St. Petersburg - Leningrad

Kuzey

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
30 Ocak 2007
2.027
13
Doğu'nun Venedik'i PETERSBURG
Leningrad




Minarelerin gökyüzüne
uzandığı, çanların
çaldığı şehirler vardır;
St. Petersburg’u kanallar
ayırır, köprüler birleştirir.
Şehirler birbirine benzemez.



Dostoyevski’nin unutulmaz “Beyaz Geceler” romanının mekanı olan Petersburg’ta Puşkin’in ölümüyle sonuçlanan düelloya gitmeden az önce son kahvesini yudumladığı, üzümlü kekini ısırdığı lokantaya bugün de gidebilirsiniz.


Şehirler aslında birbirlerine benzemez; kiminde sokaklar kanala ulaşır, kiminde bulanık nehirlere, kiminde denize... Minarelerin gökyüzüne uzandığı, çanların çaldığı şehirler vardır; St. Petersburg’u kanallar ayırır, köprüler birleştirir. Şehirler birbirine benzemez.
Şehirler birbirine benzer; sokaklarında bitmeyen bir telaşın arkasına sürüklenir insanlar. Şehirlerde ilişkiler yüzeysel, dostuklar ise kısa ömürlüdür. Pahalı parfümlerin, hakiki kürklerin kokusu ile ter ve emek kokusu birbirine karışır. Karanlık çökmeye görsün; köşe başlarını, köprü altlarını evsiz şarapçılar tutar. Masumiyet ve iyi niyet şehre yabancıdır, günahın her türlüsü vardır.


Evet, bu ünlü şehrin tarihi Büyük Petro’nun, Rusya’nın dünyaya açılmasının deniz yolu ile olacağını anlayıp, Neva Irmağı’nın deltasında bulunan bataklık araziye İsveç’e karşı bir kale yaptırması ile 1703 yılında başlamış. Arkasından da St. Petersburg kenti kurulmuş.

Petro’nun emriyle, başkent Petersburg’un dışında taş bina yapımına izin verilmiyormuş. Özel bir kararname ile gelen her gemi ve her araca, kente inşaat için taş getirme koşulu konmuş. Çünkü Neva Nehri’nin bataklık olan geniş deltasında yapılaşma çok zormuş. Binlerce insanın kanı, teri ve gözyaşı ile Petersburg’un kısa zamanda ülkenin en önemli sosyal ve kültürel merkezi olabilmesi için elinden ne geliyorsa yapmış Petro. Bunda da başarılı olmuş doğrusu.

Burası öyle bir kent ki, yetiştirdiği insanların çoğunun bugün bile adlarını bütün dünya biliyor; Çaykovski, Puşkin, Lermontov, Sergey Yasenin, Gogol, Dostoyevski, Rubinstein, Mussonski, Turgenyev, Plehanov...

Dostoyevski’nin unutulmaz “Beyaz Geceler” romanının mekanı olan Petersburg’ta Puşkin’in ölümüyle sonuçlanan düelloya gitmeden az önce son kahvesini yudumladığı, üzümlü kekini ısırdığı lokantaya bugün de gidebilirsiniz. Eski “Bahriye” şimdiki Nikolay Gogol Sokağı, sanatseverleri şaşırtacak bir sokak. 13 numarada Çaykovski yaşıyor ve ölüyor. 10 numarada Gogol, “Taras Bulba” ve “Müfettiş”i yazıyor. 23 numarada ise Dostoyevski, “Beyaz Geceler” ile “Netoçka Nezvanoya”yı kaleme alıyor.


ÜÇ DEVRİMLİ KENT

1876’da da genç bir öğrenci olan Plehanov, 440 kişiyle birlikte Rus tarihinin ilk devrim gösterisini gerçekleştirmiş bu kentte. 1893’te Lenin, proletarya hareketini yine bu kentte başlatmış. 1905’teki başarısız Kanlı Pazar, 1917 Şubat ve Ekim Devrimleri yine bu kentte yaşanmış. Sonunda Avrona Kruvazörü, 7 Kasım 1917’de Kışlık Saray’a doğru kocaman toplarını ateşleyerek Bolşeviklerin ve Lenin’in zaferini müjdelemiş. Kan, çığlık, sevinç, acı, gözyaşı, açlık ve ümit bir yumak olmuş. Fakat Lenin bu şehirde sadece bir sene kalmış. Bugün kızıl bayrağın dalgalandığı Smolny binasını Lenin ve arkadaşları dört ay karargah olarak kullanmış. Lenin’in küçük yazı masası, yatağı, hokkası, gözlüğü ve notları hala orada. 1918 yılında başkenti, daha güvenli bulduğu için Moskova’ya taşımış.

BİR ABLUKA Kİ;

Kent, II. Dünya Savaşı yıllarında trajik olaylara sahne olmuş. Hitler’in 900 gün süren Leningrad ablukasında su ve yiyecek bulamayan bir milyon insan, açlık ve salgın hastalıklardan yaşamını yitirmiş. Halka günde ancak 125 gram ekmek veriliyormuş. Kentin yüzde 35’i bombardımanlar sonucu yerle bir olmuş. Kenti savaştan sonra eskri haline getirmek tam 34 yıl aldığına göre, zararın hangi boyutlarda olduğunu düşünün.


DÜNYANIN EN BÜYÜK MÜZESİ:
Hermitage Tapınağı

Petersburg’ta görülmeye değer pek çok yer var. Ama öncelik Hermitage (Kışlık Saray) ve Müzesi’nde. Büyük Petro, Fransa’yı ziyareti sırasında Versay’ı çok beğenmiş ve İtalyan Mimar Rastirelli’yi getirterek bir benzerini yaptırmış. Petro’dan sonra da saraya ilaveler olmuş. Bugün saray 5 binadan oluşuyor ve boyutları insanı dehşete düşürüyor. Barok stilindeki ana binada 46 bin metrekare yapı üstünde 1050 salon, 1886 kapı, 1945 pencere ve 117 merdiven bulunuyor. Ekim Devrimi’nden sonra Hermitage, dünyanın en zengin müzelerinden birine dönüşmüş. O kadar ki, müzedeki 2,7 milyon eserden ancak 65 bini sergilenebiliyor. Her gün dünyanın dört bir yanından gelen 30 bin sanatsever bu ünlü müzenin odalarını aşındırıyor. Ruslar “Her eserin önünde yarım dakika durulsa hepsini görmek 10 yıl ister” diyorlar.

II. Dünya Savaşı sırasında müzedeki bazı eserler başka kentlere kaçırılmış, bazılarını da halk, Almanların eline geçmesin diye toprağı gömmüş. Çar eşini öldürtüp başa geçen, Osmanlılara kök söktüren Rus tarihinin en başarılı yöneticilerinden Büyük Katerina döneminde müzenin zenginleşmesi hız kazanarak sürmüş. Bu ünlü çariçenin memurları Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki müzayedelerden çok sayıda tablo satın alarak koleksiyonu zenginleştirmişler.


II. Katerina Rusya’ya altın çağ yaşatmış. Devlet işlerinden çok iyi anlarmış, ama bir kusuru varmış, “erkeklere düşkünlüğü”. Büyük müzede teşhir edilen Avrupa resim sanatının başyapıtlarından söz edelim isterseniz: Leonardo da Vinci “The Madonna Conestabile”, Giorgione “Judith”, Tintorelton “The Birth of John the Baptist”, Carauaggio “The Lute Player”, El Greco “Apustles, Peter and Paul”, Rubens “Feast at the House of Simon the Pharises”, Rubens “Bachus”... Ayrıca müzede Raphael, Titan, Valazquez, Goya, Van Dyck, Rembrand, Picasso, Millet, Corot, Renoir, Claude Monet, Degas, Paul Cezanne, Van Gogh gibi dünyaca ünlü birçok ressamın tabloları da sergilenmekte... Prado’dan sonra en zengin İspanyol koleksiyon, Hollanda’dan sonra en zengin Remrand koleksiyonu burada. Ayrıca kalabalıktan sıyrıldığınız an Rus Lapis sanatının özel örneklerini, taç odasını, Katerina’nın tavus kuşlu saatinin bulunduğu dinlenme odasını, harika portreleri, yemek odası takımlarını göreceksiniz.


Rusların Batı’ya Açılan Kapısı:
Petersburg

Baltık Denizi’nin kıyısındaki kuzey şehri Petersburg, Ruslar’ın hem batılılaşma hem de denizlere açılma özlemlerinin izlerini taşıyor. Petersburg, 300 yıllık mimari geçmişi ile bir kültür ve sanat merkezi.

Rusya Federasyonu’nun Moskova’dan sonra en büyük ikinci şehri olan Petersburg, 4.6 milyon nüfusa sahip. Petersbug, Sovyetler Birliği döneminde Leningrad olarak devrimin liderinin adıyla anıldı. Sovyetler’in dağılmasından sonra 1991 yılında, tekrar eski adını alan şehir, sıcak sulara açılarak dünyaya hükmetmek isteyen Ruslar’ın batıya dönük ilk şehirleri. Petersburg aslında adalardan oluşan bir kent. Neva Nehri üzerindeki 42 adadan oluşan şehir bu özelliğiyle Venedik’e benziyor. Baltık Denizi’nin kıyısındaki Petersburg, Moskova’dan sonra ikinci büyük kent. Moskova’nın 650 km kuzeybatısında bulunan Petersburg, batı tarzı mimarisi, bahçeleri, köprüleri, müzeleri, renkli kültür ve sanat hayatı ile gezginlerin ve sanatseverlerin uğrak yeri olmuş. Türkler’in Deli Petro olarak andığı Rus Çarı Büyük Petro’nun isteğiyle kurulan Petersburg’u gezerken ilk farkedileceğiniz şey geniş bulvarlar ve köprülerdir. Ne de olsa Petersburg bir adalar bütünü. Şehirde tam 350 köprü bulunuyor. Şehir ayrıca metro ağı ile bir örümcek ağı gibi örülmüş. Yaz aylarında Petersburg romanlara konu olan “Beyaz Geceleri”ni yaşar, tam karanlık çökmez ve alacakaranlık bir hava ortalığı aydınlatır. Petersburg’un çevresinde çar ailesinin yazlık köşkleri bulunuyor. Deli Petro’nun şelale ve çeşmesiyle bilinen yazlık sarayı Petrodvorets buradadır. Büyük Catherine Sarayı ise Tsarskoye Selo’da yükseliyor. Pavlovsk yakınlarındaki park bugün bile güzelliği ile Avrupa’nın önemli gezi alanlarından birini oluşturuyor. Petersburg’a gittiğinizde Neva Nehri’yle Petersburg’a bağlanan Ladoga Gölü’nde bulunan adalardaki tarihi manastırlar görülebilir. Valaam Adası’ndaki antik manastırların kubbeleri altın ile kaplanmış.


Müzeler Şehri Petersburg

Petersburg sadece üzerine kurulduğu alanla ilginç bir şehir değil. Bu kent, Ruslar’ın dünyaya nasıl baktığının bir simgesi adeta. Kurulduğu yerin bir bataklık olması bile Rus azminin bir göstergesi. Rusların taştan yapılmış ilk kenti olan Petersburg’un inşası için birçok yabancı mimar getirilmiş. Çalışmalarda binlerce Rus ölmüş. Burada, batılılaşma hareketinin ilk işaretleri ve sıcak denizlere inme arzusunun yansımaları bulunabilir. Mimarisi ile döneminin izlerini bugüne taşıyor. Petersburg bir müzeler şehri aynı zamanda. Aslında Petersburg’a müze şehir demek daha doğru olabilir. Çünkü 100’e yakın müze bulunuyor. Eskiden başka amaçlarla kullanılmış yapılar bugün müzeye dönüştürülmüş. Kare Saray ve Kış Sarayı bugün imparatorluğun tacını taşımıyor belki ama, müze olarak daha fazla önemli bir işlev üstlendiği söylenebilir. 1905 yılında devrimci güçlerce yakılan saray, dünyanın en büyük müzeleri arasında yer alıyor. Şehir merkezinde yer alan St. Isaac Katedralı dünyanın en büyük kubbeli binalarından. Eskiden zindan olarak kullanılan mahkumların hapsedildiği St. Peter ve Paul Hisarları da bugün müze olarak gezilebilir. 19. yüzyıl mimarisinin örneği olan Yusupov Köşkü sahip olduğu konser salonuyla bugün sanatseverleri, resitaller, tiyatrolar, opera ve balo gösterilerinde ağırlıyor. Rus imparotorluğunun yıkılmasında gizemli bir rol oynayan Rasputin’in bu köşkte bir de balmumu heykeli bulunuyor.

Rus edebiyatının önemli isimlerinin yaşadığı mekan olarak Petersburg, müzelerinin yanı sıra kütüphaneleri ile de öne çıkıyor. 1200 civarındaki kütüphane şehri bir başka açıdan zenginleştiriyor. Rusya’nın Avrupa’ya çıkış kapısı gibi görünen şehirde 12 demiryolu ve 11 karayolu kesişiyor. Şehrin mimarisinde taşın çok kullanılmasında şehir çevresinde yer alan taş ocaklarının büyük payı olmuş. Rusya’nın ikinci büyük sanayi merkezi olan Petersburg ekonomisinde sanayinin yanı sıra inşaat, taşımacılık ve iletişim sektörleri önemli bir yer tutuyor.


Görülmesi Gerekenler

Kare Saray ve Kış Sarayı
Alexandrovskaya Sütunu
St Isaac Katedrali
St. Peter ve Paul Hisarları
Romanov Katedrali
Yusupov Köşkü
Etnoğrafya ve Rus Sanat Müzesi
Ladoga Gölü

Yazan: Prof. Dr. Orhan KURAL
 
aralık sonu petersburg daydım.oğlumu ziyarete gitim ve hayran oldum.muhteşem bi şehir
 
bende ekim ayında st.petersburg daydım. gerçekten masal gibi bir şehir bence çok beğendim ve sevdim
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…