- 23 Ekim 2007
- 510
- 4
- 43
İSTANBUL’DAN GÜNEYDOĞU’YA SOKAK ÇOCUKLARI…
SOKAKTA YAŞAYAN VE ÇALIŞAN ÇOCUKLAR SEMPOZYUMUNA -4-6 Kasım 2006 G.ANTEP- DAİR BİR DEĞERLENDİRME
Uyandırılmaya çalışılan bir devin soluklanışını hissettiren Gaziantep şehrinin tarih ile modernizmi harmanlayan postmodern yüzü, son günlerde yaşanan sel felaketinin, Anadolu’nun yoksul insanlarını alıp götürdüğü bir sonbaharın hüznüyle yıkanırken, bir grup akademisyen, yerel yönetici, bürokrat, sivil toplum aktörü vs. Gaziantep belediyesinin ve üniversitesinin öncülüğünde 4–6 Kasım 2006 tarihinde yapılan 5. Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar Sempozyumu’nda bir araya gelmenin gururunu paylaşıyorlardı.
Sokak çocukları alanında neler yapılabilir, neler yapılmalıdır ve güç koşullar altındaki çocuklar için; yaşama, gelişme, katılım, korunma hakları nasıl işlevsel kılınabiliri tartışmak amacıyla yıllar önce bir araya gelmiş birkaç güzel insanın etkisiyle başlayan Sempozyum, artık ulusal bir çizgiye taşınmış ve her yıl bir başka şehrin olanaklarıyla yapılır olmuştu.
Bu yılki Sempozyumda gelinen nokta, sokak çocukları ve “Kürt Sorunu”nda düğümlenir gibiydi.
Bütünsel olarak bakıldığında, Türkiye’de daha çok 1990’lı yıllardan sonra yaşanan göç sürecinin ağır faturası olarak ortaya çıkan sokakta çalışan ve yaşayan çocukların istatistiksel olarak büyük bir oranı Güneydoğudan gelen ailelerin çocuklarından oluşmaktaydı. Zamanla masum çocukluk dönemi kendi varlık koşullarını bir kenara itmiş, önemli bir “politik” sorunla birlikte düşünülmesi gerektiği söylenen bir mecraya çekilmişti. Türkiye’nin yoğun olarak büyük şehirlerinde sokakta yaşam oluşturmaya çalışan bu çocuklar suç, madde kullanımı ve kapkaç terörü ile anılmaya başlanmıştı. Bir dönemin köprü altı çocukları renk değiştirerek yerini kimi insanlara göre başka amaçlara hizmet edebilecek bir yönelime bırakmıştı. Bu minvalde pek de göz ardı edilmemesi gereken bu bakış açısı için sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar sorunu çoktan tehlikeli bir hal almıştı. Daha önceleri bir önemle savunulan eşitsizlik, işsizlik, konut sorunu, yetersiz beslenme gibi yoksulluk kültürünü ve yoksunluğu besleyen sosyal sorunların çıktısı olan karmaşık olgu, altı çizilen noktaya nasıl olmuştu da gelmişti? Peki, şimdi ne yapmak gerekiyordu? Yaşananların ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin istemleri doğrultusunda olageldiğini söyleyip bir kenara mı çekilmek ya da çocuklar üzerinden gidilerek inşa edilmek istenecek karanlık yola seyirci kalmak mı gerekiyordu?
Demokratikleşme konusunda kaygılı zamanlar yaşayan ülkede bu sosyolojik durumun nelerin habercisi olabileceğini kestirmek için ne tür verilere göz atmak gerekiyordu? Kuşkusuz yaşananlara…
Sempozyumun kapanış ve değerlendirme oturumundaki atmosfer, çoğu özellikleriyle bu yöndeki tartışmaları alevlendirmenin yanı sıra çocuklar için gelecek belirleme yetkisinin bir kez daha yetişkinlerde olduğunu göstermekteydi. Ve 6. Sempozyumun önümüzdeki yıl Diyarbakır’da yapılmasına karar verilmesi ise şimdiden Sempozyumun hassas bir çizgiye taşındığı konusunda bazı soru işaretlerini akla getiriyordu.
Son tahlilde; yoksulluğa, işsizliğe, göçe, eşitsizliğe bir tepki olarak ortaya çıkan sokak çocukları, tarihsel ve kültürel mekânların çocuk yüzlü hayaletleri olarak, yerleşikliğin “baş belası” olmayı sürdüre dursun, çocuk adalet sisteminin yetersizliği, sevginin ve güvenin içeriğine / anlamına yabancılaşan bir toplumsal yapı, bu toplumsal gerçekliğin ortaya çıkmasında olumsuz bir rol yüklenmeyi hızla sürdürmekteydi. Bu nedenlerden ötürü diyebiliriz ki; sosyal hukuk devletinin, imzaladığı sözleşmeleri referans alan ve uygulayan ciddi bir sosyal politikayı yaşama geçirmesine ivedi olarak gereksinim duyulmaktadır. Kuşkusuz çocuk, kadın, eğitim, nüfus, sosyal hizmet, sağlık alanlarında sağlanacak bir dokulanışın yansımaları ise çocuk refahı alanında mutlaka somutluğunu bulacaktır. Ayrıca bilim yapanların, hükümet edenlerin, hizmet üretenlerin, sokakta yaşayan ve çalışan çocukların sorunlarını, çözüm önerilerini bilmediklerini düşünmenin bir saflık olduğunu dile getirerek, köklü çözümün insani sorumluluktan ve sosyal etikten geçtiğini de unutmamak gerekiyor.
SOKAKTA YAŞAYAN VE ÇALIŞAN ÇOCUKLAR SEMPOZYUMUNA -4-6 Kasım 2006 G.ANTEP- DAİR BİR DEĞERLENDİRME
Uyandırılmaya çalışılan bir devin soluklanışını hissettiren Gaziantep şehrinin tarih ile modernizmi harmanlayan postmodern yüzü, son günlerde yaşanan sel felaketinin, Anadolu’nun yoksul insanlarını alıp götürdüğü bir sonbaharın hüznüyle yıkanırken, bir grup akademisyen, yerel yönetici, bürokrat, sivil toplum aktörü vs. Gaziantep belediyesinin ve üniversitesinin öncülüğünde 4–6 Kasım 2006 tarihinde yapılan 5. Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar Sempozyumu’nda bir araya gelmenin gururunu paylaşıyorlardı.
Sokak çocukları alanında neler yapılabilir, neler yapılmalıdır ve güç koşullar altındaki çocuklar için; yaşama, gelişme, katılım, korunma hakları nasıl işlevsel kılınabiliri tartışmak amacıyla yıllar önce bir araya gelmiş birkaç güzel insanın etkisiyle başlayan Sempozyum, artık ulusal bir çizgiye taşınmış ve her yıl bir başka şehrin olanaklarıyla yapılır olmuştu.
Bu yılki Sempozyumda gelinen nokta, sokak çocukları ve “Kürt Sorunu”nda düğümlenir gibiydi.
Bütünsel olarak bakıldığında, Türkiye’de daha çok 1990’lı yıllardan sonra yaşanan göç sürecinin ağır faturası olarak ortaya çıkan sokakta çalışan ve yaşayan çocukların istatistiksel olarak büyük bir oranı Güneydoğudan gelen ailelerin çocuklarından oluşmaktaydı. Zamanla masum çocukluk dönemi kendi varlık koşullarını bir kenara itmiş, önemli bir “politik” sorunla birlikte düşünülmesi gerektiği söylenen bir mecraya çekilmişti. Türkiye’nin yoğun olarak büyük şehirlerinde sokakta yaşam oluşturmaya çalışan bu çocuklar suç, madde kullanımı ve kapkaç terörü ile anılmaya başlanmıştı. Bir dönemin köprü altı çocukları renk değiştirerek yerini kimi insanlara göre başka amaçlara hizmet edebilecek bir yönelime bırakmıştı. Bu minvalde pek de göz ardı edilmemesi gereken bu bakış açısı için sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar sorunu çoktan tehlikeli bir hal almıştı. Daha önceleri bir önemle savunulan eşitsizlik, işsizlik, konut sorunu, yetersiz beslenme gibi yoksulluk kültürünü ve yoksunluğu besleyen sosyal sorunların çıktısı olan karmaşık olgu, altı çizilen noktaya nasıl olmuştu da gelmişti? Peki, şimdi ne yapmak gerekiyordu? Yaşananların ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin istemleri doğrultusunda olageldiğini söyleyip bir kenara mı çekilmek ya da çocuklar üzerinden gidilerek inşa edilmek istenecek karanlık yola seyirci kalmak mı gerekiyordu?
Demokratikleşme konusunda kaygılı zamanlar yaşayan ülkede bu sosyolojik durumun nelerin habercisi olabileceğini kestirmek için ne tür verilere göz atmak gerekiyordu? Kuşkusuz yaşananlara…
Sempozyumun kapanış ve değerlendirme oturumundaki atmosfer, çoğu özellikleriyle bu yöndeki tartışmaları alevlendirmenin yanı sıra çocuklar için gelecek belirleme yetkisinin bir kez daha yetişkinlerde olduğunu göstermekteydi. Ve 6. Sempozyumun önümüzdeki yıl Diyarbakır’da yapılmasına karar verilmesi ise şimdiden Sempozyumun hassas bir çizgiye taşındığı konusunda bazı soru işaretlerini akla getiriyordu.
Son tahlilde; yoksulluğa, işsizliğe, göçe, eşitsizliğe bir tepki olarak ortaya çıkan sokak çocukları, tarihsel ve kültürel mekânların çocuk yüzlü hayaletleri olarak, yerleşikliğin “baş belası” olmayı sürdüre dursun, çocuk adalet sisteminin yetersizliği, sevginin ve güvenin içeriğine / anlamına yabancılaşan bir toplumsal yapı, bu toplumsal gerçekliğin ortaya çıkmasında olumsuz bir rol yüklenmeyi hızla sürdürmekteydi. Bu nedenlerden ötürü diyebiliriz ki; sosyal hukuk devletinin, imzaladığı sözleşmeleri referans alan ve uygulayan ciddi bir sosyal politikayı yaşama geçirmesine ivedi olarak gereksinim duyulmaktadır. Kuşkusuz çocuk, kadın, eğitim, nüfus, sosyal hizmet, sağlık alanlarında sağlanacak bir dokulanışın yansımaları ise çocuk refahı alanında mutlaka somutluğunu bulacaktır. Ayrıca bilim yapanların, hükümet edenlerin, hizmet üretenlerin, sokakta yaşayan ve çalışan çocukların sorunlarını, çözüm önerilerini bilmediklerini düşünmenin bir saflık olduğunu dile getirerek, köklü çözümün insani sorumluluktan ve sosyal etikten geçtiğini de unutmamak gerekiyor.