- 3 Ocak 2008
- 214
- 0
PUZZLE IN SON PARÇASI
Belki de en kötü huyum sessizlikti… Sükût… Ne zaman koysam yan yana kelimeleri hiç biri cümle içindeki yerini beğenmedi. Yüklemlerim eylemsizliklerde kayboldu, öznelerim gizlenmişlikleriyle yetindi… Tam sıralamışken ardı ardına sözcükleri biri geldi şöyle bir el gezindi üstünden, bozdu umarsızca… Beni suskunluğuma gömüp gitti.
Yapamadım… Kurmaya çalıştıkça yenilerini eller değdi üzerine, oysa ben çığlıklarımı attım kulakları patlatırcasına bir sesle, duyuramadım. Ve işte bundandır ki lal oldu dudaklarım.
Toplayamadım bir türlü kelimeleri, ağzımdan dökülenler belli belirsiz saçıldı dört bir yana. Kimisi en sevdiğinin yanına sığındı kimileri bir daha ortaya çıkmamacasına en kuytu köşelerde izini kaybettirdi. Onlar isyan ederken cümlesizliklerine, dağılmışken dört bir yana her seferinde aynı suskunluğun içine sıkıştırmaya çalıştım. Hepsini suskunluğun olduğu en mahrem mabedime koyacaktım, bir daha kaybolmayacaklardı içimdeki yerlerinde oturacaklardı, başaramadım.
Peşlerinden gittim. Bir dudak izi, sessiz bir soluklanma, bir karartı bulabilmek için dört bir yana attım kendimi. Toplamaya çabaladım. Tam birini yakalamışken diğerleri saklandı kuytu köşelere, karşı koyamadım. Oysa toplamak demek en dipsiz köşelere saklamak demekmiş, anladım.
Vazgeçtim peşlerinden gitmekten. Kendi yolumu seçtim, her seçiş bir vazgeçiştir bildim. Varsın dağınık kalsınlar dedim kendime. Hayat da öyle değil mi?
Sanki bir puzzle ın içinde yaşıyoruz. Ne zaman ki parçalar yerlerine oturacak o zaman ödülü alacaksın. Alabildiğine mutlu olmak! Bizse tamamlamak için önce parçaları biriktirmeye çalışıyoruz. Oysa ne kadar çok parça geçerse elimize yerleri o kadar karışacak hesap etmiyoruz bunu. Ve toplamaya çalıştıkça daha çok eşeliyoruz önümüzdekini, daha çok savuruyoruz köşelere, diplere. An geliyor o son parça yüzünden mutluluğumuzdan oluyoruz.
Belki de dağınık bırakmak lazım kelimeleri de hayat gibi. Toplamaktan vazgeçmek, koşmaktansa savrularak her yere, kendi adımlarınla yürümek… Suskunluğun esaretinden beraat etmek.
Belki de en kötü huyum sessizlikti… Sükût… Ne zaman koysam yan yana kelimeleri hiç biri cümle içindeki yerini beğenmedi. Yüklemlerim eylemsizliklerde kayboldu, öznelerim gizlenmişlikleriyle yetindi… Tam sıralamışken ardı ardına sözcükleri biri geldi şöyle bir el gezindi üstünden, bozdu umarsızca… Beni suskunluğuma gömüp gitti.
Yapamadım… Kurmaya çalıştıkça yenilerini eller değdi üzerine, oysa ben çığlıklarımı attım kulakları patlatırcasına bir sesle, duyuramadım. Ve işte bundandır ki lal oldu dudaklarım.
Toplayamadım bir türlü kelimeleri, ağzımdan dökülenler belli belirsiz saçıldı dört bir yana. Kimisi en sevdiğinin yanına sığındı kimileri bir daha ortaya çıkmamacasına en kuytu köşelerde izini kaybettirdi. Onlar isyan ederken cümlesizliklerine, dağılmışken dört bir yana her seferinde aynı suskunluğun içine sıkıştırmaya çalıştım. Hepsini suskunluğun olduğu en mahrem mabedime koyacaktım, bir daha kaybolmayacaklardı içimdeki yerlerinde oturacaklardı, başaramadım.
Peşlerinden gittim. Bir dudak izi, sessiz bir soluklanma, bir karartı bulabilmek için dört bir yana attım kendimi. Toplamaya çabaladım. Tam birini yakalamışken diğerleri saklandı kuytu köşelere, karşı koyamadım. Oysa toplamak demek en dipsiz köşelere saklamak demekmiş, anladım.
Vazgeçtim peşlerinden gitmekten. Kendi yolumu seçtim, her seçiş bir vazgeçiştir bildim. Varsın dağınık kalsınlar dedim kendime. Hayat da öyle değil mi?
Sanki bir puzzle ın içinde yaşıyoruz. Ne zaman ki parçalar yerlerine oturacak o zaman ödülü alacaksın. Alabildiğine mutlu olmak! Bizse tamamlamak için önce parçaları biriktirmeye çalışıyoruz. Oysa ne kadar çok parça geçerse elimize yerleri o kadar karışacak hesap etmiyoruz bunu. Ve toplamaya çalıştıkça daha çok eşeliyoruz önümüzdekini, daha çok savuruyoruz köşelere, diplere. An geliyor o son parça yüzünden mutluluğumuzdan oluyoruz.
Belki de dağınık bırakmak lazım kelimeleri de hayat gibi. Toplamaktan vazgeçmek, koşmaktansa savrularak her yere, kendi adımlarınla yürümek… Suskunluğun esaretinden beraat etmek.