Ülkemizde Doğum Gelenekleri

Nevreste

Yeniden ☀
Yönetici
Editor
16 Ağustos 2010
294.136
605.475
43
Doğum Gelenekleri

Geçiş dönemlerinde ilki olan doğum dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu’da da her zaman mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir.Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babanın değil aynı zamanda akrabaları,komşuları,soyu ve sopu da sevindirmektedir.Çünkü her doğum ailenin akrabaların soyun,sopun sayısını artırmaktadır.
Sayının artması ise;gücün dayanışmanın artması bakımından önem taşımaktadır.Özellikle küçük topluluklarda ve etnik gruplarda aileler nüfuslarının çokluğu oranında kendilerini güçlü ve dayanıklı hissetmektedirler.Yaygın olan “çocuk ailede ocağı tutturur” sözü de toplumun bu konudaki değer yargısını ve aileye bakış açısını ortaya koymaktadır.
Diğer bir boyutuyla incelendiğinde ise;doğum kadına duyulan saygınlığı artırdığı gibi,onun aile,akraba ve grup içerisindeki yerini de sağlamlaştırmaktadır. Baba ise evlat sahibi olarak geleceğe güvenle bakmakta,aynı zamanda da akrabaları ve yakınları arasında saygınlık kazanmaktadır.Çünkü çocuğu olmayan kadın yakınları tarafından ne kadar küçümsenirse,erkek de aynı şekilde çevresinden gelen baskının erkek yerine konulmamanın toplumsal ve ruhsal ezikliğini duymaktadır.
Anaya benlik ve bütünlük, babaya güven,akrabaya,soya, sopa da güç kazandıran ve yaşamın başlangıcı olan doğum olayı gerek söz konusu çiftin gerek yakınları tarafından büyük önem taşımaktadır.Doğum ve onun kendi evresi içerisindeki evrelerine de bir takım geçiş töreleri ve törenleri eşlik etmektedir.
Yaşamın başlangıcı olan doğum en önemli geçiş dönemlerinden olup; gelenek, görenek.Adet ve inanmalar hamile kadını ve çevresindekileri daha doğum öncesinden hatta çocuk sahibi olma isteğinden başlayarak birtakım adetlere uymaya bu adetlerin gerektirdiği işlemleri yerine getirmeye zorlamıştır.
Böylece doğum annenin hamile kalma isteğinden başlayarak, yüzlerce adetin, inanmanın, dinsel ve büyüsel özlü işlemin hücumuna uğrayarak adeta onlar tarafından yönetilmektedir.
Anadolu’da doğumla ilgili adet, inanma ve gelenekler;
1)Doğum öncesi,
2)Doğum sırası,
3)Doğum sonrası olmak üzere üç ana başlık altında incelenmektedir.


ALINTIDIR...
 
1)DOĞUM ÖNCESİ

Doğum öncesi gelenek görenek, adet ve inanmalara yönelik uygulamalar; kısırlığı giderme, hamile kalma, aşerme, hamilelik, çocuğun cinsiyetini anlama, hamilelik esnasında hamile kadının kaçındığı davranışlar etrafından yoğunlaşmaktadır.
Kısırlığı giderme, Gebe Kalma
Toplumumuzda geçmişte çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kusur çoğunlukla kadında aranmakta, uygulama ve pratiklerin büyük çoğunluğu üzerinde yoğunlaşmaktaydı.
Bu uygulamaları geçmişte genel olarak;
1)Dinsel büyüsel nitelikli pratikler,
2)Halk hekimliği kapsamına giren pratikler,
3)Tıbbı sağaltma alanına giren yöntemler oluşturmaktadır.
Günümüzde ise çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kadın ve erkek aynı derecede sorumlu tutulmakta ve birlikte tedavi görmektedirler. Günümüzde de zaman zaman geleneksel tedavi yöntemlerine baş vurulmasına rağmen modern tıp yöntemleri hem kırsal kesimde hem de kent ortamında daha ön plana geçmiştir.
Aşerme
Hamile kadın halk deyimiyle “aş erme” aşamasına gelince bazı şeyleri yapmakta,özellikle belirli nesnelere bakmaktan,yiyecekleri yemekten kaçınmakta ya da tersine bazı şeyleri yemeye özen göstermektedir.Bu türden davranışlar fizyolojik olarak kadının bünyesindeki kimi maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmesi gerekli görülmektedir.
Aşeren kadın genellikle acı,ekşi ve baharatlı şeyleri yemekten kaçınmaya zorlanmaktadır.Bu tutum Anadolu’da çok olan “Ye ekşiyi, doğur Ayşe’yi” tekerlemesiyle de ifade edilmektedir.Buna karşılık olarak da aşerirken tatlı yiyeceklerden yemek oğlan çocuğunun ön belirtisi olarak yorumlanmakta,bu durum da halk arasında;“Ye tatlıyı,doğur atlıyı” tekerlemesiyle anlatılmaktadır.
Hamilelik
Kadın gerek hamileliği gerekse lohusalığı süresince çevresince bir çeşit hasta kabul edilmekte ve buna göre işlem görmektedir. Bir başka deyişle hamile kadının bağlı bulunduğu grup ya da cemaatin kültürel değerleri kadını hasta kategorisine sokarak ona hasta gözüyle bakmakta ve kadından bu değerlere uygun beklentilere göre hareket etmesini ve rolünü üstlenmesini istemektedir.
Anadolu’da hamile kadına; yüklü, iki canlı, gebe, ağır ayak, koynu dolu, boğru dolu, guzlacı vb. adlarla tanımlanmaktadır.
Çocuğun Cinsiyeti
Hamilelik döneminin en önemli konularından birisini de doğacak çocuğun cinsiyetiyle ilgili yapılan yorumlar oluşturmaktadır.
Anadolu’da konuyla ilgili olarak;
1)Kadının fiziksel görünümüne bakılarak,
2)Kadının yediklerine bakılarak,
3)Kadının davranışlarına bakılarak,
4)Çocuğun ana karnında oynama süresine bakarak,
5)Sancının geliş biçimi dikkate alınarak çeşitli yorumlar yapılmaktadır.
Günümüzde ise; çocuğun cinsiyetiyle ilgili geleneksel yorumlardan daha yoğun olarak modern tıp yöntemlerine başvurulduğu gözlenmektedir.
Hamile kadının kaçınmaları ve yapması uygun görülen bazı davranışlar;
Kadının hamile kaldığı andan itibaren; çocuğu annenin tüm davranışlarından etkileneceği bilimsel olarak kanıtlanmış olup; bu konuyla ilgili olarak Anadolu’nun geleneksel kesiminde çok yaygın olan inanış sistemi günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Bu inanış sistemi; hamile kadını bir takım davranışları yapmaya ve yapmamaya zorlamaktadır.
Yapmaması gereken davranışlara hamile kadın,hamileliği süresince;
a)Ayıya,maymuna,deveye bakmaz
b)Balık,tavşan,paça,kelle yemez,sakız çiğnemez
c)Cenazeye gitmez,cesede bakmaz
d)Gizli saklı bir şeyi alıp yemez.
Gibi davranış biçimlerini örnek olarak verebiliriz.Yukarıdaki sayılanların dışında birtakım uygulamalar da vardır ki bunlar da aynı çıkış noktasından kaynaklanan olumlu istekle yüklü olan davranış biçimleridir.Hamile kadından yapması istenilen davranışlara ise;
a)Aya gökyüzüne bakar
b)Güzel kimselere bakar
c)Gül koklar
d)Ayva, elma, yeşil erik, üzüm yer gibi örnekler verilebilir.
 
2)DOĞUM SIRASI

Anadolu’nun kırsal kesimlerinde geçmişte doğumlar köy ebelerinin yardımlarıyla köylerde evlerde yaptırılmakta doğum esnasında yapılan uygulamaların büyük çoğunluğu doğumun kolay olmasına yönelik uygulama ve pratikler oluşturmaktaydı.
Bu uygulamalara örnek olarak;
1)Kadının saç bağlarının çözülmesi,
2)Kilitli kapıların, sandıkların, pencerelerin açılması,
3)Kuşlara yem serpilmesi,
4)Kolay doğum yapan kadının, doğum yapacak olan kadının sırtını sıvazlaması,
5) Silah atılması,
6)Kadının sırta alınıp silkelenmesi,
7)Kadının yüksek bir yerden atlatılması,
8)Kadının bir bezin içerisine konarak sallanması verile bilinir.
Günümüzde ise doğumlar hastanelerde yaptırılmakta,hastanelerin uzak olduğu dağ köylerinde ise diplomalı ebelerin yardımlarıyla yaptırılmaktadır.
 
3)DOĞUM SONRASI

Doğum sonrası uygulamalar;
1)Çocuğun göbeği ve eşi,
2)Loğusalık,
3)Al karası inanışı,
4)Kırk basması inanışı,
5)Kırklama işlemi etrafında kümelenmiş durumdadır.
Çocuğun Göbeği ve Eşi
Hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kişi, hayvanların ve nesnelerin çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı varsa, çocukla göbeği ve eşi arasında da aynı inanç söz konusudur.Bu nedenle çocuğun geleceğini, ilerdeki işini ve geleceğini etkileyeceği inancıyla göbek gelişigüzel atılmaz.Bu uygulamaya örnek olarak göbek;
1)Cami duvarına, cami avlusuna gömülür.(Dinci olsun diye)
2)Okulun duvarına, bahçesine atılır.(Okusun diye)
3)Ahıra gömülür.(Hayvan sever olsun diye)
4)Suya atılır.(Kısmetini dışarıda arasın diye) verile bilinir.
Çocuğun sonu,arkadaşı,eşi,yoldaşı gibi adlarla tanımlanır.Çocuğun sonuna çocuktan bir parça hatta çocuğun kendisi gözüyle bakıldığı için doğumdan sonra genellikle temiz bir beze sarılarak,temiz bir yere gömülmektedir.
Günümüzde doğumlar hastanelerde gerçekleştiği için eşle ilgili geleneksel uygulamalar tamamen yok olmuş durumdadır. Göbekle ilgili adet ve inanmalar günümüzde de yaygınlığını sürdürmektedir.
Loğusalık
Anadolu’da yeni doğum yapmış ve henüz yataktan kalkmamış kadına;loğusa,lohsa,emzikli,loğsa,nevse,kırklı gibi adlar verilmektedir.Doğumdan sonra kadının yatakta kalma süresi; kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da kolay olmasına,iklime,çevre koşullarına,ailenin ekonomik durumuna ve gelinin sevilme durumuna bağlıdır.
Loğusalık süresi içerisinde kadının çeşitli doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu Anadolu’da yaygın bir inanıştır.Geleneksel kesimde sıkça kullanılan “kırklı kadının kırk gün mezarı açık olur söylencesi” bu inanışı desteklemektedir.
Al Karısı İnanışı
Loğusa ve kırklı çocuklara sataştığı ve kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan alkarısı; al, cazı, cadı, al anası, al kızı, al karası, koncoloz, goncoloz, kara koncoloz gibi adlarla tanımlanmaktadır.
Anadolu’da ahır, samanlık, değirmen, terkedilmiş virane yerlerde, su kuyusu, su kaynakları ve loğusa kadın ve kırklı çocuğun yalnız olduğu yerlerde bulunduğuna inanılan al karısından korunmak için halk birtakım uygulamalara baş vurmaktadır.
Bu uygulamalara örnek olarak;
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere süpürge, Kuran-ı Kerim, soğan, sarımsak, nazarlık asılması,
- Loğusa veya kırklı çocuğun yastığının altına iğne veya çuvaldız sokulması,
- Loğusa ve kırklı çocuğun yastığının altına kama, orak, bıçak vb. gibi kesici aletlerin konulması
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere ekmek ufağı ve su konulması verilebilir.
Al karısına ilişkin uygulamalar geçmişteki uygulamalara göre daha az olmasına rağmen günümüzde de devam etmektedir.
Kırk Basması İnanışı
Anadolu halkı loğusayla kırklı çocuğun doğumdan sonraki kırk gün içerisindeki hastalıklarına ve ileriki aylardaki gelişim eksikliğine; kırk basması, kırk düşmesi, kırk karışması, loğusa basması, aydaş gibi adlar vermektedir.
Kırk günlük dönem içerisinde loğusa ve kırklı çocuğa birtakım canlı ve nesnelerin zarar vereceği inancı yaygındır. Kırk baskınlığını önlemek için yapılan pratik ve uygulamalar oldukça yaygındır.
Kırk baskınlığını önlemek için;
- Anne ve çocuk kırk gün dışarı çıkarılmaz,
- Loğusa kadın ve kırklı çocukların birbirleriyle karşılaştırılmamasına dikkat edilir,
Anadolu’da çocuğa kırk basması çocuğun gelişmemesi ve zayıflamasıyla ilişkilendirilmekteydi.Kırk baskınlığını giderme yolunda da dinsel,büyüsel birtakım pratik ve uygulamalara baş vurulmaktaydı.Günümüzde artık bu türden uygulamalar yok denecek kadar azdır.
Kırklama
Loğusa ve kırklı çocuğa kırk basmaması için loğusanın ve çocuğun serbeste çıkması için; kırk gün içerisinde genellikle kadın ve çocuğun yıkanması biçiminde yapılan uygulamaya “kırklama” adı verilmektedir.Yaygın olarak kullanılan “kırklama” tanımlanmasının dışında bu olaya halk arasında; “kır dökme”, “kırk çıkarma” vb. adlar da tanımlanmaktadır.
Anadolu’da kırklama işlemi en yaygın olarak kırkıncı gün yapılmaktadır.Bu süre yörelere göre farklılık göstermekte; 7., 20., 30., 37., 39., 41. günlerde de kırklama yapılmaktadır.Bu işlem yörelere göre şekilde bazı farklılıklar gösteriyor olmasına karşın içerikte aynı amaca yönelik bir uygulamadır.Doğumla ilgili adet ve uygulamalar içerisinde kırklama işlemini geçmişte olduğu gibi günümüzde de değişmez bir kural olarak geçerliliğini sürdürmektedir.
 
AFYON KARAHİSAR'DA DOĞUM GELENEGİ
Geçiş dönemlerinin ilki olan doğum geleneklerine ilişki geleneksel uygulamaların çoğunlukla bırakılarak modern tıptaki uygulamaların benimsendiği söylemek mümkündür.Ancak doğum öncesinde,sırasında ve sonrasında bazı geleneklerin,inanış ve uygulamaların devam ettirildiği gözlenmektedir.
Bunlar doğum öncesi çocuğun cinsiyetinin tahminine dönük bazı inanışlarla birlikte doğum hazırlıklarının yapılması şeklindeki uygulamalardır. Genelde çocuğun cinsiyetinin belirlenmesine dönük inanç Türkiye genelindeki gibi tatlı yenmesi ile oğlan, ekşi yenmesi ile kız olacağı inancı Afyonkarahisar’da da yaygındır.
Doğumla ilgili yapılan hazırlıkların da aile içerisinde paylaşılması gelenekselleşmiştir. Babaanne (hastanede giyecek ve hediyeler), doğacak çocuğun doğum sırasındaki kıyafetlerin hazırlanmasını, anneanne de annenin doğum sonrasındaki ihtiyaçların hazırlanması(çocuğun odasının düzenlenmesi vb. gibi) anneanneye verilmiş gibidir. Doğum sırasındaki geleneksel uygulamalar modern tıbbın uygulamaları ile kaybolurken doğum sonrası uygulamalar yine geleneksel bir biçimde devam ettirilmektedir. Loğusaya yaklaşım çocuğun göbek kordonu, yıkanması, ad koyma, kırk basması ve al basmasına dönük adetler bilinen şekillerde Afyonkarahisar’da da görülmektedir.
Bunlar;
- Çocuk eve geldikten sonra yıkanması adeti sırasında koltuk altları kokmasın diye tuz sürülür. Bazen de cildin güzel olması için gül suyu sürülür.
- Çocuğun göbek kordonunun düşmesinden sonra, göbek kordonu inanca göre okul bahçesine, ev içinde bir yere, cami avlusuna veya ilerde olması düşünülen bir mekana gömülerek saklanır.
- Doğumun ilk haftasından sonra loğusa ziyaretine gelenler, mutlaka hediye getirirler (havlu, çorap, çocuk çamaşırı, meyve suyu, çiçek, vb. gibi).
- Loğusa ziyaretine gelenlere “loğusa şerbeti ikram edilir”.
- Loğusa kadın ve çocuk asla yalnız bırakılmazlar.
- Loğusa kadını al basmasından korumak için kırmızı bir kurdele veya taç başına takar.
- Loğusa kadınlar ve çocuklar kırkları çıkmadan bir araya getirilmezler ve karşılaştırılmazlar.
- Loğusa ziyaretine gelen yakın akrabalar, yemek takımları getirirler. Yemek takımının içinde; tavuk sulu pirinç çorba, tavuk, muhallebi, mayalı hamurdan yapılan çörek, kaymak ve meyve bulunur.
- Doğumdan sonraki ikinci hafta, ad koyma adeti ve töreni yapılır. Ad koyma töreninde babaanne tarafından yemek verilir, bu yemek takımı içerisinde çorba, parça et veya kebap, dolma, börek, fasulye, bamya, meyve ve eskiden hoşaf bulunurdu. Bu yemekten sonra aile büyüklerinden birisi veya hoca çocuğun kulağına ezan okuyarak istenilen ismi söyler ve “adını ben koydum yaşını Allah versin” diyerek tören bitirilir.
- Annenin ve çocuğun kırklanması töreni de babaanne tarafından gerçekleştirilir, anne ve çocuk kırklandıktan sonra anneanneye “Kırk kovalama”ya yatıya giderler. Birkaç gün sonra da baba anne ve çocuğu almaya gider.
- Çocuk görme ziyaretleri de bundan sonra da devam eder, gelen misafirlere kaymak sürülmüş mayalı çörek ikram edilir.
- Bebeğin ilk dişi çıktıktan sonra da düzenlenen törene ”diş göllesi” adı verilir. Gölle; buğday, nohut, fasulye haşlanıp içine fındık, ceviz, kuru üzüm gibi çerezlerin de konularak yapılan, tuz veya şekerle ikram edilen bir çeşit yiyecektir.
- Diş göllesinde tepsiye konulan makas, ayna, para vb. gibi araç gereçlerden birisinin çocuk tarafından alınması gelecekteki mesleğinin tahminine dönük olarak nitelendirilir.
 
MUŞ DOĞUM GELENEGİ
Doğuma Hazırlık: Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik yapılarak hazırlanılır. Güzel kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayı yıkanır ve yeni elbiseler giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen) denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilir. Komşuların hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen misafirlere ikram edilir. Doğum zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder. Doğum müddetinden kırk gün sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle birlikte eşini kayınpederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi ya da kayınpeder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.
Ad Verme: Çocuğun doğumunu müteakip 3-7 gün içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri ve anne (gelin) tarafının büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet edilirler. Büyüklere danışılmadan ve onay alınmadan büyüklerden herhangi birinin adının bebeğe verilmesi hoş karşılanmaz. Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa tekbir okunarak bebeğin ağzına kızılcık ya da içinde şeker eritilerek hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her çocuk için maddi durumları iyi olan ailelerce Akika denilen kurbanlar, fakir ailelere dağıtılmak amacıyla kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.
Beşik: Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne ayağa kalkarak evin dışına çıkar. Loğusa annenin, anası kız kardeşi babasını evlerine gönderme amacı ile bu merasim düzenlenir. Kırkıncı günde eve yakın komşular ve akrabalar davet edilir. Her davetli yanında çocuk için giyim, beşik aksesuarları çeşitli hediyeler getirirler. Bu hediyeler arasında nazar boncuğu mutlaka bulunur. Getirilen bu hediyeler, önceden hazırlanmış beşiğe ya da yastığa iliştirilir ve hayır duada bulunulur...
Misafirlerin gitmesinden sonra yaşlı ve saygın bir bayan tarafından (genelde loğusa annenin kayınvalidesidir) bir leğende Kırk Suyu hazırlanır. Çocuğun saçını kesmekle görevli kişice çocuğun saçı kesilir ve çocuk yıkanmaya alınır. Tas veya büyükçe bir tahta kaşıkla su, Kırk Suyundan dua ve niyazlarla alınıp çocuğun başına dökülür ve annesinin ziynet eşyalarının batırılmış olduğu ılık suda yıkanır. Daha sonra yıkama işini yapan hanım tarafından bir defa sallanır ve kurulanıp pudralanarak giydirilir ve kundaklanır. Bebeğin tıraşındaki saçı toplanarak tartılır. Bu saçın ağırlığınca altın, gümüş ya da para, tıraşı yapana verilir. Zengin aileler de adak kurbanı keserek etini yedi yoksul aileye dağıtırlar. Bebeğin saçı ise yeni bir beze sarılıp saklanır.
Sünnet Merasimi: Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine alan bir yakının kirveliği eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya bir haftalık iken ya da yedi yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün ailesi de sünnet olan çocuğun ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın doğmasına sebebiyet verir. Bu gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan Putlaç geleneğinin uzantısı olarak çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin ailesi ile çocuğun ailesi arasında, - İslamdan gelen bir hüküm olmamasına rağmen- kız alıp vermeme ve kirveliğin akrabalık derecesine vardırılmasıdır.)
Diş Hediği: Muş'ta çocuğun ileride hangi mesleği seçeceğini belirlemek amacıyla veya gurbette bulunan çocuğun hal ve durumunun nasıl ya da ne şekilde olduğunu anlamak için uygulanan bir takım pratik ve yorumlara dayalı fal şeklidir.
Çocuk ilk dişini çıkardığında yakın akrabalarının katılımıyla "Diş Hediği" adı verilen küçük bir merasim de çocuğun önüne her birisini ayrı mesleği temsil eden bıçak, kalem, kitap, bilezik, ekmek gibi nesneler bırakılır. Çocuk bunlardan hangisine uzanır ve alırsa ileride o mesleği seçeceğine inanılır. Eğer çocuğun diş çıkardığının farkına ilk annesi varır ve bir büyüğe sürpriz yaparsa çocuğun dişlerini gören ilk kişinin de çocuğa hediye alması usulden de olsa gerekli hale gelir.
 
BURSA'DA DOĞUM GELENEGİ
Doğum Gelenekleri
Doğum ile ilgili adet ve inanmalardan önce , çocuğu olmayan kadınların baş vurdukları birtakım işlemler bulunmaktadır. Bunların arasında en yaygın olanı türbeleri ziyaret ederek adaklar adamak ve dualar etmektir. Çocuğu olmayan kadınları başvurduğu yöntemlerden biride Kaplıcalar gitmektir Karamustafa kaplıcasına giden kadılar su akan oluğa elini sokarak gözlerini kapatır ve bakmadan suyu içir bu şekilde kadın içindeki kiri yada uğursuzluğun yok olacağına ve döl tutacağına inanmaktadır. Yine Kaynarca kaplıcasındaki evliya kurnasında yıkanmadan dileklerin gerçekleşmesi ve dertlerine çare bulmakta yarar sağlayacağına inanılmaktadır.
Gebe kalan kadının bazı yiyeceklere ilgisi olabileceği düşünüldüğünden yanında pişirilen her yiyecekten yedirilmeye çalışılır.”aşerme”sırasında kadının aklına gelen yiyeceği yememesi çocuğun kusurlu olacağı inancı vardır.
Gebe kadının yediği yiyeceklerle doğacak çocuğun cinsiyeti tespit edilmeye çalışılır .Ekşi yiyen kadının kız , tatlı yiyen kadının erkek doğuracağına inanılmaktadır. Ayrıca sakız çiğneyen ve dondurma yiyen hamile kadının çocuğunun sümüklü,ayva yiyen kadının çocuğunun güzel olacağına inanılmaktadır.
Çocuk Doğduktan sonra göbek bağı kesilerek temiz bir beze bağlanır,çocuğun dindar olmasını isteyenler göbek bağını caminin avlusuna ,kız çocuklarının göbeği genellimle evin bir yerin sıkıştırılır , okuyup iyi bir eğitim alması isteniyorsa da okulun avlu veya duvarına bırakılmaktadır. Bebek doğduktan bir hafta sonra evde mevlit okutularak loğusa şerbeti kaynatılır. Çocuğun adını koymak için ailede veya çevrede yaşlı veya dini bilgisi olan bir kişi çağrılarak çocuğu adını koyar .Bunun için çocuğu kucağına alan kişi kıbleye dönerek kulağına önce ezan sonra ismini üç kere fısıldar. Genellikle aile büyükleri ile tarihi özelliği olan kişilerin isimleri tercih edilmektedir .
Loğusa kadın ile bebeğinin kırk gün süresince kötülüklerden , kötü güçlerden korunması ve uzak durması gerekmektedir. Loğusa kadına ve bebeğe nazar değmemesi için akşam ezanından sonra dışarı çı4kmazlar ,dışarıya çamaşırlarını bırakmazlar,etrafındakiler onu yalnız bırakmazlar,eve gelen misafirler giderken sütünün kesilmemesi için güle güle demez. Loğusa kadını başka bir loğusa kadınla bir araya getirmezler kırklarının karışacağına ve “al basması “yaşayacağına inanılmaktadır.
Doğumdan kırk gün sonra bebekle anne kırklanır. Kırklama için kırk tane küçük taş veya fasulye tanesinin her birine “ihlas “okunur ve üflenir ve üflenir. Çocuk ve anne temizce yıkandıktan sonra kullanılan su evin etrafına serpiştirilir. Kırklamadan sonra çocuk ve anne nazar ve diğer kötü güçlerden uzaklaşmış olur .Bebeğe ziyaret ettiği evden şeker yumurta yiyecekler verilerek çocuğun yumurta gibi sağlıklı verimli,gürbüz olması , şeker verilerek tatlı dilli ve cana yakın olması dilenir.
Bursada yürüme çağı gelen çocuklara tay simidi –tay turtusu (durdusu )yada adım çöreği töreni yapılmaktadır. Bu tören sırasında bir çöreğin içine yerleştirilen bozuk para kime çıkarsa o kişi çocuğa hediye alır.Yürümeyen çocuk bir dede mezarına (yatıra ) götürülerek önünde gezdirilir.
Geç konuşan çocuklara kurban bayramında 7 evden 7 kurban dili alınarak yedirilir,bülbülün su içtiği tastan çocuğa da su içirilir.
Bebeğin dişi çıkınca”diş buğdayı “ yapılır,Diş buğdayı kaynatılmış buğdaya şeker katılarak yapılır .Diş buğdayı çeşitli çerezlerle birlikte ikram adilmektedir.
 
KARABÜK'TE DOĞUM GELENEGİ
Karabük Doğum Gelenekleri..
Anneye gebe iken hiç haram yememesi öğütlenir. Eğer haram yerse çocuğun hırsız, söz dinlemez olacağına inanılır. Gebe kadına yaramaz, kötü huylu çocukları eleştirmemesi öğütlenir. Böyle çocukları eleştirirse doğan çocuğun da onlar gibi kötü huylu, haylaz olacağına inanılır. Balık gibi çocuk da elde avuçta durmaz diye gebe kadına balık eti yedirilmez. Çocuğun dudağı yirik olur diye gebe kadına tavşan eti, çocuğun vücudunda benekler çıkar diye ciğer yedirilmez. Gebe kadına acayip hayvanlara bakmaması öğütlenir. Kadın gebe iken yılan ve gelincik görürse kirlendiği inancıyla yıkanır.
Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek üzere de bir takım inanışlar mevcuttur. İnanışa göre, kadının oturması için sedir üzerine iki minder koyarlar, minderlerden birinin altına makas, diğerinin altına da bıçak yerleştirilir. Kadın makas olan mindere oturursa doğuracağı çocuk kızdır, bıçak üzerine oturursa doğuracağı çocuk erkektir.
Doğuma ilişkin inanış ve gelenekler de şu şekildedir: Loğusa evi, komşuların teklifsiz girip çıktığı bir yerdir. Büyük küçük herkes yardıma koşar. Doğum, köylerde birbirine el verme suretiyle yetişen pratik ebeler tarafından yapılır. Ebelere çok hürmet edilir, onların, büyük küçük herkesin yanında analık vasfı vardır. Bayramlarda ilk defa ebenin eli öpülür.
Heyecanla beklenen doğumun neticesi erkek olduğu takdirde derhal babasına haber verilir, kız ise fazla sevinilmez, haber vermekten çekinilir. Çocuk doğunca sesi çıkmazsa, çocuğun tepesinde tef çalar gibi sahan çalınır. Çocuk soğuk suya sokulur. Doğduktan sonra çocuğun her yanı tuzlanır. Yine doğduktan sonra çocuğun hemen göbeği kesilir ve kızsa kulağı delinir. Göbeği kesildikten sonra kesilen parça, çocuk hoyrat, serseri olmasın diye ahıra atılır. Çocuğun ilk pisliği yıkanmaz bezi ile birlikte tavana atılır. Çocuk doğar doğmaz beyaz bir beze sarılır, bir müddet bekletildikten sonra hazırlanan leğende yıkanır, tekrar hazırlanan örtüye sarılarak babasına götürülür, doğumu müteakip lohusa da yıkanır ve yatar.
Durumu iyi olanlar yedi gün sonra mevlit okuturlar. Çocuğun bezleri kırk gün dışarı asılmaz. Aynı günlerde doğum yapan kadınlar birbirlerini kırk gün görmemeye dikkat ederler. Eğer görürlerse çocukları kırk basarlar diye yıkarlar. Doğumdan üç gün sonra çocuk adı verme merasimi yapılır. Hısım akraba davet olunur. Çocuğun babası yoksa yakınlarından biri çocuğun kulağına ezan okuyarak adını koyar. Adı koyan kişi, çocuğun kulağına üç defa ismini seslenir. Çocuğun adı böylece verilmiş olur.
Doğumdan sonra ilk kırk gün içinde her on günde bir olmak üzere anne ve bebek kırklanır. Son kırklama kırkını bastırmayalım diye 38. veya 39. gün yapılır. Kırklama şöyle yapılır; Pınardan (çeşmeden) arkaya bakılmadan yeni su getirilir. Getirilen sudan kırkar kaşık su iki bakır tasa ayrılır. Bu suların içine altın yüzük bir tarak bir de şişe atılır. Anne ve bebek yıkandıktan sonra ayrılan bu sular “Kırk Allah, kırkbir Allah” diyerek başına dökülür. Genellikle anne daha önce kırklanır. Bu kırklama evde yapılır. Eğer çocuk büyümez ve gelişmezse kırk bastı diye ocağa götürülür. Bu durumda çocuk ocakta kırklanır.
 
YOZGAT'TA DOĞUM GELENEGİ
Dokuz ay, dokuz gün sonra çocuk beklemeye hazırlanan anneler doğum öncesi bazı hazırlık yaparlar. Doğum öncesi bebeğin çamaşırları, bezleri ve beşiği hazırlanır, ilk çocuğu olacak genç anneler bu konuda daha titizdirler. Çamaşırların kenarları oyalanır,işlenir
Doğum
Doğumdan sonra anneye soğuk su verilmez. Kız doğuran anneye: "kızandan gelmiş it gibi yatar." Erkek çocuğu doğuran anneye "Yılkıdan (yayladan) gelmiş at gibi yatar" derler. Bu söz halkın oğlan çocuğuna ne kadar önem verdiğini vurgulamaktadır.Anneye kaynanası yağlı yumurta,süt ve yağlı yemekler pişirir. Ebe kadın ve geline yedirir. Ekşi yedirilmez.
Adı Gayım Olsun
Doğan çocuklara; özellikle aynı sülâleden olan, anne, baba, d ede ve genç yaşta ölenlerin isimlerini verme geleneği yaygındır. "İsmi yerde kalmasın" derler.Hangi ad verileceği be*lirlendikten sonra İmam Efendi eve davet edilerek adı konur.İmam, bebeğin "sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okuyarak" adını koyar."Atiı Gayım olsun. Hayırlı olsun." denir. Ev sahibi yemek verir.
Kırklama
Doğum yapan kadına "lohusa" denir. Bebek doğduğunun kırkıncı günü yıkanır. Bu yıkama şöyle olur: Yıkanacağı ılık suyun içine babaannesi (ebesi) bir gümüş yüksük atar. Bu "çocuk gümüş gibi parlasın"diye yapılır. Yani iyi insan olsun. Aynı suyla annesi de yıkanır. Kırkı çıkan anne çocuğuyla beraber ilk de(a kimin evine giderse, ev sahibi çocuğa para, yumurta,tülbent gibi hediyeler verir. Bu adet çocuk nasipli olsun manâsına gelir. Çocuğu ölen kadın lohusanın yanına gelemez.
Al Basması
Anne kırkı çıkana kadar odada yalnız bırakılmaz. Başına Kur'an-ı Kerim konur. Yanı başına maşa, kocasının veya bir erkek ceketi ve iğne bırakılır, iğnenin "Alkız" geldiğinde ayağına batacağına inanılır.Bebeğin yüzüne al tülbent örtülür ki "Alkızı" çocuğa yanaşmasın diye. Al basmasıyla ilgili anlatılan birçok hikaye vardır. Birçok lohusa kadının al basması sonucu öldüğü söyleniyor. Dişli Köyü'nden derlenen bir hikaye sunuyoruz
Al Kızın Yakalanması
Bir zamanlar bu köyde bir ailenin bir atı varmış. At ahırda devamlı bağlı bırakılırrnış. Geceleri devamlı ahırdan sesler gelirmiş. Ahıra gidip baktıklarında atın terlediğini görmüşler. Bu sesler ve atın terlemesi ev sahibinin dikkatini çekmiş. Neden olduğunu öğrenmek için atın sırtına kara sakız yapıştırmış. Gene bir gün ahırdan seslerin geldiğini duyan ev sahibi hemen ahıra koşmuş ve bakmış ki at gene terlemiş. Atın üstünde de "Alkız" oturuyormuş. Ahırdan gelen sesleri Alkız tarafından olduğu anlaşılmış. O gün gene atın yanına gelen ALkız ata binmiş ve yapışmış. Yakaladıkları alkızını alıp hiz*metçi yapmışlar. Bir gün alkıza hamur yoğurt turmuşlar. Al kızın yoğurduğu hamur hiç eksilmiyor, bereketleniyormuş. Evin hanımı buna çok şaşırmış. Hamurun niye bitmediğini Alkız'a sorduğunda, Alkız: "Hamuru kopardığınızda koparılan parçayı hamurun üstüne atarsan hamur bitmez. Yanına atmanız gerekiyor ki hamurunuz bitsin" demiş. O anda evin kadını kızın başında bir iğne görmüş. Bu iğneyi eğilip Alkız' ın başından çektiğinde tılsım bozulmuş ve Alkız birden kaybolmuş.
Söylentiye göre; bir zaman sonrası köy içindeki bir çeşmeden kan aktığını görmüşler. Bunun Alkız'ın kanı olduğunu anlamışlar. Alkız'ın ailesi, Alkıza kendini belli ettirdiği için ceza vermiş. Onu çeşmenin başında öldürmüşler. Çeşmeden kanın akmasının sebebi de bu imiş. Alkız, hamur yoğurduğu evin in*sanlarına şu uyarıda bulunmuş: "sakın ardıç ağacını kesip, yakmayın. Çünkü; biz onun etrafında yaşıyoruz" demiş. O yüzden ardıç ağacını ne yakıyorlar, ne de kesiyorlar. kesiyorlar.
Hâlen köyün insanlarının inanışlarına göre; Alkız'ın yakalandığı eve gidip ordan al bir çabıt (bez parçası) koparırlar ve bu çabıtı lohusa kadınlarının boyunlarına bağlarlar, Alkız gelip lohusa kadını boğmasın" diye.
Atasözlerimizde Kişi Adları
Abbas yolcu.
Köprüyü geçinceyse kadar keçiye Abdurrahrnan Çelebi derler.
Ahmet'in öküzü gibi bakmak.
Ali Cengiz oyunu.
Ali evlendi, Güllü gelin oldu.
Ali'ye edik, Veli'ye düdük.
Bîr Köroğlu, bir Ayvaz.
Tuzsuz Deli Bekir.
Yırtılan Tüfekçi Bekir'in yakası.
Çapanoğlu gibi arkan var.
Çapan oğlu'nun abdest suyu gibi.
Fazla kurcalama altından Çapanoğlu çıkar.
Benim elim değil Fatma anamızın eli.
Allah Eyüp sabrı vermiş.
Ferhat gibi çalışır.
Her Firavun’un bir Musa'sı var.
Hacı Bekir Lokumu,
Doğru söze Hacı emmin ne desin.
Halil İbrahim bereketi.
Eşeğine bakmaz, Hasan Dağı'na oduna gider.
Yağma Hasan'ın böreği.
Benim adım Hıdır, elimden gelen budur.
Hızır gibi yetişti.
Kambersiz düğün olmaz.
Kırk yıllık Kani, olur mu yani?
Karun gibi zengin,
Kerem gibi yanıyor.
Kerem' in arpa tarlası gibi yanıyor.
Arayan Leyla’ sınıda, Mevlâsını da bulur.
Lokman bile çare bulamaz.
DOĞUM VE ÇOCUKLARLA
İLGİLİ İNANIŞLAR
Sülün insanlara doğum mutluluk; ölüm İse acı verir. Halkımızın doğumla ilgili yaygın birçok inanışları vardır.
Bir kadın doğum yapacağı zaman, yanına hiç doğum yapmayan kadın sokulmaz. Lohusa kadının yanına kedi yaklaştırılmaz. Kedi yaklaşınca çocuk ölür. Bir kadın hamile olduğu zaman mevsim yaz ise armudun çöpünden tutar çevirir, rakamları sayı saymaya başlar. Eğer armudun çöpü koptuğu zaman sayı tek ise erkek çocuk, çift ise kız olacağına İnanılır.
Doğum süresi dokuz ayı geçen kadınlara "camız eti yemiş" diye takılırlar.
Bazı köylerde doğumu hâlâ yaşlı köy ebeleri yaptırırlar. Doğum uzun sürdüğü zaman bu yaşlı ebelerde bulunan "Fadime Anamızın Eli" diye adlandırılan ot suya konur. Bu bitkinin yaprakları açıldıkça çocuğun doğumu yaklaşır, tamamen açılınca çocuk doğar.
Çocuğun göbeği kesilince aklı kıt olmaz.
Hamile olan bir kadın başına sarı çember bağlarsa, kadının çocuğunun sağlıklı olacağı söylenir. Çocuğun alnı bezle bağlanırsa, düzgün olur.
Çocuğun üzerinden başka bir ço*cuğun veya kardeşlerinin atlamasıyla çocuğun boyunun uzamayacağına inanılır.
"Lohusa kadını al basar," inancı yaygındır. Kadının başucunda devamlı Kur'an bulunur. Geceleri ise kadının yanında kocası veya kardeşi bulunursa al kızı giremez. Yine kadının üzerinde erkeğinin ceketi, tuz, İğne ve ayakucunda balta bulundurulur.
Doğum yapan kadın hemen iyi olsun diye "haşıl" pişirilir, (Kodallı Çiftliği köyünde) üzerlik tülüdulür.
Hamile bir kadın kötü ve sevmediği kimselere dikkatle bakmaz. Çocuğu ona benzer. Çocuk doğunca ayaklarından tutularak, baş aşağı sallanır. Annesinin sağ yanına konur. Ağzına kirn tükürürse huyu huşu onun gibi olur. Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur.
Erkek çocuğu dayısına, kız çocuğu halasına benzer. Çocuğa kırk gün eşik atlatmazlar, su vermezler ki melekler verir diye. Bir tarafına devamlı yatırılırsa kafası çap olur. Yine kırk gün yere bastırılmaz. Altı ay ayna karşısına geçirilmez. Kendini özler diye.Anne sütüyle beslenir, kundakta büyütülür.Çocuk doğduktan sonra kırk gün suyun içine yumurta kırar, bununla her sabah yıkarlar. Kırk gün sonra annesi çocuğu kucağına alır.
İlk defa sokakta kime rastlarsa, o çocuk gibi olacağına inanılır.Hırsız olmasın diye tırnağını erken kesmezler. Höllükte büyütülürse babayiğit olur. Yüzü kırkı çıkıncaya kadar açılmaz ki gözleri şaşı olmasın diye. Çocuk boş meme emince dili patır olur.
Çocuk yürüme çağma gelir de yürüyemezse, ayağına ip bağlanır, eline durum verilir. Başka bir çocuk, yü*rüyemeyen çocuğun ayağındaki İpi koparır, elindeki durumu alır, yer. Sonra yürümeyen çocuk yürür.iki seneden sonra yürümeyen çocuk ise bir cuma günü sala ve öğle ezanı arası İki kız kardeş tarafından kollarından tutularak kıbleye dönülerek sallanır;
Sallarız salâya
Yalvarırız Mevlâ’ya
Bu çocuk yürüsün
ileriki cumaya
Çocuk gel cuma günü yürür.
Çocuk dört elli emekleyince misafir gelir. Çok ağlarsa gözleri üzüm gibi kara olur. Sanlık olduğu zaman başına sarı yemeni örtülür.Çocuğa dikkatle bakıldığı zaman, gözleri yılık olur.Bir de çocuğun dişlerinin iyi ve çabuk çıkması için diş hediği yapılır. Komşu ve akrabalarına dağıtılır. Çocuğa para, giyecek ve oyuncak gibi hediyeler alırlar.Çocuk evin yemişidir, hayır ve bereketini artırır. Yalnız bırakılmaz periler korkulur.Yürümeye başlayınca çeşitli çörekler yapılıp, dağıtılır.Çocuklara göz değmesin diye; mavi boncuk, öd ağacı, iğde çekirdeği ve bos kurşun takılır. Konuşmayan çocuklara dili bitik derler. (Dil altında ince bir iplikçik bulunur.) Bu İplikçik kesilirse çocuk konuşur. Köylerde bu eti kesen tecrübeli kadınlar vardır.Zamanında yürümeyen çocukları evliyaya götürürler. Ağlayan çocukları conguluz geliyor, dev geliyor diye kor*kuturlar. Eskiden de Sorgun'da çocuklar "Saili geliyor" diye korkutulurdu. (Çinlilerin çocuklarını Türkler geliyor diye korkut tu ki at ı gibi.)Çocuk yeşil gözlü kimselere gös*terilmez. Göz değer, nazar eder.Lohusa kadın evde iken değirmenden un gelirse eve alınmaz uğursuzluk getirir. Yaş et gelirse uğur getirir.İki lohusa kadın birbiriyle görüşmez, görüşmek zorunda kalırlarsa; arka ar*kaya gelerek birbirlerinin yüzünü gör*meden iğne değiştirirler.Çocuğun herhangi bir yerinde kahve büyüklüğünde ben olursa, annenin hamileyken kahve yediğine inanılır.Doğan çocuğun kollarında ve vü*cudunda sık ve sarı tüyler bulunursa, annenin çok kuşburnu yediği söylenir.
SÜNNET GELENEĞİ
Kültürümüzün çok önemli unsurlarından ve Müslüman-Türk dün*yasının mühim geleneğidir sünnet, İslam’ın asırlardan beri süregelen en güzel hasletlerindendir. Dinsel bir törendir. Erkek çocuk sahibi her aile maddi durumuna göre çocuğunu sünnet ettirirken bir tören düzenler.
Sünnet Davetiyeleri
Sünnet düğünü için önce sünnet günü belirlenir, iki gün önce sünnet düğününde yenecek yemeklerin hazırlıkları başlar. Dost, akraba, hısım konu komşu davet edilir. Davet günümüzde iki şekilde yapılmaktadır.Ya okuyucu gezdirilerek davet yapılır. Bunun için bir kadın görevlendirilir. Kadın, evleri tek tek dolaşarak: "Mehmet Beyin selâmı var. Şu günde ço*cuklarının sünnet düğünleri var. Sizde buyuracaksınız" der. Şu gün, şu saatte de şu camii de mevlit var der. Ev sahibi "Allah hayırlı uğurlu etsin" diyerek okuyuntucuyu uğurlar. Bu gelenek şimdi daha çok köylerde ve kırsal yörelerde yapılmaktadır.İkinci davette davetiye kartı ile olur. Şehirlerde yaşayanlar bu yolla düğüne davet yaparlar. Davetiye kartlarında gün, yer, saat belirtilir ve münasip söz ve şiirle davet edilir.
Sünnet Düğünü davetiyesinin bîr yüzünde de Sünnet ile İlgili sözler şiir ve hadisler bulunur. Peygamber Efendimizin sünnetli doğduğu İnancından hareketle ve onun hâl ve yaşayış tarzından bir örnek olduğu için davetiyelerde daha çok Peygamberimizin isminden bahsedilir.
Peygamber Efendimizin emridir sünnet
Bize de nasip oldu bu mürüvvet
Duyan duymayana duyursun.
Bizi seven sünnetimize buyursun
Başımıza giydik fes
Olduk yalancı prens
Biz evin erkeğiyiz
İstediğin kadar kes
Biz sünnet oluyoruz
Darısı oğlunuza
Siz gelirseniz bize
Bizde geliriz sîze
Sünnet davetiyesi dağıtıldıktan, yemekler hazırlandıktan sonra sıra sıra çocuğun hamama götürülmesi, mevlit okunmasına ve sünnet törenin yapılmasına gelir. Folklar Araştırmacısı Öğretmen Mustafa Uslu "Yozgat'ta Sünnet Düğünü Gelenekleri" adlı yazısında sünnet geleneğini şöyle anlatıyor:
"Sünnet düğünü yapılacağı günün sabahı, sünnet olacak çocuklar, babası ve diğer yakın komşu çocuk arkadaşlarıyla birlikte hamama götürülür. Aileden sünnet ettirilecek çocuğunun yanında bulunan bir çocukta sünnet ettirilir. Aile kendi çocuğu için ne yapıyorsa, fakir çocuk için de aynısını yapar. Bu usul sosyal dayanışmanın en güzel örneklerindendir.
Hamamdan geleceklere kahvaltılar hazırlanmıştır. Çocuklar birlikte güle oynaya kahvaltılarını yaparlar. Kendi aralarında şakalaşmaya oynamaya devam ederler. Ta ki sünnet mevlidinin okunacağı zamana kadar. Mevlit okunacak camiye davet edilen büyüklerle birlikte sünnet çocukları da arkadaşlarıyla birlikte gider.
Mevlit çıkışında sünnet olacak çocuklar, arkadaşları süslenmiş atların sırtında gezdirilerek eğlendirilir, sünnete hazırlanır. Bu gezi psikolojik olduğu kadar, ailenin sevinç ve sosyal yapısını göstermesi bakımından değer taşır. Sünnet; öncesi önce atla yapılırken sonra iki atın çektiği, üzeri yarı körüklü deriyle kaplı faytonlarla, günümüzde de taksi ve otobüslerle yapılmaktadır. Ulaşımda gelişen teknolojinin folklordaki yansıması olarak kabul edebileceğimiz bu gelişme zamanla daha farklılaşacaktır.
Gezi sonunda sünnet çocuğu, alkış ve arkadaşlarının kahkaha, ıslık ve bağırmaları arasında sünnet yapılacağı odaya gelir. Mevlit ve gezi sırasında üzerinde bulunan beyaz veya mavi renkli sünnet elbisesi ve elbise üzerine kırmızı veya beyaz kurdeleden ya*pılmış maşallah kuşağı, ceket içine iğnelenen mavi boncuk ve iğde dalı çocuğu nazardan korumak İçin bulundurulur.
Çocuğun başında üzeri "maşallah işlemeli bir de taç vardır. Elbise üzerindeki "maşallah kuşağının" kırmızı veya beyaz oluşu, hayır ve saadetin sembolüdür. Sünnet çocuklarının bu elbiseleri sevgi gösterileri arasında çıkarılarak, yerine sünnet sonrası yatakta daha rahat! olabileceği beyaz veya mavi renkli ipekli bol bir elbise giydirilir. Bol oluşu sünnet sonrası yatakta ve oturuş rahatlığı içindir. Genellikle mavi elbise çocukları kem gözlerden ve nazardan saklar.
Çocukları "kirve" denilen uzak-tanıdık birinin kucağına oturtulur. Bu sırada anne ve baba yan adada iki rekât şükür namazı kılmış, çocukların sünnetinin başlamasını beklemektedir. Anne ilerde gelin kızını kıskanmamak için elindeki oklavayı hamur açar gibi İki elinin arasında döndürür. "Kirve" lige uzak tanıdık birinin seçilme sebebi, sünnet çocuklarını kirve ve kirve yakınlarından kız alışverişini mümkün kılmamak İçindir. Sünnet çocuğu kirvenin kızını, kirvede sünnet çocuğunun ailesinden kız alıp veremez. Bir "kan" ve "süt" bağının ortaya çıktığı kanaati vardır. Tepsi İçerisinde el değmemiş bir peştamal, bir havlu, bir sabun ve sünnetçinin malzemeleri sünnetçi ile beraber alkışlar içinde içeri alınır. Sün*netçi sünnet sonrası tepsi içindekileri kullandıktan sonra kendisine verilir. Sünnetçi' nin peştamal bağlaması sünnetin başlama işaretidir. Kirve kucağındaki çocuk bu sırada telaşlandığı için ağlama, ağlamama heyecanı içindedir. Çocuklar korkar ve genellikle de ağlar. Merakla bekleyen çevre, çocuğunu teselli etmek için ve sünnetin tehlikesizce yapılmasına yardımcı olmak maksadıyla "Erkek ağlar rnı? sen artık büyüdün korkulur mu Bak bak elbiselerine, oyuncaklarına. Şu kuşta buraya nasıl gelmiş bak. bak" şeklindeki sözlerle korkusu giderilirken maharetli sünnetçi ve kirve işlerini bitirmiştir. Çocukların ağıdı: "yaşa... bravo" sesleri ve alkışlar arasında kaybolur gider, sünnet sırasında anne ve baba acıya fazla dayanamadıkları için çocuklarının yanma sünnet sonrası gelir ve çocuklar kirve tarafından titizlikle yataklarına yatırılır. Sünnetçi öğleden sonra gelmek üzere elini yıkayarak ayrılır. Çocuğun ağrısı unutturulmak için arkadaşları şakalar yaparlar. Çocukların önünde oyunlar oynanılır, taklitler yapılır, oynanır. Çocukların başucunda sevilen bir yakını kalıp onlarla ilgilenir. Önceden hazırlanıp karyola altında bekletilen tepside kuru yaş yemişler onlara sunulur.
Misafirler teker teker çocuğun yanına gelip, "artık ağabey oldun, geçmiş olsun" temennisinin yanında, çocukların yanağından öpülür, saçları okşanır. Çocuklara hediye olarak para getirenler parayı yastıkların altına, getirilen büyük hediye ise yatağının ayak ucuna konur, saat getirilmişse göğsüne İğne ile takılır. Sünnet sabahından beri çalgılar evdedir ve namesine daha da neşe katarak devam etmektedir.
Sünnet sonrasında gelen davetlilere ve çocukların arkadaşlarına çorba ile başlayıp baklava ile sona eren bir "sünnet düğünü yemeği" verilir. Yemek sonrasında biraz daha oturan misafirler bir hafta boyunca tekrar gelme dileğiyle önce çocuklarla, sonra da anne ve baba İle vedalaşır. Misafirler anne ve babaya: "Gözünüz aydın hayırlı uğurlu olsun. Evliliği de Allah nasip etsin." temennileriyle veda ederler.
Sünnet edilen çocukların sünnet edildikleri gün ayağa kalkıp biraz gezmesi hayra yorulur. Öğleden sonra tek*rar gelen sünnetçi, çocukları kontrol eder tavsiyelerde bulunur. Sonra kendisine verilen küçük bir tepsi ile bahşişini toplamak üzere başta anne ve baba olmak üzere diğer yakınları dolaşır, "ve hayırlı uğurlu olsun" dileğinde bulunarak ayrılır. Sünnet çocukları ellerinden gelen nazı yaparlar. Niye yapmasın ki herkes kendilerinden ilgilerini esirgememektedirler. ilgi azaldıkça naz ve ağlama aralıklı da olsa kendini gösterir. Gelen hediyelerin çokluğu ve değişikliği çocukların ağrılarını unutturan bir başka çaredir. Gece geç vakitlere kadar eğlence devam eder. Cuma başlayan sünnet düğünü pazar günü bit*mesine rağmen bir hafta boyunca gelen giden hiç eksik olmaz. Sünnet düğünü adeti, İslam inanışının Türk kültürü ile nasıl tatlı bir ahenge büründüğünü gösteren en güzel misâllerindendir.
OKŞAMALAR
Folklorumuzda insanların ruhlarını okşayan, adı söylenmeden sadece gö*nüllerine hitap eden kilise güzel sözler vardır. Bu sözlere "Okşama" denilmektedir.. Sorgun yöresinde tespit ettiğimiz okşamalar şunlardır:
"Dillerini yediğim" "Yavrucuğum" "Yemeyip yedirdiğim, giymeyip giydirdiğim" "Tatlım" "Kuzum benim" "Kınalı kuzum" "Şekerim"
"Tombulum" "Canım benim" "Kapında kalırım" "Anasının bir tanesi" "Anasının kuzusu" "Anan sana gurban" "Balını" "Balkız" "Kaymağım"
"Bebeğim" "Kadasını aldığım" "Gülelim" "Edem benîm" "Canımın içi yavrum" "Ciğerimin köşesi" "Bitanem" "Cici kızım" "Kekliğim"
"Nur topu gibi canım" "Maskara" "Yiğidim" "Sümbül kızım" "Kraliçem" "Nur ianem, nar tanem" "Zeylin gözlüm" "Has kızım" "Balam"
"Aslanım" itin köpeğin olurum" "Koca danam" "Kerata" "Aynı babası" "Babamın adı, ağzımın tadı" "Anamın adı. ağzımın tadı"
 
KIRKLARELİ DOĞUM GELENEĞİ
Gözünü dünyaya yeni açan bir çocuk, vücudunda pişik oluşmaması ve kokmaması için önce tuzlu suyla yıkanır. Yıkanma işlemi tamamlanınca tekrar tuzlanır.
Üç günlük olan çocuk bu zaman zarfında sararırsa, sarı renginin düzelmesi için üç gün süreyle kaldırma denilen yıkama esnasında, yıkandığı suya darı tanesi atılır.
Doğumdan sonra loğusanın yanında kırk gün süreyle bir kişi durur. Loğusanın yanında duran kişi her ihtimale karşı dışarı çıkarsa diye bir Kuran-ı Kerim, bir süpürge veya bir demir parçası odanın içinde her zaman bulundurulur. Bununla çocuğa cinlerin çarpmasının önlenmiş olacağına inanılır. Çocuk kırk günlük olduğunda tekrar yıkanır ve kırk kaşıklık son durulama suyu ile durulanır. Bu yıkanmaya “kırk çıkarma” veya “kırklanma” denir. Kırkı çıkan çocuk, yakın bir komşuya “Kırk uçurmaya” götürülür. Çocuk, kırkı çıkana kadar olumsuz bir durumla karşılaşmamışsa bundan sonra da karşılaşmayacağına inanılır. Aynı günlerde yakın komşularında veya akraba arasında bir başka çocuk daha dünyaya gelmiş ise kırkları çıkıncaya kadar, her iki çocuk görüştürülmez. Çünkü çocukların kırkı çıkana kadar görüşürler ise birinin büyüyüp diğerinin büyümeyeceğine inanılmaktadır.
Anne sütünün kaçacağına inanıldığından, loğusanın yanında bir başkası süt emzirmez. Tırnak kesimi çocuğun kırkı çıktıktan sonra yapılır. Kesilen tırnak, babasının cebine konur ve karşılığında para alınır. Babadan alınan bu parayla çocuğa bir şeyler alınır.
Çocuk 6 aylık olunca eline kına yakılır. İlk defa ayakta durmaya başlayıp, ilk adımını attığı zaman “tay çöreği” veya “adım çöreği ” ismi altında bir kutlama yapılır. Bu kutlamada, içinde birkaç tane demir para bulunan bir tepsi lokma veya kurabiye pişirilir. Çocuğun ayaklarına kurdele bağlanıp, boş bir yere çıkılarak, mahallenin ufak çocukları toplanır ve belirli bir mesafeden çocuğa doğru koşturulur. Yarışı kazanan çocuğa para veya hediye verilir. İlk kez ayakta duran çocuğun ayaklarındaki kurdele kestirilir. Bundan sonra yapılan lokma veya kurabiyeler, orada toplananlara dağıtılır. İçinde para bulunan lokma veya kurabiye kime düştüyse o çocuğa uygun bir hediye alır.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…