sözler ve şiirler

Önemli olan burada kimin yaşadığı değil
kimin öldüğü
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü
büyük insanların tanınmışları değil
adı sanı duyulmadan ölenleri önemli
ülkelerin tarihleri değil
insanların yaşamları önemli
masallar düşlerdir
yalanlar değil
ve insanlar değiştikçe
gerçeklerde değişir
ve gerçekler durağanlaştığında
işte o zaman insanlar ölecekler
ve
böcek, ateş
ve seller
gerçek olacaklar....


Charles Bukowski
 
Sadece çocukken uyanıksındır bunu bil.
Her şeyin farkındasındır, her sese dönüp bakarsın.
Büyümek, uyumak ve unutmak gibidir ve büyüklerin dediği gibi; Uyuman gerekli büyümen için...Sağır ediyorsa sessizlik ve kör ediyorsa aydınlık,
Sadece sana görünen ve kimseleri inandıramadığın bir hayalet gibi yanı başında oturuyorsa yalnızlık,
her gece hep aynı saatte kapını çalan bir düşman gibi bekliyorsa seni ve canına kastedecek bir kılıç gibi sallanıyorsa tepende,
unutabilmek için hepsini,
"biraz uyu"



Cem Adrian&Zakkum; Biraz uyu..
 
"bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
biraz kolonya sürünsem,
ferahlasam, pencereyi açsam.
şöyle bir şey yazdım sonra:
yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
berbattı,
bir şiire böyle başlanmazdı.

iç ses diye söylendim,
ardından televizyonda yıldırım gürses...
aptal aptal güldüm bir de buna.
ayşecik vazoyu kırıyor
ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
yapıştırsam da parçalarını hayatımın
su sızdırıyordu çatlaklarından.
karnabahar kızartmıyordu asla
başrolde kadınlar.

güçlü bir el silkeledi beni sonra
sanırım tanrı’nın eliydi.
sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
çok şey görmüşüm gibi,
ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
ah...dedim sonra
ah!

iç ses, diye söylendim
çocukken şöyle dua ederdim tanrı’ya:
tanrım bana hiç erimeyen,
kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
kardeşimle kendimize durmadan,
olmayan çayları,
olmayan fincanlardan içerdik.
olmayan kapıları açardık,
olmayan ziller çaldığında.
siyah papyonlu olurdu mutlaka
resim defterimizdeki damat.
yedi günde yarattığımız dünya
mutlu olurduk pastel koksa.

ve şimdi şöyle dua ediyorum tanrı’ya:
olanlar oldu tanrım
bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

kaybolmak istemiştim bir zamanlar
kapının arkasında yokum demiştim
ve divanın altında da.
bulamazsınız ki artık beni,
hayatın ortasında.
kaybolmak istemiştim bir zamanlar
beni kimse bulamazdı
tanrı’nın arkasına saklansam.
o kocamandı, en kocamandı o.
bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

bir zamanlar kendimi
bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
kaç metredir benim yokluğum?
benden daha çok var sanmıştım.
benim yokluğumdan dünyaya
bir elbise çıkar sanmıştım.
dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
sonunda ben de alıştım.
ah...dedim sonra,
ah!

Didem Madak; ah'lar ağacı..
 
Son düzenleme:
"Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendi nefsine karşı zafer kazanan ise kudretlidir."
 
"Başka birinin sizin kadar iyi yapabileceği bir şeyi bırakın o yapsın, siz yapmayın."
 
"Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir."
 
"İnsan, ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayasını gözler göremez."
 
İnsanları yalan söylediklerinde dinlemeyi severim. Çünkü; olmak istedikleri ama olamadıkları insanları anlatırlar.
 
İnsanlar nasıl konuşulması gerektiğinin dersini alırlar ama en büyük ilim; nasıl ve ne zaman susulması gerektiğini bilmektir.
 
Sabrın çalkalanıp taştığı sulardadır
Çığlıklarla parçalanmış uykularda
Buruşturulup atılmış aşklarda
Ve çalınmış mutluluklardadır
Ses ile yürek
Büyük rüzgarların o yanık şarkısı
Hala yükselir içimizden, dağılır
Coşkunun doruklarında sürer yankısı

İlk kurban adanırken bir nehire
Korkunun ilk nisanında başlamıştır
Gözyaşının ilk damlasından kalma
Yaslı baharlarla gelmiştir bugüne
Kanla yazılan yasalarla
Açlığın otağ kurduğu sabahlarla
Ve sonuçsuz kalan ahlarla gelmiştir
Acıya kurşun işlemez artık
Ölüm bile bu acıyı cellat bilmiştir

Yok bundan böyle ter yarası
Zincir tutsaklığı ve sabır
Kırbaç yalvartması sessizliğin
Can pazarı ve kahır yok
Herşey yaşanan şu gün gibi gerçek
Adımız halk olduğu günden beri
Bir direnç olmuştur bizde sevinçler
Şimdi acının her kuraklığında
Onlar
Yüreğimizin ovalarına çiselenirler

Boşuna değil bu ölürcesine sevmek
Ve ölürken bile yürümek
Boşuna değil
Hep yatağı olduk tarihin ırmağının
Yenilgilerle durulmanın
Zaferlerle köpürüp kabarmanın
Ama hiç bir zaman
Anası olamadık geçmişi doğurmanın

Yıldızlar ve sular tanıktır
Aç ve kavruk bir memeden
Direnmeyi yudum yudum emen
Bir çocuk gibi öğrendik
Ve direndik
Ordular kurduk türkü renklerinden
Bütün ağıtları bir hücumda yendik
Acıya kurşun işlemez artık
Biz yaşamayı zulümsüz sevdik
 
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için

Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada

Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.

Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
 
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bagliydi agliyordu
dört biçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dagiliyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşi
maktulün onbeş yillik arkadaşi
üçü kamarot öteki aşçibaşi
dört biçak çekip vurdular dört kişi

cinayeti kör bir kayikçi gördü
ben gördüm kulaklarim gördü
vapur kudurdu kuduz gibi bögürdü
hiç biriniz orada yoktunuz

demirlemişti eli kolu bagliydi agliyordu
on üç damla gözyaşini saydim
allahina kitabina sövüp saydim
şafak nabiz gibi atiyordu
sarhoştum kasimpaşa'daydim
hiç biriniz orada yoktunuz

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis katilleri ariyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşi
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasimpaşa'daydim
vapuru onlar vurdu ben vurmadim
cinayeti kör bir kayikçi gördü

ben vursam kendimi vuracaktim
 
Back