ufaklığa masal...

TATOSH

yuvasina asik 🤲❤
Kayıtlı Üye
12 Haziran 2007
4.523
784
Kırmızı Başlıklı Kız

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken..
Bir varmış bir yokmuş. Kırmızı başlıklı küçük bir kız varmış. Annesi bir gün ona elma kırmızısı bir yünle kırmızı bir başlık ördüğünden beri herkes küçük kıza kırmızı başlıklı kız dermiş. Annesi ile birlikte dağın eteklerinde, bahçeli bir evde yaşarmış. Küçük kızın bir de ormanı geçince derenin kenarındaki kulübede yaşayan büyükannesi varmış. O günlerde büyükanne biraz rahatsızmış ve annesi lezzetli bir elmalı kek pişirip, küçük bir sepete güzelce yerleştirerek büyükannesine götürmesi için kırmızı başlıklı kıza seslenmiş.
-“Kırmızı başlıklı kız!” demiş. “Bu sepetin içerisinde babaannene götürmen için yiyecekler hazırladım. Güzelce onun karnını doyurup, güneş batıp ortalık kararmadan eve dönmelisin.” Ve daha sonra kırmızı başlıklı kızı ormana girmenin tehlikeli olduğu, patika yoldan gitmesi gerektiği ve yabancılarla konuşmaması konusunda da uyarmış.
Küçük kız:
-“Peki anneciğim. Ormana girmeden patika yoldan giderek babaannemin yiyeceklerini verdikten sonra hemen eve döneceğim” demiş ve küçük adımlarla yola koyulmuş. Çimenlerin üzerinde sek sek oynarken burnu bahar çiçeklerinin o enfes kokusu ile dolunca...
-“Eveeeeet!” demiş kendi kendine. “Büyükanneme bu çiçeklerden bir demet yapıp götürsem kimbilir ne kadar mutlu olur”.
Bir bakınmış etrafına. Ooooooooooooo, her yer çiçek doluymuş, rengarenk. Sayamayacağı kadar çok renkte çiçek varmış. Kırmızı başlıklı kız sadece ona kadar sayabildiği için hepsini sayması imkansızmış. Bunları düşünürken bir yandan da çiçeklerden toplamaya başlamış. Her eline aldığını bir kez koklayıp avucundaki demete ekleyerek ilerlemiş. Öyle ki kırmızı başlıklı kız çiçek toplamanın heyecanı içerisinde annesinin öğütlerini unutuvermiş. Patika yoldan saparak ormana dalıp çiçek toplamaya devam etmiş. Ormanda yaşayan kurt çok geçmeden kırmızı başlıklı kızı fark etmiş ve günlerdir tek bir lokma yemediği için haince planlar yapmaya koyulmuş. Hemen oracıkta kırmızı başlıklı kızı yiyemezmiş. Çünkü ağaçların arkasındaki kulübede yaşayan oduncu buna izin vermezmiş. Kurt planını yapıp kırmızı başlıklı kıza yaklaşmış.
-“Heyyyyy! Merhaba” demiş kocaman bir sesle.
Küçük kız karşısında kurdu görünce korkudan düşecek gibi olmuş. Ama kurt ona gülerek yaklaştığı için korkulacak bir şey yok galiba diye düşünmüş. Kurt kırmızı başlıklı kıza nereye gittiğini sormuş. O da
-“Büyükannem rahatsız, bende ona yiyecek ve çiçek götürüyorum”, demiş. Kurt:
-“Ne kadar güzel”, diye gülerek, “ben de sana yardım etmek isterim”, demiş. “Ben önden gidip büyükannene çayı hazırlamasını söyleyip senin geldiğini haber vereyim. Böylelikle karanlık olmadan eve dönebilirsin”, diyerek önden yürümüş.
Kırmızı başlıklı kız bu duruma çok sevinip, kurdun ne kadar iyiliksever bir hayvan olduğunu düşünp çiçek toplayarak yola devam etmiş. Tabii annesinin ona yabancılarla konuşmaması, ormana girmemesi konusundaki uyarılarını hiç aklına getirmemiş. Kurt erkenden babaannenin kulübesine varıp kapıyı çalmış.
-“Kim o?” demiş babaanne. Kurt:
-“Benim babaanneciğim, kırmızı başlıklı kız”, demiş ve içeri girmiş. Günlerdir bir şey yemediği için yaşlı babaanneyi bir lokmada midesine indirmiş. Gecelikleri giyip babaannenin gözlüklerini taktıktan sonra yatağa girip kırmızı başlıklı kızı beklemeye koyulmuş. Bir süre sonra kırmızı başlıklı kız kulübeye varmış.
-“Babaanne babaanne”, diye bağırarak kapıyı tıklatmış.
-“Gir kızım içeri”, demiş yaşlı kurt.
Kapıyı hafifçe aralayarak içeri girmiş kırmızı başlıklı kız. Kurt ona:
-“Elindekileri bırak yatağa doğru gel, ben hastayım kalkamıyorum evladım”, demiş.
Kırmızı başlıklı kız hayretle bakmış, babaannesinde değişik bir şey varmış, her zamanki gibi değilmiş.
-“Babaanne”, demiş, “kolların niçin bu kadar büyük?”
-“Seni daha iyi kucaklayabilmek için”, demiş kurt.
-“Kulakların niçin bu kadar büyük peki?”
-“Seni daha iyi duyabilmek için.”
-“Peki gözlerin niçin kocaman?”
-“Seni daha iyi görebilmek için.”
-“Dişlerin neden bu kadar uzun?” Artık kurt dayanamamış ve
-“Seni yiyebilmek için”, diye bağırarak bir lokmada kırmızı başlıklı kızı yutuvermiş.
Daha sonra kurdu bir uyku basmış ve yatağa uzanıp uykuya dalıp horlamaya başlamış.
Ormana giderken kulübenin önünden geçen oduncu kurdun gürültülü horlamasını duyarak
-“Babaanneye bir şey mi oldu acaba”, diye endişelenmiş.
İçeri baksam iyi olacak diye karar vermiş. Kulübeye girdiğinde yatakta uyuyan kurdu görünce durumu anlamış. Hemen büyükanne ve küçük kızı kurtarmak için kurdun karnını baltayla yarmış. Kırmızı başlıklı kız ve büyükanne dışarı çıkınca birbirlerine sarılmışlar ve oduncuyla birlikte kekleri afiyetle yemişler.
Kırmız başlıklı kız eve dönerken bir daha asla annesinin öğütlerini unutmayacağına dair kendi kendine söz vermiş.
 
Altın Saçlı Kız ve Üç Ayıcık

Bir zamanlar büyük bir orman kıyısında altın saçlı bir kız yaşardı. Bu güneş gibi parlak saçlı kızın adı Sırma idi. Öyle güzel sarı bukleleri vardı ki, herkes ona hayrandı. Fakat tüm bu sevimliliğine rağmen Sırma bazen haylaz bir kız olabiliyordu. Her gün oynamak için dışarı çıktığında annesi ona hep aynı şeyleri söylemek zorunda kalıyordu. ‘’Sırmacığım, lütfen arka bahçede oyna ama sakın ormanın içine girme.’’

Bir gün, güzel bir öğle sonrasında, Sırma arka bahçede oynamaktan sıkılmıştı. “Ormana girsem ne olacak ki”, diye düşündü. Etrafına bakındı. Kimseleri göremeyince birden ormana doğru koşmaya başladı.Yorulunca durup çevreyi seyretmeye daldı. ‘’Her yer öyle yeşilki” dedi, “Ne güzel çiçekler ve böğürtlenler var burada’’ diye düşündü. Ormanın derinlikleirnde epeyce ilerledi. O kadar çok yol almıştı ki sonunda kayboldu. Geri dönmeye çalıştı ama yolu şaşırdı. Hem iyice yorulmuş hem de karnı acıkmıştı. Yorgunluktan ağlayacak gibiydi. Biraz daha ilerledi. İlerledikçe yol bitti. Ağaçların arasında bir ayı ailesine ait kulübe gördü.

Bu aile üç ayıdan oluşuyordu. Büyük Baba Ayı, Orta Anne Ayı ve Küçük Yavru Ayı.

Sessizce yaklaştı. Etrafından dolandı. Kimse yok gibi görünüyordu. Yavaşça kapıyı tıklattı ama ses veren olmadı. Pencereden içeriye bakındı. İçeride masa üzerinde üç kase vardı. Açlığını hissetti yeniden. Tekrar kapıya gitti ve bu sefer hızlıca vurdu. Kapı açılıverdi. “Demek ki kapı kilitli değil, aralıktı” diye düşündü. Kafasını uzattı. İçeriye seslendi.

"Kimse var mı?’’ dedi. Ses yoktu yine. Masaya yaklaştı. Masada biri büyük, biri orta ve biri küçük boy üç kase çorba vardı. Çok aç olduğundan en büyük kasedeki çorbayı içmek istedi. Ama çok sıcak olduğu için içemedi. Yanındaki çorbanın tadına baktı: “Bu da çok soğuk” dedi. Üçüncü kaseye kaşığını daldırdı. “Hmm bu ne çok sıcak ne de çok soğuk” dedi ve çorbanın hepsini içti.

Çorba bitince şöminenin yanında üç sandalye gördü. Yorgun olduğu için oturmak istedi. Üç tane sandalye vardı, biri büyük biri orta ve diğeri de küçük idi. İlk sandalyeye oturmayı denedi önce ama rahat edemedi. “Ne kadar sertmiş” dedi. Orta boy sandalyeyi denedi ama bu da çok yumuşaktı, içine yumulup kalmıştı. Sonunda üçüncü sandalyeye oturdu. Bu ne çok sert ne de çok yumuşaktı. Tam istediği gibi rahat ve boyuna uygundu. Ama o da ne! “çıtırt” diye bir sesle kırılmıştı sandalye. Ne yapacağını bilemedi.

Yandaki odaya girdi. Burada da üç yatak vardı biri büyük biri orta ve diğeri de küçük olan. Büyük olan yatağı denedi yine. Çok sertti ve boyuna göre çok büyüktü. İkinci yataksa onun için fazla yumuşaktı. Üçüncü yatak hem boyuna tam gelmişti hem de oldukça rahattı. Hatta öyle rahattı ki Sırma yatağa uzandığı gibi uyuyuvermişti.

Sırma kimin evinde kaldığını bilmeden ve merak da etmeden uykuya dalmıştı. Sırma derin bir uykudayken ev sahipleri geldi. Baba ayı ormandan şömine için çalı, anne ayı ise taze böğürtlenler toplamıştı. Ve yavru ayıcık da “Karnım öyle acıktı ki, umarım çorbam biraz soğumuştur” diye düşünüyordu.

Eve geldiklerinde hepsi çok aç olduğu için masanın başında toplandılar. Baba ayı homurdanarak "Biri benim çorbamdan tatmış" dedi. Anne ayı da ‘’Biri benim de çorbamdan tatmış‘’ dedi. Yavru ayıcık ağlamaya başladı. “Biri benim çorbamın tadına bakmakla kalmamış hepsini içmiş” dedi.

Baba ayı şöminenin yanındaki sandalyesini fark etti. “Biri” dedi kükreyerek, “benim sandalyeme oturmuş”. Anne ayı da kızgın bir ses tonuyla “Biri benim de sandalyeme oturmuş” dedi. Yavru ayıcık bu sefer hıçkırarak ağlamaya başladı. “Biri benim sandalyemi kırmış”.

Hepsi de yatak odasına gittiler. Baba ayı “Biri benim yatağıma uzanmış” dedi. Anne ayı da aynı şeyi söyledi. Yavru ayıcık ise “Biri benim de yatağıma uzanmış ve hala orada uyuyor” dedi.

Ayıcıklar yatakta bir kız çocuğunun yattığını görünce. “Bizim kulübemizde ne işi var ki bu kızın” diye söylendi baba ayı. Sırma tam bu esnada sesten irkilerek uyandı. Şaşkın bir şekilde başında onu seyreden ayılara baktı. “Bu bir rüya olmalı” dedi. Apar topar yataktan kalktı. Öyle korkmuştu ki koşarak oradan uzaklaştı. Tüm gücüyle koştu, koştu, koştu. Nefessiz kaldı ama durmadı ormandan çıkana kadar koştu.

Eve vardığında annesi kapıda biraz endişeli ve biraz da kızmış onu bekliyordu. Sırma hiçbir şey diyemeden doğruca odasına girdi. Yatağına uzanıp başına gelenleri unutmaya çalıştı. Bir daha da asla annesinin izin vermediği yere gitmedi.
 
Çirkin Ördek Yavrusu

Eski bir çiftlikte sevimli bir ördek ailesi yaşıyordu. Anne ördek,yeni yumurtalarının üstünde onların çatlamasını beklemekteydi. Güzel bir sabahtı. Nihayet yumurtalar çatlamaya başladı ve altı sevimli ördek yavrusu neşeyle yumurtalarından çıktı. Fakat bir yumurta, diğerlerinden daha büyük olan, çatlamamıştı hala. Anne ördek endişelendi. Bir terslik olduğunu hissetti. Ne yapabileceğini düşünürken sonunda son yumurta da çatlamıştı. Şimdi, tuhaf bakışlarıyla gri bir ördek yavrusu bakınıyordu etrafına şaşkınlıkla. Geçen kısa zamanda ördek yavruları büyüdükçe anne ördek bir şey fark etti. İçlerinden birine, en son yumurtadan çıkan ördeğe bakıp;
– “Anlayamıyorum”, dedi kendi kendine, “Bu çirkin ördek nasıl olur da benimkilerden biri olabilir?” Başını hayretle sallayıp devam etti.
– “Evet”, dedi, “Kesinlikle sevimli değil, kardeşlerinden hiç birine de benzemiyor. Onlardan daha çabuk büyüyor” dedi.

Zaman akıp gidiyordu. Çirkin ördek gittikçe daha çirkin ve daha üzgün bir ördek olmuştu. Kardeşleri onunla oynamak istemiyor, onu garip buluyorlardı. Ve çiftlikteki tüm hayvanlar da onunla alay ediyordu.
Bir gün, yine yalnız ve üzgün gölden döndü. Anne ördek onu teselli etmeye çalışıyordu:
– “Zavallı çirkin ördeğim,” dedi. “Neden diğerlerinden bu kadar farklısın ki?”
Çirkin ördek kendisini daha da kötü hissetti. Gece boyunca sessiz gözyaşları döktü. Kimsenin onu istemediğini düşündü. Sabah olduğunda çiftliği terk etti. Diğer taraftaki göle geldiğinde etrafındaki tüm hayvanlara;
– “Benim gibi gri tüyleri olan ördek tanıyor musunuz?” diye sordu. Fakat herkesten aynı olumsuz cevabı aldı. Tekrar yola devam etti. Bir başka göle ulaştı. Oradaki kazlara da aynı soruyu sordu. Fakat kazlar ona;
– “Burada duramazsın böyle, uzaklaş buradan. Burası çok tehlikeli. Silahlı adamlar dolaşıyor burada” dedi.
Çirkin ördek oradan da ayrıldı. Başka bir göle daha gitti. Bu sefer yalnızdı. Kimseler yoktu.
– “Beni kimse istemiyor madem, sonsuza kadar burada saklanacağım” dedi. Aradan zaman geçti. Çirkin ördek yalnız olmasına rağmen mutlu idi. Bir gün, gökyüzünde güneye göç eden çok güzel kuşlar gördü. Beyaz,uzun, ince boyunlu, sarı gagalı ve geniş kanatlı.
– “Sadece” dedi hayranlıkla, “Sadece bir günlüğüne keşke onlara benzeyebilsem”.

Kış gelmişti artık. Sazlıklar buz tutmuştu. Yiyecek bulabilmek için dolaşmaya başladı. Yorgun düştüğü sırada bir çiftçi onu aldı ve ceketinin cebine koydu ısınması için.
– “Zavallı şey, nasıl da donmuşsun. Seni eve götüreceğim ve sana bakacağım ufaklık” dedi. Çiftçi ona şefkatle baktı. İlk bahar geldiğinde ise çirkin ördek o kadar büyümüştü ki çiftçi onu göle bırakmaya karar verdi, özgürce dolaşabilsin diye. İşte böylece uzun zaman ardından, çirkin ördek ilk defa suda yansıyan kendisini gördüğünde çok şaşırdı. Tanıyamadı önce arkasında biri var sandı. Bakındı, kendinden başka kimse yoktu.
– “Bu”, dedi heyecanla, “Bu ben miyim?” “Nasıl da değişmişim böyle” dedi, kendi kendine. Tıpkı kuğulara benzemişim. Hala öyle şaşkındı ki. Hemen yola koyuldu. Eve dönmeliydi. Yol boyunca öyle neşeli ve heyecanlıydı ki. Diğer kuğuları gördüğünde artık onlardan biri olduğunu fark etti. Çirkin ördeğe;
– “Biz de senin gibiyiz” dediler, sen bunca zaman nerede saklanıyordun? Çirkin ördek;
– “Uzun bir hikaye” dedi. Hala şaşkındı. O, artık kuğu kardeşleri ile birlikte gölde görkemli bir şekilde yüzebiliyordu. Bir gün, gölün kıyısında çığlık atan bir çocuğun sesini duydu.
– “Heey! Şu genç kuğuya bakın, diğerlerinden ne kadar da güzel” ve çirkin ördek öyle sevinçliydi ki…
 
X