Bizim Memed Güler, Bir Demet Tiyatro’ya demediğini bırakmamış dünkü yazısında. “Binbir Gece” dizisiyle dalga geçtikleri için. Bir demiş “emeğe saygısızlık”, iki demiş “o hastalıktan yakınlarını kaybedenlerin kalbini kırıyor”.. “Bu” demiş “Hakkari Türküsü değil ki istediğin gibi çalıp, mırıldanabilesin..” Ben arkadaşımla aynı fikirde değilim.. “Binbir Gece” bir Hakkari Türküsü değil gerçekten ve tam da bu nedenle istediğin gibi dalga geçebilirsin.
Eğri oturup doğru konuşalım. Binbir Gece süper saçma bir konusu olan alelade bir dizi.. Milletin bayılıyor olması, reyting rekorları kırması umurumda değil. Bir kere çok konuşulduğu için, bir kere de Bir Demet Tiyatro’dan sonra seyrettim, tamam, anlamayacak bir şey yok. Ne kadar “millet bundan anlar” formülü varsa (herkesin taptığı ağlak kadın, sonradan pişman olacak olan kötü zengin, ebleh çocuk, köle hizmetçi, melek anne, şeytan dede) hepsi uygulanmış.
Ne Nobellik bir sanat eserinden söz ediyoruz, ne de hakiki bir dramdan.. Brezilya dizisi gibi bitmek bilmeyen sırlar, yanlış anlamalar, bir şeyleri ha bire gizlemeler, çocuk tiyatrosu gibi aynı lafları sürekli tekrarlamalar, (Şehrazat’ı ne yapacağız? Şehrazat’ı mı ne yapacağız? Evet Şehrazat’ı ne yapacağız? İşten çıkaracağız. İşten mi Çıkaracağız? Evet işten çıkaracağız.. Bizim prensiplerimiz var. Prensiplerimiz mi var?.. Vöhhh!) ne dediği, ne demek istediği belli olmayan ve fenalıklar getiren diyaloglar, bakışmalar, bakışamamalar.. Evet bir emek var tabii ortada ama yani her emek harcanmış şey iyidir, sanat eseridir, saygıdeğerdir diye bir şey yok. Ticari bir iş yapılıyor sonuçta. Emek harcanacak tabii ki. Ne kadar köfte, o kadar ekmek. Ayrıca bu kadar çok işlenmiş bir mevzu (bkz. Yeşilçam, çocuğunu tedavi ettirmek için pavyona düşen kadın vs vs hikayeleri) nasıl “beyinsel bir emektir” komple şüphe içindeyim. Her şey bir yana.. Diyelim ki çok şahane bir dizi, diyelim ki ben de bayıldım, diyelim ki ödüller aldı, yüzyılın dizisi seçildi falan filan.. E öyle de olsa hiç kimse hiçbir şeye dalga geçemez mi yani? Mizah diye bir şey yok mu? İkinci bir emre kadar yasaklandı mı? Bu nasıl bir tutuculuktur? Bu nasıl bir ona dokunma buna dokunma tavrıdır? (Memedim sana demiyorum, genel diyorum!)
Bırakın da birileri de bir şeylerle dalga geçsin. Herkes aynı şeyi düşünmek, aynı şeylere üzülmek, aynı şeylerden etkilenmek zorunda mı? Etkilensen bile aynı zamanda dalganı da geçemez misin? O kadar da ağır olmasak, her bir şeye kırılıp bozulmasak, biraz da eğlensek? Yeter ki güzel dalga geçilsin.. Ki ben uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. (Ayrıca “Bir Demet Tiyatro”nun ilk iki bölümünü de sevdim ben. Yeri gelmişken söyleyeyim de. Millet durmadan kötü kötü şeyler yazıyor, kalkacak diye ödüm kopuyor zira. KALDIRMAYIN LEYYN!)
Yılmaz Erdoğan işin kolayına kaçtı lafına da katılmıyorum, tam tersine işin “zoruna” kaçtığına inanıyorum.. Bazılarının gözünde sevimsiz olmayı göze alarak kendi bildiğini okumuş çünkü. Çoğunluktan farklı düşünenlerin başına hep geldiği gibi. (Hadi bakalım yollayın hakaret maillerinizi..) Hastalıkla, hasta yakınlarıyla dalga geçme meselesine gelirsek hele hiç katılmıyorum.. Bu mantıkla “Romeo ve Jülyet”le dalga geçmek de ayıplanmalı, “Sefiller” ile dalga geçmek de.. Birinde aşk acısı çekenlerin, birinde fakirlik yüzünden ekmek çalmak zorunda olanların kalbini kırdığı için vs vs. İş uzar da uzar.. Kalpler hassaslaşınca kırılmak için bahane çoktur. Senin başına gelmemiş ondan diyenlere de not. Benim evimde de bir kanser hastası var ve bizim de p