İlk konulu film
Türk sinemasının ilk konulu uzun metrajlı filmi 1916 tarihli Himmet Ağa'nın İzdivacı.
Arşak Benliyan Opereti oyuncularının rol aldığı bu film biraz da talihsiz bir 'ilk' film.
Çekimleri savaş yıllarında başlayan film, oyuncuları askere alınınca yarım kaldı. Himmet Ağa'nın İzdivacı'nı iki yıl sonra Fuat Uzkınay tamamladı.
Çekimine 1917 yılında başlanan Pençe, Himmet Ağa'nın İzdivacı'ndan biraz daha şanslıydı. O dönemde 20'li yaşlarında aydın bir genç olan Sedat Simavi, bir başka anlamda da ilk olan Pençe fimini çekti.
Memed Rauf'un bir oyunundan uyarlanan film, bir başka açıdan da tarihe geçti: "Cinsellik içeren ilk Türk filmi."
Muhsin Ertuğrul'un "Her Türk vatandaşını utandırdı" diye nitelendirdiği bu film, içiçe geçmiş iki öykü üzerine kuruluydu. Kadın ile erkek arasında yaşanan bildik sorunlar. Ama, öykülerden birindeki kadın kahramanın birden fazla erkekle ilişkiye girmesi o dönemin Türk toplumu için kabul edilemeyeck bir durumdu.
Bazı kesimler tarafından utanç verici bulunan, bazı kesimler tarafından da begenilen Pençe, tıpkı Ayastefanos'taki Rus Abidesi'nin Yıkılışı gibi arşivlerde tek kopyası bile olmayan bir ilk film.
İlk vamp kadın
Elinde sigarası, yüzünde şuh bakışları ile önüne gelen her erkeği baştan çıkaran vamp kadınlar bütün toplumsal tepkilere rağmen Türk sinemasının ilk yıllarında da vardı.
Çağımızın vamp kadınlarına hiç benzemese de Madam Kalitea, Tük sinemasının ilk vamp kadını olarak tarihteki yerini aldı.
Kalitea'nın, çocuk bakıcılığı yaptığı evdeki tüm erkekleri baştan çıkaran Fransız Anjelik'i canlandırdığı Mürebbiye, aynı zamanda Türk sinemasında sansür engeliyle karşılaşan ilk film unvanını da taşıyor.
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın eserinden Ahmet Fehim'in uyarladığı 1919 tarihli bu film, İstanbul'daki işgalci Fransız Generel Franceht d'Esperey'i çileden çıkarmıştı. Bir Fransız kızının böylesine düşük ahlaklı gösterilmesine kızan General, filmin İstanbul'daki gösterimini bir süre sonra durdurdu.
Mürebbiye, Anadolu seyircisine ise hiç ulaşmadı.
İlk yönetmenlik denemesini Mürebbiye ile 62 yaşındayken yapan Ahmet Fehim filmini 'İstanbul'u işgal edenlere karşı sessiz bir direniş' olarak nitelendirmişti.
İstanbul'da Bir Facia-i Aşk
Türk sinemasının özgün senaryoya dayanan ilk filmi Muhsin Ertuğrul'un yönettiği İstanbul'da Bir Facia-i Aşk (Şişli Güzeli Mediha Hanım'ın Facia-i Katli) oldu.
Senaryosunu, bugün gazetelerin 3'üncü sayfalarında sıkça rastlanan türden bir aşk cinayetinden alan film, Türk sinemasına ilk hayat kadını tiplemesini de getirdi.
Muhsin Ertuğrul'un, Türkiye'de çektiği ilk film olan İstanbul'da Bir Facia-i Aşk'ta, Şişli Güzeli Mediha Hanım'ı, Bolşevik Devrimi'nden kaçıp İstanbul'a gelen Anna Mariyeviç canlandırıyordu.
Senaryosunu Muhsin Ertuğrul'un gerçek bir olaydan yola çıkarak yazdığı bu film, aynı zamanda gişe rekorları kıran ilk film olarak da tarihe geçti.
Vahşi bir cinayete kurban giden güzeller güzeli Mediha'nın vahşice öldürülmesini, gözyaşları eşliğinde izleyenler sinema gişelerine de hatırı sayılır bir gelir bıraktı.
Sinemanın ilk taçlı güzeli
Gününüz sinemasında güzellik kraliçeliğinden gelen oyuncuların sayısı azımsanamayacak kadar. Güzellik yarışmaları bir çok genç için sinema oyunculuğuna adım atmanın bir yolu.
Belgin Doruk, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Hülya Avşar ve diğerleri... Bu kadın oyuncuların hepsi güzellik yarışmalarında derece aldıktan sonra yapımcıların dikkatini çekip sinemaya adım attılar.
Tüm bu taçlı oyuncuların öncüsü ise Feriha Tevfik.
Cumhuriyet tarihinin ilk güzellik kraliçelerinden biri olan Feriha Tevfik, Türk sinemasındaki ilk güzellik kraliçesi.
'Kaçakçılar' Arasında Bir Kraliçe
Aslında Feriha Tevfik'in sinemaya olan merakı küçük yaşlarda başlamış. Ama ona sinema oyunculuğunun kapılarını açan da bir güzellik yarışması.
1929 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı yarışmaya katılır Feriha Tevfik. Yarışma için gönderdiği fotoğraf gazetede yayınlanınca film yapımcısı İpekçi kardeşlerin dikkatini çeker.
Tevfikler'in aile dostu olan İpekçi kardeşler Muhsin Ertuğrul ile birlikte Feriha Tevfik'in babasıyla konuşurlar. Bu dünya güzeli kızın sinema oyuncusu olmasına izin vermesini isterler.
Sonunda Feriha Tevfik'e, sinema yolu açılır. İlk olarak 1929 yılında Muhsin Ertuğrul'un yönettiği Kaçakçılar filminde oynar.Bu ilk filmi, Milyon Avcıları, Leblebici Horhor, Tosun Paşa izler.
Sinemada ilk Müslüman Türk kadınlar
Türk kadınlarının oyuncu olarak kamera önüne geçmesi Kurtuluş Savaşı'nın bitmesinden sonraki döneme rastlar.
Ülkeyi, çağdaş uygarlık düzeyine getirmeyi amaçlayan Atatürk'ün isteğiyle, Müslüman Türk kadınları sinema filmlerinde oynama özgürlüğüne kavuştu. Afife Jale ya da Şaziye Moral gibi genel ahlaka aykırı davranmakla suçlanıp hapse atılmadan ya da kendilerine Rum ve Ermeni takma adlar bulmak zorunda kalmadan.
Muhsin Ertuğrul'un Halide Edip Adıvar'ın Ateşten Gömlek adlı romanından uyarladığı filmde kamera önüne geçen Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir sinema filminde oynayan ilk Müslüman Türk kadınları oldu. O dönemde Fransızca öğretmeni olan Muvahhit, daha sonra sinema ve tiyatro oyunculuğuna devam etti.
Sonradan Muhsin Ertuğrul'un eşi olan Neyyire Neyir 'de bir çok filmde rol aldı.
Bu iki öncü kadını Semiha Berksoy ve İsmet Sırrı Sanlı gibi kadın sanatçılar izledi.
Türk sinemasının ilk jön'ü
İlk dönemlerde Türk fimlerinde genellikle tiyatro kökenli ve artık gençlik yıllarını geride bırakmış olgun erkek oyuncular rol alıyordu.
Muhsin Ertuğrul'un yönettiği Şehvet Kurbanı Türk sinemasına ilk jön'ünü de kazandırdı: Alımlı fiziği, masum yüzü ve romantik imajıyla Suavi Tedü.
Ancak Tedü, asla bir star düzeyine ulaşamadı. Türk sinemasının erkek oyuncuları gerçek 'star' kavramıyla tanışmak için Ayhan Işık'ı bekleyecekti.
İlk uluslararası ödüller
Türk sineması ilk uluslararası ödülünü Muhsin Ertuğrul'un Leblebici Horhor adlı filmiyle kazandı. Film, 2. Venedik Film Festivali'nde Onur Madalyası ile ödüllendirildi.
1956'da Sabahattin Eyüboglu ile Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun birlikte yönettiği Hitit Güneşi adlı belgesel Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı Ödülü'nü kazandı.
Uluslararası alanda ödül kazanan ilk uzun metrajlı konulu film ise Metin Erksan'ın Susuz Yaz'ı oldu.
Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin engellemesine rağman festivale giden film, 1964'teki Berlin Film Festivali'nde büyük ödül Altın Ayı'yı kazandı.
Bir yıldız gibi geçip gitti
Kamera önünden gelip geçen onca kadın oyuncuya rağmen, Türk sinemasının ilk kadın yıldız'ı Cahide Sonku oldu.
Meslek kariyerine Halkevleri Tiyarosu'nda başlayan Sonku, bir süre İstanbul Belediye Konservatuarına devam etti.
1932de stajyer oyuncu olarak girdiği İstanbul Şehir Tiyatrosunda bir yıl sonra Yedi Köyün Zeynebinde sahneye çıktı.
Aynı yıl Muhsin Ertuğrulun yönettiği Söz Bir Allah Bir filmiyle sinemaya adım attı.
Sonkuya asıl büyük ününü 1937 tarihli Bataklı Damın Kızı Aysel adlı film getirdi.
Bu sırada tiyatro çalışmalarını da sürdürdü. Strindberg, Tolstoy, Shakespeare Çehov gibi yazarların oyunlarında rol almaya devam etti.
1949da Fedakar Ana filmiyle yönetmenliğe da başladı. İki yıl sonra artık şöhretin doruğundayken kendi yapım şirketini kurdu. Bu şirket adına 1951 yılında eşi Talat Artemel ve Sami Ayanoğlu ile birlikte Vatan ve Namık Kemal"I yönetti. Bu film, Yıldız Dergisinin o yıl açtığı soruşturmarda en iyi film Sonku da en iyi kadın oyuncu seçildi.
1954te Orhon Murat Arıburnu ve Sami Ayanoğlu'yla birlikte yönettiği ve Zeki Mürenin ilk kez kamera karşısına geçtiği Beklenen Şarkı hem Sonku'nun ününe ün kattı hem de Zeki Müren'i sinemaya kazandırdı.
Ama bu filmin ardından Cahide Sonku için yaşamının sonuna kadar peşini bırakmayacak olan aksilikler de başladı.
Çıkan bir yangında Sonku adlı şirketinin bütün filmleri yandı. Sonku da servetini büyük ölçüde yitirdi. Bu arada alkolle de sıkı fıkı dost olmaya başlamıştı. Bir süre sonra Dormen Tiyatrosuna katıldı. Ama alkole olan aşırı düşkünlüğü nedeniyle buradan da ayrıldı. Cahit Irgatla birlikte Cahitler Tiyatrosunu kurdu. Ancak bu da uzun ömürlü olamadı. 1963-64 sezonunda Şehir Tiyatrosuna döndü.. Ancak mesleğine olan ilgisizliği nedeniyle buradan da uzaklaştırıldı.
Yaşamının geri kalan kısmını , alkol ve yoksulluk içinde geçirdi. Soğuk ve gizemli güzelliğiylebirden parlayıp sönüveren Cahide Sonku, parladığı gibi sönüveren bir yıldız olarak tarihe geçti.
Afet-i devran Neriman
Neriman Köksal...Gerçek adıyla Hatice Kökçü.. Nam-ı diğer Fosforlu Cevriye. Türk sinemasının ilk ve en uzun süreli 'vamp kadını'.
20"li yaşlarının ilk yarısında İstiklal Caddesinde salına salına yürürken Metin Erksan tarafından keşfedildi. O dönem Edebiyat Fakülkesi Arkeoloji Bölümü"nde öğrenci olan Erksan, bu boylu poslu alımlı kadını tam da o sırada çekeceği Çete adlı film için kadın oyuncu arayan ağabeyi, yönetmen Çetin Karamanbey'e de götürdü.. İyi ki de böyle yapmış Erksan. Yoksa anne ve babası ayrıldığı için teyzesiyle birlikte oturan ve ilkokuldan sonra fabrikada çalışmaya başlayan Neriman Köksal gibi bir 'afet'"i tanımıyor olacaktı Türk sinema seyircisi.
Rol aldığı ilk filmi Çete'de Rus Prensesi Nina'yı canlandıran Köksal, bundan sonra da hayatının son yıllarına kadar, hiç ara vermeden sinema ve tv dizileri için kamera önüne geçti.
Çete'nin ardından Faruk Kenç yönetiminde Hürriyet Şarkısı'ı çeviren Köksal asıl önemli çıkışını Fosforlu Cevriye ile yaptı. Çok sayıda sinema filminde rol aldı… Halit Refiğ'in yönettiği ünlü Aşk-ı Memnu dizisinde oynadı. Hayatını son yıllarında da büyükanne rolleriyle çeşitli tv dizilerinde yeraldı.