Ruya

xsxulem

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
687
23
52
DIŞARISI ÇOK SOĞUKTU. Üşüyordum. Üstümde yırtık bir palto vardı. Palto bedenimi tamamen sarmıyor, yırtık kısımlardan giren rüzgâr vücuduma işliyordu. Bedenim tir tir titriyor, dişlerim birbirine vuruyordu. Bir yere sığınmam gerektiğini biliyordum. Ama çevremde sığınacak bir yer yoktu. Herhangi bir yön tutturmuş, gidiyordum. Gittiğim yön kuzey mi, güney mi, batı mı, doğu mu, belli değildi. Sadece gidiyordum.

Kendimi, bedenimi, hislerimi, düşüncelerimi unutmuştum. Ne hale geldiğimi tahmin bile edemiyordum. Varlığımı hissedemiyordum. Yıllarca sanki bu yürüyüşü yapıyordum. Ve yıllarca yüzümü hiç görmemiştim. Yüzümün ne hale geldiğini merak ediyordum. Ben kimdim? Nasıl bir varlıktım? Orada ne işim var, niye yürüyüp duruyorum, bilmiyordum. Yürüyüşümün bir anlamı, nedeni olmalıydı. Ama bu soruların cevabını bulamıyordum. İçimde kendime bakmak için büyük bir istek vardı. Bir yandan da, bundan korkuyordum. Nasıl birini görecektim? Gördüğüm, benim yüzüm mü olacaktı? Hiç görmeden varlığını hissettiğim yüzüm benim yüzüm müydü peki?

Ayakkabılarımın altı delinmiş, soğuktan buz kesmişti. Soğuk hava ayakkabının deliğinden içeri girip cildimi bir bıçak gibi lime lime doğruyordu. Sıcak bir yere gitmek istiyordum. Yağmurun, karın, rüzgârın işlemeyeceği bir yer arıyordum. Karşıma bir kulübe çıktı. İçeri girdim. Kimse yoktu. İçerisi dışarıya göre biraz daha sıcaktı. Pencereler yarı yarıya açıktı. Salonun dört duvarında çok büyük aynalar asılıydı. Odanın ortasına geldim. Aynalar yerinden düştü düşecek bir çiviye tutturulmuştu. Dışarıda rüzgârın uğultuları geliyor, aynalar açık pencerelerden gelen rüzgârla yere ha düştü ha düşecek gibi duruyordu. Aynaların duvarda çivilere asıldığı ipin bazı yerleri iyice incelmişti.

Kulübeden içeri girip aynalı salona vardığımda, bir yandan çok sevinçli, bir yandan da çok gergindim. Kendimi görebilme imkânına kavuşmam beni çok sevindirmişti. Nihayet kendimle buluşacaktım. Öte yandan, karşılaşacağım kendimin nasıl olacağının tedirginliği vardı.

Aynalara bakmak ürkütücü geliyordu. Yüzümü aynaya çevirmeden önce gözümü sımsıkı kapadım. Sonra korka korka ve yavaş yavaş açtım. Tam karşımdaki aynada kendimi görmüştüm. İşte oradaydım. Uzun bir aradan sonra kendimle ilk karşılaşmamdı bu. Ben oydum. İçimi tuhaf bir duygu kaplamıştı. Kendimi bulmanın duygusu tüm benliğimi sarıp sarmalıyordu. Tüm üşümem gitmişti. Vücudumu tatlı bir sıcaklık kapladı. Sonra şiddetli bir rüzgâr esti. Karşımdaki aynanın ipi koptu ve ayna yere düştü. Ayna paramparça olmuştu. Ayna kırılınca ben de yok olmuştum. Kendimi kaybetmenin acısı tekrar içime çökmüştü. Olduğum yere çivilenmiş, şaşkın halde dururken, diğer aynalar aklıma gelmişti.

Başımı çevirip sol tarafımdaki aynaya bakmaya karar verdiğim an, yine şiddetli esen bir rüzgâr onu da aşağı indirmişti. İyice heyecanlanmaya, paniklemeye başlamıştım. Kendimi, buldum dediğim yerde kaybediyordum. Elimde iki fırsat daha vardı. Sağımda duran aynaya yavaşça döndüğümü hatırlıyorum. Bir an aynada kendimle karşı karşıya kalmıştım. Muhteşem bir duyguydu bu. İnsanın en değerli varlığı kendisiydi ve ben onu nihayet bulmuştum. Daha isteyebileceğim birşey kalmamıştı dünyada. Artık ayakkabılarımın altındaki deliğin, paltomun yırtık olmasının bir önemi yoktu. Soğuk beni etkilemiyordu.

Tam o an pencere menteşeleri gıcırdadı, kapılar çarptı, bir uğultu koptu, şiddetli yeni bir rüzgâr dalgası odayı doldurdu, aynayı ve beni aşağı indirdi, aynayla birlikte ben de paramparça oldum. Neden kendimi bulamıyordum? Neden aynalar parçalanıyordu? Aynalar parçalanınca ben neden yok oluyordum?

Artık yalnızca arkamdaki duvarda asılı olan ayna vardı. Çok korkuyordum. Onun da yere düşmesini, parçalanmasını istemiyordum. Varlığımı arıyordum. Bulduğum dediğim an neden kaybediyordum? Ya arkamdaki ayna da kırılırsa diye dehşet içindeydim. Aklıma pencereler gelmişti. Hızla pencereleri kapatmaya koşmuştum. Ama pencereler kapanmıyordu. Bir santim bile kımıldatamamıştım. Sanki taştan, sabit penceler halini almışlardı. Kan ter içinde kalmıştım. Kendimi hiçbir yerde göremeyecektim. Kendimi hissedemiyordum artık. Kalbim sıkışıyordu. Nefes alışlarım zorlaşmıştı. Sanki bir el beni boğuyor, varlığımın soluğunu kesiyordu. Yine şansımı denemek istiyordum. Bu kez hızla geri dönecek, atak davranacak ve aynada kendimi görecektim. Ama ayna beni istemiyordu sanki. Beni göstermek istemiyordu. Sanki bilerek rüzgârı yanına çağırmıştı. Bir saniye kadar, aynada kendimi görebildim. Şiddetli bir rüzgâr önce aynayı sağa sola sallamaya başladı. Aynadaki ben de, aynayla birlikte, bir sağa bir sola, sarkaç gibi sallanıyordum.

Sonra olan oldu. Son ayna da yere düştü. Kendimi paramparça hissediyordum. Bir hiçtim. Yoktum.


Kırmızı rüyasını yazmayı bitirdikten sonra defterini kapattı ve yeniden yatağına uzandı. Bir saat önceki rüyasının hâlâ etkisindeydi. Tüm bedeni kan ter içinde kalmıştı. Zor nefes alıyor, sanki nefesi yetmiyor, odada hiç hava kalmamış gibi hissediyordu. Yataktan kalktı. Pencereyi açtı. Derin derin nefes aldı. Evrendeki tüm havayı içine almak istiyordu. Ama hava akciğerlerine gitmiyordu. Göğsünün üstünde tonlarca yük vardı. Kalbinin yerinden çıkacak gibi attığını farkedince, kalp krizi mi geçiriyorum diye korktu. Rüya gördüğünü hatırlayınca biraz rahatladı. Annesini uyandırıp uyandırmama konusunda karar veremedi. Tuvalete gitti. Gürültüsüne uyanan kedisi uyuduğu yerden doğruldu, esnedi, tüylerini yaladı, sonra başını ön ayaklarının üzerine koyarak tekrar uykuya daldı. Kırmızı odasına geri döndü. Pencereden dışarı bir kez daha baktı. Etrafın sessizliği onu korkuttu. Her tarafı karanlık bir örtü kaplamıştı. Gökte ay vardı, insanların yüreğinde ise acı... Kırmızı, kaç insanın daha şu an kendisi gibi acı çektiğini, korkulu bir rüyayla gece uykusundan uyandığını düşündü. Yeryüzünün kısmetine düşen, ay değil, acıydı. Ay tepsi gibi yuvarlaktı. Birkaç yıldız, diğerlerine göre daha parlaktı.
 
X