Polonya'nin Siyasi sistemin Gelişmesi

E

EU1

Ziyaretçi
Polonya bir parlamenter cumhuriyettir. Resmi adı 16. yüzyılının başlarında belirlendi. Ulusal ambleması, yedi yüzyıldan daha uzun geçmişe dayanan bir sembol: Kırmızı zemin üzerinde beyaz kartaldır. Polonya'nın ulusal renkleri ise kırmızı ve beyazdır. Özel törenlerle kutlanan iki ulusal bayramı vardır: Avrupa'nın ilk, dünyanın ise ikinci anayasası olan Polonya Anayasa'nın 1791’de imzalanışının yıldönümü 3 Mayıs'ta, Bağımsızlık Bayramı ise 11 Kasım’da kutlanır.

Polonya’nın Türk dilindeki eski adı Lehistan’dı. 966 yılında Lehistan Krallığı Hıristiyanlığı kabul etti ve o günden bugüne kadar Polonya en koyu Katolik ülkeler arasında yer almaktadır. Asırlar boyunca Polonya, her zaman güçlü bir kraliyet hakimiyeti altında yaşadı. Bununla beraber asilzadeler sınıfı ve aristokrasi de siyasette çok önemli bir rol oynadılar. XV. ve XVI. yüzyıllarda Lehistan, Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri oldu. Polonya ve Türkiye gibi dönemin iki güçlü devleti arasındaki ilk temaslar böylece oluştu ve çoğunlukla dostane ilişkiler kuruldu. Polonya krallarının saltanatı hiçbir zaman fazla otoriter olmamıştı. Gittikçe güçlenen soylular sınıfı krallardan çeşitli imtiyazlar koparmayı başardı ve devletin siyasi bünyesini zayıflattılar. Böylece Polonya, parlamenter sistemle de erken tanışmış oldu; çünkü krallar ancak asilzadelerin rızasıyla ve seçimler neticesinde tahtlarına oturabiliyorlardı. Değişen ekonomik ve siyasal yapı, güçlenen komşularla yürütülen savaşlar ve içerde hiç kesilmeksizin devam eden anlaşmazlıklar, devleti çok yıpratmıştı. Böylece Lehistan Krallığı XVIII. yüzyılın sonunda Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından parçalandı ve 150 yıl boyunca Avrupa haritasından silindi. Bilindiği gibi, Polonya’nın bu parçalanışını hiç bir zaman kabul etmeyen tek devlet, Türkiye oldu. Bu dönemde Polonyalılar dört defa işgal kuvvetlerine karşı ayaklandılar, ama başarılı olamadılar.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya yine özgürlüğüne kavuştu. Siyasi sistem parlamenter demokrasi oldu ve her alanda gerçekleştirdiği olağanüstü gelişmelerle Polonya, Batı Avrupa ülkeleri seviyesine ulaştı.

II. Dünya Savaşı neticesinde, birçok Doğu Avrupa ülkesi gibi Polonya da, Yalta ve Potsdam konferanslarında Sovyet Rusya'nın "himayesi" altına verilmiştir. Polonyalılar, bunu kabul etmek istemediler. Daha savaş sırasında, yani 1944 yılında, Varşova’da ümitsiz, ama Polonyalıların antikomünist iradesini ortaya koyan büyük bir isyan başlatıldı. Koyu Katolik olan ve özgürlüğüne tutkun bu ülke, Sovyet Bloğu içerisinde yaşamak istememişti, ama çaresizdi.

Sevmediği ve asla benimsemediği, bu sözde sosyalist sistemin değişmesi için Polonya halkı, her on yılda bir giriştiği çeşitli ayaklanmalar ve isyanlarla (1956 – Poznan Ayaklanması, 1970 – Gdansk Ayaklanması, 1976 – Radom Ayaklanması) antikomünist iradesini gösteren önemli denemelere girişti. Her girişimle sosyalist sistemi azar azar gevşetmeyi başardı. Son hamle; "Dayanışma Haraketi”nin örgütlenmesi, büyümesi ve (1980 – Gdansk grevlerinden başlayarak) giriştiği protesto eylemleriyle bütün halkını uyandırması oldu. 1981 yılında General Jaruzelski (Yaruzelski), bu sel gibi büyüyen hareketi sıkı yönetim ilan ederek durdurmak istedi. Askeri müdahale, “Dayanışma”yı ancak bir kaç yıl için durdurabildi. 1989’un ünlü "Yuvarlak Masa" görüşmelerinde, Polonya'nın o güne değin karşı karşıya bulunan bütün siyasi güçleri anlaştılar ve bunun sonucunda Polonya’daki komünist sistem yıkıldı.

1989'da Lech Walesa (Leh Valesa), Adam Michnik (Adam Mihnik), Jacek Kuron (Yatsek Kuron) ve Tadeusz Mazowiecki (Tadeuş Mazovietski) gibi Katolik ve laik eğilimli işçi liderleri ve aydınların önderliğindeki “Dayanışma Hareketi” yapılan ilk serbest seçimleri kazanıp iktidara geldi. İlk demokratik hükümet, mimarlığının iktisatçı Leszek Balcerowicz'in (Leşek Baltseroviç) yaptığı bir "şok terapi" programıyla piyasa reformlarını başlattı. Ekonomide liberalleşmenin ilk dönemdeki olumsuz etkileri, en çok “Dayanışma”nın asıl seçmenleri olan Katolik eğilimli işçilere dokundu.

1983 seçimlerini, ekonomik reformlara karşı muhalefet eden eski komünistler kazandılar ve tutucu Köylü Partisi ile iktidara geldiler. Dayanışmanın efsanevi lideri Lech Walesa da 1995'te Cumhurbaşkanlığı koltuğunu, Demokratik Sol'dan genç bir teknokrat olan Aleksander Kwasniewski'ye (Aleksander Kvasniyevski) kaptırdı. 1997 yılında yapılan son parlamenter seçimlerden sonra Walesa, yeni bir parti kuracağını açıkladı. 2000 yılında ise Aleksander Kwasniewski ikinci kez Polonya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçildi (aynı yılın Nisan ayında Türkiye'yi ziyaret etmişti).

Rusya’daki benzerlerinden tamamen farklı olarak, Polonya’nın sözde komünistleri, keskin bir dönüş yapıp piyasa, AB ve NATO yanlısı bir parti haline geldiler. İktidara gelir gelmez, Balcerowicz'in başlattığı reformları sürdürdüler. Ekonomide makro ekonomik istikrar sağlandı; enflasyon yüzde 13 dolayına düştü; GSMH 4 – 5 yıl üst üste yüzde 4 – 7 oranında büyüdü; yaşam standardı hissedilir bir şekilde iyileşti. Ve eski komünist, yeni sosyal demokratlar, 1997'de yapılan parlamento seçimleri sırasında oy oranlarını 7 puan arttırıp yüzde 27’ye yükseltmelerine rağmen, yine de iktidarı kaybettiler.

Bunun bir nedeni, 1997 seçimlerine sağın bütünleşmiş olarak girmesiydi. Gösterilen ikinci bir neden ise şuydu: Halk, ekonomik büyüme ve refah artışından memnun olmakla beraber, eski komünistlerin ülkeyi yönetme biçiminden huzursuzluk duyuyor.

1997 seçimlerinin galibi olan “Dayanışma”, Marian Krzaklewski adlı bir mühendisin, sendikalardan ve köylülerden, koyu milliyetçiler ve koyu Katoliklerden oluşan 40 ayrı grubu bir araya getirerek kurduğu seçim ittifakı, beklemedik bir şekilde yüzde 34 dolayında oy alarak 460 kişilik parlamentoda en büyük grubu (201 sandalye) kurdu. Laik eğilimleri güçlü olan ana muhalefet partisi Demokratik Sol İttifak (SLD) seçimlerde yüzde 27 oy toplayarak ikinci oldu. Liberal Özgürlük Birliği (UW) ise yüzde 15 oy ve 60 milletvekili ile üçüncü sıradaydı. Sonuçta, “Dayanışma” seçim ittifakı ile Liberal Özgürlük Birliği arasında yapılan anlaşmaya göre bir koalisyon hükümeti kuruldu. Milli Meclis’te iki ufak parti daha yer almaktadır: Köylü Partisi (PSL) ve devletçi Rekonstrüksyon Partisi (ROP). Polonya Cumhurbaşkanı, Aleksander Kwasniewski, yeni iktidarla işbirliği yapacağını açıkladı.

2001 yılında yapılan parlamento seçimleri sonucunda yine sosyalistler yine iktidara geldiler. Demokratik Sol İttifak (SLD) ve Çalışma Birliği (UP)'den oluşan bir koalisyon, %41,04 oy kazanıp şu anki parlamentoda 5. güç olan Çiftçiler Partisi (PSL) ile ortak bir hükümet kurabildiler. Polonya'nın yeni Başbakanı Leszek Miller (Leşek Miller) oldu. 1997 – 2001 yılları arasında iktidar olan Dayanışma ve Liberal Özgürlük Birliği (UW) ise bu kez parlamentoya hiç giremedi.

Polonya Parlamentosu'nun 4 yılda bir yenilenen iki meclisi vardır: Ulusal ve bölgesel seçim belgelerinden nispî temsil esasına göre seçilmiş 460 milletvekilinden oluşan esas Meclis (Seym) ile iller ("voyvodalık") bazında basit çoğunluk sistemiyle seçilmiş 100 temsilciden oluşan Senato. Mayıs 1997'de kabul edilen yeni anayasaya göre cumhurbaşkanının, hükümetin 4 ay içinde güvenoyu alamaması ya da bütçe kanunun kabul edilmemesi halinde parlamentoyu fesih yetkisi bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı, ayrıca kanunları (bütçe istisnasıyla) veto edebilir, ancak parlamento veto edilen bir yasayı ancak beşte üç çoğunlukla kesin şekilde onaylayabilir.

Beş yılda bir iki turlu basit çoğunluk sistemiyle, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının yetkileri yeni anayasayla biraz da kısıtlandı. Polonya’da yarı-başkanlık sistemi yoktur.

Polonya’da azınlık yok gibidir. En büyük grubunu Almanların oluşturduğu azınlıklar, nüfusun sadece yüzde 1'idir. Anayasa, azınlıkların dil ve kültürlerini koruma ve geliştirme hakkını güvence altına almaktadır