Sessiz Özgüven...

Lalle

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
20 Aralık 2009
265
7
Veli toplantılarının benim için önemli yanlarından biri de öğretmenlerin ve velilerin okula, eğitime, hayata bakış açılarıyla ilgili önemli veriler elde etme imkânı sunmasıdır.

Hemen hemen her veli toplantısında bazı öğrenciler hakkında şöyle bir şikâyete şahit olmuşumdur: “İyi bir öğrenci, çalışkan ve başarılı. Ama derse katılmıyor. Derste çok sessiz.” Hele bir keresinde bu şikâyetin bir adım daha ileri gidip, “Derste çok sessiz kendine güveni az.” dendiğini de duymuş; bir öğrencinin derslerde sessiz sakin oturması ile kendine güvenmemesi arasında ne gibi bir bağlantı kurulduğunu pek de anlayamamıştım.

Bir öğrencinin gerekli gereksiz parmak kaldırıp derse katılması, her konuda kendini ortaya atması, çok konuşması ile kendine güveni olması arasında da bir bağ kurmak olası değildi. Ancak konuşulanlara bakılırsa, insanlar arasında böyle genel bir kanı yerleşmişti. İçe kapanık insanların kendilerine güveni olmadığına, girişken insanların ise kendine güveninin tam olduğuna dair bir yargı yer etmişti insanların algılarında..

Peki, bu yanlış kanı, kendi genelgeçer değerini sağlamlaştırmak için nasıl bir referans gösteriyor? Elbette ki, narsisizm çağının da parmağı var bu işin içinde. İçe kapanıklığın kendine güvensizlikle özdeşleştirilmesi biraz da narsist kültürün arızalı bakış açısının tezahürü olarak çıkıyor karşımıza. Aşırı rekabetçi, hırsın teşvik edildiği bir dünyada işini sessiz sedasız, gösterişe meydan vermeden yapan insanlara yer yok adeta bu kültürde. Agresif, tuttuğunu koparan insan tiplemesi yükselen değer olarak çıkıyor karşımıza.

Mutlu ve huzurlu olmak aksinde daha mümkün halbuki. Hırs insanı kanaatsiz yapar. Sanıldığının aksine, hırs insanın çalışma şevkini kırar. Sürekli şikâyet eden, hiçbir şeyden memnun olmayan bir kişilik inşasına neden olur. Öyle ki, “Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.” darbımesel olmuştur. Kanaatkâr insanlarınsa kesinlikle çok daha huzurlu bir içsel dünyaları vardır. Şikâyet etme üzerine kurulu bir kişilik, tüm mutluluk sebeplerinin üzerini kalın bir perdeyle örterek saklar.

Dünyada en büyük özen kime gösterilir? Bebeklere. İnsan en aciz, en iradesiz, en zayıf döneminde, en iyi bakımı görür. Doğar doğmaz gıdası hazırdır. En saf, en temiz, en lâtif gıdayla, sütle beslenir. Her şey ayağına gelir bebeklerin. Çocuk büyüdükçe artık etrafında halelenen ilgi de giderek azalır. Bebek aşırı hırsıyla, tuttuğunu koparmasıyla mı yoğun ilgi ve bakıma mazhardır yoksa acziyle, güçsüzlüğüyle mi?

Ya da ağaçları düşünelim. Çok mu hırslı, tuttuğunu koparan varlıklardır ki? Oturdukları yerde ihtiyaç duydukları gıdalar ayaklarına gelir.

Ya tilki gibi zekilikleriyle namdar hayvanlara ne buyurmalı? Hırsla, meşakkat içinde rızıkları için oradan oraya koşturup durmalarına ne demeli? Hırsları onları daha iyi beslenir mi yapıyor? Cılız, çelimsiz bedenlerine bakılırsa bu soruya evet dememiz pek mümkün görünmüyor.

Zekâdan nasibini almamış balıkların haline ne demeli peki? Semiz hallerine bakılırsa helal rızka mazhar olmakla hırs arasında ters bir orantı göze çarpıyor.

Bir marketin reyonundaki bir kavanoz bala dikkatlice bakalım. O bal dünyanın en akıllı, en zeki, en hırslı, en rekabetçi insanları tarafından üretilmedi. Bedeninde bir zehri de taşıyan, akılları olmayan ama kanaatkâr gayreti haiz arılara yaptırdı Mutlak Varlık o balı.

Arılar aşırı girişken oldukları için değil, gayretli oldukları için bu lâtif gıdanın yapımı için yollara düştüler.

Demem o ki, içe dönük olması, az konuşması bir çocuğun ya da bir yetişkinin gayretinin de az olduğunu göstermez. Hayatta bir işe yaramayacağı, başarısız olacağı anlamına hiç gelmez. Zaten hayatta insan için asıl olan, asıl huzur ve mutluluğu sağlayan say ve gayrettir. Say ve gayretin de illa ki hırsa bürünmüş olması gerekmez. İç alemine dönük, az konuşan, çok dinleyen ve çok anlayan, gayretli, sabırlı, işini düzgün ve elinden geldiğince iyi yapmaya çalışan o kadar çok insan var ki. Kendini ortaya atmadan, kendini pazarlama ihtiyacı duymadan. Bir ağaç gibi onurlu.

Siz siz olun, içe dönük insanları sakın hafife almayın.. Dünya onların sessizliğiyle büyüyor.

Mustafa ULUSOY


Kaynak
 
Veli toplantılarının benim için önemli yanlarından biri de öğretmenlerin ve velilerin okula, eğitime, hayata bakış açılarıyla ilgili önemli veriler elde etme imkânı sunmasıdır.

Hemen hemen her veli toplantısında bazı öğrenciler hakkında şöyle bir şikâyete şahit olmuşumdur: “İyi bir öğrenci, çalışkan ve başarılı. Ama derse katılmıyor. Derste çok sessiz.” Hele bir keresinde bu şikâyetin bir adım daha ileri gidip, “Derste çok sessiz kendine güveni az.” dendiğini de duymuş; bir öğrencinin derslerde sessiz sakin oturması ile kendine güvenmemesi arasında ne gibi bir bağlantı kurulduğunu pek de anlayamamıştım.

Bir öğrencinin gerekli gereksiz parmak kaldırıp derse katılması, her konuda kendini ortaya atması, çok konuşması ile kendine güveni olması arasında da bir bağ kurmak olası değildi. Ancak konuşulanlara bakılırsa, insanlar arasında böyle genel bir kanı yerleşmişti. İçe kapanık insanların kendilerine güveni olmadığına, girişken insanların ise kendine güveninin tam olduğuna dair bir yargı yer etmişti insanların algılarında..

Peki, bu yanlış kanı, kendi genelgeçer değerini sağlamlaştırmak için nasıl bir referans gösteriyor? Elbette ki, narsisizm çağının da parmağı var bu işin içinde. İçe kapanıklığın kendine güvensizlikle özdeşleştirilmesi biraz da narsist kültürün arızalı bakış açısının tezahürü olarak çıkıyor karşımıza. Aşırı rekabetçi, hırsın teşvik edildiği bir dünyada işini sessiz sedasız, gösterişe meydan vermeden yapan insanlara yer yok adeta bu kültürde. Agresif, tuttuğunu koparan insan tiplemesi yükselen değer olarak çıkıyor karşımıza.

Mutlu ve huzurlu olmak aksinde daha mümkün halbuki. Hırs insanı kanaatsiz yapar. Sanıldığının aksine, hırs insanın çalışma şevkini kırar. Sürekli şikâyet eden, hiçbir şeyden memnun olmayan bir kişilik inşasına neden olur. Öyle ki, “Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.” darbımesel olmuştur. Kanaatkâr insanlarınsa kesinlikle çok daha huzurlu bir içsel dünyaları vardır. Şikâyet etme üzerine kurulu bir kişilik, tüm mutluluk sebeplerinin üzerini kalın bir perdeyle örterek saklar.

Dünyada en büyük özen kime gösterilir? Bebeklere. İnsan en aciz, en iradesiz, en zayıf döneminde, en iyi bakımı görür. Doğar doğmaz gıdası hazırdır. En saf, en temiz, en lâtif gıdayla, sütle beslenir. Her şey ayağına gelir bebeklerin. Çocuk büyüdükçe artık etrafında halelenen ilgi de giderek azalır. Bebek aşırı hırsıyla, tuttuğunu koparmasıyla mı yoğun ilgi ve bakıma mazhardır yoksa acziyle, güçsüzlüğüyle mi?

Ya da ağaçları düşünelim. Çok mu hırslı, tuttuğunu koparan varlıklardır ki? Oturdukları yerde ihtiyaç duydukları gıdalar ayaklarına gelir.

Ya tilki gibi zekilikleriyle namdar hayvanlara ne buyurmalı? Hırsla, meşakkat içinde rızıkları için oradan oraya koşturup durmalarına ne demeli? Hırsları onları daha iyi beslenir mi yapıyor? Cılız, çelimsiz bedenlerine bakılırsa bu soruya evet dememiz pek mümkün görünmüyor.

Zekâdan nasibini almamış balıkların haline ne demeli peki? Semiz hallerine bakılırsa helal rızka mazhar olmakla hırs arasında ters bir orantı göze çarpıyor.

Bir marketin reyonundaki bir kavanoz bala dikkatlice bakalım. O bal dünyanın en akıllı, en zeki, en hırslı, en rekabetçi insanları tarafından üretilmedi. Bedeninde bir zehri de taşıyan, akılları olmayan ama kanaatkâr gayreti haiz arılara yaptırdı Mutlak Varlık o balı.

Arılar aşırı girişken oldukları için değil, gayretli oldukları için bu lâtif gıdanın yapımı için yollara düştüler.

Demem o ki, içe dönük olması, az konuşması bir çocuğun ya da bir yetişkinin gayretinin de az olduğunu göstermez. Hayatta bir işe yaramayacağı, başarısız olacağı anlamına hiç gelmez. Zaten hayatta insan için asıl olan, asıl huzur ve mutluluğu sağlayan say ve gayrettir. Say ve gayretin de illa ki hırsa bürünmüş olması gerekmez. İç alemine dönük, az konuşan, çok dinleyen ve çok anlayan, gayretli, sabırlı, işini düzgün ve elinden geldiğince iyi yapmaya çalışan o kadar çok insan var ki. Kendini ortaya atmadan, kendini pazarlama ihtiyacı duymadan. Bir ağaç gibi onurlu.

Siz siz olun, içe dönük insanları sakın hafife almayın.. Dünya onların sessizliğiyle büyüyor.

Mustafa ULUSOY


Kaynak

malesef bu dünyada sesssiz insanlara hiç yer yok bunu kendi gözlerimle gördüm sessiz insanlara tiksinerek bakan ve onlar sırf konuşmadıkları ve boşş söz söylemedikleri için onlardan çok nefret eden mal gözüyle bakan birçok insan gördümm..... bence her insanın karakterine huyuna saygı göstermek lazım asla garipsememek gerek kii çoğu kez sessiz insanlar diğer insanlardan daha başarılı ve daha iyi yerlerde olduğunada bizzat şahit oldummm ...... hatta her zaman için söyliyebilirim bunu
 
X