına ayrılması, kimyasal olarak yıkımıdır.

Salgılanım (sekresyon) : Sindirim kanalının epiteli ve bezler tarafından su, asit, enzim ve tuzların serbestleşmesiyle gerçekleşir.

Emilim (absorbsiyon) : Yapı taşlarına ayrılmış olan besin moleküllerinin bağırsak duvarlarında kan ve lenfatik sisteme emilerek alınması işlemidir.

Dışkılama(Defakasyon): Sindirilemeyen ya da emilemeyen besin artıklarının vücuttan dışarı atılmasına denir.

Sindirim sistemini oluşturan temel organlar

Ağız

Sindirim kanalının başlangıcı ve sindirim enzimlerinin ilk salgılandığı yerdir. Boşluğuna oral ya da bukkal boşluk (cavitas oris) adı verilir. Ağız yanaklar, sert ve yumuşak damak ve dudaklarla çevrilidir. Yanakların iç yüzü keratinleşmemiş çok katlı yassı epitelle örtülüdür. Dudaklar duyusal sinirler yönünden zengin olan yumuşak ve pembe renkli katlanmalardır. Pembe renkli görünmesi, altında yer alan kan damarlarından dolayıdır.

Dil ise müköz membranla kaplı iskelet kasından oluşmuştur. Dilin bir çok işlevi vardır. Bunlar; tat duyusunun alınması, çiğnemeye yardımcı olmak, besinleri karıştırmak, yutmaya hazırlamak, sıcaklığın algılanması bazı enzim ve mukusun salgılanımı ve konuşmaya yardımcı olmaktır.


Tükürük bezleri tükürük salgısını salgılarlar. Tükürük salgısı ağız duvarının nemlendirilmesini, çiğnenen besinlerin rahat yutulması için kayganlaştırılmasını, ağzın temizlenmesini, besin artıklarının dişlere zarar vermesini ve diş çürüğü oluşumunu önlemeyi ve besinlerin suda çözülmesini sağlar.

Günde yaklaşık 1.5 lt oluşturulan tükürük salgısının %99’u su, % 1’i ise elektrolit ve proteinlerden oluşmuştur. Tükürük salgısı sürekli olarak ve kendiliğinden gerçekleşir, tükrük salgısının salınmasında hormonların hiç bir etkisi yoktur. Tükürük salgısı 3 ayrı bez tarafından salgılanır. Bu bezler; parotid, submandibular ve sublingual bezlerdir.





Parotid bezleri: En büyük tükürük bezidir ve yaklaşık 25 g kadardır. Yüzün yan tarafı, kulağın alt kısmında yer alır. Tuz ve tükrük amilazı ihtiva eder.

Submandibular bezleri : Çene altında yer aldığından çene altı tükürük bezleri olarak da adlandırılır. Su, tuz, musin ve amilaz salgılar.

Sublingual bezler: En küçük tükürük bezleridir ve dil altında bulunurlar. Bu bezlerin amilaz salgısı düşük, musin salgısı yüksektir.



Müsin lokmanın yutulmasını ve yemek borusundan kayarak inmesini, pityalin ise nişasta sindiriminin başlamasını sağlar.
Damak (palatum), ağzın tavanına verilen addır. Sert ve yumuşak damak olmak üzere iki kısımdan oluşur. Sert damak dişlerle çevrilidir. Yumuşak damak ise küçük dil (uvula) ile fariksin oral ve nazal kısımları arasında yer alır.
Küçük dil yumuşak damağın arka kısmında yer alır ve besinlerin yutulması sırasında nefes borusuna girişini önler.

Dişler

Dişler ağıza alınan besin maddelerinin daha küçük parçalara ayrılmasını yani mekanik sindirimi sağlarlar. Dişlerin görevi besinleri koparmak ve parçalayarak öğütmektir. Yaptıkları iş ve şekillerine göre dişler; kesici dişler, köpek dişleri, küçük azı ve büyük azılar olarak isimlendirilirler. Dişlerin ağız içinde diş etinden itibaren göründükleri kısma kron denir ve kron kısmı mine adı verilen tabaka ile kaplıdır. Kron ile kökün birleştiği kısma kole (boyun) adı verilir. Mine tabakasının hemen altında dentin adi verilen tabaka yer alır. Kron kısmının altında kalan tabakaya ise sement adı verilir. Dentin ve sementin sardığı boşluk ise dişin kanal kısmıdır ve içerisi pulpa denen doku ile doludur. Diş, sement ve çene kemiği arasında yer alan lifler ile bağlıdır ve bu şekilde ağız içinde durmaktadır.

Yutak (farenks)

Ağız ve burun boşluklarıyla, gırtlak ve yemek borusu arasındaki boşluktur. Yutak besinlerin yemek borusuna itilmesini sağlayan kısımdır. Solunum ve sindirim sistemini birbirinden ayıran bölümdür.

Yemek borusu (özofagus)

Yemek borusu yutak ile mide arasında yer alan yaklaşık 25 cm uzunluğunda olan kaslı bir borudur. İç yüzeyi mukoza ile örtülü olan yemek borusu, göğüs kafesinde kalbin arkasından ve karın zarının içinden geçerek mideye ulaşır.

Besinlerin mideye ulaşmasını hızlandırmak için yemek borusunun iç duvarı kaslı yapısı sayesinde dalgalı bir şekilde kasılır. Bu olaya peristalzis denir.

Mide

Mide, diyaframın altında, karın boşluğunun üst bölümünde yer alır ve en alt 5 kaburga tarafından korunur. Büyük bir kese gibi genişlemiş yapıda olup erişkinlerde yaklaşık 1.5 litre kadardır. Bu hacim kaslı yapı sayesinde besin alımı sonucu daha da artabilir ve bu artış kalıcı olabilir.


Mide dört kısımda incelenir.
Kardiak bölge: Özofagusla bağlantılı olduğu üst bölgesidir.
Fundus: üstte sola doğru kıvrım yapmış mide bölümüdür.
Mide cismi: Midenin geniş olan esas kısmıdır.
Pilorik bölge: Duodenumla bağlantılı olduğu alt bölgesidir.

Midenin temel işlevi besinlere depo ve geçiş yolu işlevi görmek, onları bağırsakta gerçekleşecek olan sindirime elverişli hale getirmektir. Yenilen besinleri daha küçük parçalara ayırır ve mide özsuyu ile karıştırarak yarı sıvı yarı katı bir şekle dönüştürülür. Hidroklorik asit ve proteinlerin sindirimini başlatan enzimleri salgılar. Mide duvarında yer alan sindirim salgı bezleri asit üretirler. Midenin sindirim işlevlerinde rol oynayan çeşitli salgılar şunlardır; Hidroklorik asit, pepsinin sindirim işlevinin gerçekleşmesi için gerekli asit ortamı hazırlar. Pepsin proteinlerin parçalanmasını kolaylaştırır.
Pepsinin etkisiyle proteinler pepton adını alan daha basit bileşiklere ayrılır. Rennin, kazein çöktürerek sütü pıhtılaştırır. Mukusun mide duvarını örten mukoza üzerinde koruyucu etkisi vardır.

Ozetken (entrensek faktör): B12 vitaminini, sindirim salgıların etkisinden koruyarak emilimin gerçekleştiği bağırsak bölgesine kadar taşır. Yaşamsal önemi olan, yerine konamaz ve temel olan tek mide salgısıdır; öteki salgıların işlevini bağırsak ve pankreas salgıları da üstlenebilir.


İnce Bağırsaklar

Ortalama uzunluğu 6 m olan ince bağırsaklar sindirim sisteminin en uzun bölümüdür. İnce bağırsaklar hem sindirimin hem de emilimin gerçekleştiği en önemli sindirim kanalı bölümüdür. Duedonum, jejenum ve ileum olmak üzere 3 kısımda incelenir.

1 - Duedonum : İnce bağırsağın mideden hemen sonra gelen ilk bölümüdür.
12 parmak bağırsağı olarak da bilinir.
12 Parmak genişliğinde olduğu için bu isim verilmiştir. Yaklaşık 25 cm uzunlukta olan duedonum, ince bağırsağın en kısa ve en kalın kısmıdır. Safra kesesinin ve pankreasın salgıladığı önemli sindirim sıvıları, duedonumdan geçen besin muhteviyatına azar azar eklenir.

2 - Jejunum : Yaklaşık uzunluğu 2 m kadardır. Jejenum, kanlanmasının daha iyi olması sebebiyle pembe renklidir.

3 - İleum: İnce bağırsağın en uzun bölümüdür.


Kalın bağırsaklar

Sindirim kanalının ince bağırsağın son kısmı olan ileumdan başlayıp, anüsle son bulan kısmıdır. Uzunluğu yaklaşık 2 m, genişliği ise 7,5 cm’dir. Bazı elektrolitlerin (Su, Na, K, Ca) tekrar emilimini sağlar , bağırsak içeriğini feçese dönüştürüp defakasyon öncesi bunu depolar. Bir çok vitaminin emilimini gerçekleştirir. Kalın bağırsaklar üç bölüme ayrılır.

1 - Körbağırsak (çekum) : Kalın bağırsağın ilk ve en geniş bölümüdür. İnce bağırsağa bağlandığı yerde sahip olduğu kaslar sayesinde bağırsak içeriğinin ince bağırsaktan kalın bağırsağa tek yönlü geçişini sağlar.
2 - Kolon : Kalın bağırsağın en geniş fakat en ince duvarlı bölümüdür. Kalın bağırsağın büyük bir kısmını oluşturur.
3 - Rektum : Düz bağırsak da denilen ve sindirim kanalını oluşturan son kısımdır. Feçesin depo edildiği yerdir ve genişleyebilen bir yapıdadır. Bu kanal anüse (anal delik) açılır.





Karaciğer

Sindirim sistemine yardımcı olan organlardandır. Karaciğer, karın boşluğunun sağ üst kısmında, diyaframın altında yer alır. Yaklaşık 1,5 kg ağırlığında olan kan damarlarının yoğunlukla bulunduğu bir organ olan karaciğer, sağ ve sol olmak üzere iki loba ayrılmıştır.

Karaciğer, hayatın devamı için oldukça önemli olan işlevleri yerine getirir. Bir çok maddenin üretilmesi, depolanması ve salgılanması karaciğerde gerçekleşir.


• Karaciğer, her gün yaklaşık 1 litre safra salgılar. Safra yağların sindirimine yardımcı olur.
• Vücutta dolaşan kanın bileşimini ayarlar.
• Kandaki glukoz yoğunluğunun uygun seviyede (90mg/dl) tutulmasını sağlar.
• Dolaşımdaki yağ ve kolestrol seviyesini ayarlar, fazla aminoasitlerin atılmasını sağlar.
• Vücuttaki artık maddelerin uzaklaştırılmasını sağlar.
• Vitamin ve mineral depolar.
• Yaşlanmış ve hasarlı kan hücrelerini yok eder.
• Kanın pıhtılaşmasını sağlayan maddeleri üretir. Zehirleri dolaşımdan alarak, safra ile atılmasını sağlar.
• İlaçların zararlı etkilerini sınırlar.

Pankreas

Pankreas midenin arkasında, sağda duodenum ve solda dalağın arasında yer alır. İnce ve uzun bir yapıya sahip olan pankreas yaklaşık 80 g ağırlığındadır. Hem hormon salgılayan, hem de enzim salgılayan karışık bir bezdir. Pankreasın salgısı günlük yaklaşık 2litredir. Pankreasın salgıladığı hormonlar insülin ve glukagondur. Bu hormonlar kan şekeri düzeyini ayarlayıcı özelliğe sahiptirler. Pankreas, sindirim salgı bezlerinin en önemlisidir. Salgıladığı enzimlerle besinlerin sindirimine yardımcı olur. Pankreasın ürettiği enzimler ise; lipaz, amilaz, nukleaz ve proteolitik enzimlerdir.

Lipaz, yağları gliserol ve yağ asitlerine parçalar. Amilaz, karbonhidratları parçalar. Proteolitik enzimler (tripsin, kimotripsin, karboksipeptidaz) proteinleri, yapı taşlarına yani aminoasitlere ayıran enzimlerdir. Nukleazlar (ribonükleaz ve deoksiribonükleaz) ise nükleik asitlerin yıkımını gerçekleştirir.




Safra Kesesi

Karaciğerin sağ lobunun alt kısmında yer alan kaslı bir organdır. Karaciğerde devamlı olarak üretilen safra, safra kesesi tarafından depolanır ve konsantre hale getirilir. Yani depo görevi görür.Safra sıvısı sadece beslenme anında kullanıldığı için önce safra kesesinde depolanır.


Besin muhteviyatı duodenuma ulaştığında, depolanmış olan safra sıvısı duedonuma akmaya başlar. Safranın duodenuma salınması lipid miktarı ile ayarlanır. Şayet kimus yağ ihtiva ederse, miktarına bağlı olarak safra salınır.

Yağların sindirimi için safra tuzları gereklidir. Safra tuzları yağların sindiriminden sonra ileumdan emilerek tekrar karaciğere ulaşır. Ayrıca yağda çözünen vitaminlerin sindirimi de bu işlemler sayesinde olur.




 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…