Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Özet - Ahmet Hamdi Tanpınar
Saatleri Ayarlama Enstitüsü / Ahmet Hamdi Tanpınar
Roman “Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler, Sabaha Doğru ve Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” adlı 4 bölümden oluşmaktadır.
1. Bölüm : Büyük Ümitler Yazar hayatını kendince iki döneme ayırır. Bunlardan ilki Halit Ayarcı’yı tanımadan önceki yaşamıdır. Ama yaşamın bu dönemiyle yaşamak kelimesinin bağdaşmadığını anlatır. Ama hayatının ikinci dönemi onun için ikinci baharıdır. Adeta. İnsanlara yardımcı olmaktan büyük zevk alır. Kurdukları Saatleri Ayarlama Enstitüsü’yle eşe dosta hatta kalbini kıranlara bile iş bulur. Onları huzura kavuşturur. Kurdukları bu müessese (Vidolu ?), zamlı, ikramlı, ikramiyeli ve kolektif ceza sistemine dayalı bir müessesedir. Şehre ait yaygın saatler başta olmak üzere açıkta bulunan saatlerden biriyle uymayan her saatten beş kuruş alınır. Fakat bu saat ile bir başka saat arasında da ayar farkı varsa bu ceza iki kazına çıkarılır. Ayrıca bu hesaba bir de ilerilik - gerilik farkı ilave ederler. Saati geri olandan iki kuruş daha fazla alınır. Yazar bu uygulamayla hem geriliğe layık olduğu cezayı veriyor, hem de ileri düşünüşün hakkını teslim ediyordu. Müessesede tekrarlanan cezalarda %10’dan %30’a kadar varan bir artış uygulanır. Bu işe İstanbul ahalisi ile birlikte çevre köyler de merak salar. Şöyle ki Saat Ayar İstasyonlarında eleman sıkıntısı çekilir. Ayar ekiplerine personel almaya başlarlar.
Yazar fakir bir ailede doğmuştur. Arkadaşları okula uşaklarla giderken onun ne su geçirmez ayakkabısı ne de sıkı tembihle öpen kimsesi vardır. Buna rağmen mesut içinde geçer çocukluğu.
Yazarın dedesi başının çok sıkıştığı bir zamanda, kurtulursam bir cami yaptıracağım der. Caminin içinin eşyalarını alır ama bir türlü bu camiyi yaptıramaz. Oğluna “bu camiyi ben yaptıramadım bu sana borçtur. Onu yaptırmalısın” der. Bu yüzden yazar ve ailesi cami eşyası ile döşeli bir evde yaşarlar. Hatta bu sebeple camilerde çalışan kahramanımızın babasına (Numan Bey) camiden eşya getiriyor diye iftira ederler. Bu yüzden Numan Bey’in canı sıkkındır. Bu da yetmezmiş gibi kardeşinin tuhaf davranışları sıkıntıya bir sıkıntı daha katar. Hayri İrdal’ın halası somurtkan, neşesiz, kibirli, alıngan, kindar, zayıf, içine kapanıktır. Babası ise dindar olduğu halde neşeli, saza söze meraklı bir insandır. Bu iki insan yalnız bir noktada birleşirler. İkisi de sıkıntı içinde yaşar.Olmayacak ümitler içinde olan babası parasızlığı yüzünden sıkıntıdadır, halası ise zengin olmasına karşılık para canlılığı yüzünden yarı aç, yarı tok, kıt kanaat geçinir. Paramı yerler korkusuyla tekrar evlenmek istemez. Hayri’nin babası hastalandığı için kardeşine doktor götürdüğünde halası babasını ve doktoru kapıdan kovar. - “Acele etme, nasıl olsa hepsi sana kalacak” der. Bir gün halasının vefat ettiği haberi gelir. Numan Bey miras ve mal kaygısına düşer. Halası tam toprağa verileceği sırada tabutun kapağını açar. Etraftaki insanlar korkudan koşuşurlar. “Beni eve götürün” diyerek etraftakilere bağırır. Bunun üzerine insanlar tabuta koydukları Hayri’nin halasını tekrar eve götürürler. Hayri ve babasını konağında bulan kadın “Evimden defolun” diyerek onları kovar. Babası zengin olma ümidini konağa bırakarak oğlu ile birlikte ayrılırlar.
2. Bölüm : Küçük Hakikatler Hayri İrdal terhis olup İstanbul’a döndüğünde insanları değişmiş bulur. Her şey dağınık, altüsttür. Askerdeyken babası ölmüş, üvey annesi evde tek başına yaşamaktadır. Üvey annesi Hayri’ye çok şevkâtle yaklaşmış ve yalnızlığını Hayri ile gidermeye karar vermiştir.
O dönemde uzunca bir süre iş arayan Hayri İrdal bir türlü iş bulamıyordu. Tekrar mâzinin ağına düşmemek için eski tanıdıklarından hiçbirini görmemeye özen gösteriyordu. Zaten Abdüsselâm Bey’den başka tanıdığı kalmamıştı. Ama Abdüsselâm Bey onu buldu. Ona derdini anlatan Hayri’ye iş bulma sözü verdi. Birkaç gün sonra Hayri’nin tahsilinin tamamlamasına karar verildi ve Posta Telgraf mektebine girdi.
Daha sonra Abdüsselâm Bey yalnızlığını paylaşması için Hayri İrdal’ın ısrarla Emine ile evlenmesini istiyordu. Bu her iki tarafında işine geliyordu. Zaten evden çıkmayan Hayri İrdal’ın Abdüsselâm Bey’e yakınlığı bu evlilik ile bir kat daha artacaktı.
Evliliğin ilk yılları çok mesut geçti. Hayri İrdal mektebi bitirdikten sonra Abdüsselâm bey vasıtası ile Tünel idaresinde işe girdi. Hayri İrdal her şeyden çok mutluydu. Fakat hür ve kendi başlarına olamamalarından yakınıyordu. Yaşlı adam evli çiftin üzerine çok düşüyordu.
Artık evden ayrılmayı düşünüyorlardı. Ayrılmak istemelerinin sebebi sadece ihtiyar adamın aşırı insan sevgisi değil, içerisinde bulunduğu maddi sıkıntıdan da ileri geliyordu. Adamın elinde avucunda olanların hepsi satılmış, kalanlar da rehine idi.
Koskoca köşkte ihtiyar adamla, bir karı – koca dan başka kimse yaşamıyordu. Bu arada evli çiftin kızı Zehra’nın doğumu, Abdüsselâm Bey’in hısım akrabası tarafından unutulmuş olmasından duyduğu ıstırapları hafifletti. Yaşlı adam ilk günden itibaren çocoğun başının ucundan ayrılmadı. Yaşlı adam küçük kıza Hayri İrdal’ın annesinin adı olan Zahide’yi vereceği yerde yanlışlıkla kendi annesinin adı olan Zehra’yı verdi. İşte birbirinin peşini bırakmayan felâketler dizisi bu yanlışlıkla başladı.
Bu yanlışlıktan sonra ihtiyar adam çocuğu “Valide” diye çağırmaya başladı. Bütün servetini bu çocuğa bıraktığını belirten vasiyetnameler yazan ihtiyar, evin her tarafını vasiyetname ile doldurdu.
İhtiyarın ölümü üzerine evden bir kucak dolusu vasiyetname çıktı. Abdüsselâm Bey’in ölümü üzerine akrabalar eve doluştu. Hemen hepsinin elinde bu vasiyetnamelerden biri bulunuyordu. Bunun üzerine hemen hemen herkes evli çifti, ortada miras denecek bir şey olmamasına rağmen ihtiyar adamı kandırmakla suçluyorlardı.
Evli çifti mahkemeye veren akrabalar olayların daha farklı gelişmesini sağlamışlardı. Hakimlerin çoğu evvela koskoca adamın küçük kızı “kendi annesi” zannetmesine önce gülüyorlar sonra bir kandırma olacağını düşünmeye başlıyorlardı.
Hayri İrdal anlatmaya çalışıyordu ;
- Efendim, merhum şakacıydı. Evladı gibi sevdiği kızımla bu tarzda lâtife ederdi. - Üç yaşındaki çocukla latife edilir mi ? Hem evladı diyorsunuz ! Hem de anne diye şaka ettiğini söylüyorsunuz. Birinden birini seçin ! - Ama rahmetli ikisini birden seçmişti, ben ne yapabilirdim. - Vasiyetnamelerin bazıları altı aylıkken başlıyor… Bu nasıl iştir. Altı aylık çocuk latifden ne anlar ? - Anlamaz ama herkes yapar. Çocuklarla konuşurken hangimiz dilimizi sesimizi değiştirmeyiz ?… Sade çocukla değil, kedi veya köpekle oynarken bile ya kendimizi onun seviyesine indirir, yahut onu kendi seviyemize çıkarırız.
Fakat başka bir durum daha vardı. İhtiyar adam Zehra’yı da kendisine “oğlum!” demeye alıştırmıştı. Kız iki gözü iki çeşme, oğlunu arayarak ağlıyordum.
Mahkeme sonucunda vasiyetnamelerin iptaline karar verildi. Herkes Hayri İrdal’ın büyük bir mirastan men edildiğini sanıyor ve ona acıyorlardı. Hatta patronu bile durup dururken maaşına beş lira teselli zammı yaptı.
Hayri İrdal çevresindekileri bir türlü mirasın olmadığına ikna edemiyordu. Çalışma arkadaşlarından Sabri Bey ;
- Son dönemde borçlu olduğunu söylüyorsun. İyi ama ona bu vaziyette nasıl borç veriyorlardı ? - Canım, bir yığın tanıdığı vardı. Yahut beklediği bir miras… Tunus’ta, Cezayir’de, bir yerde arazi filân.
Hayri İrdal’ın aklına birden Seyit Lütfullah’ın bahsettiği “Şerbetçibaşı” elması aklına geldi. Kendisinden etrafı dolandırmak için metod öğrenmeye kalkan bu adamla dalga geçmek istedi.
- Farz etki, şerbetçibaşı elması kendisinde olsun. “Satmıyorum, ali yadigârı. Çocuklarım satınca size borcunu öderler” gibi bir şey söylemiş olabilir pekâlâ !
Sabri Bey buna inandı. Fakat Hayri İrdal birdenbire yaptığı hatayı anladı ama iş işten geçimişti.
Ertesi gün korktuğu başına gelmişti. İş yerinde herkes bunu duymuş ve dahası inanmışlardı. Bütün tanıdıklar ;
- Yahu hiç de bahsetmezsin ! Böyle meraklı hikâye anlatılmaz mı ?…. diyoarlardı.
Yavaş yavaş semtteki kahvelerin önünden geçemez duruma gelmişti. Elinde tavla pulu, zar, iskambil kâğıdı, domino taşı, bir yığın insan yoldan çevirerek şerbetçibaşı elmasının hikâyesini dinlemek istiyorlardı.
Bunu duyan Abdüsselâm Bey’in alacaklıları Hayri İrdal’ı mahkemeye verdiler. Hayri İrdal evde seneler boyu yalnız başına adamla kaldığı için elmasın yerini bildiğini düşünüyorlardı. Kaldı ki Abdüsselam Bey vasiyetnamesinde “Borçlarımın edasından sonra kalan servetimi”,”bakiye-i servetimi” gibi tabirler kullanmıştı. Hayri İrdal’da bu elmastan yanlışlıkla bahsettiği için zor durumda kalıyordu.
İnkarlar neticesinde Hayri İrdal’ın Adli Tıbba gönderilmesine karar verildi. Doktor Ramiz’le de burada tanıştı.
Doktor Ramiz psikanalize merak salmış, bir müessesede yurt dılında iki sene çalışmıştı. Tatbik edecek hasta henüz çıkmadığından Hayri İrdal’la çok ilgileniyordu. Önce başından geçenleri dinledi. Daha sonra hayatını anlatmasını istedi. Çocukluğu üzerinde fazla duruyordu. Hemen her söylediğini birkaç defa tekrarlatıyordu.
Uzun süreler boyunca Doktor Ramiz sürekli Hayri İrdal ile meşgul olmuştu. Doktor Ramiz rüyalarını anlatmasını istiyordu. Hayri İrdal hatırladığı rüyalarını anlatıyordu. Hayri İrdal boş kalan zamanlarında başta müdürün saati olmak üzere pek çok kişinin saatini tamir ediyordu. Bazılarını tamir ediyor, bazısının da alet yokluğundan sadece hastalığını teşhis ederek gönderiyordu.
Psikanalizin onuncu gününde Doktor Ramiz, Hayri İrdal’ın babasını beğenmediğini ve başka bir baba arayışı içinde olduğu kanısına vardı. Eski saati babasının yerine koyduğunu düşünüyordu.
Doktor Ramiz tekrar Hayri İrdal’ın rüyalarını anlatmasını istedi. Fakat galiba anlattığı rüyaları beğenmiyor, onu babasını beğenmeyen, her rastgeldiği yerde kendine baba arayan adamların görmesi icap eden rüyaları görmemekle itham ediyordu.
- Nasıl olur ? Sizin gibi bir adam, hastalığına uygun tek bir rüya görmüş olmasın ! Bari bundan sonra biraz gayret etseniz…
Daha sonra Hayri İrdal’a bir kağıt uzattı ;
- Size bu hafta görmeniz gereken rüyaların listesini veriyorum. - Doktor, isteyerek rüya görülür mü hiç ? Reçeteyle rüya… İmkânsız. - Bu müsbet ilimdir, dostum !Burada itiraz olmaz. Hayri İrdal bir gece rüyalarında bir aslanı üzerine saldırırken görüyor ama aslan onu yemeden uzaklaşıyor. Bu rüyayı anlatırken Doktor Ramiz : - Yazık ! Büyük fırsat kaybetmişsiniz… Çok yazık ! Biraz düşündükten sonra ilave etti. - O aslana kendinizi yedirtecektiniz. Hayri İrdal korkudan titriyordu ama Doktor Ramiz : - Evet böyle… Yahut öldürüp postuna girmeliydiniz. O zaman her şey hâl olurdu. Fakat yapmadınız… Yapamadınız… Bu fırsatı kaçırdınız ! Hayri İrdal elinden geldiği kadar teselliye çalışıyor ; - Üzülmeyin doktor, bu gece gayret ederim. Zaten doğru dürüst gitmemişti, belki bu akşam yine gelir. - Azizim, birbirimizi beyhude yere aldatmayalım! Sen iyi olmak istemiyorsun… Hiç gelir mi bir daha ? Giden gelir mi hiç ?
Daha sonra Doktor Ramiz Hayri İrdal’a acıyarak raporunu yazdı ve bunun üzerine Hayri İrdal mahkemeden beraat etti.
Hastaneden çıktıktan sonra Hayri İrdal ile Doktor Ramiz iyi arkadaş oldular. Doktor Ramiz Hayri İrdal’ın boş zamanlarında vakit geçirdiği kıraathaneye götürdü. Burası gerçekten garip bir yerdi. Burası gerçekten garip bir yerdi. Burada insan, olduğu gibi, bütün hususiyetleriyle, kabahatleriyle, sakatlıklarıyla kabul ediliyordu.
Kahveye her cins ve meşrepten insan geliyordu. Zengin mirasyedi, müfis veya tutunmuş tüccar, şöhretsiz şair, gazeteci, ressam, yüksek memur, satranç ve dama ustaları, eski pehlivanlar, bir iki Darülfünun hocası, bir yığın talebe, aktörler, musikişinaslar, hülasa her meslekten adam… Herkes bir defa rastgeldiğiyle ikince gün senli benli olurdu.
Başta kahve sahibi olmak üzere burada herkesin takma adları ve kendileri görülür görülmez hatırlanan ve hatırlatılan bir iki hikâyesi vardı. Hayri İrdal’ın bu kahveye geldikten sonra pek çok yeni insanla tanıştı. Yangeldi Asaf Bey, Cemal Bey, Nevzat Hanım, Selma Hanım, Semih Bey, Sabriye Hanım, Zeynep Hanım, bunlardan bazılarıydı. Bu kişiler bir araya gelerek İspritizma Cemiyeti adı altında bir cemiyet kurdular.
Daha sonra ise Hayri İrdal’ın hayatında bir dönüm noktasına sahip olan Halit Ayarcı ile yine burada tanışacaktı. Bu dönemde Hayri İrdal’ın bir oğlu oldu. Daha sonra ise eşi Emine vefat etti.
Hayri İrdal bu dönemlerde Cemal Bey’le beraber onun şirketinde bir süre çalıştı. Bu işten ayrıldıktan sonra çok sıkıntı çekti. Halit Ayarcı o güne kadar hiç kimsenin göstermediği şekilde Hayri İrdal’la ilgelenecek ve onunla ileride dönemin en önemli müessesesini kuracaklardı.
3. Bölüm : Sabaha Doğru Saatleri ayarlama enstitüsü adlı hikaye kitabının üçüncü bölümünde Hayri İrdal’ın işsizken çektiği sıkıntıları ve yapmak istemeyip te yapmak zorunda kaldığı şeylerden bahsedilmiştir. Hayri İrdal’ın arkadaşı olan Doktor Ramiz sayesinde tanıştığı Halit Ayarcı adlı kişiyle tanışıp, hayatına bu kişinin getirdiği bakış açıları ve mutluluk konu alınmıştır..
Hayri İrdal çok yoksulluk ve sefalet çekmiştir. Kızını Topal İsmail adlı biri istemiştir. Hayri Bey kızını bu kişiye vermek istemez. Ama yoksul olması ve kızına bakamayacak olması istemeyerekte olsa kızını Topal İsmail’e vermeyi kabul etmesine sebep olur. Hayri İrdal karısındanda şikayetçiydi. Karısı başkalarıyla kavga eder ve Hayri İrdal’a karşı tavır alırdı ve Hayri İrdal’a karşı tavır alırdı. Hayri Bey’i odasından atardı. Pakize Hanım yanılıyordu. Hayri Bey’i odadan atmak ona karşı verilen bir ceza değil aksine Hayri Bey’i sevindiren bir durumdu. Halbuki Hayri Bey onun yayında rahatsızdı. Bu rahatsızlığını şu sözleriyle belirtiyor ; Gündüz hayatında, kavga zamanları, eğlence ve sinema hariç, o kadar sakin, tatlı surette tembelliğe müsait olan karım uykuya dalar dalmaz bir nevi cambaz kesilir, kolları, elleri bacakları birdenbire çoğalır, imkanları genişler, bir örümcek gibi yüzü koyun yattığı yerden her nevi plastik danstan zenci ibadetlerine kadar perde perde yükselip alçalan bir hareket sarasına tutulur. Hayri Bey iyice bunalıma girmişti, kendini içkiye vermişti. Yine düşünürken arkasından bir el uzandı. Bu el Doktor Ramiz’den başkası değildi. Doktor Ramiz’in yanında Hayri Bey’in hayatını değiştirecek olan Halit Ayarcı vardı. Doktor Ramiz Halit Ayarcı’yı Hayri İrdal ile tanıştırdı. Sohbet ederlerken Doktor Ramiz Hayri İrdal’ın iyi bir saatçı olduğundan bahsetti. Bunun üzerine Halit Ayarcı cebindeki bozuk saati çıkararak Hayri Bey’den tamir etmesini istedi. Hayri Bey’de saatin mıknatıslandığını bununda ancak saatçilerde bulunan bir aletle yapılabileceğini söyledi. Halit Ayarcı Hayri İrdal’dan çok etkilenmişti. Bunu şu sözleriyle ifade ediyor.
- Olur şey değil… diyordu. Böyle bir adam, asrımızda bulunsun… Monşer, bu tam filozof, hem de muhtaç olduğumuz filozof.. Zaman felsefesi … Anladınız mı ? Zaman yani çalışma felsefesi… Siz de filozofsunuz Hayri Bey, hem hakiki bir filozofsunuz ! diyordu.
Hayri İrdal’ında Halit Ayarcı’dan öğreneceği çok şey vardı. Hayri Bey hayata karamsar bakıyordu. Hayri Bey doğdu doğalı hayata dürbünün ters tarafından bakıyordu. Halit Ayarcı ona dürbünün bakılacak yerini göstermişti. Hayri Bey Halit Ayarcı’ya minettardı. Artık hayata inanıyordu. Gerçekten de Halit Ayarcı Hayri İrdal’ın hayatını değiştirecekti. Halit Ayarcı Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı küçük bir daire açtı. Hayri İrdal’ı da bu dairede görevlendirmişti. Bu enstitünün belli amaçları vardı. Eski saat ustalarını tanıtmak …Ve bu enstitüye bağlı ayar istasyonları açarak saatleri durmuş hanımların ve beylerin saatlerinin ayarlarını düzeltmek için yol üstüne uğrayacakları küçük yerlerdi. Burada genç hanımlar, beylerin, genç ve güzel delikanlılar da hanımların saatlerini küçük makbuz mukabili bir ücretle kurup ayarlıyacaklardı.
Hayri Bey bu enstitünün ayakta durabileceğine inanmıyordu. Kendisine yeni iş bakmaya bile başlamıştı. Ama Halit Ayarcı’nın şu sözleri onu yine ikna etmişti. Bu istasyonlara öyle zarif bir şekil vereceği, o kadar güzel elemanlar bulacağız ki, en işlek mağazaları geçecek… Siz bana inanın ! diyordu.
Halit Bey rahat insandı. Bu para meselesi, filan değildi. Alelade kendine güvenme hissi de değildi. Daha başka bir şeydi. Hayatla herhangi bir şeyle oynar gibi oynuyordu. Onu tanıdığımdan beri ister istemez hep onun verdiği çerçeveler içinde düşündüğümü, hatta onu taklit ederek yaşadığımı bir defa daha anladım.
Yine de Hayri Bey bu işten anlamadığını Halit Ayarcı’ya yanlış kişiyi seçtiğini söylüyordu. Halit Ayarcı bakın dedi, bu işlerde tek güçlük varsa oda insanı seçmektir. Burada haklısınız. Daima takımı iyi seçerim.
- Hayır hiç olmazsa bende aldandınız. Ben bu işe inanmıyorum. Bunu sizde biliyorsunuz. Azap çekiyorum. - Daha iyi ya ! Onun için her adımda, her harekette muvaffak oluyorsunuz. Başkalarının otomat gibi hareket edecekleri yerde canlı insan olarak yaşıyorsunuz ! sözleriyle Hayri İrdal’ı cesaretlendirmeye ve işine sıkı sıkı sarılmasına uğraşıyordu. Çünkü biliyordu ki Hayri İrdal’da müthiş bir yetenek ve kabiliyet olduğunu. Bu yüzden ona çok toleranslı davranıyordu. Yapılan bir işle bilmenin önemli olmadığını, bilgi bizi geciktirir, bilginin ne sonucunun ne de gayesinin olduğu, meselenin yapmak veya yaratmak olduğunu Hayri İrdal’a kabul ettirmeye çalışıyordu. Bütün bunları Halit Ayarcı neden yapıyordu ? Aralarındaki şu diyaloğu ile her şey açığa çıkıyordu.
- Söyleyeyim; Aynı yollardan geçtiğimiz için. Sizi çok seviyorum ve size düşmanım. Bana kendimi çok hatırlatıyorsunuz. Hiçbir zaman sizin gibi olmadım. Hiçbir zaman şaşırmadım ve ezilmedim… Fakat bir tarafınız var ki … - Siz bana hayatı sevdirdiniz ! dedi. Şehzade başında o kahvede haliniz, o gülünç meusiyetiniz, biçare kederleriniz, silkinip altından bir türlü çıkamadığınız yükler. Siz benim en güzel aynamsınız ! sözleriyle onu neden bu işi sevdirmeye ve ayrılmasına engel olmak istediğini belirtiyordu.
4. Bölüm : Her Mevsimin Bir Sonu VardırBu bölüm roman içerisinde kahramanımızın yaşadığı olayların bağlanarak kitabın tamamlandığı bölümdür. Bu bölümde enstitü içerisindeki gelişmeler tüm ayrıntıları anlatılmakta. Önceki bölümlerde olduğu gibi kişilerin ve toplulukların hareketleri ve durumlara karşı tepkileri ayrıntılı bir şekilde ve diyaloglara bağlanarak anlatılmaktadır.
Bölümü genel olarak ele aldığımızda ensitünün gelişmesini kahramanımızın halasının verdiği büyük koktey ile bağlamaktadır. Ardından çeşitli ülkelerinde bu enstitüye benzer kuruluşlar açtığı dile getirilmektedir. Bu enstitüye yurt dışından karşı çıkanların ise tepkilerini genel olarak ; “Sanayi hayatı kâfi derecede gelişmiş olduğu için böyle bir müesseseye gerek yoktur.” Şeklinde ifade etmiştir.
Yeni enstitübinası için Halit Ayarcı tarafından açılan yarışma şartnamesinde : “Müessesenin modern mahiyetine ve adına uygun bir şekilde orijinal ve yeni üslûpta” kısmını kahramanımız “Ve adına dıştan ve içeriden uygun şekilde” şeklide değiştirmiştir. Kahramanımız tarafından yeterince gereksiz ve sadece Halit Ayarcı’ya tepki olarak eklenen bu kısım kendi başına iş açmıştır. Halit Ayarcı enstitü binası için gelen bütün teklifleri saat zaman kavramlarını yansıtmadığı gerekçesiyle geri çevirmiştir. Ardından kahramanımız Hayri İrdal’ı görevlendirmiştir.
Bölümün bu kısmında yapılması lüzumsuz görülen birçok şeyin sadece Halit Ayarcının “Fonksiyonun kendi üretecek” sözüne bağlı kalarak gerçekleştirildiğini görmekteyiz.özellike romanın ilerleyen kısımlarında tüm yapılanlar yenilikçi ve yaratıcı olarak görülüp tebrik edilmiştir. Öyle ki kahramanımız yaptığı işlerden dolayı yurt dışında 2 nişan almış ve Mimarlar Cemiyetinin Fahrî âzası seçilmiştir. - 2 - Halit Ayarcı, kahramanımızın başarılı görünmesi üzerine, Saat Evleri’nin yapımı ile ilgilenmesini istemiştir. Fakat onları destekleyen, tebrik eden tüm akrabaları, tüm personel herkes buna karşı çıkmıştır. Hatta ilk defa Hayri İrdal’ın karısı, kızı ve damadı aynı fikirdeydiler. Hepsi de kahramanımızın modern ve yenilikçi bir şekilde evleri tasarlamasına karşı çıkıyorlardı.
İnsanların kendi çıkarlarını etkileyecek bir olayda, o zamana kadar desteklemelerine rağmen karşı tavır aldıkları gözlenmektedir. Bu yüzden Hayri İrdal’ın çevresini ve hatta akrabalarının ona düşmanca tavır takındıklarını görmekteyiz.
Bütün olanları ve herkesin bu şekilde davranmasını kahramanımız doğru görmesine rağmen Halit Ayarcı kabul etmek istemiyordu ;
- Nasıl olur ? diyordu, nasıl olur ? Dünyanın en modern müessesinde, en mükemmel ve yeni şartlar altında ve bu kadar yenilik içinde çalışan bu insanlar bu işi nasıl anlamazlar ? O halde enstitüde ne işleri var ? Niçin yeni binayı alkışladılar ? Niçin bizi tebrik ettiler ? Demek yalan söylüyorlar !…
Ben Halit Ayarcı’ya vaziyeti anlatmaya çalışıyordum :
- Hayır, yalan söylemiyorlar, diyordum. İkisinde de samimî idiler. Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar. - Böyle şey olur mu ? Bir insan iki türlü düşünür mü ? İki türlü mantık bir kafada bulunur mu ?
Halit Ayarcı hakikaten meyustu.
- Tabiî bulunur. Daha doğrusu menfaatler istikametini değiştirirse mantık da değişir. - Ben anlamıyorum doğrusu bunu !… Bütün eserim yıkıldı. Bu müessese artık benim değil!
Halit Ayarcı gerçekten bu durumdan şaşırmış ve yaptığı her şeyin kurumun açılmasının ve yaptıkları işlerin yersiz yere gerçekleştiğini düşünmeye başlamıştır. Artık enstitüyü bırakmıştır. Ona göre enstitü onu - inkâr - etmiştir.
Halit Ayarcının enstitüye gelmemesi üzerine Hayri İrdal işleri tek başına yürütmeye çalışır fakat yurt dışından gelen bir heyet ile başa çıkamaz. Heyeti Halit Ayarcı’nın yaptığı gibi karşılamaya çalışır ancak heyet kayıtsızca ayrılır.
Tekrar odama döndüğüm zaman heyetin reisi kendisine ikram ettiğim içkiyi kabul edeceği yerde doğruca telefona koştu ve 0135’i arayarak saatin kaç olduğunu sordu. Aldığı cevap üzerine evvelâ duvardaki saate, sonra yüzüme baktı.
- Böyle bir kolaylık varken bu müesseseye ne lüzum var ?
Saatleri Ayarlama Enstitüsünün kapanma haberi gelince o güne kadar çok iyi geçinen tüm akrabalar ve personel birbirlerine özellikle de Halit Ayarcı ile Hayri İrdal’a düşman olmuşlardır.
Bu kısım Halit Ayarcı’nın yersiz olarak açtığı bir enstitünün kapanışını anlatmaktadır. Kapanışı sırasında birbiriyle dost görünen herkesin birbirine özellikle de Halit Ayarcı ile Hayri İrdal’a düşman kesilmesi anlatılmaktadır.
Kitabın son kısmında ise; Pakize’nin hazırladığı davet anlatılmıştır. Davette herkes düşmanca bir tutum sergilemektedir. Ancak Halit Ayarcı’nın davete gelerek Enstitünün kapanışı sırasında herkesin görevli olduğunu bildirmesi ile birlikte, herkes eskisi gibi ve hatta daha fazla dost görünmektedirler.
Birdenbire yüzü karardı : - Zaten onlar için yaptım, bu işi… dedi. Fakat ayar istasyonlarında çalışanlar için bir şey yapamayız! Ona da siz çalışın.
- Siz dedim, siz niye çalışmıyorsunuz ? Yüzüme hayretle baktı :
Mutluluğu ve hüznü birarada bulunduran, uyandığında gördüğün güzel rüyanın bitmesine üzüldüğün fakat o rüyayı gördüğün için mutlu olduğun hissini yaşatan bir kitap.En sevdiğim romanı burada görmekten ben de mutluluk duydum teşekkür ederim.