• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Pelin Batu: Erdoğan, diskoda eğlendim diye babama hesap sormuştu!

okypete

Nirvana
Kayıtlı Üye
28 Mart 2008
84.873
40.718
698
Pelin Batu: Erdoğan, diskoda eğlendim diye babama hesap sormuştu!
http://t24.com.tr/haber/pelin-batu-erdogan-diskoda-eglenmemin-hesabini-babama-sormustu,329167
"Toleranssızlığını ve tahammülsüzlüğünü, 16 yaşındaki bir çocuk olarak görmüştüm"
page_pelin-batu-erdogan-diskoda-eglenmemin-hesabini-babama-sormustu_945584524.jpg



Gazeteci-yazar Pelin Batu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın özel hayatına müdahale eden bir yaklaşımda bulunduğunu öne süren bir hikâyeyi anlattı. 16 yaşında New York tatili sırasında annesiyle bir gece kulübündeki görüntülerinin medyaya "Diskoda coştular" şeklinde düşmesinin ardından o dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Erdoğan'ın, CHP'li emekli büyükelçi olan babası İnal Batu'ya “Kızımız da…” diye kinayeli bir sözle şikâyette bulunduğunu söyledi. Batu, bu durumu aile içinde konuştuklarını ve hayatlarına dışarıdan müdehale olmasını ‘garipsediklerini’ ifade etti.

Nokta dergisinden Fatih Vural'ın sorularını yanıtlayan (22 Şubat 2016) Pelin Batu, "Karşı tarafa olan toleranssızlığını ve tahammülsüzlüğünü, 16 yaşındaki bir çocuk olarak görmüştüm ve bu nedenle sonrasındaki Erdoğan’a da hiçbir zaman şaşırmadım" dedi.

Batu, babasıyla Erdoğan arasında geçen başka bir diyaloğu da şöyle anlattı:

"Kalabalık bir ekiple geldiği için, babam onlar adına bir resepsiyon verdi. O resepsiyona da babam, New York Times gibi üst düzey birçok gazeteden gazetecilerle, diplomatları davet etmişti. Bu insanları, Erdoğan ve ekibiyle tanıştıracakken, Erdoğan 'İçki vermeyin' demiş. Babam da 'Böyle bir şey olamaz. İsteyen içer, isteyen içmez. Siz istemiyorsanız içmezsiniz' diye karşı çıkmış."
 



tam röportaj noktada..



Pelin Batu: Erdoğan, diskoda eğlenmemin hesabını babama sordu




  • Sadece bir oyuncu, şair ve yazar yok karşımızda. Pelin Batu, son yıllarda tarihçi kimliğiyle ve vicdanıyla kaleme aldığı politik yazılarıyla karşımıza çıkıyor. Bu yönü, onu ciddi bir hedef haline getirmiş.

    Batu, “İş, ölüm tehditlerine vardı. Mütecaviz, saldırgan tipler, ‘Seni sıkıştıracağız, öldüreceğiz. Gününü göreceksin. Bu ülkede seni yaşatmayacağız’ tehditleri yolluyor. Bunlar gibi onlarca tehdit alıyorum” diyor.

    Sur’a ve Cizre’ye gittikten sonra bu tehditlerin sayısı artmış. Bütün bu yaşadıklarını,“Gezi’den beri ‘Ya bendensin ya değilsin.Tarafını seç!’ tohumu ekenler, karşılığını alıyor! Nefret tohumlarıyla büyüyen ağaçlardan topladığımız ölüm meyvelerini yiyoruz şu anda” sözleriyle gerekçelendiriyor ve ekliyor: “Bir delinin teki, ne malum ki bıçağı saplamayacak! Yalnız başına bir kadınım. Artık arkamda babam da yok!”

    CHP’li, diplomat bir babanın tarihçi kızı Pelin Batu siyasal İslam düşüncesiyle ve Tayyip Erdoğan figürüyle ne zaman, nasıl tanıştı?

    Ben, Türkiye’ye 1999 yılında geldim. Babam o sırada Roma’daydı. Tipik bir diplomat psikolojisiyle “Çocuklar, eğitiminizi yurtdışında tamamlarsanız bir daha Türkiye’ye dönmezsiniz. Çünkü burayla hiçbir bağınız yok” demişti. Türkiye’de daha önce dört yıl okumuştum; ama başka anılarımız yoktu. Türkiye’ye dönünce kardeşimle birlikte Boğaziçi Üniversitesi’ne girdik.

    2000’li yılların başında İstanbul ve Türkiye ışıldamaya başlamıştı. Bunun hem konjonktürel olduğunun farkındaydım, hem de onca içe kapanma ve darbeden sonra ekonomik rahatlamayla gelen bir dışavurum söz konusuydu. Bu gözlemlerime rağmen yıllar sonra bile “Yetmez Ama Evet” gibi kampanyalara destek vermedim.

    "ERDOĞAN, DİSKODA EĞLENMEMİN HESABINI BABAMA SORDU!"
    Sebep neydi?

    Türkiye’ye geldiğim ilk yıllardan hatırlıyorum, Erdoğan elini kürsüye vurarak “Ben, ailenin reisiyim. Bu ailede her şeye ben karar veririm” demişti ve benim kanım donmuştu! “Tam bir patriarkal (erkek egemen) model. Mikroda (ailede) böyleyse makroda da (siyasette de) böyledir. ‘Devlet baba’nın tezahürüdür” diye düşündüm. O andan itibaren hiçbir zaman sıcak bakmadım.

    İşin İslami boyutuna gelince, bunu ilk kez anlatıyorum… 16 yaşındaydım ve yaz tatili için New York’tan Türkiye’ye gelmiştik. Annem bizi bir gece kulübüne götürdü. Ben, kardeşim ve sınıf arkadaşlarımız… Medya bunu “Diskoda coştular” diye haber yaptı. Tayyip Erdoğan, o zaman İstanbul Belediye Başkanı’ydı ve New York’a gelmişti. Geldiğinde, babama, burun kıvırarak ve beni kastederek, “Kızımız da…” diye kinayeli bir laf etmiş, o diskoda haberine gönderme yaparak.

    Babanız İnal Bey ne tepki vermiş?

    Babam da gayet korumacı biçimde geçiştirmiş. Bunu muhafazakârca yapsa bile çok ayıp bir şeydi. Sen, kimi kime yetiştiriyorsun?

    batursm56c72a5095c27.jpg


    "NEW YORK BÜYÜKELÇİLİĞİ’NDEKİ İÇKİ İKRAMINA ENGEL OLMAK İSTEDİ"
    Babanız bunu size anlattığında ne hissettiniz?

    Kendi aramızda konuştuk ve çok garipsedik. Bir kere nasıl oluyor da bizim hayatımıza karışabiliyor bu insan? Sonra sefarette başka bir olay daha yaşanmış…

    Nasıl bir olay?

    Kalabalık bir ekiple geldiği için, babam onlar adına bir resepsiyon verdi. O resepsiyona da babam, New York Times gibi üst düzey birçok gazeteden gazetecilerle, diplomatları davet etmişti. Bu insanları, Erdoğan ve ekibiyle tanıştıracakken, Erdoğan “İçki vermeyin” demiş. Babam da “Böyle bir şey olamaz. İsteyen içer, isteyen içmez. Siz istemiyorsanız içmezsiniz” diye karşı çıkmış.

    "ONUN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜNÜ, 16 YAŞINDA GÖRDÜM!"
    Kendinde böyle bir hakkı nasıl görmüş?

    Anladığım kadarıyla her yerde böyleydi. Her konuda bir fikir sahibi ve uzman!

    Daha gençlik yıllarınızdan itibaren zihninizdeki Tayyip Erdoğan arketipi böyle mi belirdi?

    Aynen öyle. Karşı tarafa olan toleranssızlığını ve tahammülsüzlüğünü, 16 yaşındaki bir çocuk olarak görmüştüm ve bu nedenle sonrasındaki Erdoğan’a da hiçbir zaman şaşırmadım! Hangi konuda olursa olsun!

    "AK TROLLER, BABAMIN CENAZESİNDE BİLE BANA SALDIRDI"
    Geldiğiniz yıllarda, Türkiye’de değişim rüzgârları esiyordu. Yıllarca ezilen muhafazakâr kesim, üstelik tek başına iktidar olmuştu. Bu değişimi nasıl yorumladınız?

    Önce Boğaziçi Üniversitesi’ne girdim. Türbanlı öğrenciler o halleriyle okula giremedikleri için garip peruklar takmaya başlamışlardı. Sadece yurtdışından gelen bir genç olarak değil, bir birey olarak da bunun utanç verici olduğunu düşünmüştüm: “Biz istediğimiz gibi giyinirken onlar neden giyinemiyor?” Biz onların hakları için yanlarında olurken, 10 yıl sonra onların bu kadar rövanşist ve intikamcı olacakları aklımın ucundan dahi geçmezdi.

    Siz bu rövanşist tepkilerle ne zaman karşılaşmaya başladınız?

    2013 yılında, babamın cenazesinde! Bugün Ak Troller dediğimiz Ak Partili o güruh, o gün, “Sen ateisttin. Neden babanın cenazesi başındasın? İmam niye orada?” gibi çok çirkin ifadelerle bize saldırdı. Ben dünyada en sevdiğim insanı kaybetmişken, ölüye bile saygı duymayan bir zihniyeti bizzat gördüm. O günden bugüne de Ak Trollerle karşılaşmaya devam ediyorum.

    Yaşadığınız bu deneyimlere rağmen, karşı tarafın toplumsal kabulünün giderek artması sizde ne tür düşünceler uyandırdı?

    Şaşırmadım. Bir tarih öğrencisi olarak bu tür şeylerin her zaman yaşandığını biliyordum.

    batu1rsm56c72ace3b131.jpg


    "YANDAŞ MEDYA SİZİ PARALEL BİR EVRENE IŞINLIYOR!"
    Mesela?

    Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük müsebbiplerinden biri olan Alman İmparatoru II. Wilhelm, Yahudilerle ve toplumda ötekileştiren gruplarla ilgili korkunç şeyler söylemiştir. O sırada endüstriyel ve ekonomik anlamda patlama yapan, Avrupa’nın süper gücü olan bir Almanya var. Halk, bu gücün verdiği sarhoşlukla II. Wilhelm’i alkışlıyordu.

    Şu anda ekonomi, siyaset, dış politika çok kötü durumda olsa da, biz de aynı durumu yaşıyoruz. Medyanın yüzde 85-90’ına ‘yandaş medya’ hâkim. O kanalları açtığınızda adeta paralel bir evrene ışınlanıyorsunuz! O evrende işsizlik yok! Kürt sorunu yok! Objektif hiçbir şey yok. Toplumun kendisi erkek egemen olduğu için, erkek egemen bir yönetime de söz söylemiyor. Bu ülkede her gün onlarca kadın cinayeti işleniyor.

    "TOPLUMUN EN EZİLMİŞ KESİMİNDEN GELİYOR, BELKİ DE BU YÜZDEN İNTİKAMCI!"
    Bu eğilim sayesinde toplumu biat ettirmek daha mı kolay?

    Kesinlikle! Sağdan da olsa, soldan da olsa iktidarı eline alan “Ben bu milletin babasıyım” diyor. Bunu daha önce askerler yapıyordu. Sadece üniformaların rengi değişti! “Biz sizin için en iyisini düşünüyoruz ve yapıyoruz” deyip, neredeyse sevgiyle öldürüyorlar! Hatta bugün birisi yazmış: “İstikrardan öleceğiz!” İroni; ama gerçek! Her gün ölüyoruz!

    Erdoğan’ı, toplumsal eğilimleri okuma ve toplumu yönlendirme açısından başarılı bir siyasetçi olarak görüyor musunuz?

    Daha önce alt-orta sınıftan birileri iktidara gelmiyordu. Demirel ve Özal falan vardı; ama onlar da bürokrasinin içinden geliyordu. Devletçi zihniyeti içlerine sindirmişlerdi; ama bunu daha popülist yapıyorlardı. Erdoğan toplumun en ezilmiş kesimi içinden geliyor. Belki de o yüzden bu kadar intikamcı. O açıdan evet, başarılı! Ama gücünü kötü kullanıyor.

    "ÇÜRÜME, TOPLUMUN KENDİ İÇİNDE"
    Sizce ne zamandan itibaren kötü kullanmaya başladı?

    17 Aralık dosyaları belki patlama noktasıydı; ama gemiciklerden tutun da kendi yakınlarını kayırmaya kadar birçok yönü, daha başından itibaren vardı. Sadece, bu kadar büyük ölçekte olduğunu bilmiyorduk.

    “Çalıyor; ama çalışıyor” mantalitesi sadece siyasetçilerde değil, pek çok insanda mevcut. Çürüme kendi içimizde var. Sünni tabanlı ve ötekileştirdiklerine karşı düşman olarak yetişen bir nesil var. Soma’da, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın ağzından “Yahudi dölü” cümlesini duyduk. Kendi elleriyle zenginleştirdikleri gazetecileri, Ak Trolleri de bunu günbegün yapıyor. Her gün bana yazdıklarını bir görseniz!

    Onları okuyunca hangi duygulara kapılıyorsunuz?

    Bir defa çok patetik buluyorum. Türkçeyi bile doğru düzgün kullanmayı bilmiyorlar. İkincisi, bir kadın olmama rağmen, yüzde 99’u bel altından vuruyor. Daha bugün baktım, ne orospuluğum kalıyor, ne porno film yıldızlığım!

    "SENENİN YARISINDA KÖYDE YAŞIYORUM"
    Türkiye’ye geldiğinizde toplumu anlama çabanız, şu dönemde bir yabancılaşmaya, hissizliğe, aidiyetsizliğe doğru evrildi mi?

    Bir şey itiraf edeyim, periyodik olarak kaçmaya çalışıyorum. Senenin yarısı, Şile’ye yakın Ulupelit köyünde, bir ormanda yaşıyorum. Orada her gün üç köpeğimle ve dört kedimle, Bremen Mızıkacıları halinde ormana gidiyoruz. Bir şekilde kendimi arındırıyorum. Oradayken televizyon izlemiyorum. Köye gazete de gelmiyor. Telefonla da arama mesafe koyuyorum. Nefes aldığımı hissediyorum. Ne kadar hissizleşmeye, uzaklaşmaya çalışsam da her şey beni çok hislendiriyor ve üzüyor. Haberleri izlerken sürekli ağlıyorum. O yüzden izlememeye çalışıyorum.

    "SÜREKLİ SOMA’YA GİDİYORUM"
    Bir şeyler yapıyor musunuz ağladıklarınız için?

    İki senedir, 20-25 Somalı kadınla projeler hazırlıyoruz. Sürekli oraya gidip geliyorum. Hepsi madenci eşi ve açlık sınırındalar. Florence Nightingale modunda değilim; ama kendimce katkıda bulunmaya çalışıyorum. Cumhuriyet’e, Haberdar’a yazarak, en azından bugünleri kayıt altına almaya gayret ediyorum. Çünkü Türkiye’de, neredeyse her gün, daha sonra belki de mahkemelerde yargılanacak, yüzleşme komisyonlarında konu edilecek olaylar yaşanıyor.

    "KISA SÜREN İKİ DEMOKRATİK DÖNEM VAR"
    Türkiye’de tarih sürekli kendini tekrar mı ediyor?

    Hıfzı Topuz’a bir röportajımızda, “Türkiye’de hiç demokrasi oldu mu?” diye sormuştum. “Çok kısa iki dönem oldu. 2. Meşrutiyet ve Demokrat Parti döneminde… Onlar da hemen despotizme dönüverdi” demişti. 1908’de çıkan dergilere bakarsanız, 25 tane kadın dergisi var. Azınlıkların gazeteleri vs. ile özgürlük rüzgârları esiyor. Abdülhamit’in jurnalci, paranoyak döneminden sonra müthiş bir ferahlama dönemi yaşanıyor. Ama hemen sonra Jön Türkler, gazetecileri öldürmeye, sürgün etmeye başlıyor. CHP’nin baskıcı rejiminden sonra halk, Demokrat Parti’ye oy veriyor. Müthiş özgürlükçü ortam çok sürmeden büyük bir despotizm çıkageliyor.

    "AKDENİZ HAVZASI’NDA İKTİDAR KİBRİ VE GURURU HİÇ BİTMEDİ"
    Despotizmi biraz da toplum mu istiyor?

    Bilmiyorum. Bu bence Ortadoğu’dan gelen bir şey... Ailede neyse devlette de o! Hep elinde sopalı bir baba figürü var. Antik tarihte bile o kadar çok mitolojik hikâye var ki! Doktora tezim için iki sene boyunca Akdeniz Havzası’ndaki Asur, Babil, Grekoromen, Mısır bölgelerinin mitolojilerini araştırdım. Niobe’de, Arakne’de olduğu gibi gururlanma ve kibirlenmenin ardından gelen hep bir cezalandırma söz konusu olmuş.

    Buradan çıkarımınız ne?

    Birazcık güce sahip olan, birazcık kibirlenen, tanrılara kafa tutan karakterler, sonunda ya bir kayaya, ya bir kurda dönüşüyor. Binlerce yıl sonra Türkiye’ye geldiğinizde, fazla güce sahip olduğunda gururundan, kibrinden dolayı koltuğunu bırakmak istemeyen karakterler çıkmaya devam ediyor.

    "NİŞANTAŞI, CİHANGİR TAYFASINDAN DEĞİLİM, ÜSKÜDAR’DA OTURUYORUM"
    Sınıfsal aidiyetleriniz var mı?

    Kendimi hep orta sınıfa ait gördüm. Yaratıcı insanların da hep bu sınıftan çıktığını düşündüm.

    Cihangir, Nişantaşı tayfasından değil misiniz?

    Hayır, ben Üsküdar’da oturuyorum. Karşıda olmaktan dolayı da çok mutluyum.

    Size dair, “Bu tayfadan olup da duyarlılığıyla ezber bozan” gibi bir algı var…

    Bir Kürt arkadaşım, bana “Duyarlı kokoş!” demişti. (Gülüyor) Belli yaftalar baştan beri var. Ben her zaman vicdanımla hareket ettim. Birisi haksızlığa uğruyorsa da onu dillendirdim. Ama sağdan da, soldan da tokat yemeye devam ediyorum.

    "ÖLÜM TEHDİTLERİ ALIYORUM"
    Sol nasıl tokatlıyor, sağ nasıl?

    Atatürkçü, ulusalcı tayfa, “Sen teröristleri parlatıyorsun. PKK’lisin” gibi saldırıyor. Sağ tayfa, “Sen ateistsin ve marjinalsin” diyor. Bugün TV’de program yaparken de “Ateist FETÖ’cü” ilan edilmiştim. Sürekli damga yiyorum. Bunları fazla ciddiye almıyorum; ama kimi mütecaviz, saldırgan tipler, “Seni sıkıştıracağız, öldüreceğiz. Gününü göreceksin. Bu ülkede seni yaşatmayacağız” tehditleri yolluyor. Bunlar gibi onlarca tehdit aldım, alıyorum. Murat Bardakçı’yla olan programda nar kolyesi taktığım için tehdit aldım.

    "NEFRET TOHUMLARI AĞAÇ OLDU, ÖLÜM MEYVELERİNİ YİYORUZ!"
    Neden?

    Ermenistan’ın sembolü olduğu için! Geçen yaz Sur’da ve Cizre’deydim. Buralara gidince “Sen Kürtçüsün. Bir kere de şehitlerimiz için bir şey söyle” demeye başladılar. Her gün “Vatan haini” mesajları geliyor. DeFacto terörizmi kınıyorum. Silahlı öldürmeye her zaman karşı duruyorum; fakir asker ve polislerin kurbanlık koyun gibi öne sürülüp öldürülmesi içimi acıtıyor; ama bir tarafta da sivillerin öldürülmesinden, insanların bodrumda yakılmasından bahsediyoruz. Ortak, bir şeye üzülemez hale geldik ve korkutucu olan da bu. Gezi’den beri “Ya bendensin ya değilsin. Tarafını seç!” tohumu ekenler, karşılığını alıyor! Nefret tohumlarıyla büyüyen ağaçlardan topladığımız ölüm meyvelerini yiyoruz şu anda.

    "GEZİ’DEN SONRA ÜZERİM ÇİZİLMİŞ!"
    Sanatçı olduğunuz gerçeğini göz önüne alırsak, bu vicdanlı duruşunuz bir handikaba dönüştü mü?

    Gezi’den beri neredeyse hiçbir teklif almıyorum! Oynadığım filmler genelde bağımsız, küçük bütçeli. Gezi’den hemen sonra tanıdığım kimi gazeteciler, kara listelerin olduğu ve kimi oyuncuların üzerinin çizildiğini söylemişlerdi bana.

    Sizinki de çizilmiş mi?

    Öyle dediler. Ben neredeyse her gün Gezi’deydim. Ama bunu çok önemsemedim. Çünkü Gezi’ye katılıp da sonra birçok dizide oynayan çok insan oldu. Hiçbir zaman oyunculuk camiasının içinde fazlaca yer almadım. Hiçbir zaman Cihangir kafelerinde takılmadım. Endüstriden çok fazla arkadaşım olmadı. Sinemadan en fazla iki, üç arkadaşım vardır. Bu da etkili. Çünkü onlar genelde komün gibi yaşıyorlar. Meksika dizisi kıvamında, o onun eşi, o onun sevgilisi… O grubun her zaman dışında oldum. Hatta bahsettiğim o bir, iki arkadaşımdan birisi bir prodüktöre geçen sormuş, “Pelin’i neden sevmiyorsunuz?” diye.

    “ÇOK ENTEL DURUYORSUN. BİRAZ GÖBEK AT, BAK NE TEKLİFLER GELİYOR”
    Ne cevap vermiş?

    “O çok soğuk. O çok ukala. O çok yabancı gibi duruyor” demiş. Hatta kendim bir iş görüşmesine gittim. İsmini vermeyeceğim ünlü bir prodüktör aynen şöyle dedi: “Sen çok entel duruyorsun. Bence sen, göbek atılan popüler yerlere git. Biraz bizden gibi ol. Bak o zaman nasıl teklifler geliyor!”

    O tekliften mülhem, bu piyasada sığlık mı prim yapar?

    Onu bilmiyorum; ama Hollywood’da da böyledir, ilişkiler her şeydir! Doğru masada, doğru menajerle, doğru kulüpte olmanız gerekir. Bu anlamda, babamın kızıyım. Babam da Dışişleri camiasında bir kulübün üyesi değildi. Diplomat arkadaşları vardı; ama kendi bildiğini okurdu. Dobraydı, hissettiklerini söylerdi. Bunun ne büyük bir lütuf olduğunu babamda gördüm. Onun gibi olmak istedim. Bu yaştan sonra da birilerine yanaşıp da rol kapmak bana göre değil.

    "BİLGİ’DE DERS VERİYORUM"
    Akademisyenlik bu anlamda sizin için bir kaçış mı oldu? Kimseye eyvallah etmeden girilen bireysel bir huzur adacığı…

    Okula gittiğimde kendimi kurtarılmış bir bölgede gibi hissediyorum. Şu anda Bilgi Üniversitesi’nde, The School of Life’ta ders veriyorum. Geçen seneden beri oradayım. Akademide de öbekler, gruplar var. Özellikle devlet okullarında... Ama en azından Boğaziçi için konuşayım, oraya gittiğimde rahat nefes alabildiğimi hissediyorum. Gözlerinin içi parıldayan, yeni şeyler öğrenmek isteyen insanlarla beraberim.

    "AİLEM İÇİN GERİ ADIM ATTIM"
    Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attınız mı?

    O bildiri bana gelmedi, sonra gördüm. Ama sonra şairler ve yazarların, aydınların bildirisine imza attım. Sabah gazetesi, Ahmet Ümit’in ve benim resmimi büyüterek bizi hedef gösterdi. Avukatım geçen gün “Hakkında yazılanları bir araya topla” dedi. İnanılmaz haberlerle karşılaştım. Sünni ve militanca zihniyetle beni hedef gösteriyorlar. Benim ne korumam var, ne zırhlı, kurşun geçirmez arabalarda geziyorum, ne de arkamda bir kurum var. Avukatım da para almıyor. Yoksa son on yılda biriktirdiğim tüm para oraya giderdi. Bir delinin teki, ne malum ki bıçağı saplamayacak! Yalnız başına bir kadınım. Artık arkamda babam da yok. Ailem üç, beş kişiden mürekkeb. O yüzden son bir, iki aydır geri adım attım. Haberdar’da daha az yazıyorum. Annem, 70 yaşında ve son bir sene içinde tansiyon hastası oldu. Hakkımda yazılanları okudukça tansiyonu çıkıyor. Onu düşünerek vites düşürmek zorunda kaldım.

    "YABANCI BİR ÜNİVERSİTEYE BAŞVURU YAPTIM"
    Bu ülkeden gitmeyi düşündünüz mü, düşünüyor musunuz?

    En azından bir senelik de olsa post-doktora için gitmeyi düşünüyorum artık, büyük resme bakmak için. Ama çok küçük bir aile olduğumuz için birbirimize çok bağlıyız. İkincisi, Aristo’nun deyimiyle ‘politik hayvan’a dönüştüm. Ülkemde bu kadar çok acı veren şey varken, gitsem de aklım burada kalacak. Yine de yabancı bir üniversiteye yas, intikam, rövanş ve ötekileştirme başlıklı konular önerdim, çalışmak için. Haber bekliyorum.

    "ÇOK YOĞUN YAŞARKEN BUGÜNLERİ NASIL YAZABİLİRİM?"
    Bir tarihçi olarak bu dönemi yazacak olsaydınız, kitabın adı ne olurdu?

    İntikamla ilgili bir başlık olurdu. Öyle bir kötülük tohumu ekiyorsunuz ki yaptıklarınız size misliyle dönüyor. Bu, korkunç bir sarmal. Cizre’de, Sur’da yapılanlardan sonra Kürt meselesi bir daha aynı yerde durmayacak. Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok. O insanların çocukları, torunları nefretle büyüyecek. Yüzleşme yaşamadan bu sorunlar çözülemez. O yüzden yaşadıklarımızı yazmak zorundayız. Ama şu anda çok duygusalım. Dokunsan patlayacağım. Nasıl yazacağım, bilemiyorum.

    NOKTA |
 
Bu kadınıda hiç sevmem bir bakıyorsun bir filmde .çıplak memelerini göstermiş bir bakıyorsun Tarih sohbetinde bilgi veriyor ,
 
Back