Tarihin en kanlı savaşlarından birinin yaşandığı, Türk’ün tarihe kanlarıyla bir zafer yazdığı kahraman şehitlerimizi yerlerinde ziyaret etmek amacıyla çıkmıştık yola.Geç kalınmış bir yolculuktu; tarihimizin bu zaferi nelerle yazdığını düşündükçe bu hep ertelenen ziyarete bir bahane bulmak bile yüzsüzlük olurdu. Bugüne kısmetmiş diyerek merak ve heyecanı da katarak düştük yollara......
İngiltere, Fransa, Avustralya ve Yeni Zellanda’dan gelen onlarca turist (ki bunlar yenik düşen bür ülkenin turistiyken) o gün ki hatalarını görmek, ders almak için ülkemize akın ediyorken biz birkaç saatlik bir yolun hesabını yapıp, tarihimize ve o tarihi yazan her bir damlaya nankörlük ediyoruz.. Bunları düşünürken yüzümüz kızarıyor.
İşte yüz bulmaya gidiyoruz büyük bir minnetle. Yüzümüzün akıyla da dönmeyi diliyerek koyulduk yola...
Bu ziyaret için ön hazırlık yapmıştık kendi çapımızda. Birkaç kaynak kitap, savaş hakkında cdler, haritalar derken ön bilgilerimiz ışık tuttu buralarını sade bir toprak yapmaktan, TOPRAK denilen yere basarken içimizi acıtan o ürpertiyi hissetmemize sebep oldu, kısa bi an sürse bile bu yetmişti.
Güzel bir yolculuğun ardından Çanakkale’ye varmıştık. Yalnız Bursa‘dan sonra yolun tenhalığı dikkatimizi çekmişti. Hatta bir an yanlış bi yoldamıyız ? bile diye geçti aklımızdan. Ama yol doğruydu ve “GEÇİLEMEYEN ÇANAKKALE’YE” getirmişti bu tenhalığından şüphe ettiğimiz yol bizi.
Çanakkale yemyeşil ormanları,masmavi deniziyle gözümüze; tarihin bugüne kadar taşıdığı o mistik havasıyla ruhumuza girmişti bile ilk dakikada. Tabiki giderken hediye olarak elimize tutuşturacaklarını hiç hesaba katmadan verilmiş bir yargıydı o ilk dakikalardaki..
Çanakkale’den feribotla yarım saat bi bekleyiş, yarım saat de süren yolculuğumuzdan sonra Eceabat’a varmıştık.(haa bu arada benzininizi fulleyip geçin karşıda çok benzin istasyonu olmadığınıda belirtelim yola çıkanlar için 97 oktan asla yok) Eceabat’tan 16 km uzaklıktaki otelimize varmıştık. Marmara Denizi’ni arkamıza almış Ege’ye yüz dönmüştük.
Kimbilir kaç şehidimizin canını verdiği bu yer için “ohhhh çok güzel bi yermiş burası” dediğimiz dinlenme mekanımızda, bu huzuru onlar olmasa tadamayacağımız yüzbinlerce şehidimize borçlu olduğumuzu fark edemeyen kaç kişi bulmuştu burda huzuru. Ya da bulabilmişler miydi ?
Bir yandan minnet duyduğumuz bir huzurla yarın için gezi planımızı hazırlıyorduk önümüze serilmiş haritalarımızı açarak, sıcacık çaylarımızı yudumlayarak. Ve karar verilmişti, plan hazırdı... Yeterki yarın olsun...
Restorasyon çalışmalarından dolayı otelimizin yakınındaki Kabatepe Müze’sini ziyaret edemedik. Ordan doğruca Alçıtepe’ye geçtik. Güzel yollar, yemyeşil ağaçlar, tarlalar arasından. Sanki tarihe doğru götürüyordu bu yol bizi ya da en azından biz böyle hissetmiştik bir an için. (Bu arada yollarda Mehmetçik bize kaybolmayalım diye yol gösterıyor. 1915’te kaybolmak üzere olan bir milletin dramının üstüne askerin yol gösterici olması da anlayanlara ders mahiyetinde 
Alçıtepe dünyada “Salim Mutlu’nun Harp Hatıraları Müzesinin bulunduğu köy” olarak biliniyor. Mermiler, kovanlar, mataralar, dikenli tel parçaları, misket bombaları vs vs vs.. Savaşın şahitleri tarihin önünde sunuyor kendilerini.. Bu müzelerden bolca görmek mümkün. Alçıtepe’den sonra Sığındere’ye ilerliyoruz. Buranın SARGIYERİ adı verdikleri yerin hikayesini okuyunca en centilmen savaş ilan edilen bu savaşın İngilizler tarafından, yaralı 18 bin askerimizin bombalandığını duyunca içimiz acıyo adeta. Savaşta hastalara yaralılara dokunulmayan gazilik rütbesini şerefle torunlarına anlatacak binlerce kişiyi bombayla şehit yapmak hiç te erkekçe olmasa gerek. Buranın hemen üstünde Gelibolu 2. Kolordu Komutanı Korg. Nuri YAMUT adını verdiği anıt var. O kadar çok anıt varki tek tek yazamayacağımız kadar çok.(Ölen her bir şehidimize bir anıt diksekte yetmez sanırım)
Bunlardan Fevzi Çakmak Anıtı, Son Ok Anıtı, Yahya Çavuş Anıtı, Helles Anıtı yolumuz üzerinde gezdiklerimiz anıtlardan. Bunlardan Yahya Çavuş’un tarihteki yerini de belirtmeden geçmeyelim. Yahya Çavuş 3 alay kuvvetini 63 kişilik takımı ile 10 saatlik bir savunmayla kahramanca korur.
Şimdi sıra tüm şehitlerimizin anısına dikilen Gelibolu’nun en ucunda 41.70 m’lik heybetiyle ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ABİDESİ duruyor. Üzerindeki kabartmalar savaştan görselleştirilmiş, bahçeye şehitlerimizi temsilen geçen yıl(18 mart 2007) güller dikilmiş, mezarlar yapılmış.
Abideden sonra Kilitbahir’e doğru yol alıyoruz.(bu arada geldiğiniz yoldan geri dönemıyosunuz her yol hemen hemen tek yön Kilitbahir adının anlamı itibariyle denizin kilidi, düşman burayı almak için denizden çıkarma yapmayı amaçlamış zaten, burayı alırsa boğazlarıda alacağını hesaplamış tek bişeyi hesaplayamamış TÜRK ASKERİNİN GÜCÜNÜ!!!
Şahindere, Soğanlıdere, Havuzlar Şehitliğinide ziyaret ettikten sonra Mecidiye, Hamidiye, Namazgah Tabyalarına uğruyoruz. En nihayetinde ise Kilitbahir kalesıindeyız işte. Zaten görününce boğazın neden kilidi olduğu apaçık ortada. Buraya gelirken her Türk’ün gurur duyduğu SEYİT ONBAŞI’nın heykelini görüyoruz. 215 okkalık bir bombayı kucaklayıp düşman zırhlısı Ocean’ı tam isabet ettiren adını bildiğimiz savaş kahramanı Seyit Onbaşı. Ertesi gün gazeteden resim çekmeye gelenler için bombayı kaldıramamış bomba maketiyle poz vermiş. O gücü savaşın heyacanından aldığını söylemiş sorduklarında.
O kadar yol aldıktan sonra acıkmıştık. Ve buraya kadar gelmişken buralara özgü tatlardan tatmak gibi bi istek duyuyorduk. Nerdeyse önümüze gelen herkese ne yenir ne tavsiye edersiniz demeye başlamıştık bile. Aldığımız cevaplar hiç hoşumuza gitmedi. Her zaman yediğimiz şeylerden yiyip yola koyulduk(eve geldiğimizde orada bir zamanlar yaşayan arkadaşlardan asma yaprağında sardelyeyi tatmadan geldiğimize üzüldükKısa bi mola ardından Ecebat’ın kuzeyine yol alacaktık.
Önce yolumuz üzerindeki Anafarta Şehitliğine uğradık. Köydeki her ev tarihe kanıyla rengini vermiş şehitlerimizi temsil eden kan rengi bayrağımızla süslenmişti. İşin kötü tarafı benim için ciddi bir hayal kırıklığı idi bu köy ve evler. Koruma altına alınmış lakin bayrak asmaktan öteye gitmemişler.
ANZAC koyundayız şimdi de.(Avustralian and New Zeland Army Corps kelimelrinin ilk harflerinin kısaltmasından gelen bu birlik ve birliğin adını alan bu koy)Buraya 25 Nisanda şehitlerini ziyarete gelen Anzaclılar bize ders verir gibi. Nerede, nasıl yendiklerini gurur meselesi etmeden tarihlerini kilometrelerce yoldan gelip dünden yarınlara el üstünde taşıyolar olmaları; gözümüzü açıp bu savaşı imkansızlıklardan bir ülkenin “OLMAK YA DA OLMAMAK “ mücadelesını yüzbinlerce şehidiyle kazanıp aldığı zafer bayrağını Türk geleceğine devrettiğini anlamamamız için kaç nisan geçmesi lazım....
Kanlısırt ve Kemalyeri doğru devam ettiğimizde Türk, Avustralyalı, Yeni Zellandalı askerlerin şehitliklerini görüyoruz. 57. Alay Şehitliği’nde karşımıza dede-kız heykeli bugünü ve yarını temsilen karşımıza çıkıyor. 57.Alay‘ın “dünya askerlik tarihinin en kahraman birliği” olarak tarihte yerini alacak ama TÜRK ORDUSUNDA asla bir daha 57. Alay olmayacak. Şu an ordumuzda olmadığı, olmayacağı gibi.
25 Nisan’da Anzak askerleri Anzak Koyu’ndan bir çıkartma yapmaya başlamış, bu bölgede sorumluluğu üstlenen Mustafa Kemal tarafından Conkbayırı’nın güney eteklerinde durdurulmuştur. Kurşunu biten askerlere süngüleriyle savaşma emrini veren Atatürk 57.Alayı, 261 rakımlı bu tepeye doğru hücuma kaldırmıştır..
“Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler, başka komutanlar kaim olabilir” emri ile süngüleri takıp mevzi alan askerlerimizi gören Anzaklar da mevzi almış ve arkadan gelen Türk kuvvetlerine zaman kazandırılmıştır. Atatürk savaştan sonra, bu anı, "savaşın kazanıldığı an" olarak değerlendirir.
Conkbayırı’nda Yeni Zellanda Anıtı ve Mezarlığını, Atatürk’ün heykeli ve Fevzi Çakmak’ın kardeşi Nazif Çakmak’ın mezarını görüyoruz. Conkbayırı Tepesi’nde Atatürk’ün savaşı izlerken göğsüne çarpan şarapnel parçasının, tesadüfen saatine rast gelerek parçalandığı, böylece kurtulduğu yerin üç büyük taş gülleyle işaretlenmiş olduğunu görüyoruz.
Unutmayalım Çanakkale Savaşı son savaş değildi, milli mücadelemizin, kurulacak cumhuriyetimizin geçireceği sürecindeki birbirine sıkı sıkıya bağlanmış üç aşamadan İLKiydi. Bunları birbirinden ayırmaya kalkmak gerçeğe ihanet etmiş olmak demektir.
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı için bir dopingti, savaşın önsözüydü. Bir daha yaşamamak üzere tarihimize adını şanlarıyla, kanlarıyla, süngüleri, cesaretleri, imanlarıyla, zekasıyla yazdıran her bir Mehmet’e, Elif’e, Ayşe’ye, Seyit’lerimize, Kemal’lere minneti borç bilip o devir teslim bayrağını alıp tarih önünde söz veriyoruz:
SİZDEN SONRA BİZLER VARIZ,RAHAT YATIN...
İngiltere, Fransa, Avustralya ve Yeni Zellanda’dan gelen onlarca turist (ki bunlar yenik düşen bür ülkenin turistiyken) o gün ki hatalarını görmek, ders almak için ülkemize akın ediyorken biz birkaç saatlik bir yolun hesabını yapıp, tarihimize ve o tarihi yazan her bir damlaya nankörlük ediyoruz.. Bunları düşünürken yüzümüz kızarıyor.
İşte yüz bulmaya gidiyoruz büyük bir minnetle. Yüzümüzün akıyla da dönmeyi diliyerek koyulduk yola...
Bu ziyaret için ön hazırlık yapmıştık kendi çapımızda. Birkaç kaynak kitap, savaş hakkında cdler, haritalar derken ön bilgilerimiz ışık tuttu buralarını sade bir toprak yapmaktan, TOPRAK denilen yere basarken içimizi acıtan o ürpertiyi hissetmemize sebep oldu, kısa bi an sürse bile bu yetmişti.
Güzel bir yolculuğun ardından Çanakkale’ye varmıştık. Yalnız Bursa‘dan sonra yolun tenhalığı dikkatimizi çekmişti. Hatta bir an yanlış bi yoldamıyız ? bile diye geçti aklımızdan. Ama yol doğruydu ve “GEÇİLEMEYEN ÇANAKKALE’YE” getirmişti bu tenhalığından şüphe ettiğimiz yol bizi.
Çanakkale yemyeşil ormanları,masmavi deniziyle gözümüze; tarihin bugüne kadar taşıdığı o mistik havasıyla ruhumuza girmişti bile ilk dakikada. Tabiki giderken hediye olarak elimize tutuşturacaklarını hiç hesaba katmadan verilmiş bir yargıydı o ilk dakikalardaki..
Çanakkale’den feribotla yarım saat bi bekleyiş, yarım saat de süren yolculuğumuzdan sonra Eceabat’a varmıştık.(haa bu arada benzininizi fulleyip geçin karşıda çok benzin istasyonu olmadığınıda belirtelim yola çıkanlar için 97 oktan asla yok) Eceabat’tan 16 km uzaklıktaki otelimize varmıştık. Marmara Denizi’ni arkamıza almış Ege’ye yüz dönmüştük.
Kimbilir kaç şehidimizin canını verdiği bu yer için “ohhhh çok güzel bi yermiş burası” dediğimiz dinlenme mekanımızda, bu huzuru onlar olmasa tadamayacağımız yüzbinlerce şehidimize borçlu olduğumuzu fark edemeyen kaç kişi bulmuştu burda huzuru. Ya da bulabilmişler miydi ?
Bir yandan minnet duyduğumuz bir huzurla yarın için gezi planımızı hazırlıyorduk önümüze serilmiş haritalarımızı açarak, sıcacık çaylarımızı yudumlayarak. Ve karar verilmişti, plan hazırdı... Yeterki yarın olsun...
Restorasyon çalışmalarından dolayı otelimizin yakınındaki Kabatepe Müze’sini ziyaret edemedik. Ordan doğruca Alçıtepe’ye geçtik. Güzel yollar, yemyeşil ağaçlar, tarlalar arasından. Sanki tarihe doğru götürüyordu bu yol bizi ya da en azından biz böyle hissetmiştik bir an için. (Bu arada yollarda Mehmetçik bize kaybolmayalım diye yol gösterıyor. 1915’te kaybolmak üzere olan bir milletin dramının üstüne askerin yol gösterici olması da anlayanlara ders mahiyetinde 
Alçıtepe dünyada “Salim Mutlu’nun Harp Hatıraları Müzesinin bulunduğu köy” olarak biliniyor. Mermiler, kovanlar, mataralar, dikenli tel parçaları, misket bombaları vs vs vs.. Savaşın şahitleri tarihin önünde sunuyor kendilerini.. Bu müzelerden bolca görmek mümkün. Alçıtepe’den sonra Sığındere’ye ilerliyoruz. Buranın SARGIYERİ adı verdikleri yerin hikayesini okuyunca en centilmen savaş ilan edilen bu savaşın İngilizler tarafından, yaralı 18 bin askerimizin bombalandığını duyunca içimiz acıyo adeta. Savaşta hastalara yaralılara dokunulmayan gazilik rütbesini şerefle torunlarına anlatacak binlerce kişiyi bombayla şehit yapmak hiç te erkekçe olmasa gerek. Buranın hemen üstünde Gelibolu 2. Kolordu Komutanı Korg. Nuri YAMUT adını verdiği anıt var. O kadar çok anıt varki tek tek yazamayacağımız kadar çok.(Ölen her bir şehidimize bir anıt diksekte yetmez sanırım)
Bunlardan Fevzi Çakmak Anıtı, Son Ok Anıtı, Yahya Çavuş Anıtı, Helles Anıtı yolumuz üzerinde gezdiklerimiz anıtlardan. Bunlardan Yahya Çavuş’un tarihteki yerini de belirtmeden geçmeyelim. Yahya Çavuş 3 alay kuvvetini 63 kişilik takımı ile 10 saatlik bir savunmayla kahramanca korur.
Şimdi sıra tüm şehitlerimizin anısına dikilen Gelibolu’nun en ucunda 41.70 m’lik heybetiyle ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ABİDESİ duruyor. Üzerindeki kabartmalar savaştan görselleştirilmiş, bahçeye şehitlerimizi temsilen geçen yıl(18 mart 2007) güller dikilmiş, mezarlar yapılmış.
Abideden sonra Kilitbahir’e doğru yol alıyoruz.(bu arada geldiğiniz yoldan geri dönemıyosunuz her yol hemen hemen tek yön Kilitbahir adının anlamı itibariyle denizin kilidi, düşman burayı almak için denizden çıkarma yapmayı amaçlamış zaten, burayı alırsa boğazlarıda alacağını hesaplamış tek bişeyi hesaplayamamış TÜRK ASKERİNİN GÜCÜNÜ!!!
Şahindere, Soğanlıdere, Havuzlar Şehitliğinide ziyaret ettikten sonra Mecidiye, Hamidiye, Namazgah Tabyalarına uğruyoruz. En nihayetinde ise Kilitbahir kalesıindeyız işte. Zaten görününce boğazın neden kilidi olduğu apaçık ortada. Buraya gelirken her Türk’ün gurur duyduğu SEYİT ONBAŞI’nın heykelini görüyoruz. 215 okkalık bir bombayı kucaklayıp düşman zırhlısı Ocean’ı tam isabet ettiren adını bildiğimiz savaş kahramanı Seyit Onbaşı. Ertesi gün gazeteden resim çekmeye gelenler için bombayı kaldıramamış bomba maketiyle poz vermiş. O gücü savaşın heyacanından aldığını söylemiş sorduklarında.
O kadar yol aldıktan sonra acıkmıştık. Ve buraya kadar gelmişken buralara özgü tatlardan tatmak gibi bi istek duyuyorduk. Nerdeyse önümüze gelen herkese ne yenir ne tavsiye edersiniz demeye başlamıştık bile. Aldığımız cevaplar hiç hoşumuza gitmedi. Her zaman yediğimiz şeylerden yiyip yola koyulduk(eve geldiğimizde orada bir zamanlar yaşayan arkadaşlardan asma yaprağında sardelyeyi tatmadan geldiğimize üzüldükKısa bi mola ardından Ecebat’ın kuzeyine yol alacaktık.
Önce yolumuz üzerindeki Anafarta Şehitliğine uğradık. Köydeki her ev tarihe kanıyla rengini vermiş şehitlerimizi temsil eden kan rengi bayrağımızla süslenmişti. İşin kötü tarafı benim için ciddi bir hayal kırıklığı idi bu köy ve evler. Koruma altına alınmış lakin bayrak asmaktan öteye gitmemişler.
ANZAC koyundayız şimdi de.(Avustralian and New Zeland Army Corps kelimelrinin ilk harflerinin kısaltmasından gelen bu birlik ve birliğin adını alan bu koy)Buraya 25 Nisanda şehitlerini ziyarete gelen Anzaclılar bize ders verir gibi. Nerede, nasıl yendiklerini gurur meselesi etmeden tarihlerini kilometrelerce yoldan gelip dünden yarınlara el üstünde taşıyolar olmaları; gözümüzü açıp bu savaşı imkansızlıklardan bir ülkenin “OLMAK YA DA OLMAMAK “ mücadelesını yüzbinlerce şehidiyle kazanıp aldığı zafer bayrağını Türk geleceğine devrettiğini anlamamamız için kaç nisan geçmesi lazım....
Kanlısırt ve Kemalyeri doğru devam ettiğimizde Türk, Avustralyalı, Yeni Zellandalı askerlerin şehitliklerini görüyoruz. 57. Alay Şehitliği’nde karşımıza dede-kız heykeli bugünü ve yarını temsilen karşımıza çıkıyor. 57.Alay‘ın “dünya askerlik tarihinin en kahraman birliği” olarak tarihte yerini alacak ama TÜRK ORDUSUNDA asla bir daha 57. Alay olmayacak. Şu an ordumuzda olmadığı, olmayacağı gibi.
25 Nisan’da Anzak askerleri Anzak Koyu’ndan bir çıkartma yapmaya başlamış, bu bölgede sorumluluğu üstlenen Mustafa Kemal tarafından Conkbayırı’nın güney eteklerinde durdurulmuştur. Kurşunu biten askerlere süngüleriyle savaşma emrini veren Atatürk 57.Alayı, 261 rakımlı bu tepeye doğru hücuma kaldırmıştır..
“Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler, başka komutanlar kaim olabilir” emri ile süngüleri takıp mevzi alan askerlerimizi gören Anzaklar da mevzi almış ve arkadan gelen Türk kuvvetlerine zaman kazandırılmıştır. Atatürk savaştan sonra, bu anı, "savaşın kazanıldığı an" olarak değerlendirir.
Conkbayırı’nda Yeni Zellanda Anıtı ve Mezarlığını, Atatürk’ün heykeli ve Fevzi Çakmak’ın kardeşi Nazif Çakmak’ın mezarını görüyoruz. Conkbayırı Tepesi’nde Atatürk’ün savaşı izlerken göğsüne çarpan şarapnel parçasının, tesadüfen saatine rast gelerek parçalandığı, böylece kurtulduğu yerin üç büyük taş gülleyle işaretlenmiş olduğunu görüyoruz.
Unutmayalım Çanakkale Savaşı son savaş değildi, milli mücadelemizin, kurulacak cumhuriyetimizin geçireceği sürecindeki birbirine sıkı sıkıya bağlanmış üç aşamadan İLKiydi. Bunları birbirinden ayırmaya kalkmak gerçeğe ihanet etmiş olmak demektir.
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı için bir dopingti, savaşın önsözüydü. Bir daha yaşamamak üzere tarihimize adını şanlarıyla, kanlarıyla, süngüleri, cesaretleri, imanlarıyla, zekasıyla yazdıran her bir Mehmet’e, Elif’e, Ayşe’ye, Seyit’lerimize, Kemal’lere minneti borç bilip o devir teslim bayrağını alıp tarih önünde söz veriyoruz:
SİZDEN SONRA BİZLER VARIZ,RAHAT YATIN...