- 23 Ekim 2007
- 510
- 4
- 43
Tarihi tarihçiler sorguluyor
Türk Ermeni Sorunu
Tarihi Tarihçiler Sorguluyor
Türkiye, tehcir sırasında ve sonrasında gerçekleşen Ermeni ölümlerine; savaş koşulları, hastalıklar ve zorunlu göçü kolaylaştıracak yeterli imkânın bulunmamasının neden olduğunu, dünya kamuoyuna anlatıyor. Türkiye’nin soykırım iddialarının açıklığa kavuşturularak, gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması için her iki ülkenin devlet arşivlerinin karşılıklı açılması ve tarihçilerce incelenmesi isteğine ise, Ermenistan olumlu yanıt vermiyor.
Ermeni tarihçilerin bir kısmı, M.Ö. 6'ncı yüzyılda Kuzey Suriye ve Kilikya Bölgesi'nde yaşayan Hititlerden olduklarını, bir kısmı ise Nuh'un oğullarından Hayk'a dayandıklarını iddia ediyor. Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye adlandırılan toplumun, geçmişte, bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayılarının ne olduğu ise bilinmiyor.
Ermeniler, tarihte Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşamış. Ermeni derebeyliklerinin birçoğu ise, bölgenin hakimi olan ve Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuş.
M.S. 301 'de Hıristiyanlığı tarihte ilk kez resmi devlet dini olarak kabul edenler Ermeniler olmuş. Bu özelliklerini sürekli vurgulayarak, Hıristiyan dünyasının gönlünde taht kurmaya çalışmış, bunu da başarmışlar.
Ermeniler, anayurtlarında huzurlarının bozulmasını ve bağımsızlıklarını yitirmelerini, Türklerin Anadolu'ya gelişleri ile ilişkilendiriyorlar. Oysa Ermeni Krallığı'na son veren de, Ermenileri Anadolu içlerine dek sürgün ederek ilk tehcir olayını gerçekleştirenler de dindaşları olan Bizans imparatorlarıydı. Ermeni halkı tıpkı Anadolu'nun tarihe gömülen diğer Hint-Avrupa kavimleri gibi eriyip gitmek üzereyken, Bizans İmparatorluğu'nun bölgedeki hakimiyetine Selçuklu Sultanı Alparslan son noktayı koydu.
Ermenilerin ilk ihaneti
Ama içlerindeki bağımsızlık ateşi hiç sönmeyen, sahip oldukları prenslikleri ve Haçlılar sayesinde kurdukları Çukurova Ermeni Krallığı'nı korumak için Selçuklu sultanlarının tökezlemesini bekleyen Ermenilere bekledikleri fırsatı, Anadolu'yu kasıp kavuran Moğollar vermiş.
Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in ailesi ve yakınları 1243 yılındaki Kösedağ bozgununun ardından Anadolu'yu terk ederken geçtikleri Ermeni ülkesinde ihanetle karşılaşmış; tutuklanarak, Moğollara teslim edilmişler.
Osmanlı Devleti'nin kurulmasıyla, sultanların tebaalarını hoş tutma politikasının en mutlu azınlığı Ermeniler olmuş. Fatih döneminde, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti verilip, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulunca, İstanbul'a ve Osmanlı topraklarına dışardan çok sayıda Ermeni göç etmiş. Çünkü tarihte belki de ilk kez Ermeniler mezhep zorlamalarından kurtularak, dini özerkliğe kavuşmuştur.
Millet-i sadıka
Ermeniler, 19'uncu yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı idaresinde altın çağlarını yaşadı. Askerlik yapmayan ve kısmen vergi muafiyeti tanınan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükseldi. Cephede eriyip giden Türklerin yerine bürokratik kadroları dolduran Ermeniler arasından, 5 bakan, 22 paşa, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 12 müderris, 8 tabip general, 42 yüksek dereceli memur çıktı. Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı hariciyesine yerleştirilen Ermenilere, Osmanlı Devleti'ne hizmetlerinden dolayı "millet-i sadıka" adı verildi. 19'ncu yüzyılın son çeyreğine kadar ne Osmanlı Devleti'nin bir Ermeni sorunu vardı, ne de burada yaşayan Ermenilerin.
Ermenilerin yol ayrımı
1878 Osmanlı-Rus Harbi, Türk milletinin asla unutamayacağı, asla sarılamayacak yaralarla dolu bir savaştı. "93 Harbi" olarak anılan bu savaşta Rusya, Osmanlı topraklarında hızla ilerlemekteydi. Toprak ve insan kaybı büyüktü. Daha önemlisi bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu "sadık bir milletini"; Ermenileri de kaybetti.
Ermeniler bir yandan, Doğu Anadolu'da, Ruslara karşı savaşan Osmanlıların ikmal yollarını kesti, bir yandan da isyan çıkarttı.
Her şey Sarıkamış'ta başlamıştı, 1914 yılının Aralık ayında. Allahuekber dağlarının buz kesen soğuğunda, Enver Paşa ve askerleri, karşılarında Rus ordusunu bulmayı beklerken, sırtlarında Ermeni gönüllülerin haince sıktıkları kurşunların sıcaklığını hissetti. O gün 65 bine kadar sayabilmişti, soğuktan donan parmaklar, şehitlerin sayısını. Nefeslerin bile donduğu vatan topraklarında, daha doğu yoktu artık. Gönüllü Ermeni birliklerinin Sarıkamış'ta Enver Paşa'nın komutasındaki Osmanlı ordusunun lojistik desteklerini kesmesi sonucu, 90 bin asker donarak şehit olmuştu.
Bu arada düşman kuvvetleriyle Çanakkale'de de amansız bir savaş sürüyordu. Hem doğuda, hem batıda tam bir ölüm-kalım savaşı verilirken, Ermeni komitacıları da ellerine silah alıp Osmanlı ordusunu arkadan vuruyor, bütün lojistik hatlarını kesiyordu.
Bir zorunlu göç hikayesi
Cephede savaşılırken, düşmanla işbirliği yapanların arkada bırakıldığı, onlara göz yumulduğu, nerede görülmüştü? Rus ilerleyişi ve sonrasında Ermenilerin Müslümanlara karşı vahşet derecesine varan katliamları, devletin Ermenilere bakışını sertleştirdi. Artık savaş bölgelerinden Ermenilerin çıkartılması şarttı. Ve bu önlemin daha fazla geciktirilmemesi gerektiği, 15 Nisan 1915 günü Van'da Ermenilerin yaptığı katliam ile görüldü.
Hükümet 24 Nisan 1915 günü 235'i İstanbul'da olmak üzere çok sayıda Ermeni komitacıyı tutukladı. Ermeniler bu tutuklamaların yapıldığı 24 Nisanı, sözde soykırımı anma günü ilan etti. 27 Mayıs 1915'te çıkarılan Sevk ve İskan Kanunu'yla da, özellikle doğudaki Ermenilerin, Osmanlı toprakları içindeki Irak, Suriye ve Lübnan bölgelerine göç ettirilmesi kararlaştırıldı.
18 Aralık 1918'de çıkarılan geri dönüş kararnamesi ile Osmanlı Ermenilerinin büyük bir kısmı Anadolu'ya döndü. Geri dönen 350-400 bin civarındaki Ermeni'ye hem evleri hem de depolarda resmi evrakla tutulan malları teslim ediliyordu.
İhtilaf devletlerinin Ermenilere vaat ettikleri Çukurova, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'yu kapsayan Büyük Ermenistan, Kurtuluş Savaşı'nın ardından onlar için artık sadece bir hayaldi. Doğu Anadolu'da acımasızca katliamlara girişen Ermenilerle 3 Aralık 1920'de Gümrü Anlaşması imzalandı. Böylece Ermeniler, Sevr'de kendilerine vaat edilen yedi vilayetten vazgeçtiklerini resmen kabul ettiler. Moskova ile imzalanan dostluk anlaşması ve son olarak Kars Antlaşması, Türk-Ermeni anlaşmazlığına nokta koydu.
Kanlı Ermeni terörizmi
1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren, ABD ve batılı ülkelerden yoğun destek alan Ermeni lobisinin, Türkiye aleyhine başlattığı karalama kampanyaları, 1973'den sonra "kanlı Ermeni terörizmi"ne dönüştü. Yurtdışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar sonucu 1973 ile 1994 yılları arasında 36 devlet görevlisi şehit edildi.
Soykırım iddiaları karşısında Türkiye, tehcir sırasında ve sonrasında gerçekleşen Ermeni Ölümlerine; savaş koşulları, hastalıklar ve zorlu göçü kolaylaştıracak yeterli imkânın bulunmamasının neden olduğunu, dünya kamuoyuna belgelerle anlatıyor. Tüm gerçeklere karşın, Ermeni diasporasının, tehcir sırasında ölenlerin sayısını, hiçbir resmi kayda bağlı olmadan her geçen gün artırdığı da gözleniyor. Türkiye'nin, soykırım iddialarının açıklığa kavuşturularak, gerçeklerin gün yüzüne çıkartılması için her iki ülkenin devlet arşivlerinin karşılıklı açılması ve
tarihçilerce incelenmesi isteğine ise, Ermenistan olumlu yanıt vermiyor.
Türkiye bugün kilitlenen Türkiye-Ermenistan kapısını açmak için, Dağlık Karabağ'ın işgaline son verilmesini, soykırım iddialarından vazgeçilmesini ve sınır antlaşmalarının onanmasını istiyor.
Türkiye'nin, insanlığa karşı işlenen en aşağılayıcı suç olan soykırım ile suçlanarak, tazminata mahkum edilmesi, diaspora Ermenilerinin ortak projesi. Batılı ülkelerin parlamentoları aracılığı ile hedeflerine ulaşmak bu siyasetin en tehlikeli ayağı.
TRT'den; Türk-Ermeni sorununa tüm yönleriyle bakış
TRT, diaspora Ermenilerinin baskılarıyla gerek ABD'nin, gerek batılı ülkelerin sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları Türk-Ermeni sorununa ışık tutacak bir belgesel hazırladı. Tarihten bugüne Türk-Ermeni ilişkilerinin ve tehcir olayının ayrıntılı olarak işlendiği belgesel, 7 bölüm olarak ekranlara geliyor.
Belgesel kapsamında, ABD, Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'de konunun uzmanı ve tanığı 172 kişiyle görüşüldü, bu ülkelerdeki arşiv kaynaklardan yararlanıldı.
Programın Danışmanı Prof.Dr. Kemal Çiçek'le Dergimiz için yaptığımız söyleşide, Türk-Ermeni sorununun nedenlerini konuştuk:
Tehcîr kararı alındığında, ülkede nasıl bir ortam vardı?
Ermenilerin göçe zorlanması yasal bir güvenlik önlemi olarak değerlendirilmeli. Arnold Toynbee bile bu zorunluluğu kabul ediyor. Ermeniler Van ve 38 değişik il ve ilçede savaş başlangıcından itibaren isyan etmişlerdir. 15 bin kadarı Rus ordusuna katılmış, 40 bin kadarı ise ülke içinde çeteler oluşturarak orduyu sabote eylemleri yapmışlardır. Van, Ermeniler tarafından işgal edilmiş ve burada bir geçici hükümet kurulmuştur. Kilikya Ermenileri, Fransızlara ve Ruslara başvurarak silah ve cephane istemişler, 40 bin gönüllünün Osmanlı'ya karşı savaşa hazır olduğunu söylemişlerdir. Çanakkale kuşatıldığında İzmit ve İstanbul'da şiddet eylemleri yapılmış, donanmaya karşı gizli operasyonlara girişilmiştir. Üstelik Kafkaslardaki Müslümanlar da Ruslar tarafından Doğu Anadolu ve Karadeniz'e zorunlu göçe zorlanmışlardır. Bu ortamda da Osmanlı Devleti, savaş bölgesindeki Ermeni nüfusu daha güvenli bölgelere sürgün etme kararı vermek zorunda kalmıştır.
Tehcir sırasında ölen Ermenilerle ilgili ortaya atılan rakam karmaşasını neye bağlıyorsunuz?
Kimse savaş öncesi Osmanlı Ermenilerinin nüfusunu kesin olarak söyleyemiyor ama bu yaklaşık olarak nüfusun bilinmediği anlamına da gelmemeli. Sonuçta 1892-1894 yıllarında yapılmış genel bir nüfus sayımı ve bunun üzerine 1906 ve 1914 de dahil olmak üzere çeşitli yıllarda yapılmış kısmi sayım sonuç değerlendirme istatistikleri var. 1914 yılındaki son Osmanlı nüfus istatistiği ise 1 milyon 161 bin 169 Gregorian Ermeni, 67 bin 838 Katolik Ermeni, 65 bin 844 Protestan olduğunu kaydediyor. Yani 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda toplam 1 milyon 294 bin 851 Ermeni görünüyor. Justin McCarthy gibi demografik araştırmalar yapan bazı tarihçiler ise hata paylarını ilave ederek bu rakamı 1 milyon 698 bin 303 olarak belirlediğini açıklıyor. Amerikalı tarihçi ve nüfus bilimci David Magie ise ABD Dışişleri Bakanlığı Tarih Bölümü için yaptığı çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu geneli için toplam 1 milyon 650 bin Ermeni olduğunu kaydediyor. Ermenilerin Patrikhane kaynaklı raporları, tamamen Osmanlı kayıtlarının abartılması ile ortaya çıkmıştır. Cemaat kayıt defterleri olsa bile Patrikhane'nin bunları sistemli bir şekilde analiz ettiği ve nüfus tespiti yaptığına dair kanıt yoktur. Dolayısıyla Patriklerin 1 milyon 913 bin ile 2 milyon 600 bin arasında verdikleri rakamları kabul etmemek lazım. Göçe zorlanan toplam Ermeni sayısı 600-700 bin arasındadır ve kaynağımız Halep Amerikan Konsolosu J.Jackson ve Bogos Nubar Paşa'dır. Osmanlı arşivlerinde son tasnif sonrası yapılan çalışmalar da, bu rakama yaklaşmıştır. Bu zorunlu şevke tabi tutulanların 500 bin kadarı kamplara ulaşmıştır."
Ermeniler'in, dünya kamuoyunu etkilemek için ileri sürdükleri iddialardan biri de, kadın ve çocukların göçe zorlanması...
Maalesef Ermeni tarihçiler, erkeklerin savaşa alındığı ve öldürüldüğü, sürgün edilenlerin ise sadece kadın ve çocuk olduğu yalanını yaydılar. Bir kere Osmanlı ordusundaki Ermeni asker sayısı 40 bin bile değil. İkincisi tehcir konvoylarında erkek - kadın dağılımının normal olduğu, Halep Amerikan Konsolosu'nun kamplara varanlar hakkındaki raporlarıyla da sabittir. Ayrıca tehcir kararının alındığı mayıs ayında kadın, çocuk ve yaşlıların mümkün olduğunca geç tarihlerde sevk edilmesi emredilmiştir. Ne var ki, Taşnak ve Hınçak örgütleri kadın ve çocukları canlı kalkan olarak kullanmak suretiyle Şebinkarahisar, Urfa ve Adana'da büyük çaplı isyanlar çıkartmışlar ve direnişleri, 2 ay gibi uzun bir sürede kırılabilmiştir. Bu yüzden hükümet, öncelikle bu şehirlerden kadın ve çocukların şevkini de yapmak zorunda kalmıştır. Bazı konvoylardaki erkekler ise misyoner ve yandaşı çeteler tarafından sözde baskınlarla kafilelerden çıkarılmış ve gizlenmişlerdir. Bu şekilde 50 bin kişinin kurtarıldığını, misyoner kaynakları bize haber vermektedir.
Türkiye'nin defalarca yinelediği, tarihin tarihçilere bırakılması, arşivlerin açılması ile Türk ve Ermeni tarihçilerin birlikte çalışması önerisi neden hayata geçirilemiyor?
Bu teklifin hayata geçmesini Ermeni tarafı istemiyor çünkü 1915 ve sonrasında yaşadıkları olayları dünya kamuoyuna sözde soykırım olarak kabul ettirdiler. Her türlü uzlaşmacı teklife, bir taviz veya geri adım gibi bakıyorlar. Ancak barış iki taraf arasında olacağından, bu inatlarından vazgeçmeleri kendi uluslarının çıkarınadır. Aksi takdirde neden Türk tarihçileriyle sorunu tartışamadıklarını dünya kamuoyuna anlatmakta zorluk çekecekler.
Fransa Parlamentosu tarafından Ermeniler lehine alınan son kararın açıklaması ne olabilir sizce?
Fransa Parlamentosu'nun çıkardığı ve onay bekleyen kanun, Ermeni diaspora teşkilatlarınca zaferdir. Ancak Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesinin önünde ciddi bir engeldir. Bu kanun aynı zamanda, konunun tarihçilere bırakılması ve komisyonlarda ele alınması şeklinde formüle edilen çözüm çabalarını da sonuçsuz bırakacak bir girişimdir. Fransa bu kanunu çıkartarak, devlet kurma yalanıyla Çukurova'ya topladığı, lejyoner olarak kullandığı ve 1921 yılında yüzüstü bırakıp gittiği Ermenilere diyet borcunu ödemektedir. Fransa, kendi kamuoyunda, Türkiye hakkında oluşan kötü imajın etkisiyle de bu kanunu çıkarmış ve böylece Türkiye'nin AB yolundan kendi rızasıyla ayrılmasını sağlamayı da düşünmüş olabilir.
Zorlu geçen Ermenistan çekimleri
20 ay süren belgeselin çekimleri ABD, Rusya, Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye olmak üzere 5 ülkede gerçekleştirilmiş. Yapım ekibi açısından en zorlu çekimler ise, Ermenistan'da, sözde soykırım gününde yaşanmış. Bu zorlu çekimi de, belgeselin yapım ve yönetimini gerçekleştiren Zeynep Gülru Keçeciler anlatıyor:
"24 Nisan 2006 tarihindeki 90 yıl etkinliklerini. çekebilmek için 15 gün Ermenistan'da kaldık. Diplomatik ilişkilerimiz olmadığı için çekim izni çok zor alındı. Ermenistan'a giriş ve çıkışımızda pek çok zorlukla karşılaştık.
Türk televizyonundan gelen .bir ekip olarak Erivan'da çalışmak da oldukça zordu. Ancak Ermeniler arasında, bizi çok sıcak karşılayıp, inanılmaz misafirperverlik gösterenler de vardı. En ilginç röportajımız, kendisinin Muş'tan göç etmek zorunda bırakılan bir Ermeni aileden olduğunu belirten Ermenistan Başbakanı Andranik Markaryan ile oldu. Markaryan'a, iki ülke sınırının, Kars ve Gümrü anlaşmalarıyla onaylandığını hatırlattığımızda, 'Bu anlaşmalar varsa Sevr Anlaşması da var. Türkler Sevr'i de hatırlamalı' dedi. Ayrıca, Ermenistan'da pek çok insanın Türkiye'nin doğusundan, Batı Ermenistan olarak bahsetmeleri de dikkat çekiciydi.
Azerbaycan'da Karabağ kaçkınlarının çekimleri de bizi çok etkiledi. Ermeniler yüzünden pek çok sevdiğini kaybetmiş, inanılmaz zor koşullarda yaşayan, yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca insanı görüntülemek ve onlar için hiçbir şey yapamıyor olmak çok can sıkıcıydı. Son bölümümüzde bu konuya yer verdik, adını da 'Ölmeye Vatan Gerek-Karabağ' koyduk. Bu ismi Karabağ kaçkını yaşlı bir kadının ağıtından esinlenerek verdik. Bütün ailesini Hocalı Katliamı'nda kaybetmiş olan yaşlı bir kadın çaresizliğini 'Bunca acıdan sonra bu dünyada yaşamak istemiyorum ama ne yazık ki benim ölecek bir vatanım bile yok.' sözleriyle anlatıyordu."
Belgeselde Türk-Ermeni sorununu irdelerken, öncelikleriniz neler oldu?
Bizim bu projedeki en önemli hedeflerimizden biri 1915 olaylarını; dünya kamuoyunun bir de Türk tarafından dinlemesini sağlamaktı. Belgeselde Türk, Ermeni, Rus, Amerikan ve Azeri uzmanların görüşlerine yer verdik. Ayrıca Türkiye'de farklı görüşü savunan çeşitli uzmanlara da belgeselimizde yer ayırdık. Ancak bu uzmanlardan sadece Etyen Mahçupyan davetimize icabet etti. Sayın Hrant Dink, Selim Deringil, Halil Berktay, Taner Akçam davetimize faklı sebepler ileri sürerek katılmadılar. Türk ve Ermeni uzmanlara eşit oranda yer vererek, görüşlerini sağlıklı bir şekilde anlatmalarına olanak tanıdık. Dönemi en iyi bilen Rus ve Amerikalı uzmanlardan görüş alarak, son noktayı ne bir Türk uzmana, ne de bir Ermeni uzmana koydurmamaya çalıştık.
Bir Türk yapımcı olarak, konuyu irdelerken objektif olmayı başarabildiniz mi?
Konuya çok farklı açılardan yaklaşan pek çok uzmana yer vererek mümkün olduğunca bilimsel bir belgesel hazırlamaya çalıştık. Herkesin görüşünü dile getirebilmesini sağlamak temel hedefimizdi. Bu noktada yapımcı olarak tarafsız olabildiğimi söyleyebilirim. Ancak herkes bulunduğu konum itibariyle taraftır. Ben de olaya bir Türk yapımcı nasıl yaklaşırsa öyle yaklaştım. Ama bu konuda, Ermeni yapımcılardan bir adım önde olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü onlar belgesellerinde 1915 olaylarının 'soykırım olmadığını' duymaya tahammül edemedikleri gibi, bunu belgeleriyle savunabilen Türk uzmanların görüşlerine başvurmaya, Türk tarafını dinlemeye gerek bile duymuyorlar. Kısaca, çalışmanın bilimsel olabilmesi ve Ermenilerin tam olarak neyi savunduklarını, ne talep ettiklerini izleyiciye aktarabilmek için Ermeni uzmanların, siyasetçilerin, gazetecilerin görüşlerine yer vermeyi olmazsa olmaz koşul kabul ettik.
İzleyiciler belgeselde, Türk-Ermeni sorununu her yönüyle bulabilecek mi?
Gerek Ermenistan'daki, gerekse Türkiye'deki çekimlerimiz sırasında her iki halkın da birbiri hakkında çok da sağlıklı bilgilere sahip olmadıklarını gördük. Bu bizi iki kimliği sorgulamaya ve tarih sahnesinde ilk olarak ne zaman ve nasıl karşılaştıklarını irdelemeye yönlendirdi. Birlikte yüzyıllarca barış içinde yaşamış iki toplumun, hangi olaylardan sonra bu noktaya geldiğini ve bunda nelerin rol oynadığını, bugün hangi noktada olduğumuzu sorgulamaya çalıştık.
Belgeselle izleyiciye en çok anlatmak istediğiniz gerçekler neydi, bunları yeterince iietebildiğinize inanıyor musunuz?
Projenin ön çalışması sırasında ilgili kaynakları okudukça, Türk-Ermeni sorunuyla ilgili çok az şey bildiğimi fark ettim. Projeyi çevremdeki insanlarla paylaştıkça onların da çok yüzeysel bilgilere sahip olduğunu gördüm. Bu kadar önemli bir konu hayatımızda yeterince yer almıyordu. Ermenistan çekimlerini gerçekleştirirken, onların hayatlarındaki en önemli amacın Türklerden 1915 olaylarının intikamını almak olduğuna, Türklere karşı inanılmaz bir nefret beslediklerine tanık oldum. Türkiye'de pek çok insan konudan bihaber olduğu gibi Ermenilerin etkin olarak yürüttükleri propagandadan etkilenenlerin "Biz de pek çok Ermeni'yi öldürmüşüz ama..." gibi söylemleri benimsemiş olduklarını fark ettim. Bunun üzerine, bu konudaki tüm farklı görüşlere yer vererek izleyiciyi tam olarak bilgilendirmeyi hedefledik. Türk kamuoyu kadar, dünya kamuoyunu da bilgilendirmeyi amaçlayan projede, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri ile Genelkurmay Arşivlerinden de çok önemli destek gördük. Belgeselle, olayın soykırım olmadığını gösteren tüm belgeler Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmaya çalışıldı.
Türk Ermeni Sorunu
Tarihi Tarihçiler Sorguluyor
Türkiye, tehcir sırasında ve sonrasında gerçekleşen Ermeni ölümlerine; savaş koşulları, hastalıklar ve zorunlu göçü kolaylaştıracak yeterli imkânın bulunmamasının neden olduğunu, dünya kamuoyuna anlatıyor. Türkiye’nin soykırım iddialarının açıklığa kavuşturularak, gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması için her iki ülkenin devlet arşivlerinin karşılıklı açılması ve tarihçilerce incelenmesi isteğine ise, Ermenistan olumlu yanıt vermiyor.
Ermeni tarihçilerin bir kısmı, M.Ö. 6'ncı yüzyılda Kuzey Suriye ve Kilikya Bölgesi'nde yaşayan Hititlerden olduklarını, bir kısmı ise Nuh'un oğullarından Hayk'a dayandıklarını iddia ediyor. Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye adlandırılan toplumun, geçmişte, bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayılarının ne olduğu ise bilinmiyor.
Ermeniler, tarihte Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşamış. Ermeni derebeyliklerinin birçoğu ise, bölgenin hakimi olan ve Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuş.
M.S. 301 'de Hıristiyanlığı tarihte ilk kez resmi devlet dini olarak kabul edenler Ermeniler olmuş. Bu özelliklerini sürekli vurgulayarak, Hıristiyan dünyasının gönlünde taht kurmaya çalışmış, bunu da başarmışlar.
Ermeniler, anayurtlarında huzurlarının bozulmasını ve bağımsızlıklarını yitirmelerini, Türklerin Anadolu'ya gelişleri ile ilişkilendiriyorlar. Oysa Ermeni Krallığı'na son veren de, Ermenileri Anadolu içlerine dek sürgün ederek ilk tehcir olayını gerçekleştirenler de dindaşları olan Bizans imparatorlarıydı. Ermeni halkı tıpkı Anadolu'nun tarihe gömülen diğer Hint-Avrupa kavimleri gibi eriyip gitmek üzereyken, Bizans İmparatorluğu'nun bölgedeki hakimiyetine Selçuklu Sultanı Alparslan son noktayı koydu.
Ermenilerin ilk ihaneti
Ama içlerindeki bağımsızlık ateşi hiç sönmeyen, sahip oldukları prenslikleri ve Haçlılar sayesinde kurdukları Çukurova Ermeni Krallığı'nı korumak için Selçuklu sultanlarının tökezlemesini bekleyen Ermenilere bekledikleri fırsatı, Anadolu'yu kasıp kavuran Moğollar vermiş.
Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in ailesi ve yakınları 1243 yılındaki Kösedağ bozgununun ardından Anadolu'yu terk ederken geçtikleri Ermeni ülkesinde ihanetle karşılaşmış; tutuklanarak, Moğollara teslim edilmişler.
Osmanlı Devleti'nin kurulmasıyla, sultanların tebaalarını hoş tutma politikasının en mutlu azınlığı Ermeniler olmuş. Fatih döneminde, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti verilip, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulunca, İstanbul'a ve Osmanlı topraklarına dışardan çok sayıda Ermeni göç etmiş. Çünkü tarihte belki de ilk kez Ermeniler mezhep zorlamalarından kurtularak, dini özerkliğe kavuşmuştur.
Millet-i sadıka
Ermeniler, 19'uncu yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı idaresinde altın çağlarını yaşadı. Askerlik yapmayan ve kısmen vergi muafiyeti tanınan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükseldi. Cephede eriyip giden Türklerin yerine bürokratik kadroları dolduran Ermeniler arasından, 5 bakan, 22 paşa, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 12 müderris, 8 tabip general, 42 yüksek dereceli memur çıktı. Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı hariciyesine yerleştirilen Ermenilere, Osmanlı Devleti'ne hizmetlerinden dolayı "millet-i sadıka" adı verildi. 19'ncu yüzyılın son çeyreğine kadar ne Osmanlı Devleti'nin bir Ermeni sorunu vardı, ne de burada yaşayan Ermenilerin.
Ermenilerin yol ayrımı
1878 Osmanlı-Rus Harbi, Türk milletinin asla unutamayacağı, asla sarılamayacak yaralarla dolu bir savaştı. "93 Harbi" olarak anılan bu savaşta Rusya, Osmanlı topraklarında hızla ilerlemekteydi. Toprak ve insan kaybı büyüktü. Daha önemlisi bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu "sadık bir milletini"; Ermenileri de kaybetti.
Ermeniler bir yandan, Doğu Anadolu'da, Ruslara karşı savaşan Osmanlıların ikmal yollarını kesti, bir yandan da isyan çıkarttı.
Her şey Sarıkamış'ta başlamıştı, 1914 yılının Aralık ayında. Allahuekber dağlarının buz kesen soğuğunda, Enver Paşa ve askerleri, karşılarında Rus ordusunu bulmayı beklerken, sırtlarında Ermeni gönüllülerin haince sıktıkları kurşunların sıcaklığını hissetti. O gün 65 bine kadar sayabilmişti, soğuktan donan parmaklar, şehitlerin sayısını. Nefeslerin bile donduğu vatan topraklarında, daha doğu yoktu artık. Gönüllü Ermeni birliklerinin Sarıkamış'ta Enver Paşa'nın komutasındaki Osmanlı ordusunun lojistik desteklerini kesmesi sonucu, 90 bin asker donarak şehit olmuştu.
Bu arada düşman kuvvetleriyle Çanakkale'de de amansız bir savaş sürüyordu. Hem doğuda, hem batıda tam bir ölüm-kalım savaşı verilirken, Ermeni komitacıları da ellerine silah alıp Osmanlı ordusunu arkadan vuruyor, bütün lojistik hatlarını kesiyordu.
Bir zorunlu göç hikayesi
Cephede savaşılırken, düşmanla işbirliği yapanların arkada bırakıldığı, onlara göz yumulduğu, nerede görülmüştü? Rus ilerleyişi ve sonrasında Ermenilerin Müslümanlara karşı vahşet derecesine varan katliamları, devletin Ermenilere bakışını sertleştirdi. Artık savaş bölgelerinden Ermenilerin çıkartılması şarttı. Ve bu önlemin daha fazla geciktirilmemesi gerektiği, 15 Nisan 1915 günü Van'da Ermenilerin yaptığı katliam ile görüldü.
Hükümet 24 Nisan 1915 günü 235'i İstanbul'da olmak üzere çok sayıda Ermeni komitacıyı tutukladı. Ermeniler bu tutuklamaların yapıldığı 24 Nisanı, sözde soykırımı anma günü ilan etti. 27 Mayıs 1915'te çıkarılan Sevk ve İskan Kanunu'yla da, özellikle doğudaki Ermenilerin, Osmanlı toprakları içindeki Irak, Suriye ve Lübnan bölgelerine göç ettirilmesi kararlaştırıldı.
18 Aralık 1918'de çıkarılan geri dönüş kararnamesi ile Osmanlı Ermenilerinin büyük bir kısmı Anadolu'ya döndü. Geri dönen 350-400 bin civarındaki Ermeni'ye hem evleri hem de depolarda resmi evrakla tutulan malları teslim ediliyordu.
İhtilaf devletlerinin Ermenilere vaat ettikleri Çukurova, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'yu kapsayan Büyük Ermenistan, Kurtuluş Savaşı'nın ardından onlar için artık sadece bir hayaldi. Doğu Anadolu'da acımasızca katliamlara girişen Ermenilerle 3 Aralık 1920'de Gümrü Anlaşması imzalandı. Böylece Ermeniler, Sevr'de kendilerine vaat edilen yedi vilayetten vazgeçtiklerini resmen kabul ettiler. Moskova ile imzalanan dostluk anlaşması ve son olarak Kars Antlaşması, Türk-Ermeni anlaşmazlığına nokta koydu.
Kanlı Ermeni terörizmi
1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren, ABD ve batılı ülkelerden yoğun destek alan Ermeni lobisinin, Türkiye aleyhine başlattığı karalama kampanyaları, 1973'den sonra "kanlı Ermeni terörizmi"ne dönüştü. Yurtdışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar sonucu 1973 ile 1994 yılları arasında 36 devlet görevlisi şehit edildi.
Soykırım iddiaları karşısında Türkiye, tehcir sırasında ve sonrasında gerçekleşen Ermeni Ölümlerine; savaş koşulları, hastalıklar ve zorlu göçü kolaylaştıracak yeterli imkânın bulunmamasının neden olduğunu, dünya kamuoyuna belgelerle anlatıyor. Tüm gerçeklere karşın, Ermeni diasporasının, tehcir sırasında ölenlerin sayısını, hiçbir resmi kayda bağlı olmadan her geçen gün artırdığı da gözleniyor. Türkiye'nin, soykırım iddialarının açıklığa kavuşturularak, gerçeklerin gün yüzüne çıkartılması için her iki ülkenin devlet arşivlerinin karşılıklı açılması ve
tarihçilerce incelenmesi isteğine ise, Ermenistan olumlu yanıt vermiyor.
Türkiye bugün kilitlenen Türkiye-Ermenistan kapısını açmak için, Dağlık Karabağ'ın işgaline son verilmesini, soykırım iddialarından vazgeçilmesini ve sınır antlaşmalarının onanmasını istiyor.
Türkiye'nin, insanlığa karşı işlenen en aşağılayıcı suç olan soykırım ile suçlanarak, tazminata mahkum edilmesi, diaspora Ermenilerinin ortak projesi. Batılı ülkelerin parlamentoları aracılığı ile hedeflerine ulaşmak bu siyasetin en tehlikeli ayağı.
TRT'den; Türk-Ermeni sorununa tüm yönleriyle bakış
TRT, diaspora Ermenilerinin baskılarıyla gerek ABD'nin, gerek batılı ülkelerin sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları Türk-Ermeni sorununa ışık tutacak bir belgesel hazırladı. Tarihten bugüne Türk-Ermeni ilişkilerinin ve tehcir olayının ayrıntılı olarak işlendiği belgesel, 7 bölüm olarak ekranlara geliyor.
Belgesel kapsamında, ABD, Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'de konunun uzmanı ve tanığı 172 kişiyle görüşüldü, bu ülkelerdeki arşiv kaynaklardan yararlanıldı.
Programın Danışmanı Prof.Dr. Kemal Çiçek'le Dergimiz için yaptığımız söyleşide, Türk-Ermeni sorununun nedenlerini konuştuk:
Tehcîr kararı alındığında, ülkede nasıl bir ortam vardı?
Ermenilerin göçe zorlanması yasal bir güvenlik önlemi olarak değerlendirilmeli. Arnold Toynbee bile bu zorunluluğu kabul ediyor. Ermeniler Van ve 38 değişik il ve ilçede savaş başlangıcından itibaren isyan etmişlerdir. 15 bin kadarı Rus ordusuna katılmış, 40 bin kadarı ise ülke içinde çeteler oluşturarak orduyu sabote eylemleri yapmışlardır. Van, Ermeniler tarafından işgal edilmiş ve burada bir geçici hükümet kurulmuştur. Kilikya Ermenileri, Fransızlara ve Ruslara başvurarak silah ve cephane istemişler, 40 bin gönüllünün Osmanlı'ya karşı savaşa hazır olduğunu söylemişlerdir. Çanakkale kuşatıldığında İzmit ve İstanbul'da şiddet eylemleri yapılmış, donanmaya karşı gizli operasyonlara girişilmiştir. Üstelik Kafkaslardaki Müslümanlar da Ruslar tarafından Doğu Anadolu ve Karadeniz'e zorunlu göçe zorlanmışlardır. Bu ortamda da Osmanlı Devleti, savaş bölgesindeki Ermeni nüfusu daha güvenli bölgelere sürgün etme kararı vermek zorunda kalmıştır.
Tehcir sırasında ölen Ermenilerle ilgili ortaya atılan rakam karmaşasını neye bağlıyorsunuz?
Kimse savaş öncesi Osmanlı Ermenilerinin nüfusunu kesin olarak söyleyemiyor ama bu yaklaşık olarak nüfusun bilinmediği anlamına da gelmemeli. Sonuçta 1892-1894 yıllarında yapılmış genel bir nüfus sayımı ve bunun üzerine 1906 ve 1914 de dahil olmak üzere çeşitli yıllarda yapılmış kısmi sayım sonuç değerlendirme istatistikleri var. 1914 yılındaki son Osmanlı nüfus istatistiği ise 1 milyon 161 bin 169 Gregorian Ermeni, 67 bin 838 Katolik Ermeni, 65 bin 844 Protestan olduğunu kaydediyor. Yani 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda toplam 1 milyon 294 bin 851 Ermeni görünüyor. Justin McCarthy gibi demografik araştırmalar yapan bazı tarihçiler ise hata paylarını ilave ederek bu rakamı 1 milyon 698 bin 303 olarak belirlediğini açıklıyor. Amerikalı tarihçi ve nüfus bilimci David Magie ise ABD Dışişleri Bakanlığı Tarih Bölümü için yaptığı çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu geneli için toplam 1 milyon 650 bin Ermeni olduğunu kaydediyor. Ermenilerin Patrikhane kaynaklı raporları, tamamen Osmanlı kayıtlarının abartılması ile ortaya çıkmıştır. Cemaat kayıt defterleri olsa bile Patrikhane'nin bunları sistemli bir şekilde analiz ettiği ve nüfus tespiti yaptığına dair kanıt yoktur. Dolayısıyla Patriklerin 1 milyon 913 bin ile 2 milyon 600 bin arasında verdikleri rakamları kabul etmemek lazım. Göçe zorlanan toplam Ermeni sayısı 600-700 bin arasındadır ve kaynağımız Halep Amerikan Konsolosu J.Jackson ve Bogos Nubar Paşa'dır. Osmanlı arşivlerinde son tasnif sonrası yapılan çalışmalar da, bu rakama yaklaşmıştır. Bu zorunlu şevke tabi tutulanların 500 bin kadarı kamplara ulaşmıştır."
Ermeniler'in, dünya kamuoyunu etkilemek için ileri sürdükleri iddialardan biri de, kadın ve çocukların göçe zorlanması...
Maalesef Ermeni tarihçiler, erkeklerin savaşa alındığı ve öldürüldüğü, sürgün edilenlerin ise sadece kadın ve çocuk olduğu yalanını yaydılar. Bir kere Osmanlı ordusundaki Ermeni asker sayısı 40 bin bile değil. İkincisi tehcir konvoylarında erkek - kadın dağılımının normal olduğu, Halep Amerikan Konsolosu'nun kamplara varanlar hakkındaki raporlarıyla da sabittir. Ayrıca tehcir kararının alındığı mayıs ayında kadın, çocuk ve yaşlıların mümkün olduğunca geç tarihlerde sevk edilmesi emredilmiştir. Ne var ki, Taşnak ve Hınçak örgütleri kadın ve çocukları canlı kalkan olarak kullanmak suretiyle Şebinkarahisar, Urfa ve Adana'da büyük çaplı isyanlar çıkartmışlar ve direnişleri, 2 ay gibi uzun bir sürede kırılabilmiştir. Bu yüzden hükümet, öncelikle bu şehirlerden kadın ve çocukların şevkini de yapmak zorunda kalmıştır. Bazı konvoylardaki erkekler ise misyoner ve yandaşı çeteler tarafından sözde baskınlarla kafilelerden çıkarılmış ve gizlenmişlerdir. Bu şekilde 50 bin kişinin kurtarıldığını, misyoner kaynakları bize haber vermektedir.
Türkiye'nin defalarca yinelediği, tarihin tarihçilere bırakılması, arşivlerin açılması ile Türk ve Ermeni tarihçilerin birlikte çalışması önerisi neden hayata geçirilemiyor?
Bu teklifin hayata geçmesini Ermeni tarafı istemiyor çünkü 1915 ve sonrasında yaşadıkları olayları dünya kamuoyuna sözde soykırım olarak kabul ettirdiler. Her türlü uzlaşmacı teklife, bir taviz veya geri adım gibi bakıyorlar. Ancak barış iki taraf arasında olacağından, bu inatlarından vazgeçmeleri kendi uluslarının çıkarınadır. Aksi takdirde neden Türk tarihçileriyle sorunu tartışamadıklarını dünya kamuoyuna anlatmakta zorluk çekecekler.
Fransa Parlamentosu tarafından Ermeniler lehine alınan son kararın açıklaması ne olabilir sizce?
Fransa Parlamentosu'nun çıkardığı ve onay bekleyen kanun, Ermeni diaspora teşkilatlarınca zaferdir. Ancak Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesinin önünde ciddi bir engeldir. Bu kanun aynı zamanda, konunun tarihçilere bırakılması ve komisyonlarda ele alınması şeklinde formüle edilen çözüm çabalarını da sonuçsuz bırakacak bir girişimdir. Fransa bu kanunu çıkartarak, devlet kurma yalanıyla Çukurova'ya topladığı, lejyoner olarak kullandığı ve 1921 yılında yüzüstü bırakıp gittiği Ermenilere diyet borcunu ödemektedir. Fransa, kendi kamuoyunda, Türkiye hakkında oluşan kötü imajın etkisiyle de bu kanunu çıkarmış ve böylece Türkiye'nin AB yolundan kendi rızasıyla ayrılmasını sağlamayı da düşünmüş olabilir.
Zorlu geçen Ermenistan çekimleri
20 ay süren belgeselin çekimleri ABD, Rusya, Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye olmak üzere 5 ülkede gerçekleştirilmiş. Yapım ekibi açısından en zorlu çekimler ise, Ermenistan'da, sözde soykırım gününde yaşanmış. Bu zorlu çekimi de, belgeselin yapım ve yönetimini gerçekleştiren Zeynep Gülru Keçeciler anlatıyor:
"24 Nisan 2006 tarihindeki 90 yıl etkinliklerini. çekebilmek için 15 gün Ermenistan'da kaldık. Diplomatik ilişkilerimiz olmadığı için çekim izni çok zor alındı. Ermenistan'a giriş ve çıkışımızda pek çok zorlukla karşılaştık.
Türk televizyonundan gelen .bir ekip olarak Erivan'da çalışmak da oldukça zordu. Ancak Ermeniler arasında, bizi çok sıcak karşılayıp, inanılmaz misafirperverlik gösterenler de vardı. En ilginç röportajımız, kendisinin Muş'tan göç etmek zorunda bırakılan bir Ermeni aileden olduğunu belirten Ermenistan Başbakanı Andranik Markaryan ile oldu. Markaryan'a, iki ülke sınırının, Kars ve Gümrü anlaşmalarıyla onaylandığını hatırlattığımızda, 'Bu anlaşmalar varsa Sevr Anlaşması da var. Türkler Sevr'i de hatırlamalı' dedi. Ayrıca, Ermenistan'da pek çok insanın Türkiye'nin doğusundan, Batı Ermenistan olarak bahsetmeleri de dikkat çekiciydi.
Azerbaycan'da Karabağ kaçkınlarının çekimleri de bizi çok etkiledi. Ermeniler yüzünden pek çok sevdiğini kaybetmiş, inanılmaz zor koşullarda yaşayan, yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca insanı görüntülemek ve onlar için hiçbir şey yapamıyor olmak çok can sıkıcıydı. Son bölümümüzde bu konuya yer verdik, adını da 'Ölmeye Vatan Gerek-Karabağ' koyduk. Bu ismi Karabağ kaçkını yaşlı bir kadının ağıtından esinlenerek verdik. Bütün ailesini Hocalı Katliamı'nda kaybetmiş olan yaşlı bir kadın çaresizliğini 'Bunca acıdan sonra bu dünyada yaşamak istemiyorum ama ne yazık ki benim ölecek bir vatanım bile yok.' sözleriyle anlatıyordu."
Belgeselde Türk-Ermeni sorununu irdelerken, öncelikleriniz neler oldu?
Bizim bu projedeki en önemli hedeflerimizden biri 1915 olaylarını; dünya kamuoyunun bir de Türk tarafından dinlemesini sağlamaktı. Belgeselde Türk, Ermeni, Rus, Amerikan ve Azeri uzmanların görüşlerine yer verdik. Ayrıca Türkiye'de farklı görüşü savunan çeşitli uzmanlara da belgeselimizde yer ayırdık. Ancak bu uzmanlardan sadece Etyen Mahçupyan davetimize icabet etti. Sayın Hrant Dink, Selim Deringil, Halil Berktay, Taner Akçam davetimize faklı sebepler ileri sürerek katılmadılar. Türk ve Ermeni uzmanlara eşit oranda yer vererek, görüşlerini sağlıklı bir şekilde anlatmalarına olanak tanıdık. Dönemi en iyi bilen Rus ve Amerikalı uzmanlardan görüş alarak, son noktayı ne bir Türk uzmana, ne de bir Ermeni uzmana koydurmamaya çalıştık.
Bir Türk yapımcı olarak, konuyu irdelerken objektif olmayı başarabildiniz mi?
Konuya çok farklı açılardan yaklaşan pek çok uzmana yer vererek mümkün olduğunca bilimsel bir belgesel hazırlamaya çalıştık. Herkesin görüşünü dile getirebilmesini sağlamak temel hedefimizdi. Bu noktada yapımcı olarak tarafsız olabildiğimi söyleyebilirim. Ancak herkes bulunduğu konum itibariyle taraftır. Ben de olaya bir Türk yapımcı nasıl yaklaşırsa öyle yaklaştım. Ama bu konuda, Ermeni yapımcılardan bir adım önde olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü onlar belgesellerinde 1915 olaylarının 'soykırım olmadığını' duymaya tahammül edemedikleri gibi, bunu belgeleriyle savunabilen Türk uzmanların görüşlerine başvurmaya, Türk tarafını dinlemeye gerek bile duymuyorlar. Kısaca, çalışmanın bilimsel olabilmesi ve Ermenilerin tam olarak neyi savunduklarını, ne talep ettiklerini izleyiciye aktarabilmek için Ermeni uzmanların, siyasetçilerin, gazetecilerin görüşlerine yer vermeyi olmazsa olmaz koşul kabul ettik.
İzleyiciler belgeselde, Türk-Ermeni sorununu her yönüyle bulabilecek mi?
Gerek Ermenistan'daki, gerekse Türkiye'deki çekimlerimiz sırasında her iki halkın da birbiri hakkında çok da sağlıklı bilgilere sahip olmadıklarını gördük. Bu bizi iki kimliği sorgulamaya ve tarih sahnesinde ilk olarak ne zaman ve nasıl karşılaştıklarını irdelemeye yönlendirdi. Birlikte yüzyıllarca barış içinde yaşamış iki toplumun, hangi olaylardan sonra bu noktaya geldiğini ve bunda nelerin rol oynadığını, bugün hangi noktada olduğumuzu sorgulamaya çalıştık.
Belgeselle izleyiciye en çok anlatmak istediğiniz gerçekler neydi, bunları yeterince iietebildiğinize inanıyor musunuz?
Projenin ön çalışması sırasında ilgili kaynakları okudukça, Türk-Ermeni sorunuyla ilgili çok az şey bildiğimi fark ettim. Projeyi çevremdeki insanlarla paylaştıkça onların da çok yüzeysel bilgilere sahip olduğunu gördüm. Bu kadar önemli bir konu hayatımızda yeterince yer almıyordu. Ermenistan çekimlerini gerçekleştirirken, onların hayatlarındaki en önemli amacın Türklerden 1915 olaylarının intikamını almak olduğuna, Türklere karşı inanılmaz bir nefret beslediklerine tanık oldum. Türkiye'de pek çok insan konudan bihaber olduğu gibi Ermenilerin etkin olarak yürüttükleri propagandadan etkilenenlerin "Biz de pek çok Ermeni'yi öldürmüşüz ama..." gibi söylemleri benimsemiş olduklarını fark ettim. Bunun üzerine, bu konudaki tüm farklı görüşlere yer vererek izleyiciyi tam olarak bilgilendirmeyi hedefledik. Türk kamuoyu kadar, dünya kamuoyunu da bilgilendirmeyi amaçlayan projede, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri ile Genelkurmay Arşivlerinden de çok önemli destek gördük. Belgeselle, olayın soykırım olmadığını gösteren tüm belgeler Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmaya çalışıldı.